Bakara Suresi 217 ve Enfal Suresi 41.ayet-i kerimenin sebebi nüzulünü ve çıkarmamız gereken dersleri anlatmaya çalışacağım inşallah..
Sevgili Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)in halası Ümeyye bin Abdulmuttalib'ın oğlu Abullah Bin Caşh (radıyâllâhu anh) ile sohbetimize başlayalım.
Abdullah, Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)'in eşi Hazret-i Zeyneb bint-i Cahş (radıyâllâhu anh)ın kardeşidir.
Medine'ye hicret edenlerin ikincisidir birincisi ise Ebu Seleme'dir.
Abullah Bin Caşh (radıyâllâhu anh), Habeşistan'a hicret edenlerdendi aynı zamanda..
Hicret emrine ilk atılanlardan.. Ve Habeşistan'a bazı akrabalarıyla beraber gitmiştir ama Medine'ye giderken tüm kabilesi ailesiyle gitti. Tüm köy boşaldığı için çok ses getirmişti..
Mekkeli müşrikler onların bıraktıkları yerlere gittiler evlerini gezdiler. Ebu Cehil ve Utbe bin Rebia bunlardandı.. Ebu Cehil zaten Abullah Bin Caşh (radıyâllâhu anh)ın evini çok beğeniyordu fırsatçılık yaparak oraya yerleşti.
Bu durumu haber alan Abullah Bin Caşh (radıyâllâhu anh) Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)e söyledi.
Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) "Ey Abdullah ! Allah (cc) sana o evinin yerine cennette bir köşk vermesini istemez misin?"
"Tabi ki Ey Allah'ın Resulu" diyerek sevindi gözü aydın oldu.
Abullah Bin Caşh (radıyâllâhu anh) öyle bir imtihana tutuldu ki tüm ümmete kıyamete kadar bir ders oldu. Bakara Suresinin 217. ayeti ve daha sonra da Enfal suresi 41. ayet-i kerimesi nazil oldu.
Hicretten yaklaşık bir buçuk yıl geçmişti Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) Nahle Seriyye'si için gönüllülerden sekiz kişi seçti ve
"Sizin üzerinize öyle bir şahsı emir olarak bırakacağım ki o açlığa ve susuzluğa en sabırlı olanınızdır." diyerek başlarındaki kumandanın ne kadar dayanıklı ve güçlü olduğunu baştan onlara anlatmış oldu.
Ve sancağı Abullah Bin Caşh (radıyâllâhu anh)a verdi. Böylelikle İslam tarihinde ilk defa sancak kullanılıyordu.
İslam'ın ilk sancaktarı Abullah Bin Caşh (radıyâllâhu anh)
Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) elindeki mektubu Abdullah'a verdi. Onlara bir yol güzargahı belirledi ve dedi ki:
"İki gün boyunca yol gideceksiniz ve bu mektubu iki gün sonra açacaksınız."
Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) onlara bir sır veriyordu. İki gün boyunca yol gidecekler ve meşakkatlerden sonra asıl talimatı alacaklardı.
Ve hiç bir sahabe "Bizi hangi meçhule gönderiyorsun?" demedi.
İki gün sonra vardıkları yerde mektubu açtılar emir şuydu:
"Taif ile Mekke arasındaki Nahle mevkine kadar gidin ve gitmiş olduğunuz yerde bize Mekkelilerin haberlerini toplayın, işlerini gözetleyin ne yapıyor ne ediyorlarsa, o malumatları bize getirin."
Kervanların gelip geçtiği bir yerdi ve Müslümanlar için istihbarat toplayacaklardı.
Mektubun devamında ise şu yazıyordu.
"Ey Abdullah! Kimseyi zorlama şehadeti arzulayan seninle gelsin. Şehadeti arzulamayan kınanmaksızın geri dönsün."
Abullah Bin Caşh (radıyâllâhu anh) itâat ettim. "Allahü teâlânın ve sevgili Resûlünün emrini yerine getireceğim" diyerek mektubu öpüp, başına koydu. Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:
- Hanginiz şehit olmayı istiyor ve özlüyorsa, benimle gelsin! Gelmek istemeyen dönüp gidebilir, hiçbirinizi zorlayıcı değilim. Gelmezseniz, ben tek başıma gidip, Resûl aleyhisselâmın emrini yerine getireceğim."
Arkadaşları hep birden cevap verdiler:
- Emîru’l-mü’minîn biz de, işittik. Allahü teâlâya, Peygamber efendimize ve sana itâat edicileriz. Nereye istersen, Allahü teâlânın bereketi ile yürü."
Ve ilk Emîru’l-mü’minîn hitabı Abdullah Bin Caşh'a kullanılmıştır.
Receb ayının son günüydü ve biliyorsunuz haram aylardandır.
Nahle mevkine geldiklerinde bir kervanın geldiğini görürler. Ve kendi aralarında düşünüp istişare ettiler.
"Haram ayların sonuncu günündeyiz, bu sonuncu günde biz bunları öldürürsek yasağı çiğnemiş ve Allah Rasûlüne'de muhalefet etmiş oluruz. Ama bugün geçsin yarın öldürelim dersek yarın geçmiş olacak ve kervan çoktan gidecek bunları elimizden kaçıracağız." dediler.
Sonunda "Biz bu insanları öldürelim ganimetlere el koyalım" diye karar verdiler.
(Kervanda Mekke'nin büyükleri vardır Abdullah bin Hadrami, Ala bin Hadrami, Nevfel bin Hadrami kardeşler ve Osman ile Hakim bin Keysen kardeşler) Develer ise ganimet yüklü idi. Mücâhidler, Kureyş kâfilesine yaklaşarak, onları İslâma da’vet ettiler. Kabûl etmeyince, çarpışma başladı. Çarpışma sonunda, Ala bin Hadrami öldürüldü Nevfel bin Hadrami atlı olduğu için ona yetişemediler kaçtı Mekke'ye gitti. Osman ile Hakim bin Keysen'i esir ve ganimet mallarını da aldılar.
Hazret-i Abdullah bin Cahş, bu ganimet mallarının beşte birini Resûlullah efendimize ayırdı. Bu ganimet, Müslümanların aldıkları ilk ganimetti. Bu beşte bir hisse de, ilk ayrılan beşte bir idi. İlk öldürülen müşrik ve alınan esirler de, bu Nahle seferindeydi. Daha henüz ganimetle ilgili âyet-i kerîmeler gelmemişti. Yani bu seriyye ilklerin olduğu seriyyedir.
İlk esirlerin alındığı
İlk ganimetin alındığı
İlk defa Rasûlullaha beşte bir hisse ayrıldığı
İlk defa Emîr-el- Mü'minîn hitabı kullanıldı. Daha sonra halifeler için kullanılacaktı.
İlk defa müşrik öldürüldü..
Abullah Bin Caşh (radıyâllâhu anh) ve emrindeki sahabe mutlu bir şekilde Rasûllah'ın yanına vardıklarında tebrik bekliyorlardı ancak Resûl aleyhisselâm kızdı.
"Ben sizi bunun için göndermedim. Sadece Kureyş'den istihbarat toplamanızı istedim. Onlara saldırın demedim." dedi.
Sahabeler Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)e muhalefet ettikleri için çok üzüldüler. İçleri daraldı ve sahabe onları dışladı. Çünkü onlar birbirlerini Allah için seviyor ve Allah için buğzediyorlardı. Yeryüzü bu sekiz sahabeye dar gelmişti. Yanlızlaştılar selam verilmiyor ve alınmıyordu da..
"Bunlar peygambere muhalefet edenlerdir" diye kimse yüzlerine bakmıyordu.
Mekke de ise "Muhammed'i gördünüz mü haram ayları çiğnedi. Adamlarımızı öldürdü ve mallarımıza el koydu." diyerek yaygara kopardılar ve peygambere sövme ve küfür Mekke de yaygınlaştı.
Bakara suresi 217. ayet-i kerime nazil oldu.
Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Fitne ise adam öldürmekten daha büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.
Enfal Suresi 41. Ayet-i Kerime
Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Eğer Allah’a; hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun (Bedir’de) karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize[251] inandıysanız (bunu böyle bilin). Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) Abdullah'a haber gönderdi:
"Beşte bir hakkımı da getirsin, madem Allah Abdullah'ın yaptığı işten memnun bende memnun oldum."der. Ve o gün düğün bayramdır Abdullah bin Caşh ve diğer sahabeler için.. Ayrıca Enfal Suresi 41. ayet-i kerimenin sebebi nüzulü olacaktır.
O sefer sırasında da sonrakilerde de Abdullah bin Caşh hep şehid olmak isteyecek ve dua edecekti. Peygamberimizin onu kardeşi yaptığı Asım bin Sabit (Radıyallahu anh) bir araya gelerek üzülecekler, "Bugün de şehit olamadık"
Muhabbetleri hep şehadet üzerine olan bir kardeşlik inanılmaz ama gerçek..
Bedir gazâsında Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) yanında çarpışırken Abdullah'ın kılıcı kırılır ve peygamberimiz eline bir hurma dalı verir. Abdullah savaşmaya başlayınca kılıca döner o dal parçası ve buna onlarca sahabe şahit olur.
O kılıç sahabe arasında çok meşhur olur ve yıllar sonra Abbasiler dönemine kadar o kılıç bilinir. Buğrai Turk adındaki bir Türk 200 dinar karşılığında satın alır o kılıcı..
Bu kılıç büyük bir hediyeydi Andullah Bin Caşh (Radıyallahu anh)'a
Ama yine şehit olamamıştı.
Abdullah bir gün Sa'd Bin Ebî Vakkâs ile Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)in konuşmasına şahid olur.
Sa'd (Radıyallahu anh)"Ya Rasûlallah benim içinde dua et de Allah benim dualarımı da müstecab kılsın. Benim dualarıma da icabet etsin."
Efendimizin verdiği cevap bizlere bir mesajdır almasını bilene.. Niçin dualarımızın kabul olmadığının sebebini söylüyor efendimiz:
"Sa'd ben senin için dua edeceğim ama sende yediklerine dikkat et. Allah haram lokma ile yapılmış bir duaya icabet etmez"
Bu konuşmadan Sa'd haram mı yiyordu gibi bir anlam çıkarmayın. Ümmete verilen bir mesajdır Haramdan sakının..
Allah kanına haram karışmış birinin kaldırdığı ellere tenezzül etmez.
"Allah'ım Sa'd sana dua ettiği zaman onun dualarına kabul et" diye dua eder ve Abdullah ibn Cahş da bunu duyar.
Uhud harbinde, Hazreti Abdullah bin Cahş yiğitliğin sembolüydü. Sa’d bin Ebî Vakkas hazretleri, Uhud harbinde Hazreti Abdullah bin Cahş ile arasında geçen konuşmayı şöyle anlatır.
“Uhud’da savaşın çok şiddetli devam ettiği bir andı. Birdenbire yanıma sokuldu, elimden tuttu ve beni bir kayanın dibine çekti. Bana şunları söyledi:
“Şimdi burada sen duâ et, ben “âmin” diyeyim. Ben de duâ edeyim, sen de “âmin” de!
Ben de “Peki” dedim.
Ben şöyle duâ ettim: “Allahım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder. Onlarla kıyasıya vuruşayım. Hepsini öldüreyim. Ganimetlerle geri döneyim. Rasûlünü sevindireyim”
Benim yaptığım bu duâya bütün kalbiyle “âmin” dedi. Sonra kendisi duâ etmeye başladı:
“Allahım, bana zorlu kâfirler gönder kıyasıya onlarla vuruşayım. Cihadın hakkını vereyim. Hepsini öldüreyim. En sonunda bir tanesi de beni şehîd etsin. Sonra benim dudaklarımı burnumu, kulaklarımı kessin. Ben kanlar içinde senin huzûruna geleyim. Sen bana “Abdullah, dudaklarını, burnunu, kulaklarını ne yaptın?” diye sorduğunda, Allahım, ben onlarla çok kusur işledim, yerinde kullanamadım. Senin huzûruna getirmeye utandım. Sevgili Peygamberimin de bulunduğu bir savaşta, toza toprağa bulandım da öyle geldim diyeyim”, dedi.
Gönlüm razı olmadı böyle bir duâya “Amin” demeye sustum ama bana eliyle vurdu ve "Hani amin diyecektin."
Ben mecbûren “Amin” dedim. Daha sonra, kılıçlarımızı çektik, savaşa devam ettik, ikimiz de önümüze geleni öldürüyorduk. O son derece bahadırâne harbediyor, düşman saflarını tarumar ediyordu. Düşmana hamle üstüne hamle ediyor, şehîd olmak için derin bir iştiyâkla hücumlarını tazeliyordu.
“Allah Allah!” diye çarpışıyordu. Bir çok düşmanı öldürdü Ebü’l-Hakem isminde bir müşrikin attığı oklarla arzu ettiği şehâdete kavuşmuştu. Savaşın sonuna şehidlerin arasında dolaşıyordum aynen istediği gibiydi. Kâfirler cesedine hücum ederek burnunu, dudaklarını ve kulaklarını kesmişler her tarafı kana boyanmıştı.
Alnına bir öpücük kondurdum. "Allah duanı kabul etti seni cennetine ve katına aldı. Yolun açık olsun kardeşim" dedim.
Gördüm ki Onun duası benim duamdan daha hayırlıydı. Muharebe bittikden sonra Hazreti Abdullah bin Cahş’ı, dayısı “Seyyid-üş-şühedâ” ya’nî “Şehîdlerin efendisi” Hazreti Hamza’yı aynı kabre defn ettik.” diye anlatır bize Sa'd Bin Ebî Vakkâs..
Kısaca Bakara suresi 217 ve Enfal suresi 41.ayetlerin sebebi nüzulünü anlatmaya çalıştım.
Allah'ım cümlemizden razı ol ve bizlere helal kazanç lütfeyle. Sana ve Resûlün'e itaat nasip eyle. Kur'an ve sünnetten ayırma bir göz açıp kapayacak kadar bile ayrı düşürme muhalif eyleme.. Sahabe gibi Rasûlullâh'a sevdalanmayı nasip eyle..
El Fatiha..