HADİD SÛRESİ'NİN KONUSU ve DETAYLARI


HADİD SÛRESİ'NİN KONUSU ve DETAYLARI

Kur'ân-ı Kerîm'in elli yedinci sûresi. Yirmi dokuz âyet, beş yüz kırk dört kelime, bin dört yüz yetmiş dört harften meydana gelir. Fâsılası, be, dal, ra, ze, mim ve nun harfleridir. Sûre adını yirmi beşinci âyetinde geçen demir anlamındaki "hadid" kelimesinden almıştır. Mekkî mi Medenî mi olduğu konusunda ihtilâf olmasına rağmen sûrenin Medenî olduğuna dair görüş daha kuvvetlidir, ulemânın çoğunluğu da bu görüştedir. Nitekim onuncu âyette geçen, "Zaferden önce İslâm'ı yayma yolunda mallarını sarfedip, canlarıyla savaşanlar elbette (zaferden önce mal ve canlarıyla savaşan)larla bir değildir" seslenişi müslümanların zaferler kazandıgı Medine döneminde yaşanan bir durumu anlatmaktadır. Rivâyetler sûrenin Uhud savaşından sonra Hudeybiye antlaşması öncesi hicri 4-5 yılların da nâzil olduğu yolundadır. Haşr, Saff, Cum'a, Teğabun sûreleriyle birlikte bu sûreye "Müsebbihat" sûreleri de denmiştir. Sûre genel olarak müslümanları terbiye etmeyi hedef almakta, onlara İslâm toplumunu oluşturacak insanların ne gibi özellikler taşıması gerektiğini öğretmekte. Kur'ân'ın genelinde olduğu gibi bu emirleri âhiretteki ceza ve mükafatla desteklemekte, onlara Allah'ın azâbını hatırlatmaktadır.

Sûre Allah'a hamd ile başlamakta ve altıncı âyetin sonuna kadar Allah'ın bazı sıfatları mü'minlere hatırlatılmaktadır. O, Öldüren, Dirilten, Evvel, Ahir, Zahir, Batın, Alimdir... Mülk onundur. Sonunda bütün işler ona döndürülür... Ardından mü'minlere bir uyarı gelir: "O, göğüslerde saklı olanı bilir" (6).

Yedi ilâ on birinci âyetler arası mü'minleri Allah yolunda infak etmeye ve gerçekten iman etmeye çağırıyor: "Size ne oluyor ki Allah yolunda infak etmiyorsunuz" (10) tehditvari emrinin ardından Allah'a güzel bir borç verecek olanın bunu âhirette kat kat geri alacağı müjdesi verilmektedir. On üçüncü âyette bu vasıftaki mü'minlerin nurlu yüzlerle cennete gireceği haberi verildikten sonra, müslümanlardan görünüp de onları arkadan çekiştiren münâfıklara dönülüyor ve on üç ilâ onbeşinci âyetle de onlar başlarına gelecekler konusunda uyarılıyorlar: "Artık bu gün sizden herhangi bir fidye alınmaz. Barınma yeriniz ateştir..."(15).

Mü'minler ve münâfıklar uyarıldıktan sonra on altıncı âyette müslümanım dediği halde Allah'ın dini konusunda hiçbir endişesi olmayanlar saygılı, korkulu, yumuşak bir kalp ile gerçek imana çağrılıyor. Ardından yine mü'minlere dönülüyor ve yapmaları gerekenler hatırlatılarak; sadaka vermeye, sözü ile fiillerinde uyumlu olmaya, gerektiğinde Allah için canlarını verip şehid olmaya, iyilikte yarış yapmaya, elden çıkana üzülmeyip verilen nimet için de şımarmamaya, kibirli olmamaya, cömertliğe ve onu teşvik etmeye dâvet ediliyorlar.

Bütün bunların arasında tarih boyunca gönderilen peygamberlerin hangi amaçla gönderildiğine değiniliyor: "...İnsanlar adâleti ayakta tutsunlar diye, apaçık âyetlerle gönderdiğimiz Peygamberle birlikte, kitabı ve mizanı da indirdik. (âyetlerden, haktan, adâletten yüz çeviren, nasihat ve uyarının yola getiremediği insan için de) kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için çeşitli yorarlar bulunan demiri indirdik" (25) buyurarak peygamberlerin aynı zamanda adâleti ayakta tutacak siyasî ve askerî güçle donanmaları gerektiği beyan edilmekte ve sonraki âyetlerde bu peygamberlere Nuh, İbrahim, İsa, örnek verilmekte, onlara uyanların sonradan fâsıklâr olup kendilerine gelen dini bozan ruhbanlar gibi olmamaları konusunda mü'minler uyarılmaktadır: "Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve O'nun Rasûlüne iman edin (sadece iman ettiğinizi söylemekle kalmayın, imanınızı amellerinizle de gösterin)..." (28). Sûre boyunca Allah yolunda harcamaya teşvik edilen mü'minlere sûrenin bitiminde güvence veriliyor: Eğer siz karşılık beklemeden onun yolunda cömertlik yaparsanız, zenginlik Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Size de verir çünkü...."Allah büyük fazl sahibidir"(29).

Fedakâr KIZMAZ
Yaz?c? Sürümü
Hadid Suresi (Taberi Tefsirinden)


Hadid Suresi, yirmi dokuz âyettir ve Medine´de nazil olmuştur. Bu sure-i celile, Allah teala´nin kainattaki bütün varlıkların sahibi ve maliki olduğunu, herşeyin tasarrufunun onun elinde bulunduğunu ve her şeyin Allahı, layık olma­dığı sıfatlardan tenzih etmekte olduğunu beyan ederek başlamaktadır.

Devamla, fıhiret hayatında insanların, amellerine göre muameleye tabi tu­tulacakları, müminlerin orada nurlu bir hayat içinde olacakları, münafık ve ka­firlerin ise karanlıklar ve sıkıntılar içinde olacakları beyan ediliyor.

Peygamberlerin, birbiri ardınca mucizelerle gönderildikleri haber veril­mekte ve ehl-i kitabın, Hz. Muhammet! (s.a.v.)e iman etmeleri ve onun getirdi­ği İslam dinini kabul etmeleri gerektiği beyan edilmektedir.[1]


Hadid Suresinin Fazileti



İrbad b. Sariye diyor ki:


"Resulullah uyumadan önce Müsebbihat[2] surelerini okurdu. Resulullah (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurdu. "Bu müsebbihat sureleri içinde öyle bir âyet vardır kif[3] bin âyetten efdaldir. [4]



Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.




1- Göklerde ve yerde bulunan herşey, Allahı, layık olmadığı şeyler­den tenzih eder. O, her şeye galiptir hüküm ve hikmet sahibidir.


Allahın göklerde ve yerde yarattığı bütün varlıklar, ona ta´zimde bulun­mak, onun rabhğım dil ile ikrar etmek ve ona boyun eğdiklerini ifade etmek için onu teşbih ve tenzih ederler. Onu, kendisine yakışmayan sıfatlardan arındırırlar. Allah, göklerde ve yerde bulunan yaratıklarından, kendisine isyan edenleri ce­zalandırmada herşeye galiptir, onları dilediği gibi sevk ve idare etmede hikmet sahibidir.

*Bütün yaratıkların Allahı teşbih ettiği hususunda başka bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Yedi gök, yer ve onlarda bulunan varlıklar, Allahı teş­bih ve tenzih ederler. Aslında hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allahı teşbih etme­sin. Ne var ki siz onların teşbih etmesini anlamazsınız. Şüphesiz ki Allah, yarat­tıklarına çok yumuşak davranandır ve çok affedendir. [5]



2- Göklerin ve yerin mülkü onundur. O, diriltir, o öldürür. O, herşe-yc-kadirdir.


Göklerin ve yerin ve onlarda bulunanların mülkiyeti Allaha aittir. Onlar, Allahı sevk ve idaresinin dışına çıkamazlar. Onlar hakkında sadece AUahın deiliği olur. O, dilediğini, dilediği şekilde diri kılar. Bir damla suya ana rahminde hayat vererek canlı varlık haline getirir. Dilediğini de canlı iken öldürür. Allah, herşeye kadirdir. Dilediğini diriltip dilediğini öldürmek, dilediğini zelil dilediği­ni aziz kılmak onun için zor değildir.[6]



3- O, her şeyden önce vardır. Her şey yok olduktan sonra kalacak O´dur. Varlığı apaçıktır. Zatı gizlidir. O, her şeyi bilendir.


Allah teala bu âyet-i kerimede kendisinin ezeli ve ebedi olduğunu kuv­vet ve kudretinin apaçık görüldüğünü, zatının ise idrak edilemeyeceğini beyan etmektedir.

Müfessirler, Allah teahınin, âyette zikredilen "Zahir" ve "Bâtın" sıfatlan­ın çeşitli şekillerde izah etmişlerdir.

"Zahir"ın manasının. Allanın, ilmiyle herşeyin dışını kuşatması, "Bâtm"ın manasının ise yine Allah tealanın, ilmiyle herşeyin iç yüzünü bilmesi olduğu söylenmiştir. [7]

Diğer bir kısım âlimlere göre, buradaki "Zahir" ifadesinden maksat, Alla-iıin, herşeyin üstünde ve herşeye galip olmasıdır. "Bâtın" ifadesinden maksat ise, Allah tealanın herşeyin en üst noktasında bulunduğu gibi en alt noktasında da bulunmasıdır. O, herşeye şah damarından daha yakındır.

Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) yatağına yerleşince şöyle dua ederdi: "Ey, göklerin rabbi, yerin rabbi ve herşeyin rabbi olan, taneyi ve çekirdiği yaratan, Tevratı, İncili ve Kur´anı indiren Alhıhım, ben senin, perçeminden yakalayacağın her şer sahibinin şerrinden sana sığınırım. Sen evvelsin, senden önce hiçbir şey yoktu. Sen sonsun. Senden sonra da hiçbir şey kalmayacaktır. Sen zahirsin, senin üs­tünde hiçbir şey yoktur. Sen bâtınsın, senin altında hiçbir şey yoktur. Sen, be­nim borcumu öde, fakirliğimi gider. [8]

Taberi bu hususta şu hadis-i şerifi rivayet etmektedir: "Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:

"Bir gün Resululluh sahabileriyle birlikte otururken üzerlerine bir bulut gelmiş, bunun üzerine Resululluh "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz " diye sormuş, sahabiler "Allah ve Resulü daha iyi bilir." demişler Resulullah da bu­yurmuş ki "Bu buluttur. Şunlar da yeryüzünün köşeleridir. Allah tebareke ve te-ala bu bulutu, kendisine şükretmeyen ve kendisine dua etmeyen bir kavme gön­deriyor." Resulullah (s.a.v.) sözlerine devamla şöyle demiştir: "Üzerinizde ne okluğunu biliyor musunuz " Onlar da: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." demiş­ler. Resulullah: "Üzerinizde bulunan göktür. O, muhafaza edilmiş bir tavan ve akması önlenmiş bir tlalgasıdır." buyurmuştur. Resulullah (s.a.v.) daha sonra "Sizinle gök arasında ne kadar mesafe vardır " diye sormuş onlar da "Allah ve Resulü daha iyi bilir." demişler. Resulullah ise: "Sizinle onun arasında beş yüz yıllık bir mesafe bulunmaktadır." buyurmuştur. Daha sonra da "Bu göğün üze­rinde ne olduğunu biliyor musunuz " diye sormuş, sahabiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." demişler. Resulullah da buyurmuştur ki: "Bunun üzerinde iki gök daha varılır. Bunlardan her biri anısında yeryüzü ile dünya seması arasında­ki mesafe kadar bir uzaklık bulunan yedi göğü saymıştır. Sonra "Onun üzerinde ne var " diye sormuş Sahabiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" diye cevap ver­mişler. Resulullah ise: "Onun üzerinde Arş bulunmaktudır.Onunla yedi gök ara­sıdaki mesafe iki gök katının arasındaki mesafe kadardır." buyurmuştur. Resu­lullah daha sonra "Altınızda ne bulunduğunu biliyor musunuz " diye sormuş, sahabiler de: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." diye cevap vermişler. Resulullah: O, yeryüzüdür." buyurmuştur. Sonra Resulullah "Yeryüzünün altında ne bulun­duğunu biliyor musunuz " diye sormuş, sahabiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." diye cevap vermişler, Resulullah da: "Onun altında başka bir yer daha var­dır. Onların aralarındaki mesafe beş yüz yıllık bir mesafedir." buyurmuştur.Son-ra Resulullah: Onkınn her ikisinin arasında beş yüz yıllık bir mesafe bulunan yedi kat yeri saymıştır. Sonra Resulullah şöyle buyurmuştur: "Muhammed´in hayatı kudret elinde olan Allaha yemin olsun ki, şayet sizler bir adamı ip ile en altta olan yer tabakasından aşağı sarkıtacak olsanız o, Allaha (Onu kudret ve il­mine) ulaşır." Resulullah daha sonra da: "Herşeyden önce var olan O´dur. Her-şeyden sonra kalacak olan da O´dur. Zahir olan da (Üstte olan da) O´dur. Bâtın olan da (Altta olan da) O´dur. O, herşeyi bilendir." âyetini okumuştur. [9]

Allah teala, bu âyet-i kerimede,herşeyi bildiğini, hiçbir şeyin, onun bilgi­si dışında kalmadığını beyan etmektedir. Bu hususta başka bir âyette de şöyle huyurıılmaktadır: "Ey Muhammed, her ne durumda olursan ol, Kur´andan ne okursan oku sen ve ümmetin her ne iş yaparsanız yapın, onu yapmaya giriştiği­nizde biz ona mutlaka şahit oluruz. Gerek yerde gerek gökte zerre kadar bir şey dahi rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki, apaçık bir kitapta kayıtlı olmasın. [10]



4- Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arşa hükmeden O´dur. O, yere gireni ve çıkanı, gükten ineni ve göğe çıkanı bilir. Nerede olursanız olun, o sizinle beraberdir. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.


Yedi kat gökleri, yerleri ve oralarda bulunanları yaratan sonra Arşa hük­meden O´dur. Allah, yaratıklarından, yerin içine girenleri de ondan dışarı çıkan­ları da, gökten yeryüzüne inenleri de, yeryüzünden göklere yükselenleri de bilir. O, sizin yaptıklarınızı görmekte, nasıl hareket ettiğinizi bilmektedir. O, yaptık­larınızı zaptettirmektedir. Herkese amelinin karşılığını verecektir.[11]



5- Göklerin ve yerin mülkü onundur. Bütün işler Allaha döner.


Göklerin ve yerin mülkü sadece Allaha aittir. Göklerde, yerde ve oralarda yaşayanlara Alkilim sözü geçecektir. Bütün yaratıklarının işleri Allaha döner. O, anılarında adaletle hüküm verecektir.[12]



6- Allah, geceyi gündüze katar. Gündüzü geceye katar. O, kalblcrin gizliliklerini çok iyi bilir.


Allah, gecenin bir kısmını gündüze katarak gündüzü uzatır. Bazan da gündüzün bir kısmım geceye katarak geceyi uzatır. O, kullarının kalblerinin ne­ye karar verdiğini, içlerinden hayırı mı yoksa şerri mi işlemek istediklerini çok iyi bilendir. Hiçbir şey ona gizli kalmaz.[13]



7- Ey insanlar, Allaha ve peygamberine iman edin ve sizleri vekili kıldığı inallarından Allah yolunda harcayın. Sizlerden iman edip Allah yo­lunda mallarını harcayanlar için büyük bir mükafaat vardır.


Ey insanlar. Allaha iman edin, onun birliğini kabul edin ve peygamberi Mııhammed´i, Allah katında size getirmiş olduğu şeyler hususunda tasdik edip ona uyun. Allanın, geçmiş ümmetlerden size miras bırakmış olduğu mallan onun yolunda harcayın. Zira, sizden Allaha ve Resulüne iman eden ve Allanın size kalmasını nasibettiği mallardan harcayanlar için büyük bir mükafaat vardır.

Âyet-i kerimede, yaşayan İnsanların ellerinde bulunan malların, kendile­rinden (ince ölen insanlardan miras kalan mallar olduğu beyan ediliyor ve bu mallara sahib olanların da bunları bir gün başkalarına bırakacağına işaret edili­yor. Böylece kişiler, hayatta iken mallarını Allah yolunda harcamaya teşvik edilmiş oluyor.

Peygamber efendimiz, insanların, mallarını çok sevdiklerini fakat sonun­da hepsini bırakıp gitmeye mecbur olacaklarını şu hadisinde beyan etmektedir:

Abdullah b. eş-Şihhîr diyor ki:

"Ben, Resulullahın yanına vardım. O suresini okuyordu. Şöyle buyurdu: "Âdemoğlu, malım, malım der durur. Ey Ademoğlu, sana, malından yeyip tükettiğin veya giyip eskittiğin yahut sadaka verip önden gönderdiğin dışında senin için ne var kı[14]



8- Peygamber sizi, rabbinize iman etmeye davet edip dururken size ne oluyor da Allaha iman etmiyorsunuz Halbuki Allah, daha önce sizden "nan edeceğinize dair söz almıştı. Eğer İman ediyorsanız bu yeter.


Ey insanlar, Allahm peygamberi Mııhammed, sizi, Allahın varlığına ve birliğine iman etmeye davet ederken ve davetinin hak okluğuna dair size, maze­ret göstermeye imkan vermeyecek kesin deliller getirmiş olduğu halde sizler, Allahm birliğine iman etmiyorsunuz. Halbuki sizler atanız Âdem´in sulbünde iken, Allaha iman edeceğinize dair kesin söz almıştı. Şayet sizler herhangi bir zamanda Allaha iman etmek istiyorsanız, iman etmeniz için en uygun vakit şu andır. Zira peygamberin getirdiği deliller ard arda gelmekte ve o peygamber siz­leri, daha (ince verdiğiniz söze davet etmektedir.

Bir kısım müfessirle.re göre burada zikredilen "Verilen söz"den maksa­dın insanların iman edecekleri hususunda Resulllaha biat etmeleridir.[15]



9- Sizi, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak iyin kulu Muhammcd´c apaçık iıyctlcr indiren Allahtır. Şüphesiz ki Allah, sizlere çok şefkatli ve merhametlidir.


Sizi, inkarın ve sapıklığın karanlığından, iman ve hidayetin nuruna çıkar­ması için kulu Muhammed´e apaçık âyet ve deliller indiren ancak Allahtır. Allah bunları kulu Muhammed´e indirmekle size çok şefkatli ve merhametli davran­mıştır.[16]



10- Göklerin ve yerin mirası Allaha ait olduğu halde size-ne oluyor da Allah yolunda mallarınızı harcamıyorsunuz Sizden, Mekke´nin fethin­den oııce Allah yolunda malını harcayıp savaşanlarla daha sonra infakta bulunup savaşanlar bir değildir. Onların dereceleri sonradan infak edip sa­vaşanlardan daha büyüktür. Allah onların hepsine de iyi akıbet vaadetmiş-tir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.


Ey insanlar, size ne oluyor da, Allahı size rızık olarak verdiği mallardan Allahın yolunda harcamıyorsunuz Halbuki ölümünüzden sonra bu mallarınız tekrar Allaha dönecektir. Zira göklerin ve yerin mirası sadeeeAllaha aitti. İçi­nizden, fetihten önce, matların! Allah yolunda harcayıp savaşanlarla fetihten sonra mallarını harcayıp savaşanlar aynı derecede değildirler. Fetihten önce mallarını harcayıp savaşanların dereceleri fetihten sonra mallarını harcayıp sa­vaşanların derecelerinden daha üstündür. Fakat Allah bunların herbirine de, gü­zel bir mükafaat olan cenneti vaadetmiştir. Zira onlar mallanın Allah yolunda harcamışlar ve Allahın düşmanlarına karşı savaşmışlardır. Allah, mallarınızı harcama ve düşmanlarına karşı savaşma gibi amellerinizi bilir. Kıyamet günün­de onların karşılığını verecektir.

Mücahid´e göre âyette zikredilen "FetilV´ten maksat, Mekke´nin fethidir. Harcamaktan maksat, iman etmek, savaştan maksat ise hicret etmektir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Mekke´nin fethinden Önce iman edip hicret edenle fetihten sonra iman eden ve hicret etmeyenler bir değildir."

Katade ve İbn-i Zeyıt´e göre âyette zikredilen fetihten maksat Mekke´nin fethi, harcamaktan maksat, mallarını Allah yolunda harcamak, savaştan maksat ise kâinlere karşı harbetmektir. Meal bu izaha göre hazMianmıştır.

Ebu Said cl-Hudri, Şa´bî ve diğer bir kısım âlimlere göre ise, âyette zikre­dilen fetihten maksat, Hudeybiye müşahhasıdır. Buna göre âyetin manası şöy­ledir: "Ey insanlar, Hudeybiye nıusalasından önce malını Allah yolunda harca­yıp Allah yolunda savaşanlarla,Hudeybiye müşahhasından sonra malını Allah yolunda harcayıp savaşanlar bir değildir."

Taberi bu hususta Ebu Said el-Hudri´den bir de hadis rivayet ederek bu son görüşü tercih etmiştir. Ebu Said el-Hudri cüyor ki: "Resulullah bize, Hudey­biye müşahhasının yapıldığı yılda şöyle buyurdu: "Yakında bir kavim gelecek. Siz onların amellerine karşılık, yaptığınız amelleri küçümseyeceksiniz." Dedik ki: "Ey Allahın Resulü, onlar kimlerdir Onlar Kureyşliler midir " Resulullah buyurdu ki: "Hayır değildir. Onlar, gönülleri daha hassas, kalbleri daha yumu­şak olan Yemen halkıdır. Dedik ki: "Ey Allahın Resulü, onlar bizden daha mı hayırlıdır " Resuulhh buyurdu ki: "Onlardan herhangi birinin altından bir dağı olacak olsa ve onu da Allah yolunda harcasa, sizden birinizin harcadığı ne bir müd miktarına ne de onun yaısına ulaşabilir. Dikkat edin, insanlarla bizi birbirimizden ayıran sınır şu âyettir: "Sizden, fetihten önce Allah yolunda malını har­cayıp savaşanlarla daha sonra intakta bulunup savaşanlar bir değildir."[17]



11- Kim Allah için güzel bir ödünç takdiminde bulunursa, Allah onun karşılığını kat kat verir. Onun için âlıcrittc de güzel bir nıükafaat vardır.


Âyette zikredilen "Ödünç takdim etmek"ten maksat, karşılığını âhirette Allahtan bekleyerek malını dünyada onun yolunda harcamaktır. Böyle yapan in­sanlar için Allah, harcadıklarının karşılığını kat kat artırır. Bire yedi yüz veya daha fazla verebilir. Bu kimseler için ayrıca Allah katında güzel bir mükafaat

vardır ki o da cennettir.[18]



12- O gün, mümin erkeklerin ve kadınların nurlarının önlerinde ve sağlarında koştuğunu görürsün. Melekler onlara: "Bu gün sizin müjdeniz, altından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada ebediyyen kalacaksınız. îşte büyük kurtuluş budur." derler.


Âyet-i kerimede, müminlerin nurlarının, önlerinde ve yanlarında koşa­cağı beyan ediliyor. Katade "Nurların koşmasından" maksadın, iman edenlerin derecelerine göre önlerinin ve çevrelerinin aydınlatılması olduğunu söylemiştir.

Abdullah b. mes´ud diyor ki: "Müminlere nurları, amelleri miktannea ve­rilecektir. Bazılarına bir hurma ağacı boyunda nur verilecek bazılarına, ayakta duran bir adam boyu kadar nur verilecektir. Kendisine en az nur verilen kimse­nin de baş parmağının üzerinde bir ışık bulunacak o ışık bazan yanacak bazan sönecektir.

Dehhak ise bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Kıyamet gününde mümin erkek ve kadınların iman ve hidayetleri önlerinde koşacak, sağ taraflarından ise amel defterleri verilecektir. Bu ifadeye göre Nur kelimesinden maksat, iman ve hida­yettir. Taberi, "Koşma" fiilinin nur ve aydınlatma ile bir münasebetinin bulun­maması sebebiyle "Nur"dan maksatın iman ve hidayet olduğunu söyleyen bu son görüşü tercih etmiştir.[19]



13- O gün, münafık erkek ve kadınlar, müminlere: "Bize bakın da nurunuzdan istifade c


Kıyamet gününde, münafık erkekler ve münafık kadınlar, Allanın,* mü­minlere vermiş olduğu nurlardan paylarını alamadıklarından müminlere "Bizi bekleyin size kavuşalım, nurumıdan istifade edilim." diyecekler müminler de onlara "Siz arkanızda kalan, nurların taksim edildiği yere dönün. Orada Allah, insanlara nur taksim ediyor." diyecekler, bunun üzerine münafıklar geri dönüp nur ararlarken kendileriyle müminlerin arasına, cennet ile cehennem arasına çe­kilecek olan sur çekilmiş olacak. O surun, müminler tarafındaki dış yüzü insan­lar için bir rahmettir.Zira orası cennet olacaktır. Münafıkların tarafındaki iç yü­zü ise onlar için bir azaptır. Zira orası cehennem olacaktır.

Ayette zikredilen ve "Bize bakın" diye tercüme edilen ( ı^Lı ) kelimesi Taberi tarafından "Bizi bekleyin" diye izah edilmiştir. "Biza zaman ta­nıyın da size kavuşalım." şeklinde izah edenler de vardır. Âyette zikredilen ve muinlerle münafıklar arasına çekileceği bildirilen "Sur"dan maksat, Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd´e göre, âheritte cennetliklerle cehennemlikler arasın açeki-lecek olan perdedir. Bu husus diğer bir âyette açıkça beyen edilmekte ve şöyle Duyurulmaktadır: "Cennetliklerle cehennemlikler arasında bir perde vardır. [20]

Abdullah b. Abbas, Übade b. es-Samit, Abdullah b. Amr b. el-As ve Kfı´bul Ahbar´dan nakledilen bir görüşe göre burada zikredien "Sur"dan maksat, Kudüs´ün doğusunda bulunan "Sur"dur. Bunun iç tarafında "Beytül Makdis" dış [aralında ise "Cehennem deresi" diye adlandırılan vadi bulunmaktadır.

Miifessirler, âyette zikredilen bu "Sur"u Kudüs´te bulunan sur olarak izah edenlerin maksadının, açıklama ve benzetme olduğunu, yoksa sunin burası ol­duğunu kasdetınediklerini söylemişlerdir.[21]



14- Münafıklar müminlere: "Dünyada biz sizinle beraber değil miy­dik diye çağırırlar. Müminler de: "Evct,f akut siz kendinizi fitneye kaptır­dım/, müminlerin bir belayu uğramasını beklediniz. Din hususunda şüphe­ye duşlunuz. Allalmı emri gelinceye kadar boş ameller sizi aidatı. Sizi, Al-lulıu karşı aldatıcı şeytan aldattı," derler.


Ahirette müminlerle münafıkların arasına perde çekilince, müminleri gö­remeyen münafıklar bu defa onlara seslenirler ve şöyle derler: "Biz, dünyada iken sizinle beraber değil miydik Beraber namaz kılıyor, beraber oruç tutuyor ve birbirimizle veleniyor ve birbirimize mirasçı olmuyor muyduk Müminler onlara "Evet öyleydiniz fakat sizler kendisizi fitneye düşürdünüz, münafık oldu­nuz. Allah ve Resulüne iman etmeyip beklediniz. Ali ahin sizi öldürme emri ge­linceye kadar nefsinizin size hoş gösterdiği boş ameller sizi aldattı, Allanın yo­lunda sizi alıkoydu ve sizi ona karşı şeytan aldattı." derler.

:NAyette zikredilen "Kendinizi fitneye kaptırdınız." ifadesinden maksat, "Münafık oldunuz." demektir. "Beklediniz" ifadesinden maksat ise İbn-i Zeyd´e göre "Alkilim Resulüne iman etmeyi ertelediniz." Katade´ye göre ise "Hak eden­lerin başına bir şey gelmesini bekledinia." demektir. "Şüpheye düştünüz." ifade­sinden maksat, "Allah hakkımla şüpheye düştünüz." demektir. "Allanın emri ge­linceye kadar." ifadesinden maksat ise "Allanın öldürme emri gelinceye kadar demektir. Âyette zikredilen "Alüatıcr´dan maksat ise "Şeytan dır.[22]



15- Hu gün ne sizdcYı, ne de kâfirlerden, kurtulmanız için hiçbir fidye kabul edilmeyecektir. Yeriniz cehennemdir. Dostunuz da O´dur. O ne kötü bir yerdir.


Allah teala, kıyamette, müminleri münafıklardan ayırdıktan sonra mü­nafıklara şöyle diyecektir: "Bu gün sizden, azaptan kurtulmanıza karşılık her­hangi bir fidye alınmayacaktır. Bu fidye kâfirlerden de alınmayacaktır. Sizin karargâhınız cehennem ateşidir. Size layık olan O´dur. O ne kötü bir varılacak yerdir.[23]



16- İman edenlerin, Allanın zikrine ve indirilen hakka karşı kalblcrİ-ııin huşu içinde olması ve daha önce kendilerine kitap verilip üzerlerinden uzun zaman geçince, kalblcri katılaşan kimseler gibi olmamaları zamanı gelmedi mi Onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.


Allah ve peygamberini tasdik edenlerin, Allahı anmaya karşı ve inen hak kitap Kur´ana karşı kalblerinin huşu içinde olma zamanı hala gelmedi mi Yine bunların, daha önce kendilerine kitap verilen ve kendileriyle Musa arasında uzun bir zaman geçtiği için kalbleri katılaşan İsrailoğulları gibi olmama zaman­lan hâlâ gelmedi mi Muhammed´den önce kendilerine kitap gönderilen üm­metlerden çoğu, hak yoldan ayrılan fasıklardır.

Abdullah b.´Mes´ud diyor ki:

"Bizim uluslumun olucumuzla Allah tealanın bize bu âyetle sitem etmesi arasında sadece dört yıl geçmiştir. [24]

Âyet-i kerimede, müminlerin kalblerinin, AUahin anılmasına ve Kur´an-i Kerim´e karşı huşu içimle olması isteniyor, müminlerin, peygamberleriyle arala­rında uzun bir zaman geçtiği için kalbleri katılanın Yahudi ve Hristiyanlar gibi olmamaları emrediliyor.

Katade diyor ki: "Şeddad b. Evs şöyle derdi: "İnsanlardan ilk anılacak şey huşudur.

Abdullah b. Mes´ud eliyor ki: "İsrailoğullan ile peygamberleri Hz.Musa arasında uzun bir zaman geçince onların kalbler katılaştı. Onlar, nefislerinin hoş gördüğü, dillerinin tatlı karşıladığı bir kitap uydurdular. "Biz bunu İsrailo-ğulianna teklif edelim, kim buna iman ederse onu serbest bırakırız. Kim de in­kar ederse onu öldürürüz." dediler ve elediklerini yapmaya başladılar.[25]



17- Bilin kî, ölümünden sonra toprağı dirilten Allahtır. Biz bu âyetleri düşünesiniz diye açıkladık.


Ey insanlar, yeryüzü kuruyup ölü hale geldikten sonra ona hayat verip çe^şitli bitkileri bitiren ancak Allahtır. Biz, sapıklıkta olan ve bu halleriyle ölülere benzeyen insanlara da hidayet nurunu verir ve onları imanla diriltiriz. Biz size, âyet ve delilleri açıkladık ki akıl edesiniz.[26]



18- Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara, Allaha güzel bir ödünç takdiminde bulunanlara, karşılıkları kat kat verilir. Onlar için kıyamet gününde büyük bir mükafaat vardır.


Mallarım Allah yolunda harcayan erkeklere, kadınlara ve Allaha güzel bir ödünç takdiminde bulunanlara, Allah mükafaatlarmı ka kat verecektir. Ayrı­ca onlar için sadaka vermeleri ve Allah rızası için Ödünç vermelerinden dolayı âhirette değerli bir mükafaat vardır ki o da cennettir.[27]



19- Allaha ve peygamberlerine iman edcnlcr,iştc onlar, gerçekten doğru olanlar ve şehitlerdir. Bunların, rablcri katında mükafaatları ve nurları vardır. İnkar edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cc-henıicmüklerdir.


Bu âyet-i kerime, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas, Ebu ed-Duha, Mesnık, Dehhak ve Mukatil bu âyeti, mealde verildiği gibi izah etmişlerdir. Bu izaha göre âyet-i kerimede iki sınıf insandan bahsedilmektedir. Biri. Allaha ve peygamberlerine iman eden Sıddıklar, diğeri ise Allah yolunda öldürülen şehitlerdir. Âyette özellikle şehitlerin mükataatlan zikredilmiştir.

Taberi de bu âyet-i kerimeyi bu şekilde izah etmiştir. Zira, "Allaha ve peygambere iman edenler" denince hatıra gelenler Sıddıklardır. Bunlann şehid olmaları gerekli değildir. Bu itibarla şehitlerin Allah yolunda öldürülmüş ayrı bir sınıf sayılmaları daha uygundur.

Mücahit) ve Bera b. Âzib´den nakledilen diğer bir görüşe göre âyetin iza­hı şöyledir: "Allaha ve peygamberlerine iman edenler, işte onlar, rableri katında doğru olanlar ve sebillerdir. Onlar için mükafaatlan ve nurları vardır." Bu izah tarzına göre, Allalıa ve âhiret gününe iman edenlere "Sıddıklar" dendiği gibi "Şehitler" de denmektedir.

Bir kısım miifessirler ise: "Şehitler" diye tercüme edilen ( kelimesinin, "Allanın huzurunda ümmetlerine karşı şahitlik edecek peygmabe-rer" anlamına geldiğini söylemişlerdir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Alla-ha ve peygamberlerine iman edenler, işte onlar, gerçekten doğru olanlardır. Rableri katında ümmetlerine karşı şahitlik edecek peygamberlere gelince onla­rın mükafaatlan ve nurları vardır."

Ayet-i kerimenin son bölümünde, Allahı ve peygamberini inkar eden ve âyetlerini yalanlayanların cehennemlik oldukları bildirilmektedir.[28]



20- Kilin ki, dünya hayatı sadece bir oyun, bîr eğlence, bir süs, ara­nızda bir övünme vesilesi, mal ve evlatların çoğalmasından ibarettir. Bu, bir yağmura benzer ki, bitirdiği bitki, çiftçilerin hoşuna gider, sonra o bitki kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki, sapsarı kesilmiş. Daha sonra da çer çöp haline gelir. Alıiretlc ise şiddetli bir azap, Allanın bağışlaması ve rı­zası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.


Ey insanlar bilin ki, size verilen dünya hayatı, düzenlediğiniz bir eğlence, yaptığınız bir oyun. kendinizi süslediğiniz bir süs, birbirinize karşı Oğünve mal ve evlatlarınızın çoğalmasından başka bir şey değildir. Dünya hayatı şu yağmu­ra benzer ki, bitirdiği otlar çiftçilerin hoşuna gider. Fakat o otlar aynı hallerini koruyamazlar. Zamanla kururlar. Yeşil iken sapsarı kesilirler. Daha sonra da köklerinden kopup çer çöp haline dönüşürler İşte dünya hayatı da böyledir. însan önce filizlenmiş otlar gibi anasından doğar, gençlik çağına ulaşır. Daha son­ra otların sararıp solduğu gibi ihtiyarlar. Sonunda da ölür ve toprağa dönmeye mahkum olur. Dünyada bu safhaları yaşayan insan âhirette de başıboş bırakıl­maz. Zira orada, inkarcılar için şiddetli bir azap, iman ehli için de Allanın affı ve rızasına erişme vardır. Dünya hayatı ise aldatıcı bir kısım varlıklardan başka bir şey değildir. Halbuki cennetin küçük bir yeri bütün dünyayı değer.

Peygamber efendimiz, dünyanın değeri hakkında şöyle buyuruyor:

"Cennette sizden birinizin kamçısını! kapladığı kadar yer, dünyadan ve onun üzerinde bulunanlardan daha hayırlıdır. [29]



21- Koşun insanlar, rabbinin bağışlamasına, Allaha ve peygamberleri­ne iman edenler için hazırlanmış genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşun. Ihı, Allanın bir lütfııdur. Dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.


Ey insanlar, size rabbinizin affını ve genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cenneti kazandıracak olan ameli işlemeye koşuşun. Bu cennet, Allanın bir-liğiye ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanmıştır. Bu cennet, Allahm bir lütfııdur. Onu, yaratıklarından dilediğine verir. Allah, kullarına karşı büyük lütuf sahibidir. Onlara dünyada bol rızıklar vermiş, verdiği rızıkkıra karşı kendi­sine nasıl şükredeceklerini öğretmiş, âhirette de itaatlarına karşılık onları mükafatlandırılmıştır.[30]



22- Yeryüzüne ve kendinize inen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yapmadan önce Icvh-i mahfuzda yazılmış olmasın. Şüphesiz ki bu, Allah için çok kolaydır.


Ey insanlar, yeryüzüne İnen âfet ve kıtlıklar gibi size erişen açlık, hasta­lık gibi hiçbir musibet yoktur ki biz, yarattığımız şeyleri yaratmadan Önce onlar levh-i mahfuzda tesbit edilmiş olmasın. Şüphesiz ki size ve yeryüzüne gelecek olan musibetleri, yaratıkları var etmeden önce levh-i mahfuzda tesbit etmek Al­lah için pek kolaydır.

Katade diyor ki: "Yeryüzüne inen musibetler, kıtlıklardır. İnsanlara isa­bet eden musibetler ise acılar ve hastalıklardır." Katade sözlerine devamla şöyle diyor: "Bize ulaştığına göre hiçbir kimsenin yüzünü bir çalı yırtmaz, ayağı sürç­mez, damarı seğirmez ki İşlenen bir günah yüzünden meydana gelmiş olmasın. Allah, işlenen günahların birçoğunu da affeder.

Bu âyet-i kerime, kaderi inkar edenlere karşı en büyük delildir.[31]



23- Bıı, gecene üzül memeniz ve Allahın verdiği nimetlere sevinip şı-tnarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sev­in ez.


Mallarınıza ve canlarınıza gelen musibetleri, sizleri yaratmadan önce levh-i mahfuzda tesbit etmemiz, sizin, dünyada iken elde edemediğiniz şeyler­den dolayı üzülmemeniz ve Allahın size dünyada bahşettiği nimetlerden dolayı da şım´annamaniz içindir. Zira herşeyi veren de alan da O´dur. Allah kendisine verilen nimetlerden dolayı kibirlenen ve bu nimetlerle başkalarına karşı övünen­leri sevmez.

Abdullah b. Abbas diyor ki; "Havalında üzülmeyen ve sevinmeyen hiçbir kimse yoktur. Ancak, mümine bela geldiğinde ona sabreder, nimetler veril­diğimle de ona şükrederse bu âyetin emrine uymuş olur.

Bu âyet-i kerime, kaderin insanlar için büyük bir teselli kaynağı olduğu­nu aynı zamanda şımamuısına imkan vermeyen bir engel olduğunu beyan edi­yor. Zira. başına gelen felaketlerin, Allahın takdiri ile olduğuna inanan insan, Allahın takdiri ve lütfuyla ulaştığına inandığı için şımarmaz, başkalarına karşı böbürlenmez.[32]



24- Onlar, cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Kim Allahın emrinden yü/.çcvirirsc, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değil­dir, övülmeye layıktır.


Allahın sevmediği bu kibirli ve övünen insanlar, Allahın kendilerine ver­miş okluğu mallarda cimrilik ederler. Allahın farz kıldığı malî yükümlülüklerini yerine getirmezler. Bu kimseler ayrıca başkalarına da bu şekilde cimri olmaları­nı emrederler. Kim, Allahın emirlerinden yüz çevirir, infak etme buyruğuna uy­mazsa bilsin ki Allahın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Onun harcayacağı mal Alia-hu hiçbir fayda sağlamaz. Yine o kimse İyi bilsin ki Allah, yaratıklarına vermiş olduğu nimetlere karşılık Övülmeye layıktır.[33]



25- Muhakkak ki biz, peygamberlerimizi apaçık mucizelerle gönder­dik. İnsanlar, anılarımla adaleti hakim kılsınlar diye o peygamberlere, ki­tap ve ölçü iırdiııdik. Ayrıca kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için birçok menfaatler bulunan demiri verdik. Hu, görmediği halde Allahm di­nine ve peygamberlerine yardım eden kimseyi, Allanın ortaya çıkarması içindir. Şüphesiz Allah, herşeyden kuvvetlidir ve herşeye galiptir.


Şüphesiz ki biz, peygamberlerimizi apaçık delillerle ve mucizelerle gön­derdik. Biz onlara serî hükümleri ihtiva eden kitaplar ve adaleti sağlayan ölçü gönderdik ki insanlar aralarında adaletli davransınlar. Ayrıca biz, demiri de ver­dik. Demirde büyük bir kuvvet ve insanlar için pek çok menfaatler vardır. Biz bunları, insanların aralarında adaleti sağlamaları, bir de Allahm kendi peygam­berine ve dinine, gözüyle görmediği´halde yardım edenleri oıtaya çıkarması için yaptık.Allah, kendisine düşmanlık yapanlara karşı pek kuvvetli, emrine karşı gelenleri cezalandırmada-herşeye galiptir. Kimse ondan intikam almaya girişe­ni ez.

Allah teala âyet-i kerimede, insanlara peygamberler gönderdiğini, bu peygamberlerle birlikte kitap ve ölçü gönderdiğini, kitap ve ölçüye uymayanlara karşı unlan hizaya getirme aracı olarak da demiri verdiğini beyan etmektedir.

Katade, âyette zikredilen "Ölçü"den maksadın "Adalet" olduğunu söyle­miştir. İbn-i Zeyd İse "Ölçii"den maksadın insanların dünya hayatlarında yaşar­ken çeşitli muamelelerinde kullandıkları ölçü aletleri olduğunu, insanların bu ölçüler vasıtasıyla alıp verdiklerini tesbit ettiklerini söylemiştir. İnsanlar, Alla­hm gönderdiği kitap ile dinlerini öğrenmişler, ölçüler ile de hak ve hukuklarını kavramışlardır.

Âyet-i kerime, insanlara "Demir"in verildiğini beyan etmektedir. Abdul­lah b, Abbas diyor ki: "Hz. Âdem ile birlikte üç şey indirilmiştir. Bunlar, örs, kerpeten birde çekiçtir. Âyet-i kerimede, demirde büyük bir kuvvet bulunduğu zikredilmektedir. İbn-i Zeyd, demirdeki o büyük kuvvetten maksatlın, onun in­sanlara karşı kılıç ve diğer silahlar şeklinde kullanılması olduğunu söylemiştir. Demirin insanlar için faydalı oluşu ise, insanların onu çeşitli şekillerde kullan­malarıdır.

Peygamber efendimiz, demirin, kâfirlere karşı silah olarak nasıl kullandı­ğını beyan ederek buyuruyor ki;

"Ben, kıyamet kopmadan önce, sadece Allaha kulluk edilmesi ve herhan­gi bir şeyin ona ortak koşulmaması için kılıç ile gönderildim. Rızkım, mızrağı­mın gölgesinde kılındı. Zillet ve aşağılık ise emrime karşı gelene verilmiştir. Kim bir kavme benzerse o onlardandır[34]



26- Muhakkak ki biz, Nuh´u ve İbrahim´i peygamber olarak gönder­dik. İler ikisinin de nesline peygamberlik ve kitap verdik. Onların bir kıs­mı doğru yolu bulmuş, çokları da doğru yoldan çıkmıştır.


Ey insanlar, şüphesiz ki biz, Nuh´u ve İbrahim´i, insanlara peygamber ola­rak gönderdik. Onların soyundan gelen insanlara da peygamberlik verdik. Kitap indirdik. Tevrat, İncil, Zebur ve Kur´an bunların sonyundan gelen peygamberle­re verilmiştir. Bu iki peygamberin soyundan gelen bazı insanlar, doğru yolu bulmuş, onların çokları da Allaha itaatten ayrılmış ve t asık kimseler olmuşlar­dır.[35]



27- Sonra onların arkasından peygamberlerimizi ard arda gönder­dik. Nihayet arkalarından da Merycmoğlu İsa´yı gönderdik. Ona İncil´i verdik. O iki uyanların Icılbine şefkat ve merhamet koyduk. Kendileri de bizim Tarz kılmadığımız ruhbanlığı icad ederek onunla Allahın rızasına kavuşmak istediler. Fakat ona da hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerin­den iman edenlere ıniikafaatlarını verdik. Onlardan bir çoğu doğru yoldan çıkmış kimselerdi.


Âyet-i kerimede, Alllah tealamn, insanlığın ikinci atası olan Hz. Nuh ve peygamberler atası olan Hz.İbrahim´den sonra insanara doğru yolu göstermek iyin ard arda peygamberler gönderdiği, bu peygambererden birinin de Merye-moğlu İsa okluğu beyan ediliyor. Allah teala, Hz. İsa´ya İncili verdiğini, ona iman eden müminlerin kalblerine şefkat ve merhameti koyduğunu ve bu mü­minlerin, sırf Allahın rızasını kazanmak için insanlardan uzaklaşmayı gerektiren ruhbanlığı icadettikierini fakat sonunda icadettikleri bu ruhbanlığın icabını ge­reği gibi yapmadıklarını beyan etmektedir. Bu ruhbanlığa riayet etmeyenlerin kimler oldukları hakkında iki görüş zikredilmektedir.

Birinci görüşe göre ruhbanlığa riayet etmeyen bu kimseler, bizzat onu icadeden kimselerdir. Katilde, Abdunahman b. Zeyd, Dehhak ve Ebu Ümame el-Bâhili bu görüştedirler.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ruhbanlığı icadeden ehl-i kitap, ruhbanlık hususunda Al I aha itaat etmemişler ve ruhbanlığı yaşarken AHaha isyan sayılan sözler söylemişlerdir. Zira Allah teala, Muhammed (a.s.)ı peyamberolarak gön­dermeden önce bunlara savaşmalarını farz kılmıştır. Sayıları çok azalmış olan iman ehli. kâfirlerden ayrılıp peygamberler gittikten sonra müşrikler çoğalarak duruma hakim olunca bu müminler, mağaralarda inzivaya çekilmişlerdir. Onlar oralarda yaşarlarken içlerinden bir fırka kâfir olarak Allahın emrini ve dinini bı­rakmış, bidaflara sapmış, Hristiyanlık, Yahudilik gibi bâtıl dinler icadetmişler-dir. Böylece ruhbanlığa hakkıyla riayet etmemişlerdir. Bunlardan diğer bir gu­rup ise kendilerine apaçık deliller gelinceye kadar Hz. İsa´nın gerçek dini üzere devam etmişlerdir. Alllah teala nihayet Hz. Muhammed´i göndermiş, onlar ise bu gerçek din üzere devam ediyorlarmış. Alalı teala, şu âyet-i kerimeyle bunlara hilabetmiştir. "Ey iman eden kitap ehli, Allahtan korkun ve peygmaberine iman edin ki Allah da size. merhametinden iki misli versin."

İkinci görüşe göre ise, ruhbanlığa riayet etmeyenler, bizzat onu icadeden-ier değil onlardan sonra gelen insanlardır. Said b. Çübeyr. Abdullah b. Ab-bas´dan bu hususta şunları rivayet etmektedir. Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Meryemoğlu İsa (a.sv)dan sonra gelen krallar, Tevrat´ı ve İncil´i değiştir­diler. O zamanki insanların içinde. Tevrali okuyan müminlerde bulunuyordu. Bir kısım insanlar bu krallara, müminlerin aleyhine şöyle dediler: "Şuniarın bize sövmelerinden daha şiddetli bir sövme göremiyoruz." Zira onlar, "Allanın indir­diği ile hiikmetmeyenler, iste onlar kâfirlerin ta kedileridir." diye âyet okuyor­lar. İşte bizim için en şiddetli sövme bunlardır. Onlar, okudukları şeylerle bizi, yaptığımız işlerden dolayı ayıplıyorlar. Sen onları çağır bizim okudumuğumuz şekilde okusunlar, bizim iman ettiğimiz gibi iman etsinler," Bunun üzerine kral onların hepsini çağırdı. Onlara ya öldürüleceklerini veya Tevratı ve İncili değiş­tirilmiş şekliyle okumaların ıteklif etti. Onlarda "Bizden ne istiyorsunuz Bıra­kın bizi."dediler. Müminlerden bir kısmı "Bize yüksekte bir kule yapın. Bizi oraya çıkarın sonra bizlere, yiyeceğimizi ve içeceğimizi yukarıya taşıyabileceği­miz bir şey verin. Biz de sizin aranıza gelmeyelim." dediler. Müminlerden diğer bir gurup ise "Bırakın bizi yeryüzünde serbestçe dolaşalım, rastgele gidelim. Sulardan, vahşi hayvanların içtikleri gibi içelim. Şayet bizi topraklarınızda bu­lursanız öldürün." Müminlerden başka bir gurup da şöyle dediler: "Bize çöllerde evler yapın biz oralarda kuyular kazar, hububat ekeriz. Ne size geliriz ne de ya­nınızdan geçeriz." Bunları söyleyen gurupların herbirinde, Tevratı ve İncili de­ğiştiren müşriklerin yakın akrabaları da bulunuyordu (Bu sebeple) müminlerin bu tekli(1 kabul edildi. İstenenler yerine getirildi. İşte bunlar hakkında Allah tea-la "İsa´ya uyanlar, bizim farz kılmadığımız ruhbanlığı yalnız Allanın rızasına erişmek için icadettiler. Fakat ona da hakkıyla riayet etmediler." âyetinde bunla­rı beyan etmektedir.

Diğer insanlar ise şöyle dediler: "Biz de falanın ibadet ettiği gibi ibadet edelim. Biz ele filanın yeryüzünde dolaştığı gibi dolaşalım. Biz de filanların çöl­lerde yaptıkları gibi ev yapalım." Fakat bu sözleri söyleyenler müşrik idiler. Kemlilerine uydukları kimselerin imanlarının ne olduğunu bilmiyorlardı.

Allah teala. Hz. Muhammed (s.a.v.)i gönderdiğinde bunlardan pek az kimse kalmıştı. Bunlardan, Manastırımla bulunan kişi oradan, gezip dolaşmakta olan kişi seyahatından, kilisesinde bulunan kimse oradan çıkıp geldiler. Pey­gambere iman eltiler. Allah teala, bunlar hakkında şöyle buyurdu: "Ey iman eden ehl-i kitap, Allahtan korkun ve peygamberine iman edin ki Allah da size rahmetinden iki misli versin. [36]

Taberi diyor ki: "Ruhbanlığa riayet etmeyenlerin bir kısmı, bizzat onu irıdedcnlerdir. Diğer bir kısmı ise, onu icadedenlere uyanlardır. Buna mukabil, Yuhbmlm icadedenlerden diğer bir kısmı ona hakkıyla riayet etmiştir. Bu ıtıbar-H Allah onlara, Hz. Muhammed´e de iman ettikleri takdirde iki kat mukataat ve­receğini vaadetmiştir. Ancak İslam geldikten sonra artık ruhbanlık bitmiştir. Bu hususta Urve b. Zübeyr diyor ki:

"Bir gün Osman b. Mez´un´un hanımı üstü başı dağınık bir vazıyette Hz. Aişe´nin yanma varmış, Hz. Aişe ona: "Neyin var " diye -sormuş. Osman´ın ha­nımı ona .şu cevabı vermiştir: "Kocam geceleri namazla, gündüzleri de oruçla geçiriyor." Bu sırada Resıılullah içeri girmiş. Hz. Aişe de bu meseleyi ona anlat-mısur. Resulullah, Osman b. Mez´un ile karşılaştığında ona şunu söylemiştir: "Ey Osman, bize ruhbanlık farz kılınmamıştır. Ben sana örnek üegil mıyım. Al­lah´a yemin olsun ki ben sizin, Allahtan en çok korkanınız ve onun koyduğu sı­nırları en çok koruyanınızın!. [37]

Yine bu hususta enes b. Malik, Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Her peygamberin bir ruhbanlığı vardır. Bu ümmetin ruhbanlığı da Aziz ve Celi I olan Allahın yolunda cihaddır. [38]Bir adam, Ebu Said el-Hudri´ye gelmişv e ona:

"Bana bir şeyler tavsiye etmez misin " demiş. Ebu Saidel-Hudri de: "Sen benden, benim daha önce Resulullahtan sorduğum bir şeyi sordun. Ben sana, Allahlan korkmayı tavsiye ederim. Çünkü herşeyin başı O´dur. Cihada devam et. Zira İslamda ruhbanlık yoktur. Allahı zikretmekten ve Kur´an okumaktan ay­rılma. Zira o, gökte senin ruhun ve yeryüzünde senin zikrindir. [39] demiştir.[40]



28- Ey iman eden kitap ehli, AUahtan korkun ve peygamberine iman edin ki Allah da size, rahmetinden iki misli versin. Kendisiyle aydınlık için­de yürüyeceğiniz bir nur bahşetsin ve sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.


Ey Allaha ve peygamberine iman eden ehl-i kitap, Allahın emirlerini tu­tup yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Onun peygamberi Muhammed´e de iman edin ki Allah size, rahmetinden iki kat mükfaat versin. Birisi İsa´ya ve ondun önceki peygamberlere iman etmenizden dolayıdır. Muhammed´e iman et­meniz halinde Allah size iki kat mükfaat vereceği gibi size, yürüdüğünüzde önünüzü aydınlatan bir nur ve bir hidayet de verecektir ve günahlarınızı bağışla­yacaktır. Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir.

*Âyet-i kerimede zikredilen "İman edenlerden maksat, Abdullah b. Ab-bts Dehhak ve Uıbe b. Makime göre ehl-i kitabın iman edenleridir. Bunlar hem kendi kitaplarına hem de Kur´ana iman ettikleri için iki kat mükafaat almayı hak etmişlerdir.

T-ıberi de âyetin bu şekildeki izahını tercih etmiştir. Şu hadis-i şerif de bu izah şeklini desteklemektedir. Ebu Musa el-Eş´ari Resulullahın şöyle buyur­duğunu rivayet etmiştir.

"Üç sınıf insan varılır ki, bunlara iki mükafaat verilecektir. Bunlardan bi­risi şu kişidir. Bir cariyesi vardır. Onu eğitir, eğitimini güzel yapar. Onu terbiye eder. terbiyesini de güzel yapar. Sonra onu azadeder ve onunla evlenir. İşte bu­nun için iki mükafaatı vardır. Bunlardan bir diğeri de ehl-i kitabın iman edeni­dir. Bu kişi daha önce mümin iken sonra da peygamber Hz. Muhammed´e (s.a.v.)e iman eder. İşte bunun için de iki mükafaat vardır. Bunlardan bir başkası da. hem Allahın hakkını yerine getiren hem de efendisi için samimi olan köle­dir. İşte bunun için de iki mükafaat vardır. [41]

Said b. Cübeyr bu âyetin, Muhammed ümmeti hakkında indiğini söyle­miş, bunun sebebinin de, kendilerine iki kat mükafaat verileceği vaadedilen ehl-´ kitabın, Muhammed ümmetine karşı iftihar etmeleri olduğunu sylemiştir. Said b. Cübeyr, bu hususta Özetle şunları anlatmaktadır. "Resulullah, Cafer b. Ebi Talib´i, yetmiş iki kişi ile birlikte Habeşistan´a gönderip Necaşi´yi imana davet edince Necaşi bu daveti kabul edip iman etmiştir. Cafer b. Ebi Talib Habe­şistan´dan ayrılınca, orada iman etmiş olan kırk kişi Necaşi´ye gelip "Bize izin ver de bunlarla beraber gidip o peygamberi görelim. Bunlara denizde de yar­dımcı oluruz. Zira bizler, denizciliği onlardan daha iyi biliyoruz." demişlerdir. İzin alınca Cafer b. Ebu Talib ile birlikte Medine´ye gelmişler, o sırada Resulul-İah´ın, Uhut savaşı için hazırlık yaptığını görmüşlerdir. Bunlar, müslümanların ihtiyaç ve sıkıntı içinde okluklarını görünce Resulullaha: "Ey Allahın Resulü, biz mali imkanları olan kimseleriz. Müslümanların nasıl bir sıkıntı içinde olduk­larını gördük.Bize izin verir misin Gidip mallarımızı getirerek müslümun kar­deşlerimize yardımcı olalım." demişler Resulullah da onlara izin vermiştir. On­lar da gidip mallarını getirerek yardımcı olmuşlardır. Bunun üzerine Allah teala, onların hakkında "Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, buna da iman ederler." "Kendilerine Kur´an okunduğu zaman: "Biz ona iman ettik. Şüphesiz o, rabbimizclon indirilmiş bir haktır. Doğrusu biz, ondan önce de müslümamlık." derler. "İşte onlara, sabırlarından dolayı nuikafaatlan iki kat verilir. Onlar, kötü­lüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz nzıklardan Allah yolunda infak ederler. [42]

Âyelleıini indirmiştir. İman etmeyen ehl-i kitap, âyetin "İşte onlara sabır­larından dolayı mükafaatları iki kat verilir." ifadesini işitince müslümanlara kar­şı böbürlenmişler ve şöyle demişlerdir: "Ey miLslümanlar topluluğu, bizden, hem bizim hem de sizin kitabınıza iman edene İki kat mükafaat veriliyor. Sizin kitabınıza iman etmeyene ise, sizin mükafaatmiz kadar mükafaat veriliyor. O halde sizin bizden ne üstünlüğünüz var " İşte bunun üzerine Allah teala, Mu-hamıned ümmeti hakkında bu âyeti indirdi ve buyurdu ki: "Ey iman edenler, Allaluan korkun ve peygamberine iman edin ki Allah da size rahmetinden iki misli versin. Allah teala bu âyetle Muhammet! ümmetine de, iman eden ehl-i ki­taba verdiği gibi iki kat ücret verdiğini, ayrıca onlara fazladan bir nur ve af da verdiğini beyan etmiştir. Sonra da "Kitap ehli bilsin ki Allahın lütfundan bir şe­ye kadir olamazlar." buyurmuştur.

Abdullah b. Ömer ve Ebu Musa el-Eş´ari´nin rivayet ettikleri şu iki hadis-i şerif tlc bu görüşü desteklemektedir.

Ebu Musa el-Eş´ari, Restılullahın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Müslümanlarla Yahudi ve Hristiyunlann durumu (bir günde üç gurup in­san çalıştıran) şu adamın durumuna benzer. Bu adam, bir gün akşama kadar kentlisine, belli bir işi yapmaları için belli bir ücret karşılığında bir toplulukla anlaşmışın1. Bunlar, o adam için günün yarısına kadar çalışınca "Senin bize tak­dir eniğin ücrete ihtiyacımız yok. Çalıştıklarımıza da bir şey istemiyoruz." de­mişlerdir. Adanı onlara "Bunu yapmayın, işinizi tamamlayın ve ücretinizi tam olarak alın." demiştir. Fakat onlar diretmiş ve işi bırakmış gitmişlerdir. Bunun üzerine adam başka bir grupla anlaşmşı ve onlara "Günün geriye kalan bölümü­nü tamamlayın, sizden önceki gruba takdir ettiğim ücreti siz alın." demiştir. On­lar, teklifi kabul edip çalışmaya başlamışlar. Fakat ikindi namazı vakti olunca "Yaptığımız iş sana olsun. Bize takdir ettiğin ücret de senin olsun." demişlerdir. Adam onlara da "İşinizini geriye kalanını bitirin. Gündüzden az bir zaman kal­dı." demiş fakat onlar çalışmamakta diretmişlerdir. Bunun üzerine adam, günün geriye akalan kısmında çalışmak üzere başka bir toplulukla anlaşmış, onlar, gü­nün geriye kalan kısmında güneş batmcaya kadar çalışmışlar ve iki grubun da ücretini tam olarak almışlardır. İşte bu, onların durumuyla bu nuru (Muham-med´in nurunu) kabul edenlerin misalidir. [43]

Abdullah b. Ömer de bu hususta Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Sizin, geçmiş ümmetlere göre devamınım, ikindi namazıyla güneşin bat­ım vakti arasındaki zaman kadardır. Tevrat ehline Tevrat verildi. Onlar onunla günün yansına kadar amel ettiler. Ondan sonra, acze düştüler. Bu sebeple onla­rın her birine birer kırat (birer ölçü) mükafaat verildi. Onlardan sonra İncil ehli­ne İncil verildi. Onlar da onunla ikindi vaktine kadar amel ettiler. Sonra onlar da acze düştüler. Bu yüzden onlara ti a birer kırat (birer ölçü) mükafaat verildi. Bi­ze de Kur´an verildi. Biz onunla güneşin batmasına kadar amel ettik. Bize de ikişer kırat (İkişer ölçü) mükafaat verildi. Bunun üzerine, önce geçen iki ehi-i kitap "Ey rabbimiz.sen şunlara ikişer kırat bize ise birer kırat verdin. Halbuki biz onlarda daha çok amel işlemiştik." dediler. Bunun üzerine Allah, "Ben sizin ücretinizden bir şey eksilttim mi " dedi. Onlar da "Hayır." dediler. Allah teala "Bu benim lütfumdur. Onu dilediğime veririm." buyurdu. [44]

Ayet-i kerimede zikredilen "Nur" kelimesinden maksat, Abdullah b. Ab-bas´a göre Kur´an-ı Kerimdir ve Resulullaha tabi olmaktır. Mücahid´e göre ise hidayettir. Taberi de üyelin her iki görüşü de kapsadığım söylemiştir. Zira, Kur´ana iman edip Resululahı tasdik eden kimse hem nurla aydınlanmış olur

hem de hidayete kavuşmuş olur.[45]



29- HüyJccc kitap ehli bilsin ki, Allahın lütfundan bir şeye kadir ola­mazlar. Lütuf, şüphesi/. Allahın kudret elindedir. Onu dilediğine verir. Al­lah büyük lütuf sahibidir.


Âyet-i kerimede, kitap ehlinin, Allahın lütfundan herhangi bir şeye sa­hip olmadıkları beyan edilmektedir.

Katude bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Bundan önceki âyet-i keri­me nazil olup, Muhammed ümmetine iki kat mükafaat verileceği beyan edilince kitap ehli, müslümanlan kıskanmışlar ve kendilerinin bütün yaratıklardan üstün olduklarını zannetmeye başlamışlardır. Bunun üzerine Allah teala bu âyet-i ke­rimeyi indirmiş ve lütfuna kimsenin sahip olmadığını, onu kullarından dilediği­ne vereceğini beyan etmiştir.

Ayet-i kerimenin başında ifadesi bulunmakta cümlenin içinde de harfi yer almaktadır. Bu harf, başında veya sonunda açık olmayan bir olumsuzluk bulunan cümlelerde, pekiştirme edatı vazifesi gö­rür ve kentli olumsuzluğunun manası yok sayılır. Bu âyet-i kerime nın olumsuzluğuna itibar edilmeksizin izah edilmektedir. Kur´an-ı Kerim´tle bunun birçok benzeri vardır. Sana emreuiğimde seni secde etmekten alıkoyan neydi [46] âyetindeki harfi bu türdendir. Yine Mucizeler onlara geldiğinde iman edeceklerini´nereden biliyorsunuz " [47] yetindeki harfi de böyledir. Yine Helak ettiğimiz bir ülke halkının dünya´ya dönmesi imkansızdır." [48] âyeindeki da bu cinstendir.[49]





--------------------------------------------------------------------------------


[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/163.

[2] Müsubbilıal, Allaht leshih ve tenzih ederek başlayan surelerdir. Bunlar, îsra, İladid, Haşr, Saf, Cıimu.Tcğabün ve A´lfı sureluridir.

[3] Hu üyelin, I ladicİ suresinin üçüncü âyeti okluğu bazı mülessirlcr tarafından boyan edilmiştir.

[4] Ebu DaviKİ, K.cHûleb, balr 98, Hadis no: SU57 /Timii K.Fadail e!-Kur´an, bah: 21, Hadis no: 292!

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/163-164.

[5] İsra Suresi, 14/44

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/165.

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/165-166.

[7] Bkz. Ruhini, K.Tclsir ül-Kıır´:ın, Sure: 57

[8] Ebu Davud, K el-Edeb, bab: 98, Hadis no: 505/ Müslim, K. ed-Dua, bab: 61, Hadis no: 2713 / Tirmizi, K. ed-Da vat bab: 19, Hadis no: 3400

[9] Tirmizi, K. Tefsiri el-Kur an, Sure: 57, bab: 1, Hadis no: 3298

[10] Yunus Suresi, 10/61

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/166-169.

[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/169.

[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/170.

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/170.

[14] Müslim, K.ez-Ztilul, hah: 3. Hadis mı: 2958/Tirmizî, K.TcisircI-Kur´an, Sure: 102, bnh: I

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/170-171.

[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/171-172.

[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/172.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/173-174.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/174.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/174-175.

[20] A1 rai´ Suresi, 7/46

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/175-176.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/176.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/177.

[24] Müslim, Kel-Telsir, hah: 24, Hadis mı: 3027

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/177-178.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/178.

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/179.

[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/179-180.

[29] Buhari, K. el-Cihad, bab: 73

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/180-181.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/181.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/182.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/182-183.

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/183.

[34] Alıma! İl Hiınbcl, MllsııcO, C.2, S.50/ Rulıari, Kci-CiIkki, bab: 88

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/184-185.

[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/185.

[36] Nesei, K. el-Kudat, bab: 12

[37] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 6, S. 226

[38] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3,S 226

[39] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 35 S. 82

[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/186-190.

[41] Buhtıri, K.ı.>l-C´itıii(l, balı: 145 / Müslim, K.el-lıtıan. bak 241, Hadis no: 154

[42] Kasas Suresi, 28/52-54

[43] Buhari, K. el-İcare, bab: 11

[44] Buhari, K. Mevakıl es-Salah, bab: 17

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/190-194.

[46] A´nıf Suresi, 7/12

[47] En am Suresi, 6/109

[48] Enbiya Suresi, 21/05

[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/195.

Yorum Gönder

0 Yorumlar