Gözden perde kalkıp azâb görüldükden sonra olan îmân kabûl olmaz. O ânda, îmân ile gidenlerin îmânları ancak kalb iledir. İbâdetler yapılamaz. Âyet-i kerîmede buna îmân denildi.
Âyet-i kerîmelerde, îmânı olanlara, ibâdet yapmaları emr ediliyor. Bundan da, îmânın ibâdetden başka olduğu anlaşılmakdadır.
İmâm-ı Ahmed ve imâm-ı Şâfi’î ve hadîs âlimlerinden birçoğu ve Eş’arîler “rahime-hümullahü teâlâ” ve Mu’tezile, ibâdetler îmânın parçasıdır. Îmân azalıp çoğalır dediler. Îmân ile amel, başka olursa, günâh işliyenlerin îmânları ile, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” îmânları bir olurdu dediler. (Onlara âyetlerim okunduğu zemân, îmânları artar) âyeti ve (Îmân artarak, sâhibini Cennete götürür. Azalarak da, Cehenneme sürükler) hadîsi, îmânın azalıp çoğaldığını bildiriyor dediler.
Bunlardan başka, Kur’ân-ı kerîmde, (Îmân edenler ve sâlih işler yapanlar) buyuruldu. Bu da, ibâdetlerin îmândan başka olduklarını gösteriyor. (Mü’min iken, sâlih amel işliyenler) âyet-i kerîmesi, amellerin îmândan ayrı olduklarını açıkça göstermekdedir. Çünki, şartın meşrûtdan başka olması lâzımdır.
Îmân edip, hiç ibâdet yapamadan, hemen ölenin, mü’min olduğu söz birliği ile bildirilmişdir. Cibrîl hadîsinde de îmânın yalnız inanmak olduğu bildirilmiştir.
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, bunlara cevâb teşkîl eden bilgileri önceden anlatmış, îmânın artması, devâm etmesi, çok zemân sürmesi demekdir demişdir. İmâm-ı Mâlik “rahime-hullahü teâlâ” de böyle dedi. Îmânın çok olması, inanılacak şeylerin çoğalması demekdir.
Meselâ, Eshâb-ı kirâm, önce az şeylere inanırlardı. Yeni emrler gelince, îmânları çoğalırdı. Îmânın artması demek, kalbde nûrunun artması demekdir. Bu parlaklık, ibâdet ile artar. Günâh işlemekle azalır. Bu husûsda (Şerh-ı Mevâkıf)[1] ve (Cevheret-üttevhîd) kitâblarında geniş bilgi vardır.
[1] Mevâkıf müellifi Kâdı Adud 756 [m. 1354] de vefât etdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder