[ Ben kalbi kırıklarla beraberim ]
❤ Dua Arapça bir kelime olup çağırmak, birisine mesaj vermek, onunla irtibat kurmak manalarına gelir. Özel kullanımı esas alındığında ise, kulun Allah'a yalvarması, halini arzetmesi, içini dökmesi, ihtiyaçlarını dile getirmesi demektir.
Dua günümüzde sadece beş vakit namazın veya belli bir kısım ibadetlerin sonuna sıkıştırılarak küçültülmüştür. Öncelikle dua, imanın en önemli göstergelerinden birisidir. Duâ, Allah ile kul arasında kuvvetli bir bağdır. Başka bir ifade ile, kulun düşüncesinin Rabb'e arz edilmesi şeklidir duâ. Kul erişemeyeceği ve iktidarıyla elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi olan Kadîr-i Mutlak'tan ister; işte bu isteğin adıdır duâ. O, helezonlar hâlinde kuldan Rabb'e yücelen tatlı bir nağmedir...
Duâ imanın en berrak bir göstergesi olduğu gibi aynı zamanda kulluktur, ibadettir. Hatta Peygamber Efendimizin (asm) beyanıyla ibadetin özüdür o. Duâ Rabb'e dönüş ve yönelişin adıdır. Yine duâ, kuldan Rabb'e yükselen kulluk nişanı, Rab'den kula inen rahmet simgesidir. Daha doğrusu o, Allah'la kul arasında olan münasebetin tam odak noktasıdır. Kulluktan bahsedilen bir yerde, duâdan bahsetmemek mümkün değildir.
Dua kulluğun simgesi ve başlı başına bir ibadet olduğuna göre sadece insana has bir olgu değildir. Bu yönüyle kainattaki bütün mahlukat onunla ilgilidir. Toprağın bağrına atılan bir tohum, çatlamak, başını topraktan çıkarmak ve güneşe doğru filizlenmek için dua eder. Ama biz onun dilini anlamayız. Yumurtaları üzerinde yatan kuş, yavruları için dua eder. Ama kendi lisanında. Ağaçlar, mevsimi geldiğinde meyve vermek için dua ederler. Ama insan bunun farkında değildir.
İşte müminin kainata bakışı budur. Kur'an-ı Kerim'de buyrulur ki
"Kainatta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah'ı tesbih etmesin, Onu anmasın, Ona dua etmesin. Fakat siz onların bu tesbihlerini, zikirlerini, dualarını anlamazsınız."
Yine Kur'an'da Allah korkusundan yarılan, dağlardan yuvarlanan taşlardan bahsedilir. Gök gürültüsünün hamd ile Allah'ı tesbih ettiğinden bahsedilir. Peygamber Efendimiz (asm)
"Bu dağ Uhud'dur. O bizi sever biz de onu severiz."
buyurur. Yine Peygamberimiz (asm) hayvanların kendi dillerince Allah'ı andığını söyler. Evet Allah'tan korkan taşlar, insanları seven dağlar, Allah'ı zikreden canlı veya cansız mahluklar. Müminin kainata bakışı budur. Biz bu mahlukatın dillerini anlasaydık fırtınalı denizin "Ya Celil, Ya Celil" diye zikrettiğini duyacaktık. Dillerini anlasaydık, kedilerin "Ya Rahim, Ya Rahim" diye dua ettiğini işitecektik. Yani sözün kısası sadece insanlar dua etmez. Bütün mevcudat, bütün varlık kendi dilinde dua eder.
Duanın Hayatımızdaki Önemi
Biraz önce söylediğimiz gibi her şey dua etmektedir. Hayatı, duâsız düşünmek mümkün değildir. Yaşadığımız hayat, baştan sona kadar duâdan ibarettir. Duâ, Rıza-i İlâhî'nin şifresi ve cennet yurdunun da anahtarıdır.
Duânın bizatihi ibadet olduğunu, hatta ibadetin özü olduğunu ifade etmiştik. Onun için ibadetin önemi hakkında söylenen her şey dua için de geçerlidir.
Duanın önemi hakkında söylenmesi gereken en önemli şey Furkan suresinde geçen şu ayet olmalıdır:
"Habibim, insanlara de ki, duanız olmasaydı Allah katında ne ehemmiyetiniz vardı."
Evet Allah katında bizim ehemmiyetimiz, değerimiz duamız sayesindedir. Duamız yoksa bir değerimiz de yok demektir. Onun için Allah'ın bütün sevgili kulları duadan bir an bile uzak kalmamışlardır. Mesela Kur'an'da peygamberler anlatılırken hep onların duaları nazara verilir ve onların dua insanları oldukları vurgulanır. Hz. Adem (as) dua eder ve hatası affedilir. Hz. Nuh (as) o denli gürül gürül dua eder ki, onun duası neticesinde tufan gerçekleşir ve o da tufan peygamberi olur. Hz. İbrahim (as) dua dua yalvarır ve nesiller sonra Peygamber Efendimiz (asm) diyecektir ki
"Ben dedem İbrahim'in duasıyım..."
Hz. Musa (asm) her dem dua halindedir ve duasıyla kardeşi Hz. Harun (as), bir insana lutfedilen en büyük makama mazhar olur, yani peygamber olma şerefiyle şereflendirilir. Hz. Yunus (as)'un, Hz. Eyyub (as)'un ne hazin duaları vardır. Hz. Zekeriya (as), Hz. İsa (as) hep dua insanlarıdır. Ve Peygamber Efendimiz (asm), ömründe bir an bile duadan uzak olmamıştır. Peygamber Efendimizin (asm) duaları bir araya getirildiğinde oldukça hacimli bir dua mecmuası ortaya çıkmaktadır.
Sonra peygamberlerin varisleri olan din büyüklerine baktığımızda onların da birer dua kahramanı olduklarını ve hayatlarını dua çevresinde örgülediklerini görüyoruz. Bir Muhyiddin İbn Arabi Hazretlerinin, bir Şah-ı Nakşibendi, bir İmam-ı Rabbani Hazretlerinin dualarına baktığımızda kalbimiz duracak gibi oluyor ve onların kulluk şuurlarına, Cenab-ı Hak karşısındaki saygılarına hayret ediyoruz.
Kısacası Allah'ın bütün sevgili ve değerli kullarının hayatında dua çok önemli bir yer işgal etmektedir. Onlar büyük insan olduklarından mı duaya bu kadar önem vermektedirler, yoksa duaya çok ehemmiyet verdiklerinden mi büyük insan olma payesine ermişlerdir? Şöyle veya böyle ayet bize diyor ki
"Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz vardı."
Başka bir ayette Rabbimiz
"Anın beni, anayım sizi."
buyurmaktadır. Cenab-ı Hakk'ın bizi anması ne büyük bir şeydir. İşte kul, bu büyüklüğe ve bahtiyarlığa O'nu anmakla ulaşır. Dua etmek de O'nu anmaktan başka nedir ki? Büyük bir zat çevresindekilere der ki "Ben Allah'ın beni andığı vakitleri biliyorum." Ona bunu nasıl bildiği sorulduğunda "Ben O'nu andığım zaman O da beni anmaktadır. Zira kendisi bunu ifade buyurmaktadır." diye cevap verir.
Evet dua çok ama çok önemlidir. Rahmet elinin üzerimizde dolaşması, duâ sayesindedir. Duâ, aynı zamanda gazabın da paratoneridir. Evet, hakkımızda rahmeti ve rızayı celp, gazap ve öfkeyi def edecek olan müessir bir ubudiyettir duâ. Çok defa beşer imkânının tükendiği noktada duâ şuuru başlar. Rabbin kapısına duâ ile varılır, o kapıda duâ ile konuşurlar ve rahmeti hakkımızda sağnak sağnak celbeden de duadır. Evet dua rahmetin celbine vesile olduğu gibi belayı ve musibeti de ortadan kaldırır.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:
"Allah katında duadan makbul ve kıymetli hiçbir şey yoktur."
Çünkü Rahmeti Sonsuz bizden dua etmemizi istemektedir. Mümin suresi 60. ayette Rabbimiz buyurmaktadır ki:
"Bana dua edin size icabet edeyim, cevap vereyim."
Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurur Efendimiz (asm):
"Allah'ın fazlından isteyin. Allah kendinden istenilmesini sever."
Şu halde biz dua etmekle Allah'ın sevdiği bir şeyi yapmış oluyoruz. Allah'ın sevdiği bir iş olmasının yanında Onun emrettiği bir ibadeti yerine getirmiş oluyoruz.
Öte yandan dua, insanı hayırlara, iyiliklere yönlendirir. Evet istiğfar, günahlardan tövbe kötülüklere yönelmeye mani olduğu gibi dua da insanı iyiliklere yönlendirir.
Dualarda Neler Söylenmeli, Neler İstenmeli?
Dualarımızda her şeyi isteyebiliriz. Ancak öncelikle ve daima en önemli şeyleri istemeliyiz. Nedir en önemli olan şey? Dünyada mutlu bir hayat sürmek mi? Hayır. Çünkü bu dünyada mesûdâne bin senelik bir hayat, cennet hayatının bir saatine mukabil gelmez. O zaman en önemli şey cennet hayatı mı? Hayır. Zira gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmeyen cennet hayatının bin senesi, bir an Rabbimizin cemalini müşahede etmeye denk değildir. Buna rağmen en önemli şey bu da değildir.
"Ve Rıdvânun minallahi ekber."
Her şeyden öte, her şeyin üstünde, her şeyden önemli olan Allah'ın rızasıdır. O kazanıldığı zaman diğerleri de kazanılmış demektir. Öyle ise dualarımızda mütemadiyen Onun rızasını istemeliyiz.
Bizim ne güzel adetlerimiz vardır. Birisinin bir iyiliğini gördüğümüzde "Allah razı olsun!.." deriz. Bu üç kelimelik basit cümle aslında en önemli duayı ifade etmektedir. Keşke hep birbirimizle karşılaştığımızda ve ayrılırken birbirimize böyle desek. Keşke her telefon konuşmamız bu duayla son bulsa. Keşke her radyo programı, televizyon programı bununla açılsa kapansa. Ve böylece bu kadar sık karşılaştığımız bu duadan birisi kabul edilince, ahirette beratımızı aldık demektir. Bu güzel âdet, dinî kitaplarımıza da yansımıştır. Bu kitaplarda geçen isimlerden sonra hep parantez içinde bu dua tekrar edilir.
Öyleyse dualarımızda en çok Allah'ın rızası istenmeli, ondan başka ahiret saadeti istenmeli. Peygamber Efendimiz (asm)
"Cenneti istediğin zaman Firdevsi iste!"
buyurmaktadır. Firdevs, cennetin en yüce mertebesidir. Ayrıca dünyada ve ahirette hasene, iyilik, güzellik istenmelidir. Her şeyin hayırlısı ve Allah rızasına muvafık olanı istenmelidir. Günahlarımızın bağışlanması talep edilmelidir.
"Sana ahvalimi arz etmeğe hacet mi var Ya Rab!
Günahkarım, recaya elde bir kuvvet mi var Ya Rab!"
şuuru içinde Necip Fazıl gibi demeliyiz ki:
"Bende sıklet, sende letafet...
Allah'ım affet!
Latiften af bekler kesafet...
Allah'ım affet!
Etten ve kemikten kıyafet...
Allah'ım affet!
Şanındır fakire ziyafet...
Allah'ım affet!
Acize imdadın şerafet...
Allah'ım affet!
Sen mutlaksın, bense izafet!
Allah'ım affet!
Ey kudret, ey rahmet, ey re'fet!
Allah'ım affet!"
Mü'min bencil değildir. Biz dualarımızda kendimiz için istediklerimizi en yakın daireden başlayarak ailemiz için de istemeliyiz. Peygamber Efendimiz (asm) bize bunu talim buyurmaktadır. Daha sonra akrabalarımız, komşularımız, tanıdıklarımız adına da dua etmeliyiz. Bu, mü'min olmanın gereğidir. Bir hadis-i şerifte buyrulur ki:
"Bir kimse kendisi için istediğini mü'min kardeşi için istemedikçe hakiki mü'min olamaz."
Daha sonra daireyi genişleterek ülkemizin dirliği birliği için dua etmeliyiz.
"Biz kısık sesleriz.. minareleri,
Sen ezansız bırakma Allah'ım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını;
Ya kovansız bırakma Allah'ım!
Mahyasızdır minareler.. göğü de
Kehkeşansız bırakma Allah'ım!"
"Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah'ım!"
"Yarının yollarında yılları da
Ramazansız bırakma Allah'ım!
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü
Ya çobansız bırakma Allah'ım!
Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma Allah'ım!"
"Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah'ım!"
(Arif Nihat Asya)
Evet vatanımızı milletimizi dualarımızda ihmal etmemeliyiz. Bununla da yetinmeyerek tüm İslam alemini duamızda yadetmeliyiz. Dünyanın değişik yerlerinde sıkıntıya maruz kalan din kardeşlerimizin kurtulması için, bugün dağılmış bir görüntü arz eden İslam aleminin yeniden derlenip toparlanması için dua etmeyi ihmal etmemeliyiz. Eğer bir günlük duamızda bunları dile getirmezsek, o gün vefasızlık ettiğimize inanmalıyız. Ümmet-i Muhammed (asm) için edilecek şu dua abdalların duası olarak meşhurdur:
"Allahümmerham Ümmete Muhammed." (Allah'ım, Ümmet-i Muhammed'e rahmet ve merhametinle muamele et)
Müslüman, himmeti alî insandır. Onun için duamız bu söylediklerimizdeh ibaret olmamalı, tüm insanları kapsayıcı olmalıdır. En yüce dinin mensupları olarak bütün insanlığın inandığımıza inanması, duyduğumuzu duyması, sevdiğimizi sevmesi için dua etmeliyiz.
"Keşke sevdiğimi sevse kamu halk u cihan
Sözümüz cümle heman kıssa-i canan olsa."
"Allah'ım sen adını dünyanın dört bir tarafında duyur.
Kalmasın sana inanmayan bir mahzun gönül.
Habib-i edibinin nam-ı celili, güneşin doğup battığı her yerde şehbal açsın."
sözleri her gün bizim vird-i zebanımız, dilimizden düşürmediğimiz duamız olmalı.
"Ya ilahi
Hak tanınsın: kimse gaddar, kimse mağdur olmasın;
Mest olup ikbal meyinden, sonra mahmur olmasın!
Bir misafirhanedir, dünyaya mağrur olmasın;
Ya ilahi, rahmetinden kimseler dur olmasın!"
Dualarımızda Dünyaya Ait İstekte Bulunabilir miyiz?
Dualarımızda elbette dünyaya ait isteklerde bulunabiliriz. Bir yazarımızın ifadesiyle,
"Dua kabın çok geniş olsun. Varsın ona kainat bile sığsın. Sen onu, Sahibinden istiyorsun ya."
Mesela Peygamber Efendimiz (asm) yağmur duası yapmıştır ve yağmur duası, O'nun sünneti olarak o günden bugüne değin gelmiştir. Daha önce bahis mevzuu yaptığımız bir hadisi yine hatırlatalım:
"Allah'ın fazl-ı kereminden çok çok isteyin. Şüphesiz Allah kendisinden istenilmeyi sever."
Bakara suresi 186. ayette Rabbimiz şöyle buyurur:
"Kullarım sana beni sorduğunda söyle onlara ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulurlar."
Gafir Suresi 60. ayette de şöyle buyurulur
"Bana dua edin size icabet edeyim, cevap vereyim."
Allah Yaptığımız Dualara Çok Önem Veriyor. Ancak Bazen Duada İstediğimiz Şeyler Gerçekleşmiyor?
Dualarımızla alakalı bir-kaç hususa dikkat etmemiz gerekiyor. Birincisi: Dua ikiye ayrılır. Birisi fiilî dua (tavır ve hareketle yapılan dua), ikincisi kavlî dua (dilimizle yapılan dua). Bir şeyin gerçekleşmesi için bu iki duaya riayet edilmeli. Mesela hasat mevsiminde bereketli mahsul için dua dua yalvaran kimsenin bu duasının gerçekleşmesi için öncelikle fiilî duasını bihakkın eda etmesi ve toprağın bağrına tohum atması gerekir. Zamanı gelince tarlasını sürmesi, gerekiyorsa sulaması hep fiilî dua kapsamındadır. İmtihanında başarılı olmak için dua eden öğrencinin öncelikle ders çalışmak suretiyle fiilî duasını yapması gerekmektedir.
İkincisi: Duanın bir ibadet olduğunu söylemiştik. Dolayısıyla duanın semeresi, neticesi uhrevîdir, ahirete aittir. Dünyaya ait maksatlar ise duanın sebebi değil vakitleridir. Mesela yağmursuzluk hali, yağmur duası ibadetinin vaktidir. Bir hadis-i şerif konumuzu aydınlatması bakımından önem arzeder:
"Kul duasında şu üç şeyden birisini mutlaka kazanır: ya duası sayesinde günahı bağışlanır veya dünyada mükafatını alır veya ahirette mükafatını kazanır."
Yani dua ettiğimizde, mutlaka kazanç içinde bulunmaktayız.
Üçüncüsü: Bize şahdamarımızdan yakın olan Rabbimiz, bizi bizden iyi bilmektedir. Dolayısıyla bir şey istediğimizde, o şeyin bizim için hayırlı olup olmayacağını da en iyi O bilir. Mesela erkek evlat isteyen bir kula Hz. Meryem gibi bir kız evlat lutfedildiğinde duası kabul olunmadı denmez. Allah daha hayırlısını verdi denir. Yine mesela ben mal istediğimde Allah'ın bana nasib edeceği mal benim Karun gibi yerin dibine batmama sebep olacaksa, Allah'ın beni fakir yaşatması Onun ayrı bir rahmet tecellisidir.
Nasıl Dua Etmeliyiz? Duanın Adab ve Erkanı
Peygamber Efendimizin (asm) ve maneviyat büyüklerimizin talim buyurduğu bir takım dua adabı ve erkanı vardır:
Birincisi: Dua için bazı şerefli vakitleri kollamak. Mesela sene içinde bayram ve arefe günleri, duanın makbul olduğu günlerdir. Aylardan Ramazan dua için en uygun, altın bir zaman dilimidir. Bir hadiste ifade buyurulduğuna göre oruçlunun duası kesinlikle kabul edilir. Dolayısıyla mübarek Ramazan'da oruçlu dillerimizle mümkün olduğu kadar çok dua etmeye gayret etmeliyiz. Mesela cuma günleri de dualar için en elverişli günlerdir. Gün içinde seher vakitleri tam dua vakitleridir. Efendimiz (asm) buyurur ki;
"Allah seher vakitlerinde rahmetiyle dünya semasına nüzul eder. 'Yok mu dua eden duasını kabul edeyim, yok mu bağışlanmak isteyen onu bağışlayayım.' der."
Evet, seher vakitleri dua için en elverişli vakitlerdir.
"Ey dîde nedir uyku, gel uyan gecelerde
Kevkeblerin et seyrini seyran gecelerde
Gafletle uyumak ne reva abd-i hakire
Şefkatle nida eyleye Rahman gecelerde
Dil beyt-i Hudâ'dır ânı pâk eyle sivâdan
Kasrına nüzul eyler o Sultan gecelerde."
İkincisi: Kıbleye yönelinir ve eller kaldırılır. Bir hadis meali şöyledir:
"Kulları, ellerini kaldırıp bir şey istedikleri zaman Allah onları boş çevirmekten haya eder."
Üçüncüsü: Her hayırlı şeye besmele ile başlanıldığı gibi duaya da besmele ile başlamalı. Başta Cenâb-ı Hakk'a, can u gönülden bir iştiyakla hamd ve senâ edilir. Meselâ,
"Rabb'im, gökleri ve yeri yaratan Sensin. Kalbimden geçenleri bilen Sen'sin. İçime îmân ve itminânı yerleştiren sensin. Gönlümü arzuyla dolduran ve buna mukâbil cenneti de şimdiden donatan Sen'sin. Bülbülü şakıtan, güle rengini bahşeden yine Sen'sin."
İşte böyle umum âlemde cereyan eden tasarrufları sayıp, hepsini Cenâb-ı Hakk'a isnât ettiğini, tazarru ve niyâz dolu bir üslûpla ifâde etme hamd ve senâ demektir ki, Allah Râsûlünün (asm) duâlarında bunu açıkça görmekteyiz. Bundan sonra salavat-ı şerife okunmalı. Peygamber Efendimiz (asm) için yaptığımız salât ü selamlar mutlaka kabul edilecek dualardır. Bundan dolayı duanın başında ve sonunda salât ü selam okunur ve ikisi arasında dile getirilen duaların da bunlarla beraber kabul edileceği ümidi beslenir.
Dördüncüsü: Duayı hafif sesle, gönülden ve hüzünle yapmaktır. Âraf suresinde buyurulur ki:
"Rabbinize gönülden ve için için yakararak dua edin."
Duada yapmacık sözlerden kaçınılmalı ve ses yükseltilmemelidir.
Beşincisi: İstenilen şeylerin muhakkak surette Cenâbı Hak tarafından kabul göreceğine, zerre kadâr tereddüt göstermeden, kıvrana kıvrana ve duânın ayrılmaz bir şartı olan yalvarış, yakarış edâsıyla.. meselâ; deniz ortasında, bir tahta parçası üzerinde kalmış ve bütün kurtulma ümidinin ortadan kalktığını anlamış bir insanın teslîmiyeti içinde ve böyle bir ruhla teveccüh edip Cenâb-ı Hakk'a yönelmektir ki, duânın özü, hayatı da işte bu ihlâs ve bu samimiyettir.
Duânın kabul edilmediğini düşünmek katiyyen yanlıştır. Duâ, eğer şartlarına uygun yapılmışsa muhakkak kabul görür. Ancak kabul edilen dua, bizim istediğimizin aynı olmayabilir. Bazan bizim istediğimiz, bizim için hayırlı olmadığından, bir rahmet eseri olarak Cenâb-ı Hak bize, istediğimizi değil de esas istememiz gerekeni ihsan buyurur. Bazan da duâmız âhiretimiz hesabına kabul görür. Onun için, yapılan duâların mutlak surette kabul edileceğini düşünerek duâ etmek çok mühimdir. Hem niye kabul edilmesin ki Rabbimiz şeytanın duasını bile kabul etmiştir. Cennetten kovulduğunda şeytan, kıyamete kadar mühlet istemiş ve Cenab-ı Hak ona istediği bu mühleti vermiştir.
"Sen Allah'ı seversen, Allah seni sevmez mi?
Sen O'na dua etsen, lebbeyk kulum demez mi?"
Bir Allah dostu şöyle diyor:
"Allah'tan yirmi senedir bir şey istiyorum. İstediğim şeyi vereceğinden hiç ümidimi kesmedim."
İşte dualarımızda böylesine ümitli ve ısrarlı olmalıyız.
Altıncı husus: Duaların kabul olmasında günahlardan tövbe etmek ve kul haklarını ifa etmek çok önemlidir. Onun için çevremizdekilerle helalleşmeli ve dualarımızı istiğfar ve tövbe ile bezemeliyiz.
Çoğunlukla Duası Makbul İnsanlardan Söz Edildiğini Duyarız. Duaları Makbul İnsanlar Kimlerdir?
Evet, Allah katında bazı makbul kulların duaları da makbuldür. Mesela Allah'ın en sevgili kulları peygamberler. Burada aklınıza şöyle bir soru gelebilir: "Peygamber Efendimiz (asm) aramızdan ayrılmıştır. Onun duasına nasıl mazhar olabiliriz ki?" Evet Efendimizin (asm) duasına mazhar olabiliriz. Zira O bize bir miras bırakmıştır. Onun tavsiye ettiği pek çok hayırlı ve güzel ameller vardır ki O bunları yapan için hayır duada bulunmuştur. İşte biz bunları yaptığımızda Onun duasına mazhar olabiliriz. Öte yandan Peygamber Efendimiz (asm) her ne kadar bedenen aramızda bulunmasa bile ruhen bizimle beraberdir. Kur'an'da
"Şehidlere ölü demeyin. Onlar hayattadır ama siz hissetmezsiniz."
buyurulmuyor mu? Madem şehidler hayattadır, şehitlik mertebesinden daha yüksek makamda bulunan peygamberler de hayattadır. Ama biz onları hissedemeyiz. Peygamber Efendimiz (asm) buyurmaktadır ki:
"Ümmetimden bana salât ü selam getirenin bu selamı bana ulaştırılır. Ben de karşılık veririm."
Öyleyse biz Peygamber Efendimizin (asm) sünnetine uygun bir hayat yaşayarak Onun duasına ve şefaatine mazhar olabiliriz ümidindeyiz.
Duası makbul insanlardan bir zümresi de Allah'ın sevgili kullarıdır. Çevremizdeki böyle muhterem büyüklerimiz varsa hayır dualarını almaya gayret etmeliyiz.
Bundan başka yaşlıların da duası kabule şayandır. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
"Cenab-ı Hak saçı başı ağarmış bir pir-i fani dua ettiğinde, onun duasını kabul etmemekten hicab duyar."
Ana-baba duası da çok önemlidir. Bu yazıyı okuyanlar hiç durmasınlar. Anne-babası yakınında ise varsınlar yanına, ellerini eteklerini öpsünler ve hayır dualarını talep etsinler. Anne-babası uzakta bulunanlar bir telefon çevirsinler, hal-hatır sorup hayır dualarını alsınlar.
Bunlardan başka mazlumun, mağdurun duası da çok çabuk kabul görür. "Alma mazlumun âhını çıkar aheste aheste." derler. Evet mazlum ve mağdurun duasına çok rağbet edilmeli ve bedduasından da çok sakınılmalıdır. Çünkü Cenab-ı Hak onlarla beraberdir. Bir kudsi hadiste şöyle buyrulur:
"Ben kalbi kırıklarla beraberim."
[ Halim Çalış Sorularla islamiyet ]
http://m.sorularlaislamiyet.com/index.php?oku=13150