31 Ağustos 2013 Cumartesi

Yeni Blogger arkadaşlarımıza hoşgeldiniz diyorum..


Selamünaleyküm ve rahmetullahi ve berakatuh içiyle dışıyla müslüman olanlara.. İslam adına hayırlı işler yapanlara.. Gayretimiz hep O zül-celali vel-ikrama layık hizmetler verebilmek..
Bu yazımda yeni blog açmış arkadaşlarımız var onları sizlere tanıtabilmek ve bir nebzede olsa onlara destek olabilemek..

http://imanlidost.blogspot.com Blog açıklamasında "müslümnca yazılar" diyerek zaten kendisini çok güzel ifade etmiş benim üzerine bir ilave yapmama gerek kalmamış iman ve itikadi yayınları dikkatimi çektiği için takibime aldım. Başarılarınızın devamı dilerim..

http://osmanlldevleti.blogspot.com/ Bu blogumuzda çok yeni ve kendisini tebrik ediyorum yayınları tarihi gerçekleri yansıtıyor ve kaynak belirterek yayın yapıyor. Başarılarının devamını diliyorum..

http://salihinsan.blogspot.com/ Çok yeni bir blog inşaAllah eksiklerini tamamlayıp güçlü bir şekilde cihadına devam eder diye umuyorum..

http://wayonly.blogspot.com Çok yeni olmakla beraber ingilizce yayın yapması çok güzel bir fikir umarım cihadı mübarek olur hayırlara vesile olur..

Arkadaşlarıma güzel bir tavsiyede bulunmak istiyorum.. "Hakkımızda" adı altında gerek kendisi ve gerek blogları hakkında öz olarak anlatan bir sayfayı görmeyi çok isterdim.. Başarılarınızın devamı dilerim..
Şimdilik bu kadar Allah yar ve yardımcıları olsun kendilerinin sıkı takipçileriyim..

ihbarweb.org.tr 'de ALLAH(CC) PEYGAMBERE (SAV) HAKARET EDİLDİĞİNDE DİYE BİR MADDE YOK ???


http://www.ihbarweb.org.tr/
 
5651 sayılı yasanın 8. maddesinde yer alan;
 1- İntihara Yönlendirme,
 2-Çocukların Cinsel İstismarı,
 3- Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Kullanılmasını Kolaylaştırma,
 4- Sağlık için Tehlikeli Madde Temini,
 5- Müstehcenlik,
 6- Fuhuş,
 7-Kumar Oynanması için Yer ve İmkân Sağlama,
 8-Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar
ile ilgili yeterli şüpheye sahip olduğunu düşündüğünüz içeriği, aşağıda yer alan ilgili alandan seçim yaparak ihbar edebilirsiniz.
ALLAH(CC) PEYGAMBERE (SAV) HAKARET EDİLDİĞİNDE DİYE BİR MADDE YOK ???

27 Ağustos 2013 Salı

Abdullah Cevdet; “Sultan Hamid hakkında yüz yalan uydurdum. Bazısına kendim de inandım”




hilmi kemal
MODERATÖRTartışma - 01:11



İttihat ve Terakki’ye dönüşecek İttihad-i Osmani Cemiyeti adlı gizli örgütü kuran beş mason tıbbiyeliden birisi ateist Abdullah Cevdet idi, Osmanlı’yı içten yıkan İttihat ve Terakki’de pek çok misyonlar yüklenmiş din-karşıtı biriydi..

Abdullah Cevdet; “Sultan Hamid hakkında yüz yalan uydurdum. Bazısına kendim de inandım” demekten kendisini alamamıştır.!

25 sene boyunca aralıksız olarak yayınlanacak İçtihat dergisi aracılığıyla İslam’a ve Hz. Muhammed’e sallallahu aleyhı ve sellem’e sürekli sözlü saldırılar ve iftiralar içeren yazılar yayınladı.

Sultan Abdülhamid’i eleştiren yazılar yazdığı için Avrupa’ya kaçmışken, orada da jöntürkleri padisaha jurnallemekten(ispiyonlamak) geri kalmaz. Osmanlı’nın tarih sahnesinden çektirilmesinden sonra ise Sağlık Umum Müdürlüğü’ne getirilir.

Kadınlara ilk kez genelev vesikası verilmesi uygulamasını başlatan yine Abdullah Cevdet’dir. İngiliz Muhibler(Sevenler, Dostlar) Cemiyetini kurdu. Ayrıca İngilizlerle işbirliği yapan Kürdistan Teali Cemiyetinde de önemli roller aldı.

Abdullah Cevdet’in, “Bu milleti adam etmek için Batı’dan damızlık erkek gerekir” sözü meşhurdur.

Latin harflerinin kabul edilmesini savunarak, Arap harflerinin içtimaî geriliğimizin bir nedeni olduğunu öne sürdü.

Bir diğer meşhur sözü: “kafası muhit’i(çevresi) 16 pus(inç) olmayan adamlar ahmak olurlar, dimağın gayri tabii derecede küçüklüğü nişane-i eblehiyet’tir(ahmaklık göstergesidir)“

İtilaf devletlerinin Çanakkale Boğazı’nı muhasara etmesi ve genel olarak Çanakkale Savaşı ile ilgili olarak “medeniyet kapımıza kadar geldi, biz geri teptik” yorumunu yaptı.

Zamanın modasına uyar ve Darwinizmden hareketle biyolojik materiyalizmi savunur.

Kaynakça: Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, c.2, sf.368

Rabia'da şehit naaşlarını buldozerle ezdiler!.



Rabia'da şehit naaşlarını buldozerle ezdiler!.

Mısır'da Rabiatul Adeviye katliamının yeni görüntüleri yaşanan dramın boyutunu bir kez daha gözler önüne serdi. Çadırları yerle bir eden bir buldozer, meydanda bulunan şehit naaşlarını yaralılarla beraber sürükledi.

Sosyal paylaşım sitesinde paylaşılan görüntülerde polisin yaptığı müdahale sonrası meydanda toplanılan naaşların bir buldozer tarafından sürüklendiği görülüyor. Sedyelerde bulunan bazı yaralıların buldozerin müdahalesi sonrası yere düştüğü, hayatını kaybedenlerin naaşlarının ise buldozer tarafından sürüklendiği, müdahale ekiplerinin meydandaki çadırları kontrolsüz bir şekilde yıktığı izleniyor.

Naaşların ezildiğini gören çevredekiler ise olanları çığlıklar eşliğinde izliyor.

Mısır güvenlik güçleri, 14 Ağustos'ta darbe karşıtlarının doldurduğu Rabiatul Adeviyye ve Nahda meydanlarına silahlı müdahalede bulunmuştu. Rastgele açılan ateşin yanı sıra keskin nişancıların hedef gözeterek açtığı ateşle, darbenin ikinci büyük katliamı gerçekleştirilmişti. Müdahalede 3 bin 533 kişi hayatını kaybetmiş, 11 bin 520 kişi ise yaralanmıştı.

Kendi kendine yanan bebek


Hindistan'ın Tamil Nadu kentinde 3 aylık oğulları Rahul'un kendi kendine yanması 23 yaşındaki anne Rajeshwari Karnan ve 26 yaşındaki kocası Karnan Perumal'ı şaşkına döndürdü.

"Spontaneous human combustion"-SHC (Kendiliğinden insanın tutuşması) olarak adlandırılansendromla dünyaya geldiği söylenen bebek hastanede 24 saat boyunca gözetim altında tutuluyor.
Mayıs ayında dünyaya gelen Rahul, ailenin göz bebeği idi. Ancak kısa süre sonra bu mutluluk dehşete dönüştü. Doğumdan bir hafta sonra, genç kadın, bebeğinin çığlığını duyup, koştuğunda, karşılaştığı sahne korkunçtu. Genç kadının bebeği yanıyordu. Genç kadın o anları "Karnında ve sağ dizinden alev yükseliyordu" sözleriyle anlatıyor: 
"Beli ve sağ ayağı alevler içindeydi.  Ben ve kocam onu büyük bir havluyla söndürdük ve hastaneye götürdük. Üzerinde herhangi bir yanıcı maddeye rastlanmadı" 
Şaşkın anne bebeğinin kendi kendine 3 kez daha yandığını belirtti. Rahul'u inceleyen doktorlardan Narayan Babu, "Bebeğin ailesi açısından durum daha da vahim. Aile çocuklarının hayatından endişeli. Testlerin sonuçlarını bekliyoruz" dedi. 
İngiliz uzman Brian J. Ford ise insanın vücudunda bulunan aşırı aseton kimyasalının da bu tür olaylara neden olabileceğini söyledi.

Mescid-i Aksa çöküyor!.



Mescid-i Aksa çöküyor!.

Siyonistler yıkım kazılarına aralıksız devam ediyor.

KUDÜS’TE Mescid-i Aksa’da meydana gelen çöküntülerin ardından Müslümanların endişeleri her geçen gün daha da artıyor. 10 gün içerisinde ikinci çöküntüsünü yaşayan Mescid-i Aksa’nın durumu giderek daha kritik bir hal alıyor. İsrail’in Mescid-i Aksa ve çevresiyle ilgili yürüttüğü sinsi projelerin başında gelen kazı çalışmaları ise son 10 yılda hız kazanarak yıkım çalışmalarına dönüştü.

Filistin yönetiminin, Mescid-i Aksa’nın altının oyulduğu ve tarihi yapıyı yıkılıp çökme tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığı için itiraz ettiği kazılar, tüm tepkilere rağmen devam ediyor. Yerin 30 metre altında yapılan ve Mescid-i Aksa’yı kale gibi çevreleyen kazılar, bölgede sık sık göçüklere yol açıyor.

Terörist İsrailli arkeologların yürüttüğü kazılar, son olarak Mescid-i Aksa’nın Silsile Kapısı’na 60 metre mesafede bulunan Filistinlilere ait binanın avlusunda, 3 metre eninde, 15 metre derinliğinde bir göçüğe neden oldu.

Ağlama Duvarı’ndan Mescid-i Aksa’ya açılan Tenzekiye Medresesi ve Silsile Kapısı’nın altından geçen kazılar, Pamukçular Kapısı’nın ardından Katolik Ermeni Kilisesi’nin altına ulaşıyor. Daha sonra sola kıvrılan tünel, Mescid-i Aksa’nın diğer kapısı Babu’l-Hıtta’ya ulaşmadan Hristiyanlar tarafından Hz. İsa’nın sırtında bir çarmıhla yürütüldüğüne inanılan ‘’Via Dolorasa’’nın (Çile yolu) başında son buluyor.

Tünel, Emeviler, Eyyubiler, Memlüklüler ve Osmanlılardan kalma pek çok tarihi yapının altından geçerek Mescid-i Aksa’yı adeta bir kale gibi çevreliyor.

Teröristler Mülteci Kampını Bastı: 2 Ölü

Ramallah’ta mülteci kampına giren terörist İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu 2 kişi öldü, 10 kişi yaralandı. Ramallah Tıp Kompleksi Müdürü Ahmed el-Beytavi, Batı Şeria’daki Kalendiya Mülteci Kampı’na giren İsrail askerleri ile Filistinliler arasında yaşanan olayda, Filistinli Cihad Aslan (19) ile Rubin Faris (32) hayatını kaybettiğini, 10 kişinin yaralandığını belirtti. Görgü tanıkları da vahşi İsrail askerlerinin “arandıkları” gerekçesiyle kamptaki bazı Filistinlilerin evinde arama yapmak istemesi sonucu, taraflar arasında arbede yaşandığını, bu esnada İsrail askerinin ateşi sonucu 2 kişinin öldüğünü ifade etti.

AB'nin aldığı '1967 sınırları dışında İsrail ile işbirliği yapılmasın' kararının ilk adımını Hollanda attı.


AB'nin aldığı '1967 sınırları dışında İsrail ile işbirliği yapılmasın' kararının ilk adımını Hollanda attı. Hollanda hükümeti, Kudüs'te büyük bir ihale kazanan ülkenin en büyük mühendislik şirketinden söz konusu işi bırakmasını talep etti.
Ajanslarda yer alan habere göre; Avrupa Birliği'nin ay başında 28 üye ülkesine gönderdiği ‘İsrail ile 1967 sınırları dışındaki tüm ekonomik, kültürel ve ticari çalışmalarının durudurulması' kararının ardından ilk adım Hollanda'dan geldi. Hollanda hükümeti ülkesinin en büyük mühendislik şirketinden 1967 sınırları dışında kalan Batı Şeria'da yürüttüğü çalışmalarını durdurmasını istedi. Hollanda Dışişleri yetkililerinden yapılan açıklmada ismi verilmeyen şirkette bu bölgedeki işlerini bırakması istendiği doğrulanarak bunun ilk adım olduğu yakın bir zamanda bir çok Avrupa ülkesinin de benzer adımlar atacağı ifade edildi. Holllanda Dışışleri Bakanlığı yetkilileri kararlarına gerekçe olarak AB'nin ay başında aldığı kararı göstererek şirketin iş yaptığı bölgenin 1967 sınırları içindeki Filistin devletine ait olması olarak belirtildi.
Diğer devletler de sırada
Hollanda hükümetinin bu kararına Tel Aviv yönetimi şimdilik bir tepki vermezken İsrail hükümetinin 2020 Harizon Projesi kapsamında AB'nin aldığı bu kararların kendi bekaası için kritik derecede hayati bir adım olarak değerlendirdiği belirtiliyor. Öte yandan Hollanda hükümetinin attığı bu adımın benzerini diğer Avrupa devletleri de atmaya hazırlanıyor. İsrail gazetelerinden Yediot Ahronot bir çok Avrupa ülkesinin büyük şirket sahiplerine İsrail yerleşim bölgelerinde iş yapmamaları yönünde uyardığını yazdı. Gazete, İngiltere, Almanya, İsveç, Hollanda ve Danimarka gibi ülkelerin İsrail yerleşim bölgelerine ürün satmasının Yahudi yerleşim ile ekonomik ilişkilere girmenin hem yerel hem de uluslararası hukukun ihlali olduğu da yazıldı. Ayrıca diğer ülkeler vatandaşlarını yerleşilerdeki şirketlerle iş yapma konusunda da uyardığı belirtildi.
AB'NİN 'YASAKLARI İSRAİL'İ ZORLAYACAK
AB geçtiğimz Temmuz ayında 28 üye ülkesine gönderdiği bir kararla Birlik ülkelerinin ile yapılacak anlaşmalarda ve verilecek fonlarda 1967 öncesi sınırların dışına çıkılmasını yasaklamışt. 2014'te yürürlüğe girecek uygulamaya göre, AB ülkeleri ile İsrail arasında yapılacak anlaşmalarda Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri'nin "İsrail Devleti toprağı olmadığını" belirten bir ifade yer alacak. 1967 sınırları dışında bulunan İsrail kurumları ile AB devletleri anlaşma yapamayacak ve fon sağlayamayacak.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

ŞU AN İSLAM ÜLKELERİNİ' N EN BÜYÜK SORUNU..




hilmi kemal
MODERATÖRTartışma - Dün 22:51


ŞU AN İSLAM ÜLKELERİNİ' N EN BÜYÜK SORUNU..

Mısır Sefer'i esnasında birtakım masraflar için hazineden para ulaştırılamadığından, zengin bir kimseden borç alınmıştı.

Daha sonra hazineden para gelince, defterdar borç parayı sahibine takdim etmek istedi.

Ancak zengin adam şöyle bir teklif yaptı;

“Ben çok varlıklı bir kimseyim. Bir oğlumdan başka kimsem de yoktur. Kabul ederseniz bu parayı hazineye bağışlayayım. Karşılığında da benim oğluma devlet kademelerinde bir iş verin”

Defterdar bu talebi Sultan’a iletince,

Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri muhatabına son derece hiddetlendi ve:

“Bana getirdiğin bu usulsüzlük teklifi dolayısıyla, seni de teklif sahibini de katlettirirdim. Fakat Sultan Selim, parasına tamah ettiği için bezirgânı ve defterdarı öldürttü demelerinden çekinirim. Tez bezirgânın parasını iade edin ve bir daha huzuruma böyle kanuna uygun olmayan şeyler getirmeyin”, dedi.

Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerinin bu tavrından sonra yapılan tahkikatta, bezirgânın yahudi olduğu belirlenmiş ve devlet merkezinden de uzaklaştırılmıştır.

http://osmanlldevleti.blogspot.com/2013/08/msr-seferi-esnasnda-birtakm-masraflar.html

Sisi'nin amcaoğlundan şok açıklama!



Sisi'nin amcaoğlundan şok açıklama!

Mısır'da İhvan-ı Müslimin üyelerine yönelik aylardır katliam yapan Cuntacı Abdülfettah Sisi hakkında bomba iddialar! İddiaların sahibi ise Sisi'nin yakın akrabasından başkası değil...

Abdülfettah Sisi'nin Londra'da yaşayan amcaoglu, Prof. Dr. Hisam Sisi, cuntacı Sisi'nin masonik bağlantılarını ortaya koyarak 'hain' nitelemesinde bulundu. Diş doktoru Prof. Dr. Hisam Sisi; katliamcı Abdülfettah Sisi hakkında "Hepimiz biliriz ki, o Menufiye ilinin hainlerinden bir haindir" dedi.

"Abdülfettah Sisi, Tarık Nur'un kardeşi Nihat Nur ile evlidir. Nihat Nur ile evliliği Hüsnü Mübarek'in eşi Suzan Mübarek'in tanıtması iledir. Hüsnü Mübarek, Suzan ve Abdülfettah Sisi'nin alakası nedir?" diye soran Prof. Dr, Sisi, cuntacının Tarık Nur ile olan 'bacanaklık' ilişkisini "Tarık Nur, 'Kahire ve Nas' televizyonun kanalının yanı sıra uydu yayınlarının da sahibidir. Bu kanalın sahibi Tarık Nur, Mısır Lions Kulüplerimin açık bir şekilde başkanıdır. Ve Masonlukla bağlantısı çok açıktır" sözleriyle anlattı.

"Basın kanalları, Leyla Memlûk Kulübü'nde buluşup Tarık Nur için ortak karar alırlar" diyen Prof. Dr. Sisi, Tarık Nur'un da Kıpti işadamı Necip Savires ile ilişkisini deşifre ederek, Temerrüt hareketinin finansörünün Sisi'nin bacanağı olduğunu söyledi: "Tarık Nur, Papa ve Savires'in yakınlık kurmasıyla Hristiyan bir kadınla evlidir. Aynı şekilde Tarık Nur ve Savires, Mursi'yi indirmek için 30 Haziran tarihinde başlatılan Temerrüt hareketinin iki finansörüdür."

SİSİ, HÜSNÜ MÜBAREK'İN ASKER ÜZERİNDEKİ GÖZÜ İDİ!
"Sisi, Hüsnü Mübarek'in asker üzerindeki gözü idi... Her hafta pazar, salı ve perşembe günleri Askeri Muhaberat kararlarını Mübarek'e sunardı. Sisi, Mübarek'in güvenini kazanmaktan sorumlu idi. Nitekim, Mübarek ve Sisi'nin Mısır halkına yönelik izlediği tutum 2011 Ocak ayından bu yana aynıdır" diyen Prof. Dr. Sisi, Mısır'daki askeri darbede İhvanı Müslimin ve Mısır halkının karşıtı bir tutum izleyen Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Suud gibi ülkelerle de derin ilişkileri olabileceğini ima etti: "Allah, onun Haliç ülkeleri olan Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri ile olan istihbarat ilişkilerini en iyi bilendir."

Prof. Dr. Sisi, cuntacı akrabası hakkında 'hain' ifadesini kullanarak, "Hepimiz biliriz ki, o Menufiye ilinin hainlerinden bir haindir. Onun kasabası olan Kemşuş ve Menufiye halkının dahi çoğunluğu onun hakkında bir şey bilmez. 0 1977 senesindeki Harp Okulları'na girişinden bu yana kasabasına uğramış değildir" değerlendirmesinde bulundu.

Mısır'ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin, Sisi'yi Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı olarak ataması eleştirilirken Prof. Dr. Sisi, bu konuda da şunları söyledi: "Mursi, Sisi'yi askeri meclis öncesinde reddetmişti ancak Tantavi ve Annan'ın emekli edilmesi karşılığında Mursi, Sisi'yi kabul etti."

26 AĞUSTOS 1071 MALAZGİRT MUHAREBESİ.SULTAN ALPARSLAN VE ASKERLERİNİ UNUTMUYORUZ. MEKANLARI CENNET OLSUN.




hilmi kemal
MODERATÖRTartışma - 15:45


26 AĞUSTOS 1071 MALAZGİRT MUHAREBESİ.SULTAN ALPARSLAN VE ASKERLERİNİ UNUTMUYORUZ. MEKANLARI CENNET OLSUN.

"Allah katında en aziz kişi intikam almaya gücü yettiği halde affedendir."
[ Hadis-i Şerif ]

Beyaz bir elbise giyinmiş olan savaş meydanında Cuma namazı sırasında Sultan Alparslan da ordusuna şöyle seslenmekteydi:

“Biz ne kadar az olursak olalım, onlar (Bizanslılar) ne kadar çok olursa olsunlar, bütün Müslümanların minberde bizim için dua ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum.

Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım; ya şehit olarak Cennet’e giderim.

Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler takip etsin. Ayrılmayı tercih edenler gitsinler. Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. Zîrâ bugün ben de ancak sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan gaziyim.

Beni takip edenler ve nefislerini Yüce Allah’a adayanlardan şehit olanlar Cennet’e, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır. Ayrılanları Âhiret’te ateş; dünyada da alçaklık beklemektedir.

Ya Rabbi! Sen’i kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve Sen’in uğrunda cihad ediyorum. Ey Allah’ım! Niyetim hâlistir, bana yardım et, sözlerimde hilâf varsa beni kahret!”

Savaşı seviyorum, çünkü sonunda zafer var.

Size öyle bir vatan aldım ki; ebediyen sizin olacaktır.

Düşman Türklerin üzerine gelirken, komutanlardan biri Alparslan’a şöyle der;- Efendim yaklaşık 200.000 kişilik ordu şuanda üstümüze doğru geliyor.-Bizde onlara doğru gidiyoruz demiştir.



Büyük komutan Alparslan’ın üstün savaş taktiği, askerin cesaret ve kahramanlığı, imanlarındaki sağlamlık ve Allah huzurundaki samimiyetleri sayesinde elli dört bin kişilik Türk ordusu, kendisinden kat kat fazla olan Bizans ordusunu kesin bir yenilgiye uğrattı ve büyük bir zafer kazandı. İmparator Romen Diyojen esir alındı ve savaşın galibi Alparslan’ın huzuruna çıkarıldı.

Sultan Alparslan, huzuruna getirilen imparatoru affetti. Muzaffer padişah esir imparatorun ellerini çözdürdü ve yanına oturttu. Ona misafiriymiş gibi davrandı. Sohbet esnasında imparatora sordu:

“Ey Rum Kayzeri! Ben senin eline esir düşmüş olsaydım, bana nasıl muamele ederdin?

” Diyojen: “Öldürtürdüm!” cevabını verdi.

Alparslan: “Benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sordu.

“Ya öldürtürsünüz yahut İslâm memleketlerinde bir esir gibi dolaştırır, süründürürsünüz.

Mümkün görmüyorum; ama belki de, affedersiniz!” dedi.

Alparslan, yenilgiye uğramış bir insanı daha da küçük düşürmek istemedi ve “Allah’a, muzaffer olursam sana iyi muamele yapacağımı ahdetmiştim.

Allah iyilik düşünenlerin arzularını yapar. Bu sebeple benden göreceğiniz muamele bu üçüncüsünden başkası olmayacaktır.” diyerek büyüklüğünü ve asaletini gösterdi, Bizans imparatorunu affetti.

"Allah katında en aziz kişi intikam almaya gücü yettiği halde affedendir."
[ Hadis-i Şerif ]

Malazgirt Savaşı’nın yapıldığı Cuma gününde okunmasını emrettiği duanın bazı kısımları şöyledir:

“Allahım, İslâm sancağını yükselt ve ona yardım et! Başını ezmek ve kökünü kazımak suretiyle müşrikliği hezimete uğrat. Senin yolunda canlarını feda eden, sana tabi olma hususunda kanlarını akıtan senin yolunun mücahitlerini kuvvetlendir. Yurtları güvenlik ve zaferle dolduran yardımlarından mahrum etme. Müminlerin Emiri’nin delili olan Sultan Alparslan’ı senden dilediği yardımdan mahrum bırakma.”

“Onun kâfirler karşısındaki bu günü yarınına da yetsin. Ordularını meleklerinle destekle. Niyet ve azmini hayır ve başarıyla sonuçlandır. Çünkü o senin rızan için rahatını terk etti. Malı ve canıyla senin emirlerine uymak için senin yoluna düştü”.

“Ey müslümanlar, doğru bir niyet, dürüst bir azim ve Allah’tan korkan temiz kalplerle ve ihlâs bahçesinden kısmet alan bir inançla Alparslan için Allah’a yalvarıp yakarınız. Çünkü eksiklerden münezzeh olan yüce Allah kitabında şöyle buyuruyor: “De ki: Dualarınız olmasa Rabbim size ne diye kıymet versin?”

“Allahım, onun bütün güçlüklerini kolaylaştır ve müşrikliğe onun önünde boyun eğdir.”

DERLEMEDİR...

KAYNAK...
http://www.mescere.net/kitaplik/Semerkand/138_13_EhliSunnetinBuyukSavasiMalazgirt.htm
http://binbirdamla.com/tasavvuf/semerkant-yazlar/310-ehl-i-suennetin-bueyuek-sava-malazgirt.pdf
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/malazgirt-meydan-savasi-ve-alparslan.html
http://tr.wikipedia.org/wiki/Alp_Arslan

TARİH BİRLİK OLANLARI YAZAR ; BİRLİK OLANLAR TARİH YAZAR




hilmi kemal
MODERATÖRTartışma - 17:37


TARİH BİRLİK OLANLARI YAZAR ; BİRLİK OLANLAR TARİH YAZAR

Malazgirt'te Alparslan'ın üzerine yürüyen Bizans ordusunda bulunanların ortak adı "düşman" dı ;

Selçuklu ordusunun içinde yer alan Türk, Kürt,Laz, Çerkez, Abaza, Arnavut vs. gibi etnik unsurların ortak adı ise "KARDEŞ"ti.

Kosova'da, Niğboluda, Varnada, Prevezede olanlar da hiç farklı değildi. "KARDEŞLER" "düşman"la savaşıyor, savaş sonrasında ise ortak zaferin tadını çıkarıyorlardı.

zafer çizgisi günün birinde Çanakkale ye dayandı. Çanakkale sırtlarında Türk, Kürt,Laz, Çerkez, Abaza, Arnavut lar; kısacası bin yıllık tarih yolunu yalnız el ele değil aynı zamanda yürek yüreğe yürümüş "KARDEŞLER" vardı... "düşman" ise bu kez İngiliz-Fransız suretinde gelmişti.

Dünyanın en etkili topları ile donatımış dünyanın en güçlü zırhlıları, Çanakkale sırtlarına siperlenmiş "KARDEŞLERİN" imanını delmek için üzerlerine ateş yağdırırken, Çanakkaleyi savunanların etnik kimlikleri merak etmiyordu.

Ayrıca hiç kimse kendi etnik kökeninin derdinde , davasında değil idi...
Bu savaş "Çanakkale'yi geçmeye geldik" diyenlere "Çanakkale'yi geçirtmeyeceğiz" diyenlerin savaşı idi.

"Düşman"n Çanakkale'yi geçemeyecek ,İngiliz amirallerinden biri "Çanakkale'de OSMANLI insanının ortak imanına tosladık, onurumuz kırıldı" diyerek "Çanakkale gerçeğini" itiraf edecekti.

Bugün için Çanakkale yalnızca tarihimizin bir parçası değil, bu coğrafyada binlerce yıl birlikte yaşama maharetini sergilemiş insanımızın ortak yaşama azmidir.

İnsanımız tüm bu kararlılığı en son Sakarya'da kanıyla imzalamıştır.
Tüm bu başarı ve zaferlerinin özünde "İman kardeşliği"ile "Osmanlıcılık bilinci" yatmaktadır.

Bu derin idrakin mirasçıları olan bizler, yıllar sonra, kendimizi, etnik kökenlerimize göre tsanif edip şahsi tercihimizle edinmediğimiz bu farkı ayrımcılığın temeline dönüştürmek gibi bir hataya sürüklendik.

Birlik öğelerini ıskalayıp yapay kavga ve kargaşa ortamları oluşturduk.
Bir bakıma Çanakkale ve Sakarya 'daki ortak iradeyi aşamayanların oyununa geldik.

YAVUZ BAHADIROĞLU -

25 Ağustos 2013 Pazar

ALLAH (CELLE CELALÜHÜ) CEZANIZI VERSİN..!!!



ALLAH (CELLE CELALÜHÜ) CEZANIZI VERSİN..!!!

Bu zavallıların, bu masum yavruların, çoluğunun çocuğunun can derdine düşmüş bu mazlum insanların, can çekişerek ölümlerine sebep olan alçaklar!

KİMYASAL silah veya gaz kullanarak, kendi zalim idarelerinin devamına uğraşan soysuzlar, iş birlikçiler!

Nefes alamayan çocuğunu hastaneye yetiştirmek için çırpınan babanın ve minicik bedeninde taşıdığı canını acılar içinde teslim eden ufacık yavruların ahları bırakmasın peşinizi!

Suriye’deki yangına odun taşıyanlar ve mazlum Suriye halkına merhem olmak yerine iç savaşı körükleyenlere, ne de güzel söylüyor nefes alamayan çocuğunu uyandırmak için üzerine su döken baba: “Nerede İslam dünyası? Hazreti Muhammed (S.A.V.) ‘Müslümanlar Şam’da fesat çıkarsa artık sizden hayır gelmez’ buyruyor. Vallahi sizde hayır yok. Billahi sizden hayır yok.”

İslam aleminin başına örülen yeni çorap olan “mezhep çatışması”na teşne olan tüm idareler de, Esad denen zalim kadar ortak bu katliama, kıyıma.

Çocuğunun cansız bedenini havaya kaldıran baba doğru söylüyor, “Vallahi sizden hayır yok!” diye. Ancak eksik söylüyor. Yıllardan beri yüz binlerce masumun ve mazlumun perişanlığına sebep olan zalim diktatör ve emperyalistlerin oyununa gelerek mezhep savaşı fitnesini harlayanlara tek bir şey söylüyor bu manzara: “Allah belanızı versin!”

Zalimlerin silahlarının ne önemi var?

“Küçük çocukları küçük kurşunlarla mı vururlar anne?” diye soran şair, Suriye’de küçücük bedenlerinde kurşun izi olmadan yerde yatan çocukları gördüğünde aradığı cevabın “vurmak” ya da “vurulmak” olmadığını anlamış olmalı.



Hepimiz anladık ki çocukları kurşunlar ya da kimyasallar öldürmüyor. Önceki gün Suriye’de yaşanan vahşet, yıllardır Müslümanların üzerindeki gafletin bir sonucu değil mi?



Müslümanlar arasındaki fitne, çocukların öldürülmesine zemin hazırlamıyor mu?

Zalimlerin silahlarının ne önemi var? Allah’ın ayetlerini ne zaman hatırlayacak Müslüman ülkelerin reisleri? Suriye’de kimyasal silahlarla katledilen yavrularımız; Irak’ta kurşunlarla, Gazze’de fosfor bombalarıyla, Arakan’da Budist işkenceleriyle ölen yavrularımızla Cennet’te buluşacaklar. O yavruların ahı bütün zalimleri ve iş birlikçilerini yakacak.

japon İmparotoru Meiji'den Osmanlı Sultanı II.Abdülhamid Hân'a Dostluk Mektubu, 10 Mayıs 1888






Timur Osmanoğlu
SAHIBI

Tartışma  -  21 Ağu 2013
japon İmparotoru Meiji'den Osmanlı Sultanı II.Abdülhamid Hân'a Dostluk Mektubu, 10 Mayıs 1888

Şevketli, kudretli dostum, yüce ve muhteşem muhibbim Sultan Abdülhamid Hân Hazretleri;

Azim mülkünüze giden tebaamızın daima hoş bir kabul gördü
ğünü ve özellikle sevgili Prens Komatsu Akihito ve eşi prenses hanımefendinin sizin katınızda gayet güzel bir kabule mazhar olduklarını haber alınca pek memnun ve mesrur oldum. Dolayısıyla samimi ve büyük dostluğumuzun eser ve delilini siz padişah hazretlerine ibraz etmek arzusundayım. Bu manada büyük “Krizantem” nişanımızı zatınıza hediye ediyor ve mektupla birlikte gönderilen mezkûr nişanı lütfen kabul buyurmanızı rica ediyorum.

Yine bu vesileden istifadeyle azim hürmet ve değişmez muhabbetimin teminatını beyan ederim.

Mutsuhito
Tokyo Sarayı

ŞEYH EDEBALİ'NİN OSMAN BEYE NASİHATI




hilmi kemal
MODERATÖRTartışma - 00:46


Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış bir İslam ilahiyatçısı-din bilgini, Ahi şeyhi, Osman Gazi'nin kayınpederi ve hocası, Orhan Gazi'nin dedesi bir anlamda da sonradan imparatorluk olacak Osmanlı Devleti'nin fikir babasıdır.

ŞEYH EDEBALİ'NİN OSMAN BEYE NASİHATI

Oğul ,

Insanlar vardir, şafakta doğar, gün batarken ölürler !
Unutma ki dünya sandığın kadar büyük değildir !
Iki paralik güneşe aldanip sonrada karda, ayazda kavrulup gitme
Güçlüsün akillisin söz sahibisin !

Ama ;

Bunlari nerede nasil kullanacağini bilmezsen,
Sabah rüzgarinda savrulup gidersin.
Öfken ve benliğin bir olup aklini yener !
Daima sabirli, sebatli ve iradene sahip olasin.
Azminden dönme !
Çiktiğin yolu taşiyacağin yükü iyi bil !
Her işin gereğini vaktinde yap.
Açik sözlü ol ! Her sözü üstüne alma !
Gördün söyleme, bildin bilme
Sözünü unutma ! sözü söz olsun diye söyleme !
Anani atani say bereket büyüklerle beraberdir !
Sevildiğin yere sik gidip gelme, muhabbetin kalkar, itibar olmaz.

Üç kişiye aci ;
Cahiller arasinda alime,
Zenginken fakir düşene,
Hatirli iken itibarini kaybedene !

Unutma ki yüksekte yer tutanlar, aşağidakiler kadar emniyette değildir.

Ululanma, düşmanini hor görme !

Düşmanini çoğaltma, düşmanliğin başini da sonunu da sen belirle !
Hakli olduğunda kavgadan korkma
Bilesin ki
Atin iyisine doru yiğidin iyisine deli derler !

Ey oğul ! Beysin...
Bundan sonra öfke bize, uysallik sana...
Gücengeçlik bize, gönül almak sana...
Suçlamak bize, katlanmak sana...
Geçimsizlikler, çatişmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazliklar bize,
adalet sana...
Kötü söz, şom ağiz, haksiz yorum bize, bağişlamak sana...
Ey Oğul ! Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana...
Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...
Ey Oğul ! sabretmesini bil. Vaktinden önce çiçek açmaz.
şunu da unutma ! Insani yaşat ki devlet yaşasin.
Ey Oğul ! Yükün ağir, işin çetin, gücün kila bağli.
ALLAH YARDIMCIN OLSUN.

Günlerini say, servetini say, büyüklerini say, ama YERİNDE SAYMA !
Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen, ama KENDİNİ BEĞENME !
Emek ver, kulak ver, bilgi ver, ama hiçbir zaman BOŞ VERME !
Hedefe koş, cihada koş, yardıma koş, ama ORTAK KOŞMA !
Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle, ama KİN BESLEME !
Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol, ama BÖLÜCÜ OLMA !
Paranı ver, selam ver, canını ver, ama SIRRINI VERME !
Davet et, hayret et, affet, tevbe et, ama İHANET ETME !
Okumaktan zarar gelmez, oku, ama, LANET OKUMA !
Elini aç, gözünü aç, kapını aç, ama AĞZINI AÇMA !
Rakibini geç, sınıfını geç, ama GÜLÜP GEÇME !
Ev al, araba al, abdest al, ama BEDDUA ALMA !
Zulmü devir, nefsi devir, ama ÇAM DEVİRME !
Yaklaş, konuş, tanış, ama UŞAKLAŞMA !
Seslen, uslan, ama YASLANMA !
Doğrul, devril, ama EĞRİLME !
İtil, atıl, ama SATILMA !

"- Ey Oğul!

Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül alma sana... Suçlamak bize; katlanmak sana... Acizlik yanılgı bize; hoş görmek sana... Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana..."

"- Ey Oğul!

Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..."

"- Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı.. Allah (c.c.) yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hakk yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin."

"Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va'd edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz."

"Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir."

"Milletin kendi irfanı içinde yasasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır."

"En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir."

"Ülke, idare edenin, oğullan ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştürdüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar, yaşatamadılar.." (Bu nasihat Osmanlı'yı 600 sene yaşatmıştır.)

"İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkamaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar, laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir..."

"Akacak kan boş yere akmamalı. Ona yol ve yön lazım.. Zîra kan, toprak sulamak için akmaz. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur."

"Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli."

"Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat, bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz."

"Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az..."

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekin zamanını bilen çitfçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da... Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin."

"Sevgi da'vanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez."

"Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman, geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın..."


İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Siz Osmanlı Resimlerine Bakarken Böyle Bir Görüntüyle Karşılaştınız mı hiç ?

Çocuklar çıplak :(





Timur Osmanoğlu
SAHIBI

Tartışma  -  21 Ağu 2013

~~Siz Osmanlı Resimlerine Bakarken Böyle Bir Görüntüyle Karşılaştınız mı hiç ? Osmanlıyı Yıkıp Memlekete medeniyet diye frenk kıyafeti getirenlere bakın birde ağır vergilerle sefalete düşürdükleri Anadolu halkına.......

HEY! SİSİ...Firavun'un son tohumu...




HEY! SİSİ...Firavun'un son tohumu...

“sorulur bir gün sorulur

elbet sorulur hesap sorulur”

Hey! Zulmün son zalimi.

Hey! Firavun’un son tohumu,

Hey! Nemrutun son kıvılcımı.

Hey! Cehaletin son kalesi, Ebu Cehil’in son sesi.

Hey! Mazluma gücü yeten.

Hey! Allah’tan (cc) korkmaz,

Hey! Kuldan utanmaz.

Hey! İblis’in vücut bulmuş hali.

Hey! Korkaklığın gölgesinde oturan soysuz.

Sanmayasın ki acımızı içimize gömeriz, sanmayasın ki bu yaptıklarını sineye çekeriz. Sanmayasın ki o mazlumların, o çocukların, o kadınların, onca şehidin kanı o meydanlarda kalır. Sanmayasın ki batılı ortakların seni elimizden kurtarabilir. Sanmayasın ki Siyonist soysuzlar sana kucak açabilir. Dünyanın içine girsen de seni oradan bulup çıkartacağız ve Seni dünyaya o Firavun dedelerinden daha ala ibretlik yapacağız.

Şimdi diyeceksin ki siz kimsiniz? Nereden sesleniyorsunuz?

Bak! Sana nerden sesleniyoruz biliyor musun?

Sana, Türkiye’den sesleniyoruz, hani o cihan İmparatorluğunun bakiyesi.

Sana, İstanbul’dan sesleniyoruz, hani o payitaht var ya payitaht.

Sana, “Suriçi”nden sesleniyoruz, hani o Fatih Sultan Mehmet Han’ın fethettiği.

Sana, Hilafetin, kutsal emanetlerin dizinin dibinden sesleniyoruz, hani o Mısır’dan gelen.

Sana, Ebu Eyüp El Ensari’nin (r.a) türbesinden sesleniyoruz, hani o Mihmandar-ı Nebevi, hani o seksen yaşında şehit.

Sana, Fatih Sultan Mehmet Han’ın türbesinden sesleniyoruz, hani Peygamber (s.a.v) dualısı.

Sana, Kanuni Sultan Süleyman Han’ın türbesinden sesleniyoruz, hani o “muhteşem” olan.

Sana, Abdülhamit Han’ın türbesinden sesleniyoruz, hani o “Cennet Mekân.” Hani o Filistin sevdalısı.

Sana, hani Sina Çöllerini aşıp gelmişti ya, Hâdim’ul-Harameyn’iş-Şerifeyn var ya, hani o büyük komutan Yavuz Sultan Selim Han, Dünya zalimleri onu çok iyi tanır; işte onun türbesinden sesleniyoruz.

Sana öyle bir yerden sesleniyoruz ki! Bu sesi zalimler de çok iyi tanır mazlumlar da.

Ve sana diyoruz ki! Kahpe.

Sen bizi ölü mü sandın “Biz bir ölür bin diriliriz.”

Bir gün, Cennet mekân Yavuz Sultan Selim Han gibi atlarımıza binip o Sina Çölü’nün yolunu tutacağız.

O zaman senin her zerrenden bu yaptıklarının hesabını soracağız. Soysuz…

Yakındır bekle!..

“Sorulur bir gün sorulur elbet sorulur hesap sorulur.”

Günün fotoğrafı..



Günün fotoğrafı..

Mısır protestoları sırasında AA objektiflerine yansıyan bu kare günün fotoğrafı olmayı haketti.
Mısır'daki darbe karşıtlarına yönelik katliam ve Suriye'deki kimyasal silah saldırısı Erzincan'da Mısır Direnişi İle Dayanışma Platformu üyeleri tarafından protesto edildi.

Protesto sırasında AA objektiflerine yansıyan, elinde 'Rabia pankartı', alnında Kelime-i Tevhid' bandajı ve yanaklarında Mısır bayrağını sembolize eden boyaların yer aldığı bebeğin verdiği poz günün fotoğrafı olmayı haketti.

22 Ağustos 2013 Perşembe

Muhammed El Biltaci'nin şehit kızı Esma'ya mektubu..Ve Taif Duasıyla Sen'den istiyoruz Allah'ım



Esma'ya babasından son mektup, ağlayarak okudum.. Allah sabır versin çok zor...
İŞTE O MEKTUP
"Sevgili kızım ve değerli öğretmenim...
Sana elveda demiyorum bilakis yarın görüşmek üzere. Başı dik tuğyana isyan ederek yaşadın. Tüm engelleri reddederek hürriyete sınırsızca aşık oldun. Bu ümmet, uygarlıkta hak ettiği yeri alabilsin diye onu yeniden diriltmek ve inşa etmek için sessizce yeni ufuklar arıyordun. Akranlarının uğraştığı işlerle meşgul olmadın. Her zaman derslerinde birinci olmana rağmen öğrenmeye olan açlığın dinmedi.
Bu kısa hayatta sohbetine doyamadım. Vaktim, mutlu olacak ve eğlenecek kadar geniş değildi. Rabiatul Adeviyye'de son kez bir araya geldiğimizde, "Sen bizimle olduğunda bile bizden ayrısın" diyerek bana olan sitemini dile getirmiştin. Ben de sana, "Bu hayat birbirimize doyacak kadar geniş değil. Birbirimize doyalım diye Allah'tan cennetinde bize bu sohbeti vermesini temenni ediyorum" demiştim.
RÜYAMDA GELİNLİKLER İÇİNDE GÖRDÜM
Sen şehit olmadan iki gün önce seni rüyamda gelinlikler içinde gördüm. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikteydin. Yanıma sessizce oturduğunda sana, "Bu gece senin düğün gecen mi" diye sordum. Sen de "Düğünüm akşam vakitlerinde değil öğlen olacak" demiştin. Çarşamba günü, öğlen vakti şehit olduğun haberi bana ulaştığında, senin rüyamda bana ne demek istediğini anlamış oldum. Allah'tan seni şehit olarak kabul etmesini niyaz ettim. Ve şehadetin, bizim haklı olduğumuzu ve düşmanımızın da batılın ta kendisi olduğu inancımızı pekiştirdi.
Son vedanda yanında olamamam, son bir kez seni görememem, alnına son bir öpücük konduramamam ve senin cenaze namazını kıldırma şerefine nail olamamam beni derinden üzdü. Beni bunları yapmaktan alıkoyan, ölümden veya karanlık hücerelerden korku değil, uğruna canını verdiğin davayı (devrimin hedeflerine ulaşması) sürdürebilmekti.
ZALİMLERE KARŞI BAŞIN DİK
Zalimlere karşı başın dik (göğsünü gere gere) direnirken gaddar kurşunlar göğsüne saplandı ve ruhun yüceldi. Ne kadar güzel bir azmin ve terbiye edilmiş bir nefsin vardı. İnanıyorum ki, sen Allah'a verdiğin söze sadakat gösterdin, Allah da sana verdiği söze... Öyle ki, şehadet şerefini bize değil de sana bahşetti.
ELVEDA DEMİYORUM
Son olarak, sevgili kızım ve değerli öğretmenim...
Sana elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere.. Buluşmamız, yakında peygamber ve ashabıyla birlikte Havz-ı Kevser'de olacak. Sonsuz kudret ve hükümranlık sahibi Allah'a yakın, O'nun nezdinde değerli ve şerefli bir konumda. Ayrılmamak üzere, birbirimize doyma temennilerimizin gerçekleşeceği bir buluşma..."




Başbakan Erdoğan canlı yayında gözyaşlarına boğuldu samanyoluhaber.com
Rabb'im bir an önce savaşlar bitsin ne olur ümmeti Muhammed helak oldu bir kurtuluş nasip eyle hayırlısıyla..

Allah Razı olsun Esma ve Onun gibi imanıyla zirveleşenlerden.. mekanları sekiz cennet olsun..

Rabb'im bizlere de böyle ağır imtihanlar verme.. Ne olur merhametine şu an çok ihtiyacımız var.. Taif'te sevgili peygamberimizin yaptığı duayı bugünkü sıkıntımıza göre dua ediyorum kabul eyle..

Allah’ım !Kuvvetimizin tükendiğimizi Sana arz ediyoruz.
Gücümüzün azaldığını,
İnsanların gözünde küçük düştüğümüzü Sana şikayet ediyoruz.

Ey Merhametlilerin En Merhametlisi !
Sensin ezilmişlerin Rabbi !
Sensin bizim Rabbimiz !
Bizi kimlerin eline bıraktın?
Bize gaddarlık yapan yabancıların eline mi?
Yoksa, davamızı ipotek edecek bir düşmana mı?
Eğer Sen bize gücenmedinse,
kesinlikle bunlara aldırmıyoruz.
Lakin iyiliğin bizi rahatlatacaktır.
Senin nuruna sığınırız;
karanlıkları aydınlatan nuruna,
dünya ve ahiretimizi kurtaracak nuruna…

Gelecek gazabın, bize ulaşacak öfkenden
kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyoruz.
Sana sığındık, yeter ki razı ol.
Güç ve kuvvet Sendendir,
yalnız Senden.


Allah'ım bu duayı sevgili peygamberim (sav) gibi ümmetin kalbiyle ve dualarıyla istiyoruz ne olur bizleri boş çevirme kabul et Ya Rabbi!

21 Ağustos 2013 Çarşamba

İsra 110 ayeti kerimenin sebebi nuzul


3- Meymun b. Mihran da şunu rivayet etmiştir:

"Rasulullah (s.a.v.) kendisine vahyolunan sûrelerin başına “Bismikallahumme: Allah’ım senin isminle” diye yazdırıyordu. Nihayet şu: “Muhakkak ki O, Süleyman’dandır. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyladır.” (Neml: 27/31) nazil olunca bundan sonra “Bismillahi’r-rahmani’r-rahiim” diye yazdırdı. Bunun üzerine Arab müşrikleri:

"Şu "Rahim" kelimesini biliyoruz. Ya bu "Rahman" kelimesi nereden çıktı?" dediler. Allah Teala da bu âyeti indirdi."[1]


قُلِ ادْعُوا اللَّهَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمَٰنَ ۖ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَىٰ ۚ وَلَا
تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَٰلِكَ سَبِيلً


De ki: “(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur.” Namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut.


[1] Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 246. Vahidî, age. s. 207. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/580. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/170.

İsra 110.ayet-i kerime sebebi nuzul kısaca



2- İbnu Abbas'tan (r.a.) İbnu Merduyeh ve başkası anlattı:

“Rasûlullah, Mekke'de bir gün dua etti. Duasında:

“Ya Allah, Ya Rahman” buyurdu. Müşrikler:

“Şu Sâbiîye bakın. Bizi iki ilâh'a duadan men ediyor, kendisi iki ilâh'a dua ediyor.” dediler. Allahü Teâlâ, İsra: 17/110 âyetini indirdi.”[1]

قُلِ ادْعُوا اللَّهَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمَٰنَ ۖ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَىٰ ۚ وَلَا
تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَٰلِكَ سَبِيلً

De ki: “(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur.” Namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut.


[1] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/428. Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 1,239. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/580.

20 Ağustos 2013 Salı

Sultan II. Abdülhamid’e darbe yapan Jön Türk ve Ittihatçılar kime hizmet ettiler?,ll.Abdulhamid'in Siyonistler ve Masonlarla Mücadelesi..




hilmi kemal
MODERATÖRTartışma - 14 Ağu 2013


Sultan II. Abdülhamid’e darbe yapan Jön Türk ve Ittihatçılar kime hizmet ettiler?

Bu bilgiler tamamen yabancı kaynaklardan elde edilmiştir.

Bu konuda Webster’in kitabında şunlar yazmaktadır:

“Jön Türk hareketi, Italyan Meşriki azamının direktifi altındaki Selanik Mason locaları tarafından başlatılmıştır ve aynı makam daha sonra M. Kemal’in başarıya ulaşmasında da yardımcı olmuştur. Dahası, Mason sisteminin beşiği olan Ortadoğuya yaklaşıldıkça yalnız Yahudiler’in değil, locaları yöneten diğer Sami ırkların etkisinin de arttığını görmekteyiz.”[1]

Friedrich Wichtl ise, 1900 yıllarında Fransız Maşriki azamının Abdülhamid’in devrilmesi gerektiğine karar verip, gelişmekte olan Jön Türk hareketini bu yöne çevirdiğini yazmaktadır.[2]

Bir başka yazar, “kesin olarak söyleyebiliriz ki, Türk Ihtilali, hemen hemen tümüyle bir Mason-Musevi komplosudur.” der.[3]

R. W. Seton – Watson gibi Ortadoğu konusunda çok önemli bir otorite bu konuda şunları kaydetmektedir:

“Hareketin asıl beyinleri Yahudi ya da Yahudi-müslümanlardı (Sabetayistler.)” Selanik’in zengin dönmelerinden ve Yahudileri’nden, Viyana, Budapeşte, Berlin (ve giderek belki de Paris ve Londra’nın) uluslararası kapitalistlerinden mali yardım görmekteydiler.”[4]

Macedonia Risorta’nın Üstad-ı Azamı olan ve Jön Türkler’e Mason localarında toplanmasını öneren Emmanuel Karasu Efendi, daha sonra Ittihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinden biri olmuş, 1909′da Sultan Ikinci Abdülhamid’e tahttan indirildiğini bildirmeye giden heyete katılmış ve mebusluk yapmıştı. Meclis’te, diğer Yahudi mebuslar gibi her şeyden önce Türk olarak davranmaya dikkat etmişti. Türk Yahudilerin geleneksel tutumuydu bu ve anlaşılan Karasu Efendi de o sıralardaki birçok Türk gibi cepleri doldurmayı ihmal etmemişti.[5]

Başka bir kaynakta ise şu bilgiye rastlamaktayız:

“Gençler hareketi, bilhassa Makedonya’daki genç subaylar nezdinde gittikçe kuvvet buluyordu. Gizli teşkilatın başında bulunan Berlin askerî ateşesi Enver Bey ve kaymakam Niyazi Bey, 1876 yılında Midhat Paşa tarafından hazırlatılan Kanun-i Esasî’nin iadesini ilk hedef edinmişlerdir. Ittihad ve Terakki adlı cemi­yeti, başta Selanikli zenginler, bilhassa Dönmeler, para ile destekliyorlardı.”[6]

----- ----- ----- ----- -----
KAYNAKLAR:
----- ----- ----- ----- -----
[1] Nesta H. Webster, Secret Societies and Subversive Movements (Gizli Cemiyetler ve Yeraltı Faaliyetleri), Londra, Boswell 1928, sayfa 284.

[2] Friedrich Wichtl, Weltfreimaurerei, Weltrevolution, Weltrepublik, Eine Untersuchung über Ursprung und Endziele des Weltkrieges, (Dünya Masonluğu: Dünya Ihtilali: Dünya Cumhuriyeti: Dünya savaşının kaynağı ve hedefleri üzerine bir araştırma) 2. baskı, J.F. Lehmanns Verlag, Münih 1920 sayfa 105.

[3] The Cause of World Unrest, With an Introduction by the Editor of “The Morning Post”, Londra 1920, sayfa 143. Bu anonim kitap Morning Post gazetesinde yayınlanan bazı makalelerle Nesta Webster’in bazı yazılarını bir araya getiren bir derlemedir. Wichtl’den alınan hayli makale vardır.

[4] R. W. Seton-Watson, The Rise of Nationality in The Balkans, (Balkanlarda Milliyetçilik akımının uyanışı) Londra 1917, Constable, sayfa 134, 135.

[5] Henry Wickham Steed, Through Thirty Years 1892 – 1922, Garden City, N. Y. 1925, cild 1, sayfa 375, 376.

[6] Lazslo Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1971, sayfa 252.

Osmanlı'da 6 ay kasap 6 ay bahçıvan




Osmanlı'da kasaplık sürekli hayvan kesme ve et parçalama üzerine olduğu için merhametleri azalabilir diye devlet, altı ayda bir kasapları izne çıkarır ve onların bahçıvanlıkla meşgul olmasını sağlar, böylece kaybettiği insani duyguları yeniden kazanırlar.

Ne güzel düşünülmüş...

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Rabiatul Adeviyye Camisi'nde yanmayan kur'an ayetlerinin meali çok manidar değil mi?




Emine Kaya

İLGİNÇ GERÇEKLER  -  Dün 10:56
Mısır guvenlik güçlerince yakılan Rabiatul Adeviyye Camisi'nde Kur'an-ı Kerim, tefsir ve Kitapları da kül Oldu. İşte Yanan Bir Kitaptan Geriye Bakın hangi Sûrenin oldugu Sayfa Kaldı.
Feth Suresi o da Gösteriler Boyunca Fetih Suresi Okunmuş Olması .. BURADA ne düşünülmesi gerekir sizce .. Hayırlı cumalar ..

Rabb'm biz kuluz aciziz.. Şanına yakışan affetmektir ne olur cümlemizi affet!!!...

Rabiatul Adeviyye Camisi'nde yanmayan kur'an ayetlerinin meali çok manidar değil mi?
Fetih suresi 3.ayeti kerime meali: Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder.

4. ayet-i kerime meali:İnananların, imanlarını kat kat artırmaları için, kalblerine güven indiren O'dur. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah bilendir, Hakim olandır.

Fetih 5. ayet-i kerime ise:İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş işte budur.

Peygamberimin izinden..

13 Ağustos 2013 Salı

İhsan Şenocak Hocaefendi ve Abdülaziz Bayındır arasında “Teravih bidat mi sünnet mi” konulu münazara yapıldı.





Bayındır'a bir kapak ta İhsan Hocamızdan :))

TVNET ekranlarında İhsan Şenocak Hocaefendi ve Abdülaziz Bayındır arasında “Teravih bidat mi sünnet mi” konulu münazara yapıldı. Aslında İhsan Hoca’nın münazara olarak hazırlandığı toplantıya Bayındır tartışmak, terslemek ve bastırmak amacıyla katılmış gibiydi.

Münazarada bir iddia ortaya atılıyorsa muhatabı tarafından çürütülmesi veya karşı delillerin ortaya konulması icap eder. Bayındır ne bir delil ortaya koyabildi, ne de İhsan Hocaefendi’nin delillerini çürütecek ilmi bir yaklaşım sergileyebildi.

Bayındır’ın en dikkat çeken yönü ise İhsan Hoca’nın sakinliği ve sıraladığı deliller karşısında afallamasıydı. Adeta renkten renge giren Bayındır, kimi zaman öfkelendi, İhsan Hoca’ya sesini yükseltti, kimi zamanda sesi anormal bir şekilde kısıldı. Tam bir yenilgi psikolojisi içerisindeydi.

Cevap veremediği zaman “ey millet bakın ne büyük hocanız var, gurur duyun” gibi cümlelerle İhsan Hoca’yı işaret etmesi ise tam bir komediydi. Münazarayı(!) izleyenler Bayındır’ın bu hallerine gerçekten çok şaşırdı.

Bayındır’ın tek delili(!) Hazreti Ömer (Radıyallahu anh)ın teravih için büyük bir cemaat şeklinde bir bütün olarak kılınmasına “bid’at” demesiydi. Ancak Bayındır’ın arapça lügattan ve Hazreti Ömer’in o sözünde bid’atin ne amaçla kullanıldığını bilmemesi ve kendisinden başka bu manada anlayan bir alimi gösterememesi zaten kendi iddiasında boğulmasına sebep oldu.

İhsan Hocaefendi ise her zaman sükunetini, vakarını koruyarak ilmi cevaplar verdi. Bayındır da yanında getirdiği kağıtlara bakarken zaten itiraf etmek zorunda kaldı: “Ben hafız değilim, ben cahilim, ben aklımda tutamam”

Daha iki hadisi bile aklında tutamayan adam işte kalkıp binlerce hadisi ravilerinin hayatları ile bilen Hadis alimlerine ve müctehidlere laf atabiliyor, onları küçük görebiliyor…

Ayrıca önündeki bilgisayarın ekranından bir şey bulmuş gibi yönelmesi sanki devamlı yeni mesaj geliyormuş gibi bir izlenim oluşturdu. Canlı yayın olması nedeniyle internete bağlı olan bilgisayara birileri mesaj mı atıyordu? neden olmasın ki….

Bize kalsa bu adamla tartışmak gerçekten vakit israfıdır… İhsan Hocaefendi’den Allahu Teala razı olsun. Eline diline zihnine güç kuvvetler “ihsan” eylesin..

Medresede okuyan küçük kızın en büyük hayali: ÇARŞAF




Medresede okuyan küçük kızın en büyük hayali: ÇARŞAF

Medresede okuyan küçük bir kızımızın çizdiği resim.. Hayallerine yansıyan çarşaf… MaşaAllah.

Yavuz Sultan Selim Han diye şah İsmail'in resmi ile kandırdılar..



hilmi kemal
MODERATÖRTartışma - 11 Ağu 2013


Yavuz Sultan Selim Han tahta kaşıkla, tahta kapta yemek yiyen, süslü püslü elbiseler sevmeyen bir sultan idi. 19. yy'da çizilmiş süslü ve küpeli adam tablosunu, bize Sultan Selim diye yutturdular.

Osmanlı'da Çocuk Terbiyesi (Özellikle Batılı Yazarların Dilinden)




hilmi kemal
MODERATÖRTartışma - Dün 16:46


Osmanlı'da Çocuk Terbiyesi (Özellikle Batılı Yazarların Dilinden)

Genç okurlarını tarihleriyle barıştıran Yavuz Bahdıroğlu Osmanlı'nın çocuk terbiyesinde kullandığı yönteme dikkat çekti...

Her sene çocukları bile etkilemeyen bir birinin benzeri nutuklar çekip, tutmadığımız, tutmayacağımız vaatlerde bulunuyoruz.
Ama çocuklarımızı nasıl yetiştirmemiz gerektiği konusunu hâlâ pek fazla düşünmüyoruz...

Bu konuda özgün örneklerimize bakmıyoruz.

Belki de bu yüzden Türkiye’nin insan kaynakları kurumuş vaziyette. Türkiye hemen hiçbir alanda “cevher insan” yetiştiremiyor...

Oysa geçmişimiz, yalnız zaferler açısından değil, insan kaynakları açısından da son derece zengindir...

Şu halde Fatih’ler, Selim’ler, Süleyman’lar, Sinan’lar yetiştirmiş ceddimizin, çocuk eğitimi konusunda, bizimkinden farklı, ama daha iyi metotları vardı...

Daha fazla vakit kaybetmeden bu metodolojinin kaynaklarına ulaşmamız ve güncelleyip çağa taşımamız gerekiyor.

Öncelikle şunu görmek gerekir ki, Osmanlı ailesi ve eğitimi, çocuklara müthiş bir özgüven veriyordu.

Batılı yazarlardan M. de Thevenot, biraz da yadırgayarak bu özgüveni dile getiriyor:

“...Türklerin kusurlarına gelince, son derece azametli, boylu-poslu oldukları için, kendilerini bütün milletlerden üstün tutarlar ve kendilerini yeryüzünün en cesur insanları sayarlar. Dünyayı kendileri için yaratılmış sanırlar. Bundan dolayı da bütün diğer milletleri ve özellikle kendi dinlerinden olmayan Hıristiyan ve Yahudi milletleri toptan küçük görürler.”

Bu yaklaşım, Thevenot’un sandığı gibi “öteki”leri “küçük görmek” değildi elbet, kendini “olduğu gibi” görmekti.

Şimdiki dilde buna “özgüven” diyorlar.

Yani Osmanlı insanı dinine, milliyetine, milletine ve devletine inanıyor, bunlara inandığı için de kendine güveniyordu.

Yılmaz ve yıkılmaz olduğunu düşünüyordu.

Çocuklarını da bu öğreti ile yetiştiriyordu.

Sonuç olarak aile, mektep-muallim ve çevre el ele, Murad, Selim, Süleyman, Sinan gibi “cevher insan”a ulaşıyorlardı.

Bu gerçeği, Batı hayranlarını da etkilemek amacıyla, dilerseniz Avrupalı gezginlerin, yazarların, diplomat ve araştırmacıların eserlerinden aktaralım.

Mesela, “Türkiye Seyahatnâmesi”yle meşhur Du Loir'ın 1650'lerdeki ahlâkımız hakkındaki hükmü şu:

“Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir.”

Bugünkü “siyasi” ve “medeni” hayatımız için aynı şeyi söyleyebilir misiniz?

A. L. Castellan’dan bir tespit:

“Osmanlılar, ihtiyarlara ve çocuklara büyük ilgi gösterirler.”

“Modernleşme-medenileşme” amacıyla “Avrupalılaşma” sendromunun aileden dışlayıp yalnızlaştırdığı “dede” ve “nine”lerin boşluğu hiçbir şekilde dolmuyor...
Çocuklarımız onların yoğun şefkat-sevgi sarmalında yumuşattıkları öğütlerinden ve deneyimlerinden mahrum büyüyor.

Eskiden böyle değilmişiz. Bunu bize Onyedinci Yüzyılda İngiltere’nin İstanbul sefirliğinde bulunan Sir James Porter (ki tam bir İslâm ve Türk düşmanıdır) söylüyor:

“Osmanlılarda çocukların analarıyla babalarına karşı besledikleri hürmet, bilhassa şayan-ı takdirdir. İstanbul’da tabiatın yüzünü kızartacak derecede çığırından çıkmış evlâtlar az görülür...”

Düşünüyorum da, bugün bir yabancı sefirin aynı tarz cümleler kullanmasını pek imkân dâhilinde görmüyorum. Çünkü biz kendi kültür ve medeniyet sisteminden koparılıp boşluğa fırlatılmış bir milletiz.

Sir James Porter’i dinlemeye devam edelim:

“Osmanlılarda anne-baba sevgisi çok kuvvetlidir. Çocuklarda sonsuz bir itaatle birlikte, evlâtlık vazifesiyle alâkadar olabilecek her şeye karşı sarsılmaz bir bağlılık görülür...”

Ne yazık ki, aile dışı bağlarımızdan sonra (komşuluk ilişkisi gibi) aile içi “sarsılmaz bağlılığı” da çoktan kaybettik. “Kuvvetli anne-baba sevgisini” ve “itaat duygusunu” gömdük. “Mürteci” derler korkusuyla arkalarından bir Fatiha bile okuyamıyoruz.

Osmanlı toplumuna hayranlık duygularını dile getiren sadece Sir James Porter değil elbet, pek çok Avrupalı gezgin böyle düşünüyor.

Bunlardan biri de meşhur Fransız yazarlardan Dr. A. Brayer’dir. “Neuf anne'es a Constantinople” isimli eserinde Osmanlı toplumunun sevgi, saygı ve dayanışma ruhundan, yardımseverliğinden, ikramından, çocuklarına düşkünlüklerinden ve insanı minnettar bırakan yardımseverliklerinden uzun uzun söz ettikten sonra işin özüne iniyor ve bütün bu mükemmelliklerin kaynağını açıklıyor:

“Dinin mânen zincirlemiş olduğu hakiki Müslümanlar, ancak onun kendilerine çizmiş olduğu daire dahilinde hareket ediyorlar...”

Osmanlı toplumunda gözlemlediği iyilikleri, özellikle de aile-çocuk ilişkilerini övüp kendi toplumuna bu konularda Osmanlıları örnek gösterdikten sonra, olumlu davranışların temeline inen Fransız yazar Dr. Brayer’in şu tespitiyle dünkü yazımızı noktalamıştık:

“Dinin mânen zincirlemiş olduğu hakiki Müslümanlar, ancak onun kendilerine çizmiş olduğu daire dahilinde hareket ediyorlar…”

Kimi aydınlarımızın bir türlü gelmek istemediği bu noktaya bir yabancı gezginin üstelik 18. asırda gelmiş olması ilginç ve düşündürücüdür.

Brayer, Osmanlı toplumunu yücelten esrarı keşfetmiş ve çekinmeden kitabına geçirmiştir. Şöyle devam ediyor:

“O su bentlerini, yol boylarıyla gezinti yerlerinde rastlanan sayısız çeşmelerle sebilleri, yolcuları barındırıp dinlendirmek ve yiyeceklerini temin etmek için yapılan o hamamlı, çok odalı ve etrafları sıra sıra dükkânlı hanları kuran da o ruhtur…”
“Hangi ruh” sorusuna, Dr. Brayer şu cevabı veriyor:

“Kur’ân’ın mü’minleri teshir eden (adeta esir alan) ruhu!..”

Dr. Brayer, Osmanlı’nın ruhu çalınmış torunlarını görse acaba şimdi neler söylerdi?

Brayer, eski aile hayatımıza da bakıyor:

“Birtakım menfaat kaygıları, eğlence düşkünlükleri, çok defa kadınların da iştirak ettiği ticarî muamele gaileleri (çalışan kadın sendromu), hasılı başka memleketlerin her şeyleri, kadınların çocuklarına karşı şefkatlerini azalttığı halde; Osmanlı’nın aile hayatı, bilakis bütün bu hislerin bir merkezde toplanıp artmasını temin etmektedir.”

Şerhe, izaha, yoruma gerek var mı?..

İşin özü ve özeti şu ki, Osmanlı ailesi çocuk yetiştirmek üzere kurumlaşmıştı…
Çünkü bir topluma verilebilecek en mükemmel armağan “iyi” bir çocuktur.
Ceddimiz dengelerini buna göre oturtmuş, buna göre kendini geliştirmiş, aileyi ve eğitim kurumlarını buna göre oluşturmuştu.

Şimdiki Avrupaî aile yapımızda ise anne de çalışıyor, baba da. Nineler ve dedeler zaten aile dışına çıkarılmış. Bu durumda çocuklar ya sokağa emanet, ya da (daha iyi bir ihtimalle) kreşlere…

Dr. Brayer, Osmanlı aile hayatına temas ederken, bilhassa yetişkin çocukların anne-babaları ile birlikte oturmaktan derin bir haz duyduklarını belirterek diyor ki:

“Çocuklar yetişip adam oldukları zaman, (Osmanlı toplumunda) analarıyla babalarını yanlarında bulundurmakla iftihar ettikleri ve küçükken onlardan gördükleri şefkate mukabele etmekle bahtiyar oldukları halde…”

Ve, geçiyor kendi toplumunu (âdeta şimdiki yapımızı) tenkide:

“Başka memleketlerde çok defa çocuklar, olgunluk çağına girer girmez (ekonomik özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz) analarıyla babalarından ayrılmakta, ekonomik menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe tartışmakta, hatta bazan kendileri refah içinde yaşadıkları halde anne-babalarını sefalete yakın bir hayat içinde bırakmakta, zavallılara karşı âdeta yabancılaşmaktadırlar…”

Biz de Avrupalılaştık ya, şimdi aynı durumdayız… Aynı sıkıntıları, aynı hasreti çekiyoruz… İşin tuhafı Avrupa aile kurumunu bozmanın faturasına toplumun dayanamadığını görmüş ve aile kurumunu sağlamlaştırma arayışlarına yönelmiştir…

Biz ise eloğlunun döndüğü yolda doludizgin ilerliyoruz.

A. Ubicini yazıyor:

“…Çocuklarını bundan daha fazla sevgi, özen ve şefkat içinde yaşatan bir memleket bilmiyorum. İşin garibi, bütün bu şefkatle ihtimamın annelerden çok babalarda derinleşmiş olmasıdır. Cuma günleri (Cuma Osmanlı’da tatil günüdür) veya bir bayram günü, Osmanlı Türkü’nün, çocuğunun elinden tutup sokakta gezdirmesi, adımlarını çocuğun adımlarına göre ayarlaması, çocuğun yorulduğunu görünce omzuna alması veya bir aralık dinlendiği kahve peykesinde yanına oturtup en derin şefkatle konuşarak çocuğun bütün hareketlerini dikkatle takip etmesi görülecek şeydir.”

Bundan da anlaşılacağı gibi, Osmanlılar, hayatın tümünü çocuklarıyla paylaşırlardı. Şimdi ancak zaman kırıntılarını paylaşabiliyoruz.

Ne yapmamız gerektiğini yine bir yabancı, Avusturya Başvekili Prens Metternih, hemen hemen aynı tarihlerde, Tanzimat dönemi (1840’lı yıllar) yöneticilerine yazdığı mektupta söylüyor:

“Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza âdet ve maişet tarzınıza uymayan kanunları alıp iktibas etmeyiniz. Zira Garp kanunları, hükûmetinizin temelini teşkil eden kanunların dayanağı bulunan usul ve kaidelere asla benzemeyen kaideler üzerine kurulmuştur. Garp medeniyetine esas olan şey, Hıristiyan kanunlarıdır… Siz Türk kalınız. Lâkin mademki Türk kalacaksınız, İslâmiyet'e yapışınız…”

Başka söze ne hacet?

Yavuz Bahadıroğu
vakit

Araplar ve diğer Müslümanlar, I. Dünya Savaşı’nda bizi sattı mı?




hilmi kemal
MODERATÖRTartışma - 11 Ağu 2013


Hayır vurmadı!

Buna rağmen Başöğretmenim Hikmet Bey sık sık şunu tekrarlardı: “Araplar ve diğer Müslümanlar, I. Dünya Savaşı’nda bizi sattı...”
Sözlerini de şöyle bitirdi: “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.”

Gerçek şu ki, Osmanlı’ya karşı toptan bir Arap ayaklanması yoktur. Sadece Mekke Şerifi Hüseyin’in önderliğinde (İngilizler ona Arap imparatorluğu sözü vermişlerdi), birkaç bedevi kabile ayaklanmış, tanınmış Arap kabilelerinin çoğu Osmanlılık ve Müslümanlık bağıyla Hilâfet’e bağlı kalmıştır.

I. Dünya Savaşı’nda Mekke Şerifi Hüseyin “Arap imparatorluğu” vaad eden İngilizlerle anlaşmış Osmanlı’ya karşı isyan etmiş, bir bakıma arkadan vurmuştur.

Ancak Şerif Hüseyin tüm Arapların temsilcisi değildir. O bir istisnadır.
Mesela Filistin’de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da Türk kuvvetlerini “arkadan vuran” herhangi bir olay olmamıştır.

Arapların ezici çoğunluğu, İstanbul’a yani Osmanlı’ya sadık kalmıştır...
Arabistan Yarımadası’nın Hicaz bölümünden Akabe’ye kadar olan ‘cephe gerisi’ dışında, Arapların Türkleri arkadan vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur.

Araplara söylenenler ise bunun tam tersiydi: “Türkler sizi yüzyıllar boyu sömürdü” diyorlardı.

Hâlbuki ikisi de doğru değil: Ne Araplar Türkleri arkadan vurdu, ne Türkler Arapları sömürdü. Bu sadece bir İngiliz propagandasıdır.
İngilizler petrol yataklarına hâkim olmak için hazırladıkları plânın gereği olarak Osmanlı Devleti’ni parçalamak istiyorlardı. Bunun için de Arapları ayaklandırmaları gerekiyordu. Şerif Hüseyin’i plânlarının piyonu olarak kullandılar.

Sözün burasında bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum: Araplar arasında ayrılıkçı milliyetçiliği Müslüman Araplar değil, Hıristiyan Araplar başlatmıştır.

Müslüman Arapların çoğu “Osmanlı hükümdarlarını yabancı bir sömürgeci güç olarak değil, sadece Arap kökeninden olmayan, iktidarda bir hanedan olarak görüyorlardı ve Osmanlı Devleti ve hanedanı Müslüman kaldıkça ve Arapların hayat tarzına saygılı oldukça, özlemlerini yerine getirmeye söz verdikçe ve onları Avrupa işgaline karşı korudukça, itaat etmekten geri kalmıyorlardı.” (Prof. Dr. Kemal Karpat).

Gerçek bu merkezde olmasına rağmen, Avrupa’nın büyük emperyalist ülkeleri, Papalık ve enternasyonal Siyonizm’in çabalarıyla etkili bir karalama kampanyası açıldı ve maalesef başarıya ulaştı.
Araplar hafızamızda “hain” olarak, biz Arapların hafızasında “emperyalist” olarak damgalandık. Bu kara damga zamanla etkisini artırdı: İngiliz siyasetinin kendilerine “ikram” ettiği bölgelerde, kimi “kral”, kimi “emir”, kimi “sultan”, kimi de “başkan” unvanlarıyla hüküm süren diktatörlerle buna paralel olarak Türkiye’de hüküm süren “Şeflik rejimi”, kendi menfaatleri ekseninde Türk-Arap düşmanlığını körüklediler...

Sonunda iş Sayın Başbakan’ın yakındığı noktaya geldi: Kimi bilinçli, kimi bilinçsiz, köpeklerine “Arap” ismi veren Türkler türedi...
“Ne Arab’ın yüzü ne Şam’ın şekeri”, “Arap saçı gibi karışık”, “Yalanım varsa Arap olayım”, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” şeklindeki sözler de aynı düşüncenin mirasıdır.

Daha da ileri gidilip Türk-Arap düşmanlığı karşılıklı olarak ders kitaplarına işlendi.

Yavuz Bahadıroğlu - Yeni Akit


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı