29 Ağustos 2019 Perşembe

Allahım! izninle (tevfikinle) beni hakka ulaştır


4 - ) Allahım! izninle (tevfikinle) beni hakka ulaştır

اَللَّهُمَّ اهْدِنِي لِمَا اخْتُلِفَ فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِكَ، إِنَّكَ تَهْدِي مَنْ تَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ

Allahummehdini limehtulifi fihi minel hakki bi iznike inneke tehdi men teşeu ile siratim mustakim
Allahım! (Dünyada dînî konularda) ayrılığa düşüldüğünde izninle (tevfikinle) beni hakka ulaştır (dosdoğru yolda sâbit kıl) Şüphesiz ki Sen dilediğini dosdoğru yola iletirsin

⇒ İmam Tirmizi Sunen-i Abdullah Parlıyan Dua Bölümleri bölüm: 31 Ø [Müslim Ebû Avâne [Müslim Salatü'l-müsafirin 200 (770), c.3, s.2192]
 

5 - ) Allahım! Şüphesiz ki sen bağışlamayı seven


اَللَّهُمَّ إِنَّكَ عُفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ، فَاعْفُ عَنِّي

Allahumme inneke Afuvvun Kerimun tuhibbul afve fea'fu anni
Allahım! Şüphesiz ki sen bağışlamayı seven, çok bağışlayıcısın çok cömertsin O halde beni de bağışla


⇒ Tirmizi Deavat -84 - İbn.Mace Dua-5



27 Ağustos 2019 Salı

Mü'minûn Sûresi 115-118. âyet-i kerîmlerini sabah akşam okumak sünnettir.


1295- Muhammed ibni İbrâhîm et-Teymî, babasının (Radıyallâhu Anhumâ) şöyle anlattığını rivâyet etmiştir:
Bir kere Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bizi bir müfreze ile gazaya gönderirken, akşamladığımızda ve sabahladığımızda (Mü'minûn Sûresi 115-118. âyet-i kerîmleri) ni okumamızı emretti. Biz de okuduk ve salimen gânimen (bütün tehlikelerden emîn ve bir çok ganimetlere nâil olarak) döndük. 

(İbnü's-Sünni, Amelü'l-yevmi ve'l--leyle, no:77)

Kaynak:4000 Maddede Cem Edilen SÜNNET MÜSTEHAB VE EDEPLER (1.CİLT), SABAH AKŞAM YAPILMASI SÜNNET OLAN DUALAR, sa:497
Mü'minun Suresi 115-116-117-118 aşağıdadır..
أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ
وَمَن يَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِهِ فَإِنَّمَا حِسَابُهُ عِندَ رَبِّهِ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ
وَقُل رَّبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Kuran ve Sunnet Işiğinda Müslümanın Sığınağı ve Yapması Gereken Günlük Dua ve Zikirler



أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ 
 مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحمن الرَّحِيم

بِسْمِ اللهِ، اَلْحَمْدُ ِللهِ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِ اللهِ 
 سُبْحَانَ رَبِّيَ العَلِيِّ الأَعْلَى الوَهَّابِ 
 للَّهُمَّ حْشُرْنَا فِي زُمْرَةِ الصَّالِحِينَ
  رَبِّ يَسِّرْ وَ لاَ تُعَسَّرْ رَبِّ تَمِّمْ بِالْخَيْرِ وَبَعْدُ




Euzu billahis Semil Alimi mineş şeytanirracim min hemzihi ve nefkhihi ve nefsihi Bimillahirramanirrahim
Rabbi Yessir ve lâ tüğassir Rabbi temmim bil hayr
Bismillahi vel Hamdulillahi ves Salatu ves Selamu ala Rasulullahi Subhane Rabbiyyel aliyyil alal Vehheb
Allahimme mahşurna fi zumretis salihin 

Rabbimiz bize işlerimizde kolaylık ihsan et işlerimizi zor kılma ya Rabbi Ve her işimizi hayır üzere tamamlamak nasib eyle ya Rabbi!
Bismillah el Hamdulillahi ves Salatu ves Selamu Ala Rasulillah Subhane rabbiyel aliyyil a'lel vehhab Allahümmehşürna fi zümretis salihin
Karşılıksız bolca veren en yüce Rabb'im! Sen noksan sıfatlardan münezzehsin. Allahım, bizi mahşerde salihler topluluğu ile yargıla.




El Vehhab (cellle Celaluhu) Manası
Karşılıksız bolca veren.
Vehhâb, Allah’ın çok hîbe eden, çok fazla bağışlayan olduğu anlamına gelir.
Hak sâhibi olmadıkları halde yarattıklarına çok çok verendir.
Çok fazla ihsan eden, çeşit çeşit nimetleri daima bağışlayan demektir. Bol bol hediyeler veren.
Karşılıksız nimetler veren, çok fazla ihsan ede



1 - )  Allahım! Bize îmânı sevdir ve kalplerimizde onu güzelleştir

اللَّهُمَّ حَبِّبْ إِلَيْنَا الْإِيمَانَ،
 وَزَيِّنْهُ فِي قُلُوبِنَا، 
وَكَرِّهْ إِلَيْنَا الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ
وَاجْعَلْنَا مِنَ الرَّاشِدِينَ

Allahumme habbib ileynel imane 
ve zeyyin hu kulubune 
ve kerrih ileyenel kufra vel fusuka vel isyan 
ve cealna miner raşidin
Allahım! Bize imanı sevdir ve kalplerimizde onu güzelleştir Küfrü fâsıklığı (Allah'a itaatten çıkmayı) ve isyanı (Allah'a karşı gelmeyi) bize çirkin göster. Bizi (bu sıfatlara sahip) hak yolda yürüyenlerden kıl
Ahmed, III, 424; ⇒ Hâkim, I, 686-687/1868; III, 26/4308







2 - ) Allahım! Senden asla sarsılmayan iman

اَللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ إِيمَانًا لَا يَرْتَدُّ، وَنَعِيمًا لَا يَنْفَدُ،
 وَمُرَافَقَةَ مُحَمَّدٍ فِي أَعْلَى جَنَّةِ الْخُلْدِ
Allahumme inni eseluke imanen la yerteddu ve nimen yenfedu ve murafakate Muhammedin (a.s) fi ala cennetin khuld
Allahım! Senden asla sarsılmayan iman bitmez tükenmez nimet ve Huld cennetin yüksek makamında Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) arkadaşlık dilerim Allahım! Senden dönmeyen bir îmân bitmeyen bir nimet ve kalıcı cennetin en yüksek yerinde Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte olmayı dilerim
⇒ İbn.Hibban 2436 - Ahmed bin Habel 1/386-400 - Nesei 869

3 - ) Allahım! Beni nefsimin şerrinden koru
اَللَّهُمَّ قِنِي شَرَّ نَفْسِي، 
وَاعْزِمْ لِي عَلَى أَرْشَدِ أَمْرِي،
 اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِي مَا أَسْرَرْتُ، وَمَا أَعْلَنْتُ، وَمَا أَخْطَأْتُ،
 وَمَا عَمَدْتُ، وَمَا عَلِمْتُ، وَمَا جَهِلْتُ
Allahumme kini şerra nefsi 
ve'azimli ala erşedi emri Allahummemeğfirli ma esrartu 
ve ma e'alentu ve ma ekhta'tu 
ve ma amedtu ve ma cahiltu
Allahım! Beni nefsimin şerrinden koru ve beni en doğru işimde kararlı kıl Allahım! Gizli ve açık hatalı ve kasıtlı bilerek ve bilmeyerek yaptığım bütün günahlarımı bağışla!
 Hakim 1/510 - Ahmed bin Habel 4/444
 

24 Ağustos 2019 Cumartesi

Allah'ım! Senin izin ve yardımınla sabahladık ve akşamladık ve yine senin izin ve yardımınla yaşar ve ölürüz, dönüşümüz de ancak sanadır




1093- Sabah ve akşam vakti girdiğinde  şu duaları yapmak sünnettir. 

Ebu Hureyre (Radıyâllâhu Anh) anlatıyor: Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ashabına dua öğretir ve şöyle buyururdu: Sizden biri sabahladığında şöyle desin:

"Allah'ım! Senin izin ve yardımınla sabahladık ve akşamladık ve yine senin izin ve yardımınla yaşar ve ölürüz, dönüşümüz de ancak sanadır. 


Akşama çıktığında da şöyle desin:



اَللَّهُمَّ بِكَ أَصْبَحْنَا، وَبِكَ أَمْسَيْنَا، وَبِكَ نَحْيَا، وَبِكَ نَمُوتُ، وَإِلَيْكَ النُّشُورُ

“Allahım! Senin izin ve yardımınla akşama çıktık ve sabahladık ve yine senin izin ve yardımınla yaşar ve ölürüz, dönüşümüzde ancak sanadır.

(Sünenu't-Tırmizî, Ebvabu'd-dea'vati an Rasûlillâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem):45/13, no:3391)
Kaynak: 4000 Maddede Cem Edilen SÜNNET MÜSTEHAB VE EDEPLER (1.CİLT), SABAH AKŞAM YAPILMASI SÜNNET OLAN DUALAR, sa:361


20 Ağustos 2019 Salı

Sabah namazının sünnetinin ilk rekâtında Kafirun, ikinci rekâtında İhlas surelerini okumak sünnettir.


503- Sabah namazının sünnetinin ilk rekâtında Kafirun, ikinci rekâtında İhlas surelerini okumak sünnettir.
Hazreti Aişe (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), sabah namazının farzından önce iki rekât sünnet kılardı ve şöyle buyururdu: Şu ikisi ne güzel surelerdir, sabah namazının iki rekât sünnetinde okunsunlar. "kul hüvallahu ehad"(İhlas suresi) ve "kul ya eyyuhe'l-kafirun"
(Kafirun suresi).(Sünenu İbn Mâce, Bab: Ma cae fi'r-reka't-eyni kable'l-fecri, 102, no:1150)
 
Kaynak: 4000 Maddede Cem Edilen SÜNNET MÜSTEHAB VE EDEPLER (1.CİLT), NAFİLE NAMAZLAR ve SÜNNETLERİ, sa:146

18 Ağustos 2019 Pazar

Gurbete gönderdiği kişinin elini tutmak ve yola koyulana kadar musafahaya devam edip şu duayı okumak sünnettir.


1114- Gurbete gönderdiği kişinin elini tutmak  ve yola koyulana kadar musafahaya devam edip şu duayı okumak sünnettir. 

İbn Ömer (Radıyallâhu Anhuma) anlatıyor: Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir kişiyi uğurlayıcı zaman elini tutar, o kişi peygamberin elini bırakmadıkça elini bırakmaz ve şöyle dua ederdi.


“Estevdiu’llâhe dineke ve emâneteke ve âhira amelike”


 "Dinini, Allah-u Teâlâ'ya olan sorumluluğunu  ve işlerinin sonunu Allah'a emanet et."

(Sünenu't-Tirmizî, Ebvabu'd-dea'vati an Rasûlillâh  (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): 44, no:3442)
Kaynak:4000 Maddede Cem Edilen SÜNNET MÜSTEHAB VE EDEPLER (1.CİLT),YOLCULUKLA DAİR OKUNMASI SÜNNET OLAN DUALAR sa:380

14 Ağustos 2019 Çarşamba

Allahümme! İğfirlî mâ kaddemtü ve mâ ehhartü ve mâ esrartü ve mâ a’lentü ve mâ esraftü ve mâ ente a’lemu bihi minnî, ente’l-mukaddimu ve ente’l-muahhiru, lâ ilâhe illâ ente sünnet olan dua


1222- Şu duayı okumak sünnettir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) teşehhüd ile selâm arasında en son okuduğu dualardan biri de şudur:


اللَّهُمَّ! اِغْفِرْ لِى مَا قَدَّمْتُ، وَمَا أخَّرْتُ، وَمَا أسْرَرْتُ، وَمَا أعْلَنْتُ، وَمَا أسْرَفْتُ، وَمَا أنْتَ أعْلَمُ بِهِ مِنِّي، أنْتَ المُقَدِّمُ، وَأنْتَ المُؤَخِّرُ لاَ إلَهَ إلاَّ أنْتَ

“Allahümme! İğfirlî mâ kaddemtü ve mâ ehhartü ve mâ esrartü ve mâ a’lentü ve mâ esraftü ve mâ ente a’lemu bihi minnî, ente’l-mukaddimu ve ente’l-muahhiru, lâ ilâhe illâ ente” 

Ali (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığında teşehhüdle selâm arasında söylediği duâların sonunda: "Allah'ım! Yaptığım, yapacağım, gizlediğim, açıkladığım, aşırı gittiğim ve Senin benden iyi bildiğin bütün günahlarımı bağışla. Dilediğini (ileri) geçiren (dilediğini) geride bırakan Sensin. Senden başka hiç bir ilâh yoktur." derdi. 

(Müslim, Salâtü'l-müsâfirun:26 no:771, 1/534; Nevevî, el-Ezkâr; no: 175, 1/68) 

Kaynak: 4000 Maddede Cem Edilen SÜNNET MÜSTEHAB VE EDEPLER (1.CİLT), İKİNCİ TEŞEHHÜDDEN SONRA SELAM VERMEDEN YAPILACAK DUALAR, sa:447

İKİNCİ TEŞEHHÜDDEN SONRA SELAM VERMEDEN YAPILACAK DUALAR,



1221- Şu duayı okumak sünnettir.
اَللَّهُمَّ إنِّي أعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ و أعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَسيِحِ الدَّجَّالِ. و أعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ المَحْيَا وَالمَمَاتِ. اللَّهُمَّ إنِّي أعُوذُ بِكَ مِنَ الْمَأْثَمِ و الْمَغْرَمِ
Âişe (Radıyallâhu Anhâ) dan rivâyet edildiğine göre, Resûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) namazda (ikinci teşehhüdden sonra selâm vermeden evvel): "Ey Allâh! Kabir azabından Sana sığınırım; Mesih-i Deccâl'in fitnesinden sana sığınırım; hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Ey Allah! Günah işlemekten ve borçlanmaktan Sana sığınırım." diye duâ ederdi.

(Buharî, Sifetü's-salât:65, no798, 1/286; Müslim, Mesâcid:25 no:589, 1/412; Ebû Dâvûd, Salât:153, no:880,2/295)
   
Kaynak: 4000 Maddede Cem Edilen SÜNNET MÜSTEHAB VE EDEPLER (1.CİLT), İKİNCİ TEŞEHHÜDDEN SONRA SELAM VERMEDEN YAPILACAK DUALAR, sa:446-447

10 Ağustos 2019 Cumartesi

“Onlar, verilen şeyle ferahlandılar; biz de anîden ellerinden aldık; boşa düştüler.” (el-En’âm, 6/44)FETHU'R RABBANİ-ABDULKADİR GEYLANİ 2.meclis



2. MECLİS

Bu konuşma medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: 5 Şevval 545, Milâdî 1150.

Allah’a karşı aldanışın, seni O’ndan ayırdı. Bu aldanıştan dön. Başına vurulmadan bu hâlden ayrıl. Felâket gelmeden önce tedbir yollarını ara. Başına belâ akrepleri çöreklenmeden ve yılanlar başına üşüşmeden, kötü hâlinden çekil. Ama belâyı tatmadıktan sonra al­danman eksik olmaz. Bulunduğun hâl yalnız seni sevince boğmasın. Çünkü sevinç geçici şeydir. Allah Teâlâ bir âyet-i kerimede –meâlen- şöyle ferman buyurdu:

“Onlar, verilen şeyle ferahlandılar; biz de anîden ellerinden aldık; boşa düştüler.” (el-En’âm, 6/44)

Allah’ın indindekine kavuşmak, yalnız sabırla mümkün olur. O, her zaman sabırla emir buyurmuştur. Îman sahibinin çoğu hâli, sı­kıntı ile geçer. Elindeki şeyler çok bile olsa, yine de sıkıntı içindedir. Çünkü bağlanmış olduğu birçok prensipler vardır. Onları yerine ge­tirmek güçlüğü içinde kıvranır. Dünyada, ancak hiç bir prensibe bağ­lı olmayanlar rahat(!) eder. Onlar da hiç bir dine söz vermeyen din­sizlerdir. Allah’ın sevdiği kullar, belâya düştükleri zaman sabra ko­şarlar, ağlamaz ve sızlanmazlar. Îman sahipleri, belâ içinde dahi ol­salar iyi işleri ararlar. Bulundukları hâl, onlar için Hak katında de­rece arttırır.

* * *

Evet, sabır olmasaydı beni aranızda göremeyecektiniz. Ben, kuş avlayan bir çocuk gibi, her an sizinle konuşmak istiyorum. Buraya koşarak geliyorum. Gece olur, uyuyamam. Gündüzleri bu yüzden göz­lerim kapanık durur. Ayaklarım tuzağa tutulmuş gibidir. Allah Teâlâ, beni sizin için bu hâle getirdi. Ama yazıklar olsun ki, siz bu hâli anlamak istemiyorsunuz.

Eğer Hakk’ın muvafakati olmasaydı bu anlatılanlar olmazdı. Bir defa düşünün, aklı başında olan bir kimse, şu şehirde oturur mu? Kendi keyfine göre burada durması, içinde bulunan uygunsuz ve huy­suz kimselerle kalması kabil mi? Riya ortalığı kapladı. Zulüm arttı. Şüpheliler şöyle dursun haramları bile aldırmadan yapıyorlar.

Hakk’ın nimetlerine küfür çoğaldı. Kötülere ve bilcümle fenalık­lara yardım arttı. Çarşı-pazarı zındıklar -dinle alay edenler- kap­ladı. Kürsülerde şaraplar içiliyor. Hâlbuki orası hikmet kaynağı olmalı.

Eğer verilmiş bir hüküm olmasaydı, evinizde yaptığınız kötü iş­leri bir bir sayar dökerdim. Lâkin bana göre temel iş olan yavrula­rımın terbiyesi ve yetişmesi vardır. Durumunuzu söylersem aranız­dan hemen ayrılmam gerekir. Bu, her işi yarıda bırakır. Bugünkü hâlimde, geçmiş büyüklerin himmetine muhtacım. Peygamberlerin ruhaniyetine inanıyorum. Âdem (a.s) Peygamberlerden bugüne ka­dar gelen bütün büyüklerin sabrını istiyorum. İlâhî ve ruhanî bir kuvvete muhtacım.

Yâ Rabbi, lütfet, yardım et. Bizi rızana kavuştur. Âmin!

* * *

Ey evlat! Dünyada daimi kalmak için yaratılmış değilsin. On­da yalnız yiyip içmek için durmuyorsun. Bulunduğun hâli hemen değiştir. Bulunduğun hâlde Allah’ın sevmediği şeyler mevcuttur. Mücerret Kelime-i Tevhid’le yetindin. Taat olarak yalnız bununla yetinmek senin için iyi bir iş değildir. Bu, sana fayda sağlamaz. Bu­nu başka ibadetler de takip etmeli.

Îman, söz ve işten ibarettir. Mücerret îman sahibi olman seni düşmüş olduğun çukurdan çıkaramaz. Bu hâlinde ısrar eder; nama­zı, orucu ve diğer farz ibadetleri bir yana atarsan, sadaka tanımaz­san iyi olmaz. Bunları terk etmek senin için felâketten başka bir şey doğurmaz. Günah çukurundan tevhidin hangi harfi seni çeker, çıkarır?

“Allah’tan başka ilâh yok…” dediğin zaman bir dava peşine düşmüş oluyorsun. Her davada şahit isterler. Şahidi olmayan kay­beder. Bu durumda şahit; emirleri tutmak ve yasakları bir yana at­maktır. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü belâ ve mihnete göğüs gerip sabırlı olmak da bir şahit sayılır. Aynı zamanda bunlar senin için yol delili demektir. Söylediklerimiz yapılacağı zaman da ihlâsa sarılmak gerekir. Hiçbir söz amelsiz kabul edilmez. Ve hiçbir amel de ihlâs olmadan kabul edilir değildir. Peygamber’in (s.a.v) yolu, ihlâstan ibarettir.

* * *

Elinizde bulunan mallardan ihtiyaç sahiplerine verin. Kapınıza gelen dilencileri boş göndermeyin. Gücünüz yettiği kadar az veya çok bir şeyler vermeye gayret edin. Allah nasıl verdi ise, siz de öyle yapın. O’nun verdiği gibi verin. O’nun verdiklerini muhtaçlara dağıtarak şükür yolunu tutun. Hele bir bakın; size ne kadar bol ih­sanlar etmiş. Saymakla bitiremiyorsunuz. Bu hâlinizde düşkünleri gözetmek size gerekli değil midir?

Yazıklar olsun. Eğer kapına gelen dilenci bir hediye getirseydi hemen alırdın; bana mı, demezdin. Hiç geri çevirmek istemezdin.

Şu anda yanımda oturuyor ve sözümü dinliyorsunuz. Gözleri­nizden yaş da akıyor. Az sonra dışarı çıkıyorsunuz, sanki az önce öğüt dinleyen siz değildiniz. Ve gözlerinizden yaşlar akmıyor. Kalbiniz hemen katılaşıyor. Önünüze çıkan, hele bir fakir olunca, yanınıza bile yanaştırmak istemiyorsunuz. Bu anlatıyor ki, yalandan ağladın. Sözlerimi candan dinlemedin. Sözlerimi Allah için dinleme­lisin. Ve Allah için gözlerinden yaşlar akmalı!

Yanında işittiğin söz, ilk başta sırrına geçmeli. Sonra kalbine akmalı, daha sonra bütün duygularına sirayet etmeli. Hayra böy­lelikle varılır. Bana geldiğiniz zaman, ilminizi, dilinizi, nesebinizi bir yana atınız. Çocuklarınızı ve bütün tanıdıklarınızı bir yana bırakı­nız. Yanımda, sizleri Hak’tan gayrı her şeyden ârî görmeliyim. An­cak böyle yaparsanız, O sizi fazlı ve ihsanı ile örter. Bu hâli kendin­de benimsedikten sonra, iradesiz beslenen bir kuş gibi olursun. Kal­bine Hak’tan nur gelir. Buna işaret olarak Peygamber (s.a.v) Efendi­miz şöyle buyurur:

“Îman sahibinin ferasetinden sakının; çünkü o, Allah’ın ver­diği nurla bakar.”

* * *

Ey içi bozuk adam, îman sahibinden çekin. Onun yanına günah pisliği ile girme. Çünkü o, Allah’ın nuruyla her hâlini sezer. Derununda saklı şirki, küfrü ve nifakı anlar. Giydiğin elbise seni onların nazarından saklayamaz. Ne kadar örtülere bürünsen, onlar yine gö­rür. İyi görmekten mahrum olan, iyi olamaz. Sen bir hevesten ibaret­sin, hevâ peşinde koşanlara sen de karışmaktasın.

Dertli bir şahıs, arkadaşına şöyle sordu:

“Bu körlük, ne zamana kadar gider?” Öbürü cevap verdi:

“Tabip bulununcaya kadar!”

Yılıp usanmadan bir tabip ara. Bulunca başını önüne koy ve yalvar. O tabip için iyi düşün; kötülük yapacağı aklına gelmesin. Onu töhmet altına almak isteme. Gözün hiç görmüyorsa, yavrunu yanına al. Beraberce tabip kapısına yönel. Bıkma, usanma; onun kapısında bekle. Vereceği her ilâcı itimatla kabul et. Acı gelirse de dayan. Böylece hâlin düzelir ve gözlerin açılır.

* * *

Allah için gönlünü engin kıl. Bütün işleri O’na bırak. Yapılan şeylerden kendin için bir pay çıkarma. Nefse haddi aştırma. Onu if­lâs ayağıyla ez, halktan yana kapıları kapa.

O nefsin tek kapısı senin canibinde olsun. Her an nefsi yalnız bırakma. Her gün muhasebe et. Hatalara özür diletmeden bırakma. Her suçunu itiraf ettir. Sonra nefsi al, kendi varlığın varsa onu da bul, birlikte Hakk’a yönel. Fayda veya zarar, Hak’tan başkasından gelmez. Veren, alan, O’ndan gayrı değildir; buna inan. İnsan için en tatlı şey îmandır. Îmanın sonunda hayli iyi işler olur. Kalbin gör­mez tarafı kalkar. Kalbin ve ruh basiretin, hareket hâline gelir.

* * *

Ey evlat! Kaba elbise giymek iş değildir. Yemek ve içmek işini bir yana atmakta da iş yoktur. Asıl önemli şey, kalbin kötü şeyleri kabul etmemesindedir. Doğru olan, sofu libasını önce içine giyer, son­ra dışına… Bu libasını ruhuna sevdirir, iç âlemine teşmil eder, daha sonra bütün varlığına… Bu giyilen sofu libası, Hak yolcusunun iç âle­mini biraz sıkar; sabrı bulursa Hakk’ın rahmet eli onu kurtarır. Mevlâ’nın acıma ve esirgeme tecellisi onun bütün hâlini gülistana çevirir. Cümle sıkıntılı hâllerini giderir. Hak yolcusu, yolunu iyi se­çince, sahibi onu, bu kara balçık elbiseden çabuk alır. Ferah libasını giydirir. Belâ nimete, darlık genişliğe, korku emniyete döner. Uzak ol­maz; yakın olur. Fakirlik kaybolur, gönül ve ruh zenginliği onun ye­rini alır.

* * *

Ey evlat! Eline gelen nasibi hırsla alma, sakin olarak al. Ye­meğini mahzun olarak yiyen iyidir. Şen ve şatır olarak sofrasına ku­rulan pek iyi değildir; Mevlâ’sını unutmuşa benzer. Eline lokma al­dığın zaman, kalbini Hakk’a ver. Bu hâlle yediğin sana nur olur. Şer varsa sana dokunmaz. Bir ilaç, hekimin tavsiyesi ile alınırsa za­rarı yoktur. Kendi keyfine göre alırsan sonu bilinmez. Zararı birden gelir, seni tutar. Çarpılmışa dönersin.

Kalbinizdeki karartı beni hayrete düşürüyor. Aranızdan itimat çıkmış. Birbirinize karşı itimat etmez olmuşsunuz. Birbirinize acımı­yorsunuz. İlâhî emirler size emanet olarak bırakılmış; hâlbuki siz onu bir yana atmışsınız.

Sana yazıklar olsun, neden ahdini tutmuyorsun? Hak’la böyle mi ahdetmiştin? Bu hâlin devam ederse gözlerine yakında karasu iner. Ayaklarına ve ellerine inme gelir. Gezmek şöyle dursun, yerinden bile depreşmen kabil olmayacak. Allah’ın rahmet kapısı sana kapanacak. İnsanların kalbinden sana karşı kin ve nefret fışkıracak. Onların iyi düşünceleri senden uzak duracak. O zaman sana kim yardım eder?

İlâhî kudret ve kuvvet önünde başınızı esirgeyiniz. O’ndan çok korkunuz. O’nun kudretinden kurtulan yoktur. O’nun tutuşu şid­detli olur ve bir tuttu mu bırakmaz. O’nun sarsıntısına dayanmak, haddinize düşmemiştir. Afiyete belendiğiniz bir anda ve şen-şatır yaşadığınız bir demde yerin dibine geçersiniz. Şu gök kubbenin sa­hibi O’dur ve şu zümrüt zeminin Mevlâ’sı yine O’dur.

Şükürle O’nun nimetini saklamaya bakın. Emrini kabul edin. Ya­sak ettiği şeylerden kendinizi uzak tutun. O’nun cümle fermanını ba­şınızın üstünde gezdirin. Bir güçlük gelince sabır kalkanı ile karşı durun. Kolaylığı arıyorsanız, şükür lâmbasını elinizden eksik etme­yin. Sizden evvel gelenler böyle yaptı. Peygamberlerin ve iyilerin hâli böyle idi. Nimet gelince:

“Hoş geldi, sefalar getirdi!” derlerdi.

Belâ gelince de bağırmaz, çağırmaz, Allah’tan yardım talep eder­lerdi.

İsyan sofrasını hemen terk edin ve uzaklaşın. Taat sofrasına çömelin ve bol bol yiyin, için. Haddi aşmayın. Kolaylık karşınıza çıkınca şükre koşuşun. Sert bir işe çarpılınca, hatalarınızı hatırlayın ve istiğ­far edin. Nefsinizi hesaba çekin. Allah hiç bir zaman kullarına zulmet­mez.

Ölümü ve sonrasını düşünün. Yaratıcı’yı ve O’nun karşısında hesap vermeyi hatırlayın. Hatalarınız çıkınca O size nasıl bakar ve siz O’nun yüzüne hangi yüzle bakarsınız? İşte bu güç durumu dü­şünün. Ayık olun, bu uyku ne zamana dek devam edecek?

Bu bilgisizlik ve batıl içindeki bu tereddüt ne zamana kadar süre­cek? Nefsin arzularına ne zamana kadar uyacaksınız? Neden Hakk’a kul olup edep ve terbiye yoluna girmediniz? Ve neden Peygamber’e (s.a.v) uyup, onun yolunu tutmadınız? İbadet, gelip geçici şeyleri muayyen bir zaman terk demektir. Neden bu yola girip Kur’ân’ın ve Peygamber’in (s.a.v) sözünü tutmadınız, Allah yolunu bulmadınız?

* * *

Bilgisizlikle ve iyiyi kötüyü sezme kabiliyetine sahip olmadan halka karışma; onların işine burnunu sokma. Her şeyi iyi belle, son­ra gir. Onlara uyku ile karışırsan, aralarından teneşirle çıkarlar. Ayık ol. Bilgili ve basirete sahip ol. Onlarda iyi bir şey görürsen uy. Kötü hâllerini sezince de kaç. Elinden gelirse, yardım için, kötü iş­leri halktan uzak tut.

Siz tam manasıyla Hak’tan gafilsiniz. Hemen uyanmanız, gaflet hâlinizi bırakmanız lazım. Mescitlere girin. Orada Peygamber’e (s.a.v) salât ve selâm getirin. Korkmayın, orada sizi yiyen olmaz. Maneviyatı­nız kuvvet bulur. Afetlerden kurtulursunuz. Peygamber (s.a.v) Efen­dimiz:

“Gökten ateş yağınca, kurtulacak bir kişi de olsa, namaz eh­li olur.” buyuruyor.

Namaza durduğunuz zaman halkla ilginizi kesiniz. Hak’la olu­nuz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz:

“Kulun, Allah’a en yakın anı secde hâlidir.” buyuruyor.

Sana yazık oluyor. Nereye tevil ve ruhsat arıyorsun? Ne için kolaylık bekliyorsun? Bu hâlin nice zaman sürer? Tevil yoluna sa­pan, Hakk’ı inkâr ediyor demektir.

Vah bize! Azimet sahibi olarak Hak ve hakikatin peşinde koşsaydık bu hâle düşmezdik. İyi işler peşinden gitseydik Allah yardım­cımız olurdu. Bizi kurtarırdı. Nasıl oldu da böyle azimeti bıraktık? Gayret ve fedakârlık gitti. Fedakârlık kayboldu. Herkes işin kolayını arıyor. Ortalık riyakârla doldu. Görsünler ve desinler için iş yapılıyor.

Nifak işleri bol, kimsenin işi içine uygun olmuyor, özü ve sözü bir olan kalmadı. Ne olacak hâlimiz? Mallar haksız yere alınıyor.

Namaz kılan çok, hakikisi yok! Hacı desinler diye Kâbe’ye gi­diyor. Hareketleri niyetine göre olduğu için fayda bulamıyor. Bir iki iyi iş tutsa da kullar için yapıyor, Hakk’ı gözetmiyor. Şu devrin in­sanları için en ince iş, halkın peşinde koşmak oldu. Hâlık, gözlerinde yok. O’nun sevgisi ruhlarından silindi.

* * *

Hepinizin kalbi ölü, öldürdünüz kalbinizi. Yaptığınız hatalar onu perişan etti. Nefsinizi dirilttiniz. Hatalarınız buna sebep oldu. Şahsî arzularınız, her işin başında geldi. Yalnız dünyayı talep eder oldunuz.

Kalp, halkı aradan bırakınca diriliğe erer, Hak’la olur ve hayata kavuşur. Bu hâl, maddî bir tabir değildir. Hak’la olmak, emrine uy­mak demektir. Sözümüzün mânasını kavramanız gerek. Dış görü­nüşüyle anlamak, yerinde bir şey değildir. Sözlerimizin değeri ve tef­siri mânevîdir. Burada maddenin sözü geçmez.

Allah’ın emirlerine uyun. Yasaklarından kaçın. Kalbiniz böyle­likle dirilir. Onunla belâya dayanır. Sabredin… Kaza ve kader hü­kümlerine boyun eğin… Bunları yaparsanız, manevî hayatın kapı­ları size açılır.

* * *

Ey evlat! O’nun işlerine boyun eğ, sonra O’nunla ol. İşin iyiliği bundan sonra başlar. Her işin bir temeli vardır. Bina temelin üzeri­ne kurulur. Bu bina kolay kurulamaz. Üzerinde devamlı çalışmak icap eder; gece ve gündüz bir gaye uğruna harcanmalı. Aksi hâlde faydasız olur.

Sana acıyorum. Çok az düşünüyorsun. Tefekküre daldığın yok. İş­lerini düşünerek yap. Tefekkür kalpten olur. Kalbine yönel. Hâlini düşün. İyilik üzere isen hâline şükret. Aksi hâlde tevbe et, nadim ol. Hakk’a yalvar. Dinini, tefekkürle canlandırman kabil olur. Şeytan ve kötü duygular, iyi düşünce ile yokluğa gömülür. İşte Peygamberimi­z’in:

“Bir anlık iyi düşünce, bir gece sabaha kadar yapılan ibadet­ten hayırlıdır.” buyurması buna dayanır. Tefekküre geçmeden yapılan her iş uğursuzdur. İnsanı selâmete çıkarmaz. Bilakis batağa gömer.

Ey Muhammed (s.a.v) ümmeti! Allah’a şükretmeye alışın. O’na yapılan ibadet, az da olsa, makbul olur. Zaten sizden önce gelenlere nispetle yaptığınız kulluk çok azdır. Bu sebeple yaptığınız hâlis ol­malı, böyle olursa çok olur. Yeter ki, Hak yolunu candan tutasınız. Siz sonra geldiniz; ama kıyamet günü diğer ümmetlerden önce kalkacaksınız. Bu, sizin için bir fazilettir. Sizden iyi olanın iyiliğine ye­ter yoktur. İyilikte kimse onu geçemez. Sizler şahsınız. Diğerleri sizin tebaanızdır.

Doğru ol. Nefsin otağına yerleşip kaldığın müddetçe doğruyu bulamazsın. Tabiî ve şahsî arzuların eteğine tutunup koştukça hay­rı göremezsin. Mademki halkın elinde olanı zorla kapmak emelini besliyorsun, doğruluk bekleme. Nifak, riya, benliğinin derinliğine sahip durdukça huzur bulamazsın. Doğruyu sezmen kabil olmaz.

Dünyalık işlerin ardından seğirtip gittikçe, gözlerini hırs bulut­larından ayırmadıkça, iyilik bekleme. Âhiret işlerinin esenlikle geç­mesini dileme.

Hakk’ı ve hakikati bir yana atıp Allah fikrini değil, şeytan fik­rini ruhunda beslemeye heves ettikçe, hayır kapısı sana kapalı du­rur.

Allah’ım, senin varlığınla bize iyilik ver. “Dünyanın ve âhiretin güzelliğini nasip et. Bizi ateşte yanmaktan sakla.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!
FETHU'R RABBANİ-ABDULKADİR GEYLANİ,

5 Ağustos 2019 Pazartesi

Fethu'r Rabbani, Abdulkadir Geylani Hazretleri 1.Meclis



Fethu'r Rabbani - Abdulkadir Geylani Hazretleri

1. MECLİS

Bu konuşma, pazar sabahı Ribât’ta (*) yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 3 Şevval 545, Milâdî 1150.

Kader başa geldiği zaman gönderene kafa tutmak, inancı öldü­rür, tevhid -Allah’ı birleme- nurunu söndürür, tevekkül ve ihlâsı yok eder.

Îman sahibinin kalbi, “niçin ve neden oldu” gibi sözleri bilmez. Belki “şundan veya bundan oldu” gibi yersiz lafları da dile getir­mez. Bildiği tek şey vardır, o da;


“Baş üstüne, hoş geldi, sefalar getirdi!” diye karşılamaktır.

* * *

Nefis, tümüyle muhalefet safında durur. Durmadan niza çıka­rır, daima karışıklık ister. Onun ıslahını dileyen, cihad ehli olsun. Ta şerrinden emin oluncaya kadar. O nefis, şer içinde şerdir. Onun­la cihad edersen emin olabilirsin. Neticede göreceksin ki, hayır için­de hayır oluyor. Cihad devam ettiği müddetçe, onu her iyiliğe uyar bulursun. İbadetleri hoşlukla yapmaya koyulur. Ve bu uyarlık mü­kâfatı olarak şu ilâhî hitap ona gelir:

“Ey mutmainne -sakin, Hakk’a uyar- nefis, Rabb’ine dön! O, senden razı; sen de O’ndan hoşnut olarak!” (el-Fecr, 89/27-29)

Bu cihad sonunda, nefse itimat caiz olur. Çünkü şerli yönü ıs­lah olmuştur. Nefsi halkın eline bırakma! Ta ki, manevî pederi İb­rahim’e (a.s) nispeti yerinde olsun.

O ki, nefsi bir yana atmıştı. Ve herkesten ayrı tutmuştu. Şahsî hevesini söndürmüştü. Boşlukta uçuyordu. Bütün varlığı ile sakin­di. Her şey onu ateşten korumaya geliyordu. Ama onun bunlara al­dırış ettiği yoktu. Allah’tan başka kimseden talebi yoktu.

“O’nun hâlimi bilmesi, bana yeter!” diyordu.

Çünkü tam teslim olmuştu. Hakkiyle tevekkül etmiş, Rabb’ın za­tına sığınmıştı. İşte bu sığınmadır ki;

“Biz ateşe, ‘İbrahim’e yakıcı olma, serin ve selâmet üzere ol!’ dedik.” (el-Enbiyâ, 21/69) mealinde gelen ilâhî fermanın inzaline sebep oldu.

Sabırlı kullara, Allah’ın bu dünyada hesapsız yardımı olur. Âhirette ise sayısız nimetleri… Şu âyet-i kerime sözümüze şahittir:

“Sabırlı kulların mükâfatı bol ve hesapsız verilir.” (ez-Zümer, 39/10)

Sabırlı kulların bu âlemde çektiği cefa, O’nun gözünden kaçmaz.

Siz, bir an olsun O’nun uğruna sabır yolunu tutun; yıllarca ecrini alırsınız. Zaten ömür boyunca “Kahraman” lakabıyla gezen, onu, bir anlık cesaret sonunda almıştır.

“Allah sabırlı kişilerle olur.” (el-Bakara, 2/153) Bu oluş, maddî bir terim değildir, manevîdir. Sabırlıyı Allah zafere ulaştırır, yardımını bol eder. Siz sabra devam ettikçe her an yardımcınız O olur. Yeter ki, O’na bağlanmayı ve O’nun varlığına sığınmayı bilesiniz. O’nunla sabredin, O’nunla ayık olun; gaflet uykusundan uyanın.

Uyanmayı, ölüm anına bırakmayın; önceden uyanın. Biliniz ki, o anda uyanmanız sizi felâketin kucağından çeviremez. O’nun huzu­runa varmadan uyanın. O’nun şedit emirlerini duymadan gözleri­nizi açın. Sonra pişman olursunuz; ama ne çare ki, faydasız olur.

* * *

Kalplerinizi ıslâh etmeye çalışın. Çünkü onun salâh bulması, bütün varlığın salâha ermesi sayılır. Bu mevzuda, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu hadîs-i şerifini anlatmak yerinde olur:

“Ayık olun, insanda bir et parçası vardır. O iyi olunca, bü­tün duygular güzelleşir. O fesada uğrarsa bütün duygular iyiliğini kaybeder. İşte o et parçası ‘kalp’tir.”

Kalbin salâhı; takva, tevekkül ve bütün işlerde ihlâs sahibi ol­makla mümkündür. Fesadı ise; bunların yokluğu ile olur.

Kalp, şu bünye kafesinde bir kuş gibidir. Ve bir şişe içinde sak­lı inciye benzer; hazinede gizli, muteber bir meta gibidir. Bakıla­cak şey, kafes değil, içindeki kuştur. İçindeki inciye bakılmalıdır, şi­şeye değil. Hazinedeki muteber nesne dururken, duvarına, kerpicine bakmak neye yarar.

Allah’ım, duygularımızı itaatinde kullan. Kalplerimizi marifet nurunla doldur. Hayatımız boyunca yolunda kalmak için bizlere ba­şarı ihsan eyle! Bizleri geçmişteki iyilere kat. Onlara verdiğini bi­ze de nasip et. Onlara zatını vermiştin; bize de ver! Âmin!

* * *

Ey cemaat! Allah yolunda olun. Sâlihler böyle yaptı da erdi. Siz Allah yolunda olursanız, O da size yardımcı olur. Sâlih kişiler, hak yolda böylece erdiler; bir an bile ilâhi yardım onlardan kesilmedi.

Hak katından çıkacak kararların lehinize olmasını arzu ediyor­sanız, O’nun itaatine koşun. O’nun yolunda sabırla devam edin. Yap­tığı işlere boyun eğin. Hakk’ın hükmü ne olursa olsun, razı olun. Gerek size, gerekse başkasına bu yolda her ne ki geldi, uhdenize dü­şen razı olmaktır, teslim olmaktır.

Allah yolcuları dünyayı bir yana attılar. Kısmetlerini alırken takva eli ile aldılar. Bu arada verâ -şüphelileri bırakma- hâlini de bir yana atmadılar. Bu hâli benliklerine sindirdikten sonra öbür âlemi istediler. Bu işleri bitince, âhiret yolculuğuna hazırlık yapmaya koyuldular. Nefislerine karşı isyan bayrağını çektiler. Yaratanları önünde boynu bükük ve itaat ehli oldular. Onların vazifesi, önce ne­fislerini yola getirmek, sonra başkalarını. Önce özlerine öğüt verdi­ler; sonra da başkalarına.

Ey evlat! Önce nefsine öğüt ver. Onu yola getir; sonra da başka­larını. Sana nefsin özelliklerini bulmak başlıca vazifedir. Bunu yap­madan başkasına gitme. Senin, henüz ıslaha muhtaç hâllerin vardır. Bunu sen de biliyorsun. Yazıktır; bunu bildiğin hâlde, gayrın ıslahı sana nice nasip olur? Gözlerin bir adım öteyi görmüyor. Körleri ne­yinle yola getirmek sevdasındasın? İnsanları, ancak ileri görüşlü ve basiret sahibi olanlar yola getirebilir. Daimî dalgalarla kabaran de­nizden ancak Mahmûd (s.a.v) -Peygamberimiz- kurtarabilir. Ve onun hakiki vârisleri… İnsanları Allah’a, Allah’ın irfan ve tam îman nasip ettiği kimseler götürebilir. Ama onun hakikî ilminden ve irfanından nasibi olmayanlar, öncü olamazlar.

Hak tasarrufundan sana laf açmak düşmez. Sana gereken; O’nu sevmek ve O’ndan gayrı kimseden korkmamak. Ve bütün işleri O’nun uğruna görmek… Bunlar kalple olur. Dil gürültüsüne getirip söze boğ­makla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Herkesin için­de iddia etmek yakışmaz. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasın­da söylediğin sözleri, yalnız kaldığın zaman da söylüyor musun? Ay­nı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman kabil oluyor mu? İşte, en önemli iş, bu oluyorsa mesele yok! Kapı önünde tevhid, içeri girince de şirk! Yakışır mı? Bu, nifak alametidir. İçi bozuk olma­nın ta kendisidir.

Acırım sana. Sözün ittikâ -kötülükten sakınma- dan açılıyor, kalbin ise fitne çıkarmaya meyyal. Şükrü dilinden bıraktığın yok; ama kalbin daima itiraz hâlinde. Allah Teâlâ bir kudsî hadiste şöyle bu­yurur:

“Ey insanoğlu, iyiliğim sana daima inmekte; ama senin de kö­tülüklerin bana gelmekte… Bu nasıl oluyor?”

* * *

Tehlikede olduğunu görüyorum; acıyorum. Allah’a kul olduğunu iddia ediyorsun, ibadet ederken de kalbinde başkasını saklıyorsun. Hakiki mânada O’na kulluk etseydin, O’nda yok olurdun. O’nun var­lığında erir, kaybolurdun.

Tam îmana sahip olan, nefis şeytanına boyun eğmez. Şahsî arzu­larına uymaz. Aslında îman sahibi, nefis denen bir şeye hak tanımaz. Hakkı tanınmayan ve bilinmeyen bir varlığa nasıl boyun eğilir ki? Hele kötülüğü herkesçe müsellem olunca… Îman sahibi, Rabb’inden başkasına inanmaz ve varlık tanımaz, O’nun gayrını bir yana atmış­tır. Hele dünyalık şeylerden hiç hoşlanmaz, öbür âlemi arzular. Bu hâle eren, elbette ki Mevlâsı ile olur. Bütün kulluğunu O’nun uğruna yapar. Cümle vaktini O’nun yolunda geçirir.

Îman sahibi, can kulağı ile şu ilâhî hitabı işitmiştir:

“Onlar yalnız Allah’a kullukla emrolunmuşlardır. Din yolun­da pak ve ihlâs sahibi olarak.” (el-Beyyine, 98/5)

Varlığında beslenen halkı, Hakk’a eş etmekten sakın. Allah’ı tevhid et. Çünkü bütün eşyanın yaratıcısı O’dur. Her ne varsa hepsi O’nun elindedir. Ey O’nsuz şey arayan adam, başta aklını ara! Sen aklını yitirmişsin. O’nun hazinesi dışında bir şey var mı? Şu âyet-i kerimeyi iyi dinle:

“Bize göre, saklı hiçbir şey yoktur. Her şey bize malûmdur.” (el-Hicr, 15/21)

* * *

Ey evlat! Kader oluğu altında uyu. Uyurken sabra yaslan, önce uyur görün, sonra tam uykuya dalar, hakikate erersin. Kurtuluş yo­lunu gözeterek kulluğa devam et. Böyle devam ettikçe, iyilikler akar, gelir. Yazılandan gayri gelmez. Bu arada iyi olmayacağını sandığın şeyler de gelebilir. Tam arzu ettiğin de gelir; hepsini hoş gör.


* * *

Ey cemaat! Kadere uyun. Bu yolda hayli emek sarf eden Abdulkâdir’e dönün. Onun tuttuğu yolu siz de benimseyin. Kader, yolun­da boynu eğiklerden olduğum için beni Kâdir’e -Allah’a- ulaştırdı.

Geliniz, varlığımızı bir yana atarak O’na koşalım. Bu yolda biraz da perişanlık çekelim. Halk bizi rezil (!) görsün. Ne çıkar! Biraz zah­met çeksen, O’na vardıktan sonra hepsi geçip gider. İçimize ve dışı­mıza sultan kesilen nefsimizi Hak yoluna çevirelim. Cihan Şahı’nın elçisine başvuralım. Onu gönderenin hatırı için elini eteğini bırakma­yalım. (Peygamber’i kastediyor. Peygamber’e ulaştırıcı ve kavuşturu­cu olması sıfatıyla kendini kastetmesi de muhtemel) Tazim bizi kü­çültmez. Bilakis yükseltir. Size bir elçi gelse sözlerini dinlemeden ka­pıya mı koyarsınız? Tecrübe etmeden itimatsızlık mı beyan edersi­niz? Onu sevin ve ona bağlanın. Bunu yaparsanız, Hakk’ın sohbeti­ne erer, iyilik kaynağını bulursunuz.

İşte, dediklerimi dinle, göreceksin ki velayet derecesi kapıda se­ni bekliyor. Sen onu aramasan dahi o seni bulur. İlâhî ilim denizin­den doya doya içmen böylece kabil olur.

O’nun fazilet kapısına anlattığımız yoldan gidilir. Başka yol yok­tur. Fazilet sofrasına böyle oturmak kabil olur. O’nun rahmeti, kade­re uyana gelir. Bu hâlin sahipleri teklerdir. Milyonda bir çıkar. Her soyda ve her kabilede bir tane ancak çıkar. Belki de çıkmaz.

Takva hâli sana gerekli iştir. Allah yolunun gerçek erlerine uy. Nefsine uyar olma. Şeytan ve kötü arkadaşlarından kaç! Îman sahibi, bunların cihadından fariğ olmaz. Bunların elinden kurtulup başını dışa çeviremez. Nefisle cihad etmekten alnının teri kurumaz. Onun üzerinden ne zırhı çıkar, ne de atının eğeri sökülür.

O büyükler, uykuyu yenmek için uyurlar. Nefse karşı çarpış­mak için yerler. Zaruret olmadan konuşmazlar. Onlara âdet, sus­maktır. Ancak Rabb’lerinin kaderi onları konuşturur. İlâhî fiiller onları konuşturur; onlar bunun farkına varmazlar. Benlikleri ölmüş­tür. Yarın kıyamet olduğunda duyular nasıl konuşursa, burada on­lar öyle konuşur. Onları Allah konuşturur, Allah herkesi konuştur­maya güçlüdür. Sebepler yaratılır; onlar da konuşurlar. Herhangi bir iş için onların kullanılması gerekince, sebepler hazır olur.

Allah’ın dileği üstündür. Arzu ettiği şeyi yapar. O büyüklerin bu şekilde konuşmaları bir hikmete dayanır. Peygamberlerin vefatı sonunda, yerlerini bu büyükler aldı. Bir hüccet olarak konuşurlar. Her konuşmaları bir hükme dayanır. Yarın kıyamet günü olunca, halkın özrü kalmaz. Çünkü müjde ve çekinme mevzuunda, her sö­zü bu büyükler beyan etmiştir.

Peygamberlerden sonra halk, yararını onlardan öğrenecektir. Peygamberimiz:

“Bilginler, Peygamberlere vâristir.” buyuruyor.

Asıl veraset, yukarıda anlattığımız ve daha anlatacağımız huy­ları benimsedikten sonra başlar.

* * *

Ey cemaat! Allah’ın nimetlerine şükredin. Sizde bulunan nimet­leri O’ndan görün. Çünkü yaratanımız buyurdu:

“Sizde bir nimet varsa, o Allah’tandır.” (en-Nahl, 16/53)

Hani O’nun nimetlerine şükrünüz? Hâlbuki O’nun iyilikleri si­zi sarmıştır. Nimetleri içinde dönüp duruyorsunuz.

Hâlin nicedir, iyiliği başkasından gören çaresiz! Bir taraftan iyiliği Allah’tan başkasına mal edersin, beri yana döner, nimeti az bulursun! Size gerekmeyeni, yaramazı neden beklersiniz? Allah’ın verdiği kuvvet ve kudreti O’na isyanda harcamanıza sebep ne?

* * *

Ey evlat! Yalnız kaldığın zaman, seni kötü işten koruyacak duyguya muhtaçsın. Ayak kaymasını önleyecek tedbirin olmalı. Hak­k’ın her an seni kontrol ettiğini içinden sezmelisin. Bu düşünceler varlığını sarmalı. Anlattıklarımıza şiddetle ihtiyacın vardır. Benliği­ni bu öğütlerle donattıktan sonra nefisle cenge çıkman kabil olur.

Halk arasında büyük olarak tanınan kimseleri ufak bir hata yıkabilir; zahidleri şehvetler perişan eder. Ebdâlleri, maddî varlı­ğını manevî varlığa katmak isteyenleri, yersiz düşünce süründürür. Bilhassa yalnızlık hâllerinde, kötü fikirlerden kendilerini korumala­rı gerektir.

Doğruların yıkılışı bir an işidir. Çünkü bunlar şahın kapısın­da beklerler. Tek tek halkı Hakk’a çağırmaya memur edilmişlerdir. Onlar, mahlûkata şöyle hitap ederler:

“Ey kalpler! Ey Ruhlar! Ey insanlar ve cinler! Hak yolunu isti­yorsanız bana gelin! Gelişiniz kalp adımı ile olsun. Takva ve vera’ caddesinden aşın, gelin. Dünyayı bırakın. Âhireti bir yana atın. Mevlâ’nızdan başkasını düşünmeyin. Bana bu duygularla dolarak gelin!

İşte, bize uyanlar böyle olur. Gayretleri sayesinde yerle gök arasındaki boşluk dolar.

* * *

Ey evlat! Nefsi bir yana at. Şahsî arzularından geç. Yukarı­da, azıcık vasıflarını anlattığımız er kişilerin ayakları altında toz ol, toprak ol! Onlar ellerini birbirine vurduğu zaman gözden kaybolacak kadar küçül!

Hak, hem Aziz, hem de Yüce’dir, ölüyü diriltir. Dilediği an di­rileri de öldürür.

İbrahim (a.s) Peygamber’in ana, babası küfürle gitmişti. O, iki ölüden diri çıkardı. Onlardan koca bir İbrahim Peygamber doğ­du. Îman sahibi diridir. Küfür ehli ölü sayılır. Allah’ı tevhid nuru ile bilen diri; müşrik ise ölüdür. Allah Teâlâ, geçmişteki peygam­berlerine indirdiği bazı kitaplarda şöyle buyurdu:

“İlk defa şeytan öldü; çünkü bana karşı geldi. Bu yanlış iş, onun sonsuz yıkılışına sebep oldu.”

* * *

Artık yaşadığımız zaman, son demlerini geçirmektedir. Ortalığı yalan, nifak tohumlan kapladı. İçi dışına uymayan kimselere ya­naşmayın. Yalancı ve insanları doğru yoldan saptıran kişilerden uzak durun. Onların kılığı deccal kılığıdır. Tipleri şeytana benzer. Bu vasfı onların, yalnız dış cephelerinde aramayın. İçlerini biraz se­zecek olursanız, onların fenalığını hemen anlarsınız. Kendi iç bün­yende de bulabilirsin. Nefsin de şeytan kılığına girip seni azdırabilir. Onun da bir vasfı, deccal’dır. Onları da ıslaha çalış. Kötü arzu­larını da yenmeye gayret et. Nefsin fenalığını düşünmeden başka­sını kötülersen, “sana yazıklar olsun!”, derim. Varlığında her cins kö­tülük saklı; münafıklık, aldatıcılık, daha birçok fenalık onda var­ken başkasına sataşman ne gerek? O ayrıca Allah’a şirk de koşu­yor; bunu bildiğin hâlde neden göz yumuyorsun?

Nefsine muhalif ol. Ona uyma. Onu kuvvetle bağla, çözme. Onu hapset. Yalnız hakkı kadar ver. Fazla verme, sonra azar, baş ede­mezsin. Her zaman onunla mücadele et ve onu yenmeye çabala.

Şahsî arzularına bin. Onlar sana yük olmasınlar; işte buna meydan verme. Tabiî hevâyı yık, yeniden yap. Onun aklı yoktur. Küçücük çocuğa benzer. Gözleri de kördür. Gideceği yolu sen göster. Ondan bir şey de öğrenmen mümkün değildir; kendi bildikle­rinden ona belki öğretebilirsin. Öğrenmek istemez, ama hissen iyiye yanaşabilir. Aksi hâlde ondan kabul edeceğin her hareket, senin ebedî yıkılıp gitmene sebep olur.

Şeytana nasıl yakın oluyorsun? O, senin düşmanındır. Aranı­za bir kan davası girmiştir. Babanı öldürdü. Anneni kandırdı. Âdem Baba ile Havva Ana’ya neler etti. Bilirsin, ama yine ondan ayrı ol­muyorsun. Kork, sonra onlara yaptığını, sana da yapar.

Elindeki silah takva ve tevhid olsun. Yalnız hâlinde şüpheli iş tutma. Allah’tan yardım dile. Doğru olmak ve yardım dilemek, se­nin askerlerindir, işte silâh, işte asker, kumanda edebilirsen ne âlâ; yoksa yanarsın. Bunlar sana yeter. Gayret et, şeytanı da, nef­si de, kötü duyguları da yenebilirsin. Hak’tan yardım diledikçe, O seninledir. Bu olduktan sonra nasıl başarı elde edemezsin ki?

* * *

Ey evlat! Bir eline dünyayı, öbür eline de âhireti al. İkisini yan yana getir. Bir yere yerleştir. Aralarından çık. Mevlâ’na yönel. Tek olarak Hakk’a yönel. Kalbin çıplak olsun; onda ne dünya; ne de âhiret bulunsun. Hiç biri olmamalı.

Mevlâ’ya yöneldiğinde, sivâdan -Hak’tan gayrı işlerden- so­yun. Yaratan ile yaratılmışları karıştırma. Hâlık’ı bırakıp halk ile olma. Bütün sebeplerden kesil. Yaratıcılık iddia edenleri yere vur. Bunları yap, sonra dünya ile âhireti bıraktığın yere git; dün­yayı nefsine ver. Âhireti kalbine koy, Mevlâ’yı da sırrında sakla.

* * *

Ey evlat! Nefisle olma. Kötü arzuyla olma. Dünya ile olma. Âhireti de bırak. Hakk’ın gayrı bildiğin her şeyden silkin. Bunları yapabildiğin an, tükenmez hazineye erersin, sonsuz hazine dedikle­ri budur. Hidayet bu yolda olur; oraya erersen ölmek senin için muhal sayılır.

Günahtan dön. Koşar adımla efendine git. Tevbe edeceğin za­man dışını ve içini temizle. Tevbe ilk defa kalple olur.

Tam ve pürüzsüz dönüşle Mevlâ’na sarıl; günah libasından çık. Mecazî mânada değil, hakikî mânada Allah’tan utan. Bunlar kalp işidir; olması için kalbin temiz olması şarttır. Peygamber’in göster­miş olduğu yola girmek gerekir.

Kalıbın kendine has işi vardır. Kalbe de has olan bazı işler bu­lunur. Sebep kisvesinden soyunmak, kullara dayanmamak, kalbin yapması gereken şeydir. Kalp, tevekkül denizinde yüzer. Allah bilgi­sini varlığına sindirir. O’nun sonsuz ilim denizine dalar. Sebebi bıra­kır. Sebebin asıl sahibini arar. Bu durumda vasat hâlde bulununca­ya kadar zahmet çeker. Sonra içine döner ve şöyle der:

“Bizi yaratan, doğru yolu gösterir.” (eş-Şuârâ, 26/78)

Sonra yoluna devam eder. Yerleri aşar. Sahilleri dolaşır. Sonra… Sonra, doğruyu bulur. Yolunu aydınlık kaplar. Allah’a hakiki mânasıyla inanır. Yolunu kesen engeller yok olur.

Hakk’ı arayanın kalbi, mesafeleri aşar. Her adımda görüşü ötelere geçer. Yürüdüğü yolda korkulu bir şey gelse, îman kalkanı onu sak­lar; ona şecaat duygusu verir. Korku buharı kalmaz, ateş korları yok olur, emniyet nuru gelir; yakınlık sevgisini benliğinde bulur.

* * *

Ey evlat! Başına bir iş gelecek olursa, sabır eli ile karşıla. Şi­fa buluncaya kadar dur. Bağırma, çağırma. Şifa gelirse, şükür eli ile al. Bu hâle geldiğin zaman, en güzel şeyi bulmuş olursun.

Cehennem korkusu, îman sahiplerinin ciğerlerini parçalar. Renk­lerini değiştirir. Kalpleri mahzun olur. Bu duygu sonunda Allah’ın rah­met suyu üzerlerine saçılır. Lütuf hoşluğuna kavuşurlar. Âhiret kapısı onlar için açık olur; sevdikleri makamı görür ve sonunda oraya yerleşirler. Bir zaman rahat edip huzur bulduktan sonra, bu defa Celâl per­desi açılır. İlk korkudan daha büyük bir ürperme hâsıl olur. Kalpleri Hakk’a doğru uçmaya başlar. Bu devir de biterse, Cemâl kapısına yol açılır. Artık bulacaklarını bundan sonra bulurlar. Sakin ve emin olur­lar; fakat bu emniyet ilk defadan çok üstün ve hoş olur. Dereceler bir bir artar, perdeler arka arkaya açılmaya başlar. Duyguları yeni yeni şeyler sezmeye koyulur, çünkü Hakk’ın tam yakını olmuş olurlar.

* * *

Ey evlat! Gayretin yemek, içmek ve evlenmek olmasın. Bunların tümünü gönlünden çıkar. Gayen bunlar olmasın. Çünkü hepsi nefsin arzularıdır. Tabiatın gereği sayılır. İlâhî kuvvet, bunlarla seni bula­maz. Bunlara kapılırsan kalbin hakikî isteği nerede kalır? Onlar, Hakk’ı ararlar. Sana da iç âlemin isteği gerek. Bütün gayretin en çok lâzım olana olmalı. O en lüzumlu olan ise Allah’tır. O’nu ara. Allah ve O’nun katında olan sana yeter.

Her şeyin bir karşılığı olur. Dünyaya âhiret, yaratılmışlara ise Yaratan bedeldir. Dünyayı kalbinden atarsan yerini âhiret alır; halk bir yana bırakılırsa onun yerini Hak alır.

Şu günün, ömrün için son olduğunu bil. İşlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana yeter. Öbür âleme hazırlık yap. Ölüm meleğini can­dan bekle. Onun gelişi seni sevindirmeli.

Îman sahiplerine dünya, pişme ocağıdır. Âhiret onları hazır bek­ler. Hakk’ın gayreti onların kapalı perdesini açar. Onlarda Tekvin -istediğini yapabilmek- sıfatı tecelli eder. Bu, öbür âlemde olma­sı gereken bir vasıftır. Ama onların dünyası da bir âhiret olur. Dün­ya ile âhiretin onlara bir değişik hâl getirmediği de, ayrıca iddiası gerekmez bir gerçektir.

Yalancı! Allah’ı sevdiğini belirtiyorsun. Nimet hâlinde “Allah!” de; sonra da kaç, kaybol; bu yakışır mı? Belâ geldi mi, sanki ilâhî duyguların sönüyor ve sen çırpınıyorsun. Allah’ı yalnız iyilik içinde mi anacaksın? Belâ karşısında dağ gibi olmalısın. Allah sevgisi o zaman belli olur. Bu duygudan mahrumsan hiçsin. Bu yol, içi bozuk­ları hemen açığa çıkarır. En ufak bir değişik hâl, iç âlemi perişan etmeye yeter.

Bir adam Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e geldi:

“Seni seviyorum, yâ Rasûlallah!” dedi. Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“O hâlde fakirlik hâline razı ol!” Bir kişi yine geldi:

“Ben Allah’ı seviyorum!” dedi. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buna da şunları söyledi:

“O hâlde, belâ gömleğini giy. Allah ve Peygamber sevgisini fakirlik hâli ve belâ takip eder.”

Bundandır ki, birçok iyiler şöyle derler:

“Belâ velilere -Allah dostlarına- gelir. Ta ki, bir iddia pe­şinde koşmayalar. Böyle olmasaydı herkes velilik iddiasında bulunurdu.”

Allah, belâ anında dimdik durmayı iyilere verdi. Fakirlik ve ihti­yaç hâli ise bu sevginin gereğidir.

“Yâ Rabbi, bizi ateşten koru. Dünyada iyilik, âhirette yine iyi­lik ver.” (el-Bakara, 2/201)


* Ribât’ın birkaç mânası vardır. Tekke, hânikah, konak, menzil, kervansa­ray, han gibi. Buradaki mânası tekke olsa gerektir.
Fethu'r Rabbani
Abdulkadir Geylani Hazretleri

3 Ağustos 2019 Cumartesi

Yatsı namazının son sünnetini dört olarak kılmak da ayrı bir sünnettir


420- Yatsı namazının son sünnetini dört olarak kılmak da ayrı bir sünnettir.

"Her kim yatsı namazının son iki rekâtını dört rekât olarak kılacak olursa sanki kadir gecesinden dört rekât teheccüt kılmış gibi olur."

(İbn Ebî Şeybe, el-Musannef bab: fî erbai rekeatin bade'l-iş'a, no:7351)

Netice olarak öğlen ve yatsı namazlarının son sünnetlerini dört rekât olarak kılmanın fazileti hakkında eser varit olmuştur. Her ne kadar iki rekât olarak kılınması güzel ise de dört rekât kılınması daha bir güzeldir.

Kaynak:4000 Maddede Cem Edilen SÜNNET MÜSTEHAB VE EDEPLER (1.CİLT), NAFİLE NAMAZLAR ve SÜNNETLERİ, sa:420

2 Ağustos 2019 Cuma

Umre Sünnetleri




807- Umre yapmak sünnettir.

Cabir'den (Radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e umrenin vacip olup olmadığı sorulduğunda "Hayır umre yapmanız daha iyidir" buyurdular. Bu hadis hasen ve sahihtir. Bazı alimlerin görüşü de bu yöndedir.
Fakihler: "Umre vacip değildir" demişlerdir.

(Sunenü't-Tırmizî, Bab Ma cae fi'l-u'mretie-vacibetün hiye ev sünnetün,88 no:931)


808- İmkânı olan için birden fazla umre yapmak sünnettir.


Katade (Radıyallahu anh) anlatıyor: Enes'e (Radıyallahu anh) Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kaç umre yaptığını sordum. Şöyle cevap verdi: Dört umre yaptı. Müşriklerin kendisini Mekke'ye girmekten men ettikleri (altıncı hicret yılının) Zu'l-ka'de ayında yaptığı kaza umresi; zannedersem Huneyn ganimetini taksim ettiği zaman olan (hicretin sekizinci senesindeki) Ci'râne umresidir."

Ben ona Peygamber Efendimiz
(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kaç hac yaptığını sordum? "Bir" diye cevap verdi.

(el-Buhârî, Bab: Kem i'temera'n-Nebiyyu Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem, 26, no: 1778)


809- Ramazan ayında yapılan umre hac kuvvetinde sünnet olan bir ibadettir.


Atâ'dan rivayetle İbn Cüreyc
(Radıyallahu anh) anlatıyor: İbn Abbas (Radıyallahu anh) adını söylediği fakat benim unuttuğum Ensardan bir kadına Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle demiş: Seni hac yapmaktan men eden şey nedir? Kadın: (Kocası ve oğlunu kastederek) falanın babası ve oğlunun iki devesi vardır. Bunlardan birine binip hacca gitti, diğeri ile arazimizi suluyoruz dedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz
(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ramazan geldiğinde umre yapınız. Zira Ramazanda yapılan umre bir hacdır veya buna benzer bir söz söyledi.
(el-Buhârî, Bab: Umretun fi Ramazan, 4, no: 1690)


810- Zilkade ayında umre yapmak sünnettir.
Hemmam (Radıyallahu anh) anlatıyor: Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) dört defa umre yaptı. Bunlardan yalnız haccı ile birlikte yaptığı umre müstesna, diğerleri hep Zülkade ayındadır. Hudeybiye'den dönüşteki umre, ertesi yıl yaptığı umre Huneyn ganimetlerini dağıttığı yer olan Ci'rane'den yaptığı umre ve haccı ile beraber yaptığı umre"

(el-Buhârî, Bab: Kem i'temera'n-Nebiyyu Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem, 30, no:1780)


811- Umre ihramına Ten'im'den girmek sünnettir.

Aburrahman b. Ebubekir'in (Radıyallahu anh) verdiği habere göre; Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)ona (kız kardeşi) Hazreti Aişe'yi (Radıyallahu anh) devesinin arkasına bindirip Tenim'den umre yaptırmasını emir buyurmuştur.
(el-Buhârî, Bab: Umretu't-Teni'mi, 6, no: 1784)

812- İmkânı olan için umre ihramına Beytü'l-Makdis'ten girmek, fazileti çok olan sünnetlerdendir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in zevcesi Ümmü Seleme (Radıyallahu anh) anlatıyor: Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular: Kim Beytü'l-Makdis'ten umre ihramına girerse o umre, geçmişteki günahlarına keffâret olur.

(Sünenu İbn Mâce, Bab: Men ehelle bi-umretin min Beyti'l-Makdis, 49, no:3002)


813- Hac ve umre veya gazve dönüşlerinde şu duayı okumak sünnettir.

Abdullah b.Ömer
(Radıyallahu anh) anlatıyor: Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir savaştan veya hacdan veya umreden döndüğünde yüksek bir yere çıktığında üç defa tekbir getirir ve şöyle dua ederdi: "Allah'tan başka gerçek ilah yok tek olarak O var. O'nun ortağı yoktur, mülk ve saltanak O'nundur. Her türlü eksiksiz övgüler O'na mahsustur ve O'nun her şeye gücü yeter. Allah'a döneriz, daima tevbe eder, kulluğumuzu daima O'na yaparız. Secde edenler ve Rabbimize hamd edenleriz. Allah verdiği sözde doğru ve onu gerçekleştirenlerdendir. Kuluna yardım eden ve tek başına tüm küfür ordularını yok edendir."

(el-Buhârî, Bab: Ma yegûlü iza racaa'mine'l-hacci evi'l-umrati evi'l-gazveti,12 no:1797)


814- Umra yapan Haceru'l-esved'i istilam ederken telbiyeyi keser.

İbn Abbas (Radıyallahu anh)ın rivayetine göre Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular: Umre yapan Haceru'l-esved'i istilam edinceye kadar telbiye getirir.

(Sünenu Ebî Dâvud, Bab; meta yektau'l-mutemiru't-telbiyete,29 no: 1817)


Kaynak: 4000 Maddede Cem Edilen SÜNNET MÜSTEHAB VE EDEPLER (1.CİLT),UMRE SÜNNETLERİ sa. 276-277-278-279





Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı