28 Ekim 2014 Salı

Sevgi,





Hülya ÖztürkGÜZEL SÖZLER
- 19:30


Sevgi,
Allah’ı sevmektir.


Sevgi,
Allah’ın bizi sevmesini dilemektir.


Sevgi,
Peygamberimize “Habibim” hitabıdır ALLAH (C.C.)-u Tealâ’nın


Sevgi,
Ali İmran suresinde, “Eğer beni seviyorsanız Habibim’i sevin ve O’nu dinleyin ki, Ben de sizi seveyim ve affedeyim” ayetidir.


Sevgi,
Rabbimizin, “Habibim, sen olmasaydın kainatı yaratmazdım” ifadesidir.


Sevgi,
Cennetin kapısında “La İlahe İllallah Muhammed Rasulullah” yazmasıdır.


Sevgi,
Hazreti Adem’in, “Ya Rabbi, Muhammed kulun hürmetine beni affet” duasıdır.


Sevgi,
“Ben gideyim ki Zamanın Efendisi gelsin” müjdesidir, Hazreti İsa’nın.


Sevgi,
İnsanlığın İftihar Tablosu’nun doğduğunda bile “ümmeti, ümmeti” diye ağlaması, Kıyamette de “ümmetimi isterim Ya Rab” diye yalvarmasıdır.


Sevgi,
Bir kez memesini emdiği süt annesine bile, hayatının sonuna kadar hürmet göstermesidir Şefkat Peygamberi’nin.


Sevgi,
ALLAH (C.C.) Rasulünün, taşlanmasına rağmen Taiflilere beddua yerine bilmiyorlar “Allah’ım, bilselerdi yapmazlardı” sözüyle yetinmesidir.


Sevgi,
Taif’te Rasulullah’a taş isabet etmesin diye kendini siper yapmasıdır Hazreti Zeyd’in.


Sevgi,
Sabahlara kadar namaz kıldığından ayaklarının kabarması üzerine Hazreti Aişe’nin “Kendinizi çok yıpratıyor değil misiniz?” sorusudur.


Sevgi,
Efendimizin, “Biliyor musunuz ?…” diye başlayan her sorusuna Sahabelerin,
“Allah ve Rasulü daha iyi bilir” cevabındaki nezakettir.


Sevgi,
“İçeriye sohbet adabını bilmeyen bir bedevi gelse, aklına geleni sorsa da biz de öğrensek” diye düşünen Ashab Efendilerimizin mahcubiyetidir.


Sevgi,
Mekke’nin fethinde Müslüman olmasıyla buruk bir sevinç yaşayarak, “Babamın yerinde Ebu Talip’in olmasını ne çok arzu ederdim Ya Rasulullah” diyen Ebu Bekir anlayışıdır.


Sevgi,
“Ben küçükken Rasulullah’ın eli dokunmuştu” diye ölesiye kadar saçlarını kestirmemesidir Ebu Mahsure’nin.


Sevgi,
Efendimize bir şey olur diye mağaranın tüm deliklerini tıkadıktan sonra, tıkayacak bir şey bulamayınca son deliği de parmağıyla tıkayan Ebu Bekir’ in buna rağmen sabaha kadar uyuyamamasıdır.


Sevgi,
Sahabe Efendilerimizin her söze, “Anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah” diye başlamalarıdır.


Sevgi,
Canların canı uğruna canından geçmeyi cana minnet sayan Hazreti Ali’nin, O’nun yatağına tereddütsüz yatmasıdır.


Sevgi,
Uhut’ta O’nun cübbesini ve miğferini giyen Mus’ab’ın ölüme koşar adım gitmesidir.


Sevgi,
Hazreti Hubeyb’e “Senin yerine Efendin’in idam edilmesini ister miydin?” diye sorulduğunda “Değil O’nun ölmesini, zülüflerinin dağılmasına bile gönlüm razı olamaz” cevabıdır.


Sevgi,
Hazreti Ömer’den yağmur duası istendiğinde hemen Hazreti Abbas’ın elinden tutup yukarı kaldırarak, “Ya Rabbi bu elini tuttuğum Rasulullah’ın amcasıdır, onun yüzü suyu hürmetine yağmur ver” duasıyla, daha eller inmeden yağmurun başlamasıdır.


Sevgi,
Kendisinden Miraç hakkındaki fikri sorulduğunda Hazreti Ebu Bekir’in, “Eğer O söylüyorsa mutlaka doğrudur” tasdiğidir.


Sevgi,
“Biliyorum ki sen bir taşsın, bir işe de yaramazsın, değimli ki O seni öptü” diyerek Hazreti Ömer’in Hacerül Esved’i öpmesidir.


Sevgi,
Şehit olduğunda Mus’ab’ın üzerindeki elbisenin ancak avret mahallini örtmesiyle, kendine sanki dünyanın tam kefenini bile çok görmesidir.


Sevgi,
Kendilerine mahsus bir mezarı bile çok gören Hazreti Hamza ve Abdullah bin Cahş’ın Uhud’un bağrında sırt sırta aynı mezarda yatmasıdır.


Sevgi,
“Züleyha’yı Yusuf’a aşık oldu diye ayıplayan kadınlar, benim Efendimin sadece parlak alnını görselerdi, bıçakları parmaklarının yerine sinelerine saplarlardı da, acı bile duymazlardı” ifadelerinde saklıdır Hazreti Aişe’nin.


Sevgi,
Efendimizi evinde misafir etmekle şereflenen Eyüp El Ensari’nin, ya sesten rahatsız olursa diye altı ay uyuyamamasıdır.


Sevgi,
Hassan bin Sabit’in bir şiirinde,
“Ben sözlerimle Hazreti Muhammed’i sena etmiyorum. Hazreti Muhammed’le sözlerimi methediyorum” yorumudur.


Sevgi,
İstanbul mutlaka fetholunacaktır, müjdesine nail olmak için Eyüp Sultan’ın, doksan yaşında İstanbul’a kadar ancak ata bağlanarak gelmesidir.


Sevgi,
Müjdelenen komutan olmak için, yedi yaşından beri dua, on üç yaşından beri plan yapması ve yirmi bir yaşında İstanbul’u alarak Fatih olmasıdır Sultan Mehmet’in.


Sevgi,
Ulubatlı’nın aldığı kılıç darbeleri, ok ve mızrak yaralarına rağmen surlara sancağı dikmesidir.


Sevgi,
Bir tüyü Kabe’nin kapısını süpürdüğü için, başındaki külaha sorguç diye takmasıdır Osmanlı Padişahı’nın.


Sevgi,
Efendimiz yürüyor diye önde Yavuz, arkada koca ordu Sina Çölünü yürüyerek geçmesidir.


Sevgi,
Kutsal Emanetlerin, Mısır’dan İstanbul’a kadar salâvatlarla ve el üstünde getirilmesidir.


Sevgi,
Topkapı Sarayına yerleştirilen Kutsal Emanetlerin bulunduğu özel mekanda, yirmi dört saat aralıksız Kur’an-ı Kerim okuması için kırk hafız görevlendirmesidir, Yavuz Selim’in.


Sevgi,
Demiryolunu Hicaz’a kadar götüren Abdülhamit’in, Efendimiz sesten belki rahatsız olur diye Medine’ ye üç kilometre kala raylara keçe döşetmesidir.


Sevgi,
Arif Nihat Asya’nın Hazreti Amine’ye, “Ey Ebva’da yatan ölü, bahçende açtı dünyanın en güzel gülü” hitabıdır.


Sevgi,
Sana sırılsıklam bir bakış ta ben olsaydım, dediği yağmur isimli şiiridir, Nurullah Genç’in.


Sevgi,
Necip Fazıl’ın, idealindeki gençliği, Alemleri manto gibi bürüyen Efendimizin eteğine tutunan ve O’ndan başka dayanak aramayan, diye tarif etmesidir.


Sevgi,
Mehmet Akif’in,
“Medyun O’na ferdi… Medyun O’na cemiyeti… Medyundur O masuma bütün bir beşeriyyet
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret” yakarışıdır.


Sevgi,
Medyun olduğumuz Efendimizi nefsimizden de çok sevebilmektir.


Sevgi,
“Ey kupkuru çölleri cennetlere çeviren gül, gel de o bayıltan renklerinle gönlüme dökül” derken, göz yaşların ceyhun olup akmasıdır.


Sevgi,
“Gezdiğim ülkelerde Ruh-u Revanı Muhammedi şehbal açmıyor. Herhalde buralarda çok gurbet yaşıyorsun Efendim” düşüncesiyle hüzünlü gurbet yaşamaktır.


Sevgi,
Bu duygu ve düşüncelerle adını dahi duymadığı coğrafyalara ALLAH (C.C.) ve Rasulünün adını duyurmak için yardan, anadan, arkadaştan geçmektir.


Sevgi,
Hasılı sevgi,
ALLAH (C.C.) ve Rasulü’nün bizatihi kendisidir!

27 Ekim 2014 Pazartesi

Peygamberimiz buyurdular ki: Ben miraç gecesinde göklerde ümmetimin kadınlarını çok çeşitli azap olduklarını gördüm




Bulent SelviHADİSİ ŞERİFLER
- 19:57



İlk olarak ayhan adalı paylaştı:

Hz. Ali (r.a) anlatıyor:

(Mutlaka Herkesin Okumasi Ve Bütün Tanidiklarini Okutturmasi Gereken Bir Kissa)

Hz. Ali (r.a) anlatıyor:

... Ben ve Fatıma Resulullah (s.a.v)'in yanına girdik.

...
...O'nu üzüntülü ve ağlar durumda bulduk, sebebini sorduk.

Resulullah(s.a. v) buyurdu ki:

Ben miraç gecesinde göklerde ümmetimin kadınlarını çok çeşitli azap olduklarını gördüm...!!!!!! !!!!!

Onların gördükleri o şiddetli azaplarına dayanamayıp üzüldüm ve ağladım...!!!

1-) Onlardan bir kısmını saçlarından asılmış (ateşten kor kafalarının üstüne koymuşlardı) beyinlerini kaynarken gördüm..!

2-) Bir kısmını dilerinden asılmış boğazlarından katran akıtılırken gördüm..!

3-) Bir kısmını elleri boyunlarına ve ayakları göğüslerine bağlanmış olarak gördüm. Yılan ve akrepler onları sokup zehirliyorlardı ..!

4-) Bir kısmını göğüslerinden asılı olarak gördüm..!

5-) Bir kısım kadın gördüm ki başı domuz gövdesi, merkep gövdesi gibi bin bir çeşit azap ile azap oluyorlardı..!

6-) Bir kısım kadın gördüm ki suretleri köpek suretinde ateş ağızlarından giriyor ardından çıkıyordu, melekler tokmaklarıyla durmadan başlarına vuruyorlardı..!

İşte onları hatırladım, üzüldüm ve ağladım.

Hazreti Fatıma ağlayıp ayağa kalktı:

Ey Sevgili Babacığım.

Acaba bunlar neler yaparlar ki bu kadar çeşitli azaplarla karşılaştılar diye sordu.

Resulü Ekrem (s.a.v) ;

1-) Saçlarından asılmış beyinleri kaynayıp azaplananlar, başını örtmeyip saçını başını yabancı erkeklerden gizlemeyen kadınlardır..!

2-) Dilinden asılmış, boğazından katran dökülüp azaplananlar, dili ile kocasına eziyet edip servet mal mülk isteyen kadınlardır..!

3-)Elleri boyunlarına ve ayakları göğsüne bağlanmış olup yılan ve akreplerle zehirlenip azaplananlar, cünüplükten ve hayızlıktan yıkanmayıp namaza ihanet eden, namaz kılmayan kadınlardır..!

4-) Göğüslerinden asılıp azaplananlar, kocasının hizmetini yapmayıp yatağında eziyet eden, göğsünü yabancı erkeklerden sakınmayıp örtünmeyen kadınlardır..!

5-) Başı domuz gövdesi merkep gövdesi gibi olup binbir çeşit azaplananlar (saçını başını süsleyip püsleyip, açık saçık dar ve açık renkli giyinip, vücut hatlarını BELLI ettirip binbir cilvelerle yabancı erkeklerin gönlünü çeken) kadınlardır..!

6-) Köpek suretinde olup ateş ağzından girip ardından çıkanlar hased edip kocasıyla Müslümanların arasını bozmak için söz gezdirip yalan konuşan kadınlardır. Yazıklar olsun Allâh ve Resulü (s.a.v.)'in emirlerini yaşamayıp yaşatmayanlara, İslamiyeti yaşamayıp isyan edenlere Bunların duaları kabul olmaz cennete de giremezler cennetin kokusunu dahi alamazlar..

Bihâr-ül Envâr, C.18, S.351.

23 Ekim 2014 Perşembe

Mevlâna'nın Hayatında Parlayan Güneş Tebrizli Şemseddin




Dogan yılmazİLGİNÇ GERÇEKLER
- 11:10



İlk olarak Dogan yılmaz paylaştı:

Mevlâna'nın Hayatında Parlayan Güneş Tebrizli Şemseddin

Selçuklu Devleti'nin başşehri Konya, bir ikindi güneşinde pırıl pırıldı. Mevlâna Celâleddin, Altun-Abâ Medresesinde dersini vermiş, evine dönüyordu. Bindiği katırı iki molla çekiyor, Mevlâna başı önünde tevazu ve hiçlik duygusundan iki büklüm, ağır aheste gidiyordu. Yolun yarısında ve caddenin tam ortasında, birdenbire iki çıplak kol. katırın dizginlerine yapıştı. Mevlâna katırın birdenbire silkinerek durması üzerine, daldığı tefekkür âleminden sıyrılarak, başını kaldırdı. Esmer, yanık benizli, hiç tanımadığı bir adam, yolunu kesmiş, katırın dizginlerine sımsıkı sarılmış, ateşli, keskin bakışlarıyla Mevlâna'yı süzüyordu. Mevlâna irkildi. Bu saçı sakalı karmakarışık, ihtiyarca, derviş adamın birer kıvılcım gibi şimşeklenen bakışları altında ezilmişti. Ömründe böyle büyüleyici, yakıcı gözleri ilk defa görüyordu. O anda bir kıvılcım çakarak, ikisini de ateşlemiş gibiydi. Kısa, fakat korkunç sükûtu, adamın tunç, ağır, tane tane sözleri dağıttı. Adam ciddî, yüksek bir tonla soruyordu:
"— Sen Belh'li Sultan'ül-Ûlema oğlu Mevlâna Muhammed Celâleddin'sin değil mi?"
— Evet.
— Bir müşkülüm var, söyle bana. Hazreti Muhammed mi büyüktür. Beyazıd-ı Bestâmi mi? Ne dersin?..
Mevlâna böyle cadde ortasında, etrafına toplanan halkın şaşkın bakışları arasında ansızın sorulan bu soruyla, tekrar irkildi. Sorunun taşıdığı geniş mânâyı hemen kavramış, adamın hiç de yabana atılır bir kişi olmadığını anlamıştı. Cevap verdi:
— Bu nasıl soru? Elbette Hazreti Muhammed büyük...
Adamın bakışları tatlılaştı. Dudaklarında, bir tebessüm halesi dolaştı.
Bu sefer de şöyle sordu:
— İyi ama. Hazreti Muhammed, "Yarabbi. Seni tebcil ederim, biz seni lâyık olduğun veçhile bilemedik" buyurur. Halbuki Beyazıd-ı Bestâmî "Ben kendimi tebcil ederim, benim şanım çok yücedir. Zira cesedimin her zerresinde Allah'tan başka varlık yok" demekte. Buna ne buyrulur?
Mevlâna, sualin bu mecraya döküleceğini önceden anlamıştı. Hemen cevap verdi:
— Çünkü Hazreti Muhammed, günde sayısız makamlar aşıyor, her makam ve mertebeye varışında, evvelki bilgi ve hayalinden istiğfar ediyordu. Böylece Peygamber, hiçbir makamda ve hükümde kalmayarak ebediyyen tenzih edilmesi gereken Rabbi. Onu bütün tecelli cilveleri içinde dahi, tecrid ve tenzih edebilmenin mukavemetine malik bulunuyordu. Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestâmî ise, vardığı ilk makamın sarhoşluğuna kapıldı ve kendinden geçdi. O makamda kaldı ve hemen bu sözü söyledi.
Adam, cevabın azameti karşısında dayanamadı, sendeledi, bir çığlık atarak yere düştü. Mevlâna da heyecanlanmıştı. Katırından inerek dervişi kucakladı, kaldırdı.
Sanki iki umman, burada birbirine kavuşuvermişti. Derviş, kendine gelir gelmez, biri diğerini ezelden tanıyan iki dost gibi kucaklaşıverdiler. Mevlâna. dervişin koluna girdi. Hiçbir şey konuşmadan eve, Mevlâna'nın Medresesine doğru yöneldiler.
Bu durumu, hayret ve endişe içinde seyreden talebeler ve halk şaşırıp kalmış, olup bitenlere bir mânâ verememişlerdi. Birbirini kucaklayan, birlikte yürüyüp giden iki adamın ardından bakakaldılar.

Ölüsünü Yerin Dışarı Attığı Mürted Adam




Enes DinçHADİSİ ŞERİFLER
- 16:15


Ölüsünü Yerin Dışarı Attığı Mürted Adam

Kur`ân-ı Kerîm`de de açıklandığı üzere; Ehl-i Kitabdan (Yahudilerden, Hıristiyanlardan) bir güruh, İslâmiyeti Medine`de önlemek için:
"Kendilerine indirilene iman edenlere gündüzün evvelinde inanınız ve gündüzün sonunda ise inkâr ediniz! Olur ki, mü`minler dinlerinden dönerler!" demekte idiler.11275[317]
Nitekim, Neccar oğullarından Hıristiyan bir adam vardı ki,11276[318] Müslüman olup Bakara ve Âl-i İmran sûrelerini ezberlemiş,11277[319] Müslümanlar arasında da, büyük bir itibar kazanmıştı.11278[320]
Kendisinin vahiy yazdığı da olurdu.
Tekrar Hıristiyanlığa döndü11279[321] ve:
"Muhammed, benim kendisine yazdığımdan başka birşey bilmiyor!" diyerek yaygaraya başlayınca, Allah onu öldürdü.11280[322]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yer onu kabul etmez!" buyurdu.11281[323]
Adamı gömdüler. Fakat, sabah olunca,11282[324] gömüldüğü yerin onu dışarı attığını gördüler.11283[325]
"Bu, Muhammed ile ashabının işidir!
Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu adamımızın kefenini soydular ve onu meydanda bıraktılar!" diyerek iftira ettiler.
Tekrar, derin bir çukur kazarak, adamlarını oraya bıraktılar.
Sabah olunca, yerin onu dışarı attığını gördüler!
Yine:
"Bu da Muhammed ile ashabının işidir! Onların aralarından çıkıp kaçtığı için, kefenini soyup bu adamımızı kabrin dışına bıraktılar!" dediler.
Bu seter, güçlerinin yettiği derecede derin bir çukur daha kazarak, onu içine bıraktılar.
Sabah olup da yerin onu yine dışarı attığını gördükleri zaman, bu işin insanlar tarafından yapılmadığını anladılarve onu açıkta bıraktılar.11284[326] Adamın böyle açıkta bırakılmış olduğunu görüp "Nedir bu adamın hali?" diye sorulduğu zaman:
"Onu tekrar tekrar gömdüğümüz halde, yer kabul etmiyor!" dediler.11285[327]

21 Ekim 2014 Salı

Son rekâtı kıldığı zannı ile son oturuşu yapan birisi namazını nasıl tamamlar?



Son rekâtı kıldığı zannı ile son oturuşu yapan birisi namazını nasıl tamamlar?

Farz veya nafile namaz kılarken, son rekâttan önceki herhangi bir rekâtın sonunda, bu rekâtları son rekât zannederek oturup teşehhütte bulunduktan sonra selam veren bir kimse; şayet göğsünü kıbleden çevirmek, konuşmak ve gülmek gibi namaza aykırı bir davranışta bulunmamışsa, hemen ayağa kalkarak kalan rekâtları tamamlar. Namazın sonunda sehiv secdesi yapar; böylece namazı tamamlanmış olur. Fakat namazda eksik bıraktığı rekatları tamamlamadan selam verip, namazı bozan bir davranışta bulunmuşsa, namazı başından alarak tekrar kılması gerekir (Merğînânî, el-Hidaye, I, 74; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, Daru’l-Marife, Beyrut, ts. , I, 276; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtar, Beyrut, 2000, II, 91).

14 Ekim 2014 Salı

"Müminin hüznü kalbinde, Tebessümü yüzündedir." (Hz. Ali (ra)




"Müminin hüznü kalbinde, Tebessümü yüzündedir." [ Hz. Ali (ra) ]


"Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi mahzûndur. Peygamber Efendimiz (sav), "Müminin sevinci yüzündedir. Halbuki kalbi mahzûndur." buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır."
[ Abdulkadir Geylani Hz. (ks) ]

4 Ekim 2014 Cumartesi

5. Sınıflarda Başörtüsü Normal mi?




ahmet ziyaettin torosHerkese açık olarak paylaşıldı - 26 Eyl 2014



İlk olarak ESMA GÜMÜŞ paylaştı:

5. Sınıflarda Başörtüsü Normal mi?
Geçen gün sokakta giderken, benimle aynı yönde yürüyen bir gurup kadın arasındaki konuşmaya ister istemez kulak misafiri oldum. Okullarda başörtüsü serbestliğini konuşuyorlardı.
İçlerinden birisi üniversitelerde ve kamuda serbest olduğunda yeterince tepki verilmediğinden yakınırken, bir başkası bunun liselere de sıçrayacağı belliydi zaten dedi. (anlaşılan ortaokulu da kapsadığından habersiz) Diğerleri tarafından hemen: "Ne lisesi Funda, ne lisesi! 10 yaşında.. daha 10 yaşındaki çocuklar takacakmış!" diye uyarıldı.
Funda hanımın yaşadığı âni şok ile diğer kadınların ona anlatma heyecanına tanıklık ederken, konuştukları konunun başını kaçırıp, sadece son cümleleri işiten birisi olsa ne düşünür acaba diye kendi kendime sordum.
Sanırım “Çocuklarımızı tehdit eden çok ciddi bir tehlike var herhalde ondan bahsediyor olmalılar.” derdi. Çünkü öyle bir anlatıyor hanımefendiler ki, sanırsın uyuşturucu kullanım yaşı düşmüş onu konuşuyorlar!
Sadece bu olaydan dahi başörtüsüne kökten karşı olanların yıllar boyu topluma uyguladıkları algı yönetiminin hala etkisini sürdürdüğü açıkça gözüküyor. Bazı medya kuruluşlarının düzenli olarak pompaladığı şeriat geliyor, İranlaşıyoruz gibi korku odaklı haberler sayesinde insanlar dini motifler ile aralarına öyle duvarlar örmüşler ki, İslamiyet’i çağrıştıran herhangi bir şey söz konusu olduğunda hemen cephe alıyorlar.
Hele ki mevzu bahis çocuklar olduğunda “Aman canım daha el kadar çocuk onlar” deniyor. Sanki zararlı bir şeymiş gibi korumacı bir yaklaşım sergileniyor.
Allah aşkına etrafınıza bir bakın çocuklarımızı korumamız gereken ama nedense çoğu zaman dikkat etmediğimiz pek çok şey yaşanmıyor mu?
Mesela daha el kadar dediğiniz çocuklar yasak aşk dizilerini takip ediyor.
Ünlülerin geçmişte yaşadığı ilişkileri tek tek ezbere sayıyor.
Güzel gözükmek uğruna daha çocuk yaşta zararlı maddeler kullanıyor.
Kimisi daha zayıf olup istediği elbiseyi giymek için sağlığını hiçe sayarak aç geziyor.
Baya baya şehvet içeren şarkılar dillerinde geziyor.
Gerçek hayatına dair hiçbir şey bilmediği insanlarla internetten tanışıp buluşabiliyor.
Sosyal hayatı ilgilendiren daha nice örneklerle çoğaltılabilecek sorunlar üst üste binmiş çocuklarımızın üzerine hücum ederken, bunların hiçbirisi sizi yeterince tedirgin etmiyor da bir tek başörtüsünden mi bu denli tedirgin oluyorsunuz?
Cenab-ı Hakkın Kur'an âyetiyle sabit bir emriyle aranızda mesafe var. Çocuklarınıza da hiçbir şekilde yakıştıramıyorsunuz. Bir tehlike olarak algılıyorsunuz, tamam anladık. Fakat diğer bir yandan büyük bir özveriyle başörtüsünden koruduğunuz çocuklarınızın ne kadar hayâsız insan varsa özenip tüm ahlaksızlıklarını taklit etmeleri sizi hiç endişeye sevk etmiyor mu?
Uzmanlar uyarıyor: Özellikle medya organlarında ve reklamlarda cinsel teşhirin çoğalmasına bağlı olarak psiko-seksüel uyarımın artmasıyla çocuklarda ergenlik yaşının kontrolsüz bir biçimde düştüğünü söylüyorlar.
Yüzlerce sorun hayatın her alnına yayılmış evlatlarımızın hem dünyasını hem de ebedi hayatlarını tehdit ederken başörtüsüyle uğraşmak hiç akıl kârı mı..?
“KÜÇÜCÜK ÇOCUĞUN NESİ VAR Kİ, NESİNİ SAKLASIN” SORUNSALI
Dikkat edin aldatılma tamda “Aman canım onlar daha çocuk”, “Bu yaşta da olur mu?” türü cümlelerle başlıyor. Çünkü bu tarz cümleler ilk duyulduğunda insanlara (hele ki dinini yeterince bilmeyen insanlara) mantıklı gibi geliyor.
Eğer dediklerinde bir hakikat bulunsaydı o zaman Peygamber efendimiz (s.a.v.) dini eğitimin küçük yaştan itibaren verilmesi gerektiğini, aksi takdirde etkisinin olmayacağını söyler miydi hiç?
Zaten dikkat edilse bu tür cümleleri kuranların çoğu, bahsettikleri çocukluktan çoktan çıkmış olmalarına rağmen Allah’ın emirlerine kendileri de uymuyor. Kimileri tamamen perde çekmiş ne söylesen tesiri yok. Kimileri de âyetlerin orasını burasını eğip bükerek aklı sıra fetva vermeye kalkıyor.
Çok bilenler önce dünyanın binbir türlü aldatıcı metasının içinde yetişen çocukların, İslam terbiyesinden yoksun yetiştikleri takdirde, büyüdüklerinde nasıl adapte olabileceğini bir açıklasınlar.
Herkesin malumudur ki yaş ilerledikçe hem ibadetleri yerine getirmek hem de örtünmek zorlaşıyor. Zaman geçtikçe hayatında adeta devrim gibi bir karar vermesi gerekiyor.
Kız çocuklarına gelirsek: Başını örtmesi ile açması arasında olağanüstü bir durum varmış hissinden uzak olması lazım. Her şeyden önce rahat olması lazım. Bir gün örter, ertesi gün açar. Bir başka gün tekrar örter-açar. Bu yaşı küçük olan kızlar için normal bir süreçtir.
Yazının başlığına dönecek olursak 5. Sınıfa giden bir kızın örtünmesi gayet normaldir.
Anormal olan bir şey varsa o da örtünmeye karşı olanların bütün bu gerçekleri bilmelerine rağmen, sırf zihniyet çatışmasından başörtüsüne düşman olmalarıdır. Pek çoğunun zihninde Kur’andaki mümin kadın tarifi bu zamanda kabul edilemez olarak yer edinmiş. Yılların biriktirdiği önyargılarını aşamıyorlar.
Yıkın artık şu duvarlarınızı!
Bugüne kadar “kafaya başörtüsü takanlardan” hiçbir zarar gelmedi. Ne geldiyse “kafayı başörtüsüne takanlardan” geldi.
Cenab-ı Hak evlatlarımızı âhir zamanın fitnesinden korusun.. Kör gözlere de basiret versin..
Ahmet Zübeyr Yüce

Bir Cuma Duası ,Seherde açılan güller hürmetine ilahi sözleri



Zilhicce hürmetine, içindeki on gece gece hürmetine, tavaf tavaf yalvaranlar hürmetine, Rahman'ın o has misafirleri hürmetine, akıttıkları gözyaşları hürmetine, Safa ve Merve'de sa'y yapanlar hürmetine, Arafata çıkmak için kalpleri yananlar hürmetine, Kabe'nde yapılan dualar hürmetine bizleri de o güzelliklerin içine dahil eyle Ya Rabbi..! Rahmetine sığınıyoruz her halimizi ıslah eyle, bize güzellikler bahşeyle ve bizleri göz açıp kapayıncaya kadar da olsa nefsimizle başbaşa bırakma Ya Rabbi..!

 "Seherde açılan güller hürmetine
rükuda bükülen beller hürmetine
zikrinle dönen diller hürmetine
cehennem narınla yakma Ya Rabbi

secdeye kapanan başlar hürmetine
aşkınla sızlayan kalpler hürmetine
gecelerde dökülen yaşlar hürmetine
gazabınla bize bakma Ya Rabbi
Resulün (sas) aşkına yakma Ya Rabbi

yolunda daim olana bağışla
rızana giden yollara bağışla
cahilliğin içine sokma Ya Rabbi
arşına açılan ellere bağışla
Muhammed Mustafanın (sas) özüne bağışla
Fatmat_üz Zehra adlı kızına bağışla
yetim yetamanın yüzüne bağışla
huzurunda boynumuzu bükme Ya Rabbi…
suçlarımızı başa kakma Ya Rabbi
yakma Ya Rabbi..!" Cumamız aşk olsun, Cumamız bereket olsun, hayırlı mutlu güzel bir gün dileğiyle...

Siz kabirdekiler Cumayı Bilir misiniz?




ahmet ziyaettin torosHerkese açık olarak paylaşıldı - 2 Eki 2014



BiR HiKAYEM VAR OKURMUSUN (Diskussion) topluluğunda ilk olarakVahdet DALTAŞ paylaştı:

FAKİH Anlatıyor:
Babam bana şöyle anlattı:
Salih Meri, cuma gecesi, cuma namazını kılmak üzere mescide gitmek için yola çıktı. Kabristana uğradı. Kendi kendine şöyle dedi:
Tan yeri ağarıncaya kadar kalayım.
Kabristanın içine girdi. İki rekat namaz kıldı. Bir kabre dayandı. Gözlerine uyku geldi. Şöyle bir rüya gördü: Kabirde yatanlar kabirlerinden çıkmışlar, halka halka olup oturmuş, konuşuyorlar.
Bir de baktı ki,onlardan ayrı, kirli elbiseli bir genç, bir köşede, üzüntülü bir halde oturuyor. Onu yanlarına oturtmuyorlar. Oradakilerin hepsine tepsi tepsi, üzeri mendillerle örtülü hediyeler gelip dağıldı. Herkes kendi tabağını aldı; sonra kabrine girdi. En sonuna bu genç kaldı.
O da üzüntülü bir halde, kalktı; kabre girmek istedi. Hemen ona sordum:
Hey Allah'ın kulu, sende gördüğüm bu üzüntü neden? Sonra gördüğüm bu hal nedir?
Bana şöyle dedi:
Ey Salih Meri, sen o tepsileri gördün mü?
Evet, gördüm, deyince şöyle anlattı:
O tabaklar, hayattakilerin ölülerine hediyeleridir. Onların adına verdikleri sadaka, yaptıkları dua, cuma geceleri onlara gelir.
Daha sonra şöyle dedi:
Ben, Sind'li biriyim. Anam hacca gitmek istedi; beraber yola çıktık. Basra’ya gelince öldüm. Bundan sonra anam evlendi. Kendisinin bir oğlu olduğunu ve öldüğünü kocasına anlatmadı. Dünyaya daldı. Ne bir işaretle ne de bir sözle beni andılar.
Ölümümden sonra beni hatırlayan kimse olmayınca üzülmek bana haktır.
Sordum:
Senin ananın evi nerede?
Onun yerini bana anlattı.
Sabah oldu Namazımı kıldım. Sonra gittim. O kadının evini sordum, buldum.
Yanına gittim,izin istedim. Kendimi ona tanıttım, kapıdan:
Ben Salih Meri'yim, dedim. İzin verdi, içeri girdim.
Şöyle dedim:
Benim söyleyeceğim söz, senin söyleyeceğin söz hiç kimse tarafından duyulmamalıdır. Böyle istiyorum.
Ona yaklaştım, aramızda bir perde kaldı.
Şöyle sordum:
Sana Allah'tan rahmet dilerim, çocuğun varmı?
Yoktur.
Tekrar sordum:
Daha önce bir çocuğun olmuş muydu?
Derin bir nefes aldı, sonra şöyle dedi:
Benim bir genç oğlum vardı, öldü.
Bunun üzerine durumu ona anlattım. Ağlamaya başladı.
Sonra şöyle dedi:
Ey Salih! O benim ciğerparem, kalbim idi. İçim onun yuvası olmuştu. Göğüslerimden ona süt içirdim. Kucağım onun sığınağı idi.
Daha sonra çıkardı bana bin dirhem verdi. Ve şöyle dedi:
O sevdiğim göz nurum için bunları dağıt. Kalan ömrümde onu duadan unutmayacağım. Onun için sadaka vereceğim.
Gittim, o bin dirhemi dağıttım.
Ertesi cuma geldi. Cumaya gitmeyi istedim. Yine kabristana uğradım.İki rekat namaz kıldım, sonra bir kabre dayandım. Yine dalmışım. Baktım ki, bir cemaat yine çıkmış. Bu arada o genci gördüm. Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Sevinçli ve mesrurdu.
Ey Salih! Allah bizim için seni mükafatlandırsın. Gönderdiğiniz hediye bize geldi.
Ona dedim ki:
Siz kabirdekiler cumayı bilir misiniz?
Şöyle anlattı:
Evet biliriz. Havadaki kuşlar bile onu bilir. Cuma günü için birbirlerine şöyle derler:
Bu faziletli gün için, selam,selam...

Allah’a İsyanın Adı Ne Zamandan Beri Çağdaşlık Oldu





ahmet ziyaettin torosHerkese açık olarak paylaşıldı - 08:13



İlk olarak DamLa NuRDaN paylaştı:


Allah’a İsyanın Adı Ne Zamandan Beri Çağdaşlık Oldu

Türkiye cumhuriyeti kurulduğundan beri Türkiye’de inançlarına göre iki kısım Türk halkı yaşıyor.

1. Allah’a Peygambere, imanın ve islamın şartlarına inanan islamı yaşamaya çalışan, yaşamasada inancı ve saygısı olan kesim.

2. Allah’a Peygambere inanan, dinin emir ve yasaklarını bilmeyen, bilmekte istemeyen, Allah’ın emir yasaklarına ve bunlara uyanlara düşmanlık eden kesim.

İşte bu ikinci saydığım insanlarımıza göre:

-Allah’ın Kuran’daki Nur suresi31 , Ahzab suresi32,59 ayetlerindeki emrini dinleyerek başını ,vücudunu kapatıp tesettüre giren hanım kardeşlerimiz, onlara göre örümcek kafalı, geri kafalı, yobaz, çağ dışı kalmış insanlardır.
Kendilerine göre ise başını, vücudunu açan son derece çağdaş ve modern bir insandır.

-Çağdaş yaşamı destekleme derneğinin başkanı olan bir kadın bir mitingte halka şöyle sesleniyor:”Bu ülkede çocuklar ve gençler namaz kılmamalı, bu ülkede çocuklar ve gençler bale yapmalı.” Kendilerine göre Allah’ın emri olan namaz geri kafalılık yobazlık. Bale yapmak ise çağdaşlık sayılıyor. Onun için okulda namaz kılan öğrenciler, bir suç işlemişler gibi basında yaygara kopartıldı.

-Kendilerine göre Kuran okumak, bindörtyüz küsür sene önce inen ayetlere göre yaşamak geri kafalılık, yobazlık. Roman okumak ise çağdaşlık.

-Kendilerine göre “Selamun Aleyküm” diye sünnet olan Allah’ın selamını vermek, geri kafalılık, yobazlık. Günaydın, tünaydın ise çağdaşlık.

-Kendilerine göre düğünlerde, toplantılarda sünnet olan haremlik selamlık uygulaması, geri kafalılık yobazlık. Kadın erkeğin karışık birlikte eğlenmesi, dans etmesi çağdaşlık.

-Kendilerine göre düğünlerin, eğlencelerin İslami usüllere göre yapılması, eğlencelerde içki içilmemesi, şarkı türkü söylenmemesi geri kafalılık yobazlık. İçkilerin su gibi içildiği, vur patlasın çal oynasın, şeklinde yapılan düğün ve eğlenceler ise çağdaşlık.

-Kendilerine göre Peygamberimizi, sahabeleri, alimleri, osmanlıyı örnek almak geri kafalılık. Hıristiyan batı alemini örnek almak ise çağdaşlık.

-Bakınız Allah Kuran’da, örnek alınan Hıristiyan ve Yahudiler için ne buyuruyor; “Ey iman edenler, yahudiler ve hıristiyanları dost edinmeyin, onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden her kim onlara yardaklık yaparsa muhakkak o da onlardandır" Maide suresi 51

“Sen onların milletlerine (Dinlerine) tabi olmadıkça, yahudilerde hıristiyanlarda senden asla hoşnut olmazlar " Bakara suresi 120

“Ey iman edenler, o kitap verilenlerden (Hıristiyanlardan, yahudilerden) herhangi bir gruba uyarsanız, sizi inandıktan sonra döndürür kafir yaparlar.”
Al-i İmran suresi 100

“…Kitap verilenlerden (hıristiyan,yahudi)…iman etmeyip küfredenler muhakkak cehennem ateşindedirler. Orada ebedi kalacaklardır.”
Beyyine suresi 1…6

-Cennet için çalışan insanların peşinden gitmek cenneti, cehennem için çalışan insanların peşinden gitmekte cehennemi kazandırır.

Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:”Bir millete kendini benzetmeye çalışan o millete mensup sayılır.” (Tirmizi)

Son birkaç yıldır Hıristiyan batı alemini örnek alma ve onlara özenme, ülkemizde hız kazanmıştır. Bunu görmek için sadace çevremizdeki insanlara özelliklede genç kuşağa bakmamız yeterlidir

.Giyim tarzları: Genç kızlarımızın başında baş örtü altında dar kot pantolon. Delikanlılarımızın giydiği avret mahalini kapatmayan pantolonlar.

Saç modelleri: Türklüğe ve Müslümanlığa yakışmayan saç traş ve modelleri.

Müzik Tarzları: Kılasik türk sanat ve türk halk müziğinin yerine, pop, rap, metal vb. müziklerin dinlenilmesi.

Konuşma Tarzları: Türkçenin içine değişik yabancı kelimeler sokularak saf Türkçenin unutulması.

Bunları daha da çoğaltabiliriz. İnsanlarımızın bu hale gelmesindeki en büyük pay şüphesiz, basın, gazete, televizyon ve internettir.

Tabiî ki Avrupa Birliği yoluna baş koyan siyasileride unutmamak gerekir. Açıkcası ben Türkiye’nin geleceğinden umutlu değilim.

Bizi tarih boyu savaş alanlarında yenemeyenler, çeşitli oyunlarla bizi islam’dan uzaklaştırıp, kaleyi içten feth ettiler. Biz, artık eski biz değiliz!

Bir an önce toparlanıp aslımıza dönelim. Yoksa bizi hiçde iyi günler beklemiyor.

Hayırlı ve bereketli bayramlar

Hayırlı ve bereketli bayramlar
Allah kurbanlarımızı kabul eder inşaAllah!

Hasan Tahsin efsanesi yerine Süleyman Fethi gerçeği


Hasan Tahsin efsanesi yerine Süleyman Fethi gerçeği

Korku duvarı er geç yıkılacak ve yakın tarih değişecek derken dudak bükenler Atatürk döneminde adı dahi geçmeyen Hasan Tahsin’in sonradan resmi tarihe nasıl yamandığını unutuyorlar. Demek ki tarih değişebiliyor, olmayan içeri girebildiği gibi Selahaddin Adil gibiler de ustaca siliniyor.

Osman Nevres veya Hasan Tahsin. Selanikli Sabetayist (dönme) bir aileden geliyor. İttihat ve Terakki’ye fedailik yapıyor, Bükreş’te İngiliz siyasetçisi Buxton kardeşlere düzenlediği suikasttan sonra yakalanıp ağır hapse mahkum ediliyor ama Galiçya seferinde Bükreş’e giren Alman-Osmanlı askerleri sayesinde hapisten kurtuluyor ve İzmir’e gidiyor. “Hukuk-ı Beşer” gazetesini çıkarırken 15 Mayıs 1919 günü Yunan askerlerinin açtığı ateş sonucunda hayatını kaybediyor.

Bildiklerimiz kabaca bunlar. Bu yönleri üzerinde 2009 ve 2012 yıllarında iki yazı ile Hasan Tahsin’in 1) Kahraman mı yoksa provokatör mü? olduğu sorusunu sormuş, 2) İlk kurşunu attığına hiçbir somut kanıt olmadığını yazmıştım. Yakınlarda Erdoğan Sorguç adlı İzmirli araştırmacının “ilk kurşun” meselesinin peşine düştüğünü öğrendim. Sorguç hemen bütün kaynakları tarayarak Hasan Tahsin efsanesinin nasıl imal edildiğini “İlk Kurşun’un Seyir Defteri” adlı kitabında ele almış.

Kitabı okuduktan sonra aynı kanaate vardım: Artık başbakanlar ve Meclis başkanları 15 Mayıs günlerinde Hasan Tahsin’in şehit edilişinin yıldönümünü kutlamaya son versinler. Bilsinler ki 1970’lerde yapılan bir algı operasyonunun kurbanıyız. Ne resmi, ne de gerçek tarihte Hasan Tahsin’in ilk kurşunu, bırakın ilki, kurşun attığına dair somut belge yok. Tek bildiğimiz aynı gün ölü bulunduğu.


Bu sunturlu hurafeden nihayet kurtulmaya başlıyoruz galiba. Nitekim Konak meydanındaki anıtın üzerinden sessiz sedasız “İlk Kurşun Anıtı” yazısı çıkarılmış. Hayra alamettir ve tarihin normalleşmesine dönük bir adımdır. İstanbul Bülbüldere’deki Sabetayist mezarlığında hatırasına yapılmış bir mezarı bulunan Hasan Tahsin heykelinin kaldırılması ve yerine ille yapılacaksa gerçek şehitlerimizin sembolü olarak Albay Süleyman Fethi’nin heykelinin yapılması atılacak adım olmalı.

Bazıları soruyor: Neden yakın tarih üzerinde bu kadar duruyor ve tabulara dokunmakta ısrar ediyorsunuz? (Tabii böyle nazikane değil, köpürerek.) Diyorum ki, evet başka önemli konular var ama bizim konjonktürel değil, yapısal derdimizi halletmemiz lazım. Bu ülkede Bediüzzaman’ın dediği gibi “bir zındıka komitesi” üzerinden İslam’a bir oyun oynandı; 90 yıl sonra bazı perdeleri değişse de oyunun kendisi halen hem de devlet eliyle ve zoruyla sahnelenmekte (katılmamak gibi bir seçeneğiniz de yok). İşte bu oyunu bozmalıyız asıl.

Erdoğan Sorguç 1919 Mayıs’ındaki gazete, rapor ve tanıklara kadar uzanarak o tarihten bu yana Hasan Tahsin’in belgelerdeki izini sürmeye kalkmış. 1942’ye kadar ismi sadece İzmir’de şehit edilenler arasında geçerken Rahmi Apak’ın hatıratındaki bir ifade çarpıtılarak “Yunan’a ilk kurşunu sıkan kahraman” haline getirildiğini görüyoruz.

İşgal sırasında İzmir’de bulunmayan Apak, herhangi bir belge veya kanıt göstermeden sadece kendisine anlatılanları nakleder, “Bu silahı Hasan Tahsin isminde bir gencin patlattığını ve kendisini de orada Yunan askerlerinin öldürdüğünü herkes söylüyor.” der. İşte Hasan Tahsin’in ilk kurşun efsanesi böyle başlıyor, 50’li ve 60’lı yıllarda bu cümle kanıt sayılıyor ve 70’lerin başlarında heykele giden yola taşlar döşeniyor.

Dert şu: Milli Mücadele Karabekir’in Doğu cephesi yok sayılarak İzmir’de ve Yunanlara karşı başlatılmalı, başlatan da gazetesinde kadınların açılıp saçılması gibi ‘laik’ fikirlere sahip bir Sabetaycı olmalıdır. Genelkurmay Başkanlığı bile ilk kurşunun Hatay’ın Dörtyol ilçesinde atıldığını tescil ettiğini ve bizzat Gazi’nin Nutuk’ta Hasan Tahsin’in adını dahi anmadığını biliyoruz. Yine Nutuk’ta ilk kurşunun 28 Mayıs 1919’da Ayvalık’ta Ali Bey tarafından atıldığı “Bu tarihe kadar Yunan kıtaatı hiçbir tarafta ateşle mukabele görmemişti.” sözleriyle dile getirilmişti.

O zaman soralım: İlk Kurşun Anıtı da, Yunan’a ilk kurşunu attığı ders kitaplarına kadar sokulan Hasan Tahsin de Nutuk’u yalanlamaktadır. “28 Mayıs’a kadar Yunan’a ateş açılmamıştı.” diyen Gazi mi doğruyu söylemektedir yoksa Yunan’a ilk kurşunun18 Mayıs’ta atıldığını yazan sözde Kemalistler mi? Daha yalın soralım: Mustafa Kemal yalan mı söylemektedir?


Süleyman Fethi

Aslında İzmir’in işgali sırasında heykeli dikilecek biri varsa Albay Süleyman Fethi’dir. Asker Alma Dairesi Başkanı olan Fethi Bey’in neden kahraman yapılmadığını ve ilk kurşun anıtındaki şehitler arasına adının neden yazdırılmadığını aşağıdaki parçayı okuyunca siz de anlayacaksınız. Hiç resmi tarihe yakışır mıydı Kur’an okuyan, palikaryaların dipçikleri altında bile “Yaşasın Müslümanlık” diye bağıran ve padişahın giydirdiği üniformayı ölümü pahasına çıkarmayı reddeden birini kahraman ilan etmek? Laik ve İttihatçı bir kahraman bulunmalıydı.

Süleyman Fethi Bey’in suçunun ne olduğunu, 1920 yılındaki “İzmir’de Neler Oldu?” başlıklı kitapçıktan öğreniyoruz. (Fethi Bey’in bir özelliği de İstanbullu bir şeyhin oğlu olmasıdır, diyelim de, anlayın vaziyeti.) Kitapçık içli bir dille gerçek bir Osmanlı subayının nasıl kahramanca şehid olduğunu anlatır:

“Süleyman Fethi Bey Yunan’ın İzmir’e çıktığı gün kışlada Kuran-ı Kerim okurken Yunanlıların hücumuna maruz kalmış ve elinden Kur’an-ı Kerim’i alıp (haşa) ayaklarıyla çiğnemeğe başlayan bir Yunan subayına vurduğu bir tokattan dolayı ilk şehadet süngüsünü omuzu üzerinden almıştır. Bu arslan, yarasının kanlarına bakmaksızın eğilerek o mübarek Kur’an-ı Azimüşşan’ı yerden almış ve omzundan akan kanlara karıştırdığı gözyaşlarıyla ıslatarak öpüp başına koymuş ve bu sırada etrafını alan 20 kadar Yunan asker ve subayının ikinci bir hücumuna maruz kalmıştır.

Odaya giren askerler merhuma ellerini kaldırmalarını emretmişler. Demiştir ki: “Ben bir kumandan ve albayım. Amirimden başkasından emir almam.” Bu söz merhuma ikinci bir süngünün daha yara açmasına sebep olmuştur. “Üniformalarını çıkar!” teklifine karşı o mübarek şehid şu cevabı vermiştir: “O üniformayı bana padişahım taktı, ancak onun emri çıkartır.” Yunanlılar azgın birer canavar gibi merhumun üzerine çullanarak üniformalarını parçalamış ve belinden çıkardıkları kayışla kafasını gözünü birkaç yerinden yarmışlardır. Dördüncü teklif şuydu: “Zito (yaşa) Venizelos diye bağıracaksın!” Bilhassa bu son teklife “Yaşasın Osmanlılık, benim kanımın döküldüğü bu topraklar inşallah size mezar olacaktır.” diye cevap vermiş, bu cevap üçüncü bir süngünün daha vurulmasına sebep olmuştur.


Süleyman Fethi Bey’in bakımsız ve kırık mezarı

Yüz binlerce halkın arasında dipçiklenen bu yaralı arslan her teklife, “Yaşasın Müslümanlık” cevabını ve her defasında bir dipçik, bir süngü yarası ala ala kanlar ve çamurlar içinde tam yarım saat Kordon’un kaldırımlarını mübarek kanıyla sulaya sulaya vapur iskelesine kadar gelmiştir. Burada sekizinci yarayı almış ve takati kesilerek kıbleye dönmüş ve “Allah’ım, sen Müslümanları bu cellatlardan kurtar!” duasını müteakip yüzükoyun secdeye kapanmıştır. O aralık yetişen Amerikalılar Fethi Bey’i al kanlar içinde hastahaneye götürmüşlerdir. O muazzam şehid bir gün sonra orada gözyaşları dökerek ve ehl-i İslam’ın selameti için dualar ederek Allah’ına temiz ve muhterem ruhunu teslim eylemiştir (Rahmetullahi aleyh).”

Kur’an’ını düşman çizmesi altında çiğnetmemek, din ve devletinin itibarını korumak uğruna şehid olmayı bir şeref bilen Süleyman Fethi Bey’i İzmir’in işgalini anarken unutmak bize yakışıyor mu? Yakışıyor ve daha ne unutulan gerçek kahramanlarımız var. Sahte kahramanlardan kurtulmanın vakti geldi de geçiyor bile.
28 Eylül 2014, Pazar

Kalp Nasıl Temizlenir Bazı alimlerin belirttiğine göre kalp,altı şey ile temizlenir


Peygamberimin İzinden


Ahmed VedatGÜZEL SÖZLER - Dün 16:25



EHLİ SÜNNETE DAVET (Tartışma) topluluğunda ilk olarak Ahmed Vedatpaylaştı:

Kalp Nasıl Temizlenir Bazı alimlerin belirttiğine göre kalp,altı şey ile temizlenir
Bunlar
1,Manasını düşünerek kur'an-ı kerim okumak,
2,karnı tıka basa doldurmayıp daima boşluk bırakmak,
3,geceleri ibadet etmek,
4,seher vakitlerinde ALLAH'a[celle celalühü]yalvarmak,
5,Salih takva sahibi kişiler ile oturmak,
6,Helal gıdalar yemek, 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı