27 Mayıs 2021 Perşembe

Abdest Almanın Fazileti Ve Bu Konuda Titizlik

 



Abdest lügatte; temizlik, parlaklık ve güzellik demektir.[1] Istılahta ise; ibadet niyetiyle su ile temizlik yapmak/belirli âzâlan yıkamaktır.[2] Bazı ibadetlerde abdest şartı bulunmaktadır ve bu temizlik Muhammed ümmetinin en önemli özelli­ğidir. Abdestin aşağıdaki âyette zikredilen dört farzında ittifak vardır.

Allah Teâlâ buyurdu:

Ey iman edenler, namaz kılmaya kalktığınızda (abdestiniz yoksa), yüzünüzü ve ellerinizi dirseklere kadar yıkayın, başınızı mesh edin ve ayaklarınızı da topuklara (aşık kemiklerine) kadar yıkayın..,' (Mâide 5/6).[3]

 

Abdest Almanın Fazileti Ve Bu Konuda Titizlik

 

181/489- Câbir b. Abdullah'tan (Radıyallahu anh):[4]

Rasûlullah dedi ki:

"Cennetin anahtarı namazdır, namazın anahtarı da  temizliktir."[5]

 

182/490- Mus'âb b. Sa'd'dan:[6]

İnsanlar, ölüm hastalığındayken îbn Âmir'in yanına girdiler ve onu övmeye başladılar. İbn Ömer (Radıyallahuanhumâ) dedi ki:

'Ben Rasûlullah'tan (Sallallahu aleyhi ve sellem) duyduklarım konusunda senin için onları kandırmam. O şöyle buyurdu:

"Allah halkın malından (ya da ganimetten) haksız yere alanın verdiği sadakayı ve temizlik olmadan (abdestsiz) kılınan namazı kabul etmez."[7]

Açıklama

Bu gibi rivayetlerde Abdullah b. Ömer'in yüksek şahsiyeti göze çarpmakta babası Hz. Ömer'deki aynı duruş onda da görülmektedir. Herkesin bilerek ya da bilmeyerek övdüğü bir kişi konusunda İbn Ömer burada dua etmedi,[8] övgülü sözler söylemedi. Aslında başarılı bir yönetici olan Abdullah b. Âmir[9] Basra'da vali iken herhalde ganimetler konusunda titiz değildi ve tenkid ediliyordu. 

Böyle olan birisine edilen dua kabul edilmez endişesi bulunmaktadır. Tıpkı haksız olarak kazanılan maldan sadakanın kabul edilmediği gibi. Sanki Abdullah b. Ömer onu biraz düşün­dürüp/daraltıp tevbe etmesini sağlamak istedi ve ince bir şekilde konuyu bir hadisle hatırlattı. Ayrıca hadiste temizlik olmadan namaz kabul edilmez vurgusu ile tevbe olmadan dualar kabul edilmez, bağlantısına dikkat çekildi. Doğrusunu Allah bilir.[10]

24 Mayıs 2021 Pazartesi

Büyük ve küçük günahlar hakkında detaylı bilgi verir misiniz?



Âlimler büyük günahların kesin bir sayısının olup olmadığında farklı görüşler serdetmişlerdir. Çoğunluk, hadislerde verilen rakamların sınırlama ifade etmediğini söylemişlerdir. Hadislere baktığımızda değişik zaman ve zeminlerde Allah Resulü’nün 3, 5, 7 gibi rakamlarla büyük günahları sınırlandırdığını görürüz...

Kebîre (çoğulu kebâir), büyük günah demektir. Büyük günah, Nas (Kitap, sünnet veya icma) ile büyük günah olduğu bildirilen, yapana had cezası veya ahirette ceza verileceği bildirilen günaha denir. 
Kur’ân ve sünnette kesin olarak haram kılınan, haklarında had cezası bildirilen veya âhirette azap sebebi sayılan günahlar büyük, diğerleri küçük günahlardır. 

Tâatın zıddı olan “isyan”, “ma’siyet” ve küçük günah manasına kullanılan “lemem” de kebîre gibi günah manasına kullanılırlar.

Büyük günahların haram kılındığı hususunda fakihler arasında ihtilaf yoktur.

“Kim de Allah’a ve Rasülü’ne isyan eder ve Allah’ın sınırlarını aşarsa, Allah onu da ebedî kalmak üzere ateşe koyar. Hem onu zelil ve perişan eden bir azap vardır.” (Nisa, 4/14)

ayeti ve “Yedi helak ediciden sakının.” hadisi bunun açık delilidir. Cumhur-u ulema, günahları büyük ve küçük diye iki kısma ayırırlar.

“Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” (Nisa, 4/31) ,

“Onlar, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.” (Şûrâ, 42/37)

“Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır.” (Necm, 53/32)

ayetleri küçük-büyük günah ayırımına işaret eden ayetlerdendir.


“Dikkat edin size günahların en büyüğünü (ekberu’l-kebâir) haber vereyim mi?..” hadisi de bu hususa sünnetten delildir. 

Ayrıca bütün günahların günah olduğunu, küçük-büyük diye bir ayırım olamayacağını, günahın küçüklüğü veya büyüklüğünün izafi olduğunu söyleyen âlimler de vardır. Yine büyük günahların kendi içerisindeki sıralamasının da, naslardaki ifadelerden hareketle, günahın, gerek şahsî gerek toplumsal zarar ve mefsedetine göre yapıldığını burada zikredelim.

Bunun yanında bazı âlimler de büyük günahları belli rakamlarla sınırlandırmışlardır. İbn-i Mesud büyük günahların, Kur’ân’a dayanarak dört olduğunu söyler. 

Bunlar: Yeis, Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, mekr-i İlâhi’den kendini emin hissetmek ve Allah’a şirk koşmaktır.

Diğer hadis kitaplarında geçen meşhur büyük günahlar, ukûk-u vâlideyn (anne-babaya isyan, onlarla sila-i rahmi kesmek), yalan yere şehadet, Harem bölgesinde yapılan ilhad (taşkınlık)dır.

İbni Hacer el-Heytemî, sarih olarak Kur’ân’ın da yasakladığı büyük günahların dört olduğunu ve bunların da murdar et, domuz ve yetim malı yemek ve savaştan kaçmaktan ibaret olduğunu söyler. Buhari ve Müslim’de geçen hadise göre yedi büyük günah, şirk, sihir, adam öldürme, yetim malı yeme, faiz yeme, savaş meydanından kaçma, iffetli kadına iftira atmadır.

Nisa suresi 48. ayetinde “Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışındakileri ise dilerse affeder.” ayetinden Allah’a şirk koşmanın en büyük günah olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yukarıda geçen hadiste de büyük günahların ilki, Allah’a şirk koşmak olduğu açıklanmıştır. Daha sonra anne-babaya isyan ve yalan yere şahitlik etmek zikredilmiştir.

Büyük Günah İşlemenin Âkıbeti

Mü’min, büyük günah işlemekle iman dairesinden dışarıya çıkmaz. Tövbe etmeden ölürse durumu Allah’a kalmıştır; dilerse azap eder, dilerse bağışlar.

Büyük günah işleyen kimsenin adalet / güvenilirlik vasfı ortadan kalkar ve şehadeti kabul edilmez. Kâsânî, “Günah işleyen kişiye bakılır; eğer günahı büyükse adalet vasfı tövbe edinceye kadar düşer.” der. Büyük günah işleyenler bu yaptıklarıyla fıska girdiklerinden fâsık diye isimlendirilirler. Karâfî, küçük günah işleyenlerin günahta ısrar etmedikleri takdirde adalet vasıflarını kaybetmeyeceklerini ve fâsık olarak isimlendirilemeyeceklerini söyler. Bu meyanda seleften “Küçük günah ısrar edildiğinde küçük değil, büyük günah da istiğfar edildiğinde büyük değildir.” sözü meşhur olmuştur. Zerkeşî, devamlı işlenen küçük günahları büyük günahlar arasında sayar.

Büyük Günahların Affedilmesi

Büyük günahların affedilmesi, kul hakkı ve Allah hakkı ayrımına göre değişmektedir. İçki içmek gibi Allah hakkı veya hem Allah hakkı hem de kul hakkı olan kazf ve hırsızlık suçlarının işlenmesi halinde durum farklılık arzetmektedir. Allah hakkının irtikab edildiği büyük günahlarda, büyük günah işleyen tövbe etmediyse durumu Allah’a kalır. Ancak hem Allah hakkı hem de kul hakkı çiğnendiyse, bu durumda tövbe ile beraber cinayet işlenen şahsın velisine kısas, diyet ve aftan birini seçme hakkı verilir. Hırsızlık, yol kesme vs. durumlarda ise konunun gerekli ahkamı devreye girer.

Cumhura göre büyük günah işleyene haddin uygulanması kefaret yerine geçmez; mutlaka tövbe etmesi de gerekir.

Cumhur,


“Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” (Nisa, 4/31)

ayetinden hareketle, büyük günahlardan kaçınıldığında küçük günahların affedileceğini söyler. Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:


“Büyük günahlardan kaçınıldığı sürece, beş vakit namaz ile iki cuma ve iki ramazan, aralarında geçen günahlara keffaret olur.” (Müslim, Tahâret 16)

Eş’arî, Müslümanların, Hz. Peygamber (asm)’in ahirette büyük günah sahiplerine şefaat edeceği hususunda icma ettiklerini söyler. Enes (r.a)’ten rivayet edilen Tirmizi hadisinde de Allah Rasulü (asm): “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” buyururlar.

Yazımızı, büyük günahlarla alakalı en derli toplu malumatın içinde bulunduğu ve ümmetçe hüsn ü kabul görmüş bir eser olan Zehebî’nin el-Kebâir’inden derlediğimiz büyük günahları sıralayarak bitirelim. Zehebî’nin tespit ettiği bu büyük günahlar, ayet ve hadislerle yasaklanan hususlardır. Neticede bunlar bir hak ihlalidir.. kul veya Allah hakkı ihlali. Bu hak ihlallerinin şekilleri zaman ve zemine göre değişebilmektedir. Dolayısıyla günümüzde kamu hakkı olan milletin malını hortumlamanın, gasbetmenin, tv., gazete gibi yüzbinlerce insana hitap eden kitle iletişim vasıtaları ile insanların hukukuna tecavüz etmenin, gıybet etmenin, iftira atmanın vs. ne kadar ağır bir günah olduğunu sadece hatırlatarak geçelim.

Belli Başlı Büyük Günahlar:


Allah’a şirk (ortak) koşmak, insan öldürmek, sihir (büyü) yapmak, namazı terk etmek, zekatı vermemek, anne-babaya karşı gelmek, faiz alıp-vermek, haksızca yetim malını yemek, Peygamberimiz (asm)’e yalan isnad etmek (hadis uydurmak), özürsüz Ramazan orucunu bozmak, savaş meydanından kaçmak, zina yapmak, liderin halkına zulmedip zorbalık yapması, içki içmek, büyüklenmek, kendini beğenmek, övünmek, yalan yere şahitlik etmek, livata yapmak, iffetli kadınlara iftira atmak, ganimetten, zekat malından ve devletten para ve mal çalmak, insanların mallarını haksız yollarla almak, hırsızlık yapmak, yol kesmek, yalan yere yemin etmek, yalan konuşmak, intihar etmek, hâkimin hükmünde haksızlık yapması, kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzemeleri, hulle yapmak ve yaptırmak, leş, kan ve domuz eti yemek, haraç toplamak, riyakarlık yapmak, Allah’a ve Resulü’ne ihanet etmek, ilmi gizleme ve sadece dünya için öğrenme, yaptığı iyiliği başa kakmak, kaderi inkar etmek, insanların duymalarını istemediği şeylerini gizlice dinlemek, lanet okumak, devlete karşı çıkmak, kahin, büyücü ve müneccimi (falcı) tasdik etmek, nüşûz (kadının beyine haksız yere huysuzluk yapması), akrabalarla ilişkiyi kesmek, koğuculuk yapmak, ölenin arkasından bağırıp-çağırıp, kendini dövmek, soya-sopa sövmek, haddi aşma, başkalarının hakkını çiğnemek, silahlı isyan yapmak ve büyük günahları kabul etmemek, Müslümanlara eziyet ve küfretmek, evliyaullaha eziyet ve düşmanlık yapmak, kibrinden elbiseyi yerlerde sürümek (elbiseyle gösteriş yapmak), erkeklerin altın ve ipek giymeleri, Allah’tan başkası adına kurban kesmek, sınır ve insanlara yol gösteren levhaların yerini değiştirmek ve sökmek, sahabenin önde gelen büyüklerine sövmek, Ensardan herhangi birine sövmek, sapıklığa çağırma veya kötü bir çığır açmak, herhangi bir kesici aleti kardeşine doğru tutarak korkutmak, bilerek babasından başkasına baba demek, uğursuzluğa inanmak, altın ve gümüş kaptan içmek (kullanmak), Haktan saparak münakaşa tarzında tartışmak, niza yapmak, hizmetçilerine haksızlık edip zulmetmek, tartıda ve ölçüde haksızlık yapmak, Allah’ın azabından emin olmak, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmek, iyilik yapana nankörlük yapmak, fazla suyu hapsedip kimseye vermemek, hayvanın yüzünü dağlamak, kumar oynamak, Harem (Mekke) bölgesinde taşkınlık yapmak, cuma namazını terk edip tek başına namaz kılmak, Müslümanları gizlice izlemek ve mahremlerini açığa çıkarmak.

Küçük Günahlar

Büyük günah işlemek, bazen küçük günahları ehemmiyetsiz görmekten daha ehven olabilir. Meselâ, zina etmek, nefsin altında kalıp ezilmişliğin ifadesidir. Buna karşılık, sürekli olarak harama bakmak, hafife alındığı takdirde zina derecesinde bir günah olabilir. Aynı şekilde, bir iki gıybetle, bir yerde köçeklik yapma ölçüsünde günaha girilebilir. İnsan, insan ise, harama bakma günahından da, gıybet günahından da ömür boyu ızdırap duymalıdır.

Bir de büyük günahlardan daha büyük bir günah vardır ki, o da, insanın neyi veya neleri kaybettiğinin farkına varmamasıdır. Mânen terakki edemediği gözlenen çok kimseler var ki, zannediyorum bunlar, küçük günahları ehemmiyetsiz görmekte, bu da, onların terakkilerine mâni olmaktadır.

22 Mayıs 2021 Cumartesi

Bir kul Allah'a ne kadar karîb yakin olursa olsun bazen kendisinin aşamayacağı surlar karşısına çıkabilir

 


Allâh-u Teâlâ kimi insanlara farklı dönemlerde farklı vazifeler yükler. İnsanoğlunun iki vazifesi vardır.
Birincisi kendi kemaliyle meşgul olmak ikincisi başkalarının tekmili yetiştirilmesi kemale erdirilmesi için çaba sarfetmek.
Kendi kemaliyle meşgul olma anında kula yakışan sadece ve sadece Allaha yönelmek ve ondan başkasıyla meşgul olmamaktır. Bu makama tecrid makamı diyoruz. 

Her şeyden kendini tecrid eden bir salik, yönünü Allaha çevirmişse kendi kemalini tamamlar sonrada başkalarını hem zahiri hem batini olarak davet etmeye başlar bu davet makamının en kamil halidir. 
Batını Allah ile beraberken zahirinin mahlukatla beraber olması istenir. İşte bu durumda Allah artık insanı, esbab makamında sebeplerle iş yapması ister. Farklı zamanlarda farklı tecellilerle teslim olmak ubudiyetinin gereğidir. 

Hz. meryem annemiz mescidi aksada ibadetle meşgul olurken, Hazreti Zekeriya (as), hazreti Meryem'in ibadethanesine girdiğinde yanında kışın yaz meyvelerini bulur, yazında kış meyvelerini bulurdu. Ya Meryem bu sana ne zaman geliyor. dediği zamanda

"Allah-u Teâlâ tarafından bana ikram ediliyor. Allah dilediğini ummadığı yerden hesapsız rızıklandırır." diyordu. 
 
Âl-i İmrân suresi 37.ayet-i kerimede Allah (cc) şöyle buyuruyor:


 (inna(A)llâhe yerzuku men yeşâu biġayri hisâb(in))
Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır. 

Ancak uzun bir süre geçtikten sonra Allâh-u Teâlâ Hz. Meryem'e yeni sorumluluklar vererek  farklı imtihanlara tabi tuttu. Hz. İsa'ya hamile kalıp doğum yapınca 

Meryem Suresi 24.ayeti kerimede 

Fenâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ce’ale rabbuki tahteki seriyyâ(n)

Bunun üzerine hurma ağacının alt tarafından Meryem'e şöyle seslenildi: Üzülme, Rabbin senin altında bir ırmak akıttı.


25.ayeti kerimde

“Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün.”

  Hz. Meryem daha öncesinde odasına cennet nimetleri hazır getirilirken doğum yaptığında niçin en çok ihtiyacı olduğu bir anda hurma dalları silkele denmiştir? Allâh-u Teâlâ hurma ağacına emreder dökülebilirdi. 

Bu konuda ulema diyor ki: Ne zaman ki Mescid-i Aksa da tecrid makamından olan sebeplerden tamamiyle feragat etmiş kendisini Allah sevgisiyle donatmış Allah'a yüzünü çevirmiş Hz.Meryem için tecrid makamında sebepleri kaldırıyor hurmaları veya yiyeceklerini önünde hazır bulunduruyor. 
Hz. Meryem kucağına bebeğini aldığı andan itibaren annelik duygularıyla o an gönlünde evlat sevgisi yeşeriyor. Allâh-u Teâlâ ile olan halveti bozuluyor. O andan itibaren evlat sevgisi kalbe girince Allâh-u Teâlâ onu tecrid makamından alıyor esbab makamına koyuyor. Hurma başının üzerinde olmasına rağmen kucağına düşmüyor ve o dalı tut salla ki hurmalar düşsün diyor Allâh-u Teâla..

Kulunu bazen tecrid makamında bazende esbab makamında görmek ister.

Allâh-u Teâlâ.. Bir kul Allah'a ne kadar karîb yakin olursa olsun bazen kendisinin aşamayacağı surlar karşısına çıkabilir. 

İşte bu hususta İbn Atâullah el-İskenderî ikaz ederek diyor ki:

İnsanlara taksim edilen himmetler içerisinde herkesin himmetinden öne geçmiş çok kuvvetli himmetler var. Allah'ın en güçlü kuvvetli himmetler gayretler bile yeri geldiğinde Allah'ın çizdiği kaderin duvarlarını surlarını yıkamaz. İnsan ne kadar güçlü olursa olsun ya da Allah'ın has kulu olursa olsun kader duvarı önüne çıkarsa onun yanında teslim olmalıdır. Allah'ın koyduğu kader duvarıyla kavga etmemelidir. 

Kader konusu anlamak isteyene kolay bir husustur ama anlamak istemeyene çok zor aşılması güç bir duvar benzer sur gibidir. 

İbn Atâullah el-İskenderî bunun için kaderi sura benzetmiştir. 

Eğer suru, duvarı geçmesini bilirsek geçidinden haberimiz varsa ne işe yaradığını bilir o istikamette kullanırsak duvar bizim için bir muhafaza kalkanına benzer. Cehenneme girmemize Allah'a isyan etmemize kendi kendimizi yıpratmamıza mani olur. Kader inancı iman esaslarındandır ama kaderi anlamayan kazayı kavramak istemeyenler kederden kurtulamazlar. Halbuki buyukler "Kadere inanan kederden kendini kurtarır" demişler.
Allah cc kaza ve kaderi iki türlü tayin etmişlerdir. 
Kaza, Alah'ın ilmi ezelisinde gelecekte olacak olan her şeyi ilmi ezelisinde yazmış olması demektir. 
Kada, ilmi ezelisinde müstakbelde gelecekte istikbalde olacak olan her şeyin ezelde malum olması demektir.   

Vakti geldikçe Allah'ın ilmi ezelisine uygun olarak husule gelmesine de kader denilmiştir. Bazı ulemalar da bunun tam tersini söylemişlerdir. Kader ilmi ezelidir sonra ilmi ezeliye muvafık olarak hadiselerin vukua gelmesine de kaza demişlerdir.

Hulasa kıyamete kadar yaşanacak her hadisenin  ister ef'âl-i ihtiyariye (Kulun irade ve isteğiyle yapılan davranışlar, fiiller.) olsun, ister ef'âli izdırariye olsun kulun iradesinin neticesinde ortaya çıkacak veya kulun iradesinin dışındaki bütün işler Allah'ın ilmi ezelisinde malumdur mevcuttur.
Ancak kulun iradesiyle kesbiyle Allah'ın kaderini anlamak ve anlatmak icab ederse; bilinmesi gereklidir ki Allah'ın ilmi maluma tabidir. Malum ilme tabi değildir. 
Bu ne demek? Allah'ın ilmi ezelisi ileride vuku bulacak hadiselere göre yazılmıştır. Yoksa istikbalde husule gelecek hadiseler Allah'ın yazgısının neticesi ve ona bağlı ve mecbur olarak tahakkuk etmiş değildir. Onun için deniliyor ki Allah'ın ilmi ezelisi maluma bağlıdır. Ama malum ilme bağlı değil şöyle düşün bir takvim yaprağını aldığınızda sayfaları karıştırırken belli günlerde güneş ve ay tutulması olacağını bir takım sene içindeki takvimleri orada görürsün sonra o gün geldiğinde bakarsınız ki gerçekten güneş tutulmuştur. 
Şimdi güneşin tutulması takvimde böyle yazdığı için midir yoksa o ilmi bilen insanlar ilimlerin neticesi olarak hesap etmişler ve ona göre takvim yaprağına not düşmüşlerdir. Doğru olan o işin üstadları o işin alimleri tecrübeleri ve bilgileri neticesinde hangi gün güneşin tutulacağını bilmişlerdir. 

Bir alim yıldızlardan anlayan astronomi ilminden anlayan birisi çıkıyor da bir kaç yıl önceden takvime yazabiliyor da ilminin nihayeti olmayan Allâh-u Teâlâ ezelde kıyamete kadar gelecek her şeyi bildiği için o şekilde yazmış olması O'nun yazgısı, O'nun bu şekilde bilmesi hadiselerin O'nun yazdığı şekilde tahakkuk etmesine icbar etmiyor.    

Kulun kesbi kendi karar verip işe atılması vardır. Allah'ın ise yaratması vardır. Kul önce murad eder harekete geçer. Allâh-u Teâlâ mecbur olmadığı halde o da murad ederse o işi yaratır yoksa Allah cc ezelde böyle yazılıdır diye bir kimseye yatırıp ağzından zorla içki şişesini boşaltmaz. Bir adamı meyhaneden alıp zorla camiye secdeye götürmez. İstese tabi ki yapabilir  

Secde suresi 13.ayet-i kerimede 







Velev şi/nâ leâteynâ kulle nefsin hudâhâ velâkin hakka-lkavlu minnî leemleenne cehenneme mine-lcinneti ve-nnâsi ecma’în(e)

Biz dilesek, elbette herkese iman etmek zorunda kalırdı. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır.  

Nitekim Ali Haydar Efendi (ks) buyurur ki: Mahşer günü kabre girenlerden mahşere çıkan hiç kimse mahşer gününde kafir olmayacak ahirette herkes müslüman olacak çünkü herşey ortaya çıkacak artık hiç kimse inkar edemeyecek."
Mevla isteseydi bu dünya halinde de herkese imanı mecburi kılabilirdi. Öyleyse kul kendi iradesiyle tercih ediyor. Kulun iradesini ne şekilde kullanacağını bildiği için Allah kaza ve kaderi o şekilde yazıyor.  
----

Allah'ın ilminde yazılmış bazı hükümler vardır. O hükümler hiç bir zaman değiştirilmez. Dolayısıyla orada avamda olsak cahilde olsak alimde olsak velide  olsak peygamberde olsak Allah'ın ezelde takdir ettiği hükümler hiçkimsenin müdahalesiyle yerinden oynatılmaz. 

Kaza-i mübrem  Allahü teâlânın yazıp kalemi kırdığı hükümlerdir. Hiç bir surette değiştirilmeyecek kaza-i muallak ise Allâh-u Teâlâ'nın bazı şartlara bağladığı hükümlerdir. Hayatımızda örnekleri vardır. Sadaka ömrü uzatır denmiştir. Ne demektir bu insanın eceli belli değil midir? Nihayette Allah indinde eceli bellidir. Ama Allah cc benim kulum falan fakire falan medreseye falan ilim talebesine yardım ederse iyilikte sıla-ı rahimde bulunursa onun ömrü seksen sene olacak yok eğer tasaddukta sıla-ı rahimde infakta bulunmazsa onun ömrü altmış sene olacak şeklinde yazıyor. Bazıları böyle yazılıyor.  Dolayısıyla cenabı hak kaza-i muallakta neticede o kulun ne yapacağını biliyor ve o hayrı işleyip işlemeyeceğini bildiği için nihayeti ona göre takdir etmiş ama bizim için şarta bağlamış eğer kulu infakta hayır hasenatta kullanırsa Cenabı hak şart tahakkuk ettiği için onun ömrünü seksen yıl olarak takdir ediyor. 

Allah'ın bazı hükümleri şartlara bağlıdır bazıları ise muallak değildir. Muallak olmayanlarda insanın himmeti ne kadar güçlü olursa olsun onu yerinden oynatmak yerinden yıkmak mümkün değildir. Allâh-u Teâlâ bütün müminlere himmeti âliye ihsan eylesin. 
Hepimize hayret makamını lütfeylesin. Allah ömrümüzü bir müflis gibi geçirmemizden bizleri muhafaza eylesin.      

20 Mayıs 2021 Perşembe

Saçı-başı dağınık, toz toprak içinde ve kapılardan geri çevrilen nice insan var ki Allah adına yemin etse Allah yeminini yerine getirir.





عن أبي هريرة -رضي الله عنه- قال: قال رسول الله -صلى الله عليه وسلم-: « رُبَّ أَشْعَثَ أغبرَ مَدْفُوعٍ بالأبواب لو أَقسم على الله لَأَبَرَّهُ ». 
[صحيح.] - [رواه مسلم.]
المزيــد 

Ebu Hureyre –radıyallahu anh-’dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Saçı-başı dağınık, toz toprak içinde ve kapılardan geri çevrilen nice insan var ki Allah adına yemin etse Allah yeminini yerine getirir.
Sahih Hadis - Müslim rivayet etmiştir.

Şerh

Saçı-başı dağınık, toz toprak içinde ve kapılardan geri çevrilen nice insan var ki Allah adına yemin etse Allah yeminini yerine getirir. “Eş’ase” saçın vasıflarındandır. “Şa’ruhu eş’ase,” saçına süreceği, tarayacağı bir şey yok demektir. Görünüşüne özen göstermiyor, “Ağbara”; yani rengi toz topraktan dolayı değişmiş, “Agbara es-Siyab”; çok fakir olduğundan dolayı elbiselerin rengi değişmiş demektir.

 ‘’ Kapılardan geri çevrilen’’: Makamı/itibarı olmayan, insanlardan izin istese ona izin verilmeyen, bilakis kapıdan geri çevrilendir. Çünkü insanlar arasında onun kıymeti yoktur. Ancak onun âlemlerin Rabbi katında değeri vardır. Allah adına yemin etse Allah yeminini yerine getirir. 
Eğer Allah’a yemin olsun böyle olmaz dese olmaz. Allah katındaki makamı/mertebesi ve değerinden dolayı, Allah adına yemin etse, Allah yeminini yerine getirir. 

‘’ Allah adına yemin etse Allah yeminini yerine getirir.’’ 

Bunun ölçüsü takvadır. Allah Azze ve Celle’den hakkıyla korkmaktır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: (Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır (Hucurat Sûresi:13) 
Kim en takvalı ise Allah’a katında da en şerefli, en değerli olan O’dur. Allah, böyle birinin işini kolaylaştırır, duasına icabet eder, zorluğundan kurtarır, yeminini yerine getirir. Allah adına yemin eden bu kişi, başkasına zulmetmek için yemin etmez. 
Allah’ın mülkünde Allah’a karşı cüretkâr olmaz. Ancak o Allah Azze ve Celle’ye güvenerek, O’nun rızası doğrultusunda ya da mubah olan işlerde Onun adına yemin eder.


18 Mayıs 2021 Salı

Her kim sırrını saklarsa, muradına çabuk erişir hadisi şerifi



Celaleddin Rumî'nin Mesnevi'sinde Peygamberimiz: "Her kim sırrını saklarsa, muradına çabuk erişir." buyurduğu ifadesi geçiyor. Bu hadisin kaynağını bildirir misiniz?

Evet, bu anlama gelecek bir hadis rivayeti şöyledir:


"İhtiyaçlarınızı, sırrınızı saklamak suretiyle başarıya ulaştırınız. Çünkü, her nimet sahibi kıskanılır." (Taberani, Mucemu's-Sağir, 2/149)

Kaynaklarda, bu hadisin zayıf olduğuna dikkat çekilmiştir. (bk. Suyuti, Camiu's-Sağir, 1/40)

Ancak zayıf hadislerin helal, haram, akaid ve ahkam ile ilgili olanları hariç, terğib, terhib ve amellerin faziletleri ile ilgili olanlarıyla amel etmenin ve bunları diğer insanlara aktarmanın bir sakıncası yoktur. Bu açıdan, ilgili hadis rivayetine göre, açıklandığı zaman zarar geleceği tahmin edilenleri gizlemek ve sır denecek kadar önemli şeyleri söylememek sünnettir. Hatta bazen gizlemek gerekli bile olabilir.

Bir devlet, devlet sırlarını düşmanlarına kaptırmış; bir ordu, hareket stratejisini hasım güçlere belli etmiş; bir iş ve aksiyon adamı, rakipleri tarafından keşfedilmiş ise, o devletin derlenip toparlanmasına, o ordunun zafer elde etmesine ve o aksiyon adamının muvaffak olması zorlaşır.

İnsan, kendisine ait gizli şeyleri şurada-burada fâşeylemekten fevkalâde sakınmalıdır. Hele bunlar, çirkin, sevimsiz ve netice itibarıyla da fayda getirmeyen şeyler ise... Zira bu hâl, çok defa dostları utandırıp, düşmanları da sevindirebilecek uygunsuz durumların doğmasına sebebiyet verebilir.

Sîneler, sırlar için birer sandukça olarak yaratılmışlardır. Akıl onların kilidi, irade de anahtarıdır. Bu kilit ve anahtarda arıza olmadığı sürece, sandukçanın içindeki cevherleri kimsenin bilmesine imkân yoktur...

Başkasının sırlarını sana taşıyan birisi, senin sırlarını da başkalarına taşıyabilir. Bu sebeple, öyle densizlerin, en ehemmiyetsiz gibi görünenlere bile vâkıf olmalarına kat'iyen fırsat verilmemelidir.

Sır vardır, ferdi ilgilendirir; sır vardır, aileyi; sır da vardır ki, bütün bir toplum ve milleti... Ferdî bir sırrın fâşedilmesiyle ferdî haysiyet; ailevî bir sırrın açığa çıkmasıyla ailevî haysiyet; topluma ait bir sırrın ifşâ edilmesiyle de millî haysiyetle oynanılmasına fırsat verilmiş olur. Zira sır, sînelerde kaldığı müddetçe sahibi için bir kuvvet olmasına karşılık, başkalarının eline geçince, onun aleyhine kullanılmaya müsait bir silah haline gelir.

Bir prensip olarak, sırrın benimsenmesini gerektiren nice kıymetli işler vardır ki, onu temsil edenlerin sır tutmayışından, o işte bir adım ileriye gidilememiş, hatta bazen müteşebbisler için ciddî rizikolara da sebebiyet verilmiştir. Hele bu iş, milletin hayat ve bekâsıyla alâkalı nazik konulardan ise!..



17 Mayıs 2021 Pazartesi

Kazâ-i muallak, Kazâ-i Mübrem nedir? ne demektir?

  


 Kazâ-i muallak nedir?

Allahü teâlânın yaratılmasını şarta bağlı olarak takdîr ettiği ve şart meydana gelince yarattığı şeyler. 


 Kazâ-i muallakı hiçbir şey değiştiremez. Yalnız duâ değiştirir ve ömrü yalnız, iyilik artırır. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)

 Kazâ, iki kısımdır. Kazâ-i muallak, kazâ-i mübrem. Birincisi şarta bağlı olarak yaratılacak şeylerdir ki, bunların yaratılma şekli değişebilir veya hiç yaratılmaz. Kazâ-i muallak da iki kısımdır. Birincisinin bağlı olduğu sebepler levh-i mahfûzda gösterilmiş, meleklere bildirilmiştir. İkincisinin sebeplerini ancak Allahü teâlâ bilir. Levh-i mahfûzda kazâ-i mübrem gibi görülen bu kazâ-i muallak da birincisi gibi değiştirilebilir. (İmâm-ı Rabbânî)

 Kazâ-i muallak levh-i mahfûzda yazılıdır. Eğer bir kimse iyi amel yapıp duâsı kabûl olursa, o kazâ değişir. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Kader tedbîr yâni sakınmakla değişmez. Fakat kabûl olan duâ o belâ gelirken korur." Duânın belâyı defetmesi de kazâ ve kaderdendir. Kalkan oka siper, sulu yer otun yetişmesine sebeb olduğu gibi duâ da Allahü teâlânın merhametinin gelmesine sebeptir. (İmâm-ı Gazâlî)



 Allahü teâlânın şarta bağlı olmaksızın yaratılmasını takdîr ettiği, yaratılması muhakkak olan şeyler.

 Kazâ, yâni Allahü teâlânın yarattığı şeyler iki kısımdır: Kazâ-i muallak, kazâ-i mübrem. Kazâ-i mübrem hiçbir zaman değişmez. Muhakkak yaratılır. Kaf sûresinin "Sözümüz değiştirilmez" meâlindeki yirmi dokuzuncu âyet-i kerîmesi kazâ-i mübremi bildirmektedir. (İmâm-ı Rabbânî)

 Necmeddîn-i Kübrâ hazretleri, 1221 (H. 618) yılında Harezm'e Cengiz askeri Tatarlar hücum edince, talebelerine; "Memleketinize gidiniz. Şarktan (doğudan) fitne ateşi geliyor. Her tarafı yakacaktır. İslâm târihinde bu kadar fitne görülmemiştir" buyurdu. Talebeleri; "Duâ buyurun da bu belâ müslüman memleketlerinden uzaklaşsın" deyince; "Bu, kazâ-i mübremdir. Duâ bunu gidermez" buyurdu. (Molla Câmi)

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı