Cumhuriyet’in hain ilan ettiği Yüzellilikler’in hikâyesi
Birinci Cihan Harbi bitmiş, sıra mağlupların hesaplarını kesmeye gelmişti. İtilaf Devletleri, ağır yaptırımlardan oluşan anlaşmaları masanın üstüne bir bir koyuyordu.
Diğer tüm devletlerle olduğu gibi Osmanlı da anlaşmaya varılmak üzere davet edildi. Paris yakınlarındaki Sevr kasabasında yapılan görüşmelere İstanbul hükümetini temsilen Padişah’ın eski sadrazamı Ahmet Tevfik Paşa memur edilmişti. Devletin bekasını emniyete almak niyetiyle girilen müzakereler daha ilk dakikalarda akamete uğradı. Zira anlaşma çerçevesinde Türk tarafına dayatılan hükümleri öğrenen Ahmet Tevfik Paşa, ‘devlet mefhumu ile kabil-i telif olmadığını’ ifade ederek görüşmelerden çekildiğini açıklamıştı.
Sevr imzası ile gelen hainler listesi
Bu sıralarda Anadolu’da neşet eden Ankara Hükümeti ise İtilaf Devleti temsilcilerine tebligatlar yollayarak İstanbul Hükümeti’nden ayrı bir bağımsız meclisin teşekkül ettiğini ilan ediyordu. Görüşmelerin tıkanmasının ardından İtilaf Devletleri, Anadolu’da direniş havasını kırmak için çeşitli hamlelerde bulundu. Yunanları Anadolu’nun içlerine sürerek Anadolu’da oluşan direnci kırmak istese de bu emel hiçbir zaman tamama eremeyecekti. Yarıda kalan görüşmelerin ardından İstanbul Hükümeti’ni temsil eden ikinci bir temsilci heyeti, İtilaf Devletleri himayesindeki bir gemiyle Paris’e yol alacaktı. Sadrazam Damat Ferit Paşa, ağır yaptırım ve kabul edilemez hükümlerin gölgesindeki Sevr Antlaşması’nı imzaladı. 10 Ağustos 1920’de varılan anlaşma, Ankara Hükümeti cephesinde büyük bir tepkiye hedef olurken, başta görüşmeleri yürüten heyet ve milli iradeye karşı gelenler vatan haini ilan edildi. Bundan sonra milli irade karşıtı her türlü eylemde bulunanlar yakalanıp hapisedilirken, paçayı kurtarmak isteyenlerse soluğu yurtdışında alıyordu. İlerleyen süreçte Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Kesintili ve uzun bir müzakere süreci sonucunda varılan anlaşma gereği gayrimüslimlerin hakları koruma altına alınıyordu. Konulan ayrı bir hükümle de Kurtuluş Savaşı zamanında Milli İrade’ye karşı gelen Müslüman vatandaşlara da genel af ile şefkat edilecekti. Ama bu anlaşmadaki hükmün geçerli olmayacağı bir zümre vardı ve Ankara Hükümeti içinde bu zümreye duyulan kin bir hayli büyüktü. Öyle ki, Lozan Barış Anlaşması’nın (24 Temmuz 1923) mezkur af maddesine bir şerh konularak 150 kişilik bir grup, aftan mahrum bırakılmıştı. Peki kimdi yeni kurulmuş bir ülkenin ilk hainleri? Neden 150 kişiyle sınırlı tutulmuştu? Aralarında, Osmanlı Devlet ricalinden önemli isimlerin bulunduğu bakanlar, eski Mebusan Meclisi üyeleri, polisler, mülkiyeliler, askerler, gazetecilerin de olduğu bu liste neye göre tayin edilmişti?
‘Hain haindir! Prensibi ne?’
Lozan Barış Antlaşması’nın hükmünce uygulanacak Umumi Af maddesi dışında yer alan 150 kişi elbette önceden bilinmiyordu. İtilaf ülkelerinden koparılmış sayılan bu hakla hareket eden Ankara Hükümeti için sıra bu kontenjana sığdıracak isimlere gelmişti. Zira hem hakim hem savcı konumunda bulunan meclis için hainlerin sayısı 10 binleri buluyordu. Bu derecede geniş çaplı bir listenin 150 kişiye indirilmesinde hangi prensibin korunacağı ise Meclis’te tartışma sebebi oldu. Dahiliye vekilinin çıkardığı 600’lük liste önce 300’e indirildi fakat Lozan Antlaşması’nda belirlenen 150 kişilik listeyi seçmek kolay olmadı. Oturumu yöneten Fethi Bey (Okyar) bir Ramazan gününe denk gelen ve hararetli atışmalara sahne olan oturumu yönetmekte zorlanıyordu. İsimlerin okunması esnasında, kimi vekiller seslerini yükselterek ‘Hain haindir! Prensip gerekmez’ diyerek itiraz ediyor, araya girerek ‘falancayı da dahil edin, o da haindir!’ diye bağırıyorlardı. 16 Nisan 1924 günü yapılan ve bir hayli uzun süren oturumda makus talihli 149 kişi oy çokluğuyla belirlendi. Boşta kalan yere Köylü Gazetesi sahibi Refet Bey de eklenerek 150 kişilik kontenjan tamamlandı. Liste oluşturulurken vekillerden her türlü menfi yorumlar, ısrarlar eşliğinde ilave isimler, tahkir içerikli cümleler Dahiliye Vekili İçişleri Bakanı Ahmet Ferit’in (Tek) konuşmasını kesiyordu. Dönemin sakıncalı kişisi Damat Ferit Paşa’nın ismi liste için okunduğunda, kalabalık arasından ‘Çoktan cehenneme gitti!’ diyenler bile olmuştu. (Listenin düzenlenmesinden evvel Ekim 1923’te öldü.) Falanca Yunan bayrağını öpmüştü, filanca azılı haindi sesleri eski Meclis’in duvarlarında yankılanıyorken, istediği isimleri listede görenler de Dahiliye Vekili’ne ‘Allah sizden razı olsun!’ diyerek şükranlarını sunuyordu.
Listeye alınanların yarısından fazlası Çerkez
Alınan kararla af maddesine konulan 150’likler şerhi, yurtdışına çıkan ‘hainlerin’ öncelikle vatandaşlıktan çıkarılmasını gerektiriyor ve Türkiye’de ikamet etmeleri yasaklıyordu. Mezkur şahısların Türkiye sınırları içinde bulunan mallarını tasfiye etmeleri için dokuz aylık bir mühlet verilecekti. Kabarık listedeki yasaklıların başında Son Padişah Vahdettin’in mahiyeti olmak üzere eski Kabine Azaları, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Sevr Antlaşması’nı imzalayan heyet, Kuvay-ı İnzibatiye, Çerkez Ethem’in avanesi ve dönemin ünlü gazetecilerinden Falih Rıfkı bulunuyordu. Hâlâ milli irade karşıtı eylem içinde olanlar meclis zabıtlarında özellikle belirtilirken, makus listede yer alanlar karar alındığında çoktan dünyanın dört bir yanına dağılmışlardı. O dönemlerde hakkında tevkifat (tutuklama) kararı çıkarılan siyasiler, öncelikle İngiliz Konsolosluğu’na sığınıyor, oradan da vapurla sair ülkelere yerleşiyordu. Liste içinde yer alanlardan 86 kişinin Çerkezlerden oluşması listenin bir diğer dikkat çeken tarafıydı. Başta Çerkez Ethem’in kardeşleri Reşit ve Tevfik olmak üzere dokuz kişi, ‘Şark-i Karib Çerkezleri Cemiyeti’ kongresine katılan 18 kişi, Gönen ve dolaylarında Anzavur’la işbirliği yaptıkları gerekçesiyle 40 kişi ve diğerleri de Kuvay-ı İnzibatiye ve Vahdettin’in maiyetinde bulunmaktan dolayı listeye dahil edilmişlerdi.
14 sene sonra gelen af, yaraları sarmadı
Aradan geçen yıllarla beraber, Cumhuriyet’in ilk yıllarında hain ilan edilen 150 kişi için menfi-müsbet gazete yazıları yazılıyor ve özellikle devrin önemli yazarlarından sayılan Refik Halit (Karay)’ın tekrar yurda dönmesi için çağrılar yapılıyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi 16 Temmuz 1938 tarihinde çıkardığı yeni bir kanunla bir zamanlar umacı ilan edilen zümrenin vatana dönmelerindeki engelleri kaldırdı. Ancak kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bu kişilerin sekiz yıl boyunca devlet kademelerinde memur olarak çalışmalarına izin verilmedi. Askerlik, hakimlik ve zabitlik gibi eski mesleklerini yapabilmelerine de imkan kılınmamıştı. Bundan dolayı 150’liklerin birçoğu memleketlerine dönmeye bir engel olmamasına karşın, bulundukları yerden ayrılmayacak ve bazıları yurtdışında yoksulluk içinde ölecekti. Bu isimlerden Refik Halit, kaldığı Halep’ten ayrılarak 16 yıllık bir sürgünün ardından yurda döndü. Aydede Mizah Dergisi’ni çıkardı. Alemdar Gazetesi sahibi Ref’i Cevat (Ulunay) da affın ardından yurda dönenlerden. İstanbul’a gelince gazeteciliğe devam etmiş, Yeni Sabah ve Milliyet gazetelerinde vefatına kadar çalışmıştır. Eski Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ise çıkarılan kanun sonrası Yunanistan üzerinden Mısır’a geçmiş, El Ezher Üniversitesi’nde ömrünün sonuna kadar ders vermeyi tercih etmişti (1954). Sevr Anlaşması’nı imzalayan heyetin içinde bulunan ve devrin hatırı sayılır isimlerinden şair, filozof ve devlet adamı Rıza Tevfik ise, af sonrası Hicaz, Amerika, Ürdün ve Lübnan üzerinden yurda geri döndü. Kendi tabiriyle ‘hesaplaşmak için değil, vedalaşmak için’ gelse de, kimseden alaka göremedi. Rıza Tevfik, yaşamını Vakıf Gurebâ Hastanesi’nde yitirecekti. 150’likler listesinin en çarpıcı isimlerinden olan ve düzenli birliklere katılmayı reddeden Çerkez Ethem ise o hengamede Yunanistan üzerinden Berlin’e gitti. Burada tedavi gördükten sonra Umman’a geçerek hayatının sonuna (1948) kadar burada yaşadı.
Milli Mücade yıllarından bir kare. Mustafa Kemal Paşa’nın sağ tarafında bulunan Çerkez Ethem.
İmzayı atmak yine bir Çerkez’e düştü
150’likler listesini Meclis kürsüsünde isim isim okuyan Dahiliye Vekili Ahmet Ferit Bey hakkında yazılan bir yazı, tartışmaların son günlerine damgasını vuracaktı. 28 Nisan tarihli Vatan Gazetesi’nde Ahmet Emin (Yalman) tarafından yazılan bir makale, Ferit Bey’in sınır dışı edilen zengin Ermenilerin yeniden Anadolu’ya dönmesi için yardım ettiği iddialarına yer veriyordu. Ayrıca kendisinin Damat Ferit Paşa hükümetinde Bayındırlık Bakanı iken çektiği gizli telgraflarda yer alan Milli Mücadele ve Mustafa Kemal hakkındaki olumsuz bazı ifadeler de gün yüzüne çıkmıştı. Eleştirilere daha fazla direnemeyen Ahmet Ferit Bey, 21 Mayıs 1924’de istifa etti. Yarısından fazlası Çerkez kökenli olan 150’likler bildirisinin altına ne gariptir ki İçişleri Bakanlığı’na yeni atanan ve yine Çerkez kökenli bir bakan olan Recep Bey (Peker) imza atacaktı.
Kaynak:
Emin Karaca, 150’likler, Altın Kitaplar
İzzet Aydemir, Yüzellilikler Listesi ve Çerkesler, www.kaffed.org
Tarih ve Toplum Dergisi Ekim 1989
Doç. Dr. Ali Satan: 150’liklerin belirlenmesinde kıstas hainlik değil, yeni rejime muhalefet oldu
İlk dönem Cumhuriyet Devri uygulamalarında dikkat çeken konu, Lozan Antlaşması’nda Türkiye’nin genel af ilan etmesi konusunda ikna edilmiş olmasıdır. Yani İtilaf Devletleri’nin beş sene süren fiili işgallerinde onlarla işbirliği yapan çevreler bir şekilde korunma altına alındı. İkincisi, zaferden sonra İstanbul’a gelen Refet Paşa ile İngiltere’nin İstanbul Yüksek Komiseri General Harrington arasında gizli bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma, İtilaf Devletleri’yle ilişkisi ifşa olunanların 1922 sonuna kadar Türk makamlarına başvurmadan ülkeyi terk etmelerinin önünü açıyordu. Üçüncü konu ise 150 kişi seçilirken sadece düşmanla işbirliği konusu değil, yeni kurulmakta olan rejimle ters düşen ve ileride potansiyel tehdit ve tehlike teşkil edebilecek, rejim muhalifi kişiler de bu listeye dahil edilmişti. Ancak liste kâfi gelmedi, daha sonra özellikle ordu ve bürokrasinin farklı makamlarında yer alan isimler arasında da ayıklamalar yapıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder