24 Şubat 2019 Pazar

ÇOCUĞUMUZA KUR'AN AŞISI NASIL YAPARIZ



🌺 1-Bakara Suresi, 153. Ayet
🍁 إن الله مع الصابرين. 🍁
👉 Çıldırmayacak anne, patlayıp balkonda sigara içmeyecek baba.
yetişir bu ayet imdada.
Diyelim ki, çocuk ödev yapmıyor, sıkılıyor, olmuyor.
Ayeti okumak lazım,
اِنَّ اللّٰهَ معَ الصَّابِر۪ين
yavrum, Allah sabredenlerle beraberdir, sakin ol, sabret, demek lazım.
❗ Çocuk anlamaz demeyin, anlar çocuk.
Çocuğun her tıkandığı yerde bunu söylersen, çocuk yıllar sonra da bir sorun yaşadığında bu ayeti hatırlar ve o soruna sabreder.
Belki boşanmaktan kurtulur ve sen 30 yıl sonra bile bu aşının karşılığını görürsün. Sadece çocuğa değil, anne baba birbirlerine de bunu söylemelidir.
🌺 2. İbrahim Suresi, 7. Ayet
Hani Rabbiniz şöyle buyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.
👉 Çocuğu sürekli birilerine teşekkür etmeye zorlamak yerine, Müslüman bir anne baba olarak bu ayeti okumak yeterli olmalıdır…
Yavrum,
🍁 لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ. 🍁
Allah eğer şükrederseniz nimetimi artırırım diyor.
Çocuğu nankörlükten korumaktır bu.
Çocuk bahçede bisikletiyle oynarken ‘Babacım, bisiklet için teşekkür ederim diyor.’
Babası.
لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ
şükrederseniz devamını veririm diyor Allah
demeli.
Böylece gerisini getiren şeyin şükür olduğunu çocuğa yaşatarak öğretmiş oluyoruz.
🌺 3. A'raf Suresi, 31. Ayet
Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.
👉 Çocuğumuz yemek sırasında kırıntıları toplamıyor, ekmek bırakıyor.
Genel olarak bazı anne baba..
❗ SİZ KOLAY BULUYOSUNUZ O YÜZDEN KIYMET BİLMİYORSUNUZ BİZ BUNU KAZANANA KADAR NE ÇEKİYORUZ VS ❗
Bu tepki zamanla asi bir genç yetiştirmenize neden olur, gün gelir ‘doğurmasaydın’ der. Ya da ‘Bir iş bulup çalışayım da, kurtulayım’ der, çünkü her şey başına kakılıyordur.
👉 Oysa daha kolay ve etkili bir cevap var,
yavrum Allah
وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟,
yiyin için ama israf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez, buyurdu.
Önce sen çıkıyordun karşına, şimdi Allah’ı hatırlatıyorsun.
🌺 4. Şuara Suresi, 80. Ayet
Hastalandığımda da O bana şifa verir..
👉 Çocuğunuz hastalandı, ona bir sürü şey sayabilirsiniz ama şunu da söyleyin,
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِ
Hastalanırsam beni Rabbim iyi eder. Çocuk inlerken bunu düşünmeyebilir ama biz aşı yapıyoruz.
Hem kendimizi teskin ediyoruz, hem de iğneyle, doktor amcayla, ilaçla değil yalnızca Allah’ın şifasıyla iyileşilir, bunu çocuğa işliyoruz.
Böyle düşünen bir çocuk kumar oynar mı, uyuşturucu kullanır mı?
🌺 5. Hucurat Suresi, 12. Ayet
Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.
👉 Çocuk okuldan gelince, öğretmenim arkadaşıma şunu dedi, bunu yaptı, o şöyle böyle diye anlatmaya başlayınca, Müslüman bir anne, yavrum Allah
وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضا
birbirinizin arkasından konuşmayın diyor, biz gıybet etmeyiz yavrum,
diyerek bunu Kuran aşısı olarak yerleştirmelidir.
Ablayla kardeş kavga ediyor. Akşam abla gelip anneye kardeş yokken anlatacak, anne hemen وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۜ, yavrum gıybet yasak, kardeşin yokken anlatma, kardeşinin yanında anlat demelidir.
🌺 6. En'am Suresi, 141. Ayet
israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
👉 Musluklar açık kaldı,
❗ BİZ BU SUYA ÇOK PARA VERİYORUZ ❗
demeyin,
Müslüman anne,
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ
Allah israf edenleri sevmez, der.
yaptığını Allah için yapmayı öğretmiş oluruz
🌺 7. Hucurat Suresi, 10. Ayet
Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.
👉 Çocuk komşu çocuklarıyla kavga etmiş..,
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ,
Mü’minler ancak kardeştir, yavrum. Gel babanız sizi barıştırsın diyerek problemlerini çözmelerine yardımcı olur.
🌺 8. A'raf Suresi, 170. Ayet
iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin mükafatını zayi etmeyiz.
👉 Kardeşler geçinemiyor, biri diğerine sürekli iyi davranıyor ama o kıymetini bilmiyor.
Anne demeli ki,
اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِحينَ,
İyi iş yapanların iyiliğini kaybetmeyiz biz.
Yavrum bak Rabbimiz Kuran’da böyle söylüyor. Kimse kıymetini bilmese de, Allah kıymetini biliyor, diyoruz. Diğer kıymet bilmeyen çocuğa kıymet bilmeyi öğretmeliyiz.
Böylece Allah’ın bilmesi onlar için en önemli şey oluyor.
🌺 9. Hud Suresi, 114. Ayet
İyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.
👉 Çocuk okulda kopya çekti ve öğretmen aileye söyledi diyelim ki.
Akşam evde tekrar kurcalayıp durmayın..
Mü’min baba ve anne çocuğuna diyecek ki,
اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِ
İyi işler kötü işleri silip götürür.
Çocuk bundan cezanın olmadığını anlayacak, yaptığı bu kötü işten sonra güzel bir iş yapmasına teşvik edeceğiz, o suçu kapanacak demek ki, bunu anlayacak.
E bu da İslam terbiyesi ve Müslüman karakteri..
Olmasını istediğimiz bu zaten.
Artık bu çocuk ‘Artık iflah olmam, artık geri dönemem, battık gittik bi kere’ demez. Günah işlese de, iyi bir şey yaparak dönebileceğini bilir inşAllah.
Bu ayetler çoğaltılabilir, işte bu Kuran aşısıdır, Kuran’ı yaşamaktır.

****
Rabbimiz okuyup idrak edenlerden eylesin ..Aminn

20 Şubat 2019 Çarşamba

Hac ve Umrede Dikkat Edilmesi Gereken Detaylar Çok Önemli!


Ümreye gidecek kardeşlerimizin neler yapmaları gerektiği hakkında  internette ulaşabileceği bir çok yayın var. Bazı önemli detayları burada yazma ihtiyacı duydum umarım faydalananlar olur. 

Umre özel şirketle ya da Diyanetle gidilse de orada bireysel olarak bilmemiz gereken bazı detaylar var. Mesela buradan direkt Cidde üzerinden Medine'ye gidiyorsanız umreye niyetlenmiyorsunuz ama direk Cidde üzerinden Mekke'ye gidiliyorsa umreye niyet ediyorsunuz demektir.

Kokulu mendil kullanmayın yasak ve bunun gibi birçok yasaklar var. Yanınıza kokusuz beyaz sabun alın.. Tavaf ederken yüzünüz açık olacak. Tavaf ile ilgili detayları öğrenin.. 
Benim özellikle bu noktada uyarmak istedim. Çok az bilinen bir gerçeklerden biri : Umreden çıkabilmek için saç kesilmesi lazım ve sizden önce ümreden çıkan biri sizin saçınızı kesmeli yani hanım kardeşimizin mahremi bir erkek, eşi veya kardeşi saçını kestikten sonra sizin saçınızı kesebilir ve ancak bu şartla umreden çıkabilirsiniz ve bu konu çok ihmal ediliyor makası eline alan saçını kesiyor HAYIR! Umreden çıkan sizi umreden çıkarabilir ve saçınızı kesebilir! 

Say yaparken namazda gibi hissedin kendinizi ve asla cep telefonu kullanmayın! Yasak unutmayın umrenizi sakat ediyorsunuz demektir. 
Medine de Ravza-i Mutahhara da konuşmayın sesinizi asla yükseltmeyin! Ayet var çünkü !
Hocalar orada sesli sohbet veriyorlar caiz değil. Merak ettiklerinizi mescidin dışında öğrenin. İçeri girince edeple huzura varın ve rabıtaya girin ! Tefekkür edin ! Ağlayın ! Şefaat isteyin ama asla sesinizi yükseltmeyin gülüp şakalaşmayın!

Birde Türkiye'den giden hacı kardeşlerimiz seccade kullanıyorlar... Hani ayağının tozuna kurban olayım diyorduk gidince oranın tozundan neden kaçıyoruz? Ben hiç yapmadım kardeşlerim sizde yapmayın! Mescidi Haram, Kabe'de tertemiz ve Medine Ravza-i Mutahhara da tertemiz inşallah kalplerimizi temiz tutalım halis bir niyetle umre ve haccımızı yapalım inşallah..   

Allah yar ve yardımcımız olsun... Sormak istediklerinizi yorum olarak bırakın inşallah yardımcı olmaya çalışırım..

18 Şubat 2019 Pazartesi

Kütük bile Rasûlullah hasretiyle inliyor,


Hasan-ı Basrî hazretleri 'Kütüğün inlemesi' hadîsini etrafındakilere rivayet ettikten sonra ağlar ve şöyle der:
" Ey Müslümanlar! Kütük bile Rasûlullah hasretiyle inliyor, onu özlüyor. Rasûlullah'a kavuşmayı arzu eden kimselerin O'nu daha çok özlemesi gerekmez mi?"
(Beyhâkî- Delâilu'n Nübüvve 559)

15 Şubat 2019 Cuma

Şeyh Nazım Kıbrısi Hz.lerinin Sohbetlerinden Peygmaberimizin ve evliyanın kerametlerinden bazıları, En kıymetli vakitler,

Sohbet 4



1976, İSTANBUL

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Ebu Ahmed-i Suhurî Hazretleri bizim Hz. üstadı­mız Şeyh Şerafeddin Hazretlerinin üstâdıdır. Bizim Sultanû’l Evlîya Abdullah Dağıstanî Hazretlerinin de şey­hinin şeyhidir. Onun şeyhi de Üsküdardaki Seyyid Cemaleddin Gumukî[1] Hazretleridir. Bu hikâyesini söylediğimiz zat, Gumukî Hazretlerinin halifesidir. Ebu’l Ahmed-i Suhurî, kırk sene kutbiyette du­ran kimse, onun kadar uzun boylu kutbaniyyet makamında kutupluk yapmış olan bir veliyullah yok­tu. Kalktığı zaman sülüsü’l âhirde kendi hücresinde «LA İLAHE İLLALLAH» dediği vakitte, Üsküdar’ın bütünü kadar memleket hepsi ay­nı kuvvetle yanında zikir çekiyor gibi duyardı. O, Peygamber-i zişan aleyhi efdâl’üs selâtü vesselâm Efendimize hakiki varis olan her velîde vardır. Peygamber-i zişan, Kâbe-i Muazzama’nın önünde durup veya Haccü’l veda’da Arafat’taki kocaman ovada durdu­ğu vakitte 124 bin sahâbeler orada hazır olduğu halde, onlara hutbe îrâd ettiğin­de, sesi büyültecek, sesi ulaştı­racak îcatlar yoktu. Olmadığı halde peygamber-i zişan hutbesini îrâd ettiğinde herkes yanında gibi işitiyordu. Bu hal peygamber-i zîşan’ın mucizâtı ve Peygamber-i zîşan’ın haline varis olan evliyaların da kerâmetidir. İsterse mağrib ve’l maşrığın arasında işittirir ki, Hz. Mehdi (Âlâ nebiyyina aleyhisselatü vesselam) çıkacağı zaman tekbir aldığında işittirecektir.

Ebu Ahmed-i Suhurî Hazretleri gece sülûsü’l âhirde yani gecenin üçte ikisi geçip üçte biri kaldığı zamanda ayağa kalkıp bu zikre başladığında bütün memleketin hepsi ayağa kalkardı. Onun sesinin heybetinden çocuklar me­meden başlarını çekerlerdi. Cennet mekân Şeyhimiz Hazretleri, “Yirmidört saatte üç vakit en kıymetlidir” derdi.

Zaten konuşan o ya, böyle işittim şimdi de öyle işitiyorum, ondan işiti­yorum ve ondan işittiğimi naklediyorum. Aslında ko­nuşan odur amma böyle söylemesek yine anlaşılmaz. Ondan işittiğimi size işittiriyorum. Çünkü din, mâneviyattır. Hakiki iman ve İslâm insanın kalbinde yer eder. Peygamber-i zîşan’dan tâ o kimsenin kal­bine kadar yol açılır, o Feyzü’l akdes, o mukaddes feyz onun kalbine dökülmeye başladığı vakit hakîki iman onun kalbinde yeşermeye başlar.

Bir eve su getireceğimiz zaman en yakın bir borudan suyu eve çekmek lazımdır. Yakın olmayıp uzak olsa, uzak mesafeden membadan suyu şehre getirinceye kadar boru döşemek lazım. Aradan bir yer eksilirse o su buraya gelmez. Onun gibi, peygamber-i zişan’ın ümmetlerine kalb-i Muhammedî’den aktarmakta olduğu o Feyzü’l akdes, Allah Azze ve Celle’nin onun kalbine dökmekte olduğu o rahmet-i ilahiyye ve füyüzat-ı Rabbaniyyedir. O çağlayanlar bi­zim kalbimize eriştiği vakitte biz hakîk iman, hakiki aşk ve şevk makamlarına mazhar oluruz. Şimdi bu içerisinde bulunduğumuz mübarek mevlit ayıdır.

Peygamber Hayy’dır. Peygamber hakîki hayat­la hayat sahibi, diridir. Peygamber ölürse ümmet kalmaz. Ümmetlere hayat, o peygamberin sayesinde ondan gelir. O Peygamber, yalnız ümmetlerinin hayatı değil, bütün kâinatın hayatı o dur. Bütün kâinat onun yüzü suyu hürmetine vardır. O olmasa kâinat yok idi, olmayacaktı. Olanda onun hürme­tine, olacak da onun hürmetinedir. Zuhur edende zuhûra gelecekte hepsi onun hürmetinedir. Varlığa can, peygamberdir (A.S.V.). Bunu böyle bilmeyen gafildir.

─ Bu bildiğimiz onsekizbin âlemin canı kimdir?

Efendimizdir (A.S.V.). Daha onsekizbin âlemden ötede nice âlem vardır ki; onu ehli bilmektedir. Onların canı, efendimizdir (S.AV.). Efendimiz kalpten kalbe evliyalara, evliya­lardan da dediğimiz gibi kalbimize gelir, biz onu tebliğe memur olan kimseyiz. Yirmidört saatte en kıymetli olan üç vakit­tir:

Birincisi: ikindi ile akşam arasında olan vakit,
İkincisi: akşamla yatsı arasında olan vakit,
Üçüncü­sü: sülüsü’l âhir ki; gecenin üçte ikisi geçtikten son­ra, tâ işrak vaktine kadardır.

Güneş doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar kerahat vaktidir. Bu vakitlerin içerisinde olan tecelli, günün diğer saatlerinde yoktur. O üç vakte Ehlullah, Evliyayı izam çok ehemmiyet verirler. O vakitlerin boşa geçmeme­sine dikkat ederler. O vaktin içerisindeki tecelliyi ka­zanabilmek için gayret ederler. Bu üç vaktin de bilhassa seher vakti, yani ge­cenin üçte ikisi geçip üçte biri kaldığı vakittir ki; Allah-u zülcelâl birinci gökten kullarına nazar edip on­lara hususi olarak o vakte mahsus melâike inzâl eder. Onlar da bütün dünyayı bir defa dolaşır.

Kim var ayakta, kim var huzurda?
Kim var divanda? Secde eden kim var?
Kıyam duran kim var? Rükû eden kim var?
Cenabı Mevlâ’yı tesbih edip zikir edip duran kim var?

O vakit onları tesbit ederler. Onları tesbit ettirdikten sonra, o vakitte ikinci bir takım melâike-i kiram yeryüzüne iner. Onlar, Allah Azze ve Celle’nin Zâtü’l Bühtunun envarlarından o lahzada îcat olan melâikelerdir. Öteki melâikeler onların nu­rundan onlara bakamaz.

─ O melâike her gece ne için îcat olur?

O melâike-i kiram, o gecede Hakk divanında du­ran, kıyam eden ümmeti Muhammedî’den kullarına tâyin buyurduğu hediyeleri getirmek için Allah’ın onlara tahsis etiği melâikelerdir ki; yedi göğün melâikesi bir olsa onlara tahammül edemez. Onlar, Melikü’l Mülk olan, Melik-i Muktedir olan Allah-u zülcelâlin indindendir. Onlar, o vakit ayağa kalkıp Hakk diva­nında duran muhlis kullara Allah-u zülcelâlin kendisinden başka kimse bilmeyen hazâinlerinin içerisinden, o hediyeleri taşımaya memur olan melâikedir. Başkasının o hediyeleri görmeye iktidarı yoktur. O kimselere hediyeleri takdim etmek için o melâike­ler, ikinci defa inzâl olur. Onun için gece kıyam edeme­yen ihlâstan noksandır, kurbiyyet olamaz. Şeyh Efendi Hazretleri buyururdu;

«İmanının gürleşmesini isteyen insan seher vaktinde; hiç olmazsa şafaktan, fecirden bir yarım saat önce ayağa kalk­sın. Güzelce abdest alıp Hakk divanında dursun.»

Hemşeri hanımları peygamber-i zîşan haber vermiştir,

«Âhir zamanda din ehlini kadınlarda ve köylülerde arayınız.» Din ehli, erkeklere nisbetle kadınlarda fazla ve şehirlere nisbetle köylerde daha fazla. Kadınlarda gece kıyam edenler, erkeklerden daha fazladır. Bu, kalp yoluyla da malumumdur, zâhirde de onu işitiyorum. Teheccüde kalkan ka­dın ihvanlar çok, sabah namazını bile yetiştirmeyen erkekler pek çok. Şimdi Şeyhimiz Sultanü’l Evliya Hazretleri onlar için bu mühim olan müjdeyi söyletiyor bana. Bu her gecedir, meselâ akşam hediyeyle gelen melâikeler yüksek makama doğru çıkar. Öte­ki yedi göğün melâikesi onlara taham­mül edemez. Onlardaki nur Cenabı Hakk’ın zâtü’l Buht nurudur. Efendimiz Hazretleri,

«Fâtıma! O beşikteki çocu­ğu da buraya getir.» demiş.

Çocuklar çok vakit o seher vaktinde uyanırlar, o gafil ana babayı uyandırırlar. Ana baba o çocuğu uykunun en lezzetli vaktinde uyandırıyor bizi diye tokatlar, o yavruyu tân ederler. Hâlbuki o yavru, o vaktin tecellisini hissediyor, onu melâike uyandırıyor. Bize de müvekkel melâike var, bizi de uyandırır ama bu taraftan uyanırsak bu tarafa dönmek için uyanırız.

O bir şeye yaramayan nefse uya uya, ne kadar faziletlerden mahrum gidiyoruz. Biz nefse uyup, dünyada o nefsin hatırını hoş etmek için uğraşıyoruz. Başka hiçbir şey düşünmüyor.

─ insanın ga­yesi ne?
Nefsi şikâyet etmesin, nefsim darılmasın, canım eziyetlenmesin, canım mesut olsun. Başka hiçbir kimsenin, hiçbir şeyin hoşnutluğu bu za­manın insanını alâkadar etmiyor. Hoşnutluğu ara­nacak yalnız nefsidir.

İşte onun için insanoğlunun başına ne felaket geldi ise kendi nefsinin hoşnutluğunun peşinde koş­masından dolayıdır. Nefsi hoşnut etmesine de im­kân ve ihtimal yok. Çünkü nefsin ihtirasına ve arzu­larına bir had yoktur. Hani arzuları sayıyla değildir ki, o sayı içerisinde onun arzularını yerine getiresin ve tamamdır diyesin. Şimdi rahat oldum yok. Yüz arzusu varsa, yüzünü yapsan, onun arkasından bin arzu daha getirir. Onu bitirdikten sonra çalış onları da topla. Eh işte bitirdik, başka? Şimdi onbin daha var. Böyle böyle, böyle böyle yani insanı hiçbir hizmete bırakmadan yalnız kendi hizmetine meşgul etmek ister nefis. Nefis insanı kendisine kö­le etmek, kul etmek ve Allah’a şeriklik davasındadır.

«Başkasına değil bana kul olacaksın, ba­na çalışacaksın, beni hoşnut edeceksin, beni razı edeceksin, başka şeyi düşünmeyeceksin » der.

Bizde, pekâlâ efendim, başüstüne sultanım diyoruz. Bak, yirmidört saat zarfında ne için koşturuyo­ruz?

─ Hayatımız neyi razı etmek için, ne yolda geçi­yor?

Nefsimizi hoşnut etmek yolunda, nefsin ar­zularını yerine getirmek yolunda geçiyor. O arzular da birbirine dolanarak, boyuna artarak en son demi­ne yetişiyor. Daha gözü arkasında kalıp o tara­fa geçiyor.

Onun için nefsin senin düşmanın oldu­ğunu bil ve onun arzularının bitmediğini de bil. Hiçbir zaman “yeter, tamam, oldu, kâfi” diyecek diye bekleme, ümit etme. Nefis çocuk gibidir, nasıl insan çocuğa onun arzularını verdik sonra daha fazlasının arkasına koşturursa nefis de aynı tabiattadır. Ona haddini göstermezsen hudutsuz gi­der. İnsanı helak eder.

Evet, o yavru çocuklar seher vakitlerinde uyanıp ana babasını da uyandırır. Lâkin insanoğlu gafle­tinden o vakit soldaysa sağa dö­ner, sağdaysa sola dönerek yine bi­raz daha uyuyayım da uykusuzluğum kalmasın diye devam eder. Kendi nefsime diyorum ki, “Kaç senedir uyu­yorsun?”

Kaç sene var? Altmış sene, yetmiş sene, seksen sene? Bu kadar sene, kırk sene, elli sene uyuyorsun, hâlâ doymadın mı bu uykuya? Yeni gün, yeni uyku hani sanki elli senedir uyuyup doymayan ey nefsim, şimdi bu gece­nin en mukaddes vakitte biraz daha uyuyayım biraz daha doyayım da ona göre kalkarım demeye utanmaz mı­sın? De kendi nefsine. Beni niye aldatıyorsun? Çün­kü uykuya doyan cins değilsinsen ey nefis, bırak, uykudan bir parça fedakârlık yap, kabrin içerisinde zaten uyuyacaksın, uyuturlarsa…! Uyuturlarsa…!

Peygamber Aleyhis selatü ve’s selâm,

«Ya Rabbi!Kabir azabından sana sığınırım» diye münacat buyururdu. Kabrin içerisine gireceğini düşün, uykun biraz daha hafifler.

İşte Efendimiz Hazretleri, «Fâtıma! O beşikteki çocu­ğu da buraya getir, beşikteki ço­cukları da getiriniz, bu tecelliden onlar da nasiplerini alsınlar, mahrum olmasınlar» dermiş.

O vakit Hakk divanında bulunan kimselerin hepsine o melâike-i kiram gelir. İşte Suhurî Hazretleri Allah’ın has kul­larından büyük bir zattır, büyük Şeyhimiz Şeyh Şerafeddin Hazretlerini hayatta değilken ruhâniyetiyle irşad edip terbiye etti. Suhurî Hazretleri’nin âdeti oydu ki her kim huzuruna gelirse kelime-i şehâdeti getirtirdi; diz be diz oturtup kelime-i şehâdeti okuturdu. Öyle büyük bir zat huzurunda o kelime-i şehâdeti okuyan kimse­nin kalbine, kalbinden hiç çıkmayacak nakış­la nakşediyor, onun kalbine saadet mührünü basıyordu. Kelime-i şehâdeti söyledikten sonra onun imanını, bütün dünyada ins-û cinnin adedince şeytan olup üzerine gelse son nefeste o imanı ondan almaya imkân yoktur. Bitti, o mühür bastıktan sonra tamamdır. Onun için her gelene, o kelime-i şehâdeti getirttirir ve şöyle dua ederdi;

«Kelime-i şehâdeyni indeke yâ Rasûlullah vahyelena ve biatün yevme’l kıyâmeti ya men erselehullahu tealâ Rahmetenlilalemiyn.»

«Ya Rasûlullah! Bu okuduğumuz kelime-i şehâdeti sizin hazineye koyduk, size emanet eyledik, kıyamet gününde bu emanetimizi isteriz.»

Diyerek peygamberin hazinesinde mü­hürler, kıyamet günü olduğunda o emaneti bize tes­lim eder. O gelen ziyaretçilerine ilk bu hizmeti yaparmış, bu hizmette yeter zaten. Onun için ebedi olan iman rütbelerinin kemal makamları için o kelime-i şehâdeti bana okut dedi.

Şeyh Efendi Hazretleri, “bunların hepsi benim evlatlarımdır, hepsinin ahitleri bizdedir” dedi ve onlara bu hizmette bulunalım diye emretti. Gumukî Hazretleri’nin de şimdi onlara bu telkini yapmak için bana izni ol­du. Bu kelime-i şehâdet ki, onu da yapmaya muvaffak ol­duk. Şimdi onların şahadetiyle onlara emanet teslim ettik. Kıyamet gününde o evliyalar bizim emaneti­mizi bize takdim ettikleri günde bu günü hatırlarsınız. Evet, mühim olan budur. İnsan kıymetli olan şeyini, iyi yerde kilit altında muhafaza altında saklayıp du­rur. Çok kıymetli şeyini en sağlam yerde saklar. En kıymetli olan şey, imanımızdır. Şimdi onu bir defa sağlam yere koyduk. Bu, Allah’ın fazl-u keremindendir

─ bizim vazifemiz nedir?

Allah’u zülcelâl’ın lütf-u keremi ile bize bağışlamış olduğu bu en bü­yük nimetini gözetmek, bakımına dikkat edip de gürleştirmek; iman ağacını kalbimizde yeşertip, gürleştirip, sonra o ağacın meyvesini de yemek lâzım.


[1] Seyyid Cemaleddin Gazi Gumuki Hz. : (Dağıstan,16 Ekim 1788- İstanbul,1869). Kur’an hâfızı olup hadis ilimlerinde de onbinlerce hadisi rivayet zincirlerinin sağlamlık derecelerine göre tasnif edecek kadar iyi bilen, zâhiri ve batıni bilimlerdeki yetkinliği tartışılmaz bir âlim ve büyük evliya. Bir süre Dağıstan hanlarına idareci olarak da hizmet eden Gumuki Hz.’leri onbeş civarında yabancı dili bilirdi. Kabri Karacaahmed kabristanındadır. Allah ondan râzı olsun.

9 Şubat 2019 Cumartesi

Şeyh Nazım Kıbrısi Sohbetleri, Evliyalar, Nefis, Miraç Edep, peygamberin sıfatları ve Şam Hakkında,


Sohbet 3

1976, İSTANBUL

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم


Evliyalar, kendilerine ait olan bir menkıbeyi söy­lemeye işaret ettikleri zaman, muhakkak bu meclis­te iki faziletin birisi meydana gelir. Eğer o evliyaullahtan birisi zikrolunduğu vakit bu meclis müstait kimselerin meclisi olursa, ruhaniyetiyle burada hazır olurlar. Onların bir ruhanî kuvveti onlardan gıyabeten onların yerine bu meclisimizde hazır olur. Bu meclise Berzah’ta bulunan evliyaullahtan olsun, hayattakilerden olsun, ruhanî olarak birisi geldi mi bu meclisteki kimselere aslî olan saa­det mührünü vurur ki; bu mecliste şâki otursa sâid olur. Cehennemlik kimse oturursa, cennetlik sıfata döndürecek mühürle onu mühürler. Onların ruhani kuvvetinin nazarı, o evliyaların kerameti cümlesindendir.



Evliyaların hepsinde keramet var. Lâkin o keramet bizim bildiğimiz manada deniz üstünde yü­rümesi, havadan uçması değil, o gibi keramet, itibarsız bir keramettir. O muteber olan keramet ki, onların kerameti ümmeti Muhammediyeyi gerek dünyada, gerek âhirette gözetmek ve onları hidâyet yoluna sevk edecek nazarla onlara hizmet görmektir.

Ruhâ­ni olarak buraya geldiler mi, onlar bize bu hizmetle bulunup bu mecliste olan kimselerin saadetle mü­hürlenmesine hizmet ederler. Eğer meclis müstaid değilse, oldukları makamlarından nazar ederler. Bu­raya onlar nazar ettiği vakit, bazı müstaid kimselere bir silkinme gelir. O nazarın, o kimselerin üzerlerine geldiğine delâlettir.



O vakitte o kimselere, o mecliste oturuncaya kadar onlardan sâdır olmuş olan zülmâni amelleri onlardan affettirmeye, o meclis ehlini temize çıkar­maya muvaffak olurlar. Oradan nazar ettikleri vakitte bu hizmette bulunurlar.



Sultanül ârifîn Bayezid-i Bestâmi Hazretleri ne diyor?


«Kendi nefsini Firavun’dan, Nemrut’tan, Ebu Cehil’den ve iblis’ten daha aşağı görmeyen kimse bi­zim bu yolumuzun kokusunu alamaz.»


Bu, mühim bir sözdür, bize lüzum eden bir ilaç, bir dermandır. Bizim yolumuza giren kimselerin dikkat edeceği me­seledir bu. Her kim kendi nefsini Firavun’dan, Nem­rut’tan, Ebu Cehil’den ileride görür ise tarikatımızın, bu yolumuzun kokusunu bile alamaz. Nerde onun içerisine girebilsin, o saraya kabul edilebilsin, o reyhanları koklayabilsin. Çok uzaktır o.


* Onu niçin söyledi? Onu kendi hevâsından mı söyler?
* Evliyalar senetsiz söz söyleyebilirse o veli olur mu?
* Onların senetleri kimdir?

─ Peygamber ne buyurdu?

Efendimiz buyurdu ki:

«Kalbinde bir zerre kibir olan adam cennete giremez.»[1] Bir zerre kibir taşıyan kimse cennete o kibir ile giremez. Hiç­bir mahlûka karşı kendimizi yüksek görmeye hak ve salâhiyetimiz yoktur. Eğer sende bir yükseklik görüyorsan, bir güzel hal görüyorsan ve o güzel halinle sen kendini başkasından üstün görmeye cesaret edersen, bil ki o sana Allahu zülcelâlin bir atâsıdır, senin nefsinin meziyeti yok. Rabbimiz Celle ve Âlâ senin nefsinin hakkın­da şöyle buyurdu.

Estaizübillah,

إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ


«İnnen nefse le emmaretüm bissui»[2]

İşte budur nefsin. Emmaretüm bissui, nefsin boyuna sana kötülükle emredendir. Onda iyi bir sıfat bulamazsın. Onu sen başkasından üstün görmeye hak ve salâhiyetin yoktur.


Mîraç gecesinin esrarını almayan veliyullah olamaz. Vilâyet sırrı, Mîraç esrarı kalbine keşfolan kim­selerde olur. Evet, Nakşibendî sâdâtının, meşâyıhı izâmın indinde peygamber-i zişânın onikibin Mîrâcı vardır. Senin bildiğin, senin işittiğin bir Mîraçtır. Lâkin Sıddıkî Ekber’e varis olan sâdât-ı Nakşibendiyyun meşâyih-i izâmın mâlumatı olan onikibin Mîraç vardır. Bir tek Mîraçtaki olan ha­kikatten söylendiği vakitte, Mîracın doğrudan doğ­ruya ifade ettiği mana ile meydana gelmiş olan o mucizeyi kabul edebilmekte çok kimseler şüpheye düşüyor.


Bırak bizden olmayan, Müslüman olmayan kimseleri bırak, Müslüman oldukları halde Mîracın cismen ve ruhen, belki doğrudan doğruya hakîkati Muhammediyeye vâki olduğunda şüphesi olan ve kendisini âlim satan çok zevzekler vardır.
Ve ne derler? “Uyku halinde olmuş…”


Uyku halinde Mîraç olduktan sonra o mucize mi? Sen de uyuduğun va­kit göğe çıktığını görebilirsin. Peygamber “uykuda gördüm” de­seydi, Kureyş ayağa kalkmayacaktı. Aşikâre gittim dediği vakitte Kureyş şaşkına döndü. Demek ki Mîracın ifade ettiği manayı Müslüman ve âlim geçinen kim­seler bile tahammül edemediği vakit, onun küllî ola­rak ifade etmiş olduğu ve getirmiş olduğu hakîkatleri, kalbinde yüksük kadar yeri olan kimse alamaz.

O Mîracın haberinden peygamber-i zişan Allahu zülcelâl’ın huzurundan almış olduğu ilimden kendisine tebliğ olunan şuydu:


“Bunu üç pay yapacaksın Ey Habib! Bir pay doğrudan ümmetlere tebliğ etmek için. İkincisi ümmetin havâss olan sınıfına, evliyaların kalplerine vereceksin. Üçüncüsü sana hastır, sana mahsustur. Üçüncü kısım; ona hiç kimse, nebî veya veli müşterek olamaz. O, sana mahsustur.”


O gece tebliğ olunan evliyaullah, onların kalplerine verilen­lerden bir sır söyleyeceğim şimdi. Onu bize söyle­teni dinleyelim. Allahu Zülcelâl Habîbini huzuruna aldığı vakitte dedi ki,


«Ey Habîbim! Eğer ben Azimüşşân, Benim kullarımı Firavun’a verdiğim salâhiyetle bırakmış olsa idim, bana karşı Firavun’luk yapmayacak bir kulum yoktu. Ben Firavun’a verdiğim fırsatı her­hangi bir kuluma vermiş olsaydım, hiçbirisi bana Firavun’luk yapmadan durmayacaktı. Hepsi o Firavun’un dediği gibi Ene rabbikumul âlâ diye çağıracaktı.» Ak­lı olan adama bu yeter. Nefsini böyle bil.


─ İnsanın baş belası nedir?

Nef­sidir ki, peygamber-i zişan;
«Dâim senin yanında olan en büyük düşmanın iki yanın arasında olan nefsindir»[3] dedi. Nefsine dikkat et, nefsinin tarafına yönelme, eğilme. Nefsi hiçbir yerde kayırma. Nefsi hiçbir yerde haklı çıkarma, daima haksızsın de. Onun içindir ki Bayezid: (O evliyaullahlar nerden alıyor hakikatleri, Allah-u zülcelâl böyle buyurduğu için Bayezid de bize bildiriyor);



“Herkim nefsini Firavun’dan da aşağı görmezse bizim yolumuzun ko­kusunu alamaz” diyor. Hani soğan veya herhangi bir tohum ambarda vakti geldiğinde filizlenir, çimlenir. Lâkin yetişip de üzerinde başak veyahut dibinde baş veremez. Tâ ki o soğanı tarlaya ekesin, tarlayı bulduğunda güzelce açılır. Altından başını da verir, buğdaysa kalkıverir, bir dâne iken yedi başak üzerinde yüzer dâneler olur, neticesi meydana gelir. Sen kendi nef­sini öyle bil ki tarlasına ekilmemiştir. Eğer tarlası­na ekilseydi, Firavun’un nefsi gibi bizim nefsimizde Firavun olurdu.


Onun için bütün evliyalar edeb gö­zetir. «Eddebenî Rabbi fe ahsene te’dib»[4] yolumuz edep yoludur. Nefsini öyle gör. Onun için bu mec­lise, bu gibi yollara giren kimseler rütbe giymek için gelmesin, nefsi tüketmek için, benim nefsini bir yere lâyık değildir, ancak tüketmeye lâyıktır desin. Gelen enbiya talim için, bizim nefsaniyetimizi törpüleye törpüleye bitirmek için gelmiştir.

─ Mae cae bihinnebîler ne içindir?

Beşyüz mae caebihinnebî; namazda, oruçta, zikirde, fikirde, hacda, zekâtta, mali ve bedenî ve lisan ile olan bütün ibadetlerin hepsinin gayesi lâ ilahe illallah di­ye diye nefsin üzerine vurup nefsâniyeti törpüleye törpüleye bitirmek içindir. Sultan’ül ârifin Bestâmi’nin bu sözü kulağınızda bulunsun:


“Hiçbir zaman bir kimseye karşı gelmedim ki, o kimseden bana hürmet etsin diye bekleyeyim. Belki her kim bana karşı gelmişse, kendimi ona hürmet etmeye mecbur bil­dim. Ben ona hürmet etmeye davrandım. Hiç­bir kimseden aman bana hürmet etsin diye beklemedim ve benim karşıma insan olsun; insanın içerisin­den ister ise Yahudi olsun, ister çıfıt olsun, ne cins çıkarsa çıksın, ona karşı ben kendimi geri gördüm.” diyor

Bir veliyullah bir yahudi gördüğü anında kendinden geçip düşmüş, ayılttıkları vakitte:

« Şeyh Efendi Hazretleri size ne oldu? O Yahudiyi gördüğün vakit niye ba­yılıp düştün?» demişler.

«Ey evlatlar, sırrıma nidâ geldi ki; Ey kulum! Onu hakir görme. Ona yahudluk çıfıtlık gömleğini giydiren Benim, iman libâsını sana giy­dirdi isem, onu senden çıkarıp ona giydirmeye, ondakini çıkarıp sana giydirmeye Kadir’im. Edebi gözet! Dediği vakitte, o korkudan gittim» demiş.

Bu yol sağlam yoldur, edep yoludur. Kimse­ye yukardan bakma. Bize fazl-u keremiyle îman li­basını giydiren Allah-u zülcelâl’e hamdeyle, şükreyle. Ya Rabbi! Onlara adlinden giydirdin, fazlından da bize giydir Ya Rabbi! Fazlından onları da mahrum eyleme Ya Rabbi! De. Onun için Bayezid kimi görür ise ona da hiz­met ederdi. Bende olan Allah’ın atâsıdır, giydir­memiş olsa, çarşıdan pazardan mı alıyoruz biz onu? Giydirmese bunu nerden alacağız. Evliyaların hepsinde öyle kor­ku var. Biz rütbe için değil, Al­lah-u zülcelâl’ın bize vermiş olduğu bu atâsına şükür için duruyoruz.


Ya Rabbi sana şükür için seni zikir edip duruyoruz. Seni her yerde, senin kelimeni tâzim için, illâ için her şanda, her mekânda ahdederiz. Ya Rabbi! Seni zikredelim. Senin İsm-i celîlini yükseltelim. Bu fırsatı bize ver Ya Rabbi! Böyle dua edelim. Bu nasihat evvela banadır, be­nim nefsimedir.


Bayezid-i Bestâmi Hazretlerinin asrında yaşayan bir veliyullah vardı. Allahu âlem Şiblî Hazretleri olacak. Beyazıd-ı Bestâmi Hazretlerine bir müridini göndermiş:


“Git bakalım, bu Bayezid-i Bestâmi Hazretleri meşhur bir zattır. Ne tür bir rütbe sahibi olduğunu anla da gel ” demiş. O mürid Sultanü’l ârifine ziyarete gitmiş. Görüştüklerinde Bayezid-i Bestâmi Hazretleri o müride sual etti:

“Senin şeyhin ne gibi rütbe sahibidir?” demiş.

“Benim şeyhim tevekkülde son makam sahi­bidir ki; eğer mağriplen maşrığa göklere demir kapaklarla kapak çekilip kapansa, yerlere de mağripten maşrığa kaya döşense bu halde bile rızkından şüphesi olmayan bir mertebe sahibidir. Benim şeyhim tevekkülün ileri derecesindedir” demiş. Sul­tanü’l ârifîn;

“Hay yazık, senin şeyhin daha şirkten kurtulmadı” demiş. O da veliyullah, o da Allah’ın veli kulu….

─ İmanın hakikati bir kimsenin kalbine ne zaman yerleşir?

Tâ bu dediğimiz sıfat onda görülünceye kadar. Gökler de kapansa, yerler de kaya ile döşense rızkının nerden geleceğine şüphesi olmayan kuvvet sahibi, hakîki imana mazhar olan kimsedir. Bunun altındaki iman sayılmaz, o taklittir. İman mertebesi oradan başlar. Allah’ına böyle bir imanı varsa, o zaman ona mü’min denir. Yoksa göklerden yağar, yerlerde her şeyi bitirir, daha korkumuz var. Aldığı aylıkla ge­çinemiyorum diye şikâyet ediyor. Seni geçindiren aylık mı ki, bir de şikâyet ediyorsun. Aylıkla geçi­nen adam mı var hiç? Kimsenin yetişmez, ama Al­lah Rezzakul Mutlak’tır, geçindirir. Öyle bileceğiz. Mürit gelip şeyhine mülâki olduğunda, şeyhi sual etmiş:

“Nasıl buldun o zâtı?”

“Mesele böyle böyle…”

“Çabuk eve varmadan geri dön, bul o şeyhi, onun rütbesini sor, öyle gel”

Demiş, daha eve gitmeye bırakmadan geri döndürmüş. Tekrar huzur-u şeyhe vardığında:

“Ya Seyyid el-Kavm, ey bu kavmin ulusu, ya Sultanü’l ârifin, ya Bayezid-i Bestâmi! Şeyhim Hazretleri size selâm etti. Sizin bu sözünüz­den gayet taaccüpte kalıp sizin ne gibi bir makam sahibi olduğunuzu sual etti,” demiş.

“Oğlum, yok şeyin rütbesi olmaz ki, Ebâ Yezid yoktur yokluktan geç­tik” demiş.

Yine bir defasında Bayezid dergâhın önünde dolaşırken bir kişi gelmiş:

“Ey şeyh, burada Bayezid-i Bestâmi diye bir büyük şeyh vardır, tanıyor musun?” de­miş.

“Oğlum, o Bayezid kaybolup gideli yirmibeş sene vardır. Allah onu bir kere daha geri döndürmesin. O kendisine gitti. Bir kere daha dönmesin” demiş.

O zâta da öyle haber göndermiş: “Bayezid yoktur ki, rütbesi olsun. Yokken rütbeyi nereye giysin?” Rütbe havada durmaz ki. İnsan rütbeyi üzerine giyer. Bir varlık olmazsa insan üzerine giye­mez.

Bayezid yoktur! O var demiş, baş­kası yoktur demiş. Ama senin şeyhin bu makamda daha bende varım diyor. Makamda oturanların hepsi şirkten daha kurtulamadı. Daha çok lâ ilâhe illallah çekmesi lazımdır diyor. La ilahe illallah’ı bitirip de Allah Allah Allah de­diği vakitte, bitti, masiva kalmadı; Bayezid de kal­madı, başkası da kalmadı, işte onun için Nakşibendî bütün kırkbir tarikatın şâhı olur.

Biz de İnşallahurrahman o yoldayız. Tevhid deryâsına, Allah Azze ve Celle’nin vahdaniyetinin denizlerinin içerisinde olalım. Celâli cemâlinin denizlerinde kaybolup gidelim. Ebedi varlığının aşısını alıp onunla var olup ebedî o kalp ve sü­rûra erişelim. Ya dünyayı gaye etme ya ahireti gaye tutma.

HU İsm-i âzâmdır. Hu, bilinmeyen mutlak meçhuldür. İşte Nakşibendîler o denize, oraya dalmaya hücum eder.

Ya Rab! Bizi nefsimize bırakma. En aşağı bizim dikkat edeceğimiz, nefsimize muhalefettir. Nefsin dedi­ğinin arkasına gitmemeye gayret et. Bir parça mücahede et. Kuzu gibi arkasından yürüme. Bir parça ona karşı koymaya alış ki, onunla sana yol açılır. Allah’a giden yolda öyle gidebilirsin, Allah-u zülcelâl bize inâyet buyursun, hidâyet buyursun. Bu mübârek ayın şerâfetini bize giydirsin. Öyle bir mübârek aya biz yetiştik ki ne kadar şükür etsek yine az­dır. Rebiyyülevvel ayına eriştik Elhamdülillah. Bu ay­da inzâl olan rahmet denizleri, hiçbir senede açılmayan rahmet denizi vardır ki, bu rahmet üzerine inen bütün millete, bütün ümmete rahmet vardır, saadet vardır. Kaçanlara da saadet vardır. Nereye kaçacak? Rahmetenlil âlemîn olan peygamber-i zişanın hürmetine, kaçanlara da rahmet vardır. Allah-u zülcelâl pey­gamberi mahzun edecek değil. Şeytan, pey­gamberin ümmetini çalmaya kuvvet yetiştire­mez. Kâinattaki zerrelerin adedinde şeytan olsa onlar üm­metten bir kimseyi peygamberin kuvvetinden alamaz. Öyle bir peygamberdir.

─ Peygamberin temsîli nedir?

Dağ başında bir aslan olsa, yuvada olan yav­rularını öyle gözetir ki, dağın başına adam bırakma­yı bırak, dağın eteğine bile insan veya vahşi hayvan bırakmaz yaklaşmaya. En ednâ peygamberin sıfatını böyle bil. Ümmetini böyle gözetiyor. Ümmetini çalmalattı zannetme. Bu müjdeyi de al. Kaçanlar da bir yere kaçamaz, o peygamberin elindedir. Peygambere Allahu zülcelâl, Elestü bi-rabbikum Kâlû belâ’dan teslim etmiş olduğu ümmet­leri gene öyle teslim alacaktır. Araya iblis mi gire­cek? İblis, ne iblisi? Bütün mahlûkatın sayısında ib­lis olsa onlarda Peygamber (A.S.V.)’ın karşısında galip ge­lecek kuvvet yoktur. Hepsi mağluptur.

Allah-u zülcelâl, bizi o peygambere iktibâ eden, onun aşkı ile dolan ümmetlerden ve muhlis kulların­dan eylesin. Evlatlarımıza peygamber muhabbetini aşılayın. Peygamber muhabbetini aşıla ve korkma, o aşı bo­zulmaz. Peygamber muhabbetini aşıla. Ya Rabbi sen Kadir ve Muktedir’sin. Hâda kullinallahu min beyni yedihi; Bizim halimiz sona mâlum­dur, zaafımız, zayıflığımız, hiçliğimiz sana mâlum Ya Rabbi! Sen bizi teyyid eyle,



وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ



«ve lillahi Cünudu’s semavati ve’l-ard»[5] buyur­du.

Göklerin askeri de Senin, yeryüzündekiler de Senin, insü cinden askerler de Senin, bütün mahlûkatta Senin askerin. Bizi teyyid eyle, Ehlû’l imânı te­yyid eyle. Ya Rabbi! Senin lütuf denizlerinden bir katre bu dünyayı cennetten bir kıt’a yapmaya yeter de ar­tar bile. Habib hürmetine lütfeyle Ya Rab­bi.

Şam; Allah Azze ve Celle’nin ehl-i imânı himaye için tâyin etmiş olduğu makamdır. Şam’da muhlis kullar bulunur. Bütün dünyada ne bereket varsa dokuzunu Şam’a, birisi bütün dünyaya verilmiştir. O hu­duttan içeriye giren adama şekavet olamaz. Şam’ı ziyaret etmeden Hicaz’a geçip gidiyorlar. Hac fari­zası yerini bulur, tamam olur lâkin efdaliyyeti Şam’ı ziyaret ki, o derecede hac seferine kemal verir. Bazı kimseler dalgınlıkla Bağdat’a gider de, Şam’­dan geçmez.

Bağdat’taki evliyalar, onlar gece vakti gökte parlayan yıldızlar gibidir. O yıldızlar geceleyin ne kadar aydınlık verebiliyorsa Bağdat’ın evliyaları Bağdat’a o kadar bir nur verebiliyorlar. Bağdat’ın içerisinde bulunduğu zulmet, o kadar şiddetli. Ko­caman evliyalar yıldız gibi parlayıp duruyor lâkin Şam’da güneş parlar. Şam’daki nur, güneş misalidir, Bağdat’taki nurlar yıldızlar gibidir. Şam’da bulunan evliyalar; bırak başka evliyaları,

“Şam’a Sahâbe-i kiramdan peygamber-i zîşan’ı gören on bin göz girmiştir” diyor. Şam’ı Şerife, peygamberi seyreden Sahâbeden on bin göz girdi.

Ve şimâlinde Kasyun Dağı vardır. Cennet mekân Şeyhim Hazretlerinden işittim, Cenabı Rabbü’l âlemin 124 bin peygamber gönderdi, bin peygam­berin kabirleri başka kutuplardadır, dünyanın başka memleketlerine dağılmıştır. Geri küsuru 123 bin peygamberin kabirleri hep Cebel-i Kasyun’dadır derdi. O dağ enbiya ve evliya madenidir. Onun için gece baktığınız vakitte, geceleri o dağ ışık olmadığı halde oradan nur yağar. Her karışında evliya yatan, her karışında nebî olan hatta bizim durağımız olan yerde de bir peygamber kabri var demişti cennet mekân Şey­him Hazretleri.

Eskiden Şamlılar, Muhyiddin-î Arabî Hazretlerini makamının bulunduğu dağın eteğine ki oraya Salihiye derler, buraya ziyarete gelen kimseler oradan yukarıya ayakkabılarıyla yürümezlermiş. Oraya çıkan hakkında Allah-û zülcelâl’in ahd-û peymânı; O kimselere muhasebe olmaksızın kıyamet gününde bu dağ ile beraber cennete koyacak diyor. Şam bu, evliyalar Şam’ın fazîletini dünyanın sonuna kadar söylese bitmez. O, bitmeyen fezâiller ve şerafet sahibi makamdır. Oraya giren Allah’ın rahmetiyle girer. Oradan başka memlekete rağbet etmiş olarak çıkan, Allah’ın gazabı ile çıkar. Şam’ın fazileti hakkında zâhir ilim­de Kırk hadîs-i şerif görmüştüm. Manevî olan fezâillerde Şam’ın faziletlerine dair Şeyh Efendi Hazretlerinin bana hususi yazdırmış ol­duğu otuz sohbeti vardır. Hiç işitilmeyen fazi­letleri vardır.

Not : Şam toprakları bugünkü Urfa Harran'ı Filistin Ürdün Şam'ı da içine alan bölgedir..

Kaynaklar: Şeyh Nazım Kıbrısi Hz.

[1] Hadîs-i Şerif: İbnu Mes’ud r.a. rivâyettir. Hadis no:5218. Kütübü sitte.


[2] Yusuf Sûresi: 53


[3] Hadîs-i Şerif, İmam el Gazali’nin İhyâ’sında (III/10) zikredilir.


[4] Hadis-i Şerif: Vâkıdî, Megâzî, cilt 3, s/1016. Beyhak, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, cilt 3, s/9. Ebu’l-Fidâ, Sîre, cilt 4, s/ 24, İbn Hamia, el-Beyân, cilt 1, s/1 65.


[5] Fetih suresi:7


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı