اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
24 Kasım 2024 Pazar
Belli Bir Vakte Bağlı Olmaksızın Yapılan Zikrin Fazileti Hakkındaki Deliller
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
26 Ekim 2024 Cumartesi
Peygamber olmayanlara Salât getirilir mi ?
(sallallâhu aleyhim ve sellem)
Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem üzerine Salât getirmenin gereği üzerinde âlimler birleşmişlerdir. Yine sayılı âlimler, diğer peygamberlerle yalnız başına melekler üzerine Salât getimenin cevazında ve müstehab oluşunda ittifak etmişlerdir. Amma peygamber olmayanlara gelince, âlimlerin çoğunluğu buna cevaz vermemiştir.
Meselâ: Ebû bekir sallallahu aleyhi ve sellem, denmez. Bunun hükmü üzerinde ihtilâf edilmiştir. Bazı âlimler, bunu söylemek haramdır, demişlerdir. Çoğu da, tenzihen mekruhtur, demiştir. Çok kimseler de, bunu söylemek mekruh değil; ancak evlâ olanı terktir, demişlerdir. Fakat sahîh olan, çoğunluğun üzerinde bulunduğu tenzihen mekruh oluş hükmüdür. Çünkü bu bid'at ehlinin tutumudur. Biz, şeriata uymayan tutumlardan sakındırırız. Mekruh, hakkında yasaklama olan şeydir.
Âlimlerimiz demişlerdir ki, "Salât" getirmek, selef dilinde, peygamberlere has olarak kullanılmıştır (Allah'ın salât ve selâmı üzerlerine olsun). Nitekim bizim: AZZE ve CELLE sözlerimiz, Allahü teâlâ hazretlerine mahsus olduğu gibi.. Peygamber azîz ve celîl olduğu hâlde, Muhammedün azze ve celle, denmez. Yine manası sahîh olmakla beraber: Ebû Bekir yahut Ali sallallâhu aleyhi ve sellem, denmez.
Salât getirmekte, peygamber olmayanları, peygamberlere tâbi kılarak onlar üzerine de Salât getirmenin cevazında âlimler ittifak etmişlerdir. Şöyle denebilir:
"Allâhümme salli alâ muhammedin ve alâ âli muhammedin ve ashâbihî ve ezvâcihî ve zürriyyatihî ve etbâihî"
Çünkü bu hususta sahîh Hadisler vardır. Biz de, namazın teşehhüdünde böyle söylemekle emrolunduk. Selef de, namazın dışında bunu ifadeye devam etmişlerdir.
Selâm işine gelince: Âlimlerimizden Şeyh Ebû Muhammed el-Cuveynî demiştir ki, bu da "Salât" lâfzı gibidir; gaib (mevcud olmayan) kimseler hakkında kullanılmaz (peygamberler için kullanılır). Ali aleyhisselâm, denmez. Bu hususta ölü ve hayatta olanlar arasında fark yoktur. Fakat mevcud olan için: Selâmun Aleyke, Selâmun Aleyküm, Esselâmu Aleyke, es-selâmu Aleyküm diye hitab edilerek söylenir. Bunda ittifak vardır. İlerde ilgili bölümlerde bunun açıklaması gelecektir, inşa-Allah teâlâ...
Âlimlerimiz demişlerdir ki, "Salât" getirmek, selef dilinde, peygamberlere has olarak kullanılmıştır (Allah'ın salât ve selâmı üzerlerine olsun). Nitekim bizim: AZZE ve CELLE sözlerimiz, Allahü teâlâ hazretlerine mahsus olduğu gibi.. Peygamber azîz ve celîl olduğu hâlde, Muhammedün azze ve celle, denmez. Yine manası sahîh olmakla beraber: Ebû Bekir yahut Ali sallallâhu aleyhi ve sellem, denmez.
Salât getirmekte, peygamber olmayanları, peygamberlere tâbi kılarak onlar üzerine de Salât getirmenin cevazında âlimler ittifak etmişlerdir. Şöyle denebilir:
"Allâhümme salli alâ muhammedin ve alâ âli muhammedin ve ashâbihî ve ezvâcihî ve zürriyyatihî ve etbâihî"
Çünkü bu hususta sahîh Hadisler vardır. Biz de, namazın teşehhüdünde böyle söylemekle emrolunduk. Selef de, namazın dışında bunu ifadeye devam etmişlerdir.
Selâm işine gelince: Âlimlerimizden Şeyh Ebû Muhammed el-Cuveynî demiştir ki, bu da "Salât" lâfzı gibidir; gaib (mevcud olmayan) kimseler hakkında kullanılmaz (peygamberler için kullanılır). Ali aleyhisselâm, denmez. Bu hususta ölü ve hayatta olanlar arasında fark yoktur. Fakat mevcud olan için: Selâmun Aleyke, Selâmun Aleyküm, Esselâmu Aleyke, es-selâmu Aleyküm diye hitab edilerek söylenir. Bunda ittifak vardır. İlerde ilgili bölümlerde bunun açıklaması gelecektir, inşa-Allah teâlâ...
Ezkâr en-Nevevî
29 Eylül 2024 Pazar
Kenz-i mahfî hadisi şerifi değerlendirme
İbn Arabî’nin Fütûhât da çokça zikrettiği ve “kenz-i mahfî hadisi”5 olarak bilinen rivâyetle ilgili değerlendirmesi şöyledir:
ً مل أعرف فاحببت الغري الثابت نقالً عن رسول هللا ملسو هيلع هللا ىلص عن ربه جل وعز أنه قال ما هذا معناهكنتكنزا ً “ورد يف احلديث الصحيحكشفا أن أعرف فخلقت اخللق وتعرفت إليهم فعرفوين ”
“Keşfen sahih, naklen sâbit olmayan bir hadiste Hz. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem Allah’tan (c.c.) naklettiğine göre (Cenab-ı Hakk şu manayı kasdetmiştir):
Bilinmeyen bir hazine idim. Bilinmeyi istedim ve bunun için mahlûkâtı yarattım. Onlara kendimi tanıttım, onlar da beni tanıdılar.”6
İbn Arabî’nin bizzat kendisi hadisin naklen sabit olmadığını belirtmiştir. Ona göre hadis keşfen sahihtir. Nitekim daha sonraki sûfî müelliflerden olan Bursevî de (1137/1725) hadisin sahih olduğu noktasında İbn Arabî’ye dayanmıştır.7
(İbn Arabî'nin hadis rivâyetinde keşf yöntemini kullanması onun bilgiye ulaşmada
keşf yöntemini daha emniyetli bir yol olarak görmesinden kaynaklanmaktadır.)
5 Kenz-i mahfî hadisi olarak bilinen rivâyet yaygınlığından ve tasavvuftaki işlevinden dolayı âdetâ tasavvufî bir ıstılaha dönüşmüştür. Kenz-i mahfî için bkz. el-Kâşânî, Istılâhât, s. 70; Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s
6 Fütûhât, II, 399 (198. bab), İbn Arabî, rivâyetin keşfen sahih olduğunu burada açıkça ifade etmekle birlikte her defasında bu bilgiyi tekrarlamaz. Rivâyetin geçtiği diğer yerler için bkz. Fütûhât, II, 112, 232, 267, 310, 322, 327, 328, IV, 428; a. mlf. et-Tecelliyatü’l-ilâhiyye, s. 182, 192.
7 Bkz. Bursevî, Kenz-i Mahfî, s.3.
13 Haziran 2024 Perşembe
Ashab Ve Diğer Mü'minlere Rahmet Dilemek,Lukman Ve Meryem'e Duâ Şekli
Ashab Ve Diğer Mü'minlere Rahmet Dilemek
Ashaba, tabiîn'e ve bunlardan sonra gelen âlimlere, abidlere ve diğer hayırlı kimselere: Radıyailahu Anh (Allah ondan razı olsun), yahud Ra-himehullah (Allah ona rahmet etsin) demek müstahab olduğu gibi, buna benzer sözler de söylenebilir.
Bununla beraber alimlerden biri demiştir ki, "Radıyallahu Anh" sözü ashaba mahsustur, bunlardan başkası için "Rahimehullah" denilir ancak. Fakat bu söze uyulmaz ve dediği gibi değildir. Çoğunluğun üzerinde bulunduğu hüküm, bu şekilde kullanışın müstahab olduğudur. Yoksa ademi cevaz iddia edilemez. Bunun delilleri sayılamayacak kadar çoktur.
Eğer anılan sahabi, bir sahabinin oğlu ise: "İbni Ömer, îbni Abbas, İbni Zübeyr, İbni Cafer, Üsâme ibni Zeyd ve bunlar benzeri, duâ her ikisine ait olsun diye, Radıyalîâhu anhümâ (Allah her ikisinden razı olsun), denilir.
Lukman Ve Meryem'e Duâ Şekli
Lukman ve Meryem anıldıkları zaman, acaba bunlara peygamberlere olduğu gibi "Salât" mı getirilir, yoksa ashab ve veliler gibi, Radıyallahu sözü mü kullanılır yahud bunlara "Aleyhimes selâm "mı denilir?
Alimlerin çoğunluğuna göre bunlar birer peygamber değillerdir. Peygamber olduklarını söyleyen nadir olup buna iltifat ve meyil yoktur. Ben bu meseleyi, "Tehzîbu'l-Esmâi ve'1-Lügat" adlı kitabda açıkladım. Bu durum bilindikten sonra, alimlerden birinin sözünden anlaşılıyor ki, şöyle
denebilir:
Lokman yahud Meryem Sallallâhu Alel-Enbiyai ve aleyhi yahud aleyha
ve selieme...
Çünkü bu ikisinin durumları, haklarında "Radiyallahu Anh" denen ashabdan daha yüksektir. Nitekim Bunların halini yükselten Kur'anda ayetler vardır, demiştir. Benim görüşümde, böyle söylemekte bir sakınca yoktur, her ne kadar "Radıyallahu Anh” yahud "Radıyallahu Anha" yi söylemek daha iyi ise de... Çünkü bunların durumu Peygamber olmayanların mertebesidir. Bunların peygamber olduğu sabit değildir. îmamı Haremeyn, İrşad kitabında, Meryem'in peygamber olmadığında alimlerin icmaı vardır, demiştir. Bununla beraber bir kimse Lukman için "Aleyhisselâm" ve Meryem için "Aleyhesselâm" dese, bunda bir beis yoktur. Daha iyisini Allah bilir.
5 Mayıs 2024 Pazar
Hutbede Allah'a Hamd Etmek,Duâ Sonunda Hamd Etmek
Hutbede Allah'a Hamd Etmek
Cuma hutbesinde ve diğer hutbelerde Allah Teâlâ'ya Hamd etmek rü-kûndur; bunsuz hutbe olmaz. Hamd getirmenin en azı: "Elhamdülillah" sözüdür.
Faziletli olan, bu övgüye ilâve yapmaktır. Fıkıh kitablarında bunun tafsilâtı maruftur.
Hutbedeki Hamdin arabça ifade ile olması da şarttır.
Duâ Sonunda Hamd Etmek
İnsanın yapmış olduğu duayı, âlemlerin yaratıcısı olan Allah'a hamd ile bitirmesi müstahab olduğu gibi, duasına hamd ile başlaması da müstahabdır. Bunun delili, yakında Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "SALAT" getirme bölümünde sahîh hadîsten gösterilecektir, İnşa-Allahu Teâlâ..
21 Nisan 2024 Pazar
Kötülüğü yaratmak kötü, şerri yaratmak da şer değil midir?
Aslında yaptıklarından ve yarattıklarından dolayı "kimse Allah'a hesap soramaz" (Enbiya, 21/23) Ancak bizler, insan olmanın gereği olarak her konuda olduğu gibi, bu konuda da Hz. İbrahim (as) gibi, "kalbimizin tatmin olmasını" (Bakara, 2/260) istiyoruz. İşte bu yüzden de aklımıza ister istemez şu soru geliyor:
- Öyleyse neden, Allah şeytanı ve kötülükleri yaratmış da bize musallat etmiş?
- Kötülüğü yaratmak kötü, şerri yaratmak da şer değil mi?
Hemen ifade edelim ki, şerrin yaratılması şer değildir; şerri işlemek şerdir. Çünkü Allah bir şeyi şer olsun diye yaratmıyor; hayır olsun diye yaratıyor. Allah'ın hayır olarak yarattığı şeyleri de bizler hakkımızda şerre çeviririz. Mesela, şeytan ateşten yaratılmıştır ve bu konuda en güzel örnek de ateştir. Ateşin yaratılması şer değildir, ancak ona dokunmak şerdir. İnsan ateşi muhafaza altına alırsa ondan faydalanır; aksi hâlde zarar görür.
Buna bir başka örnek de yağmurdur. Yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var, bütünü de güzeldir. Tedbirsizliği yüzünden bazıları yağmurdan zarar görseler,
"Yağmurun yaratılması rahmet değildir." diyemezler ve "şerdir" diye hükmedemezler.
Allah Teâla günah işleme kabiliyeti olmayan meleklerle, hiç sorumlu olmayan hayvanları yaratmıştır. Bu iki varlıktan başka, hem melekleri geçecek kadar mükemmel, hem de aklı olmayan hayvanlardan daha aşağı olacak kadar kötü olma özelliğindeki insanı yaratmıştır. Bu noktada insanın terakkisine yol açmak üzere şeytana fırsat tanınmış ve insana kötülüğü emreden bir nefis verilmiştir.
Dünya ahiretin tarlasıdır. Ahiretin iki menzili olan cennet de cehennem de insanların imanlarının ve amellerinin meyvesi olacaktır. Bunun için insan nevi bir imtihana tabi tutulmuştur. Hayatını iman ve salih amel üzere geçirip bütün işlerini istikamet üzere gören insanlar, cennete layık bir kıymet alırlar. Aksi yolda gidenler ise cehennem ehli olurlar.
İnsan, nefsine uymaz ve şeytanı dinlemezse manen terakki eder ve meleklerden daha yüce bir makama erebilir. Aksini yaptığı taktirde de hayvanlardan daha aşağılara düşebilir.
Bilindiği gibi, elmasla kömürün aslı karbondur. Ancak diziliş farklılığından dolayı biri elmas diğeri kömür olmuştur. Aynı şekilde insanların da aslı birdir. Bütün insanlar aynı maddi ve manevi cihazlarla donatılmışlardır. Ancak, bunların doğru yahut yanlış kullanılmalarıyla insanlar arasındaki farklılık ortaya çıkmış ve toplumda elmas ruhlular yanında kömür ruhlular da ortaya çıkmıştır.
Meselenin bir başka boyutu da şudur. İnsan, şeytana uymakla kendini zarara soktuğu gibi, "Sebep olan işleyen gibidir." kaidesine göre bu işte şeytan da büyük bir sorumluk altına girer ve cehennemdeki azabını artırmış olur. İnsanları yoldan çıkarmak üzere kendisine tanınmasını istediği fırsat, başına bela olacak ve istikametten saptırdığı kişilerin azaplarının bir katı da ona tattırılacaktır.
Cenab-ı Hak dileseydi şeytana bu fırsatı vermeyebilirdi. O zaman onun görevini de insan nefsi üstlenmiş olurdu. Sonuç değişmezdi. Kendisine insanları yoldan çıkarmak için çalışma fırsatının verilmesiyle şeytan büyük bir zarara uğramış, tabiri caizse, küstahlığının cezasını böylece görmüştür.
Allah Teâla günah işleme kabiliyeti olmayan meleklerle, hiç sorumlu olmayan hayvanları yaratmıştır. Bu iki varlıktan başka, hem melekleri geçecek kadar mükemmel, hem de aklı olmayan hayvanlardan daha aşağı olacak kadar kötü olma özelliğindeki insanı yaratmıştır. Bu noktada insanın terakkisine yol açmak üzere şeytana fırsat tanınmış ve insana kötülüğü emreden bir nefis verilmiştir.
Dünya ahiretin tarlasıdır. Ahiretin iki menzili olan cennet de cehennem de insanların imanlarının ve amellerinin meyvesi olacaktır. Bunun için insan nevi bir imtihana tabi tutulmuştur. Hayatını iman ve salih amel üzere geçirip bütün işlerini istikamet üzere gören insanlar, cennete layık bir kıymet alırlar. Aksi yolda gidenler ise cehennem ehli olurlar.
İnsan, nefsine uymaz ve şeytanı dinlemezse manen terakki eder ve meleklerden daha yüce bir makama erebilir. Aksini yaptığı taktirde de hayvanlardan daha aşağılara düşebilir.
Bilindiği gibi, elmasla kömürün aslı karbondur. Ancak diziliş farklılığından dolayı biri elmas diğeri kömür olmuştur. Aynı şekilde insanların da aslı birdir. Bütün insanlar aynı maddi ve manevi cihazlarla donatılmışlardır. Ancak, bunların doğru yahut yanlış kullanılmalarıyla insanlar arasındaki farklılık ortaya çıkmış ve toplumda elmas ruhlular yanında kömür ruhlular da ortaya çıkmıştır.
Meselenin bir başka boyutu da şudur. İnsan, şeytana uymakla kendini zarara soktuğu gibi, "Sebep olan işleyen gibidir." kaidesine göre bu işte şeytan da büyük bir sorumluk altına girer ve cehennemdeki azabını artırmış olur. İnsanları yoldan çıkarmak üzere kendisine tanınmasını istediği fırsat, başına bela olacak ve istikametten saptırdığı kişilerin azaplarının bir katı da ona tattırılacaktır.
Cenab-ı Hak dileseydi şeytana bu fırsatı vermeyebilirdi. O zaman onun görevini de insan nefsi üstlenmiş olurdu. Sonuç değişmezdi. Kendisine insanları yoldan çıkarmak için çalışma fırsatının verilmesiyle şeytan büyük bir zarara uğramış, tabiri caizse, küstahlığının cezasını böylece görmüştür.
13 Nisan 2024 Cumartesi
Hamd Etmek Müstehabdır
Allahü teâlâ buyuruyor:
(Ey Resûlüm) de ki: Hamd olsun Allah'a; selâm olsun, O'nun seçtiği (peygamber) kullarına...”[Neml suresi 59.ayet-i kerime]
"De ki: Allah'a hamd olsun; O, yakında size azab alâmetlerini gösterecektir. "[Neml suresi 93.ayet-i kerime]
"Söyle: O Allah'a hamd olsun ki, evlâd edinmemiştir."[İsrâ suresi 111.ayet-i kerime]
"Eğer şükrederseniz, elbette size nimetlerimi arttırırım."[İbrahim suresi 7.ayet-i kerime]
"Beni ibâdetle anın ki, ben de sizi mağfiretle anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin."[Bakara suresi 152.ayet-i kerime]
Allah'a hamd ve şükür etmeyi emreden ve faziletlerini açıklayan âyetler çoktur.
295- Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre,Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu:
"Her şerefli iş ki, ona Allah'a hamd ile başlanmamıştır; o iş bereketsizdir." (Ebû Dâvûd, Edeb 18. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 19)
Bir rivâyet de şöyledir:
"Her söz ki, ona Allah'a hamd ile başlanmamıştır; o kesiktir (bereketsizdir)."
"Her söz ki, ona Allah'a hamd ile başlanmamıştır; o kesiktir (bereketsizdir)."
Diğer bir rivâyet de şöyle:
"Bismillâhirrahmânirrahîm ile başlanmayan her önemli iş güdüktür (bereketsizdir)."[Ebû Dâvud. İbn-i Mâce. Nesâî.]
Âlimler şöyle demiştir: Her kitab yazanın, ders okuyanın, ders okutanın, hutbe okunanın, kız isteyenin ve önemli diğer işlerde bulunanın, Allah'a hamd ile başlaması müstehab olur.
İmâm Şâfi’î (rahimehüllah) demiştir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm ile başlanmayan her önemli iş güdüktür (bereketsizdir)."[Ebû Dâvud. İbn-i Mâce. Nesâî.]
Âlimler şöyle demiştir: Her kitab yazanın, ders okuyanın, ders okutanın, hutbe okunanın, kız isteyenin ve önemli diğer işlerde bulunanın, Allah'a hamd ile başlaması müstehab olur.
İmâm Şâfi’î (rahimehüllah) demiştir:
Kişinin, kız isterken ve istenilen her işin başında insanın Allahü teâlâya hamd ve sena, Allah'ın Resûlüne (sallallahü aleyhi ve sellem) de Salât getirmesini severim.
1. Hamd Etmek Müstehabdır
Daha önce geçtiği gibi, her önemli ve şerefli işin başında Hamd getirmek müstehabdır. Yine yemeği ve içmeyi bitirdikten sonra, aksırınca, bir kadını nikahlamak isteğinde bulununca, nikâh akdi yapılınca, helâdan çıkanca Hamd etmek müstehabdır.
1. Hamd Etmek Müstehabdır
Daha önce geçtiği gibi, her önemli ve şerefli işin başında Hamd getirmek müstehabdır. Yine yemeği ve içmeyi bitirdikten sonra, aksırınca, bir kadını nikahlamak isteğinde bulununca, nikâh akdi yapılınca, helâdan çıkanca Hamd etmek müstehabdır.
İleride gelecek ilgili bölümlerde, bu meseleler, delilleriyle ayrıntılı olarak beyan edilecektir, İnşa-Ellahü teâlâ... Heladan çıkışta ne söyleneceği, bununla ilgili bölümde geçmişti. Söylediğimiz gibi yazılan kitablann başında Hamd getirmek müstehab olduğu gibi, ister hadîs okunsun, ister fıkıh ve ister bunlardan başkası olsun, ders veren hocaların ve okuyan öğrencilerin başlarken Hamd getirmeleri de müstehabdır. Hamd etme ifadelerinin en güzeli şudur:
"Elhamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn." (Hamd ve övgü, bütün âlemleri yaratan Allah'a mahsustur.)"
"Elhamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn." (Hamd ve övgü, bütün âlemleri yaratan Allah'a mahsustur.)"
8 Nisan 2024 Pazartesi
3 Nisan 2024 Çarşamba
Elbise Giyilirken Okunacak duâlar
4. Elbise Giyilirken Okunacak duâlar
Elbise giyerken "Bismillah'' demek müstehab olduğu gibi, bütün (hayırlı) işlerde de besmele getirmek müstehabdır.
42- Ebû Sa'îd el-Hûdrî'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem bir gömlek, bir hırka (cübbe) yahut bir sarık gibi bir elbise giydiği zaman şöyle duâ ederdi:
(Allah'ım! Bu elbisenin hayırını ve içinde yapılan şeyin hayırlı olanını Senden isterim; ve bunun (verebileceği gurur-kibir gibi) kötülüğünden ve altında yapılan Günahın şerrinden Sana sığınırım)''[8]
43- Muaz b.Enesden (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim yeni bir elbise giyer de:
(O Allah'a hamd olsun ki, benden bir kudret ve kuvvet olmaksızın bu elbiseyi bana giydirdi ve bunu bana rızık olarak verdi) derse, Allah onun geçmiş günahlarını (kul hakkına ait olmayan küçük günahlarını) bağışlar."[9]
[8] Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî. Nesâî. İbn-i Mâce.
[9] Ebû Dâvud.
5 Mart 2024 Salı
Selâm ile ilgili Ezkâr en-Nevevî
Allahü teâlâ buyurmuştur:
“Evlere girdiğiniz zaman, Allah katında mübarek olan, Hoş olan bir sağlık dileyişi ile kendinizden olanlara (Mü’minlere) selâm verin" buyurmuştur[1]
Yine Allahü teâlâ
"Bir selâmla selâmlandığımz zaman, ondan daha güzeli ile mukabele edin, yahut aynen karşılığını verin."[2] buyurmuştur.
Yine Allahü teâlâ:
"Kendi evlerinizden başka evlere sahiblerinden izin istemedikçe ve onlara selâm vermedikçe girmeyiniz" buyurmuştur.[3]
"Sizin çocuklarınız bulûğ çağına erince, onlardan önceki büyük kardeşleri izin istedikleri gibi izin istesinler (de odalarınıza girsinler)" buyurmuştur.[4]
Yine Allahü teâlâ:
"(Ey Peygamber!) Kendilerine ikramda bulunulan İbrahim'in müsafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani onlar İbrahim'in yanına girmişlerdi de selâm vermişlerdi. İbrahim de selâm ile mukabele etmişti" buyurmuştur.[5]
Bil ki, selâmın asli kitab, sünnet ve icmâ ile sabittir. Selâmın münferid olarak meseleleri bir araya toplanmayacak kadar çoktur. Ben İnşa Allah az bölümler içinde selâmın maksadlarını özetleyeceğim. Esası gözetmek, hakka isabet etmek, hidâyet ve başarı ancak Allah'ın yardımı iledir.
1. Selamın Fazileti ve Selamı Yaymanın Emredildiği
612- Abdullah ibn Amr ibn'l-As'dan (radıyallahü anhüma) rivâyet edildiğine göre, "Bir adam Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e sordu: İslâmin hangi işi sevab bakımından daha faziletlidir? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Yemek yedirirsin, tanıdığına ve tanımadığına selam verirsin, buyurdu."[6]
613- Yine Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh), o da Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den anlatarak dedi ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Aziz ve yüce olan Allah (ilk peygamber) Âdem'i Kâmil insan şeklinde yarattı. Boyu altmış arşındı. Allah onu yaratınca, (kendisine) dedi: Git, şu oturmakta olan melekler toplululuğuna selâm ver de, sana nasıl karşılık vereceklerini dinle. Çünkü onların vereceği selâm karşılığı, hem senin, hem de gelecek evladlarının selâma cevab verme şeklidir. Âdem (o meleklere) Esselâmu Aleykum, dedi. Onlar da karşılık olarak: Esselâmu Aleyke ve rahmetullahi, dediler. Böylece selâma "Ve rahmetullahi" sözünü eklediler"[7]
614- Berâ' ibn Âzib'den (radıyallahü anhüma) yapılan rivâyette o şöyle demiştir:
“Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem bize yedi şeyi emretti: Hastayı ziyaret etmeyi, (define kadar) cenazeleri takib etmeyi, Aksırana (ve Elhamdü Hilali diyene teşmit yapmayı) Yerkamukellâh demeyi, zayıf kimseye yardım etmeyi, haksızlığa uğrayanın hakkını korumayı, selâmı yaymayı ve yeminde sadık kalmayı..."[8]
615- Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İman etmedikçe Cennet'e giremezsiniz.Birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız.Size bir şey göstereyim mi ki, onu yaptığınız zaman birbirinizi sevmiş olasınız? Selâmı aranızda yayın. "[9]
616- Abdullah ibn Selâm'dan (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde o demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim:
“Ey insanlar! Selâmı yayın, yemek yedirin akrabaya iyilik yapın (onlarla ilgiyi kesmeyin) ve insanlar uyurken namaz kılın: böylece selâmetle cennete girersiniz."[10]
617- Ebû ümâme'den (radıyallahü anh) rivâyetimizde şöyle demiştir:
“Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem selâmı yaymamızı bize emretti."[11]
618- İshak ibn Abdullah ibn Ebû Talhâ'dan rivâyet edilmiştir ki, Tufeyl ibn Ubeyy ibn Kâ'b İshak'a anlatmıştır. (Tabi'inden olan Tufeyl, yine Tabi'inden İshak'a bildiriyor ki,) kendisi (Ashâbdan) Abdullah ibn Ömer'e gider ve onunla sabahleyin çarşıya çıkardı. Der ki, biz sabahleyin çarşıya girdiğimiz zaman, Abdullah bizimle uğradığı her eskiciye, her esnafa, her miskine ve her kese muhakkak selâm verirdi. Tufeyl demiştir: Bir gün Abdullah ibn Ömer'e vardım. Beni arkasında yürüterek çarşıya götürdü. Ben ona dedim: Çarşıda ne yapıyorsun? Alış-verişe durmuyorsun, eşya sormuyorsun, eşya satınalmıyorsun, çarşı meclislerinde de oturmuyorsun? Dedi ki, burada oturup konuşâlim. Sonra ibn Ömer bana dedi: Ey göbekli, (Tufeyl göbekli olduğu için ona böyle hitab etmiştir.) biz sadece selâm için çarşıya çıkıyoruz. Her karşılaştığımız kimseye selâm veriyoruz.[12]
619- Buhârî'nin Sahîhinde kendisinden yapılan rivâyetde demiştir: Ammar (radıyallahü anh) şöyle söyledi:
“Üç şey vardır ki, onları toplayan kimse îmanı bütünlemiştir: Kendi nefsinde adalet yapmak, insanlara selâmı yaymak ve kıtlık hâlinde iken yedirip harcamak."[13]
Biz bu hadisi Buhârî'den başka kitablarda Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e yükseltilmiş olarak rivâyet ettik.
Derim ki, bu üç cümlede âhiret ve dünyanın bütün hayırları toplanmış bulunmaktadır. Çünkü adalet, Allah'ın bütün haklarını yerine getirmeyi ve Allah'ın emrini yapmayı, yasakladığı şeylerden kaçınmayı, insanlara haklarını vermeyi gerektirir. Aynı zamanda haklı olmayan şeyi de istemez. İnsan kendi nefsine de adalet yapmakla onu hiç bir zaman çirkin şeye düşürmez.
Âleme selâmı yaymak demek, bütün (Mü’min olan) insanlara selâm vermektir. İnsan böylece hiç kimseye üstünlük taslamış olmaz ve kendisi ile başka bir kimse arasında selâm vermeyi engelleyecek bir kırgınlık sebebi bulunmaz.
Darlık hâlinde harcamaya gelince, bu da Allahü teâlâya itimadın kemalini ve O'na tevekkülü, müslümanlara şefkati ve başka iyi hasletleri gerektirir. Bu güzel hallerin hepsine bizi muvaffak kılmasını Kerîm olan Allahü teâlâdan dileriz.
Kaynaklar
[1] Nûr süresi:61
[2] Nisa Suresi:86
[3] Nûr Süresi: 27
[4] Kur’ân, Kerîm: Nür Süresi: 59
[5] Zâriyâi Süresi: 24-25
[6] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud.
[7] Buhârî ve Müslim.
[8] Buhârî. Müslim. Tirmizî. Nesâî.
[9] Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî.
[10] Dârimî. Tirmizî. İbn Mâce. Ahmed b. Hatibel. Taberâni.
[11] İbn Mâce. İbn Sünnî.
[12] Muvatta
[13] Buhârî.
11 Şubat 2024 Pazar
Sizden biriniz uykudan uyanınca şöyle desin, hadisi şerif
36- Huzeyfe b. Yeman'dan (radıyallahü anh) ve Ebû Zerr'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine şöyle demişlerdir:
"Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, yatağına girdiği zaman:
(Allah'ımı Senin adınla dirilirim ve ölürüm) derdi. Uyandığı zaman da: (Bizi öldürdükten sonra) bizi dirilten Allah'a hamd olsun; (Kıyâmette) dirildikten sonra varış O'nadır) derdi,,[2]
37- Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz uykudan uyanınca şöyle desin:
(Hamd, O Allah'a olsun ki, ruhumu bana iade etti, bedenimde bana afiyet verdi ve kendisini zikretmek için bana izin verdi)"[3]
kaynak
[2] Buhârî. Müslim. Muvatta', Ebû Dâvud. Nesâî.
[3] Müslim.
8 Şubat 2024 Perşembe
Sizden biriniz uyuduğu zaman, şeytan onun ensesinde üç düğüm bağlar hadisi şerifi
35- Muhaddis iki İmâm Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde, (Allah kendilerinden razı olsun) bize rivâyet edildiğine göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz uyuduğu zaman, şeytan onun ensesinde üç düğüm bağlar, her düğümü yerinde sağlamlaştırarak der ki, gecen uzun olsun, uyu... Eğer insan uyanır da (Hangi zikirle olursa olsun) Allah'ı zikrederse bir düğüm çözülür. Eğer abdest alırsa, bir düğüm daha çözülür. Eğer namaz kılarsa, bütün düğümleri çözülür ve gönlü hoş neş'eli olarak sabahlar. Böyle (uyanınca zikir, abdest, namaz) yapmazsa, gönlü berbat, sıkıntılı ve tenbel olarak sabahlar."
22 Ocak 2024 Pazartesi
Yapılan bütün işler niyyetlere göredir, hadisi ile ilgili Allah dostlarının sözleri
صبحكم الله بالخير وانعم عليكم بالصحة والعافية 🤍صباح الخير 🤍 اللهم اجعلنا من أصحاب اليمين، وارزقنا ثباتا ويقين، واجمعــنا في عليين على، ســرر متقابلين ووالدينا، وأحبابنا وجميع المسلمين .آمين 🤲 |
1- Ömer ibn Hattâb (radıyallahü anh) den rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"(Yapılan) bütün işler niyyetlere göredir, (kalblerdeki niyyetlerle değer kazanırlar); ve herkes için ancak niyyet ettiği şey vardır. O hâlde kimin hicreti (Bir yerden bir yere gidişi) Allah ve O'nun Resûlü için ise, onun hicreti, Allah ve Resûlü yolunda olmuştur. Kimin de hicreti dünya için ise ona ulaşır yahut bir kadın içinse onu nikâhlar. Böylece hicreti, hicret etmiş olduğu şeydedir taşıdığı niyete göre işi değerlendirilir."'[2]
Bu hadîs-i şerif sahîhdir ve Sahîh olduğunda ittifak vardır. Aynı zamanda hadîsin derecesinin büyüklüğü ve yüksekliği üzerinde âlimler görüş birliğine .varmışlardır; çünkü islâmın temelini teşkil eden Hadislerden birisidir bu...
İlk devirdeki âlimler ve bunlara uyan sonrakiler (Allahü teâlâ onlara rahmet etsin), kitablarına bu hadîsle başlamayı severler ve tercih ederlerdi; Bunu da, daha başlarda iyi niyete, onu gözetip îtina göstermeye bir tenbih (uyarma) olsun diye yaparlardı, imâm Ebû Said Abdurrahmân ibn Mehdî'den (Allahü teâlâ ona rahmet etsin) bize rivâyet edilmiştir, demiştir ki:
"Kim kitab yazmak isterse, bu hadîs ile başlasın."
İmâm Ebû Süleyman el-Hattâbî da (Allah ona rahmet etsin) şöyle demiştir:
“Din işlerinden olup ilk başlayan ve ortaya çıkan her şeyin başında bu = ameller niyete göredir = hadîsini getirmeyi, bizim geçmiş üstadlanmiz müstehab görürlerdi; çünkü din işlerinin hepsinde buna ihtiyaç vardır.
İbn Abbâs'dan (radıyallahü anhüma) bize nakledildiğine göre şöyle demiştir:
“İnsan, ancak niyyeti miktarınca korunur."
Başka biri de:
“insanlara niyyetlerine göre (sevab ve azab) verilir."
Büyük İmâm Ebû Ali Fudayl ibn İyâd'dan (radıyallahü anh) bize rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:
“İnsanlar için hayırlı işi terk etmek riyadır; insanlar için amel etmek şirktir. İhlâs, bunların her ikisinden de Allah'ın seni kurtarmasıdır."
İmâm Haris el-Muhâsibî (Allah ona rahmet etsin) Şöyle, demiştir:
“Sadık o kimsedir ki, kendi kalbinin düzelmesi için, insanların kalblerinde olan tüm değerinin kalblerinden çıkışında bir sakınca görmez, yapmış olduğu güzel işlerden bir zerre miktarına dahi insanların muttali olmasını sevmez ve kötü işini de insanların bilmesini çirkin görmez."
Huzeyfe el-Mar'aşî'den rivâyette şöyle demiştir:
"İhlâs, kulun gizli ve aşikâr hallerde işlerinin eşit olmasıdır!"
İmâm ve üstad Ebû'l-Kasim el-Kuşeyrî'den (Allah ona rahmet etsin) bize rivâyet edilmiştir; şöyle demiştir:
(İhlâs, ibâdeti, sırf Yüce Allah'ın hakkı olmak maksadıyla yapmaktır. Bu da, bir yaratığa gösterişte bulunmaksızın yahut insanlarca iyi olan bir şeyi beklemeksizin yahut onlardan herhangi bir övgüyü sevmeksizin yahut Allah'a yaklaşmaktan başka herhangi bir mana taşımaksızın yapılan ibâdetle Allah'a yaklaşmayı murad etmektir.)
Büyük İmâm Ebû Muhammed Sehl ibn Abdillah Et-Tüsterî (radıyallahü anh) şöyle demiştir:
“Akıllılar, İhlasın açıklanmasına baktılar da, ' şundan başkasını bulamadılar: İnsanın gizli ve aşikâr hallerinde sükûn ve hareketinin Allah için olmasıdır ve buna dünya ve nefis arzusunu karıştırmamaktır.
Üstad Ebû Ali Ed-Dekkak'dan (radıyallahü anh) bize rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:
"İhlâs, insanların yorumlarından kendini uzak tutmaktır; sıdk ise, nefse uymaktan temizlenmektir. İhlâs sahibinde riya yoktur; sadık kimsede de gururlanma yoktur."
Zü'n-Nûni Mısrî'den (Allah ona rahmet etsin) rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Üç şey ihlâs alâmetlerindendir: İnsanlardan olacak övme ve yermeyi eşit tutmak; yapılan işlerde, işleri görmeyi unutmak ve işin sevabım ahirette gerekli bulmak...'
Kuşeyrî'den (Allah ondan razı olsun) bize rivâyette şöyle demiştir:
“Sidkın en azı, gizli ve aşikâr halin eşit olmasıdır."
Sehlü't-Tüsterî'den:
“Kendi nefsini yahut başkasını yağlayan bir kul, sıdkın kokusunu koklayamaz."
Âlimlerin bu ihlâs ve sidk konusundaki sözleri sınırlı olmayacak kadar çoktur. Benim gösterdiklerim anlayan kimse için kâfidir.
kaynak
[2] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî. Nesâî.
20 Ocak 2024 Cumartesi
Gizli ve aşikar bütün işlerde iyi niyyet ve ihlâslı olmak
Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
"O îman etmeyenler, ancak İslâma yönelip ibâdeti Allah'a has kılarak (hâlis bir niyyetle) O'na ibâdet etmekle emredilmişlerdir."[1] Beyyine: 25
"O kurbanların ne etleri, ne de kanları asla Allah'a ulaşmaz; fakat sizden olan takva O'na ulaşır." (Hac: 37)
İbn Abbâs (radıyallahü anhüma), bu âyet-i kerîmede geçen "takva" kelimesinin manasını "Niyyetler" olarak tefsir etmiştir.
İhlâs, niyyeti hâlis yapmaya ve onu riya gibi bulaşık şeylerden arındırmaya denilir. Cenâb-ı Hak, zât-ı ulûhiyyetine, ihlâs ile ibâdet etmeyi emretmesinden anlaşılıyor ki, işin başından sonuna kadar ihlâsa sahib bulunmak gereklidir. Bütün kulluk vazifelerini sırf Allah'ın emirleri olduğu için yerine getirmek, yasaklarından da aynı duygu ile kaçınmak ve başka bir maksad gütmemek, ihlâsla Allah'a ibâdet etmek olur ve hâlis niyyet taşınmış olduğundan böyle kimseye de "Muhlis" denir.
Bu âyet-i kerîmeden, geçerli niyyetin "hâlis niyyet" olduğu anlaşıldığından her görevde niyyetin bulunmasının şart olduğu hükmü ortaya çıkmaktadır, niyyetin yeri de kalbdır.
Emredilen işi Allah rızası için yapmak ve başka bir maksad gözetmemek de, hâlis niyyetin husulüdür ve kuldan istenen de budur. ihlâsla yapılan salih ameller Allah'a yükseltilir. işte Allah rızası için hâlis niyetle yapılan işlerin Allah katında sevabı vardır.
EZKÂR EN-NEVEVÎ
ZİKİRLER VE DUÂLAR
EZKÂR EN-NEVEVÎ
ZİKİRLER VE DUÂLAR
16 Ocak 2024 Salı
İki kişiden başkasına gıbta olmaz
Ve Omer ibn Hattâb:
"Seyyidler olmanızdan önce fakîhler olunuz" dedi.
73- Ben Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan işittim, şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"İki kişiden başkasına gıbta olmaz: Allah tarafından kendisine mal verilip de hakk yolunda o malı helak etmeğe musallat kılınan kimse, Allah tarafından kendisine hikmet verilip de onunla hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse".
73- Ben Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan işittim, şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"İki kişiden başkasına gıbta olmaz: Allah tarafından kendisine mal verilip de hakk yolunda o malı helak etmeğe musallat kılınan kimse, Allah tarafından kendisine hikmet verilip de onunla hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse".
3 Ocak 2024 Çarşamba
Fir'avn'un yazdığı suda boğulma hükmü
Fir'avn altı yüz yirmi yıl yaşadı ve dörtyüz yılını hükümdarlıkla geçirdi, ömründe bir kere olsun hasta olmadı. Bir kere hasta olsaydı veya aç kalsaydı herhalde ilahlık davasında bulunmazdı.
Tefsir-i Cebir'de İmam Razi'nin anlattığına göre, bir gün İblis, Fir'avn'ın kapısını çalar.
Fir'avn:
- Kim o? diye seslenir.
İblis:
- Eğer sen tanrı olsan benim kim olduğumu bilirdin, der.
Bu sözün kime ait olduğunu anlayan Fir'avn:
- Bu kubbe altında senden ve benden daha kötü kimse var mıdır? diye sorar.
İblis:
- Evet, vardır, der.
Fir'avn:
- Kimdir o?
İblis:
- Hasudlar, çekememezlik hastalığına mübtela olanlar senden ve benden fenadırlar. Zaten ben de hased yüzünden buhale düştüm, der.
İbni Abbas (radıyallahu anh) diyor ki; sahirlerin mağlup olup iman ettiklerini gören Fir'avn perişan halde adamları ile oradan ayrıldı. (Ancak kendisi müsaade etmeden sahirler iman ettiği için onların sağlı sollu el ve ayaklarını keseceğini söyledi).
Musa (aleyhisselam) o zaman dört mucize gösterdi. Bunlardan biri bir süre kıtlık, diğeri bolluk, üçüncüsü nurlu eli, dördüncüsü de asası idi. Fir'avn iman etmeyince,
Musa (aleyhisselam):
- Ya Rab, bu adam işi azıttı, halkı da azdırıyor. Bunlara bir bela gönder ki, diğerlerine ibret dersi olsun, dedi.
Allah Teala da onların üzerine çekirge, bit ve kurbağa yağdırdı. Nil nehrini kızıl kan haline çevirdi. Bundan sonra taun hastalığını gönderdi. Bu hastalıktan yetmişbin zayiat verdiler.
Bu defa Musa (aleyhisselam)'a başvurarak ondan eman ve yardım dilediler.
Nakledildiğine göre, Musa (aleyhisselam), Allah Teala'ya:
- Buna bu kadar mühlet vermendeki hikmet nedir? diye sordu.
Allah Teala:
- Onun bazı iyi halleri vardır, onların mükafatını dünyada ona tattırmak için müsaade ettim, buyurdu.
Musa (aleyhisselam):
- Allah'ım, onun bu iyi halleri nelerdir? diye sorunca,
Allah Teala:
- İnsanlar arasında adaletle hükmetmesi ile şehirleri adalet ölçülerine göre onarmasıdır. Bunun İçin ona mühlet verdim. Aynı zamanda onun Beni inkarından Bana bir zarar yoktur, buyurdu.
Bir gün Cebrail (aleyhisselam) insan suretinde Fir'avn'a gelerek kölesinden şikayet etti ve dedi ki:
«- Benim ona bu kadar ihsanım olduğu halde o bana karşı nankörlük ederek bana isyan etti. Benim adımı kendisine taktı ve herkesi kendisine kul köle etti».
Fir'avn:
- Ne kötü bir insan, dedi.
Cebrail (aleyhisselam):
- Bu adamın cezası nedir? diye sordu.
Fir'avn:
- Onu suda boğmak lazım, dedi.
Cebrail (aleyhisselam):
- O halde bu hükmünü bana yazılı olarak ver, diye rica etti. Fir'avn da bu hükmünü yazdı verdi ve melek de alıp gitti.
ENVARÜ'L-AŞIKIN 144-145
ENVARÜ'L-AŞIKIN 144-145
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)