Erdal KAYAKIRANHADİSİ ŞERİFLER
-
20:35 Erdal KAYAKIRAN originally shared:
MÜSLÜMANI OLGUNLAŞTIRAN GÜZEL HUYLAR
AYET : ŞUARA SURESİ – 215. AYET
“Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir.” (ŞUARA SURESİ – 215. AYET)
Allah’ın son dini olan İslam, insan hayatını düzenlemek için gönderilmiştir. Bu bakımdan dünya ve ahiret saadetini elde etmek isteyen her Müslüman, yaşayışını, söz ve davranışlarını İslam’a göre düzenlemek mecburiyetindedir. İslam’a göre düzenlenmeyen bir hayatın sonu hüsrandır. Müslüman, söz ve davranışlarına İslam’a göre şekil veren insan olduğu için bu huyların her Müslüman’da bulunması, onun hem insanla hem de Allah katında yücelmesini sağlar. Müslüman’ı olgunlaştıran bu güzel huyları anlatmaya çalışalım:
1-) MÜSLÜMAN YUMUŞAK HUYLUDUR:
Şefkat ve merhamet sahibi olan Allah’ın, kullarında en çok görmeyi istediği güzel huyların başında yumuşaklık gelir. Yumuşaklık, şiddet ve sertlikten kaçınarak söz ve davranışlarda nazik olmaktır. Yumuşaklık, öfkenin zıddıdır. Yumuşak huyluluk, insanı güzelleştiren, yücelten ve diğer insanlarla kaynaştıran ahlakî bir fazilettir. Yumuşaklık yani RIFK, Allah’ın yüce sıfatlarından birisidir. Allah, söz ve davranışlarında yumuşak olanı sever.
İnsanlara tesir etmenin, gönüllere girmenin yolu da yumuşak huyluluktur. Bu bakımdan insanları Allah yoluna davet etmekle görevli olan her Müslüman, yumuşak ve nazik olmaya mecburdur. Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (ÂLİ-İMRAN SURESİ - 159. AYET)
Yine Allah’ın Hz Musa (AS) ile Hz Harun (AS)’a olan emri şöyledir:
“Firavun’a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.” (TÂ-HÂ SURESİ – 43/44. AYETLER)
Demek ki en azgın, en zalim ve en katı insanlara bile yumuşak davranmak, İslamî bir görevdir.
Hz İbrahim (AS) yumuşak huyluluğu sebebiyle Kur’an’da şöyle övülmüştür:
“İbrahim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah’a vermiş biri idi.”
(HUD SURESİ – 75. AYET)
Hz Peygamber (SAV) hadislerinde şöyle buyuruyor:
“Kime yumuşaklıktan nasip verilmişse, hayırdan da nasip verilmiştir. Yumuşaklıktan mahrum kalan kimse ise, hayırdan da mahrum kalmıştır.”
“Yumuşaklık bereket, sertlik kötülüktür.”
“Allah refiktir. Yumuşak olmayı sever. Katılıkla yapılana ve başka işlere vermediği sevabı, yumuşaklıkla yapılan işlere verir.”
“Ateşe kimin haram olduğunu veya kime ateşin haram olduğunu size söyleyeyim mi? Cana yakın, geçimli, yumuşak ve iş bitiren kimselere…”
“Allah, bir ev halkının hayrını murat ettiği zaman, onların arasına yumuşaklık verir de güzel geçinirler.”
“Allah’ım! Beni ilimle zenginleştir, yumuşak huyla süsle, takva ile ikram et, sıhhat ve afiyetle güzelleştir.”
Görülüyor ki, Müslüman’ın temel huyu yumuşak huylu olmaktır. Ancak yumuşaklığı yerinde kullanmak ta dinimizin emridir. Yumuşak huylu olmak, haklarımızı başkalarına çiğnetmek demek değildir. Kötülükler boyun eğmek te değildir. Aksine, haklarımızı korumak, zillete düşmemektir. İntikam peşinde koşmamak, bağışlamasını bilmek ve insanlara fazilet örneği olmaktır. Allah’ın kanunları çiğnendiği, Allah’ın dinine saldırılar yapıldığı, Allah’ın hükümlerinin yok edilmeye çalışıldığı zaman Müslüman’ın hiddetlenmesi, silkinip ayağa kalkması ve saldırılar karşısında aşılmaz bir dağ olması, imanının gereğidir. Bu hiddetleniş, nefsi ve menfaati için değil, yalnız Allah’ın rızası içindir. Öyle olmalıdır ve olacaktır.
2-) MÜSLÜMAN MÜTEVAZIDIR:
Gönlünde iman saltanatını kuran her Müslüman tevazu sahibidir. Tevazu, Müslüman’ı yücelten ve onun hayatını örnekleştiren en güzel huydur. Tevazu, büyüklerde büyüklük anlamındadır. Küçüklerde ise, küçüklüğün alameti de gurur ve kibirdir. Allah, tevazu sahiplerini hep yüceltmiştir. Kibirlenenleri, böbürlenenleri ise hep yerin dibine batırmıştır. Karun, Nemrut, Firavun ve onlar gibiler hep kibirleri sebebiyle perişan olmuşlardır.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Kim Allah için tevazu sahibi olursa, Allah onu yüceltir. Kim de büyüklenirse, Allah onu zelil eder.”
O halde olgunlaşmak isteyen her mümin, mütevazı olacaktır. Zira tevazu, Allah’ın yüceliği karşısında insanın kendi zayıflığını kabul etmesi, sahip olduğu mal, mülk, makam, mevki sebebiyle büyüklenmemesidir.
Tevazuun karşıtı kibirdir, gururdur, kendini diğer insanlardan üstün görmektir. Kendini bilen ve biraz düşünen insanın kibirlenmesi mümkün değildir. Çünkü bu dünyadan nice insanlar gelip geçmiştir. Servetine, güç ve kuvvetine güvenip kibirlenen nice insanlar topraklara serilmiştir. Nice servetler yok olmuş, nice zenginlikler kaybolmuş ve zaman nice zenginlerin belini kırmıştır. Nice koltuk sahipleri koltuklarının altlarından kayıp gidiverdiğini görmüşlerdir. Nice ilim erbabı bildiklerinin yanında bilmediklerinin derya olduğuna şahit olmuşlardır. Öyleyse gururlanmak ve kibirlenmek niyedir?
Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir.” (ŞUARA SURESİ – 215. AYET)
“Rahman’ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) “Selam!” derler (geçerler)” (FURKAN SURESİ – 63. AYET)
“Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol.” (HİCR SURESİ – 88. AYET)
“İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir.” (KASAS SURESİ – 83. AYET)
Hz Peygamber (SAV) de şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz Allah bana mütevazı olmanızı vahyetti. Hiçbir kimse, diğerine karşı öğünüp böbürlenmesin. Hiçbir kimse diğerine zulüm ve azgınlıkta bulunmasın.”
Tevazuun zıddı olan kibirlenmeyi ve büyüklenmeyi yasaklayan bir ayet ve hadis vardır. Bunlardan bir kaçını aktaralım:
“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (İSRA SURESİ – 37. AYET)
“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (LOKMAN SURESİ – 18. AYET)
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.”
“Cehennemlikleri size haber vereyim mi: Onlar katı yürekli, malını hayırdan esirgeyen, kibirli kimseledir.”
Kibir, imanı kemiren, insanı küçülten kötü bir huydur. Allah’ın verdiği nimetlerle, Allah’ın kullarına karşı kibirlenmek, nefis ve şeytanın insan tarlasına ektiği nifak tohumlarıdır. Müslüman böyle bir tohumu bünyesinde besleyemez. Yüzü asık, burnu havada, kibir ve gururla insanlara yüksekten bakmak, onları küçük görmek, bir Müslüman’ın özelliği değildir. Şeytan kibri sebebiyle Allah’ın huzurundan kovulmuştur.
Öyleyse İslam’ı bir hayat nizamı olarak yaşamak isteyen Müslüman’ın özelliği- mütevazı olmak olmalıdır. Müslüman, konuşmasında, giyinmesinde, oturup kalkmasında, yemesinde ve içmesinde daima ölçülü ve mütevazı olmalıdır. İnsanlara karşı daima güler yüzlü, tatlı dilli olmak, onlara nazik davranmak Müslüman olmanın gereğidir.
Müslüman o dur ki, zenginleştikçe mütevazılaşır. İlmî seviyesi yükseldikçe tevazuu artar. İslam’dan nasibini tam alamayanlar ise, paraları çoğaldıkça kibirleri çoğalır, tahsilleri arttıkça gururları artar, makam ve rütbeleri yükseldikçe böbürlenmeye giderler. Hâlbuki insanlık ufkunda hak ışıkları mütevazılıkla yakılır. Gönüller âlemine tevazu ile girilir. Allah’ın gönderdiği bütün peygamberler tevazu örneği olmuşlardır.
Hz Peygamber (SAV)’in hayat sayfalarını okuyanlar, Hz Peygamber (SAV)’in hayatının baştanbaşa mütevazılık olduğunu görürler. O (SAV), herkesle kibir ve gösterişten uzak olarak görüşürdü. Zengin-fakir, siyah-beyaz ayrımı yapmaz, herkesin hal ve hatırını sorardı. Bir topluluğa iştirak edince, kendisine hürmeten ayağa kalkmak isteyenlere mani olur, nereyi boş bulursa oraya otururdu. Çocuklarla, fakir ve kimsesizlerle sohbet eder, onlarla bir sofrada yemek yerdi. Öyleyse Hz Peygamber (SAV)’e ümmet olma şerefine eren her Müslüman, mütevazı olmak zorundadır. Tevazu, Müslüman’ın vasfıdır.
3-) MÜSLÜMAN HOŞGÖRÜLÜDÜR:
Müslüman ailesine, çocuklarına, komşularına, Müslümanlara ve bütün insanlığa karşı şahsî konularda hoşgörülü davranandır. Müslüman, bir dava adamıdır. Müslüman’ın davası İslam’dır, İslam’ı tebliğ etmektir. Bu bakımdan Müslüman, insan ruhuna giriş yollarını iyi bilmelidir. Müslüman, şahsi meselelerinde, insanlarla olan ilişkilerinde, sohbetlerinde; onların beşeri zaaflarına, hatalarına ve yanlış tavırlarına karşı daima hoşgörülü davranmalı ve af yolunu seçmelidir. Çünkü Müslüman, eğitici ve öğreticidir. Ancak imanî ve amelî konularda Müslüman’ın hoşgörü hakkı yoktur. Onları eksiksiz bir şekilde tebliğ etmek Müslüman’ın görevidir. Bunu yaparken de geniş kalpli ve kolaylaştırıcı olmalıdır. Allah şöyle buyurur:
“(Rasülüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’RAF SURESİ – 199. AYET)
“Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.” (ŞÛRA SURESİ – 43. AYET)
Ruhları eğitmenin yolu, gönüllere girmekle mümkün olur. İnsanları iterek ve uzaklaştırarak bir yere varılamaz. Hz Peygamber (SAV), hayatı boyunca şahsına yapılan hareketlerden dolayı kimseden intikam almamıştır. Kendisine yıllarca kötü davranan, işkence ve boykot yapan, öldürmek isteyen ve Mekke’den çıkmak zorunda bırakan müşrikleri, Mekke’nin fethinden sonra cezalandırmamış, serbest bırakmış, bağışlamış ve hep onların hidayetini istemiştir.
Hz peygamber (SAV) amcası Ebu Talib’in hidayetini isterken, diğer amcası Allah’ın aslanı Hz Hamza (RA)’ı Uhud’da şehit eden, ciğerlerini söken, uzuvlarını kesen Vahşi’nin de hidayetini istiyordu. Onu İslam’a davet için mektuplar yazdırmıştı. Nihayet Vahşi İslam’a girmiş ve Hz Peygamber (SAV)’e biat etmişti.
Yine Ebu Cehil’in İkrime, İslam’a düşmanlığıyla ün salmıştı. Hz Peygamber (SAV)’in yoluna diken döşenecekse, o hep vardı, başına toprak saçılacaksa yine o vardı. İşte Hz Peygamber (SAV) böyle bir adamın da hidayetini istiyor ve bunda ısrar ediyordu. Nihayet o da Allah’ın lütfuyla Müslüman olmuştu. İkrime (RA), Yermük savaşında şehit oldu.
Öyleyse Müslüman’ın temel özelliği, düşmanlığa düşmanlıkla cevap vermek değil, onların da gönlüne girmektir. Gönüllere girmenin yolu da hoşgörülü olmaktır.
4-) MÜSLÜMAN DİLİNE SAHİPTİR:
Allah’ın insanlara verdiği sayısız nimetlerden biri de dildir. Dil, Kur’an okumak, Allah’a zikir ve duada bulunmak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, hayır söylemek, dünya ve ahiret için faydalı söz söylemek, insanlarla anlaşmak üzere verilmiştir. Dil, Allah’ın emrettiği şekilde kullanılırsa insanı saadete götürür. Nefsin ve şeytanın arzu ettiği şekilde kullanılırsa felakete götürür. Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İSRA SURESİ – 36. AYET)
“And olsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (KAF SURESİ – 16/18. AYETLER)
“Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (MÜMİNUN SURESİ – 3. AYET)
Öyleyse diline sahip çıkmak, onu dünya ve ahirete yarayan işlerde kullanmak, kötü söz söylememek, boş sözlerden uzak durmak her Müslüman’ın imanî bir görevidir. Müslüman, diline sahip çıkan insandır.
Hz Peygamber (SAV), Müslüman’ı şöyle tarif eder:
“Müslüman, elinden ve dilinden diğer insanların salim olduğu insandır.”
Dile sahip olanın anahtarı; az konuşmak, çok dinlemektir. Konuştuğu zaman da hayrı söylemektir. Sözünün hayırlı olup olmadığını kestiremeyen kişiye susmak düşer.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin ya da sussun.”
“Her kim dilini ve tenasül uzvunu şerden korumayı bana temin ederse, ben de ona cenneti tekeffül ederim.”
“Bir insan düşünmeden bir söz söyleyiverir ki, o yüzden cehennemin şark ile garp arasındaki mesafeden daha uzak bir yerine düşer.”
“Âdemoğlu sabahladığı zaman uzuvları lisana baş eğerler ve derler ki: “Aramızda Allah’tan kork. Biz ancak senden sadır olacak şeylerle cezalandırılırız. Sana tabiyiz. Eğer sen doğru olursa, biz de doğru oluruz. Eğer eğrilir, itidalden ayrılırsa, biz de öyle oluruz.”
O halde Müslüman, dilini şu beş husustan koruyacaktır:
A-) MÜSLÜMAN, DİLİNİ YALANDAN KORUYACAKTIR: Yalan, büyük bir günah ve çirkin bir sözdür. Müslüman, dilini yalan için kullanamaz. Allah şöyle emrediyor:
“Durum böyle. Her kim, Allah'ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size okunanların dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. O halde, pislikten, putlardan sakının; yalan sözden sakının.” (HACC SURESİ – 30. AYET)
Hz Peygamber (SAV) de şöyle buyuruyor:
“Yalan kötülüğe, kötülük te cehenneme götürür. İnsan yalancılık yapa yapa Allah katında yalancılar defterine yazılır.”
Hz Peygamber (SAV) gördüğü rüyaları Ashabına anlatırdı. Semûre b. Cündüp (RA) rivayetinde, Hz Peygamber (SAV),rüyasını şöyle anlatıyor:
“Dün gece rüyamda yanıma iki melek geldi ve bana yürü yürü dediler. Yürüdük, sırt üstü yatan bir adamın yanına geldik. Başucunda demirden yapılmış bir kanca ile başka bir adam duruyor ve Yatan adamın yüzünün bir tarafına gelip kancayla ağzının, burnunun ve gözünün bir kısmını ta kafasına kadar yarıyor, sonra yüzünün öbür tarafına dönüp orasını da bu şekilde tahrip ediyordu. Bu arada, bir tarafını tahrip edinceye kadar, daha önce tahrip edilen taraf iyi olup eski halini almış oluyor, sonra dönüp birinci defada yaptığı gibi yine aynı hareketi tekrarlayıp duruyordu. Sordum: “Sübhanallah! Bunlar nedir?” Yanımdaki melekler bana şöyle cevap verdiler: “Bu adam, evinden çıktığı zaman her tarafa ulaşacak yalanlar uyduran kimsedir. Bu kişi, kıyamet gününde böyle azap görecektir.”
O halde Müslüman, neticesi bu kadar korkunç olan yalandan kendisini koruyacaktır. Ancak dinimiz, cemiyetin ahengini korumak için bazen zaruret miktarı yalan söylemeye izin vermiştir. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“İnsanlar arasını ıslah için, diğerine hayırlı söz ulaştıran veya hayırlı söz söyleyen yalancı sayılmaz.”
Yalanın caiz olduğu yerleri Hz Peygamber (SAV) şöyle beyan buyuruyor:
“Harpte, insanların arasını ıslah hususunda, kadının kocasına, kocanın da karısına aile düzenliği için yalan söylemesi caizdir.”
B-) MÜSLÜMAN, DİLİNİ GIYBETTEN KORUYACAKTIR: Müslüman, büyük dava insanıdır, eşsiz bir şahsiyete sahiptir. İslamî bir şahsiyete bürünmüş bir insanın, gıybetle, dedikodu ile geçirecek vakti yoktur. Gıybet, toplumları sarsan, dostlukları yıkan, insanları birbirine düşüren bir felakettir. Kur’an, gıybeti ölü eti yemeye benzetir:
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (HUCURAT SURESİ – 12. AYET)
Ebu Hüreyre (RA) rivayetinde Peygamberimiz (SAV), şöyle buyuruyor:
“Gıybetin ne olduğunu bilir misiniz?” Ashap: “Allah ve Rasülü daha iyi bilendir.” dediler. Peygamber (SAV):“ Kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır.” buyurdular. Huzurunda olanlar tarafından: “Benim söylediğim şey kardeşimde mevcut olursa, gıybet olur mu? Görüşünüz nedir?” diye soruldu. Peygamberimiz (SAV): “Söylediğin şey onda olursa gıybet yapmış olursun. Şayet söylediğin şey onda bulunmazsa iftira etmiş olursun.” buyurdular.
Hz Peygamber (SAV) başka bir hadislerinde şöyle buyuruyor:
“Miraca çıktığım gece, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir grup kimseye rastladım. Cebrail’e: “Bunlar kimlerdir?” diye sordum. Cebrail (AS): “Bunlar halkın (ölü) etini yiyenler, birbirlerini gıybet edenler ve başkalarının namus ve şerefine dil uzatanlardır.” dedi.”
Öyleyse Müslüman dilini gıybetten ve her türlü kötü sözden koruyacaktır. Şayet gıybet yapmışsa tevbe edip hak sahibinden helallik alacaktır. Ancak azgın, zalim ve fasıkların şerrinden Müslümanları korumak onları anlatmak gıybet sayılmaz.
C-) MÜSLÜMAN, DİLİNİ GÜNAH OLAN SÖZLERDEN DE KORUYACAKTIR:
Dinimizin haram kıldığı çirkin sözleri söylemek ve günah olan işleri anlatmak, Müslümana yakışır bir hal değildir. Edep dışı söyleyen bir dil, Müslüman’ın dili olamaz. Olgun bir mümin, kimseyi zemmetmez (kötülemez), çirkin söz söylemez ve kimseyi yerip hayâsızlık etmez.
D-) MÜSLÜMAN, DİLİNİ BOŞ VE FAZLA KONUŞMAKTAN KORUYACAKTIR:
Şahsiyetli davranmak Müslüman’ın temel özelliğidir. Boş konuşmak Müslüman’ın şahsiyetini yaralayan ve zamanını öldüren bir felakettir. Dinimize göre; Allah’ın kitabı, Hz Peygamber (SAV)’in sünneti, hakkı ve sabrı tavsiye, kötülüğü önleme, dinimize ve dünyamıza yarayan sözler söyleme dışındaki konuşmalar, boş ve fazla konuşmalardır. Dinimizde, boş ve faydasız konuşmaktan sakınanlar övülmüş ve kurtuluşa erecekleri müjdelenmiştir. Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (MÜMİNUN SURESİ – 3. AYET)
Hz Peygamber (SAV) de şöyle buyuruyor:
“Kişinin boş söz ve faydasız işleri terk etmesi, Müslümanlığının güzelliğindendir.”
“İlmiyle amel eden, malının fazlasını infak eden ve sözünün fazlasını tutan kimseye müjdeler olsun.”
Dinimiz söz getirip götürmeyi ve her türlü çekişmeyi haram kılmıştır. Müslüman, dilini Koğuculuk yapmakta kullanamayacağı gibi, kin ve düşmanlığı arttıran çekişme vasıtası olarak ta kullanamaz.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:
“Koğuculuk yapan, söz getirip götüren kimse cennete giremez.”
“İnsanların en şerlisi, ikiyüzlü olanlardır. Bunlar bir tarafa bir yüz, öbür taraf diğer yüzle giderler.”
Öyleyse Müslüman, Allah’ın en büyük nimetlerinden birisi olan dilini kötü ve faydasız şeylerden koruyacaktır.
5-) MÜSLÜMAN, ÖFKESİNİ YENER:
Öfke, bazı söz ve davranışlar karşısında insanın kendisine hâkim olamayıp hiddetlenmesi, kızmasıdır. Bu kızgınlık ve hiddet sebebiyle kalp kırması, kötü söz söylemesi ve bazen işi saldırıya kadar vardırmasıdır. Bu bakımdan İslam, insanı içten içe kemiren ve insanlar arasında huzuru bozan öfkeyi hoş görmemiş ve kötü bir huy olarak zikretmiştir.
Öfke, aklı ve şuuru zayıflatan bir davranıştır. Öfkelenen insan hak ve adaletten ayrılabilir. Hakkın ve adaletin olmadığı bir toplumda ise, huzur, güven ve sevgi olamaz. Öfke, şefkat ve merhamet duygularını öldüren şeytanî bir hareket ve insan için de alevli bir ateştir. Kur’an-ı Kerim öfkeyi yenmeyi, olgun müminlerin özellikleri arasında saymıştır:
“O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (ÂLİ-İMRÂN SURESİ – 134. AYET)
“Onlar, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.” (ŞÛRÂ SURESİ – 37. AYET)
Ebu Hüreyre (RA) şöyle rivayet ediyor:
“Bir adam Hz Peygamber (SAV)’e gelerek şöyle dedi: “Ya Rasülallah, bana nasihat et.” Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Öfkelenme.” Adam isteğini birkaç defa tekrarladı. Hz Peygamber (SAV) her defasında şöyle buyurdu: “Öfkelenme.”
Öfkenin şeytanî bir hareket olduğunu, Hz Peygamber (SAV), şöyle beyan buyuruyor:
“Şüphesiz öfke, şeytanın vesvesesindendir. Şeytan ise, ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak su ile söndürülür. Öyleyse, sizden biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın.”
“Kuvvetli kimse, güreşte başkalarını yenen değildir. Ancak hiddet anında iradesine hâkim olandır.”
“Bir kimse öfkesinin icabını yapmaya muktedir olduğu halde öfkesini yenerse, Allah kıyamet günü halkın gözü önünde onu çağırır, huriler içinden istediğini seçmekte serbest kılar.”
Abdullah b. Mes’ud (RA) şöyle der:
“Sanki Rasülullah (SAV)’i gözümün önünde görür gibiyim: Peygamberlerden birini hikâye ediyordu. Kavmi onu dövüp kana bulamışlardı. O peygamber, eliyle yüzünden kanını siliyor ve: “Allah’ım, kavmimi yarlığa. Zira onlar bilmiyorlar.” Diyordu.”
Görülüyor ki dinimiz, öfkelenmeyi yasaklamıştır. Aynı şekilde münakaşa, alay, kin, kibir, düşmanlık ve dedikodu gibi öfkeyi tahrik eden huyları da yasaklamıştır. Müslüman, bu çirkin huylardan uzak durmalıdır. Öfkeyi teskin etmek, öfkenin zararlarından kurtulmak için hadis-i şeriflerde şunlar tavsiye edilmiştir:
1-) Öfkelenince, EUZU BİLLAHİ MİNEŞ ŞEYTANİR RACİM demek.
2-) Ayakta isek oturmak, oturuyorsak uzanmak.
3-) Abdest almak.
4-) Öfkelenince susmak.
5-) Yer değiştirmek.
Güzel söz, yumuşak davranış, düşmanları dahi dost edebilir. Bu bakımdan öfkelenmemek esastır. Ancak Müslüman, hakkı müdafaa etmek, zulmü önlemek, dinini-imanını korumak hususunda gerekirse öfkelenebilir, yine de İslam’ın izin vermediği söz ve davranışlarda bulunamaz.
Hz Aişe (RA) şöyle diyor:
“Hz Peygamber (SAV), cihat haricinde, ne kadın, ne hizmetçi, hiçbir şeye eliyle vurmadı. Kendisine isabet eden hiçbir şeyden dolayı suçludan intikam almadı. Meğer Allah’ın hürmeti ayakaltında çiğnenmiş olsun. O zaman Allah için ondan intikam alırdı.”
Öyleyse, Allah’ın hükümlerinin çiğnenmesi durumu hariç, öfkeden uzak durmak Müslüman’ın görevidir. Öfkelenmek, kahramanlık değildir, küçülmedir. Haksız öfkenin arkasında nefis ve şeytan vardır.
6-) MÜSLÜMAN, İHLÂS SAHİBİDİR:
İhlâs, yapılan her işi Allah için yapmak ve yapılmayan her şeyi de yine Allah için yapmamaktır. Öyleyse, Müslüman bütün işlerinde ihlâs sahibi olacaktır. İhlâs, peygamberlerin sıfatıdır. Kur’an-ı Kerim peygamberlerin bu özelliğini bazı peygamberlerin şahsında müşahhaslaştırmıştır. Hz Musa (AS) ile ilgili bir ayette Kur’an şöyle buyurur:
“(Rasülüm!) Kitap’ta Musa'yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem rasül, hem de nebî idi.” (MERYEM SURESİ – 51. AYET)
Allah, mümin kullarına ihlâs sahibi olmalarını şöyle emir buyurur:
“(Rasülüm!) Şüphesiz ki Kitab’ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et.” (ZÜMER SURESİ – 2. AYET)
Kulluk insanın bütün hayatını içine alır. Kulluğun hedefi, Allah’ın rızasıdır. Şeytan ancak ihlâs sahibi olan kulları azdıramaz. Kur’an bu gerçeği şöyle haber veriyor:
“İblis: Senin mutlak kudretine and olsun ki, onların hepsini mutlaka azdıracağım.”
“Ancak onlardan ihlâslı kulların hariç” dedi.” (SAD SURESİ – 82/83. AYET)
İbadetlerde ihlâs, ibadetlerin kabulü için şarttır. Allah, gösteriş ve menfaat için yapılan hiçbir ibadeti ve iyiliği kabul etmez. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Yaptığı ibadet ve iyilikleri insanlara duyurup ta övülmesini isteyen kimseyi Allah kıyamet gününde insanların huzurunda rezil eder. Riyakârlık yapanı da kıyamet günü insanlara teşhir eder.”
Müslüman, halis bir niyetle Allah’a ibadet etmekle emrolunmuştur. Bu konuda Kur’an şöyle buyurur:
“De ki: Bana, dini Allah’a halis kılarak O’na kulluk etmem emr olundu.” (ZÜMER SURESİ – 11. AYET)
“De ki: Ben dinimde ihlâs ile ancak Allah’a ibadet ederim.” (ZÜMER SURESİ – 14. AYET)
“Hâlbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.” (BEYYİNE SURESİ – 5. AYET)
Müslümanın ibadetleri, niyetindeki ihlâsı ölçüsünde huzur verir ve cennet meyveleri haline dönüşür. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Ameller niyetlere göredir. Herkesin niyeti ne ise, eline geçecek odur. Kimin hicreti Allah ve Rasülü (SAV)’in rızası için ise, onun hicreti Allah ve Rasülü (SAV)’edir. Kimin hicreti de ulaşacağı dünya nimetlerine veya nikâhlayacağı kadın için ise, onun hicreti de onlardan birinedir.”
Hz Peygamber (SAV) bu hadis-i şerifi, şu olay üzerine ifade buyurmuşlardır: Ümmü Kays adındaki bir kadın sahabe, Mekke’den Medine’ye hicret etmişti. Onu seven ve onunla evlenmek isteyen sahabelerden biri de ona kavuşmak dileğiyle Medine’ye hicret etti. O da bir muhacirdi ama Ümmü Kays’ın muhaciriydi. Allah ve Rasülü (SAV) için değil. Sebep özel olsa da hüküm umumîdir.
Yine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki Allah, iyilik ve kötülükleri takdir edip Levh-i Mahfuz’da yazmıştır. Sonra bunları açıklamıştır. Kim iyi bir iş yapmaya niyet eder de onu yapamazsa, Allah onu tam bir iyilik olarak yazar. Niyet eder ve yaparsa, on mislinden yedi yüz misline kadar, hatta daha fazla sevap yazar. Kim de kötü bir iş yapmaya niyet eder de yapmazsa, tam bir sevap yazar. Eğer niyet ettiği kötülüğü yaparsa, yalnız bir günah yazar.”
“Kıyamet gününde şefaatimden en çok nasip alacak olan kimse, halis bir kalp yahut temiz bir nefis ve ruhla: LA İLAHE İLALLAH diyen kimsedir.”
Öyleyse müslüman, niyet ve amellerinde halis olacaktır. Allah, halis kulların niyet ve ibadetlerini kabul buyurur, onları her türlü kötülüklerden muhafaza eder. Hz Yusuf (AS)’ın ihlâsı sebebiyle muhafaza edildiğini Kur’an şöyle haber verir:
“And olsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı.” (YUSUF SURESİ – 24. AYET)
Öyleyse ihlâsla rabbine yönelen bir Müslüman, rabbini yanında bulur. Bu buluş, Allah’ın lütuf ve merhametinin onunla olmasıdır. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Allah, sizin kalıplarınıza ve suretlerinize değil, kalplerinizdeki niyet ve ihlâsınıza bakar.”
7-) MÜSLÜMAN, ADALET SAHİBİDİR:
Adalet, her şeyi tam olarak yerine getirmek, herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmak demektir. Daha kısa bir ifadeyle, hak sahibine hakkını vermektir. Adalet, Allah’ın emrettiği, sevdiği ve övdüğü yüce bir vasıftır. Adaletin olmadığı bir yerde, huzur ve saadet aramak mümkün değildir. Çünkü fert ve cemiyet hayatında huzurun kaynağı adalettir. Bir milletin yükselmesi, ilerlemesi, kalkınması ve gerçek medeniyete ulaşması da adaletle mümkündür. Millet fertlerini birbirine bağlayan, onları bir disiplin içerisinde tutan, yine adalettir. Fertleri arasında adalet olmayan milletler, maddi bakımdan ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, sıkıntılara düşmekten kurtulamazlar.
Aile fertleri arasında adaletin gözetilmediği bir evde, huzur ve saadetin olması mümkün müdür? Adaletin hâkim olmadığı, çalışanla çalışmayanın ayırt edilmediği, Allah korkusu ve hakikat sevgisinin öğretilmediği bir mektepte, hangi fazilet meyveleri toplanabilir? Devlet ve millet vazifeleri; imanlı, bilgili, ehliyetli, dürüst ve adil kimselere değil de politik hesaplar ve çıkarlar uğruna rüşvetçi, kayırıcı ve adil olmayan kimselere verilirse, böyle bir cemiyette huzur ve güven kalır mı? Hak ve adaleti teslim etmesi gereken adalet müesseseleri, adaletsizlik yapar, suçluyu suçsuz hale getirir, güçlüyü korur, güçsüzü ezerse, böyle bir cemiyette felaketler kol gezmez mi?
Patron, çalıştırdığı işçilerin haklarına riayet etmez, işçi ekmek yediği işin hakkını vermez, memur görevini ihmal eder, adamına göre iş yapar, esnaf ölçü ve tartısına dikkat etmez, karaborsacılık yapar, yazar, kalemini hak ve adalet adına oynatmaz, hasta ilgi görmek için hastanenin yolunu özel muayenehaneden geçerek bulur, krediler, ihaleler, destekler, teşvikler uğruna çıkar dağıtılırsa, böyle bir toplumda adaletin varlığından söz edilebilir mi?
Bunun içindir ki Huzur ve saadet dini olan İslam, bütün işlerimizde adaletli olmayı emretmiş ve adaletle davrananlara büyük müjdeler vermiştir. Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
(NİSA SURESİ – 135. AYET)
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.” (MAİDE SURESİ – 8. AYET)
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (NAHL SURESİ – 90. AYET)
Yüce Allah bu ayette, dünya nizamını sağlayan üç esası emrediyor; üç çirkin davranışı da yasaklıyor. Emrettikleri; adalet, ihsan ve akrabaya yardımdır. Yasakladıkları da; fuhuş, münker ve bağy’dır.
ADALET: Herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmaktır.
İHSAN: İyilik etmek, hayır yapmak ve emredilen şeyi gerektiği gibi yerine getirmektir.
AKRABAYA YARDIM: Yakın ve uzak akrabaya iyilik etmek, onların ihtiyaçlarını karşılamaktır.
FAHŞA: Yalan, iftira, zina gibi kötü söz ve işlerdir.
MÜNKER: Dinin ve aklın fena kabul ettiği işler ve davranışlardır.
BAĞY: İnsanlara karşı üstünlük iddia etmek ve onları zulüm ve baskı altına almaktır.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Ehl-ü iyaline ve idaresi altında olanlara adaletle hükmeden adil kimseler, Allah nezdinde nurdan minberler üzerinde otururlar, yüksek mevkilere çıkarlar.”
“Cennet ehli üç sınıftır:
1-) Adil, sadaka verici ve başarılı hükümdar
2-) Hısım akrabasına ve Müslümanlara karşı yumuşak kalpli ve şefkatli olan bir adam
3-) Ailesi kalabalık olduğu halde harama el uzatmayan, iffetli ve namuslu kimse.”
“Yedi kişi var, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgeler: Adil imam, Allah’a ibadet içinde yetişen genç, Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse, Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için bir araya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi; Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde: “Ben Allah’tan korkarım.” deyip icabet etmeyen kimse; Sağ elinin verdiğini sol eli görmeyecek kadar gizli sadaka veren kimse; Allah’ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse.”
Öyleyse müslüman, adalet sahibi olmak zorundadır. Zira Müslüman, Allah’ın kesin bir adalet günü olduğuna, yaptığı her iş ve hareketin mutlaka hesabının sorulacağını kavrayan insandır. Bunun için Müslüman her zaman ve her yerde Hak’tan yanadır. Çünkü zaman mutlak bir hesaplaşma gününe doğru hızla akmaktadır. Kâr-zarar günü yakındır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.” (ENBİYA SURESİ – 47. AYET)
8-) MÜSLÜMAN, MESULİYET SAHİBİDİR:
İslam, Allah’ın ebediyen devam edecek olan dinidir. O, insan için gelmiştir. İnsana iyiyi, güzeli ve doğruyu göstermek için gönderilmiştir. O, bütün dinler ve sistemler içinde devlet reisinden hizmetliye kadar herkesin sorumluluğunu en ince teferruatına kadar belirleyip ilan eden biricik hayat nizamıdır. Bu bakımdan Müslüman, İslam’ın kendisine verdiği bütün vazifeleri yerine getirmek, hayatının her safhasında mesuliyet duygusunu taşımak zorundadır. Çünkü mesuliyet, dünyada huzur, ahirette saadet getirecek kurtarıcı bir emirdir. Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (TAHRİM SURESİ – 6. AYET)
Müslüman, ayette kendisine verilen görevi yerine getirmek zorundadır. Müslüman’ın bu görevi yerine getirmemesi, kendisine ve emri altındakilere karşı sorumluluğunu idrak edememesi büyük vebaldir.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Allah, herhangi bir kulun idaresi altına başkalarını verir de o kimse idaresi altındakilere karşı vazifelerini yapmadığı için ihanet ederek ölürse, Allah ona cenneti haram kılar.”
“Hepiniz birer idareci çobansınız ve hepiniz idare ettiğiniz şeylerden sorumlusunuz. Hükümdar idareci bir çobandır ve idare ettiği halktan sorumludur. Adam ev halkını idare eden bir çobandır ve idare ettiği o kimselerden sorumludur. Kadın, kocasının evinde idareci bir çobandır ve idare ettiği şeyden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malını koruyan bir çobandır ve idaresi ile memur olduğu şeyden sorumludur. Evet, hepiniz birer idareci çobansınız ve hepiniz idare ettiğiniz şeyden sorumlusunuz.”
RÂÎ; herhangi bir şeyi koruyup kollayan, görüp gözeten anlamındadır. Kendisine emanet edilen sürüyü gütmesi, koruması sebebiyle çobana da bu isim verilir. Görülüyor ki, devlet reisinden hizmetçiye varıncaya kadar her fert, sorumluluk altındadır.
Devlet reisi, milletinin huzur ve güveninden sorumludur.
Baba, ailesinin, çoluk çocuğunun her türlü ihtiyaçlarını karşılamaktan, onlara dinlerini öğretmekten, onları her türlü haramdan korumaktan sorumludur. Baba, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden çoluk çocuğunu korurken özellikle şu hususlara dikkat etmelidir:
1-) Onları küfür ve şirkten korumalıdır.
2-) Kötü arkadaş ve kötü çevreden korumalıdır.
3-) Kötü yayın ve filmlerden korumalıdır.
4-) Haramlardan korumalıdır.
Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır: Büyük mükâfat ise Allah'ın yanındadır.” (TEĞABÜN SURESİ – 15. AYET)
Anne, evinden, evladından sorumludur. Evini her türlü fitne ve kötülükten koruyacaktır. Çocuklarının terbiyesine gereken önemi verecek, onları dürüst ve faziletli birer şahsiyet olarak yetiştirecektir. Onlara güzel örnek olacak, MÜBAREK ANA özelliğini koruyacaktır. Evinin işlerini yapma, kocasının malını ve şerefini koruma hususunda titiz olacaktır.
Evlat, ailesine karşı görevlerini yerine getirmekten sorumludur.
Öğretmen, öğrencisinden sorumludur. Onlara ilmî ve insanî değerleri öğretecektir.
Yazar, okuyucusundan sorumludur. Okuyucusuna hakkı, doğruyu ve güzeli aşılayacaktır. Haysiyetli bir yazar, yazılarında din, vatan, millet ve fazilet düşmanlığı yapamaz.
Memur, işçi, işinden sorumludur. İşinin hakkını verecektir.
Tüccar ve sanatkâr, işinden ve ticaretinden sorumludur. İşine ve ticaretine hile karıştırmayacaktır.
Doktor hastasından, mühendis inşaatından, avukat savunmasından sorumludur. Hastanede ayrı, özel muayenehanesinde ayrı davranan bir doktor, inşaatına gerekli titizliği göstermeyen mühendis, haksız davaları bilerek savunan avukat, sorumluluğunu yerine getirmiyor demektir.
Hizmetçi, efendisinin malını, şerefini korumaktan sorumludur. Kısacası herkes, hayatının bütün safhalarından sorumludur. Sorumluluk, sadece deliler yoktur.
Öyleyse Müslüman, Allah’ın kendisine verdiği her emaneti, İslam ve Kur’an emanetini koruyacak ve büyük bir sorumluluk altında olduğunu bilecektir. El, ayak, göz, kulak ve kalp gibi bütün organlarının yaptıklarından hesap vereceğini bilecektir. Mal, mülk, evlat imtihanı ile karşı karşıya olduğunu unutmayacaktır. Bu konuda Kur’an şöyle buyurmuştur:
“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!” (A’RAF SURESİ – 6. AYET)
9-) MÜSLÜMAN, HERKESİN HAKKINA SAYGILIDIR:
İnsan, bir aile ve toplum içinde yaşama özelliğiyle yaratılmıştır. Başka insanlarla tanışmak, kaynaşmak, yardımlaşmak ve bir arada yaşama, insanın tabii ihtiyacıdır. Yeryüzünü imar etmek, Allah’ın nimetlerinden istifade etmek, neslin devamını sağlamak, tebliğ görevini yapmak, ihtiyaçları karşılamak, toplu halde yaşamaya bağlıdır.
Toplu halde yaşama mecburiyetinde olan insanların birbirlerine karşı pek çok hak ve vazifeleri vardır. Dinimiz, bu hak ve vazifelerin üzerinde titizlikle durmuştur. Bu hak ve vazifeleri Müslüman açısından iki kısımda incelemek mümkündür:
1-) MÜSLÜMAN’IN İNSANLARA KARŞI GÖREVLERİ
2-) MÜSLÜMAN’IN MÜSLÜMANLARA KARŞI GÖREVLERİ
Genel anlamda, insanlar arasındaki bütün münasebetler, “KUL HAKLARI” içinde yer alırlar. Ana-baba hakkı, eş hakkı, akraba hakkı, komşu hakkı, hoca, arkadaş hakkı, cemiyet, millet ve insanlık hakkı…
Yine selam hakkı, nasihat hakkı, ilim hakkı, amir, memur hakkı… Bütün bunlar kul hakları ile ilgili hususlardır. Bunları korumak ve gözetmek her Müslümanın görevidir.
Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun. Allah’ın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (AHKAF SURESİ – 31/32. AYETLER)
Buharî ve Müslim’de şöyle rivayet edilir:
“Hz Peygamber (SAV), Taif seferinde Nahl vadisinde sabah namazı kıldırırken yedi veya dokuz kişiden oluşan cinler grubu, Hz Peygamber (SAV)’in okuduğu Kur’an’ı dinlemeye gelmişlerdi. Kur’an’ı dinleyip kavimlerine döndüklerinde bu ayetleri okumuşlar ve cinler taifesinin Hz Muhammed (SAV)’e uymalarını istemişlerdi. Bu arada Allah’ın bütün günahları değil, bir kısım günahları affedeceğini beyan etmişlerdi. Bu affedilmeyen günahların kul haklarıyla ilgili günahlar olduğu ve hak sahibi razı olmadıkça bunların affedilmeyeceği haber verilmiştir.”
O halde Müslüman, kul haklarına son derece titizlik gösterecektir. Bilerek veya bilmeyerek başkalarının hakkını üzerine geçirmişse, o hakkı ödemek veya helalleşmek suretiyle kendini kurtarmaya çalışacaktır. Kur’an şöyle buyuruyor:
“(Rasülüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İBRAHİM SURESİ – 42. AYET)
Zulüm, haksızlık yapmaktır. Genel anlamda üç çeşit zulüm vardır:
1-) ALLAH’A KARŞI ZULÜM: Küfür, şirk, nifak gibi…
2-) İNSANLARA KARŞI ZULÜM: Başkasının malını haksız almak, şeref ve namusuna dokunmak gibi…
3-) KENDİSİNE KARŞI ZULÜM: Allah’ın kendisine verdiği emanetlere ihanet etmek gibi. İlk iki zulmü işleyen kimse aynı zamanda nefsine de zulmetmiş olur.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Kıyamet günü müminler cehennem üzerine kurulmuş büyük sırattan kurtulduktan sonra, cennetle cehennem arasında ikinci bir köprüde tutuklanırlar. Burada, dünyada aralarında geçen haksızlıktan birbirlerine haklarını vererek hesaplaşırlar. Günahlardan temizlenip arındıkları zaman cennete girmelerine izin verilir.”
Bir diğer hadislerinde de Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Bir kimse ki, kardeşinin haysiyetine yahut malına tecavüzden dolayı üzerinde bir hak bulunursa, altın ve gümüş bulunmayan günden evvel onunla helalleşsin. Aksi takdirde, yaptığı haksızlık nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yükletilir.”
Haksızlık edip te hak sahibine hakkını ödemeden ölen kimseler, ahirette MÜFLİS durumuna düşerler. Bu durumu, Ebu Hüreyre (RA)’ın rivayetinde Hz Peygamber (SAV) şöyle ifade buyuruyor:
Rasülullah (SAV) ashabına: “Müflis kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Ashab: “Bizim aramızda müflis, hiç bir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir.”dediler. Bunun üzerine Rasülullah (SAV) şöyle buyurdu:
“Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Ancak bu ibadetlerin yanında öyle günahlar da işlemiştir ki, kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine zina iftirasında bulunmuştur. Bu durum karşısında, onun ibadetlerden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmıştır. İşte böylece, müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır.”
Öyleyse birbiri için yaşayan, sevgi ve şefkat duygularıyla dolup taşan, huzur ve saadet içinde yaşayan bir toplum meydana getirmek istiyorsak, bunun kul haklarına saygıdan geçtiğini bilmek zorundayız. Dinimiz, kul hakları yanında, daha özel olarak Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarına riayet edilmesini de istemiştir. Bu noktada Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Müslüman’ın müslüman üzerinde altı hakkı vardır:
1-) Karşılaştığın zaman ona selam ver.
2-) Davet edilirsen git.
3-) Nasihat isterse, nasihat et.
4-) Aksırır da Allah’a hamd ederse, sen de ona: “Allah sana merhamet etsin .” de.
5-) Hastalandığında hatırını sor.
6-) Vefatında cenazesini takip et.”
Bu hadise göre, Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından ilki, selam vermektir. Selam, İslam’ın sevgi ve şefkat anahtarıdır. Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağları selamla güçlenir. Selam, en kısa şekliyle: “Es-selamü Aleyküm” diye verilir. “Ve aleyküm selam” diye de alınır. Binek üzerinde olanın yaya olana, yürüyenin oturana, arkadan gelenin önde olana selam vermesi, selamın adabındandır. Çocuklara ve eşlere selam vermek te Hz Peygamber (SAV)’in adetlerindendir.
Müslüman’ların birbirleri üzerindeki haklarından birisi de, davet edildiği zaman davete gitmektir. Davete icabet etmek sünnettir. Düğün, sünnet ve buna benzer davetlere katılmak, kardeşlik bağlarının kuvvetlenmesini sağlayan dinî ve içtimaî bir görevdir. Düğün davetine VELÎME denir ki, âlimlerin bir kısmı buna katılmanın vacip olduğunu söylerler. Zira bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:
“Kim bu davete (Velîme) katılmazsa, Allah ve Rasülü (SAV)’e isyan etmiş olur.”
Ancak Allah’ın ve Rasülü (SAV)’in emirlerine aykırı işlerin yapıldığı, içki gibi haramların işlendiği, Allah’ın unutulduğu, namazın terkine sebep olduğu takdirde, davete katılmak uygun değildir. Öyleyse inançlarımıza ters düşmeyen davetlere katılmak sünnettir.
Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından birisi de nasihat etmek, iyiyi, güzeli ve doğruyu göstermektir. Her Müslüman, İslamî ölçüler içinde birbirine nasihat etmekle görevlidir. Dinî hayatın varlığı, Müslümanların onu yaşamaları ve birbirlerine nasihat etmeleriyle mümkündür. İsteyene nasihat etmek vaciptir. İstemeden vermek ise menduptur. Bu gerçeği Hz Peygamber (SAV) şöyle haber vermiştir:
“Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Din nasihattir.” Ashab-ı Kiram sordular: “Kime?” Hz Peygamber (SAV) şöyle cevap verdi: “Allah’a, Allah’ın kitabına, Peygamberine, Müslümanların reislerine ve bütün Müslümanlara.”
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (ZARİYAT SURESİ – 55. AYET)
Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından birisi de aksıran bir Müslüman ELHAMDÜ LİLLAH derse, YERHAMÜKALLAH yani; Allah sana merhamet etsin diye karşılık vermektir. Bunun üzerine aksıran Müslüman’ın: “YEHDİKÜMÜLLAHU VE YÜSLİHU BÂLEHÜM” Yani: Allah sizi hidayette kılsın ve hatırınızı hoş etsin. Diyerek sünneti tamamlaması icap eder. Hz Peygamber (SAV), bu hususu şöyle açıklar:
“Biriniz aksırdığı vakit, Elhamdü lillah desin. Din kardeşi veya arkadaşı ona Yerhamükallah desin. O da: Allah size hidayet versin ve halinizi ıslah etsin. Desin.”
Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından biri de, hasta ziyaretidir. Hastayı ziyaret etmek, onun hal ve hatırını sormak, ihtiyacı varsa yardım etmek sünnettir. Hastanın tanıdık olması veya olmaması fark etmez. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Her kim bir hastayı dolaşırsa, dönünceye kadar cennet hurmaları arasındadır.”
Hasta ziyaretinde şu hususlara dikkat edilmelidir:
1-) Hastanın şifa bulması için dua edilmelidir.
2-) Hastanın yanında yüksek sesle konuşulmamalıdır.
3-) Hasta, ümitsizliğe sevk edilmemelidir.
4-) Gülmede ve üzülmede aşırıya kaçılmamalıdır.
5-) Hastalık bulaşıcı ise, hastaya hissettirmeden fazla yaklaşılmamalıdır.
6-) Yiyecek götürülmüşse, yemesi için fazla ısrar edilmemelidir.
7-) Ayrılırken moral vermek ve tekrar görüşme dileğinde bulunmak.
Müslümanların karşılıklı haklarından biri de vefat eden Müslümanların cenazelerini takip etmektir. Bu, vefat eden Müslüman kardeşimize karşı son vazifemizdir. Hanefîlere göre, cenazeyi takip etmenin en faziletli şekli, arkasından gitmektir.
O halde, birbiri için yaşayan, sevgi ve şefkat dolu bir cemiyet meydana getirmek istiyorsak, birbirimizin haklarına riayet edelim. Allah’a giden yolda, Hz Peygamber (SAV)’in tavsiyelerine uymak her Müslüman’ın temel görevidir.
10-) MÜSLÜMAN CÖMERTTİR:
Olgun Müslüman’ın özelliklerinden biri de cömertliktir. Müslüman cömerttir, muhtaç ve yoksullara yardım elini uzatandır. Yüce Allah bu konuda Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça “iyi” ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.” (ÂLİ-İMRAN SURESİ – 92. AYET)
“Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.” (BAKARA SURESİ – 274. AYET)
“O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (ÂLİ-İMRAN SURESİ – 134. AYET)
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Kulların geçirdikleri her sabah iki melek iner. Birisi: “Ey Allah’ım, infak edenin malına halef ver, çoğalt”, diğeri de: “Ey Allah’ım, cimrilik edenin malını telef et.” Der.”
“Yarım hurma ile bile olsa cehennemden korunun. Onu da bulamazsanız, güzel bir sözle korunun.”
“İki haslet sahibinden başkasına gıpta edilmez. Biri, Allah’ın kendisine verdiği malı Allah yoluna sarf eden kimse, diğeri de Allah’ın kendisine öğrettiği ilim ve hikmetle hükmeden ve onu başkasına öğreten kimsedir.”
“Cömert kimse Allah’a yakın, cennete yakın, insanlara yakın, cehenneme uzaktır. Cimri kimse ise, Allah’a uzak, cennetten uzak, insanlardan uzak, cehenneme yakındır. Allah yanında cömert bir cahil, cimri bir abidden daha sevgilidir.”
Öyleyse Allah’a ve Rasülü (SAV)’e gönül vermiş her müslüman, cömert olmalıdır. İslam tarihinin şeref köşesini işgal etmiş olan olgun müminler, kendileri muhtaç oldukları durumlarda bile, yardım ve ikramdan uzak kalmamışlardır. İşte bir örnek:
Ebu Hüreyre (RA) şöyle rivayet ediyor:
“Bir adam Rasülullah’a (SAV) gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Ben çok aç ve fakir düştüm.” Bunun üzerine Rasülullah (SAV) hanımlarından birine, yanında bir şey olup olmadığını sormak üzere adam gönderdi. Hanımı: “Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, yanımda sudan başka bir şey yoktur.” dedi. Sonra diğer hanımına adam gönderdi. O da aynı şeyi söyledi, bütün hanımları aynı şeyi söylediler. Bunun üzerine Rasülullah (SAV): “Bu adamı kim bu gece misafir ederse, Allah ona merhamet etsin.” buyurdu. Ensar’dan Ebû Talha isimli bir şahıs kalkıp, “Ben ey Allah’ın Rasülü!” dedi ve adamı evine götürdü. Hanımına dedi ki: “Bu, Rasülullah (SAV)’in misafiridir. Hiç bir şeyi bundan esirgeme ve ikram et.” Kadın: “Bende, çocukların yiyeceğinden başka bir şey yok.” dedi. Adam: “Onları bir şeyle avut ve uyut. Misafirimiz içeri girdiğinde, bizim yemek yediğimizi ona göster. Sonra lambayı düzeltmek için kalk ve söndür.” dedi. Kadın bunları yaptı. Oturdular, misafir yedi, onlar geceyi aç geçirdiler. Sabah olunca adam Rasülullah (SAV)’e gitti. Rasülullah (SAV) ona bakınca gülümsedi. Sonra: “Bu gece misafirinize yaptığınızı, Allah çok beğendi.” dedi ve Yüce Allah: “Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler.” mealindeki ayeti indirdi.
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
(HAŞR SURESİ – 9. AYET)
İşte Müslüman budur. Netice olarak, olgunlaşıp Allah’ın rızasına ermek isteyen her Müslüman, Allah’ın ve Rasülü (SAV)’in emir ve yasaklarına uymak zorundadır. Bilinmelidir ki iyi huyun, güzel ahlakın kaynağı İslam’dır. İslam’a göre hayatını düzenlemeyen kimselerin güzel huylu olmaları mümkün değildir. İslam’ı bütünüyle yaşamak suretiyle olgunluğa eren Müslüman’lara selam olsun…
KAYNAK : KAYNAKLARIYLA MÜMİNLERE VAAZLAR ÖMER ÖZTOP