Peygamberimin İzinden
GÖNÜL SOHBETLERİTartışma - Dün 17:11
ALLAH KATINDA MAKBUL OLAN KULLUK
Dilimizde bir deyim vardır: “Ne ekersen onu biçersin.” İnsanoğlu, bu dünyada bir çiftçi gibidir. Ömrü de tarlasıdır. Büyüklerimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Dünya hayatı sonbahara benzer. Yani toprağa tohum atma zamanı, ekim zamanıdır. Eğer sonbaharda tohum atmazsanız, ilkbaharda ekininiz yeşermez, yazın da ürün elde edemezsiniz. Öncelikle tohum atmak gerekiyor. Bu tohumu atarken de Allah’ın rızasına niyet etmek lazımdır. Eğer niyet sağlam olmazsa, amellerin karşılığı olmaz.”
Nasıl ki çiftçiliğin bir usulü, sistemi vardır; kulluğun da bir adabı usulü vardır. Çiftçi yanlış zamanda eker, yanlış usulleri uygularsa, mahsul alamaz. Aynı şekilde, kul da amel eder, çalışır çabalar fakat usulüne uygun yapmaz, gereken şartları yerine getirmezse kulluğu boşa gider.
Bu dünyada ektiklerimizin boşa gitmemesi için bazı şartları yerine getirmemiz gerekiyor. Nitekim Cenab-ı Mevlâ kurban ibadetinden hareketle müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor:
“Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin O’nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve ibadettir.” (Hacc, 37)
Yine buyurmuştur:
“De ki: Göğüslerinizin içinde olanı gizleseniz de, açıklasanız da Allah onu bilir.” (Âl-i İmran, 29)
Her iki ayet-i kerime de niyetin önemine işaret ediyor. Kulun öncelikle niyetini sağlam tutması gerekiyor. Nitekim Efendimiz s.a.v. de buyurmuştur:
“Ameller niyetlere göredir Herkese yalnız niyet ettiğinin karşılığı vardır.” (Buharî; Müslim)
Bir diğer hadis-i şerif de şöyledir:
“Allah sizin bedenlerinize ve dış görünüşlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize ve yaptıklarınıza bakar.” (Müslim; İbn Mâce)
Bunlara benzer ayet ve hadisler çoktur. Bütün bunlardan çıkardığımız ders, kulun sürekli olarak Allah rızasını hedeflemesi, ibadet ve taatini bu doğrultuda yerine getirmesi gerektiğidir. Aslında müslüman kimsenin bütün hayatı, rıza-yı ilahî çevresinde şekillenmelidir. Sadece yaptığımız ibadetler değil, günlük hayatta yaptığımız, yapmadığımız her şey Allah için olmalıdır.
Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in buyurduğu “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, kızmak…” düsturu da işte bu noktaya dikkat çekmektedir.
Niyetten sonra bir diğer şart da takvalı olmaktır. Son asrın büyük alimlerinden Ömer Nasuhi Bilmen rh.a. takvalı olmayı şöyle tarif eder:
“Günlük hayatta herkes kendini takva ehli, zahid, faziletli kimselerden sayabilir. Fakat bu konuda sadece söz yeterli değildir, takvanın bir kısım belirtileri vardır. Kendisinde bu belirtiler bulunmayan insan takva ehli sayılamaz. Özetlemek gerekirse insan, dilini gıybetten, kalbini kötü zandan korumalıdır. İnsan kibirden, gururdan, başkaları ile alay etmekten, onu bunu küçük görmekten çekinmelidir. İnsan, yalan söylemekten, hainlikten, insanları kandırmaktan, kötü bid’atlara yönelmekten sakınmalıdır. Nihayet insan, bütün haramlardan sakınmalı, bütün ilahî emirlere itaat etmeye çalışmalıdır.”
Bu sözlerden de anlaşıldığı üzere takvalı olmak kalp ile dış görünüşün birbirine uyması, kişinin yürüdüğü hedeften bir an bile sapmamasıdır. Nitekim hikmet ehli zatlardan biri bu durumu çok güzel ifade etmiştir:
“Her kim şu yedi şeyin yanında yedi şeyi terk ederse, yaptıklarından fayda görmez:
• Allah Tealâ’nın yasaklarından sakınmadan havf yani korku hali ile yaşamak. Böyle bir kişi, “Ben Allah Tealâ’nın azabından korkuyorum!” der ancak günahlardan sakınmaz. Onun için bu adamın “Ben Allah’tan korkuyorum.” demesinin bir anlamı ve faydası yoktur.
• Devamlı recâ, ümit içerisindedir. Allah Tealâ’nın cennetini ve sevabını ümit eder ancak fiiliyatta hiçbir şey yapmaz. Bu kişi, “Ben ahirette Allah Tealâ’nın bana sevap vereceğini ümit ediyorum.” der, fakat bunu elde edebilmek için hiçbir salih amelde bulunmaz. Bunun söylediklerinin de kendisine hiçbir faydası yoktur.
• Amel etmek için niyet eder ancak niyet ettiği şeye doğru bir yönelme yoktur. Bu kişi kalben ibadet ve hayır işlemeye niyet eder, ancak niyet ettiği şeyi yapmaz. Onun niyetinin de kendisine bir faydası yoktur.
• Dua eder durur, ancak isteklerinin gerçekleşmesi için hiçbir çaba göstermez. Yani, Allah Tealâ’dan kendisini hayırlı işler yapmaya muvaffak kılması için dua eder, fakat duadan gayri hiçbir çabada bulunmaz. Onun yaptığı dua da kendisine bir fayda vermez. Dualarının kabul olunması için gayret göstermesi gerekir.
• Allah Tealâ’ya günahlarından dolayı istiğfar eder, ancak gerçek manada pişmanlık duymaz. Yani bu kimse devamlı “Yâ Rabbi, ben günahlarımın bağışlanmasını diliyorum.” der fakat gerçek manada pişmanlık duyup da günahlardan el etek çekmez. böylece onun yaptığı istiğfarın kendisine bir faydası olmaz.
• Amellerini devamlı açıkta, herkesin içinde yapar, tek başına kaldığında aynı gayreti göstermez. Bu hal riyaya yakındır, bu hali ona fayda vermez.
• İhlâs olmadan amel eder. Yani amel ve ibadetlerini yerine getirmede çok çalışır çabalar, ancak bunu yaparken Allah rızasını gözetmez. Elbette ihlâssız gayretler ona bir fayda sağlamaz.”
Dünya hayatı, bir kulluk mücadelesidir. Bu mücadeleden başarıyla çıkmanın şartı da Allah’a kulluk yapmaktır. İşte “niyet, ihlâs, takva, mücahede” gibi bütün şartlar Allah’a kulluğun olmazsa olmaz özellikleridir. Ömrümüz elimize geçen ilk ve son fırsatımızdır. Bu bilinçle hareket edip, bu fırsatı heba etmeden çalışıp çabalamak en akıl kârı iş olacaktır.
Rabbimizin tevfik ve inayetiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder