31 Mart 2015 Salı

REBİUL EVVEL AYI YAĞMURLARI'nı NİSAN YAĞMURLARI İLE KARIŞTIRMAYALIM.Hadis-i Şerifler


Rebiül evvel Yağmurları Mucize Yüklüdür Nisan Yağmurları Değil!
Peygamberimiz (sav) Doğduğu ay rebiül evvel ayıdır ve nisana sabitlenemez tıpkı ramazan ayı gibi her sene on gün atar ve rahmetin indiği bir aydır. Arap ayları hakkında hadisi şerifler vardır buna dikkat edin lütfen..
Peygamberimiz (sav)’den rivayet olundu ki:
‘’Cebrail as Bana öyle bir ilaç öğretti ki, (o ilaç sayesinde,insanların) doktorların ilaçlarına hiç ihtiyacı kalmaz’’
Eshab-ı Kiram : (o ilaçtan) Bize de haber ver,Ya Rasulullah dediler, Rasulullah (sav):
‘’Rebiül evvel ayında yağmurları toplayınız Ona; 70 defa Fatiha-i şerife, 70 defa İhlâs-ı şerif, 70 defa Felak suresini, 70 defa Nâs suresini, 70 defa Tesbih duasını (SübhanAllahi vel-hamdü Lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vâllahü ekber ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyıl-azîm) okuyunuz Sonra, 7 gün devamlı olarak sabah akşam birer bardak içiniz Beni hak Peygamber olarak gönderen Cenâb-u Hakk’a yemin ederim ki, Cebrâil Bana dedi ki ;
"Bu sudan içen kimsenin, cesedinden, damarından, sinirinden, etlerinden, o kimseye ağrı, acı veren rahatsızlığını Cenâb-u Hakk giderir ve o kimseye sıhhat ve afiyet verir’’
Yine başka bir Hadis-i Şerif’te :
‘’Beni hak Peygamber olarak gönderen Cenâb-u Hakk’a yemin ederim ki, çocuğu olmayan bir erkek, bu sudan hanımına içirirse, Allahü Teala’nın izni ile hanımı hamile kalır Hanımının başı ağrıyan bir erkek bu sudan hanımına içirirse, bu su ona (sıhhati için) yeterlidir İçen kimsenin balgamını keser Rüzgar ona zarar vermez, çirkin haller kendisine isabet etmez Bel ağrısından, karın ağrısından, şikayeti kalmaz Alaca hastalığından korkmaz Göğüs ağrısı çekmez Kalbine gelen vesvese (evhâm), gönlünden çıkar gider Kendini çok beğenmek, hased, kibir, düşmanlık, gıybet ve koğuculuk (gibi manevi hastalıklar dahil), dünyada yaşayan her fani (geçici) olanlar için ü Teala’nın izni ile fayda vericidir’’
Tefsir-i Kebir (Kur’an-ı Kerim Tefsiri)'den

29 Mart 2015 Pazar

Güzel Dini ilmi Resimler


























Bakara Suresi 282.ayet borçlarınızı yazın, şahitler tutun..




AŞKI CAFERAYETLER
- 12:42


Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla
Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah'tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. Bakara, 282. Ayet

27 Mart 2015 Cuma

Anzak'lı Ömer'in Hikayesi




Malcolm XBiR HiKAYEM VAR OKURMUSUN - Dün 10:41


Okuma saati
LÜTFEN OKUYUN

1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD’ye giden doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı hastanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
“Amerika’ya gittiğim ilk yıllar (1957) lisanım pek o kadar iyi değil. Newyork’da Medical Center Hospital adlı bir hastanede görev almıştım. Fakat vazifem kan almak,kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direk olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum.
Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam. Tahminen yetmiş beş yaşlarında tabii kendisi ile İngilizce konuşuyorum.
– Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?
Çünkü adamcağız kanser hastası olduğu halde üstelik kansızdı. Elimde kan torbası da var tabii ki.. Pazusunu açtım. Baktım pazusunda dövme şeklinde bir Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti benim. Kendisine sormadan edemedim.
– Siz Türk müsünüz?
Kaşlarını yukarıya kaldırarak “Hayır“ manasına işaret yaptı. Ama ben hala merak ediyorum:
– Peki, bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?
– Aldırma işte öylesine bir şey dedi. Ben yine ısrarla dedim ki:
– Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti. Çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım…
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
– Siz Türk müsünüz?
– Evet Türk’üm….
İhtiyar gözlerime bakarak tanıdık bir göz arıyor gibiydi. Anlatmaya başladı:
– Yıl 1915. Sen hatırlamazsın o yılları. Çanakkale diye bir yer var Türkiye’de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben Anzak’tım Avustralya Anzaklarından… İngilizler bizi toplayıp dediler ki: “Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.” Biz de inandık sözlerine vaatlerine… Savaşmak isteyenler arasına katıldık.
Avustralyalı Anzak ihtiyar anlatmaya devam ediyordu:
– Bizim beyinlerimizi yıkayan İngilizler, Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale’ye sevk ediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup Mısır’a getirdiler o zaman. Mısır’da şöyle böyle birkaç ay talim gördük. Atış talimi. Ondan sonra da bizi alıp Çanakkale’ye getirdiler. Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler, geceyi gündüze çeviriyordu zaman zaman… Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki, onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil, kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Bunu nereden anladığımı söyleyeyim. Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz. Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim.
Meraktan ağzım açık yaşlı Avustralyalıyı dinliyorum. Savaşın dehşetli anılarını anlatırken hastalığına rağmen tir tir titremeye başlamıştı. Devam etti:
– Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında gördüm. Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya… Ama dikkat ettim. Yaralarımı sarmışlar. Bana hiç de öfkeli bakmıyorlar. Kendime geldim iyice, bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime:
– Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler. Ama öldürmüyorlar… Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Hâlbuki beni cephenin gerisine götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla “Yazıklar olsun bana” dedim. “Böyle asil insanlarla niye ben savaşıyorum. Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz milleti ne yalancıymış ne kadar Türk düşmanıymış” diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki… Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce… Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte. Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:
– Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken yaralarıma iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk… Ne garip değil mi? Avustralya’dan Amerika’ya gelirken bir Türk ile karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar… Buna bütün kalbimle inanıyorum.
Peşinden nemli gözlerle “Bana adınızı söyler misiniz? Dedi. “Ömer” cevabını verdim. Gayet merakla tekrar sordu:
– Peki niçin Ömer ismini vermişler sana ?
– Babam Müslümanların ikinci halifesi isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
– Yahu senin adın Müslüman adı mı ?
Ben “Evet, Müslüman adı” deyince yüzüme baktı baktı, birden doğrulmak istedi. Ben mani olmak istedim. Israr etti. Ama niye ısrar ediyordu? İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
– Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi. Şimdiden sonra “Anzaklı Ömer” olsun.
– Olsun
– Peki, doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?
Şaşırdım. Nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o yaşa gelinceye kadar içten içe hep düşünüyormuş da kimseyle konuşamadığı için, soramadığı için konuşamıyormuş..
– Tabii dedim Müslüman olmak çok kolay.
Sonra kendisine imanın ve İslam’ın şartlarını anlattım. Kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu. Yaşlılık bir yandan, hastalık bir yandan bir de yıllardan beri içinde kavuşmak isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet’e olan hasretin sona ermesi, bir yandan bu yaşlı gönlü duygulanmıştı. Mırıldandı:
– Siz Müslümanlar tesbih çekersiniz bana da bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerden tesbih çekerek Allah’ımı ansam olur mu?
Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakk’ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Neyse uzatmayayım hemen bir tesbih bulup kendisine getirdim.
Hasta yatağında tesbih çekiyor, biz de gerektiğinde tedavisiyle ilgileniyorduk. Fakat benim için o daha bir başkalaşmıştı. Müslüman olmuştu.
Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti.
– Beni yalnız bırakma olur mu?
– Ne gibi Ömer amca ?
– Ara sıra gel de bana İslamiyeti anlat! Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.
O günden sonra her gün yanına gittim. Bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu.
Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum. Hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum.
“Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!”
Dedim ki içinden “Bizim Ömer amca galiba yolcu?” Hemen yukarı çıktım. Odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi:
Sağ elinde tesbih açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile, koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu.
Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şahadet söylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti…
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu
“Ne yalan söyleyeyim, ağladım.”

Takip için ➡ +Malcolm X​​👍

26 Mart 2015 Perşembe

Güzel bir hikaye..




Meryem SariDUALAR
- 09:53


Bir yolcu gemisi yolculuk esnasında kopan bir fırtınada batar ve içindekilerden sadece iki adam küçük ve ıssız bir adaya yüzmeyi başarırlar. Ne yapacaklarını bilemeyen bu iki kazazede Tanrı’ya yalvarmaktan başka çarelerinin olmadığına karar verirler. Fakat kimin duasının daha güçlü olduğunu anlamak için adayı ikiye bölmeye karar verirler ve adada karşılıklı olarak yaşamaya başlarlar.

İlk diledikleri şey yiyecektir. Ertesi sabah, birinci adam kendi tarafında dalları meyve dolu bir ağaç bulur ve ağacın meyvelerinden yer. Diğer adamın alanı ise hala çoraktır!
Bir hafta sonra, birinci adam yalnız olduğu için kendisine bir eş diler. Ertesi gün bir kadın yüzerek birinci adamın tarafına gelir. Diğer tarafta yine hiçbir şey yoktur!
Hemen sonra birinci adam bir ev, giysiler ve daha fazla yiyecek diler. Sihirli bir değnek değmişçesine tüm istedikleri kendisine verilir. Fakat ikinci adam hala hiçbir şeye sahip olamamıştır!

En sonunda birinci adam bir gemi diler böylece karısıyla birlikte adayı terk edebilecektir. Sabahleyin kendi tarafına demirlenmiş bir gemi bulur. Birinci adam karısıyla birlikte gemiye biner ve ikinci adamı adada bırakmaya karar verir. Onun hiç bir dileği gerçekleşmediği için Tanrı’nın nimetlerine layık biri olmadığını düşünür.
Gemi kalkmak üzereyken birinci adam cennetten yankılanan bir ses duyar, “Neden arkadaşını adada bırakıyorsun?”

“Bana gönderilen nimetler sadece bana aittir çünkü onlar için ben dua ettim,” diye cevap verir birinci adam. “Onun duaları kabul edilmedi o yüzden o hiçbir şeyi hak etmiyor.”

“Yanılıyorsun!” diye azarlar ses birinci adamı. “Onun sadece tek bir dileği vardı ve kabul ettim. Eğer etmeseydim sen gönderdiğim nimetlerin hiç birine sahip olamazdın.”
“Allah’ım ne olur söyle bana” dedi birinci adam, “Ne diledi de ona minnettar olmam gerekiyor?”

“Senin tüm dileklerinin gerçek olmasını diledi.”

Hepimizin bilmesi gerekir ki; Bize gönderilen nimetler sadece bizim dualarımızın sonucunda değil bizim için dua edenler sayesinde de gerçekleşir.
Bu göz ardı edilemeyecek kadar güzel bir hikâye...
Benim bugün sizin için duam, tüm dualarınızın gerçekleşmesidir. Rahmet üzerinizde olsun.

“Başkası için yaptığınız şeyler kendiniz için yaptıklarınızdan daha önemlidir.”

Selametle..

25 Mart 2015 Çarşamba

Aklın âfeti




Zehra ÇAĞ.Tartışma
- 11:52


Aklın âfeti, devamlı ve lüzumsuz çekişme ve mücadele yapma­sıdır.
İmanın âfeti, inkardır.
Amelin âfeti, tenbelliktir.
İlmin âfeti, iddia sahibi olmaktır.
Sevginin âfeti, şehvet yolunu tutmasıdır.
Tevazünün âfeti, hakarete uğrayacak derecede, kendini aşağı tut­maktır; zillete düşmektir.
Sabrın âfeti, Allah Teâlâ’dan başkasına şikâyette bulunmaktır.
Azizliğin ve büyüklüğün âfeti, kibirlenmek, böbürlenmektir.
Cömertliğin âfeti, israftır.
Arkadaşlığın âfeti, küsmedir.
Anlayışın âfeti, münakaşadır.
Allah Teâlâ’ya dua etmenin, dilekte bulunmanın âfeti, baş olma­ya, liderliğe meyilli olmaktır.
Zulmün âfeti, yayılmasıdır.
Adaletin âfeti, intikam duygusuna bürünmesidir.
Hürriyetin âfeti, sınırları aşmak, halden taşmaktır.

Kelime-i tevhidin fazileti




Meryem SariTartışma
- 09:20



Kelime-i tevhidin fazileti

La ilahe illallah, Muhammedün resulullah

(Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam da Onun Resulüdür)


Müslümanın her fırsatta söylediği Kelime-i tevhidin fazileti çoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(La ilahe illallah diyen bela ve sıkıntılardan kurtulur.)

(La ilahe illallahı çok söyleyerek imanınızı tazeleyin!)

(Amellerin kıymetlisi La ilahe illallah demektir.)

(Zikrin [Allah’ı anmanın] en faziletlisi La ilahe illallah demektir.)

(La ilahe illallah demek 99 belayı önler. Bunun en aşağısı sıkıntıdır.)

(Benim ve diğer Peygamberlerin dediği en üstün şey, La ilahe illallah sözüdür.)

(La ilahe illallah diyenin günahları silinir, yerine o kadar sevap yazılır.)

(La ilahe illallah Cennetin anahtarıdır.)

(La ilahe illallah diyen, sözünde sadık ise, bütün günahları affedilir.)

(Ölüm halindekilere La ilahe illallah söylemesini telkin edin, onları Cennetle de müjdeleyin. Şeytanın insana en yakın olduğu an bu vakittir.)

(Ağır hastayı, La ilahe illallah demeye zorlamayın, sadece telkinde bulunun.)

(Son sözü La ilahe illallah olanın, ruhu kolay çıkar ve o söz kıyamette ona nur olur.)

(Ahiret, dünyaya tercih edilince, La ilahe illallah sözü, Allah’ın gazabından korur. Dünya kârını, ahirete tercih eden, La ilahe illallah dediği zaman, Allahü teâlâ, "Yalan söylüyorsun, sözünde sadık değilsin" buyurur.)

(La ilahe illallah diyene, işlediği günahlardan dolayı kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur.)

(Günde yüz defa La ilahe illallah diyenin yüzü kıyamette dolunay gibi parlar.)

[Yüzüncüyü söylerken "Muhammedün resulullah" ilave etmek iyi olur. Tecvide göre okununca "Muhammedür-resulullah" denir.]

(İhlasla La ilahe illallah diyen Cennete girer. İhlasla söylemek, söyleyeni haramlardan alıkoymasıdır.)

İhlas, kalbde Allah sevgisinden başka şeye yer bırakmamak, başka şeyleri temizlemek demektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Allahü teâlânın birliğine iman edip, şirk koşmadan ve ihlasla namazını kılıp, zekatını verenden Allah razı olur.)

(İhlasla amel edin! Allahü teâlâ ancak ihlasla yapılan ameli kabul eder.)

(İbadetleri ihlas ile yap! İhlas ile yapılan az amel, kıyamette sana yetişir.)

(İbadetlerini ihlas ile yapanlara müjdeler olsun! Bunlar hidayet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler.)

(Kırk gün ihlasla ibadet edenin, kalbinden diline hikmet pınarı akar.)

Kelime-i tevhid veya tehlil La ilahe illallah demektir. 70 bin kelime-i tehlil okumaya hatm-i tehlil denir.

Mazher-i Can-ı Canan hazretleri, bir kabrin yanına oturmuştu. (Bu mezarda Cehennem ateşi var. Hadis-i şerifte (Kendisi için veya başka müslüman için 70 bin kelime-i tevhid okuyanın günahları affolur) buyuruluyor. Ruhuna Hatm-i tehlil sevabı bağışlayacağım. İnşallah affolur) buyurdu. Hatm-i tehlilin sevabını bağışladıktan sonra, (Elhamdülillah bu günahkâr kadın, Kelime-i tehlil sayesinde azaptan kurtuldu) buyurdu. (Makamat-ı Mazheriyye)

24 Mart 2015 Salı

Sırrımız sübhanım Allah, derdimiz dermanımız Allah




Meryem SariTartışma
- 14:47
#Allah



Sırrımız sübhanım Allah, derdimiz dermanımız Allah,
gafil kullarına gam düşmüş,
yetiş imdadımıza ya Muhammed.
Kulhüvellahü ehad, bin bir kere ya samed, ya Allah, ya Muhammed
umarız senden şefaat.
Lailahe illallahtır özümüz,
Muhammed Mustafadır sözümüz,
ihlas-ı şerif ile yıkarız yüzümüzü.
Ayetel kürsü için sen kabul eyle sözümüzü.
Lailahe illallah selalar duası için, Muhammedün Resullullah arşı ala gölgesi için hastalara şifa,
dertlilere deva, borçlulara edalar
Bekarlara helal süt emmiş
hayırlı kısmetler,
Okuyanlarımıza zihin açıklığı
imtihanlarında başarılar
Evladı olmayanlara sağlıklı
evlatlar nasip eyleYa Rabbim.
Elif Allah, Nur Muhammed tez selamet.
Ya Celil, etme zelil, gönder delil.
İlahi Yarabbimiz hacetimizi rahmet deryasını ulaştır, duaya açılan elleri icabete eriştir.
Allahım senden başka kimsemiz yoktur. Lailahe illallah arşı alaya Muhammedün Resullullah şükür Mevlaya.
Lailahe illallah kalbimizi karartma, rızkımızı azaltma, kabrimizi, daraltma, senden başka kapı aratma, muhannete muhtaç etme.
Lailahe illallah imanla sabır, Muhammedün Resullullah azapsız kabir.
Allahım bizi af eyle,
her derdimizi def eyle,
rızkımızı bol eyle,
kabrimizi nur eyle,
sual meleklerinin
cevabını muktedir eyle.
Evvelim Allah, ahirim Allah,
kalbimde beytullah Lailahe illallah Muhammedün Resullullah.
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah
ve eşhedü enne Muhammeden
abduhû ve rasûlühü”
diyerek çene kapatmak nasip eyle Yarabbi. ..

A m i n Ecmain

Açlık ve Aşk Acısı




Yunus AytaçTartışma
- Dün 21:49



BİLGİ VE DÜŞÜNCE PLATFORMU originally shared:

Bu yazı lüks lokantalardaki 150 gr. ete dünyanın parasını ödeyenlere. Bayatladı diye ekmeği çöpe atanlara. Tabağında yemek artığı bırakanlara. İki gün üst üste aynı yemeği yedim diye eşine bağıran erkeklere. Annesinin hazırladığı kahvaltılığı beğenmeyip çöpe atıp okul kantine dadanan öğrencilere. Evine çalışıp getirdiği erzağa bakıp burun kıvıran ev hanımlarına. Önüne getirilen yemeği bağıra çağıra zorla yiyen evlatlara. Şu anki haline şükretmeyip isyan edenlere, her zaman daha fazlasını isteyenlere. İnsan olmayı unutan fertlere bir ders bir nasihat bir ibret olsun diye yazılmıştır.

Değerli dostlar. Hiç bir şeyin farkında olmadan yaşayıp gidiyoruz işte. Hiçbir zaman başkasının yerine kendimiz koyup düşünmeden ''Açılar icinde kıvranıyorum...O kadar çok sıkıntım var ki sormayın...Malım yok evim yok..Araba alamıyorum.....Sevdiğim beni terk etti.. Vs.. Kendimize ne kadar çok dert ve sıkıntı veriyoruz değil mi? Etrafımızda bizden daha çok sıkıntı içinde olan insanları görmüyoruz yada görmek istemiyoruz.

Şimdi sizlere sormak istiyorum. Hayatınız da hiç açlıktan ağladınız mı? Hayatınız boyunca hiç aç kaldınız mı? Öyle bir kaç saatliğine açlıktan bahsetmiyorum. Şöyle 24 saat boyunca aç kalıp da, kurt gibi acıktığınız ve bulduğunuz her şeyi yiyebilecek kadar iştahlı olduğunuzu düşünün. Bu açlığın vermiş olduğu hisle sokakta bulabileceğiniz çöpleri karıştırdığınızı düşünün.

Dışarıda çöplerden bulabileceğin o bayat üzeri yeşillenmiş kupkuru ekmeği bile, hiç tiksinme belirtisi göstermeden ve hiç yüzünüzü buruşturmadan yiyecek kadar aç olduğunuzu hesaplayın. Ama bunu bile bulamıyorsunuz.Yiyecek hiçbir şey yok. İşte Afrika' da açlık böyle bir his. Şimdi kısa süreliğine bir düşünün ve o insanların yerine kendinizi koyun. Sorgulayın. Vicdan muhasebesi yapın.

Bakın şu çocuğun haline. Açlık. Evet açlık çok kötü bir imtihandır. Çünkü biz yaşamadık. Çünkü biz bunları düşünecek kadar aç olmadık ki. Çoğumuz yemek yedikten sonra Elhamdüllillah demeden sofradan kalkan insanlarız. Halbuki bu çocuklar gibi dünyada kim bilir ne kadar açlıktan ağzı kokan, açlıktan ağlayan, açlıktan kemikleri sayılan, yeterli beslenemediği için hastalıktan kıvranan binlerce masum çocuk vardır.

Açlık bugünü ve geleceği tehdit eden ciddi bir sorundur. Açlık insanlığın uykusunu kaçıran olgulardan biridir. Dünya nüfusunun önemli bir kısmı bu sorunla yıllardır karşı karşıyadır. Dünyanın hiç azımsanmayacak kadar büyük bir kesimi açlık, yoksulluk, sağlıksız koşullar gibi problemlerle çok zor şartlar altında yaşamlarını devam ettirmektedirler.

İşte 7 milyar nüfusa sahip küreselleşmeye çalışan koca dünyanın tüyleri ürperten utanç tablosu

Dünyada her 5 saniyede bir çocuk
Her bir 10 dakika 120 çocuk
Her bir saatte ise 720 çocuk
Her yıl İstanbul'un nüfusunun yarısı kadar çocuk açlıktan ölmektedir.
Dünyada bugün için 1 milyarı aşkın insan AÇ' tır.
Yeterli gıda tüketim olanağı bulamayan 5 yaşın altındaki çocuk sayısı 200 milyon
Güvenli su tüketimi olanağı bulamayan insan sayısı 1.2 milyar
Sağlık hizmetlerinden yararlanamayan insan sayısı yaklaşık 2 milyar

Yukarıdaki verilere baktığımızda dünyadaki en büyük katliamının ne olduğunu anlamak çok da zor olmasa gerek. Açlık..Hiç beyninizi sorguladınız mı? Hiç düşündünüz mü? Dünyada her yıl açlıktan ölenlerin sayısını. Ben cevap vereyim. Toplam 11 milyon. Evet yanlış duymadınız tam 11 milyon. Şimdi düşünelim. Dünyada bir yılda hangi sebepten bu kadar çok insan ölebilir. Deprem mi hayır. Savaş mı hayır. Salgın hastalık mı hayır. Doğal afetler mi, fırtınalar mı, tsunamiler mi hayır. Hepsinin istatistiklerine bakın açlıktan ölen insanların sayısının binde bir kadar değildirler.

Açlık insanoğlunun başına gelebilecek en büyük felaketlerden biridir. Açlığın yol açtığı sorunlar sayılmayacak kadar çoktur. Hastalıklar, ölümler, iş gücü ve üretim kaybı, verimsizlik, zihinsel gelişim sorunları, ruhsal çöküntü, suç işleme ve şiddet kullanma eğilimin artması bunlardan bazılarıdır. Açlık sorununu çözmemiş bir toplumun sosyal huzurunu sağlaması, kalkınma yolunda hızla ilerlemesi, uluslararası alanda kendi menfaatlerini gözeten politikalar izleyebilmesi mümkün değildir. Sonuç olarak barış ve huzur içinde bir dünya ortaya koyabilmenin ön koşularından biri de açlık sorunun çözülmesidir.

Dünya ve özellikle insan hakları ihlalini, olmaz olduk yerlerde arayan gelişmiş ülkeler, insanın yaşamı için en temel hak olan gıdaya ulaşma hakkı ve açlıkla mücadelede duyarsız kalmaya devam ettikçe problem daha da büyümektedir. Çünkü gelişen dünyanın ve kullandıkları teknolojinin hedefi açlığı önlemek değil , silahla yatırım yapmak, savaş alanları açmak ve ürettiği gıdayı silah olarak kullanmaktadır.

Dünyanın bir bölümü sefahat ve israf içerisinde yüzerken diğer bölümünde açlığın hüküm sürmesi çocuk ve insanların kitleler halinde telef olması doğrusu insanlık adına , medeni olduğunu iddia eden ülkeler ve insanlar adına utanılacak bir durumdur. Şunun için

Afrika' da milyonlarca insan açlık çekip bir lokma ekmek için yollara dökülürken diğer taraftan gelişmiş ülkelerdeki gıda israfı çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Gelişmiş ülkelerde tüketim merakı yüzünden her yıl 220 milyon tondan fazla gıda, paketi bile açılmadan çöpe atılıyor. Dünya bankasından alınan raporlara göre gelişmiş ülkelerin çöplerine atılan yiyecek maddeleri dünyada açlıktan ölen insanların 15 katını beleyecek durumda.

Bir taraftan 15 milyon insanın ekmek, su gibi en temel ihtiyaçları karşılanamıyor ve her geçen saat açlıktan yüzlerce çocuk ölüyor. Fakat gene aynı dünyada şişmanlıktan ve aşırı kilolardan şikayetçi insanlar var. Zayıflamak için tonlarca para harcıyorlar. Amerika da zayıflama ve obezite için harcanan para yılda 40 milyar doları geçiyor. Hal böyle olunca bunun kendisi başlı başına bir sektör. Devlet politikaları bu sorunu çözmeye değil, şirketlerin bu sorundan kar edebilmesini teşvik eden bir mantığa dayanıyor. Zayıflama cihazlarına muazzam yatırımlar yapılıyor. Diğer taraftan diyet ürünleri sektörü her geçen gün çığ gibi büyüyor. Dünyanın bir ucunda hastalar için teknolojinin son tedavi imkanları kullanılırken, diğer ucunda Afrika' da hala milyonlara insan açlıktan, susuzluktan sağlık hizmetlerine ulaşamadığından ölmektedir.

Peki Amerika daki golf sahalarının sulanması için harcanan su miktarının Afrika ülkelerindeki su sorununu büyük oranda çözebilecek düzeyde olduğunu biliyor muydunuz?

Peki yeryüzünden açlığı kazımak için gerekli paranın yılda 30 milyar dolar olduğunu ve bunun dünyada 8 günde yapılan askeri harcamalara eşit olduğunu biliyor muydunuz?

Amerika da insanlar iphone almak için saatlerce sırada beklerken Afrika bir yudum temiz su için insanlar günlerce sırada bekleyebiliyor.

Sonuç olarak batı her ne kadar bunlara yapay çözümler sunsa da ve insanların gözünü boyamaya kalksa da izlediği politikalar Afrika'daki açlığın ve kıtlığın her anlamda en önemli sebebidir. Medeni ülkeler yıllarca sömürdükleri iliklerine kadar indikleri milletlere yüzyıllarca düzelmeyecek seviyede geri kalmışlık ve yoksulluk bıraktılar. Oysaki onların refah düzeyi ve zenginliklerinde bu insanların da hakkı var. Önce onlardan kepçe kepçe aldılar. Sonra bazen kaşıkla verip, çoğu zaman da verir gibi yapıp insanlık dersi verdiler tüm dünyaya.

Batı bugün bile bahsettiği özgürlük ve demokrasi anlayışıyla Afrika' daki açlığı da kendi lehine, kendi çıkarları doğrultusunda yürütebilmek için önemli bir propaganda malzemesi olarak seçmiştir.

Bu dünyanın kanayan bir yarası ve büyük ayıbıdır. Bu yüzden insan olarak onlara her bakımdan sorumluyuz. Bizler çoğu zaman bir parça kuru ekmeği bulamamış bir Peygamberin ümmetiyiz. Efendimizin, sahabelerin ve atalarımız yokluk günlerine mukabil, bizler yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda bir hayat sürüyoruz. Midemiz dolu olsa da doymayan gözlerimiz var. Elimiz neye atsak nimet, nereye baksak tüm varlığıyla önümüze serilmiş sanki. İstisnalara sözüm yok. Ama toplumda yarın ne yiyeceğim endişesi taşıyan neredeyse kimse yok. Dolaplarımız yiyecek dolu. Çocuklarımız artık kolay kolay hiçbir yiyeceği beğenmiyorlar. Fakat bizler hiçbir zaman olmadığı kadar şükürsüz ve nankörüz. Oysa dün hayal bile edilemeyen her şeye sahibiz.

Şimdi size soruyorum. Yukarıda resimlere bakın bir düşünün.
Bugün Allah'a şükrettiniz mi?
Yemek bulup yiyebildiğimiz için.
işe gidebildiğimiz için.
Bir evimiz olduğu için.
İçeride sıcacık yatağımızda yatabildiğimiz için.
Ve daha nice sayısız nimet.

Sonuç olarak israf edenler evinde önüne koyulan yemeği beğenmeyip burun kıvıranlar evindeki yiyeceklerin bozulmasına göz yumanlar ya da kişisel çıkarları uğruna fiyat arttırmak için kamyonlar dolusu sebze ve meyveyi çöpe atmaktan korkmayan insanlar açlık sınırında yaşayan, açlıktan annelerin kucağında can veren minicik çocukların varlığını hiç hesaba katmazlar mı?

Senede 15 milyon çocuğun yiyecek bir lokma ekmek bulamadığı için öldüğü bu dünayada bu durumu görmezden gelerek yaşamak çok büyük haksızlık ve zülumdur. Vicdanlı ve içinde Allah korkusu olan insana düşen görev yeryüzündne açlık silininceye kadar gayret etmek, çaba göstermek gerek toplum olarak israfı önleyerek, açlıkla mücadele eden insanlar için mücadele etmeliyiz. 

23 Mart 2015 Pazartesi

HANGİ DİNİ YAŞIYORSUNUZ. BU NASIL BÖYLE CEHALETTİR. KIZLARINIZ ÇIPLAK HALDE. BİNLERCE BAKAN ERKEĞİN GÖZ ZİNASINA UĞRUYOR. ZİNA YAPMIŞ KADAR GÜNAHI VAR. NEREYE KOŞUYORSUNUZ. TAKİP EDEN ALLAH (c.c )




sevim tezelTartışma
- 18:29



Peygamberimin İzinden (GÜZEL SÖZLER) topluluğunda ilk olarak İSLAMİ paylasimlar paylaştı:

OKUYUN OKUYUN OKUYUN ÖLMEZSİN OKU..
ANNELER BABALAR SİZ KIZLARINIZI NASIL OLUYOR DA İSLAM DIŞI KIYAFETLERLE SOKAĞA SALIYORSUNUZ ..!!!
( Sonra da Tecavüze uğradı ( Uğradım ) Diyorsunuz )
HANGİ DİNİ YAŞIYORSUNUZ. BU NASIL BÖYLE CEHALETTİR.
KIZLARINIZ ÇIPLAK HALDE. BİNLERCE BAKAN ERKEĞİN GÖZ ZİNASINA UĞRUYOR. ZİNA YAPMIŞ KADAR GÜNAHI VAR. NEREYE KOŞUYORSUNUZ. TAKİP EDEN ALLAH (c.c ).....
Hz. Ali (r.a) anlatıyor:
Ben ve Fatıma Resulullah (s.a.v)’in yanına girdik. O’nu üzüntülü ve ağlar durumda bulduk, sebebini sorduk.
Resulullah(s.a.v) buyurdu ki:
“Ben miraç gecesinde göklerde ümmetimin kadınlarını çok çeşitli azap olduklarını gördüm. Onların gördükleri o şiddetli azaplarına dayanamayıp üzüldüm ve ağladım.
1) Onlardan bir kısmını saçlarından asılmış (ateşten kor kafalarının üstüne koymuşlardı) beyinlerini kaynarken gördüm.
2-) Bir kısmını dillerinden asılmış boğazlarından katran akıtılırken gördüm.
3-) Bir kısmını elleri boyunlarına ve ayakları göğüslerine bağlanmış olarak gördüm. Yılan ve akrepler onları sokup zehirliyorlardı.
4-) Bir kısmını göğüslerinden asılı olarak gördüm.
5-) Bir kısım kadın gördüm ki başı domuz gövdesi, merkep gövdesi gibi bin bir çeşit azap ile azap oluyorlardı.
6-) Bir kısım kadın gördüm ki suretleri köpek suretinde ateş ağızlarından giriyor ardından çıkıyordu, melekler tokmaklarıyla durmadan başlarına vuruyorlardı. İşte onları hatırladım, üzüldüm ve ağladım.
Hazreti Fatıma ağlayıp ayağa kalktı:
“Ey Sevgili Babacığım. Acaba bunlar neler yaparlar ki bu kadar çeşitli azaplarla karşılaştılar diye sordu.
Resulü Ekrem (s.a.v) ;
1) Saçlarından asılmış beyinleri kaynayıp azaplananlar, başını örtmeyip saçını başını yabancı erkeklerden gizlemeyen kadınlardır..!
2-) Dilinden asılmış, boğazından katran dökülüp azaplananlar, dili ile kocasına eziyet edip servet mal mülk isteyen kadınlardır.
3-)Elleri boyunlarına ve ayakları göğsüne bağlanmış olup yılan ve akreplerle zehirlenip azaplananlar, cünüplükten ve hayızlıktan yıkanmayıp namaza ihanet eden, namaz kılmayan kadınlardır.
4-) Göğüslerinden asılıp azaplananlar, kocasının hizmetini yapmayıp yatağında eziyet eden, göğsünü yabancı erkeklerden sakınmayıp örtünmeyen kadınlardır.
5-) Başı domuz gövdesi merkep gövdesi gibi olup binbir çeşit azaplananlar (saçını başını süsleyip püsleyip, açık saçık dar ve açık renkli giyinip, vücut hatlarını belli ettirip binbir cilvelerle yabancı erkeklerin gönlünü çeken) kadınlardır.
6-) Köpek suretinde olup ateş ağzından girip ardından çıkanlar hased edip kocasıyla Müslümanların arasını bozmak için söz gezdirip yalan konuşan kadınlardır. Yazıklar olsun Allah ve Resulü (s.a.v.)’in emirlerini yaşamayıp yaşatmayanlara, İslamiyeti yaşamayıp isyan edenlere Bunların duaları kabul olmaz cennete de giremezler cennetin kokusunu dahi alamazlar..!
Kaynaklar : Müsned-i Ahmed, İbni Mâce, İbni Cerîr, Beyhakî, Hâkim, İbni Ebî Hâtim, Taberânî, Bezzâr, İbni İshâk, İbni Merdûye, Ebû Dâvûd. Râviler: Hz. Ebû Hureyre, Hz. Ebû Sa’id Hudrî ve Hz. Enes bin Mâlik

Üç Nokta Hayattır… Üç nokta; aşktır…




Zehra ÇAĞ.GÜZEL SÖZLER
- 08:21


Üç Nokta Hayattır…
Üç nokta; aşktır…

Her nokta gizli bir (ah!)tır…

Seviyorum diye haykıramamaktır…

Boğazda düğümlenen iki çift sözdür…

Dilin lal, gönlün melal olduğu andır…

Gözlerden süzülemeyen iki damla gözyaşıdır…

Hissedilen fakat bir türlü yazılamayandır…

Kelimelerin kifayetsiz kaldığı andır…

Üç nokta; hayattır… Hüznüyle, sevinciyle…

Üç nokta; bitmeyendir… Bitemeyendir…

Üç nokta; ölümdür… İçinde sonsuzluğu barındıran sondur…

Üç nokta; dünün güzelliklerine duyulan özlem, yarına duyulan hasrettir…

Geçmişle gelecek arasında kurulan köprüdür üç nokta, üzerinden bugünün geçtiği…

Üç nokta; bir an durmaktır… Bir nefeslik moladır… Bazen korkudur, heyecandır… Bütün duyguları içinde barındırandır…

Üç nokta; ‘yar’dır her noktada bir harfin gizlendiği…

Üç nokta; bitmeyen duamdır ve hediyemdir sizlere…

Yaşanacak daha çok şeyiniz olsun diye…

Üç noktanız bol olsun…

22 Mart 2015 Pazar

Zamanımızda bazıları kadere imanın şart olmadığını söylüyorlar. Bunlar kendileriyle beraber bu söze inananları da mânevî felâkete sürüklüyorlar




DamLa NuRDaNSÜNNET
- 15:11



DamLa NuRDaN originally shared:

DIKKAT !... Zamanımızda bazıları kadere imanın şart olmadığını söylüyorlar. Bunlar kendileriyle beraber bu söze inananları da mânevî felâkete sürüklüyorlar.

Kader, Allah’ın yarattıkları hakkında tayin ettiği hükümdür. Hayır-şer ne varsa hepsinin, Allah’ın takdiri ve bilgisi altında meydana gelmesidir. Kadere iman İslam inancının 6 esasından biridir, O olmayınca diğer beşine de inanılmamış olur. Kader akılla kavranılamayacak zor bir mesele olduğundan bu konuda akıl yürüterek ileri geri konuşmak insanı yanlışa götürebilir. Kadere imanın ehemmiyetine bakalım:

1- Bir gün ashabı kiramdan bazı kimseler kader üzerinde tartışıyorlardı. O sırada Resûlüllah (s.a.v.) geldi. Onların kader üzerinde münakaşa ettiklerini öğrenince öyle öfkelendi ki yüzü kıpkırmızı oldu. Ve şöyle buyurdu:

“(Bu meselede) münakaşa yapmakla mı emrolundunuz? Kur’an’ın âyetlerinin bazılarını bazılarıyla karşılaştırıp duruyorsunuz. Sizden önceki ümmetler işte böyle şeylerden dolayı helak oldular.” (Kütüb-i Sitte )

2- Adiyy b. Hâtim radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlüllah (s.a.v.) bana, “Ey Hâtim’in oğlu, Müslüman ol ki selâmete eresin” buyurdu. Ben:“ İslam nedir?” diye sordum. Resûlüllah şöyle buyurdu:“Allah’tan başka ilah olmadığına, benim de onun resûlü olduğuma şehadet etmen ve hayır-şer, tatlı-acı her şeyiyle kadere iman etmendir.”

3- Nezâl b. Sebre anlatıyor:

Hazreti Ali’ye. “Ey mü’minlerin emiri!Şurada, Allah, olacak bir şey meydana gelinceye kadar bilmez, diyen bazı kimseler var, denilmişti. Hazreti Ali (r.a.):“Allah onları kahretsin. Neye dayanarak bunu söylüyorlar?” dedi. (Hayâtüs Sahâbe, c: 4)

4- Peygamberimiz’in amcası Hazreti Abbas’ın oğlu Abdullah b. Abbas radıyallâhü anh, İslam âlimlerinin Kur’an müfessirlerinin piri ve üstazı kabul ettiği kimsedir. Bu zat yaşlanmış ve gözleri görmez olduğu bir zamanda anlatıyor: “Bazıları bana, bir adamın kadere inanmadığını söylediler. “Onu bana getirin” dedim. “Onu ne yapacaksın?” dediler. "Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, yapabilirsem burnunu koparacağım” dedim.”

5- Atâ b. Ebî Rebâh anlatıyor:

“İbni Abbas’a, bazıları kader hakkında ileri geri konuşuyorlar” dedim. “Demek bunu da yaptılar ha!” dedi ve şöyle devam etti:“Onlar bu ümmetin kötüleridir. Onların hastalarını ziyaret etmeyin. Cenaze namazlarını kılmayın. Onlardan birini görsem vallâhi şu iki parmağımla gözlerini oyarım.” (Hayâtüs Sahâbe, c. 4)

6- Ashabı kiramdan Ubâde b Sâmit Hazretlerinin oğlu Velid anlatıyor:

“Babam hastaydı. Ölmek üzere olduğunu düşünüyordum. “Babacığım, biraz gayret et de bana bir nasihatta bulun” dedim. Babam, “Beni doğrultun”dedi. Doğrulttum. Oturunca şunları söyledi:

“Oğlum! Kadere, hayra ve şerre (hayrın da şerrin yaratıcısının Allah olduğuna) inanmadıkça ne gerçekten inanmış ne de Allah’ı hakkıyla bilmiş olursun…Yavrum, ben Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu işittim:

“Allah ilk olarak kalemi yarattı ve ona “Yaz!” buyurdu. İşte kalem o anda kıyamete kadar olacakları yazdı.” Yavrum, eğer bu inanç üzere ölmezsen, cehenneme girersin.” (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, İbn-i Kesir tef. 4/268)

7- Nâfî (rah. a.) anlatıyor:

Bir adam İbni Ömer radıyallâhü anhümâya gelerek, “ Falan kimsenin sana selamı var” diyerek Şamlı bir adamdan selam getirdi.İbni Ömer (r.a.) “Duyduğuma göre o kimse kaderi inkâr ediyormuş. Eğer gerçekten böyle bir fikre saplandıysa, benden ona selam söyleme” buyurdu.

GIYBET




DamLa NuRDaNSÜNNET
- Dün 17:01



DamLa NuRDaN originally shared:

BUGÜN GIYBETI İŞLEYECEĞİM KONU OLARAK,TABIRI YERINDEYSE RUHUMUZU DARLAYAN NEREYE GIDERSEK GIDELIM KARŞIMIZA ÇIKAN BU BÜYÜK BELA VE MUSIBETTEN NASIL KORUNABİLİRİZ, NELER YAPMALIYIZ, GIYMETİN DINDE HÜKMÜ NEDIR ? Bakalım..

Sual: Birisi, deşarj olmak için, rahatlamak maksadıyla gıybet ediyor.
Deşarj olmak gibi faydalı bir niyetle gıybet etmek caiz olur mu?

Deşarj olmak için gıybet etmek caiz olmaz. Zaten herkes deşarj olmak için gıybet eder. Bütün günahlar da buna benzer, deşarj olma isteğinden kaynaklanır. Nefsin gıdası günahlar olduğu için, günah işleyince nefsimiz rahatlar. Hâlbuki sâlih müminler günahtan rahatsız olur, çünkü günahlar, nefsin gıdası ise de kalbin zehridir.

Gıybet edilen kimse, bu konuşmalardan hoşlanmazsa, duyunca üzülecekse gıybet olur.
İhtiyaç halinde gıybet caiz olur. Birkaç örnek verelim:

1- Bir haksızlığı, bir yolsuzluğu şikâyet için, ilgili mercilere bildirmek.
2- Etkili ve yetkili birisine, kötülüğe mani olması için, (Falanca, gayri meşru iş yapıyor) demek.
3- Bid'at sahibi ile gezen birine, (Onunla gezme, o mezhepsizdir) demek.
4- Şahitlikte, (Falanca şöyle yaptı) demek.
5- İnsanları, açıktan günah işleyenlerden korumak için, mesela (O kumarbazdır) demek.
6- Gıybet edileni bir zarardan önlemek için, bunu önlemeye gücü yeten birisine onun yanlış işlerini söylemek. Mesela, sigara veya bira içen çocuğun babasına gidip durumu bildirmesi, babası da, onu önleyecek güçte ise, bu şikâyet çocuğun faydasına olacağı için caizdir.
7- Müslümanları, bid’at ehlinin zararlarından korumak için, bunların kitaplarının ve yazılarının bozukluğunu, sözle veya yazıyla bildirmek. [Bunu yapmak, aynı zamanda dinin emridir.]

PEKİ GIYBETIN KEFARETI NASIL OLUR ?

Gıybet etmenin kefareti, üzülüp tevbe etmek ve helalleşmektir. Pişman olmadan helalleşmek, riya olur, ayrı bir günah olur. Gıybet, üç türlüdür:

1- (Bu gıybet değil, onda olan şeyleri söyledim) demek. Böyle söylemekle, harama helal demiş olur ki, çok tehlikelidir.

2- Gıybet olunan, bunu duymuşsa, tevbe etmekle affedilmez. Onunla helalleşmek de gerekir. Bir hadis-i şerif meali: (Gıybetini yaptığı kişi, gıybet edeni affetmedikçe, mağfiret olunmaz.) [Deylemi]

3- Gıybet olunanın bundan haberi yoksa, tevbe ve istiğfar etmekle ve ona hayır dua etmekle affolur. (Ya Rabbi beni de, gıybetini ettiğim kişiyi de affet) diye dua etmelidir!

İki hadis-i şerif meali :

(Gıybetin kefareti, gıybet edilenin mağfireti için dua etmektir.) [İbni Lâl]
(Gıybet eden, gıybet edilen için mağfiret dilerse gıybet günahına kefaret olur.) [Hatib]

20 Mart 2015 Cuma

Allah'ı Kim sever, Allah Kimleri Sever





OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM.
“Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her zaman) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler ve şöyle derler: Rabbimiz, sen bunu boş yere yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.” (ALİ-İMRAN SURESİ – 191. AYET)

Her iyiliğin başı Allah’ı sevmektir. Dünyadaki mutlu hayat, Ahirette cennetin sonsuz nimetleri bu sevgi sayesinde elde edilir. Allah’ı sevmek, O’nu bilmeye ve tanımaya bağlıdır. Çünkü insan, ancak tanıdığını ve bildiğini sever. Bir İslam büyüğü olan Hasan-ı Basri’nin: “Rabbini bilen O’nu sever.” sözü ne güzeldir.

Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de belirtilen sıfatları ile tanınır. O, âlemlerin Rabbidir, bütün âlemleri yaratan ve yaşatan O’dur. O’ndan başka yaratıcı yoktur. Her şeyi gören ve bilendir. Yerde ve göklerde O’na saklı hiçbir şey yoktur. Her şeyi görür ve işitir. Hatta gönüllerde saklı olan şeyleri de bilir. Rahman’dır, Rahim’dir, insanlara ve bütün canlılara sonsuz şefkat ve merhameti vardır. Yarattığı insanlardan O’na inanmayanları da yedirip içirmekte ve doyurmaktadır. İnsanları öldürüp diriltecek ve huzurunda sorgulayacak olan O’dur. Emirlerine uyup yasaklarından sakınmış olanları cennetle ve cennetin nimetleriyle mükafatlandıracak olan O’dur. Her şeye gücü yeter. Kâinatta olan her şeyi, güneşi de, ayı da, denizleri ve nehirleri de hepsini insanoğlunun hizmetine veren ve emrine amade kılan O’dur.

Bu sıfatlar, Allah’tan başka kimde bulunabilir? Hiç kimsede bulunamaz. En üstün yaratık olan insandaki yetenekleri insana veren O’dur. Bunun için insanoğlu yalnız O’na ibadet etmek ve her şeyden daha çok O’nu sevmek durumundadır.

Her şeyde bize örnek olan Peygamberimiz (SAV) Allah’ı sevmede de bize en güzel örnektir. O’nun hayatını inceleyenler, O’nun Allah’ı ne kadar çok sevdiğini göreceklerdir. Allah’ı sevmede, O’na güvenip dayanmada tek örnek alınacak insan Peygamberimiz (SAV)’dir.

Allah sevgisi insanı Allah’a yaklaştırır ve O’nun rızasını kazanmasına vesile olur. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Davut (AS)’ın dualarından birisi şöyle idi: Allah’ım, senden senin sevgini ve seni sevmeye ve senin sevgine beni ulaştıracak amelleri dilerim. Allah’ım, senin sevgini bana nefsimden, çoluk çocuğumdan ve soğuk sudan daha sevimli kıl.”

Peygamberimiz (SAV), Allah’ı candan sever ve O’na ibadet etmekten büyük haz duyardı. Hadis kitapları, Peygamberimiz (SAV)’in gece namazında ayakları şişinceye kadar ayakta durduğunu haber veriyorlar. Kendisine: Ey Allah’ın Rasülü, yüce Allah seni bağışlamışken bu kadar zahmete neden katlanıyorsun? Dediklerinde, O: “Niçin Allah’a şükreden kul olmayayım?” diye cevap veriyordu. Bu cevap, O’nun, Allah korkusu endişesiyle değil, Allah’a olan sevgisi ve derin saygısı sebebiyle ibadet ettiğini gösteriyordu.

Peygamberimiz (SAV)’in şu yalvarışı, O’nun Allah’a olan sevgisini gösterir: İbni Abbas (RA) Anlatıyor: Peygamberimiz (SAV) gece yarısı namaza kalktığında şöyle yalvarırdı: “Allah’ım, hamd sana mahsustur. Göklerin ve yerin nuru, nur vereni sensin. Hamd sana mahsustur. Göklerin, yerin, göklerdekilerin, yerlerdekilerin Rabbi sensin. Sen haksın, vaadin haktır. Sözün hak, sana kavuşmak haktır. Allah’ım, ben sana teslim oldum, sana inandım, sana güvendim, sana sığınıyorum. Sana güvenerek mücadele ediyorum. Düşmanımla aramızda ancak senin hakemliğine başvurdum. Benim gerek evvelce işlediğim ve gerekse bundan sonra işlemem muhtemel bulunan günahlarımla, gizli ve aşikâr yaptıklarımı bağışla. Benim ilahım sensin, senden başka hiçbir ilah yoktur.”

Görülüyor ki, Peygamberimiz (SAV) gece uyku ve istirahatını terk ederek kalkıyor ve o sessizlik içinde namaz kılıyor ve sonunda Allah’a el açarak yalvarıyor. Bu davranışı, O’nun Allah’ı nasıl sevdiğini göstermektedir. Esasen Allah’a yapılan ibadetin makbul olanı budur. Severek, isteyerek ve saygı duyarak yapılan ibadet en makbul ibadettir.
Peygamberimiz (SAV) her vesile ile Allah’a olan derin sevgisini dile getirirdi. Ömer b. Hattab (RA) anlatıyor: “Peygamberimiz (SAV)’in huzuruna Havazin kabilesinden bir takım esirler gelmişti. Bunların içinde emzikli bir kadın vardı. Çocuğunu kaybetmişti. O.göğsüne biriken sütü esirler arasındaki çocuklara veriyor, emziriyordu. Bu kadın esirler arasında kendi çocuğunu bulunca hemen onu alıp bağrına bastı ve derin bir sevgi ile çocuğunu emzirmeye başladı. Bu yüksek şefkat ve sevgiyi görünce Peygamberimiz (SAV) bize: “Şu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?” buyurdu. Biz de: “Hayır, atmamaya gücü yettiği müddetçe atmaz.” dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV): “İşte Allah Teala kullarına bu kadının çocuğuna olan sevgi ve şefkatinden daha merhametli ve şefkatlidir.” buyurdu.
Bir kere Ashap’tan biri şöyle olay anlattı: “Bir çalılığın içinde birkaç kuş yavrusu gördüm. Onları aldım, ihramımın içine koydum. Biraz sonra anneleri geldi. İhramımın etrafında döndü durdu. Ben ihramımı açar açmaz o da yavrularının yanına girdi.” Peygamberimiz (SAV) anlatılanları dinledikten sonra: “Anneliğin şefkatinden hayret mi ediyorsunuz? Beni gönderen Allah’a yemin ederim ki, Allah Teala kullarını, bir annenin yavrularını sevmesinden daha fazla sever.” buyurdu.
ALLAH’I KİM SEVER?
Hiç şüphe yok ki Allah’ı, O’nu tanıyan, O’na inanan kimse sever. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp O’na koştukları eşleri ilah olarak benimseyip onları Allah’ı sever gibi sevenler vardır. İnananların Allah’ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir.” (BAKARA SURESİ – 165. AYET)

Ayet-i Kerimede önemli bir uyarıda bulunuluyor. Gerek Allah’ı tanımayarak olsun ve gerek olmasın ilahlık manasında Allah’a ortak yapıp, onları Allah’ı sever gibi severler. Onları eriştikleri nimetin sahibi olarak görürler. Onları sevgisini hareketlerinin başı olarak kabul ederler. Allah’a yapılacak şeyleri onlara yaparlar. Allah’ın rızasını düşünmeden onların rızalarını elde etmeye çalışırlar. Allah’a isyan sayılan şeylerde bile onlara itaat ederler. Yazık, bunlar sapıklığın içinde bocalayan zavallılardır. Çünkü bunlar kendilerini yoktan var eden Allah’a yönelmeleri ve O’nun verdiği nimetlere şükretmeleri gerekirken onlar, kendilerine hiçbir fayda ve zararı olmayan, Allah’a ortak koştukları şeylere bağlanırlar. Onun için bunlar yollarını şaşırmış zavallı insanlardır.

Ancak müminlerden her şeyden daha çok Allah’ı severler, O’na yönelirler, O’ndan dilekte bulunurlar. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Bir kimsede (tam olarak) üç özellik bulunursa imanın tadını duyar: Allah ile Peygamberi kendisine başkalarından daha sevgili olmak, sevdiği kimseyi yalnız Allah için sevmek, Allah onu küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmamak.”

Allah’ı sevenler, O’nu her zaman anarlar. Bir insanın sevdiğini sık sık anmasından daha olağan ne olabilir? Sevilen Allah olunca, bu anış insanın bütün varlığını kaplayan bir aşk haline dönüşür. Böyle olunca Sevgili Peygamberimiz (SAV)’in buyurduğu gibi Allah Teala, o kimsenin işiten kulağı, gören gözü ve konuşan dili olur.

Gönüllerinde Allah sevgisi yer etmiş olan kimseler her zaman ve her yerde Allah’ı anarlar. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her zaman) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler ve şöyle derler: Rabbimiz, sen bunu boş yere yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.” (ALİ-İMRAN SURESİ – 191. AYET)

Hz Aişe (RA) validemiz anlatıyor: Bir gün peygamberimiz (SAV) bir zatı bir askeri birliğin başına göndermişti. O zat birliğe imam olduğunda namazı İHLÂS suresiyle kıldırdığı, uzun sure okumadığı için Peygamberimiz (SAV)’e şikâyet edildi. Peygamberimiz (SAV): “Bunu ne maksatla yaptığını kendisine sorun.” buyurdu. Sordular. O zat: “İhlâs suresi Allah’ın sıfatlarını ihtiva ettiğinden onu okumayı seviyorum. Onun için namazı bu sure ile kıldırdım.” deyince Peygamberimiz (SAV): “Siz de ona müjdeleyin, Allah kendisini seviyor.” buyurdu.

Bütün ibadetler, Allah’ı anmak ve daima onu hatırlamak içindir. Bu itibarla Allah’ı anmak en üstün ibadet sayılmıştır. Nitekim Ebu’d Derda’nın anlattığına göre Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur: “Size işlerin en hayırlısını, Allah katında en makbulünü, dereceleriniz bakımından en yükseğini, altın ve gümüş dağıtmaktan daha üstününü, savaş alanlarında düşmanlarınızla karşılaşıp onları öldürmenizden daha hayırlı olanını haber vereyim mi?” diye sordu. Ashap: “Evet ey Allah’ın Rasülü, haber ver.” dediler. Peygamberimiz (SAV): “Allah’ı anmaktır.” buyurdu.
Allah’ı ananların Allah tarafından anılacaklarını ve O’nun tükenmek bilmeyen maddi ve manevi nimetlerine, sayısız lütuflarına erecekleri Kur’an-ı Kerim’de müjdelenmiş ve şöyle buyrulmuştur:
“Siz beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin, Nankörlük etmeyin.” (BAKARA SURESİ – 152. AYET)
Bu ayet-i kerime şu tabirlerle açıklanmıştır:

1-) Siz beni bana dua ederek, ben de sizi duanızı kabul ederek anayım.
2-) Beni överek ve itaat ederek anın, ben de sizi nimetimi arttırarak anayım.
3-) Siz beni yerlerde anın, ben de sizi kırlarda ve çöllerde anayım.
4-) Siz beni refah ve rahat içindeyken anın, ben de sizi felaket ve musibete uğradığınız zaman anayım.
5-) Siz beni ibadetle anın, ben de sizi yardımımla anayım.
6-) Siz beni İslam’ı yaymak için anın, ben de sizi hidayetimle anayım.
7-) Siz beni “Allah’tan başka ilah yoktur.” diyerek anın, ben de sizi kulluğa kabul ederek anayım.

Görülüyor ki, Yüce Allah kulunun, kendi rızası için olan hiçbir davranışını karşılıksız bırakmıyor.

Ebu Hüreyre (RA) Peygamberimiz (SAV)’in şöyle buyurduğunu haber veriyor:

“Aziz ve Celil olan Allah buyurur ki: Ben kulumun beni sanısı yanındayım, beni nasıl sanırsa ben öyleyim. Kulum beni andığı zaman muhakkak onunla beraberim. O, beni gönlünde gizlice anarsa ben de onu öyle anarım. Eğer beni bir topluluk içinde anarsa ben de onu, içinde andığı topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım.”

Bu hadis-i şerifte, Allah Teala’nın kuluna yakınlık derecesini anlatmak için kullanılan karış, arşın, kulaç gibi gözle görülen şeylere ait ölçü aletlerinin Allah Teala hakkında kullanılması tamamıyla mecazi tabirlerdir. Bunun gibi Allah hakkında koşmak tabiri de kulun isteğine ve duasına süratle icabet etmekten kinayedir.

Allah ve Peygamber sevgisi imandandır. Bu sevgiden yoksun olan kimsenin gerçek anlamda inanmış olduğu söylenemez. Nitekim Hz Ömer (RA): “Ey Allah’ın Rasülü! Ben sizi canımdan başka her şeyden daha çok severim.” dedi. Peygamberimiz (SAV): “Ey Ömer, canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, beni canından daha çok sevmedikçe olgun mümin olamazsım.” buyurdu. Peygamberimiz (SAV)’i dikkatle dinleyen Hz Ömer (RA): “Ey Allah’ın Rasülü, vallahi ben şimdi sizi canımdan da daha fazla seviyorum.” deyince Peygamberimiz (SAV): “Ya Ömer, işte şimdi olgun mümin oldun.” buyurdular.

Peygamber sevgisi Allah sevgisinden gelir. Peygamberi sevmek Allah’ı sevmek demektir. Âlimleri, muttakileri ve hayır sahiplerini sevmek te böyledir. Zira sevilenin sevgilisi de sevilir. Sevilenin elçisi de sevilir. Sevileni seven de sevilir. Burada gerçekte sevilen yalnız Allah’tır. O’ndan başka gerçek hak eden yoktur. Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım: İnsan için ilk önce sevilen şey kendi nefsidir. Kişinin kendi kendisini sevmesi demek, varlığının devam etmesini istemesi ve yok olmaktan hoşlanmaması demektir. Bu, yaratılışta insanda var olan bir özelliktir. Aslında insanda var olan bu duygu Allah’ı sevmeyi gerektirir. Çünkü kendisini ve Rabbini bilen, varlığının devam ve kemalinin kendisinden değil, Allah Teala’dan olduğunu anlar. Onu yoktan var eden, yaşatan O’dur. Çünkü varlıklar arasında varlığı zatının gereği olan ve var olmakta hiçbir şeye ihtiyaç duymayan yalnız Allah Teala’dır. O’ndan başka her şey O’nun kudreti ve yaratması ile vardır. Bunun böyle olduğunu bilen kimse elbette kendisini var edeni ve her şeyi ona vereni sever, sevmesi gerekir. O’nu sevmesi, kendini ve Rabbini bilmesinden ileri gelir. Sevgi, bilginin meyvesidir. Bilgi olmazsa sevgi de olmaz. İnsan anne-babasını sever. Niçin sever? Çünkü onlar onun var olmasının sebebidirler. Ayrıca da onu yetiştirip büyütmüşlerdir. Bunun için anne-baba sevilir. Hâlbuki insanı yaratan Allah’tır. Anne ve babayı onun var olması için sebep kılan da O’dur. Anne ve babaya çocuk sevgisini veren de O’dur. Hayvanlara bile bu sevgiyi vermiştir.

Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Allah Tela rahmetini yüz parça yaptı. Doksan dokuz parçasını kendi yanında tuttu, bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu parça rahmet sebebiyle bütün Yaratıklar birbirleriyle sevişirler. Hatta kısrak, yavrusunu emzirirken dokunur korkusuyla bir ayağının tırnağını kaldırır.”

Evet, Peygamber sevgisi, Allah sevgisinden sonra gelir. O’nu seven ve sünnetine uyan, dünyada olduğu gibi ahirette de mutlu olacak, O’nunla birlikte cennete girecektir. Enes b. Malik (RA) anlatıyor: “Bir defa Peygamberimiz (SAV)’le birlikte mescidden çıkıyorduk. Mescidin kapısında bir adam karşımıza çıktı ve: “Ey Allah’ın Rasülü, kıyamet ne zaman kıpacak?”diye sordu. Peygamberimiz (SAV): “Sen kıyamet için ne hazırladın?” diye sordu. Adam: “Ey Allah’ın Rasülü, ben kıyamet için çok namaz, oruç ve sadaka hazırlamadım, ancak ben Allah’ı ve peygamberi (SAV)’i severim.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV): “O halde sen sevdiklerinle beraber olacaksın.” buyurdu.”

Konu ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Kim Allah ve Peygamberine itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, iyilerle beraber olacaktır. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (NİSA SURESİ – 69. AYET)
Allah ve peygamber sevgisinin imandan olduğunu söyledik. İnananların da birbirini sevmedikçe gerçek anlamda mümin olamayacakları Peygamberimiz (SAV) tarafından bildirilmiş ve şöyle buyurmuştur: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de olgun mümin olamazsınız. Size bir şey söyleyeyim, onu yaptığınız zaman sevişirsiniz: Aranızda selamı yayınız.”
Müminler birbirlerini Allah için sevmelidirler. Allah için olmayan sevginin Allah katında bir değeri yoktur. Birbirlerini Allah için değil de şahsi çıkar uğruna sevenlerin kıyamet günü birbirlerine düşman olacakları Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirilmektedir:

“O gün Allah’tan korkanlar hariç birbirlerine dost olanlar düşmandırlar.” (ZUHRUF SURESİ – 67. AYET)
Allah ve Peygamber sevgisi ile birbirini sevenler, birbirlerine saygılı davranırlar. Birbirlerine haksızlık yapmaktan, birbirinin zararına olacak tutum ve davranışlardan kaçınırlar. Kendileri için arzu ettikleri iyilikleri sevdikleri için de arzu ederler. Birbirlerine daima iyi ve yararlı öğütlerde bulunurlar. Felaket zamanlarında birbirlerine yaklaşır, üzüntülerini paylaşırlar. Muhtaç iseler ellerinden gelen her türlü yardıma koşarlar.
Kıyamet günü en yüksek dereceyi, Allah sevgisi ile birbirlerini sevenlerin alacağı müjdelenmiştir. Muaz (RA)’ın rivayetinde Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur: “Allah Teala: Benim hoşnutluğum uğruna sevişenler için, Peygamberlerin ve şehitlerin bile imrenecekleri derecede nurdan kürsüler vardır.”
Görülüyor ki Allah sevgisi, dünya ve ahiret mutluluğunun vesilesidir. Allah sevgisi etrafında birleşmemiz ve bu sevgi ile birbirimizi sevmemiz, Allah’ı razı edecek bir davranış olacaktır
ALLAH’I SEVMENİN BELİRTİSİ NEDİR?
Allah’ı sevmek O’nun gönderdiği son Peygamber Hz Muhammed Mustafa (SAV) Efendimize uymakla olur. Peygamberimiz (SAV)’i örnek almayan, onun sünnetini uygulamayan kimsenin Allah’ı seviyorum demesinin bir anlamı yoktur.
Kur’an-ı Kerim bu konuda şöyle diyor:
“(Ey Muhammed) de ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.”

(ALİ-İMRAN SURESİ - 31. AYET)
Evet, insanın sadece Allah’ı seviyorum demesinden bir şey çıkmaz. Kişinin sözünden çok işine bakılır. Allah’ı sevmek demek, O’nun Peygamberini de sevmek demektir. Peygamberi sevmek demek ise onun izinden gitmek ve her işte O’nu örnek almaktır. Allah’ı seveni, Allah’a itaat edeni Allah da sever, başkalarına da sevdirir. Ebu Hüreyre (RA)’ın rivayetinde Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Allah Teala bir kulunu sevdiği zaman, Cebrail (AS)’a: “Allah filanı seviyor, onu sen de sev.” diye emreder. Cebrail (AS) da onu sever ve gök ehline: “Allah filanı seviyor, siz de seviniz.” diye seslenir. Bunu üzerine göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzünde onun sevgisi kalplerde yerleşir.”
Görmediğimiz İslam âlimlerine duyduğumuz sevgi ve saygının sebebi bu hadiste açıklanıyor.
Son olarak şunu söyleyelim ki, Allah’ı seven O’nun Peygamberini de Allah’ın sevdiklerini de sever. Ne mutlu Allah sevgisi gönlünde yer etmiş olanlara ve yine ne mutlu Allah için, O’nun rızasını kazanmak için birbirlerini sevenlere. Bir hadis-i şerif’le konumuzu bitirelim: Ebu Hüreyre (RA) rivayet ediyor: Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Allah Teala kıyamet gününde: Benim için sevişenler nerededir? Onları gölgemden başka gölge bulunmayan bir günde Arşımın gölgesinde gölgelendireceğim. Der.”

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ AĞUSTOS - 2000 SAYISI
Vehbi AKŞİT
Kuşadası İlçe Müftüsü
Merkez Kaleiçi Camii
Cuma Vaazları

Yeryüzü günde beş defa şöyle seslenir




sevde KuralİLGİNÇ GERÇEKLER
- 17:30


Yeryüzü günde beş defa şöyle seslenir:

1- Ey Âdemoğlu! Sen üzerimde yürüyorsun fakat dönüp bana geleceksin.

2- Ey Âdemoğlu! Sen üzerimde çeşit çeşit şeyler yiyorsun. Fakat içimde seni kurtlar yiyecek.

3- Ey Âdemoğlu! Sen üzerimde gülüp duruyorsun. Fakat içimde ağlayacaksın.

4- Ey Âdemoğlu! Üzerimde sevinip duruyorsun. Fakat içimde üzüleceksin.

5- Ey Âdemoğlu! Üzerimde günah işliyorsun. Fakat içimde azab edileceksin. (Tenbîhü’l-Gâfilîn)

18 Mart 2015 Çarşamba

Siz hiç bir mermi tarafından kovalandınız mı? Çanakkale Geçilmez!




Zehra ÇAĞ.Tartışma
- 08:47


Siz hiç bir mermi tarafından kovalandınız mı?
Yaşıtlarınızla saklambaç oynayacak çağınızda, bu oyunu düşmanla oynamak zorunda kaldınız mı?
Bir kurşun tarafından sobelendiniz mi ansızın?
Ensenizde ölümün nefesini hissederek, uykuya yatıp uyanmadığınız oldu mu?
Kınalanmış saçlarınız hendek duvarlarında toza, kana bulandı mı hiç?
Silaha sarıldınız mı ananızın kokusu tüterken burnunuzda?
Onun dizi yerine bir tümseğe koydunuz mu başınızı?
Onun elleri yerine barut kokusu okşadı mı saçlarınızı?
Şefkate en ihtiyacınız olduğu bir anda kopuk ve artık soğumuş bir eli dayadınız mı yanağınıza?
Öpüp götürdünüz mü alnınıza sonra?
Rüzgar, memleket türkülerini toplayıp eteğinde döküverdi mi meydana, savaşın çığlığı ile harmanlayıp gözünüzün önünde?
Dalgalanan bir bayrak hışırtısına yüklediniz mi selamlarınızı?
Kayan yıldıza değil de uçuşan mermilere fısıldadınız mı rüyalarınızı?

Çanakkale geçilmez!




Zehra ÇAĞ.Tartışma
- 08:51
#Çanakkale


Biz Mehmet, biz Yahya, biz Seyit’iz,
Biz Ali, biz Nezahat, biz Hatice’yiz,
Biz Safiye, biz Ahmet, biz Fatma, biz Elif’iz
Göğsümüzü siper ederiz kahpe kurşun önünde
Vurulur, vurulur, vurulur
Ama ölmeyiz.
Biz Mustafa Kemal’iz.
Toprak inadına yeşerir her bahar,
Güneş inadına doğar…
Bu bayrak inadına dalgalanır mavi göklerde,
Ay ve yıldız inadına parlar
Söyledik size Türk askeri eğilmez,
Geçilmez Çanakkale,
Çanakkale geçilmez!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı