Kur’an’dan Önceki Kitaplarda Hz. Peygamber’in ve Ashab’ın Zikredilmesi


 

Kur’an’dan Önceki Kitaplarda Hz. Peygamber’in ve Ashab’ın Zikredilmesi

      
- Abdullah b. Amr b. As’la biraraya geldiğimizde, ona
‘Bana Allah Rasûlü’nün Tevrat’ta geçen sıfatlarından haber ver’ dedim. O da:
‘Peki vereyim’ dedi ve sözlerine şöyle devam etti: ‘Allah’a yemin ederim ki Hz. Peygamber Tevrat’ta Kur’an’daki sıfatlarıyla vasıflandırılmıştır:
“Ey Peygamber! Kesinlikle seni şahid, müjdeci, uyarıcı ve ümmîler için sığınak olarak gönderdik. Sen benim kulum ve rasûlümsün. Sana ‘mütevekkil’ ismini verdim. Sen katı ve kaba bir kimse değilsin. Çarşılarda gezip tozan bir kimse de değilsin. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, fakat affeder, bağışlarsın”. Allah Teâlâ yoldan çıkmış olan millet Lâilâheillallah deyip düzelinceye kadar onun ruhunu kabz etmeyecektir. Onunla kör gözler, sağır kulaklar, perdeli kalbler açılır”[1]

Vehb b. Münebbih şöyle dedi: Allah Teâlâ Zebur’da Davud kuluna şöyle vahy etti: “Ey Davud! Senden sonra ismi Ahmed ve Muhammed olan bir peygamber gelecektir. O sâdık ve seyyid bir kimsedir. Hiçbir surette ona gazab etmem, o da hiçbir surette beni öfkelendirmez. O bana isyan etmezden önce onun geçmiş ve gelecek günahını affetmişimdir. Onun ümmeti merhamete mazhar olmuş bir ümmettir. Peygamberlere verdiğimin bir benzerini nafilelerden onlara verdim. Nebîlere ve rasûllere farz kıldığım farzları, onlara farz kıldım ki onlar kıyamet gününde bana, nurları peygamberlerin nurları gibi gelsinler... Ey Davud! Ben Muhammed’i ve ümmetini bütün milletlerden üstün kıldım”[2]

- Abdullah b. Amr, Kâb’a “Bana Hz. Muhammed’in ve ümmetinin özelliklerinden haber ver” deyince, Kâb “Onları Allah’ın Kitabı’nda (Tevrat’ta) tavsif edilmiş olarak şöyle buluyorum: Ahmed ve ümmeti çokça hamdeden kimselerdir. Onlar her hayrın ve her şerrin karşılığında Allah’a hamdederler. Her yükseklikte Allah’ı tekbir ederler Her konakta Allah’ı tesbih ederler. Onların gök kubbesindeki seslenişleri onlar için bir uğultu, namazlarındaki sesleri bal arısının taş üzerindeki sesi gibidir. Meleklerin saf tuttukları gibi onlar da namazda saf tutarlar. Namazlardaki saflar gibi savaşta saf tutarlar. Allah yolunda savaşa çıktıklarında melekler önlerinden ve arkalarından giderler. Ellerinde keskin mızraklar vardır. Allah yolunda bir safta hazır bulunduklarında Allah onlara neşr kuşlarının yuvalarına gölge yaptığı gibi gölge yapar. (Kâb bunu söylerken eliyle işaret etti). Onlar hiçbir zaman kaçarak savaşa sırt çevirmezler”[3]

- “Onun ümmeti hamdeden kimselerdir. Her hâl üzere Allah’a hamdederler. Her yükseklikte Allah’ı yüceltirler, tekbir getirirler. Güneşi gözetirler. Beş namazı vaktinde eda ederler. Mezbelelikler üzerinde bulunsalar da üzerlerine izar giyerler. Açıkta kalan âzalarını abdest alarak yıkarlar”[4]

 


[1] Ahmed (Ata b. Yesar’dan); Buhari, (Abdullah’tan); Beyhaki, (İbn Selam’dan); İbn İshak, ‘Ka’b’ul-Ahbar’dan); Beyhaki;  (Hz. Aişe’den muhtasar olarak)
[2] Bidaye, 2/326.
[3] Ebu Nuaym, Hilye, (Said b. Ebi Hilal’den), 5/386
[4] Ebu Nuaym, (Kab’dan başka bir senedde ve daha uzun olarak)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/25-26.

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun





Hepimizin Cumhuriyet bayramı Kutlu olsun. 

Allah bu vatanı ve tüm memleketleri 

birbirine tecavüz edip 

zarar verenlerden değilde hayırlı olanlardan eylesin.

Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’in Ashâbı Hakkındaki Âyetleri

      
Tevbe: 9/117-118, Fetih: 48/18-19, Tevbe: 9/100, Haşr: 59/8-9, Zumer: 39/23, Secde: 32/15, 17, Şura: 42/26, 29, Ahzab: 33/23-24, Zumer: 39/9.
(Ey müslümanlar) Muhammed erkeklerinizden hiçbirinizin babası değildir. (Dolayısıyla peygamberliğinden önce evlâd edindiği Zeyd’in de öz babası değildir ki, onun boşadığı kadın peygambere haram olsun). O, Allah’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir. (Ahzâb: 33/40)
Ey peygamber! Şüphesiz ki Biz seni şahid, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (Ahzâb: 33/46)
(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Biz seni (Kıyamette ümmetin üzerine bir) şahid, (inananları cennetle) müjdeleyici ve (inanmayanları da cehennemle) korkutucu olarak gönderdik. (Fetih: 48/8)
Ki (siz mü’minler) Allah’a ve O’nun peygamberine inanasınız. O’n(un dâvâsın)a yardım edesiniz. O’nu yüceltesiniz. Sabah ve akşam O’nu tesbih edesiniz! (Fetih: 48/9)
(Ey Muhammed!) Doğrusu, Biz seni hak ile müjdeleyici ve uyarıcıolarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu tutulmazsın! (Bakara: 2/119) 
(Ey Rasûlüm!) Biz seni (rahmet ile) müjdeleyici ve (azab ile) uyarıcı olarak hak (Kur’ân) ile gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki içinden bir uyarıcı (peygamber) geçmiş olmasın. (Fâtır: 48/24)
(Ey Rasûlüm!) Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve (azabımızdan da) uyarıcı (bir peygamber) olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. (Sebe’: 34/28)
(Ey Rasûlüm!) Biz seni ancak müjdeleyici olarak ve korkutucu olarak gönderdik. ((Furkan: 25/5)
(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya: 21/10)
O (Allah), Rasûlünü hidayet ve hak dinle gönderendir ki müşrikler istemese dahi onu(n dinini) bütün dinlerin üstüne çıkarsın. (Sâf: 61/9)
(Zikret) o günü ki her ümmetin içinde kendilerinin üzerine kendilerinden bir şahit göndereceğiz. Seni de (ey Muhammed) onların üzerine şahit getiririz. Biz Kitab’ı sana her şey için bir açıklama, bir hidayet, rahmet kaynağı ve müslümanlar için de bir müjdeci olarak indirdik. (Nahl: 16/89)
İnsanlardan birtakım beyinsizler; “Acaba onları üzerinde bulundukları kıblelerinden döndüren nedir?” diyecekler. (Ey Muhammed!) de ki: “Doğu ve Batı Allah’ındır. Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara: 2/142)
Allah onlara şiddetli bir azab hazırlamıştır. O halde ey iman eden akıl sahipleri! Allah’tan korkun. İşte Allah size bir zikir (Kur’an) gönderdi. (Talâk: 65/10)
(Ve) Allah’ın (emir ve yasaklarını) açıklayan âyetlerini sizlere okuyan bir (de) elçi (gönderdi) ki iman edip salih ameller işleyenleri (küfrün) karanlıklar(ın)dan çıkarsın (diye). Kim Allah’a iman edip salih amel işlerse Allah onu (ahirette) içlerinde ebedî kalmak üzere cennetlere koyacaktır. Allah ona gerçekten güzel bir rızık vermiştir! (Talâk: 65/11)
Andolsun ki Allah mü’minlere, kendilerine (Allah’ın) âyetlerini okuyan, onları (tebliğatıyla küfürden) arıtan, Kitab ve Hikmet’i öğreten, kendi içlerinden bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. Oysa onlar daha önceleri apaçık bir sapıklığın içindeydiler. (Âl-i İmran: 3/164)
Nitekim (nimetim olarak) aranızdan size bir peygamber olarak (Hz. Muhammed’i) gönderdik ki size âyetlerimizi (Kur’an’ı) okusun, sizi (şirkten) temizlesin ve size Kitab ve Hikmet’i öğretsin. Sizlere bilmediklerinizi de öğretsin. (Bakara: 2/151)
(İbadet ederek) Beni anın ki ben de sizi (sevap vererek) anayım! Bana şükredin, nankörlük etmeyin! (Bakara: 2/152)
Andolsun gerçekten size kendinizden olan bir peygamber geldi. Sıkıntıya düşmeniz O’na ağır gelir. Size pek düşkün, mü’minlere pek merhametli, şefkatlidir. (Tevbe: 9/128)
Allah’tan (gelen) bir rahmetten ötürü (Ey Muhammed!) sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, kesinlikle etrafından dağılırlardı. Onları affet, onlar için mağfiret dile, iş hususunda onlarla istişare et! (İstişareden sonra) Karar verdiğinde de Allah’a güven! Muhakkak ki Allah, kendisine güvenenleri sever. (Âl-i İmran: 159)
Siz ona yardım etmeseniz de Allah ona (Muhammed’e) muhakkak yardım eder. Hani sadece ikiden biri olarak kâfirler onu çıkardığında, ikisi (Sevr dağındaki) mağarada iken (“Müşrikler ayaklarının dibine baksalar bizi görecekler” diye endişelenen) arkadaşına şöyle diyordu: “Sakın hüzne kapılma! Elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah da ona sakînesini indirmiş, onu sizin görmediğiniz (melekten) ordularla desteklemişti. Küfre sapanların da kelimesini (şirk dâvâlarını) alçaltmıştı. Allah’ın kelimesi (şehadet kelimesi) ise en yüce olandır. Allah üstündür, hikmet sahibidir. (Tevbe: 9/40)
Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber bulunanlar da kâfirlere karşı şiddetli (çetin) ve kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû ve secde edenler olarak görürsün. Onlar Allah’tan bir lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. İşte onların Tevrat’taki vasıflan (budur). İncil’deki vasıflarına gelince; (onlar) bir ekin gibidirler ki filizini çıkardı. Derken onu güçlendirdi, kalınlaştı ve gövdesinin üstüne dikildi. (Ekinin böyle gelişmesi) ekicilerin hoşuna gider. (Allah) Onlarla (müslümanları çoğaltıp gürleştirmekle) kâfirleri de öfkelendirir. Allah onlardan iman edip, salih ameller işleyenlere (Ahiret’te) mağfiret ve büyük mükâfat va’detmiştir. (Fetih: 48/29)
Onlar yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de yazılmış buldukları o Rasûle, Ümmi Peygamber’e (Muhammed’e) tâbi olurlar. O (Peygamber) onlara marufu (iyiliği) emreder, onları münkerden (kötülükten) nehyeder. Onlara tayyibâtı (temiz şeyleri) helâl, habâisi (kan, dumuz eti, rüşvet ve faiz gibi pis şeyleri) de haram kılar. Üzerlerindeki ağırlıkları (olan bazı sorumlulukları) ve sırtlarında bulunan zincirleri (geçmişteki şeriatların ağır hükümlerini) kaldırır. Ona iman eden, saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber inen o nura (Kur’an’a) tâbi olanlar var ya! İşte onlar felaha erenlerdir. (A’raf: 7/157)
Andolsun ki Allah (savaşa katılmamak için izin isteyenlere müsaade ettiğinden dolayı) Peygamber’e ve içlerinden neredeyse kalbi kaymak üzere iken güçlük saatinde Peygamber’e tâbi olan Muhacirler ve Ensar’a da tevbe nasib etti. Ve sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir. (Tevbe: 9/117)
Ve (savaştan) geri bırakılan o üç kişi(nin de tevbelerini kabul etti). Yeryüzü tüm genişliğine rağmen onlara dar gelmişti. Nefisleri de kendilerine dar gelmişti. Allah’tan yine Allah’a sığınmaktan başka çıkar yol olmadığını anlamışlardı. Allah, tevbelerini kabul için onları tevbe etmeye muvaffak kıldı. Muhakkak ki Allah tevbeleri çokça kabul eden ve çokça esirgeyendir. (Tevbe: 9/118)
(Ey Rasûlüm!) Andolsun ki Allah o ağacın altında (Hudeybiye’de ölünceye kadar Kureyşlilerle savaşacakları hususunda) sana biat ettikleri zaman mü’minlerden razı olmuştur. Allah onların kalplerindeki (sadakatleri)ni bildi ve onlara sekine (huzur) indirdi. Ve onları yakın bir fetihle (Hayber’in fethiyle) mükâfatlandırdı. (Fetih: 48/18).
Yine onlara alacakları birçok ganimetler bağışladı. Allah üstündür, hikmet sahibidir. (Fetih: 48/19)
Muhacirlerden ve Ensar’dan daha önce geçenlerle, (Bedir’de şehid olan ya da vefat edenlerle), onlara güzelce uyanlardan Allah razı oldu. Onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük zafer budur. (Tevbe: 9/100)
Ve (bu ganimet malları) fakir muhacirlere aittir. O muhacirler ki Allah’tan bir fazl ve bir hoşnudluk aramaktadırlar; Allah ve peygamberine (mal ve canlanyla) yardım etmekte iken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. İşte onlar sadıkların tâ kendileridir. (Haşr: 59/8)
Muhacirlerden önce (Medine’yi) yurt edinenler ve imana sarılan kimseler (ensar) kendilerine hicret edenleri severler. Onlara verilen şeylerden ötürü gönüllerinde bir istek duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları kendilerinden üstün tutarlar. Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte kurtulanlar onlardır: (Haşr: 59/9)
Allah kelâmının en güzelini (âyetlerinin biri diğerine) benzer ve tekrarlanmış bir kitap halinde indirdi. Rablerinden korkanların ondan (bu Kitap’tan azap âyetleri okunduğu zaman) derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine (yönelerek) yumuşar. İşte bu Allah’ın hidayetidir. Onunla dilediğini hidayete eriştirir. Allah kimi saptırırsa artık ona hidayet edecek yoktur. (Zümer: 39/23)
Bizim âyetlerimize ancak, âyetlerimiz hatırlatıldığı zaman büyüklük taslamadan secde etmek üzere yere kapananlar ve hamd ile Rablerini tesbih edenler iman ederler. (Secde: 32/15)
Hiçbir kimse, işlediklerinin karşılığı olarak kendileri için gözler aydınlığı olacak (nimetlerden) nelerin saklandığını bilmez. (Secde: 32/17)
O (Allah) iman edip, salih amel işleyenler(in duasını) kabul eder. Lütfundan da onlara daha fazlâsını verir. Kâfirlere gelince; onlar için şiddetli bir azap vardır. (Şûrâ: 42/26)
Göklerin, yerin ve bunların içinde (yaratıp) yaydığı canlıların yaratılışı da O’nun (kudretinin) âyetlerindendir. O dilediği zaman onları (tekrar) toplamaya kadirdir. (Şûrâ: 42/29)
(O) mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözünde sadakat gösteren nice erkekler vardır. İşte onlardan bazıları (Allah yolunda şehid olarak) adadığını yerine getirdi. Bazıları da (şehid olmayı) bekliyor. Onlar (sözlerini) hiç mi hiç değiştirmediler. (Ahzâb: 33/23)
Ki Allah doğruluk gösterenleri sadakatlarından ötürü mükâfatlandırsın. Münafıklara gelince; (Allah dilerse) onlara azab eder, dilerse tevbelerini kabul eder. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir. (Ahzâb: 33/23)
Yoksa o (inkâr eden kimse), Ahiret’ten çekinip, Rabbinin rahmetini umarak gece saatlerinde secdeye kapanan, kıyamda iken (gecenin saatlerini) ibadetle geçiren kimse (gibi) midir? (Ey Rasûlüm!) De ki: “(Allah’ı veya ilâhî gerçekleri) Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt ve ibret alırlar. (Zümer: 39/9) [1]

 


[1] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/19-24.

Hz. Peygamber’e İtaat, O’na ve Halifelerine Tâbi Olmak Hakkındaki Hadisler

      
“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur. Benim tayin ettiğim kimseye itaat eden, bana itaat etmiş olur, ona karşı gelen de bana karşı gelmiş olur”[1]

“Ümmetimin tamamı -yüz çevirenler müstesna- cennete girecektir. Bana itaat eden cennete girmiş, bana karşı gelen ise cennete girmekten yüz çevirmiş demektir”[2]

- Hz. Peygamber uykuda iken bir grup melek gelir ve birbirlerine, ‘Dostunuzun (Rasûlullah’ın) durumunu anlatan bir misâl vardır’ derler. İçlerinden bir kısmı ‘O halde bu misâli kendisine anlatın’ der. Bir kısmı da onun uyuduğunu söyleyince, diğerleri ‘Gözü uyuyorsa da kalbi uyanıktır’ derler. Bunun üzerine şöyle anlatırlar: ‘Onun durumu tıpkı şöyledir: Bir adam bir ev yapar, evde bir sofra kurar, sonra da insanları davet etmesi için bir haberci görevlendirir. Haberciye kulak verenler eve girip o sofradan yerler, haberciye kulak vermeyenler ise pek tabii ki ne eve girerler, ne de sofradan yerler’. Meleklerin bir kısmı ‘Bu misâli ona anlatın’ deyince, diğerleri uykuda olduğunu söylerler. Bunun üzerine bazıları ‘Gözü uyuyorsa da, kalbi uyanıktır’ diye cevap verirler. Sonra hepsi birden şöyle der: “Ev cennettir, haberci Muhammed’dir. Kim Muhammed’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur, kim de ona karşı gelirse Allah’a isyan etmiş olur. Muhammed iyi ve kötü insanların birbirlerinden tefrik edilmelerine bir vasıtadır!”[3]

- Beni ve benimle birlikte Allah Teâlâ’nın gönderdiği dinin misâli aynen şu misâl gibidir: “Adamın biri gelir ve kavmine ‘Ben (buraya gelen) bir ordu gördüm. Ben sizi sadece uyarıyorum, kendinizi kurtarmaya bakın, kendinizi kurtarmaya bakın’ der. Kavminden bir kısmı ona itaat eder ve gecenin erken saatlerinde kaçıp kurtulurlar. Kavminin bir kısmı da onu yalanlar ve bulundukları yerde sabahlarlar. Ordu sabahın karanlığında onlara hücum ederek, onları yok eder. İşte bana itaat edip, getirdiğim dine tâbi olanlar ile bana isyan edip, getirdiğim hakkı yalanlayanların misâli aynen böyledir.”[4]

- “İsrailoğulları’nın başına gelenin aynısı ümmetimin başına da gelecektir. Öyle ki, şayet onların içinden alenen annesiyle zina eden olmuşsa, ümmetimden de bunu yapan olacaktır. İsrailoğulları 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Bütün bu fırkalar biri müstesna, cehenneme girecektir.
Sahabe bu istisna edilen fırkanın hangisi olduğunu sorunca Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz yolun üzerinde olanlar”[5]

- Birgün Hz. Peygamber namazı kıldırdıktan sonra mübarek yüzüyle bize yöneldi ve gözleri yaşartan, kalpleri ürperten çok tesirli bir konuşma yaptı. Oradakilerden biri: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu konuşma, veda eden bir kimsenin konuşmasına benziyor. Bize ne tavsiyede bulunursunuz?” deyince Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Sizlere Allah’tan sakınmayı, başınıza Habeşli bir köle dahi geçse, onun sözünü dinlemeyi, ona itaati tavsiye ederim; zira ben gittikten sonra içinizden yaşayanlar birçok ihtilafa şahit olacaklardır. O zaman geldiğinde benim sünnetime ve doğru yola ileten reşid halifelerimin sünnetine yapışın, o yola sımsıkı sarılın, âdeta dişlerinizle yapışarak onu kaçırmamaya çalışın. Bid’atlerden kaçının. Çünkü ortaya çıkan her yeni şey bid’attir ve her bid’at de delâlettir”[6]

- Rabbime benden sonra ashabımın ihtilafını sordum. Bana şöyle vahyetti: ‘Ey Muhammed! Senin ashabın benim katımda göklerdeki yıldızlar mesabesindedir. Bir kısmı diğerinden daha kuvvetli ise de, her birinin nuru vardır. İhtilaf ettikleri hususlarda onların üzerinde bulundukları görüşlerden birine uyan kişi benim katımda hidayet üzerindedir’. Allah’ın Rasûlü şöyle devam etti: Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz”[7]

- Aranızda daha ne kadar yaşayacağımı bilmiyorum. Benden sonra şu iki kişiye (Ebu Bekir ve Ömer’e) tâbi olun, Ammar’ın gittiği yola gidin, İbn Mes’ud’un size söylediklerini tasdikleyin.[8]

- Benden sonra ölmüş (yok olmuş) bir sünnetimi ihya eden kimseye, o sünnetle amel edenlerin sevabı kadar sevab vardır ve bu sevab o sünnetle amel edenlerin ecrinden kesilerek verilmez. Verilen ecir onların ecrinden bir şey eksiltmez. Çünkü Allah ve Rasûlü’nün razı olmadığı sapık bir bid’ati icad edenin boynuna, o bid’at ile amel edenlerin günahları kadar günah yüklenir ve ona yüklenen günah da amel edenlerin günahından bir şey eksiltmez”[9]

- Yılan, deliğine döndüğü gibi, din Hicaz’a dönecekir. Dağ keçisi dağın başındaki sığınağına indiği gibi, din de Hicaz’daki sığınağına dönecektir.
Din garib olarak başlamıştır ve başladığı gibi ileride de garib olacaktır. Cennet garibler için olsun! Onlar benden sonra benim sünnetimden halkın ifsad ettiklerini ıslah edenlerdir.[10]

- Allah’ın Rasûlü bana (Enes b. Mâlik’e): “Ey oğul! Hiç kimse için kalbinde bir hile olmadığı halde sabahlamaya, akşamlamaya gücün yetiyorsa bunu yap” dedjkten sonra sözlerine şöyle devam etti: “Ey oğul! İşte bu benim sünnetimdendir. Kim sünnetimi severse beni sever, beni seven ise cennette benimle beraber olur”[11]

- Kim ümmetimin fesadı anında sünnetime yapışırsa onun için yüz şehidin ecri vardır.[12]

- Ümmetimin fesada gittiği zamanda sünnetime yapışan kimse için bir şehid ecri vardır.[13]

- Ümmetimin ihtilafı zamanında sünnetime yapışan kimse ateş korunu eline alan (sıkıntıya giren) kimse gibidir.[14]

- Kim sünnetimden yüz çevirir ve uzaklaşırsa o benden değildir.[15]

- Kim sünnetime yapışırsa cennete girer.[16]

- Kim sünnetimi ihya ederse beni sevmiştir. Kim beni severse benimle beraber cennette olur.[17]

 
[1] Buhari, (Ebu Hureyre’den)
[2] Buhari, (Ebu Hureyre’den –merfu olarak-); Cami, 2/233
[3] Buhari, (Cabir’den); Darimi (Rabiat’ul-Cereşi’den); Mişkat, s. 21
[4] Buhari ve Müslim, (Ebu Musa’dan)
[5] Tirmizi, (Abdullah bin Amr’dan)
[6] Tirmizi, Ebu Davud –metin ona aittir- (İrbad b. Sariye’den)
[7] Rezin, (Hz. Ömer’den merfu olarak); Cem’ul-Fevaid, 2/201
[8] Tirmizi, (Huzeyfe’den merfu olarak)
[9] Tirmizi, (Bilal b. Haris el-Müzeni’den); İbn Mace, (Kesir b. Abdullah’tan)
[10] Tirmizi, (Amr b. Avf’tan)
[11] Tirmizi, (Enes’ten)
[12] Beyhaki, (İbn Abbas’tan merfu olarak), Tabarani, (Ebu Hureyre’den) Ancak ikinci rivayette ‘Bir şehidin ecri vardır’ şeklinde gelmektedir. Terğib, 1/44
[13] Tabarani, (Ebu Hureyre’den); Ebu Nuaym, el-Hilye
[14] Hakim, Tirmizi, (Ebu Hureyre’den); Kenz’ul-Ummal, 1/47
[15] Müslim (Enes’ten merfu olarak); İbn Asakir, (İbn Ömer’den). İkinci rivayetin başında ‘Sünnetime yapışan bendendir’ şeklinde bir fazlalık vardır.
[16] Darekutni, (Hz Aişe’den merfu olarak)
[17] Sezci, (Enes’ten)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/16-19.

İsmail Fakirullah ve İbrahim Hakkı Hazretleri'nin Mübarek mekanları ve Şifa kuyusu



Beni en çok etkiliyen ziyaret yerlerinden biri.. Her zaman  İbrahim Hakkı Hz.'lerine karşı gizli bir muhabbetim olmuştur. Onun hayatını anlatan filmini seyretmiştim ve "O'nu arıyorum" diyerek Hakk'ı araması ve şeyhinin himmet ve garetleri ile nice makamlara ulaşması müthiş bir şey.   Marifetname ve İnsanı Kâmil adlı kitapları beni ençok etkileyen eserlerdendir. Herkese okumalarını tavsiye ederim..

Aşağıda şifa kuyusunun resmi var. Orayı da tesadüf bulduk. Zülfiye hanım kardeşime teşekkür ederim ben geri dönelim dedikçe o azimle " biraz daha gidelim"dedi ve çocuklara sorarak bulduk, hatta otobüsten çok uzaklaştık.
Bulduktan sonra arkadaşlarımıza su taşıdık ve içirdik, tekrar yakın arkadaşlarımla ile suları doldurduk ve otobüse taşıdık sanki hazine bulmuş gibiydik.
Arkadaşlarımızın birkaçı "biriki damla su şişeme damlatsanda yeterli " demeleri hiç aklımdan çıkmıyor. Bu suları sevdiklerime de ikram ettim. 
(Hala bitirmedim az az kullanıyorum.)   


Gezdiğimiz her yer maniviyat yüklü nereye ayakbasacağınızı şaşırıyorsunuz. Sanki evliyaların elinin altında özel korumalı bir bölge gibi.


Heryerin resmini çekmek istedim elimden geldiğince çünkü heryer maneviyat dolu...

İbrahim Hakkı Hz.lerinin eserlerini herkes anlayamadığı gibi dil uzatanları da  çok...Allah Hidayet versin ne diyelim.






İbrahim Hakkı Hazretleri Tillo'nun tepesine harçsız bir duvar yaptıdığını biliyorum ve duvara bir pencere de yapar her yıl iki kere 21 Mart diğer tarihi hatırlamıyorum. Güneşin ışıkları bu köye vurduğu zaman Tillo bu duvarın gölgesinde kalıyor. Bu duvardaki pencereye bir mercek yerleştirir hazret, merceğe gelen ışınlar hocası İsmail Fakirullah'ın sandukasının başında ki işaretlediğim yere geliyor. Mercek ayarı bozulmuş ve kimse düzeltemiyor ve buraya bayramlarda gelmek lazım yöre halkının bayramlaşmasını ve şeyhlerin ziyaret ettiği mekanlar...





Avizesine kadar özenmişler tertemiz ve maneviyat dolu bir mekan

Koruma altına hatta restore edilecek mekanlar ama içinde barınan insanlar var...İnşaallah dualarımız vesile olur..

Ben resmi çekene kadar kaçtılar..

Müthiş bir işçilik inşaalah koruma altına alınır.





İsmail Fakirullah Hz. Bir eve taziye ziyaretine giderken düştüğü kurumuş bir kuyuken sular kaynayıp coştuğu, bir şifa kaynağı bu kuyu.. Hazret'e nice yüksek makam ve mertebelere bu mekan da  nasib olmuş.
Rabbim ziyaretimizi mübarek eylesin hidayetimize vesile eylesin inşaallah!

Allah’a ve Rasûlü’ne İtaat Hususundaki Ayetler

      
“1- Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla. 
2- (Ezelden ebede kadar bütün) Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. 
3- (O) Rahmandır Rahim’dir. 
4- Ceza Günü’nün sahibidir. 
5- Yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım isteriz! 
6- Bizi doğru yola ilet. 
7- Nimet verdiğin kimselerin yoluna!.. Gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil!” (Fatiha: 1/1-7)

“Çünkü Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin! Bu dosdoğru bir yoldur”. (Âl-i İmrân: 3/51)

“De ki: (Bana gelince) şüphesiz ki Rabbim, beni dosdoğru bir yola hidayet etti. (Ayakta) dimdik duran bir dine, İbrahim’in hanif dinine... O, müşriklerden olmadı. De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Onun ortağı yoktur. Bunu (tebliğ etmek)le emrolundum ve Ben müslümanların ilkiyim”. (En’âm: 6/161-163)

“De ki: Ey insanlar! Ben Allah’ın Rasûlü’yüm. Hepiniz için gönderildim. O Allah ki göklerin ve yerin mülkü O’nundur. O’ndan başka mabud yoktur. Diriltir ve öldürür. O halde Allah’a ve Ümmi Nebi olan Rasûlü’ne iman edin. Allah’a ve O’nun kelimelerine (Kur’an’â) iman eden O (Ümmi Nebiye) tâbi olun. Umulur ki hidâyet olunursunuz”. (A’râf: 7/158)

“Her peygamberi, ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat olunsun diye gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettiklerinde sana başvurup Allah’dan af talep etselerdi ve peygamber de onlar için af talep etseydi, kesinlikle Allah’ın tevbeleri kabul edici ve bağışlayıcı olduğunu görürlerdi”. (Nisâ: 4/64) 

“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Sakın (Kur’an’ı) işitip durduğunuz halde ondan yüzlerinizi çevirmeyin”. (Enfâl: 8/20)

“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ki (bu sayede) rahmet olunasınız!” (Âl-i İmrân: 3/132)
“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Aksi takdirde korkuya kapılır, rüzgârınız (gücünüz-devletiniz) gider. Sabredin! Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir”. (Enfâl: 8/46)

“Ey inananlar! Allah’a itaat edin! Rasûlullah’a ve sizden olan idarecilere itaat edin! Bir şeyde ihtilâfa düşerseniz, Allah’a ve Ahiret günü’ne inanıyorsanız eğer onu(n hallini) Allah(ın Kitabın)a ve Rasûl(ünün Sünnetin)e götürün. Böyle yapmanız, sizin için hayırlı ve (netice itibariyle de) pek iyidir!” (Nisâ: 4/59)

“Mümin kimseler aralarında hüküm vermek maksadıyla Allah’a (Kitabı’na) ve peygamberine çağırıldıkları zaman onların sözü ancak “Dinledik ve itaat ettik” demeleridir. İşte bunlar var ya! Felah bulacak olanlardır. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’tan korkar ve sakınırsa onlar korkulardan kurtulmuşlardır”. (Nûr: 24/51-52)

“(Ey Rasûlüm) de ki: Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz (bilin ki peygamberin) vazifesi, ona yükletilen (peygamberliği tebliğ etmesi)dir. Sizin de vazifeniz, size yükletilen(itaat)tir. İtaat ederseniz doğru yolu bulursunuz. Peygamber’e düşen ancak apaçık bir şekilde Allah’ın emrini tebliğ etmektir. Allah sizden iman edip, salih amellerde bulunanlara (şunu) va’detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl iktidar sahibi kıldı ise onları da yeryüzünde iktidar sahibi kılacaktır. Kendileri için beğendiği dinlerini (İslâm’ı, yeryüzünde) sabit kılıp sağlamlaştıracaktır. Onları korkularından sonra güvenliğe kavuşturacaktır. (Çünkü) Onlar sadece bana ibadet eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra küfre saparsa işte onlar fasıkların ta kendisidirler. Namazı (dosdoğru) kılın, zekâtı verin, Peygamber’e itaat edin ki rahmete kavuşasınız”. (Nûr: 24/54-56)

“Ey iman edenler! Allah’tan (azabından) sakının ve doğru söz söyleyin. (Böyle Allah’tan korkar da doğru sözlü olursanız) Allah sizin işlerinizi düzeltir (sizi muvaffak kılar) ve günahlarınızı da bağışlar. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederse kesinlikle o büyük bir zafer elde etmiştir”. (Ahzâb: 33/70-71)

“Ey iman edenler! Peygamber sizi, size hayat bahşeden şeylere (ilahi hükümlere) çağırdığında, Allah’a ve Rasûlü’ne icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile onun kalbi arasına girer. Ve sizler şüphesiz ki O’(nun huzuru)na götürülüp toplanacaksınız”. (Enfâl: 8/24)
“(Ey Muhammed!) De ki: Allah’a ve peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz (bilin ki) Allah kâfirleri kesinlikle sevmez”. (Âl-i İmrân: 3/32)

“Kim peygambere itaat ederse, kesinlikle o Allah’a itaat etmiş olur. Kim (de peygambere itaatden) yüz çevirirse (bu durum seni sıkmasın). Zira seni onların üzerine gözetici olarak göndermedik”. (Nisâ: 4/80)

“Allah’a ve peygambere itaat edenler, Allah’ın nimetine mazhar olmuş peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaşlardır!” (Nisâ: 4/69)

“İşte bunlar (yetimler, vasiyet ve miraslar hakkında bahsi geçen ahkâm) Allah’ın hudutlarıdır. (Onları geçmek caiz değildir). Kim, Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne itaat ederse, Allah o kimseyi (ağaçlarının) altından nehirler akan cennetlere yerleştirir. O cennetlerde ebedi kalıcıdırlar. Bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Kim Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne isyan eder, Allah’ın hududunu (koyduğu yasakları) çiğnerse Allah, ebedî kalmak üzere onu cehenneme sokar ve onun için alçaltıcı bir azap mevcuttur”. (Nisâ: 4/13-14)

“(Ey Muhammed) Sana enfal (savaşta elde edilen ganimet mallarının kime aid olduğun)dan sorarlar. De ki: “Ganimetler Allah’ın ve Rasûlü’nündür”. Allah’tan sakının! Aranızdaki (anlaşmazlığı) düzeltin. Eğer (gerçekten) mü’min iseniz Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. (Olgun) Mü’minler ancak o kimselerdir ki Allah(ın zatı, azab ile korkutması) anıldığı zaman (havf ve haşyetlerinden) kalbleri ürperir Kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman, bu, onların imanlarını artırır. Onlar (sadece) Rablerine tevekkül ederler (başkasına değil, O’na güvenirler). O kimselerdir ki namazı (hakkını vererek) dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah’a itaat uğrunda) harcarlar. İşte gerçek mü’minler onlardır. Rablerinin katında (cennette) onlar için yüksek mertebeler, mağfiret ve kerim bir rızık vardır”.  (Enfâl: 8/1-4)

“Mü’min erkeklerle, mü’min kadınlar birbirlerinin velisidir (dost ve yardımcısıdır). İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte bunlar var ya! Allah onlara merhamet edecektir. Şüphesiz Allah üstündür, hikmet sahibidir”. (Et-Tevbe: 9/71)

“(Ey Muhammed) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın! Allah çokça affeden ve çokça merhamet edendir!”. (Âl-i İmrân: 3/31)
“Andolsun ki Allah’ın Rasûlü’nde sizin için, Allah’a ve Ahiret Günü’ne kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için güzel bir örnek vardır”.  (Ahzâb: 33/21)

“Allah’ın o şehirler halkından Rasûlü’ne verdiği fey’ (cinsinden ganimet ve cizye, haraç gibi diğer vergiler) Allah’a, Resüle, (Rasûlün) akrabası bulunanlara, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Ki (o servet) içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan birşey olmasın. Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasaklamış ise ondan da sakının ve Allah’ın azabından korkun. Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir”. (Haşr: 59/7) [1]

 

[1] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/13-16.

Doğal hukuk ile insan hak ve özgürlükleri gibi kavramların İslamiyet’teki yeri ve önemi nedir?

Yazar: Sorularla İslamiyet 2009-11-16
Doğal hukuktan biz şunu anlıyoruz; Allah’ın yaratılışta insanlara bahşettiği hak-hukuktur. Hatta bu hak-hukuk geniş anlamda diğer canlılılar ve varlıklar için de söz konusudur.

Belli bir memlekette, belli bir dönemde uygulanmakta olan değil, fakat uygulanması gereken yani sosyal ihtiyaçları adalete en uygun biçimde karşılayacağı düşünülen hukuka ideal hukuk veya doğal hukuk adı verilmektedir.

Gelenek (örf ve adet) hukuku yazılı değildir.
O toplumsal vicdanda yaşar. Toplum bireyleri arasında sosyal bir davranış kuralı olarak benimsenen bir geleneğin, hukuk kuralı haline gelebilmesi için üç unsurun bir araya gelmesi gerekir. Bunlar, süreklilik, genel inanç ve devlet yaptırımı.

Her şeye hassas mizanlarla, mahsus ölçülerle vücut vermek, suret giydirmek/şekil vermek, her şeyi yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adalet, bir mizan, bir ölçü ile iş görüldüğünü gösterir. Her hak sahibine istidadı nispetinde hakkını vermek, yani vücudun muhtaç olduğu bütün levazımatını, bekasının/varlıkta kalması için gereken bütün cihâzâtını en münasip bir tarzda vermek; nihayetsiz bir adalet elini gösterir.(bk. Sözler, Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat).

Allah’ın kâinat çapında koyduğu hak-hukuk, adalet kavramları, Kur’an ve sünnette de söz konusu edilmiştir.

İslam kültüründe yer alan ahlakî değerlerin büyük çoğunluğu doğal ve ideal hukuk kavramı çerçevesine girmektedir. Örneğin, dürüst olmak, başkasını aldatmamak, kendisi için istediğini/sevdiğini başkası için de istemek, komşusu aç iken kendisi tok yatmamak, gerekirse başkasın kendine tercih etmek, ırkçılık yapmamak, bir ırkı diğerinden üstün tutmamak, herkesin rengine, diline, meşru olan örf-adetlerine, kültürüne saygı göstermek, fitne-fesat çıkarmamak, büyüklere karşı saygı, küçüklere sevgi göstermek, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygularını beslemek, gayrimüslim de olsa hiçbir vatandaşa haksızlık etmemek, eziyet vermemek, hakir görmemek… Bunların hepsi ya ayet veya hadislerde vurgulanmıştır. İslam’da kul hakkı çok önemli bir yer tutar ve bu bir nevi doğal hukuk kuralıdır. Kul hakkı genel olarak insan hakkı, Müslüman hakkı, komşu hakkı, akrabalık hakkı gibi kavramlarla iç içe girmiş bir doğal hukuk olarak kendini gösterir.

Hülasa; İslam’da dinî terbiye ile ortaya çıkmış ideal/doğal hukuk yansımaları, normatif hukuk kurlarının kat kat üzerindedir. Her iki dünyanın saadetini bir arada temin etmeyi hedefleyen İslam’da en önemli amaç olan Allah’a ve ahirete imanın gücü nispetinde toplumlarda doğal hukuk güçlü bir şekilde kendini gösterir.

Bir karıncayı ezmeyi yasaklayan bir dinde insan hak ve hukuku göz ardı edilebilir mi?

Kâinat çapında adalet ölçüsünü gösteren dengeyi kuran, karınca toplumunu emirsiz, arı cemaatini yasupsuz bırakmayan Allah, yeryüzü halifesi olarak yarattığı mükerrem insanlık cemiyetini öndersiz/peygambersiz bırakır mı? “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” diyen Hz. Peygamber (a.s.m)’in hayatı, icraatı, sünneti, getirdiği kitabı bu doğal hukukun, insan hak ve özgürlüklerinin doğal güvencesidir.

Ehl-i Sünnete ve Şiîlere göre on iki imam meselesinin aslı nedir?

Şiîler; Gâliye, Zeydiye ve İmamiye gibi birkaç sınıfa ayrılsalar da, günümüzde Şiî denince, umumiyetle İmâmiye anlaşılmaktadır.

Bunlar, Peygamberimizin (a.s.m.) dâr-ı bekaya irtihalinden sonra Hz. Ali (r.a.) ve sırasıyla iki oğlu ile torunlarını Allah’ın emri, Resulullahın tayini ve vasiyeti ile meşru imam (halife) kabul eder ve böylece on iki İmama inanmayı imânî bir rükün olarak görürler. İşte bu fırka, imam olarak sadece on iki İmamı kabul ettiklerinden dolayı “İsnâ Aşeriyye (onikiciler)”, imamlara inanmayı îmânın şartlarından birisi olarak kabul ettiklerinden dolayı “İmâmiye”, hem itikat, hem de ibadet ve muamelâtta İmam Cafer Sâdık’ın görüşlerine dayandıkları için “Caferiyye” adı verilmektedir.

Şiîler, imametin, yani halifeliğin, Ehl-i Sünnetin kabul ettiği gibi, Müslümanların istek ve seçimine bırakılabilecek “küçük” işlerden olmadığı görüşündedirler. Onlara göre imamet, dinin aslında bulunan bir rükündür ve îman esasları arasında yer alır. Bundan dolayı Şiiler nasıl Allah’a, peygamberlere ve âhiret gününe îman ediyorlarsa, aynı şekilde imamın mevcudiyetine de inanmak zorundadırlar.Bu inanca göre, imamlar aynen peygamberler gibi mâsumdurlar; ne küçük, ne büyük hiçbir günah işlemezler, zulmetmezler; onları tanımayan kimse küfre girer. Hattâ, “Onların emirleri Allah’ın emirleridir; nehiyleri de O’nun nehyidir. Onlara itaat, Allah’a itaattir, onlara isyan Allah’a isyandır.”

Bugün İmamiyeliği resmî bir mezhep olarak kabul eden İran, dinî selâhiyetleri haiz imamlık vazifesini de “Âyetullahi’l-Uzmâ”ya vermiştir. Bunun için bu “imam”a mutlak sûrette itaat gerekmektedir. Ona karşı gelmek Allah’a ve Peygambere karşı gelmek gibidir. “İran’ın resmî dini İslâm ve İsnâ Aşerî Câferî mezhebidir. Ve bu madde ebediyyen değiştirilmez” şeklinde yer alan İran Anayasasında “On iki İmama” inanma mühim bir esas olarak kabul edilmektedir.(1)

Şiiler tarafından bu şekilde görülen imamet meselesi, Ehl-i Sünnete göre, kesinlikle dinin usulü arasında yer almaz. İmam, yani halife, Müslümanların meşvereti ve seçimi ile işbaşına gelir. Din ve dünya işlerinde belli vasıfları taşıyan herhangi bir şahıs Müslümanların idaresini üstlenebilir. Hiçbir şekilde mâsum ve günahsız olamaz.

Ehl-i Sünnetin On iki İmama bakışına gelince; Peygamberimizin mübarek neslinden gelen on bir imam (Hz. Ali efendimizle birlikte on iki) olur fazilet, takva ve mânevî mertebe olarak büyük veli ve kutupturlar.
Bediüzzaman, “Ümmetimin âlimleri Beni İsrâil peygamberleri gibidir.” hadisinin sırrına mazhar olan zatları sayarken, on iki imamı da zikreder. (2) Başka bir ifâdesinde, “Ehl-i hakikat başta Eimme-i Erbaa [dört mezhep imamı> ve Ehl-i Beytin Eimme-i İsnâ Aşer [On iki İmam> olarak Ehl-i Sünnet” (3) diyerek on iki İmamı ehl-i sünnetin büyükleri olarak takdim eder.

On iki İmam şu zatlardır: Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Ali bin Hüseyin, Muhammed Bâkır, Câfer-i Sâdık, Musâ Kâzım, Ali Rıza, Muhammed Takî, Ali Nakî, Hasan Askerî ve Muhammed Mehdî (Allah hepsinden razı olsun.)

Kaynaklar
1. Çağımızda İtîkâdî İslâm mezhepleri, s. 118-139; Muvazzah îlm-i Kelam,s. 24-25.
2. Şualar, s. 527.
3. Emirdağ Lahikası, 1:201

Habib-i Acemi (RA) Hz.leri'nin Hayatı


Cihan denen bu sarayın manevi sultanlarından evliyanın büyüklerinden olan Habib-i Acemi (RA) Hz.leri Hz. Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’nin Müridi ve Davud-i Tai (RA) Hz.leri’nin şeyhidir. Habib-i Acemi (RA) Hz.leri’nin doğumu belli değildir. Aslen İranlı olan Habib-i Acemi (RA) Hz.leri, Hicri birinci ve ikinci asırda Basra’da yaşadı. Künyesi; “Ebu Muhammed”dir.

Habib-i Acemi Kur’an-ı kerim okumaktan tarifsiz bir tad alır ve arapçayı iyi bilenlerin bile vakıf olamadığı sırları kavrar. Hasan-i Basri (RA):“Evet o acemdir (İranlıdır) ve arapçası acemicedir. Ama unutmayın adı gibidir. Habibdir (sevgilidir)” der. Habib-i Acemi (RA) Hz.leri aşk ile başlayınca az zamanda çok mesafe alır. Gün gelir Araplara, arapça dersi verir ve Hadis alimleri arasında parmakla gösterilir.

Hasan-i Basri (RA) Hz.leri'nin Hayatı



İrfan menbaı, zamanın şeyhi, tabiinin ulularından, ittika zümresinin piri, Evliyaullah Fırkası defterinin başta gelenlerinden, Ehli Velayet ve Kıble-i Erbab-ı, zâhid, muhaddis, fakîh ve müfessir. Hidayet Cenab-ı Şeyh Hasan Basri (RA) Hz.leri Hicret-i Nebeviyye’nin 21. senesinde (M. 641) Medine-i Münevvere’de doğmuştur. Adı “El-Hasan ibni Ebil Hasan Yesar el-Basri”dir. Babası Ashab-ı Kiram’dan Zeyd bin Sabit’in kölesi Yesar’dir. Annesinin adı Hayra’dır ve Peygamberimiz’in (SAV) zevcelerinden Hz. Ümmü Seleme’nin (RA) azad edilmiş cariyesi idi. Oğulları Hasan Basri (RA) Hz.leri doğunca azad edildikleri rivayet edilmiştir.


Ümmü Seleme’nin (RA) evine gidip hizmetinde bulunan annesi, bu hizmetleri sırasında çocuğunu da yanında götürüyordu. Bir iş için dışarı çıkınca yalnız kalan küçük Hasan’ı Ümmü Seleme (RA) annemiz kucağına alarak bağrına basıp ona dua ediyor, hatta oyalamak için emzirdiği de oluyordu. Ümmü Seleme (RA) annemiz ihtiyar olduğu halde sütü gelmiş, küçük Hasan'da onun sütünü emmiştir. Böylece büyük bir berekete ve bu bereket sebebiyle de nimetlere kavuşmuştur. Ayrıca Ümmü Seleme (RA) annemizin Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri hakkında şöyle dua ettiği rivayet edilir: “Yâ Rabbi (CC)! O’nu (RA) dinde fakîh kıl ve insanlara sevdir.“[1]


Hasan Basri (RA) Hz.leri Medine-i Münevvere'de bulunduğu sırada ilimde önemli olan Arapça'yı iyice öğrendi. 12 yaşlarında iken Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Henüz 14 yaşında iken hıfzını tamamlayan Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri, bu yaşlarda Basra’ya gitmiş ve orada ilmi ve hitabeti ile büyük şöhret kazanmıştır.


Gayet edebi vaazlariyle Basra halkını etkilemişti. Vaazlarında daima Allah (CC) korkusunu telkin ederdi. Ahiret korkusu ile daima üzgündü. “Mümin, üzgün sabahlar, üzgün akşamlar . Bundan başkasını yapamaz. Çünkü o iki korku arasındadır: Geçmiş olan ve Allah’ın (CC) o hususta kendisine ne işlem yapacağını bilmediği bir günahla, başına ne gibi tehlikelerin geleceğini bilmediği bir ömür arasında.” derdi.


Bütün rivayetler, onun daima ahiret tasasında olduğu konusunda birleşmektedir. Kur’an’dan bir ayet okusa ağlardı. Dermiştir ki: “Vallahi, ey adem oğlu, eğer sen Kur’an okur, ona inanırsan; bu dünyada üzüntün artacak, korkun şiddetlenecek, ağlaman çoğalacaktır!”.


Çocukluk günlerini Medine’de geçirdiğinden sahabilerin yaşadığı zühd hayatı, Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’nin ruhuna sinmiştir. O havayı hiç unutmadı, bu zühd havasını Basra’ya götürdü. Basralılara gerçek zühdün ne demek olduğunu öğretti: “Vallahi, yetmiş Bedir’liye yetiştim, çoğu kez giydikleri sof idi. Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi, ‘Bunların ahirette bir nasibi yok’ derlerdi. Kötülerinizi görselerdi, ‘Bunlar hesap gününe inanmıyorlar’ derlerdi.” derdi.


Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri, o derece hikmetli konuşurdu ki, İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri O’nun (RA) hakkında: “Sözü Peygamber’in (SAV) sözüne benziyor” demişti. O derece kuvvetli bir hitabet gücüne sahipti ki, kendine öz üslubiyle “Nereye gidiyorsunuz?” demesi, dinleyenleri ağlatmaya kafi gelirdi. Gözü yaşlı olarak onu dinleyenler, yanından çıkarlarken artık dünyayı tamamen unutmuş, ölümden başka herşeyi kafalarında silmiş olurlardı. Üzerinde durduğu tek konu, Allah (CC) korkusu ve ölüm endişesi idi.


Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’nin iki meclisi vardı. Biri evde, biri camide idi. Evdeki özel meclisi idi. Burada yakın dostları ile oturur, zühd ve batın ilimler üzerinde konuşurlardı. Özel meclisine devam edenler için : “Kardeşlerimiz, bize ailemizden, karımızdan ve çocuklarımızdan daha sevgilidir. Çünkü ailemiz bize dünyayı hatırlatıyor, kardeşlerimiz ise bize ahireti hatırlatıyor” demiştir.


Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’nin en son vefât edenleriyle birlikte üç yüz Sahâbe (RA) ile görüstügü rivâyet edilir. Bu bakimdan tâbiînin önde gelenlerinden olup ilim ve fazileti, zühd ve takvâsi ile meshurdur. Ebû Tâlib Mekkî, Hasan-i Basri (RA) Hz.leri’nin tasavvuf yolunda imamlari oldugunu söylemistir. Enes b. Mâlik (RA), kendisine bir mesele soruldugunda, onun Hasan-i Basri (RA) Hz.leri’ne ye de sorulmasini, onun derin ilim sahibi oldugunu söylerdi.[2]




Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri 15-16 yaşlarına gelince eşi bulunmaz bir alimdir artık. Bir gün kürsüdeyken kapıdan bir yabancı girer. Hasan-ı Basri (RA) Hz.lerimescidin nurlandığını hisseder. Bu ne heybettir Ya Rabbi (CC), bu ne güzelliktir... Yoksa bu zat... Evet, yanılmadığını anlar. Meçhul misafir Hazret-i İmam-ı Ali’nin (KV) ta kendisidir. Hasan-i Basri (RA) Hz.leri, Hazret-i Ömer (RA) ve Hazret-i Osman’dan (RA)sonra “ilim şehrinin kapısı” ile şereflenir. Hazreti İmam-ı Ali (KV) Efendimiz, bu genç vaizi çok sever. Kimseye yapmadığını yapar, ona tasavvuf ile ilgili sırları fısıldar. Dahası nurlu elleri ile bir “icazet” yazar ve talipleri yetiştirmekle vazifelendirir. İşte tasavvufta hilafetnâme (izin belgesi) verme usülü Hazret-i İmam-ı Ali (KV) Hz.leri’nden kalma bir gelenektir.


O günden sonra Hasan-ı Basri’nin hizmeti büyük olur. İnsanlar fevç fevç sohbetine gelirler. Talebeleri ülkeler beldeler ötesini nurlandırırlar ki bunların arasında Malik bin dinar (RA), Utbe-i Gulâm (RA), Ebû Haşim-i Mekki (RA), Habib-i Acemi (RA) gibi pırlantalar vardır. Bu yol ölümünden sonra da devam eder İbrahim Edhem ve Mûiniddin-i Çeşti gibi zirveler halkaya eklenirler.








[1] Ibn Sa'd, Tabakât, VII/I, 114


[2] Ibn Sa'd, Tabakât, VII/I, 128