25 Şubat 2016 Perşembe

Sultan Selim’i ‘Yavuz’ yapan şey neydi?


Bugün, (20 Eyl 2015 )Osmanlı ve Ortadoğu tarihine silinmez bir damga vurmuş olan Yavuz Sultan Selim’in 495. vefat yıldönümü. Kaotik günler yaşadığımız doğru ama bunlar bize değerlerimizi unutturmamalı.

İtiraf edeyim ki, Yavuz Sultan Selim hakkında kitap yazmaya koyuluncaya kadar ben de bu denli kapalı ve müşkil noktaların karşıma aşılmaz surlar halinde çıkacağını tahmin etmemiştim. Lakin kazın ayağı hiç öyle değilmiş. Öyle meçhuller var ki Yavuz ve Şah İsmail ile ilgili, şaşırıp kalıyorsunuz. Sadece birisini söyleyeyim:

Bizim Yavuz’un icadı olduğunu zannettiğimiz ve Halep Ulucamii’ndeki hutbede adının “Hakimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn” şeklinde okunmasına itiraz edip “Bana iki kutlu şehrin, Mekke ve Medine’nin hakimi değil hâdimi, “Hakimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn” deyin dediğini biliyoruz ama bu unvanı ilk kullananın Memluklerin mücahid Sultanı Baybars olduğunu bilmiyoruz! Yani Yavuz bu ihtiram unvanını icad etmiş değil, kendisinden 2,5 asır kadar önce yaşamış bir başka büyük Sultan tarafından kullanılıp sonradan terk edildiğini bilerek bunu değil de onu tercih etmiş! Tarihteki ruh ikizini bulmuş!

Bu, bence Yavuz’u küçülten değil, tam tersine büyüten, tarihi ne kadar derinden okuduğunu gösteren bir bilgi…

Peki Şah İsmail’in ailesinin Kürd olduğunu biliyor muydunuz?

Bu da nereden çıktı, demeyin, hem de ünlü Türk tarihçisi Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ın hâlâ Türkçeye tercüme edilmemiş olan, 1957 yılında Şam’da basılan bir dergide yayımladığı “Sur l’origine des Safavides” adlı makalesinde geçiyor bu bilgi. “Safvetu’s-Safâ” adlı Safevilerin soyu üzerine o devirde yazılan eserin nüshaları üzerinde yaptığı karşılaştırma Prof. Togan’ı bir şaşkınlıktan diğerine düşürüyor. Zira eserin Şah İsmail’den önceki nüshaları ile onun zamanındaki ve oğlu Tahmasb devrindeki nüshalarında ciddi değişiklikler yapılmış, kimi bilgiler makaslanmış, kimileri de değiştirilip yeniden yazılmış.


Şah İsmail Kürt müydü?

Togan’a göre eserin Şah İsmail’den önceki nüshalarında Safevilerin kökeni Kürt bir ataya dayandırılırken sonradan Araplaştırılmaya çalışılmış ve Hz. Ali’ye Hz. Hüseyin kanalıyla ulaşan bir soy zinciri uydurulmuş. Seyyid yapılmış. Bir ara da Türkleştirilmeye çalışılmış. Askerleri Kızılbaş Türkmenlerinden oluştuğundan onları küstürmemek için bu defa Farsça “Safvetu’s-Safâ”nın tamamı değil(!) ‘Buyruk’ gibi kısımları Türkçeye tercüme ettirilmiş ve Akkoyunlu Uzun Hasan’la annesi tarafından akrabalık ilişkisi vurgulanarak Türkmen asıllı oldukları vurgulanmış.

Böylece herkese bir pay çıkmış. Neticede Şah İsmail ve oğullarının Sincarlı bir köylü Kürt aileden geldikleri oldukları unutturulmuş.

İşte Zeki Velidi Togan’ın bu bilimsel makalesinin aradan geçen 58 yıla rağmen Türkçeye tercüme ettirilmeyişinin ‘sırrını’ da burada aramalıyız. Kızı Prof. Dr. İsenbike Togan’dan makalenin Türkçeye çevrilmediği bilgisini teyid ettikten sonra Türkçesini “Derin Tarih”te yayınlamayı teklif ettiğimde teşekkür etmekle yetindi ve ileride neşredilecek külliyatın içerisinde basılacağını söyledi. Eh. Bekliyoruz merakla.

Bir başka ilginç nokta, Çaldıran seferi öncesinde Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki mektuplaşmalardır. Çok yazılıp çizildi, üzerine efsaneler bina edildi ama nedense başlı başına ilmî bir şekilde neşir ve tahlili yapılmadı mektupların. Elbette Hammer, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Feridun Emecen ve Selahattin Tansel “mükatebe” üzerinde genişçe durmuştu ama bu beş mektup başlı başına çalışılmış değildir.

Halbuki Feridun Beğ’in “Münşeâtu’s-Selâtin” adlı kaynak kitabında Yavuz’un dört mektubu ile Şah İsmail’in cevabı tam metin olarak mevcut, eserin yazma ve basma nüshaları elimizde. Mevzuya en fazla ziyade kafa yoran Feridun hocadan analitik bir makale beklemek hakkımız.

Burada ilginç olan husus, Yavuz’un Şah İsmail’e gönderdiği dört mektuptan ikisinin Farsça, diğer ikisinin ise Türkçe olması, ‘Türkçeciliği’ pek medhedilen Şah İsmail’in üstelik Türkçe bilen hasmına Farsça bir mektup göndermiş olmasıdır. Bu durumda Yavuz’un Farsça, Şah İsmail’in Türkçe divanlar yazmalarını nasıl yorumlamak gerekir? Ehli düşünsün.

Şimdi mektupları kısaca değerlendirelim.



“Yolumuzdan dönmeyeceğiz”

1) Yavuz’un 23 Nisan 1514 tarihli ilk mektubu İzmit’ten yazılmış olup Farsçadır ve Tacizade Cafer Çelebi tarafından kaleme alınmıştır. Safevi casusu Kılıç eliyle gönderilen mektupta Şah İsmail’in zındıklığı mülhidlikle birleştirdiği, fitne çıkardığı, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e küfrettirdiği, tövbe istiğfar etmezse gelip topraklarını alacağını yazmış, zırh giyip kılıç kuşandığını ve yola çıktığını dile getirmiş, kısacası meydan okumuştur.

2) “Münşeât”taki ikinci Farsça mektupta Yavuz, öncekine benzer ifadeler kullanmış, Şah İsmail’in ailesinin dervişlikten geldiğini hatırlatmak üzere kendisine hırka, asa, misvak ve kuşak gibi şeyhlere mahsus eşya göndermiştir.

3) Yavuz’un Erzincan’dan yazılmış üçüncü mektubu ise Türkçedir. Azerbaycan’a doğru gelmekte olduğunu söyleyen Yavuz, Şah İsmail’e korkmaması için bir miktar askerini geride bıraktığını yazıyor, topraklarına girdiği halde kendisinden kaçmasına mânâ veremediğini söylüyor, ölümden korkanların kılıç kuşanması ve ata binmesi münasip olmaz, diyor, eğer bir parça “gayret ve hamiyyet” varsa karşısına çıkmasını istiyordu.

4) Ancak son mektup yola çıktıktan sonradır ki Şah İsmail’in Farsça mektubu Yavuz’a ulaşır. Yavuz’unkilere kıyasen yumuşak sayılabilecek bir üslupta yazılmış olan mektubunda İsmail, alttan almakta ama kendisine karşı kullanılan üslubu bir sultana yakıştıramadığını, bunların ancak afyonla sarhoş olmuş kâtiplerin yazabileceğini, bu nedenle bir kutu afyon gönderdiğini ama savaşa da hazır bulunduğunu yazmaktaydı.

5) Ve Yavuz’un o sert finali. Yine Türkçe ve yine hasmını yerin dibine batıran bir üslup. Çermik’ten yazılmıştı. Ülkesine girdiği halde Şah İsmail’in ordusunun daima kaçtığı, toprakların bir hükümdarın nikâhlısı gibi olduğu, erkek ve merd olanların ona başkasının elinin değmesini isteyemeyeceği vs. belirtiliyor ve “Miğfer yerine mi’cer (yaşmak) ve zırh yerine çadır (çarşaf) ihtiyar eyleyüb serdarlık sevdasından ve sipehsalarlık hevasından feragat eyleyesün” deyip kendisine bir kadın elbisesi gönderiyordu.

Çaldıran’dan bir hafta kadar önce yazılan mektup köprülerin atıldığı anlamına geliyordu. Öte yandan Yavuz, Eleşkirt civarında ayaklanan yeniçerilerin arasına korkusuzca dalarak şöyle haykırmıştı:

“Şahın adamları efendileri için can verirken içimizdeki bazı gayretsizler buralara kadar gelmiş olan bizleri geri döndürmeye uğraşıyorlar. Yolumuzdan dönmeyecek ve emre itaat edenlerle devam edeceğiz. Geri dönerlerse ‘din-i mübîn’ yolundan dönmüş olurlar. Eğer er iseniz benimle hem-inan ve revan olun. Yoksa yalnız başıma da giderim.”

Velhasıl Yavuz’u ‘Yavuz’ yapan şey, davasındaki gevşemezliğiydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı