31 Ağustos 2012 Cuma

NE EKERSENİZ ONU BİÇERSİNİZ


Şüphesiz, her anne ve babanın ideali, aile şerefini koruyacak, ihtiyarlık zamanlarında kendilerine destek olacak, onlara saygısını eksik etmeyecek evlâtlar yetiştirmektir. Ancak, bu o kadar kolay bir iş değildir. Hiçbir çocuk, anne-babaya nankörlük etmez; ne verirseniz onu alırsınız.




Mesut bir ailede, karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan samimi diyaloğu hangi tiyatro eseri taklit edebilir? Küçük yavrunun anne ile mırıl mırıl kuş dili konuşmasını, hangi müzik parçası taklit edebilir?

Kıymetli vakitlerini çocuklarından ayrı geçirenler...




Onların tatlı cıvıltılarını rahatsız edici bulanlar...Evlâtlarından, ruhsal gelişmeleri için gerekli olan, sevgi, şefkat ve ilgiyi esirgeyenler... Ne duygusuz, ne bahtsız insanlardır!..Böyle insanların teşkil ettiği aile, vahşi bir topluluktur. Bu topluluk içinde büyüme bahtsızlığına uğrayan çocuklar, cılız, hasta ve ruhsal dengeleri bozuktur. İşte böyle ailelerdir ki, bana bu konuları yazma ihtiyacı hissettirmişlerdir .

ÇOCUĞU KÖTÜ EĞİTMENİN YOLLARI

       
ÇOCUĞU KÖTÜ EĞİTMENİN YOLLARI

Kötü bir çocuk, ya babanın yahut da her ikisinin eseridir. Çocuğunuzda gördüğünüz kötü bir huyun suçunu, mutlaka

kendinizde arayın. Her anne-baba, genellikle, çocukta gördüğü yanlış bir davranışın suçunu; ya çocuğa ya da

çevresine yükleme eğilimindedir. Çocuk, aileden gördüklerini taklit ederek büyür. Eğer siz, ona iyi bir terbiye

vermiş iseniz; etraftan duydukları ona fazla tesir etmeyecektir.

Kötü eğitimin ilk ve en tesirli basamağı, kötü örnek sergilemektir. Her akşam eve sarhoş dönen ve kazandığı

paraları meyhaneci ile paylaşan bir baba, çocuğuna ahlâki nutuklar çekse, acaba ne kadar tesirli olacaktır!..

Kötü eğitimin ikinci basamağı, çocuğunuza yeterli zaman ayırmamaktır. Sadece dersi için onunla bir-iki saat beraber

olmakla, anne-babalar görevlerini yapmış sayılamazlar. Çünkü, çocuk geri kalan zamanını sokakta, gelişigüzel

arkadaşlarla veya evde televizyon karşısında geçirmektedir.

Çocuğuna ayırması gereken kıymetli vakitlerini, misafir ağırlamakla, süslenip püslenmekle, ve dedikodu yapmakla

geçiren bir annenin onun üzerinde ne hakkı vardır? Böyle bir anne, herhalde, iyi bir anne olduğunu iddia edemez...

Servetine servet katmaya çalışan, işinden başka bir şey düşünmeyen, akşamlarını ya hesap yaparak veya

kahvehanede arkadaşlarıyla oyun oynayarak geçiren bir baba da, iyi bir baba olduğunu söyleyemez.

Çocuklarınız, şahsiyet teşekkülü için gerekli olan en kıymetli "Çocukluk çağı" nı', yakınlığınızdan ve sıcak ilginizden

yoksun, hoyrat ve yabancı ellerde geçirilirse; acaba onlardan iyi ve sadık birer evlat olmalarını beklemeye hakkınız

var mıdır? Kötü eğitimin üçüncü basamağı,

terbiye şeklindeki hatalardır. Bu basamak öylesine çok derindir.

Eğer çok neşeli ve keyfiniz yerinde olduğu zaman onların en büyük yaramazlıklarını tebessüm ve kahkaha ile

karşılıyorsanız... İşlerinizin yolunda gitmediği ve canınızın sıkıldığı zamanlarda, ilginizi çekmek için yaptıkları küçük

yaramazlıkları, dayakla, hakaret ve küfürle karşılıyorsanız... Dürüstlükle itiraf ettiği bir suçunda ceza görüyor, fakat

inkâr ettiğinde dayaktan kurtuluyor ise... Rica ve yalvarma ile sizden bir ihtiyacını koparamıyor, ancak şirretlik ve

tepinme ile bunu elde ediyor ise... Normal zamanda göremediği ilgi, şefkat ve sevgiyi, bir hastalık veya kaza

sırasında görüyor ise... Eğitim şekliniz yanlış demektir.




Kaynak

Altın kolleksiyon

30 Ağustos 2012 Perşembe

Herkesin 30 Ağustos bayramı kutlu olsun.


Allah devletimizi milletimizi korusun her türlü şerden hızfı muhafaza etsin.. Memleketimizde gözü olanların gözü çıksın. Bölücülere fırat vermesin kökünü kurutsun.
Kıyamete kadar islam üzere dirlik ve birlik nasip etsin.

Herkesin 30 Ağustos bayramı kutlu olsun.

29 Ağustos 2012 Çarşamba

EL-FETTAH (C.C.), Kullarına rahmet kanadını açan ve her türlü müşkülleri çözüp kolaylaştıran.

EL-FETTAH (C.C.)


“Kullarına rahmet kanadını açan ve her türlü müşkülleri çözüp kolaylaştıran.”

Bu mübarek isim feth'dendir ki, kapalı olan bir şeyi açmak mânasınadır. İnsana zafer yolları açıldığı gibi, cennet yolları da açılır. Fakirlikten zenginliğe geçecek kapılar da açılır. Yani dünya bir halde kalmaz. Kâh olur insan gam seline değirmendir, kâh olur zindan derdi çeker. Hazreti Yusuf gibi. Kâh olur bir aşka düşer ki, onun gönlünü o sevdadan koparıp almak mümkün olmaz. İşte insanların acze düştüğü bütün bu müşkül işleri Allahü Teâlâ açıverir.

Kapalı şeyler yalnız maddî kapılar, kasalar, kilitler de değildir. Zaman gelir ki gönüller de kapanır, kalb ci­hanına bir zerre hikmet nuru inmez. Hâsılı: Kederleri, gamları, îzdırapları, yürekten tasaları kaldıracak olan Allah'tır. Yine dilediği kuluna ledünnî ilimlerin kapısını da O açar. Bakarsınız ki koyun otlatan bir çoban cevherler saçan hâle gelivermiştir.

Dünyanın her şeyi fâni ve geçicidir. Ne derdi, ne safâsı devamlı olmaz. Dünyanın kendisi de harap olacaktır. Dünyada en kıymetli ve en bulunmaz nimet iman devle­tine ermek, ma'rifet nuru ile rızıklanmaktır. Bütün cihanı bir insana bağışlasalar ve fakat o insan şirk üzere, yani Allah Teâlâ'yı inkâr ederek yaşasa, onun elindeki cihanın zerre kadar kıymeti yoktur. Çünkü yarın dünya elinden gidecek, kendisi de cehennemi boylayacaktır. Ona asla gıpta edilmez, ona ancak acınır. Asıl nimet kalbin İslâm nuruna açık olmasıdır.

“El-Fettâh” ism-i şerîfi bunlara ve daha nice mânâlara da şâmildir, insanı hicran gecesinden saadet sabahına çıkaracak olan O'dur. Bütün hayr ve bereketin, bütün ilim ve hikmetin anahtarları yüce yaratıcımızın emrindedir. O dilemedikçe kimse zafer bulamaz. O açmadıkça kimse fe­tih yollarını açamaz. Bir kuluna ilim ve irfan yollarını açarsa veya zenginliğe mazhar kılarsa, bütün âlem halkı bir araya gelse ona mani olamazlar.

İnsanlar gaflet sebebiyle görmeseler bile, Allah Teâlâ'nın feth yardımı, rahmet ve keremi bir lâhza kesil­mez. Âlemde hiçbir mahlûk yoktur ki, her nefes Allah'ın keremine mazhar olmasın.

O halde niyazımız hep şu olsun:



Ver duruluk, ver saffet,

Allah'ım, bizi affet! [94]

kaynak
[94] Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 128-129.

28 Ağustos 2012 Salı

ER-REZZAK (C.C.), Rızıkları halkeden ve kullarına bahşeden ve her canlının rızkına kefil olan



ER-REZZAK (C.C.)


“Rızıkları halkeden ve kullarına bahşeden ve her canlının rızkına kefil olan.”

Allahü Teâlâ rızık verendir. Alemde nefes alıp veren bütün canlıların rızkını O hazırlar, herkesin ayağına O gönderir. Çünkü O “Rezzâk u âlem”dir.

Ve Allah buyuruyor:

“Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı hariç olmamak üzere rızıkları Allah'ın üstünedir.” [89]

Şunu hemen ifade edelim ki, rızık yalnız yenilip içilecek şeylerden ibaret değildir. Kendisinden istifade edilen herşeye rızık adı verilir.

Rızık maddî ve manevî olmak üzere iki türlüdür. Be­denimizin suya, ekmeğe, havaya ihtiyacı olduğu gibi, ruhumuzun da Manevî gıdalara ihtiyacı vardır. İlimle, ir­fanla, takva ve verâ ile rızıklanmak az bir nimet değildir. Belki maddî rızıktan daha da mühimdir. Çünkü dünya malı yarın elimizden gidecek, ama takva âhirette karşımıza çıkacaktır. Manevî rızıkların kaynağı İlâhî kitap­lardır. Hususiyle Kur'an-ı Kerim'dir. Artık öbür semavî kitapların asılları, yani vahyedildikleri şekli kalmamış, elde olanların içine de insan sözleri karışmıştır. Ve zaten onların hükmü de kaldırılmıştır.

Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim ise ilk nazil olduğu anda nasılsa, bugün de öyledir. Tek harfi, tek noktası değişmemiştir. Ve âlemde Kur'an ile rızıklanmaktan daha şerefli bir şey yoktur. O kadar ki, Kur'an ehlini Efendimiz şöyle müjdelemişlerdir:

“Kim Kur'an-ı Kerim'i okur ve onu ezberlerse, helâl kıldığını helâl, haram kıldığını haram sayarsa, Allah onu cennete koyar ve ona ehlinden cehennemlik olmuş on kişiye şefaat etme müsaadesi verir.” [90]

Bütün dünya sana bağışlanmış olsa, bu büyük devletin ve saadetin karşısında nedir ki? Çünkü dünyada ebedî kalış olmadığı gibi, dünyanın nimetleri de ebedî değildir. Ama cennet öyle mi?

Ne var ki, insanlar dünyaya ve dünya malına daha çok rağbet ederler. Bilmezler ki dünya onları kucağında ebedî olarak taşımayacaktır. Öyledir de, kavgalar, itişip kakışlar, sen, ben dâvaları bir türlü bitmez.

Evet:



Dünya için olunca, azmin dağları deler,

Fakat Hakka gel desem, ayakların sendeler!..



Seni yaratan, seninle beraber rızkını da yaratmıştır. O Rezzâk'tır. Senin için takdir edilen rızkı bir başkasının yemesine imkân ve ihtimal yoktur. Sen, kendi rızkını bitir­medikçe ömrün de son bulmaz. Allah Teâlâ, bir kulunu yaşatmak istemediği zaman rızkını kesiverir, bir kere de rızkı kesince kimsenin sana rızık vermesine imkân bulun­maz.

İnsan hiç düşünmez mi? Eline aldığı bir elma hangi ağacın dalından koptu da tâ sana kadar ulaştı? Amasya'da yaratılan bu elma, İstanbul'daki adamın avucuna düşüveriyor. 15 milyon insan içinde bu elma niçin başkasına gitmedi de sana nasib oldu. Çünkü Allah Teâlâ onu senin için halketmiştir...

Yeryüzündeki meyve ağaçları adeta ellerini meyve­lerle doldurup:

“Ey Ademoğlu, beni ye!” diye yalvarmaktadır. Bu senin yiğitliğinden mi, yoksa Cenâb-ı Hakk'ın keremin­den mi? Elbette Allah'ın atâ ve ihsanının neticesidir bun­lar...

Yine, sen anne rahminde iken kendini bilmiyordun.

Seni nazla, safa ile besleyen kimdi? Rızkın göbekten geli­yordu, tâ ki doğdun göbek kesildi, fakat oradan gelen rızkın da bitti. Bu kere Yüce Allah annenin göğsünde sütten pınarlar çağlattı. Ve sen elinle annenin memesine sarıldın. Çünkü rızkın orada yaratılmıştı.

Yumurtadan çıkan kuş yavrularına bak. Daha kabuğunu kırar kırmaz ağzını açıp bekliyor. Ona ağzını açmayı öğreten kimdir?

İşte Allah Teâlâ'nın “Rezzâk” ismi bize bütün bunları düşünmemizi ve her lâhza O'na teşekkür etmemizi ihtar etmektedir.

Velîler sarayının sultanlarından Şeyh Hâtem-i Esam Hazretleri, kendisi nasıl yaman bir arif ise, zevcesi de öyle yaman bir hâtûndu. Bir gün Hâtem Hazretleri:

“Ey yeni yakası düzgün hâtûn, dedi, ben dört aylık sefere gidiyorum. Bu müddet içinde ne kadar rızık ister­sin?”

Kadıncağız alev saçan gözlerle Şeyh efendiye baktı da dedi ki:

“Ey Hâtem! Diri kalacağım kadar rızık bırak!”

Hâtem (k.s.) canına ateşler düşmüş gibi yandı ve çığlığı bastı:

“Ey kadın, neler söylüyorsun? Diriliğin ve ölümün benim elimde mi?”

Kadın, ak çiçekli gül dalları gibi gülümsedi de dedi ki:

“A Efendi, madem öyle, benim rızkım da senin elinde değil; Yüce ve Rezzak olan Allah'ın nezdindedir! Sen beni ona ısmarla!”

Bu söz, Hâtem'i ağlatmaya yetti ve dedi:

“Gönlümü hoş ettin ey hatun, Allah sana selâmet ih­san etsin. İnsanın senin gibi yoldaşı olması ne güzel!”

Bir zamanlar dünyamızda böyle mübarek hanımlar da vardı. Şimdi ise gam seline değirmen olmuş ve isyanı tufanlaşmış insanların arasında kaldık. Allah'ın mülkünde, Allah'ın verdiği rızıkla, Allah'ın verdiği ömürle yaşa, son­ra da başkalarını ilâhlar edin... Elbet böyle gecenin saadetli bir sabahı olmaz!..

Hûd: 11/6. âyet-i kerîmesi Elmalılı M. Hamdı Yazır tarafından şöyle izah ediliyor:

“Yeryüzünde hiçbir dâbbe, yani deprenip duran hiçbir canlı yoktur ki,

“Kesinlikle onun rızkı Allah'a ait olmasın.” Burada “Fil erdı = Yerde” ifadesi tashih için değildir, “dâbbe” yalnızca dört ayaklı canlılar zannedilmesin diye bütün canlılara ait bir genelleme yapmak içindir ki, insan da bunlar arasındadır. Yani, bütün canlıların rızkı, kuvveti, gıdası ve beslenmesi, yaşamak için gerekli olan bütün şartlar ve sebepler Allah'a aittir, O'ndandır. Tabii veya iradî olarak o canlının o rızka kavuşması Allah'ın yükümlülüğü altındadır. Gerçi yaşatmak istemediği vakit, rızkını kesiverir ve o kesince kimsenin vermesine imkan ve ihtimâl yoktur. Fakat yaşatmak istediği sürece de bütün âlem onu önlemeye ve engellemeye çalışsa yine de göndereceği rızkı gönderir.

“Ve herbirinin müstekarrını ve müstevdaını bilir.” Karar ettiği yeri de bilir, emaneten bulunduğu yeri de bi­lir. Durduğu, oturduğu yeri de bilir, gezdiği dolaştığı yeri de bilir. Sulbü de, rahimi de bilir. Yattığı yeri de bilir, öleceği yeri de bilir, veya öleceği vakti de bilir. Bütün bunları bilir ve ona göre rızkını verir.

“Hepsi bir Kitab-ı mübindedir.” Bütün o kımıldayan canlılar, rızıkları, müstekarları ve müstevdaları takdir olunup, Levh-i Mahfuza yazılmış, Allah'ın bilgisinden ya­ratılış alanına çıkarılmıştır ki, bu kitabı görebilen melekler oradakileri açıktan okur ve anlarlar.

İşte Allah'ın ilim ve kudreti böyle geniş ve fazl-u kere­mi ile rablığı muazzamdır. Şu halde insan rızkını Al­lah'tan istemeli ve rızık için değil, Allah için çalışmalıdır. Rızık meselesi o kadar endişe edilecek bir şey değildir. Allah'tan başkasından rızık beklemek beyhudedir.” [91]

Evet:



Fili doyuran Allah, karıncayı unutmaz,

Herbir yere yetişir, Marıncayı[92] unutmaz!..[93]

 kaynaklar

[89] Hûd: 11/6.

[90] İbn Mace.

[91] Hak Dini Kur'an Dili, 4/518.

[92] Marınca bir köydür.

[93] Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 122-127.


27 Ağustos 2012 Pazartesi

Selam ve Dua ile


Selamünaleyküm tüm gönül dostlarıma özellikle siyahkuğu arkadaşıma teşekkür ederim ilgi ve alakası için ümreye giderken hayallerimde bir Mekke ve Medine vardı. Ama tüm hayallerimin üzerinde hiçbir resim ve video da görmediğim kadar muhteşem bir andı kabe'yi gödüğüm ilk an..

Bize söylenen Kabe'yi yarım değil tam görüş alanına girince bakın. Yere baka baka girdik ve hala o anı unutamam gördüğüm en muhşem manzara.Ve o an "Allah'ım tüm dualarımı kabul et" dediğimi hatırlıyorum. Buradan uykusuz gitmiştim ve ben ilk gece yine hiç uyumadım sabaha kadar ağlaya ağlaya kabeye baka baka inanamıyarak orada olduğumun hayretliği içinde tavaf ettim.  Sabah namazını kılıp otele gittik. Bir iki saat uyuyup tekrar kabeye gittik ikinci gece tam kabenin karşında kabeye bakarak uyudum. Bir düşünün uyku arasında gözlerimi açıyorum Kabe'yi görüyorum ve tebessüm ediyorum tekrar uyukluyorum yine kabe'yi gözlüyorum. Yarı uyku ve uyanıklık kendinizi bırakmıyorsunuz sürekli nöbet tutan asker gibi..Arkadaşlar arsında duyuldu kabede yatıp otele gelmediğimiz onlarda kabede yatmaya başladılar. Her renk insan ve birbirine Allah'ın misafiridir diye saygı duyuyor. Kimse kimseye zarar vermiyor gerçekten emniyetli bir bölge..
Derken annem hasta oldu. Oranın sıcağına dayanamadı. Buz gibi zemzem içerse insan ben de ümreden geldikten sonra iki ay hastanelerden eve gelemedim. Ama şuna yürekten inanıyorum. Oranın aşkı hasta ediyor ayrılığa dayanamadım.. Gelmek istemedim keşke gelmeseydim diyorum hala. Giderken evdekilere de beni öldü sayın merak etmeyin başınızın çaresine bakın. Eşim üç oğlum son haftaya kadar dayandık ama artık özledik demeye başlamışlardı..Orada onlara çok dua ettim hatta blog arkadaşlarıma bile çok dua ettim..
"Allah'ım benden dua isteyen tüm kullarının dualarını kabul et beni boş geri çevirme" dedim.

Ama ayrılma zamanı geldiğinde boğazımın düğümlenip de kabeden ayrılırken haykırarak ağladımı hatırlıyorum. Son bakışlarımı kalbime nakşettim. Anlatılmaz yaşanır.. İnşaallah Allah tekrar tektar her sene nasib etsin. Tüm isteyen kullarına özellikle benim yavrularıma sevdiklerime bir ayakları sürekli kabe'de bir ayakları Türkiye'de olsun inşaallah.

 Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav) "Mümkünse Medine'de ölünüz" buyurmuşlar. Hep öyle dua ettim Son nefesimi buraya Cennetül Bakiye nasib et Ya Rabb..
Medine'yi başka bir yazımda yazarım inşaallah ama kabe çok güzel, Mekke'de ziyaret yerleri var. İlmi birikimim olduğu için gittiğim yerlerde bilinçli bazı şeyleri görmek çok güzel her yeri ağlayarak dolaştım sanki asrı saadete gittim geldim.

Kur'an kursum hakkında da inşaallah bir sonraki yazımda yazıcam.. Ramazanda Gülşah Anaokulu'nda öğretmenliğe  başladım. Kendi kursumu tatil yapmıştım. Şimdi kursuma nasıl vakit ayırıcam karar veremedim.
Kurs sahibi kursun su, elektrik ve doğalgaz faturalarını bana yüklemişti ama içine abonelik ücretide girince ben altından kalkamadım. 500 küsür tl abone ücreti sadece iski üzerimde diğer faturalarda var. Aidat veren talebe yok.. Halbuki o kadar onlarla konuştum bu sizin salih ameliniz diye ama nafile kurs açtık demeyle iş bitmez ilgilenmeleri lazım. Ben de kiracı bir insanım bu yükü kaldıramam. Bakalım Allah hayırlısını nasib etsin inşaallah....
Allah yar ve yardımcımız olsun selametle kalın.. 

      

26 Ağustos 2012 Pazar

Nasr Suresi Taberi Tefsiri


NASR SURESİ


Nasr suresi üç âyettir ve Medine'de nazil olmuştur. Enes b. Malik diyor ki:

"Resulullah, sahabilerinden bir adama:
-"Ey filan evlendin mi?" dedi. Adam:
- "Hayır vallahi ya Resulullah, benim evlenecek hiçbir şeyim yok." dedi. Resuİullah :
- "Sende yok mu?" dedi. Adam:
-"Evet var." dedi. Resulullah:
-"O, Kur'an'ın üçte biridir." dedi ve buyurdu ki:
- "Sende yok mu?" Adam:
-"Evet var." dedi. Resulullah:
-"O, Kur'an'ın dörtte biridir, "dedi.[1]

Hz. Aişe diyor ki:

-Nasr suresi indikten sonra Resulullah hiçbir namaz kılmadı ki onun içinde  "Ey rabbim, seni tesbih eder ve sana hamdederim. Ey Allah'ım sen beni affet." demiş olmasın.[2]

Hadisin diğer bir rivayetinde de Resulullahın bu duayı, namazın rüku ve sücudlarında okuduğu rivayet edilmiştir.[3]

 Abdullah b. Abbas diyor ki: Nasr suresi nazil olunca Resulullah:
- "Kendi ölümüm kendime bildirildi." buyurdu ve bu surenin indiği yılda ru­hunun alınacağını beyan etmiş oldu.[4]

Said b. Cübeyr, Abdullah b. Abbas'ın şunları söylediğini rivayet ediyor:
- "Ömer, Bedir'e katılan yaşlı kişilerle birlikte beni meclisinde bulunduru­yordu. Bazıları da bu durumdan dolayı kızar gibi oldular. Dediler ki:
-"Niçin bu­nu aramıza katıyorsun? Bizim, bunun kadar oğullarımız var.
-" Ömer dedi ki: "Bunun, sizin de bildiğiniz gibi belli bir mevkii vardır."
Abdullah b. Abbas di­yor ki:
-"Birgün Ömer yine beni davet etti ve onların içinde bulundurdu. Ben, Ömer'in, beni onlara göstermek için çağırdığını anladım. Ömer, Allah Teala'nın  "Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman" kelamı hakkında ne diyorsunuz?" diye sordu. Orada bulunanlardan bir kısmı:
-"Bize zafer geldiği ve fetih lutfedildiği zaman Allaha hamdetmemiz ve ondan af dilememiz emrolunmuştur." dediler. Diğer bir kısmı ise sustu, hiçbir şey söylemedi. Bunun üzerine Ömer bana:
- "Ey İbn-i Abbas, sen de böyle mi söylüyorsun?" dedi. Dedim ki:
- "Hayır." Dedi ki:
-"O halde ne diyorsun?" Dedimki:
-"Bu sure Resulullah'ın ecelidir. Allah bunu ona haber vererek buyurdu ki: "Allahın yardımı ve fetih geldiği zaman bu senin ecelinin alametidir. Rabbini hamd ile tesbih et ve ondan mağfiret dile. Şüphesiz ki o, tevbeleri çokça kabul edendir." Bunun üzerine Ömer dedi ki:
- "Ben de bun­dan ancak senin söylediğin manayı anlıyorum."[5]

- Abdullah b. Abbas diyor ki: Bu sure inince Resulullah Fatıma'yı çağırdı.

Ona:
- "Ölüm haberim bana bildirildi." dedi. Bunun üzerine Fatıma ağladı. Resu­lullah:
- "Ağlama. Çünkü bana ilk kavuşacak sensin." dedi. Bunun üzerine Fatıma güldü. Resulullahm hanımlarından bazıları da onun güldüğünü gördüler ve
-"Ey Fatıma önce ağladığını daha sonra da güldüğünü gördük." dediler. Fatıma:
-"O bana, ölümünün kendisine bildirildiğini söyledi. Ben bunun üzerine ağladım. Sonra ,
- "Ağlama çünkü bana ilk kavuşacak olan sensin." dedi. Bunun için de güldüm." dedi.

Resulullah buyurdu ki: "Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman ise Ye­men halkı geldi. Onlar, kalbleri en yumuşak insanlardır. İman Yemenlidir, Hik­met de Yemenlidir."[6]

Taberi'nin rivayetinde hadisin son bölümü şöyledir: "Yemen halkı geldi." Denildi ki: "Ey Allahın Resulü, Yemen halkı nedir?" Resululllah, "Onlar kalble­ri ince, tabiatları yumuşak bir kavimdir. İman Yemenlidir, Fıkıh Yemenlidir, Hikmet Yemenlidir."

Hz. Aişe (r.a.) diyor ki:

"Resulullah: "Allahı hamd ile tesbih ederim. Ondan af diler ve ona tevbe ederim." duasını çok söyler oldu. Dedim ki:,
-"Ey Allahın Resulü, senin: "Allahı hamd ile teşbih ederim. On­dan af diler ve ona tevbe ederim." sözünü çokça söylediğini görüyorum." Resu­lullah:
- "Rabbim bana, ümmetimde bir alâmet göreceğimi bildirmişti. Onu gör­düğümde: "Allahı hamd ile tesbih ederim. Ondan af diler ve ona tevbe ederim." sözünü çokça söyleyecektim. Ben onu gördüm. O da: "Allahın yardımı ve fetih (Mekke'nin fethi) geldiği zaman, insanların, Allahın dinine bölük bölük girdik­lerini gördüğün zaman rabbini hamd ile tesbih et ve ondan mağfiret dile. Şüphe­siz o, tevbeleri çokça kabul edendir." süresidir." dedi.[7]

Ümmü Seleme, Ebul Âliye, Amr b. el-Ass, Abdullah b. Mes'ud ve diğer müfessirler bu surenin inişinden sonra Resulullah'ın, Allah'a hamd ile çokça teşsbih ettiğini rivayet etmişlerdir.[8]



Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla.



1-3- Ey Muhammed, Allahın yardımı ve fetih geldiği ve insanların, Allahın dinine bölük bölük girdiklerini gördüğün zaman, Rabbini hamd ile tesbih et ve ondan mağfiret dile. Şüphesiz o, tevbeleri çokça kabul edendir.

Ey Muhammed, Kureyşe karşı sana Allahın zaferi geldiği ve Mekke'nin fethedildiği zaman insanların ve Yemen halkının grup grup, Allahın dini olan İslama girdiklerini gördüğünde rabbini överek, layık olmadığı sıfatlardan tenzih et ve ondan mağfiret dile. Zira o, tevbeleri çokça kabul edendir.[9]






--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tirmizi, K. Fadail el-Kuran, bab: 10, Hadis no: 2895

[2] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 110, bab: 1

[3] Bkz. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 110, bab: 1

[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.I, S.217

[5] Buhari. K. Tefsir el-Kur'an. Sure: 110, bab: 3

[6] Darimi, K el- Mukaddime, bab: 14

[7] Müslim, K.es-Salah, bah: 220, Hadis no: 484

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 9/254-259.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 9/259.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Biz Kardeşiz...



Güzel yorumuna cevaptır...(Yorumları sildim)

  Dünya ve ahirette Rabbim kardeşlik nasip etsin bende saat 03:39 da kalktım aynı şekilde ibadet yaptım acizane ve size dua ettim. Ümmeti Muhammede dua ettim. Tüm insanlığın duaya ihtiyacı var.
Memleketimiz ve islam aleminin duaya ihtiyacı var karınca misali benimde dualarımla mücadelem bir katkıdır diye düşünerek ibadet yapmaktan çok lezzet alıyorum.
Kullar birbirine böyle günlerde yardımcı olacak. Mahşerde birbirimizin yüzüne bakamayız. Allah'ü Teala'nın yüzüne bakamayız." Ne yaptın benim için " derse ne cevap veririz..Cennet bedava değil cehennem lüzümsuz değil demişler..Allah'ım hakkıyla kulluk nasib etsin dilerim tesettürde size nasib olsun...Hiç kimse için değil Allah için kapanın kendinizi ateşten koruyun.. Benim kapanmama vesile olan hadisi şerifi yazayım içimden geldi...
" Sen Allah'a bir adım yaklaşırsan O sana koşarak gelir.." ve (ben muhasebeciyim) aslında iş arkadaşım bana   "Emine Rahibeleri görmüyor musun onlar bile kapalı bilmedikleri bir Tanrı için kapanmışlar düşünen için ibret var bunda. Sen Allah için kapan kendini ateşten kurtarman için..."gibi sözler söylemişti de hiç unutmuyorum.. Çok sürmedi kapandım...Diğer yazılarımda var rüya ile dönüş yaptığımı da yazmıştım istersen bir oku.
Seni çok öpüyorum şu an sabah ezanları o kadar güzel okunuyor ki Allah bizi birbirimize hayırlı kardeş eylesin selametle kal..
Dua:
Ey Rabbim! Varlığını hissettir bana ve lütfunun ışığıyla hoşnutluğunun yolunu göster..  

24 Ağustos 2012 Cuma

Sahip Olamadıkların Üzülsün Seninle Olamadıklarına

Sevgili Arkadaşım bıraktığın yorumlarla seni tanımaya çalışıyorum ve sana bugün de çok dua ettim. Rabb'im inşaallah dualarımı kabul eder. Keşke bana bir telefon numarası bıraksan da telefonla görüşsek. Benim de arkadaşa ihtiyacım olduğu anlar oluyor.. Yorum onayımdan geçmeden yayınlamadığımı tekrar hatırlatayım..

Ben sorunlarımı şu şekilde atlatmaya çalışırım umarım sana da faydası olur..  Herşeyden önce ben yaşamam ve çok uzun yaşamam gerektiğine inananırım. Allah'tan önce kendim için uzun, imanlı ve berekli bir ömür diliyorum çünkü O'na daha çok kulluk yapma fırsatım olacak ve diğer mahlukata da faydam olacak.
İnsanlara dua etme fırsatım olacak. Bana kimse değer vermesede ben kendime değer veriyorum. Sen de önce kendine gereken değeri vermen lazım ve ayaklarının üzerinde sağlam durman lazım. Ben 45 yaşındayım ve öyle imtihanlardan geçiyorum ki ben de şaşıyorum. Ramazanda  anaokulunda öğretmelik yaptım. Hem sıcaklarla hem çocuklarla ve 17 saat süren orucu da tuttum çok şükür.  Madden bunalınca mecburen çalışmak zorunda kaldım. Önce maddi özgürlüğünü eline alman lazım. Namazını bırakmadan ama illaki başkalarına yük olmaktan çıkmak lazım.. (Yorumlarından hatırladığım çalışmadığın idi)

Esmaül Hüsna bol bol oku istediğin kadar hiç bıkmadan. 14 secde ayetlerini okuyup tilavet secdelerinde üç kere subhane Rabbiyel Ala dedikten sonra istediğin kadar dua et. Bizim yarın toplantımız var secdelerde dua edicez. İnşaallah yine dualarımdasınız.. Sabah namazına bir saat kala uyanın ezana kadar mushaf sırasına göre birer defa okuyun önce
Fatiha
Bakaranın İlk beş ayeti (Elif Lam Mim)
Ali İmran suresinin son iki sayfasını (188ayeti de dahil surenin sonuna kadar okuyun Sevgili Peygamber (sav) Efendimiz her gece ağlayarak okurdu)..
Kehf Suresinden en az üç ayet.
Yasini Şerif
Duhan Suresi (Ha mimlerin beşincisi)
Fetih suresi
Rahman
Vakıa
Haşr suresinin son ayetleri (La yestevi diye başlar)
Mülk Suresi (Tebareke)
Nebe Suresi (Amme)
Kadir Suresi
Kur'an'ı Kerim'in son sayfasını aynı hatim eder gibi ihlas felak ve nas tekbirlerle okuyun..
Hatim duasını yapın kendiniz Allah'tan ne istiyorsanız isteyin..
Bu yukarıda size tavsiyem mutlaka her gün yapın..

Siz Allah'a havale edin işlerinizi Hasbinallahi ve nimel vekil nimel mevla ve nimel nasir diyorum..
Bırakın koptuğu yerden kopsun Allah yar ve yardımcımız olsun...Güçlü olmamız lazım....
İnsanlara kızmayın onlarda imtihandalar nefisleri ile dikkatli bakarsanız görürsünüz. Rabb'im kendi kapısından binlerce kapı açsın açtırsın. Gönlünüzü ferah tutun.

Ben sizi çok sevdim inşaallah tanışmak da nasib olur.  Sizi çok öpüyorum..
RABB'İM RAZI OLDUĞUNA GÖNLÜMÜZÜ DE RAZI EYLESİN....

  

23 Ağustos 2012 Perşembe

ÜÇ TALAK

** SON SÖZ TALAK OLAMAMALI **

ÜÇ TALAK

Erkeğin eşini, üç talak hakkını aynı anda veya bir temizlik içinde kullanarak boşaması.

Dinimiz, nikahı meşru gördüğü gibi talakı (boşamayı) da meşru görmüştür. Ancak evlenmeyi teşvik etmiş, boşamayı hoş görmemiştir. Çünkü birincisinde bir yuva kurma, tenasüle adım vardır. İkincisinde ise bir yuvaya son vermek, çocukları ortada bırakmak, insanları yalnızlığa itmek vardır. Ama dinimiz buna rağmen boşanmayı kabul etmiştir. Çünkü bütün olumsuzluklarına rağmen, boşanmak zarûret halini alabilir. Bütün iyi yönlerine rağmen evliliği sürdürmek imkansız hale gelebilir. Birbirini sevmeyen, sıcak aile yuvalarını bir işkencehane haline getiren eşlerin ne pahasına olursa bu evliliği sürdürmelerini istemek, insan tab'ına aykırıdır. Fayda yerine zarar getirir. Daha kötü olumsuzluklara, hatta cinayetlere sebep olabilir. İşte bunun için dinimiz, boşanmayı meşru kabul etmiştir. Fakat öngördüğü tedbirlerle boşanmayı asgariye indirmeyi, başka çare kalmadığında bu yola başvurmayı hedeflemiştir. Bu hedefi gerçekleştirmek için iki yol izlenmiştir.

1- Allah ve rasûlü Müslümanı boşamaktan uzak tutmak için tavsiyelerde bulunmuş ve Allah'ın boşamadan hoşlanmadığını özellikle vurgulamıştır. Bir âyette Allah (c.c) geçimsizliğe sebep olan kadınları ıslah için, nasihatle başlayan ve son halkası boşama olan bir tedbirler zinciri öngörmüştür (en-Nisâ, 4/34). İşaret ettiğimiz bu âyet-i kerîmede Cenab-ı Allah boşamayı son çare olarak göstermiştir. Peygamber Efendimiz de, bir çok hadisinde insanları boşamaktan uzak tutmak için telkînatta bulunmuştur. Meselâ bir hadisinde şöyle buyuruyor Allah rasûlü: "Helallerin Allah'a en sevimsiz olanı talaktır." (Ebû Davud, Talak, 3; İbn Mâce, Nikâh, 1; Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, VII, 322; Hakim, Müstedrek, II, 196).

2- Boşama olayını bir çırpıda gerçekleştirmeyi değil belirli bir zaman dilimine yaymayı esas almıştır. Böylece ani bir öfke ve tehevvür neticesinde evliliğe son verme yolunu tıkamış, ancak gerçek manada boşama ihtiyacı duyanların bu yola başvuracakları bir sistem koymuştur. Bir âyetinde Allah (c.c) "Boşamak ikidir, bunlar ya iyilikle tutmak veya güzel ve adaletli bir şekilde salıvermektir..." (Bakara, 2/229) buyurmaktadır.

Hanefi mezhebine mensup bilginler talakı üç grupta mütâlaa etmektedirler. Bunlar:

a- Ahsen (en güzel) talak: Karısını boşamak isteyen bir kimse, hanım âdetten temizlendikten sonra ve onunla cinsi ilişki kurmadan bir defa boşar ve bırakır. İkinci bir defa boşamaz. Bu durumda, verilen talak ric'î (bkz. talak) ise ve henüz iddet bitmemişse, koca isterse karısına döner ve evliliklerini sürdürürler. Bâin (bkz. talak) ise veya iddet bitmişse, taraflar kendi rızaları ile dilerlerse yeniden bir nikah kıyarak tekrar evlenirler. Böylece yuvanın dağılması, çocukların perişan olması önlenmiş olur. İşte eşlere, başkaca bir muameleye ihtiyaç olmadan aileyi kurtarma imkanı verdiği için bu boşama ahsen boşama kabul edilmiştir. Bazı müellifler bu şekilde boşamaya sünnî talak tabirini kullanmaktadırlar (bkz. İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 236).

b- Hasen (güzel) talak: birinci şıktakine göre biraz daha hoş karşılanmayan ama yine sünnete uygun olan ikinci boşama şeklidir: Bunun usûlü de şöyle olur: Karısını boşamak isteyen kişi, hanım âdetten temizlendikten sonra ve onunla cinsî ilişki kurmadan bir kez boşar ve beklemeye başlar. Hanım tekrar âdet olup temizlenince yine ilişki kurmadan tekrar boşar. Hanım üçüncü kez âdet olup temizlendikten sonra ve ilişki kurmadan üçüncü defa boşar. Artık bu son boşamadır. Bu boşama şeklinin güzel görünmesine sebep, kesin boşamanın üç aya serpiştirilerek gerçek anlamda geçinmenin imkansızlığına delil teşkil etmesidir. Çünkü birinci ve ikinci boşama tekrar bir araya gelmelerine engel olmayacağı için, koca veya taraflar pişmanlık duyup boşamaktan vazgeçerlerse evliliklerini sürdürebilirler. Ayrıca kızgınlık ve kırgınlıklar üç ay gibi bir süre devam etmeyeceği için sebepsiz yere bir hiç uğruna yuvaların yıkılması önlenmiş olur.

Hanefiler bu boşama şekline sünnî talak demektedirler. Yine Hanefîlerden Kerhî, talakı üçe değil ikiye ayırmakta, anlatılan bu iki şekle sünnî aşağıdaki üçüncü kısma da bid'î demektir (Abdülganî el-Meydânî, el-Lübâb Şerhu'l-Kitap, III, 37).

c- Bid'î talak: Bu boşama şekli Kur'an'ın ve Hz. Peygamber'in öngördüğü ve tavsiye ettiği boşama tarzına terstir. Bid'î boşama Hanefi ve Mâlikî'lerde zamanda ve adette olmak üzere iki çeşittir. Şâfiilere göre ise sadece zamanda söz konusudur (el Merginânî, el-Hidâye, II, 227; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyetü'l-Muktesıd, II, 64).

ca- Zaman açısından bid'î boşama: Bir kimsenin hanımım âdet halinde iken veya âdetten temizlendikten ve cinsi ilişki kurduktan sonra boşamasıdır. Bu, bütün mezheplere göre biddî'dir.

cb- Adet açısından bid'î boşama: Bir çırpıda veya bir temizlik içerisinde üç defa boşamaktır. Yani üç talak hakkının hepsini aynı anda veya aynı temizlik içerisinde kullanmaktır. Bu tür bir boşama Şâfiîlere göre bid'î sayılmaz. Diğerlerine göre bid'îdir (el-Merginânî, Hidâye, I, 226, 227; İbn RüŞd a.g.e., II, 64; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 121).

Bu boşama şekillerinin bid'î olmasına sebep, birincisinde Hz. Peygamber'in bu şekildeki bir boşamayı men etmesinin yanı sıra, âdet hali genelde kadından uzaklaşma ve rağbetin azaldığı bir hal olduğu için, kocanın boşamaya daha kolay yönelmesine imkan vermesidir. İkinci şekilde de hem yukarıda işaret edilen âyete zıt olduğu hem de bir hata edilmişse, hatayı telâfi imkanını ortadan kaldırdığı içindir.

Bid'î talakın sünnete uygun olmadığı ve hanımını bu şekilde boşayan kişinin günah işlediğinde ulema arasında ihtilaf mevcut değildir. Ancak bilginler, bu şekildeki bir boşamanın geçerli olup olmadığında, geçerli ise kaç talak sayıldığı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bid'î talakın birinci maddesi, yani zaman bakımından bid'î olan, konumuzun dışındadır. Onun için sadece, hayız halinde iken veya hayızdan temizlendikten ve cinsî ilişki kurulduktan sonra verilen talakın alimlerin cumhûruna göre geçerli olduğuna işaret edip konumuz olan ikinci şık üzerinde duracağız.

Konuyu önce boşamanın zifaftan evvel ve zifaftan sonra olması durumuna göre ikiye bölmek gerekir:

1- Bir kişi nikahlandığı karısını daha zifafa girmeden önce üç talakla koşarsa, kullandığı ifadelere göre hüküm verilir. Şayet "boş ol" sözünü ayrı ayrı telaffuz ederek üç kez tekrarlarsa, bununla tek talak meydana gelir. Hanefî mezhebinin görüşü budur. İshak b. Râhûye, Hasenü'l-Basrî ve İbn Abbas'ın talebeleri de bu görüştedir (el-Merğınânî, a.g.e.; Şevkânî, Neylü'l Evtar VI, 260). Böyle değil de, tek çırpıda, "sen üç defa boş ol" derse, üç talak birden vakî olur.

2- Zifaftan sonra aynı anda verilen üç talakın hükmünün ne olduğu konusunda üç görüş nakledilmektedir:

a- Üç talak vakî olur. Ashap ve tâbiûnun cumhuru (büyük çoğunluğu), dört mezhep imamı ve bu mezheplere mensup bilginlerin ileri gelenleri bu görüştedir. Delilleri, Kur'an ve sünnettir. Talaktan bahseden âyetlerin mutlak oluşu, tek talak üç talak gibi bir ayrımın yapılmaması her türlü talakın vakî olacağına delil sayılmıştır. Üç talakın hepsinin geçerli olduğunu gösteren hadisler hayli fazladır. Şimdi bu hadisleri görelim:

Sehl b. Sa'd'den rivâyet edildiğine göre, Uveymir el-Aclânî karısı ile lianlaştı (bkz. Lian). Sonra "Ya Rasûlüllah! Onu tutarsam yalan söylemiş olurum" dedi ve üç talakla boşadı (Şevkânî, a.g.e., VI, 256).

Bu haberin delil olma yönü, Hz. Peygamber'in huzurunda yapılan üç talakla boşamayı yadırgamaması, sahabînin bu tür bir boşama ile hanımından ayrılışını tasvîb etmesidir.

Ancak bu hadisle istidlal pek sıhhatli olamaz. Çünkü lian neticesinde zaten ayrılık meydana gelir, yeniden bir boşamaya ihtiyaç yoktur.

Abdullah İbn Ömer, hanımım hayz halinde iken boşamıştı. Sonraki iki temizlik halinde iki talak daha verecekti. Hz. Peygamber buna muttalî olunca yaptığının sünnete uygun olmadığını, dolayısıyla karısına dönüp isterse tekrar boşamasını tenbihledi. Bunun üzerine İbn Ömer: "Ya Rasûlüllah! Onu üç talakla boşasam ona tekrar dönmem bana helal olur mu?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.s) "Hayır senden tamamen ayrılmış olur ve ayrıca günahtır" buyurdu (Beyhakî, VII, 330; es-Sevkânî, Neylü'l Evtâr, VI, 256).

Görüldüğü gibi bu hadiste Hz. Peygamber aynı anda verilen üç talakın şerîatın istediği şekle uygun olmamakla beraber geçerli olduğunu haber vermiştir.

Mücahid'in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: İbn Abbas'ın yanında idim. Ona bir adam gelip, karısını üç talakla boşadığını söyledi. İbn Abbas sustu, öyleki karısını ona göndereceğini zanettim. "Sizden birisi kalkar, ahmaklık yapar. Sonra da "Ya İbn Abbas! Ya İbn Abbas" der (çare bulmamı ister). Allah (c.c) "Kim Allah'tan korkarsa, Allah onun için bir çıkış (yolu) kılar" buyurmuştur. Sen Allah'tan korkmadın ki ben sana bir çıkış bulayım. Sen Rabbine isyan ettin, karın da senden ayrıldı. Allah (c.c): "Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman, onları iddetleri içinde boşayın" (et-Talak, 65/1) buyurdu" dedi (Ebû Davud, Sünen, Talak, 9-10).

Saîd b. Cübeyr'den rivâyet edildi: Bir adam karısını bin defa boşadı. İbn Abbas: "Bundan üçü sana yeter, dokuz yüz doksan yedisini bırak" dedi (Şevkânî, a.g.e., IV, 258; Dârakutnî'den naklen).

Saîd b. Cübeyr'den rivâyet edildiğine göre: İbn Abbas (r.a)'a karısını yıldızlar sayısınca boşayan bir adamın durumu soruldu: "Sünnete uymadı, karısı temelli ayrıldı" cevabım verdi (Şevkânî, a.y.).

İbn Mes'ud'tan rivâyet edilmiştir: Kendisine, bir gün önce karısını yüz kez boşayan bir adamın haberi verildi. Adama:

-Onların hepsini bir seferde mi söyledin?

-Evet.

-Karının senden temelli ayrı olmasını mı istedin?

-Evet.

-Öyleyse o dediğin gibidir (senden temelli ayrılmıştır) (Şevkânî, a.g.e., VI, 259, Beyhakî ve Abdurrezzak'tan naklen).

Ubâde b. Sâmit'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

"Dedem hanımını bin talakla boşadı, Rasûlüllah'a gidip durumu haber verdim. Rasûlüllah (s.a.s) "Deden Allah'tan korkmadı. Bu talaklardan üçü ona aittir. Kalan dokuz yüz doksan yedisi zulüm ve düşmanlıktır. Allah dilerse ona azab eder, dilerse bağışlar" buyurdu."

Bu hadisin başka bir rivâyetine göre Hz. Peygamber: "Baban Allah'tan korkmadı ki, Allah onun için bir çıkış bulsun. Hanımından sünnete uygun olmamakla beraber üç talakla ayrıldı. Kalan dokuz yüz doksan yedisi onun boynunda günahtır" buyurdu" (Abdürrezzak, III, 339; Dûrakutn, IV, 20; el-Heytemî, Mecmau'z-Zevâid, 338; es-Sevkânî, a.g.e., IV, 261).

Ancak, bu rivâyete Ubade'nin babasının İslâm'a yetişemediği, dedesinin nereden yetişeceği söylenerek itiraz edilmiştir (Şevkânî, a.y.).

Ebû Seleme b. Abdirrahman'tan rivâyet edildiğine göre, Kays'ın kızı Fatıma kendisine şöyle haber vermiştir: Kocası Ebû Hafs b. Muğîre kendisini üç talakla boşayıp Yemen'e gitti. Halid b. Velid bir grupla birlikte, ümmü'l-mü'minîn Meymûne'nin evinde olan Hz. Peygamber'e gelip: Ebû Hafs karısını üç talakla boşadı. Onun için nafaka var mı?" dediler.

"Rasûlüllah (s.a.s) "Onun için nafaka yok, onun iddet beklemesi gerekir" buyurdu (Müslim, Talak, 38-48 hadis no: 1480; Ahmed IV, 412).

Bu rivâyetin delâlet yönü şudur: Şayet bu boşama ile hiç talak vaki olmasaydı veya bir tek ricî talak olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.s) kadının barınma ve nafakasını kocasına yüklerdi. Böyle yapmadığına göre, demek ki, üç talak saymıştır (Şeltut-Ali Sâyis, Mukaranetü'l-Mezâhib fı Fıkhı'l İslâmî, 81).

Muhammed b. Lebid'den rivâyet edilmiştir: Rasûlüllah (s.a.v)'e bir adamın karısını bir anda üç talakla boşadığı haber verildi. Efendimiz öfke ile kalktı ve "Daha ben aranızda iken Allah'ın kitabıyla oyun mu oynuyor?" buyurdu (Nesâî, VI, 142; Şevkânî, VI, 255).

İbn Kesîr ve İbn Hacer bu hadisin ravilerinin güvenilir kişiler olduğunu söylemektedirler. Hz. Peygamber'in adama bu derece öfkelenmesi, onun bu sözlerle talakı geçerli saydığına delil sayılmıştır.

Hasen b. Ali, karısı Aişe el-Has'amiyye'yi boşamış, sonra pişmanlık duyup şöyle demiştir: "Eğer dedemin, "Karısını iddet içerisinde üç talakla boşayan bir kimse, bir daha ona dönemez" dediğini duymamış olsaydım, ona tekrar dönerdim" (Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VII, 257; el Heytemî, Mecmau'z-Zevâid, IV, 330).

Görüldüğü gibi gerek Hz. Peygamber'den, gerekse ashaptan rivâyet edilen bu hadis ve haberlerin tümü ya doğrudan ya da delâlet yoluyla aynı anda verilen üç talakın üçünün de geçerli olduğunu göstermektedir. Bu rivâyetlerin sayısı da hayli kabarıktır. Bunların hepsini buraya aktarmamızın sebebi, konunun ehemmiyeti ve üzerindeki görüş ayrılıklarıdır. Bu hadisler içerisinde isnat bakımından tenkide uğrayanlar olmuştur. Fakat bu kadar rivâyetin hepsi zayıf olsa bile, birbirlerine takviye ederek sağlam bir hadis hükmü kazanırlar. Zaten ulemanın kahir ekseriyetinin bu rivâyetler istikametinde görüş sahibi olması da bunu gösterir.

b- Tek talak vakî olur: Ebû Mûsa, Hz. Ali den bir rivâyet, Tâvûs, Atâ, Câbir b. Zeyd, Ahmed b. Isâ, İbn Teymiye, İbn Kayim el-Cevziyye, bir rivâyete göre İbn Abbas, İbn Mes'ud, Abdurrahman b. Avf, İbn Zübeyr ve Zeydîler aynı anda verilen üç talakın tek talak sayılacağı görüşündedirler (İbnü'l-Kayyim, a.g.e., V, 248; Şevkânî, a.g.e., VI, 260; Şeltut, a.g.e., 80).

Bu görüş sahiplerinin delilleri de Kur'an ve sünnettendir. Kur'an'dan delilleri, yukarıda işaret edilen Bakara sûresinin 229. âyetidir. Bu âyet zifaftan sonraki boşamanın iki çeşit olup bunlardan birisinin, kocaya karısına dönme imkânı veren, diğerinin de kocaya bu imkânı vermeyen talak olduğuna delâlet etmektedir. Âyette Allah (c.c) talakın iki defa olduğunu bildirmektedir. Araplar bu ifadeden, bir şeyin iki defa olmasının ancak ayrı ayrı iki defada olabileceğini anlarlar. Nitekim, namazdan sonra otuzüç defa sübhanellah" demek, bu sözü otuz üç kez" tekrarlamakla olur. "Otuz üç kere sübhanellah" denilmekle sadece bir kez söylenmiş sayılır. Bunun daha başka misalleri de vardır. O halde, bir çırpıda "iki defa veya üç defa boş ol" demekle ancak bir talak gerçekleşir (İbnü'l-Kayyim el-Cevziye, Zâdü'l-Mead, V, 244, 250).

Bu görüş mensuplarının sünnetten dayandıkları delillerde şunlardır: İbn Abbas'tan rivâyet edildiğine göre, Rükâne bir rivâyette Ebû Rükâne karısını bir mecliste üç talakla boşadı. buna son derece üzüldü. Hz. Peygamber (s.a.s) kendisine: "Nasıl boşadın?" diye sordu. Rükâne, "Bir mecliste üç defa" karşılığını verdi. Bunun üzerine Rasûlüllah, "Bu sadece birdir, ona dön" buyurdu (Ebû Davud, Talak 9-10; Ahmed b. Hanbel, I, 265; Beyhakî, es-Sünenu'l-Kübrâ,VII, 339).

Tâvûs, İbn Abbas (r.a)'dan şöyle dediğini rivâyet etmiştir:

"Üç talak, Rasûlüllah (s.a.s), Ebû Bekir ve Ömer'in halîfeliğinin ilk iki yılında tek sayılıyordu. Ömer b. Hattab (r.a) "İnsanlar, kendileri için vakar olan bir konuda acele ediyorlar. Onu kendilerine geçerli sayalım bari' dedi ve geçerli saydı." (Şevkânî, a.g.e., VI, 258).

Tâvûs'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Ebû Sahbâ, İbn Abbas'a (r.a): -Üç talakın Hz. Peygamber ve Ebû bekir zamanlarında ve Ömer'in halîfeliğinin ilk yıllarında tek sayıldığını bilmiyor musunuz?

-Aynen böyle idi (Müslim, Talak, 1472, Ebû Davud, Talak, 9-10; Ahmed, I, 314).

(Bu hadisin Ebû Davud'tâki rivâyetinde, Ebû Sahbâ'nın sorusunun henüz zifafa girilmeyen bir kadının boşanması ile ilgili olduğu görülmektedir. Bu rivâyet bu şekliyle, üzerinde durduğumuz görüş için delil olmaz).

Görüldüğü gibi bu rivâyetler aynı anda verilen üç talakın tek sayıldığına delalet etmektedir. Ancak bu rivâyetler karşı görüş sahipleri tarafından tenkide tabi tutulmuştur. Bu tenkidleri beş maddede toplamak mümkündür:

1- İbn Abbas'tan rivâyet edilen haberler muzdariptir. İbn Elbbas'tan konu ile ilgili olarak gelen rivâyetlerin birbiri ile tam bir çelişki arzettiği görülmektedir. Bu rivâyette Hz. Ömer'in ilk iki yılına kadar aynı anda verilen üç talakın tek sayıldığını söylerken, önceki rivâyetlerde bizzat kendisinin böyle bir talakı üç saydığı ifade edilmektedir. Ayrıca üç talakı tek sayan rivâyet, birçok ravi tarafından rivâyet edilen hadislere ters düşmektedir. Dolayısıyla bu rivâyet, muzdarip şekliyle o rivâyetlere tercih edilemez.

İkinci görüşü benimseyenler, öncekilerin onun fetvası; sonrakinin ise rivâyeti olduğunu, rivâyeti ile fetvasının çelişmesi halinde rivâyetin delil olduğunu söylerler (geniş izah için bkz. İbnü'l-Kayyim, İ'lâmu'l Muvakkıîn, III, 38).

2- İbn Abbas'ın "üç talak" sözünden maksat, "elbette, kesinlikle" boşamaktır. Nitekim Rükâne hadisinin meşhur rivâyetinde bu ifâde yer almış, Rükâne ısrarla bu sözle niyetinin tek talak olduğunu vurgulamıştır.

3- Bu hadisteki üç defa boşamaktan maksat, "sen boşsun" sözünü peşi peşine üç kez tekrarlamaktır. Bu durumda ikinci ve üçüncü tekrarların ilk talakın tekidi için olması halinde her üçü tek, ama sonrakilerin talakı tekrar için verilmesi durumunda üç olur. Buna göre, Hz. Ömer'in halifeliğinin ikinci yılının sonuna kadar aynı anda üç talakı verenlerin maksatları birinci talakı te'kitti. Onun için tek sayılıyordu. Ama Hz. Ömer, halifeliğinin ikinci yılından sonra insanların adedi çoğaltmak için birden fazla talakı aynı anda verdiklerini görünce, bunu üç saydı.

4- İbn Abbas hadisinin hiç zifafa girilmemiş kadının boşanması ile ilgili olması muhtemeldir. Nitekim Saîd b. Cübeyr, Tâvûs, Atâ ve Amr b. Dînar bu görüştedirler.

5- İslâm'dan önce Araplar karılarını diledikleri kadar boşarlar, sonra tekrar geri alırlardı. Bu hal kadınlar için bir işkence idi. Kur'an-ı Kerîm bunu yasakladı ve boşamanın iki defa olacağını bildirerek Arapların bu uygulamasını yasakladı ve üç talakla boşanan kadınlara bir daha dönülemeyeceğini bildirdi (el-Bakara, 2/229). İşte İbn Abbas'ın haber verdiği üç talaktan sonra rücû imkanının varlığını bildiren rivâyet bu âyetin inmesinden önceye aittir (Şevkânî, a.g.e., VI, 262; Necati Yeniel, Hüseyin Kayapınar, Süneni Ebu Davud Terceme ve Şerhi, VIII, 391-392).

Bu görüş sahipleri aklen de aynı anda verilen üç talakın tek talak sayılması gerektiğini savunurlar. Çünkü aynı anda üç talakı vermek bid'attır, haramdır. Bid'at da Hz. Peygamber'in emrine uygun olmadığı için reddedilir. Ayrıca, Şârün talakı üçe ayırmasından maksadı, pişmanlık halinde telâfisinin mümkün olmasıdır. Eğer üçü aynı anda verilirse, bu telafi ortadan kalkar, dolayısıyla Şari'in maksadı gerçekleşmez. Şari'in gözettiği hikmete ters düşen bir şey de ilga edilir (İbn Kayyim, a.g.e., V, 250, Şeltut-Sâyis, a.g.e., 84-85).

c- Bununla hiçbir talak vaki olmaz: İmamiyenin ve Zahirîlerin bazıları bu görüştedir. Bu görüş ayrıca bazı tâbiîlerden, İbn Aliyye'den ve Ebû Ubeyde'den rivâyet edilmiştir. Görüldüğü gibi bu görüş pek rağbet görmemiştir. Delilleri: bu talakın bid'î olması dolayısıyle haram oluşu ve bu yüzden de batıl olması gereğidir. Çünkü hadis (bkz. Müslim, Cum'a, 43; Ebû Davud, Sünne, 5) gereği bid'î olan her şey reddedilir (İbn Kayyim, a.g.e., V, 248; Şevkânî, a.g.e., VI, 260; es-Seltut Sâyis, a.g.e., 80, 85).

Bu görüş sahiplerine şöyle cevap verilebilir: Üzerinde durduğumuz konuda talakın bid'î oluşu, kendisinden dolayı değil, haricî bir sebepten dolayıdır. Yani haram li gayrihi hükmündedir. Cuma vakti alış-veriş yapmak, gasbedilmiş arazide namaz kılmak gibidir. Bu ise, yapılan şeyin aslını ibtal etmez. Nasıl ki, cuma vakti alışveriş Allah'ın emrine aykırı olmakla birlikte geçerli ise, aynı anda üç talak da Şari'in emrine aykırı olmakla birlikte geçerlidir.

Aynı anda veya aynı temizlik içerisinde verilen üç talak konusu görüldüğü gibi hayli tartışmalıdır. Biz yukarıya bulabildiğimiz kadarıyla delilleri ve görüşleri aktarmaya çalıştık. Konunun işlenmesi esnasında farkedilebileceği gibi, kanaatimiz bu durumdaki talakın üç sayılacağı tarzındadır. Ama bu, üç talakı tek sayan görüşün külliyen yanlış olduğu manasına gelmez. Çünkü o görüşü savunanlar da gerçekten kuvvetli delillere dayanmaktadırlar. Biz buraya o delilleri gereği gibi aktaramadık. Konuyu incelemek isteyenler şu kaynaklara müracaat edebilirler: İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü 1-Mead, V, 241 vd; İlâmu'l-Muvakkıîn, III, 30 vd. İbnü'l Hümâm, Şerhu Fethu'l-Kadîr, III, 329 vd.; Aynî, el-Binâye, Şerhu'l Hidâye, VI, 372 vd; Şevkânî, Neylü'l Evtar, VI, 255 vd; Zafer Ahmet et, Tehânevî, İ'lâu s-Sünen, XI,148 vd.; Mahmut Şeltut-Ali Sâyis, Mukâranetü'l-Mezâhib Fi'l-Fıkhi'l-İslâmî, 80 vd.

Zâhidu'l-Kevserî, el-Eşfak alâ Ahkâmıt-Talak adındaki risalede, konuyu dil açısından da ele alarak aynı anda verilen üç talakın üç sayılacağını isbat etmiştir (s. 23 ve devamı). 1929 yılında yürürlüğe giren Mısır medenî kanunu aynı anda verilen üç talâkı tek saymaktadır. Medenî hukuk sahasında mukayeseli bir çalışma yapan Medran Ebu'l-Aynen Bedrân da cumhurun görüşüne uygun olarak bu talakın üç sayılacağı görüşünü tercih etmiştir (el-Fıkhu'l-Mukâran fi'l Ahkamış-Şahsiyye, 353).

Hüseyin KAYAPINAR



22 Ağustos 2012 Çarşamba

Dini Bayramlarımız Hakkında Önemli Bilgiler


Muvatta
1. Bayramlarda Gusül, Ezan Ve Kamet 1

2. Bayram Namazlarının Hutbe Okunmadan Önce Kılınması 1

3. Ramazanca Bayram Günü Namazdan Önce Bir Şeyler Yemek. 2

4. Bayram Namazlarında Tekbir Getirilmesi Ve Kur'an Okunması 2

5. Bayram Namazlarından Önce Ve Sonra Başka Namaz Kılevmayışı: 2

6. Bayram Namazlarından Önce Ve Sonra Başka Namaz Kılmaya Müsaade Edildiği Haller  3

7. Bayram Günü İmamın Namaz Vaktine Kadar Mescide Gelmesi Ve Cemaatin De Hutbeyi Dinlemeden Ayrılmaması 3



10 BAYRAMLAR KİTABI


1. Bayramlarda Gusül, Ezan Ve Kamet


1— îmam Malik'den: Alimlerimizin çoğundan duyduğuma göre şöyle demişlerdir: «Resûlullah (s.a.v.)'in zamanından beri Ramazan ve Kurban bayramı namazları için ezan okunmaz ve ka-amet getirilmez.»[1]

îmam Mâlik bu konuda şunu da ilave eder: Bu, tatbikatında aramızda ihtilaf olmayan bir sünnettir.

2— Nâfi'den: Abdullah b. Ömer, Ramazan bayramı günü na­maza gitmeden önce guslederdi.[2]



2. Bayram Namazlarının Hutbe Okunmadan Önce Kılınması

3. Ibn Şihab'dan: Resûlullah (s.a.v.), Kurban ve Ramazan bayramı namazlarını hutbeden önce kılardı.[3]



4. îmam Malik'ten: Duyduğuma göre Hz. Ebû Bekir'le Hz. Ömer de Hz. Peygamber gibi bayram namazlarını hutbeden öncekılarlarmış.[4]



5. Ibn Ezher'in azatlısı Ebû Ubeyd'den: Ömer b. Hattab'la be­raber bir bayram namazında bulundum. Bayram namazını kıl­dıktan sonra cemaate hutbe okudu ve şöyle dedi:

«Resûlullah (s.a.v.) senede iki gün oruç tutmanızı yasakladı. Bunlardan biri Ramazan bayramı günü, diğeri de Kurban bayra­mının ilk günüdür.»[5]

Ebû Ubeyd demiştir ki: Bir bayram da Osman b. Affanla be­raber bulundum. O da gelip bayram namazını kıldı, sonra da hut­beyi okudu. Hutbede:

«— Bugün iki bayram bir araya geldi: Çevreden gelenlerden isteyen cuma namazı vaktine kadar beklesin, istemeyen dönsün.» dedi.[6]

Hz. Osman'ın muhasara edildiği senede Ali b. Ebî Talib'le be­raberdim. O da aynı şekilde geldi, bayram namazını kıldıktan son­ra hutbe irad etti.[7]



3. Ramazanda Bayram Günü Namazdan Önce Bir Şeyler Yemek


6. Hişâm b. Urve babasından naklediyor: O Ramazan bayra­mı günü bayram namazına gitmeden Önce yemek yerdi.[8]



7. Saîd b. Müseyyeb'den: Ramazan bayramı günü müslüman-ların namaza gitmeden önce yemek yemeleri emredilirdi.

imam Mâlik bu rivayetle ilgili olarak der ki: «Kurban bayra­mı günü için halkın bu şekilde davranması gerekmez.»



4. Bayram Namazlarında Tekbir Getirilmesi Ve Kur'an Okunması


8. Utbe b. Mes'ud'un torunu Ubeydullah b. Abdullah nakledi­yor: Ömer b. Hattab, Ebû Vakid el-Leysî'ye Hz. Peygamberin Ramazan ve Kurban bayramı namazlarında neleri okuduğunu sordu. O da: «Kâf ve'1-Kur'anil-Mecid ile îkterebetissaatü venşak-kal kamer (ayetleriyle başlayan) sureleri okurdu.» cevabını ver­di.[9]



9. Abdullah b. Ömer'in azatlısı Nafi'den: Ebû Hüreyre ile be­raber Kurban ve Ramazan bayramlarında bulundum. îlk rekâtta Fatiha ve zammı sûreden önce yedi tane tekbir aldı, son rekâtta ise yine Fatiha ve zammı sûreden Önce beş tekbir aldı.[10]

îmam Malik bu rivayetle ilgili olarak der ki: «Bize. göre de bay­ram namazı tekbirleri bu kadardır.

Yine îmam Malik, bayram namazının kılınışına yetişemiyen bir kimse için şöyle diyor: İVe camide ne de evinde bayram namazı­nı tek başına kılması lazım değildir, şayet kılarsa bir mahzur yoktur. îlk rekâtın başında yedi, ikinci rekâtın başında kıraattan önce beş tekbir daha alır.[11]



5. Bayram Namazlarından Önce Ve Sonra Başka Namaz Kılınmayışı:
 


10. Nafi'den: Abdullah b. Ömer, Ramazan bayramı günü bay­ram namazından önce ve sonra başka namaz kılmazdı.

îmam Malik naklediyor: Duyduğuma göre Said b. Müseyyeb bayram namazına sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğma­dan önce gidermiş.[12]



6. Bayram Namazlarından Önce Ve Sonra Başka Namaz Kılmaya Müsaade Edildiği Haller


11. Abdurrahman b. Kasım'dan: Babam Kasım, bayram günü bayram namazına gitmeden önce dört rekât namaz kılardı.[13]



12. Hişam b. Urve babasından naklediyor: Babam, Ramazan bayramı günü namazdan önce mescidde namaz kılardı



7. Bayram Günü İmamın Namaz Vaktine Kadar Mescide Gelmesi Ve Cemaatin de Hutbeyi Dinlemeden Ayrılmaması


13. îmam Malik'den: Ramazan ve Kurban bayramları ile ilgi­li ihtilafsız bir geleneğimiz vardır ki o da imam, bayram namazı vaktinden önce evinden çıkar, namazgaha geldiği zaman ise bay­ram namazının vakti gelmiş olur.[14]

Yahya'nın rivayetine göre tmam Malik'e: «imama uyarak bayram namazını kılan bir kimsenin hutbeyi dinlemeden cami­den çıkması doğru mudur?» diye sorulduğunda o: «Hayır, imam hutbeyi bitirmeden cemaatin ayrılması doğru değildir.» diye ce­vap verdi.





--------------------------------------------------------------------------------

[1] îbn Abbas ve Cabir b. Abdillah'tan merfu olarak gelmiştir. Buharı, îdeyn, 13/7; Müslim, Salâtu'l-îdeyn, 8/5.

[2] Şeybanî, 69, 70.

[3] Ibn Ömer'den merfu olarak gelmiştir.

Buharî, îdeyn, 13/7; Müslim, Salâtu'l-îdeyn, 8/8. Ayrıca bkz. Şeybanî, 232. Bayram namazı, vaciptir, iki rekathdır. Birinci rekatta, Subhaneke'den; ikincide zamm-ı sureden sonra üçer defa eller bağlanmadan tekbir alınır.

[4] Ibn Abbas'tan merfu olarak gelmiştir. Buharî, îdeyn, 13/8; Müslim, Salâtu'l-îdeyn, 8/1.

[5] Buharî, Savm, 30/66; Müslim, Siyam, 13/138.

[6] Ebu Hureyre'den manaca merfu olarak gelmiştir.

Ebu Davud, Salât, 2/219; ibn Mace, Îkametu's-Salât, 5/166.

[7] Şeybanî, 232.

[8] Enes'ten merfu olarak gelmiştir. Buharı, îdeyn, 13/4.

[9] Şeybanî, 236.

[10] Âişe'den merfu olarak gelmiştir. Ebu Davud, Salât, 2/242.

[11] Hanefî Mezhebine göre, bayram namazlarında tekbirler, ilk rekatte üç, ikincide üç olmak üzere, toplam altı tanedir.

[12] İbn Abbas'tan manaca merfu olarak gelmiştir.

Buharı, îdeyn, 13/16; Müslim, Salâtu'l-îdeyn, 8/13. Ayrıca bkz. Hz. Şeybanî, 234.

[13] Şeyban,,235.

[14] Ülkemizdeki uygulama, bundan farklıdır. Sabah namazından sonra, bay­ram namazının vakti girinceye kadar Kur'an okunarak veya vaaz edilerek, camide beklenir. Daha sonra bayram namazı kılınır, bayram hutbesi dinle­nir, dua edilerek, bayramlaşmaya çıkılır.

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Gaziantep'te bombalı saldırı: 8 ölü


Gaziantep'te Karşıkaya Polis Karakolu yakınlarında bomba yüklü bir araç infilak etti. İlk belirlemelere göre 8 kişinin hayatını kaybettiği patlamada, 61 kişi de yaralandı. 
 Yetkililer ambulanslarla bölgeye yakın hastanelere sevk edilen yaralılar için acil kan ihtiyacı doğduğunu belirtiyor. 

BU İŞTE  KİMLERİN PARMAĞI VAR İSE ONLARIN HAKKINDAN ALLAH GELSİN..
ALLAH BİLDİĞİ GİBİ YAPSIN MASUM İNSANLARDAN NE İSTİYORLAR..
OLMIYACAK ŞEYE AMİİN DEYİP MEMLEKETİMİZ ÜZERİNDE HAİN PLANLAR YAPIYORLAR..
ALLAH'IM SANA HAVALE EDİYORUZ...
  

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı