A'RAF SURESİ'NİN 11-25 AYETLERİN TEFSİRİ VE DETAYLARI



11- وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ “Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik.”

Atanız Âdemi çamurdan şekil verilmemiş olarak yarattık, sonra da ona şekil verdik.

Ayette Hz. Âdemin yaratılışı ve kendisine sûret verilişi, bütün insanların yaratılışı ve şekil verilişi yerine konuldu.

Veya mana şöyle de olabilir: Sizi yaratmaya ve tasvire şöyle başladık: Âdemi yarattık ve O’na şekil verdik.

ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ “Sonra da meleklere ‘Âdem’e secde edin’ dedik.”

فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ “Bunun üzerine, İblisten başka hepsi secde etti.”

لَمْ يَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ “O, secde edenlerden olmadı.”



12- قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلاَّ تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ “Allah dedi: Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan nedir?”

Ayette “emrettiğimde…” ifadesi mutlak emrin vücup için olduğuna ve hemen yerine getirilmesine bir delildir.

قَالَ أَنَاْ خَيْرٌ مِّنْهُ “İblis dedi: Ben, ondan hayırlıyım.”

Yani, “Secde etmeme mâni olan şey, benim ondan daha hayırlı olmamdır. Üstün olanın aşağı seviyede olana secde etmesi güzel olmaz. Böyle iken bunun bana emredilmesi nasıl uygun olur?”

İblis, böyle diyerek tekebbürü ilk başlatan ve güzellik ve çirkinliğin aklen olduğunu söyleyen ilk kişi oldu.
خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ “Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”

İblis, böyle diyerek kendi üstünlüğüne delil getirdi. Ama bütün üstünlüğün unsur itibarıyla olduğunu zannederek aldandı ve failin itibar etmesiyle olan üstünlükten gafil kaldı. Allahu Teâlâ buna şöyle işaret eder:

“Allah dedi: Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni ne alıkoydu?” (Sad, 75)

Ayette Allahu Teâlânın “iki elimle” demesi, “vasıtasız yarattım” manasındadır.

Keza, iblis şu ayette nazara verildiği üzere, sûret itibarıyla olandan gafil kaldı: “Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, hemen onun için secdeye kapanın.” (Hicr, 29)

Ayrıca işin esası olan gaye itibarıyla da yanıldı. Bundan dolayı, Allah onlara Âdemin kendilerinden daha bilgili olduğunu ve O’nda kendilerinde olmayan özellikler olduğunu beyan ettikten sonra, secde etmelerini emretti.

Ayet, kevn ü fesada ve şeytanların mevcut cisimler olduğuna bir delildir. İnsanın yaratılışının çamura, şeytanın ise ateşe nispet edilmesi, her ikisinde daha çok bulunan ecza itibariyle olması muhtemeldir.



13- قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا “Allah: ‘İn oradan’ dedi.”

“İn oradan” ifadesi, semadan veya cennetten inişe işaret edebilir.

فَمَا يَكُونُ لَكَ أَن تَتَكَبَّرَ فِيهَا “Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir.”

Orada tekebbür ve isyan etmek uygun değildir. Çünkü orası huşu ve itaat halinde olanların yeridir.

Ayette, tekebbürün cennet ehline layık olmadığına ve Allahu Teâlânın İblisi kovması ve bulunduğu yerden indirmesi mücerret isyanıyla olmayıp tekebbüründen dolayı olduğuna bir tenbih vardır.

فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ “Haydi çık! Çünkü sen zelil kılınanlardansın.”

Çık oradan, çünkü sen tekebbüründen dolayı Allahın zelil kıldıklarındansın.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Tevazu göstereni Allah yükseltir, tekebbür edeni ise alçaltır.”



14- قَالَ أَنظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ “İblis dedi: Bana, insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.”

Yani, “Kıyamet gününe kadar bana mühlet ver, beni öldürme.”

Veya beni cezalandırmada acele etme.”



15- قَالَ إِنَّكَ مِنَ المُنظَرِينَ “Allah dedi: Sen gerçekten süre verilmişler

densin.”

İblise verilen bu cevap, zahiren istediğinin verilmesini iktiza eder. Lakin başka ayette bu durum kayıtlı olarak “belli vakte kadar” şeklinde ifade edilmektedir. (Hicr, 38)

“Belli vakit” ise,

-Sura ilk üfürülüş vakti,

-Veya bitiş müddetini ancak Allahın bildiği bir vakit olabilir.

İblisin mühlet isteyişinin yerine getirilmesinde,

-İnsanları kendisiyle denemek,

-Ona muhalefet ederek insanların sevap kazanmalarını sağlamak vardır.



16- قَالَ فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي لأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ “İblis dedi ki: Öyleyse, beni azdırmana karşılık yemin ederim ki, ben de onlar için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.”

Mademki bana mühlet verdin, beni onlar yüzünden azdırman sebebiyle ben de mümkün olan her yolu kullanarak onları yoldan çıkarmaya çalışacağım. Yol kesen eşkıya, yoldan geçenlere pusuya yattığı gibi, ben de onları rasat için senin doğru yolun olan İslama giden yolda pusuda bekleyeceğim.



17- ثُمَّ لآتِيَنَّهُم مِّن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ أَيْمَانِهِمْ وَعَن شَمَآئِلِهِمْ “Sonra önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara varacağım.”

Dört yönün her birinden onlara varacağım.

“Önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara varacağım.” ifadesi düşmanın dört yönden gelmesi gibi, şeytanın mümkün olan her ciheti kullanarak insanları yoldan çıkarması ve saptırmasını anlatan bir temsildir. Bundan dolayı “üstlerinden ve ayaklarının altından” nazara verilmedi.

Şöyle de denildi: “Üstlerinden” dememesi o yönden rahmetin inmesi, “altlarından” dememesi de, o yönden gelmenin insanları ürkütmesindendir.

İbnu Abbastan şöyle rivayet edilir:

“Önlerinden” demesi ahiret yönüyle,

“Arkalarından” demesi dünya yönüyle

“Sağlarından ve sollarından” demesi de insanların haseneleri, ve seyyieleri yönüyledir.

Şöyle mana verilmesi de söz konusu olabilir:

“Önlerinden”, yani bildikleri ve sakınabilecekleri yönden,

“Arkalarından”, yani bilmedikleri ve güç yetiremeyecekleri yönden,

“Sağlarından ve sollarından”, yani bilmeleri ve sakınmaları mümkün iken uyanık olmamaları ve ihtiyatsız davranmaları sebebiyle yapmamaları cihettendir.

وَلاَ تَجِدُ أَكْثَرَهُمْ شَاكِرِينَ “Ve Sen, onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.”

İblis bunu “Ve andolsun ki, İblis onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. Böylece, mü’minlerden az bir grup dışında ona uydular.” (Sebe, 20) ayetinde nazara verildiği gibi zanna dayalı olarak söylemiştir. Çünkü insanlarda şerre sevk eden şeyler çok, hayra sevk eden ise bir tanedir.

Denildi ki: İblis bunu meleklerden duyup öğrendi.



18- قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُومًا مَّدْحُورًا “Allah dedi: Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık.”

لَّمَن تَبِعَكَ مِنْهُمْ لأَمْلأنَّ جَهَنَّمَ مِنكُمْ أَجْمَعِينَ “Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, hepinizi cehenneme dolduracağım.”



19- وَيَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin.”

فَكُلاَ مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا “Artık dilediğiniz yerden yiyin.”

وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ “Fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”



20- فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِن سَوْءَاتِهِمَا “Derken İblis onların birbirlerinden gizli kalan mahrem yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi.”

Vesvese, asıl olarak “gizli ses” demektir.

Bakara sûresinde vesvesenin keyfiyeti ele alınmıştı.

İblis onların mahrem yerlerini açmak istedi.

Bunda, halvet halinde ve eşin yanında ihtiyaç olmadan avret yerini açmanın çirkin ve müstehcen olduğuna bir delil vardır.

Hem Hz. Âdem hem de Hz. Havva birbirlerinin avret yerlerinin farkında olmadıkları gibi, kendilerinde olanı da henüz bilmiyorlardı.

وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَذِهِ الشَّجَرَةِ إِلاَّ أَن تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalanlardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti, dedi.”

Bu ayetle, meleklerin peygamberlerden daha üstün olduğuna delil getirenler oldu. Buna cevaben deriz:

Bilindiği gibi hakikatler birbirine inkılâp edip dönüşmez. Hz. Âdem ve Hz. Havvanın rağbeti ancak ve ancak meleklerde olan fıtri kemâlatı da elde etmek, yemeye ve içmeye muhtaç olmamak idi. Bu ise, meleklerin daha üstün olduğuna mutlak olarak delalet etmez.



21- وَقَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ “Ve onlara, “Elbette ben siziniyiliğinizi isteyenlerdenim” diye yemin etti.”

Ayette İblisin yemin etmesinin müfâale vezniyle, yani karşılıklı yemin etme sığasıyla gelmesi, mübalağa içindir.

Denildi ki: Hz. Âdem ve Havva, kabul ettiklerini İblise yemin yoluyla söylediler.

Yine denildi ki: “Doğru söylediğine yemin et!” dediler. O da kendilerine yemin etti. Bundan dolayı yemin bu kalıpta geldi.



22- فَدَلاَّهُمَا بِغُرُورٍ “Böylece hile ile onları aldattı.”

Onları yalan yere yeminle aldatarak ağaçtan yeme durumuna indirdi. Bununla şuna tenbihte bulunuldu: İblis, onları yüksek bir dereceden düşük bir dereceye indirdi. Çünkü ayette kullanılan kelime, bir şeyi yukarıdan aşağı göndermektir.

Hz. Âdem ve Hz. Havva, İblis de olsa kimsenin Allaha karşı yalan yere yemin edeceğini sanmıyorlardı.

فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا “Ağacın meyvesini tadınca, mahrem yerleri kendilerine göründü.”

Yasak ağaçtan yediklerinde, kendilerini ceza ve günahın kötülüğü sardı, elbiseleri sıyrıldı, avret yerleri açığa çıktı.

Ayette bildirilen ağacın buğday, üzüm veya bir başkası olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Elbisenin de nurdan veya hulle şeklinde olduğu nazara verilmiştir.

وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ “Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeğe başladılar.”

Rivayete göre bu yaprak incir yaprağı idi. Bunlardan üst üste yamayarak ve yapıştırarak üzerlerini örtmeye başladılar.

وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَن تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُل لَّكُمَا إِنَّ الشَّيْطَآنَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُّبِينٌ “Rab’leri onlara nida etti: “Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve ‘şeytan size apaçık bir düşmandır’ demedim mi?”

Ayet, Hz. Âdem ve Hz. Havvaya, yasağa muhalefetten dolayı bir itaptır. Ve düşmanın sözüne aldanmaktan dolayı bir kınamadır.

Ayette, mutlak yasaklamanın haram oluşu bildirdiğine bir delil vardır.



23- قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا “O ikisi şöyle dediler: Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik.”

وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ “Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak hüsrana düşenlerden oluruz!”

Yani, “Ey Rabbimiz! Günaha girerek ve cennetten çıkarılmağa maruz bırakarak nefislerimize zulmettik.”

Ayet, şayet bağışlanmazsa küçük günahların da cezaya maruz bıraktığına bir delildir.

Mu’tezile ise şöyle dedi:

“Büyük günahlardan kaçınıldığı sürece küçük günahlardan ceza vermek caiz değildir.” Bundan dolayı ayeti şöyle değerlendirdiler: “Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın böyle demeleri mukarreb olanların âdeti üzere, küçük günahları büyük saymak ve büyük haseneleri küçük görmektendir.”[1]



24- قَالَ اهْبِطُواْ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ “Allah dedi: Birbirinize düşman olarak inin.”

Ayetteki hitap Hz. Âdem ve Hz. Havva ile beraber onların nesillerinedir.

Veya o ikisiyle beraber şeytanadır.

Daha önce İblise “in oradan!” denilmişken de burada da Âdem ve Havvaya tabi olarak tekrar söylenmesi, bundan sonra beraber olacaklarının bilinmesi içindir.

وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ “Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar kalmak ve faydalanmak vardır.”



25- قَالَ فِيهَا تَحْيَوْنَ وَفِيهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ “Allah dedi: Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan diriltilip çıkarılacaksınız!”


[1] Günahın kime karşı işlendiğini düşünen ve bunu vicdanen hisseden kimseler, günahlar hususunda çok duyarlı olurlar. Zaten büyük günah işlemezler. Ama beşeriyet hasebiyle kendilerinden sadır olan küçük günahları da büyük sayarlar, ömür boyu bunun ezikliğini hissederler, pişman olurlar.
Yazar: Prof.Dr. Şadi Eren, 13-4-2013

2 yorum: