Allâh-u Teâlâ kimi insanlara farklı dönemlerde farklı vazifeler yükler. İnsanoğlunun iki vazifesi vardır.
Birincisi kendi kemaliyle meşgul olmak ikincisi başkalarının tekmili yetiştirilmesi kemale erdirilmesi için çaba sarfetmek.
Kendi kemaliyle meşgul olma anında kula yakışan sadece ve sadece Allaha yönelmek ve ondan başkasıyla meşgul olmamaktır. Bu makama tecrid makamı diyoruz.
Her şeyden kendini tecrid eden bir salik, yönünü Allaha çevirmişse kendi kemalini tamamlar sonrada başkalarını hem zahiri hem batini olarak davet etmeye başlar bu davet makamının en kamil halidir.
Batını Allah ile beraberken zahirinin mahlukatla beraber olması istenir. İşte bu durumda Allah artık insanı, esbab makamında sebeplerle iş yapması ister. Farklı zamanlarda farklı tecellilerle teslim olmak ubudiyetinin gereğidir.
Hz. meryem annemiz mescidi aksada ibadetle meşgul olurken, Hazreti Zekeriya (as), hazreti Meryem'in ibadethanesine girdiğinde yanında kışın yaz meyvelerini bulur, yazında kış meyvelerini bulurdu. Ya Meryem bu sana ne zaman geliyor. dediği zamanda
"Allah-u Teâlâ tarafından bana ikram ediliyor. Allah dilediğini ummadığı yerden hesapsız rızıklandırır." diyordu.
Ancak uzun bir süre geçtikten sonra Allâh-u Teâlâ Hz. Meryem'e yeni sorumluluklar vererek farklı imtihanlara tabi tuttu. Hz. İsa'ya hamile kalıp doğum yapınca
Meryem Suresi 24.ayeti kerimede
Fenâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ce’ale rabbuki tahteki seriyyâ(n)
Bunun üzerine hurma ağacının alt tarafından Meryem'e şöyle seslenildi: Üzülme, Rabbin senin altında bir ırmak akıttı.
25.ayeti kerimde
“Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün.”
Hz. Meryem daha öncesinde odasına cennet nimetleri hazır getirilirken doğum yaptığında niçin en çok ihtiyacı olduğu bir anda hurma dalları silkele denmiştir? Allâh-u Teâlâ hurma ağacına emreder dökülebilirdi.
Bu konuda ulema diyor ki: Ne zaman ki Mescid-i Aksa da tecrid makamından olan sebeplerden tamamiyle feragat etmiş kendisini Allah sevgisiyle donatmış Allah'a yüzünü çevirmiş Hz.Meryem için tecrid makamında sebepleri kaldırıyor hurmaları veya yiyeceklerini önünde hazır bulunduruyor.
Hz. Meryem kucağına bebeğini aldığı andan itibaren annelik duygularıyla o an gönlünde evlat sevgisi yeşeriyor. Allâh-u Teâlâ ile olan halveti bozuluyor. O andan itibaren evlat sevgisi kalbe girince Allâh-u Teâlâ onu tecrid makamından alıyor esbab makamına koyuyor. Hurma başının üzerinde olmasına rağmen kucağına düşmüyor ve o dalı tut salla ki hurmalar düşsün diyor Allâh-u Teâla..
Kulunu bazen tecrid makamında bazende esbab makamında görmek ister.
Allâh-u Teâlâ.. Bir kul Allah'a ne kadar karîb yakin olursa olsun bazen kendisinin aşamayacağı surlar karşısına çıkabilir.
İşte bu hususta İbn Atâullah el-İskenderî ikaz ederek diyor ki:
İnsanlara taksim edilen himmetler içerisinde herkesin himmetinden öne geçmiş çok kuvvetli himmetler var. Allah'ın en güçlü kuvvetli himmetler gayretler bile yeri geldiğinde Allah'ın çizdiği kaderin duvarlarını surlarını yıkamaz. İnsan ne kadar güçlü olursa olsun ya da Allah'ın has kulu olursa olsun kader duvarı önüne çıkarsa onun yanında teslim olmalıdır. Allah'ın koyduğu kader duvarıyla kavga etmemelidir.
Kader konusu anlamak isteyene kolay bir husustur ama anlamak istemeyene çok zor aşılması güç bir duvar benzer sur gibidir.
İbn Atâullah el-İskenderî bunun için kaderi sura benzetmiştir.
Eğer suru, duvarı geçmesini bilirsek geçidinden haberimiz varsa ne işe yaradığını bilir o istikamette kullanırsak duvar bizim için bir muhafaza kalkanına benzer. Cehenneme girmemize Allah'a isyan etmemize kendi kendimizi yıpratmamıza mani olur. Kader inancı iman esaslarındandır ama kaderi anlamayan kazayı kavramak istemeyenler kederden kurtulamazlar. Halbuki buyukler "Kadere inanan kederden kendini kurtarır" demişler.
Allah cc kaza ve kaderi iki türlü tayin etmişlerdir.
Kaza, Alah'ın ilmi ezelisinde gelecekte olacak olan her şeyi ilmi ezelisinde yazmış olması demektir.
Kada, ilmi ezelisinde müstakbelde gelecekte istikbalde olacak olan her şeyin ezelde malum olması demektir.
Vakti geldikçe Allah'ın ilmi ezelisine uygun olarak husule gelmesine de kader denilmiştir. Bazı ulemalar da bunun tam tersini söylemişlerdir. Kader ilmi ezelidir sonra ilmi ezeliye muvafık olarak hadiselerin vukua gelmesine de kaza demişlerdir.
Hulasa kıyamete kadar yaşanacak her hadisenin ister ef'âl-i ihtiyariye (Kulun irade ve isteğiyle yapılan davranışlar, fiiller.) olsun, ister ef'âli izdırariye olsun kulun iradesinin neticesinde ortaya çıkacak veya kulun iradesinin dışındaki bütün işler Allah'ın ilmi ezelisinde malumdur mevcuttur.
Ancak kulun iradesiyle kesbiyle Allah'ın kaderini anlamak ve anlatmak icab ederse; bilinmesi gereklidir ki Allah'ın ilmi maluma tabidir. Malum ilme tabi değildir.
Bu ne demek? Allah'ın ilmi ezelisi ileride vuku bulacak hadiselere göre yazılmıştır. Yoksa istikbalde husule gelecek hadiseler Allah'ın yazgısının neticesi ve ona bağlı ve mecbur olarak tahakkuk etmiş değildir. Onun için deniliyor ki Allah'ın ilmi ezelisi maluma bağlıdır. Ama malum ilme bağlı değil şöyle düşün bir takvim yaprağını aldığınızda sayfaları karıştırırken belli günlerde güneş ve ay tutulması olacağını bir takım sene içindeki takvimleri orada görürsün sonra o gün geldiğinde bakarsınız ki gerçekten güneş tutulmuştur.
Şimdi güneşin tutulması takvimde böyle yazdığı için midir yoksa o ilmi bilen insanlar ilimlerin neticesi olarak hesap etmişler ve ona göre takvim yaprağına not düşmüşlerdir. Doğru olan o işin üstadları o işin alimleri tecrübeleri ve bilgileri neticesinde hangi gün güneşin tutulacağını bilmişlerdir.
Bir alim yıldızlardan anlayan astronomi ilminden anlayan birisi çıkıyor da bir kaç yıl önceden takvime yazabiliyor da ilminin nihayeti olmayan Allâh-u Teâlâ ezelde kıyamete kadar gelecek her şeyi bildiği için o şekilde yazmış olması O'nun yazgısı, O'nun bu şekilde bilmesi hadiselerin O'nun yazdığı şekilde tahakkuk etmesine icbar etmiyor.
Kulun kesbi kendi karar verip işe atılması vardır. Allah'ın ise yaratması vardır. Kul önce murad eder harekete geçer. Allâh-u Teâlâ mecbur olmadığı halde o da murad ederse o işi yaratır yoksa Allah cc ezelde böyle yazılıdır diye bir kimseye yatırıp ağzından zorla içki şişesini boşaltmaz. Bir adamı meyhaneden alıp zorla camiye secdeye götürmez. İstese tabi ki yapabilir
Secde suresi 13.ayet-i kerimede
Velev şi/nâ leâteynâ kulle nefsin hudâhâ velâkin hakka-lkavlu minnî leemleenne cehenneme mine-lcinneti ve-nnâsi ecma’în(e)
Biz dilesek, elbette herkese iman etmek zorunda kalırdı. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır.
Nitekim Ali Haydar Efendi (ks) buyurur ki: Mahşer günü kabre girenlerden mahşere çıkan hiç kimse mahşer gününde kafir olmayacak ahirette herkes müslüman olacak çünkü herşey ortaya çıkacak artık hiç kimse inkar edemeyecek."
Mevla isteseydi bu dünya halinde de herkese imanı mecburi kılabilirdi. Öyleyse kul kendi iradesiyle tercih ediyor. Kulun iradesini ne şekilde kullanacağını bildiği için Allah kaza ve kaderi o şekilde yazıyor.
----
Allah'ın ilminde yazılmış bazı hükümler vardır. O hükümler hiç bir zaman değiştirilmez. Dolayısıyla orada avamda olsak cahilde olsak alimde olsak velide olsak peygamberde olsak Allah'ın ezelde takdir ettiği hükümler hiçkimsenin müdahalesiyle yerinden oynatılmaz.
Kaza-i mübrem Allahü teâlânın yazıp kalemi kırdığı hükümlerdir. Hiç bir surette değiştirilmeyecek kaza-i muallak ise Allâh-u Teâlâ'nın bazı şartlara bağladığı hükümlerdir. Hayatımızda örnekleri vardır. Sadaka ömrü uzatır denmiştir. Ne demektir bu insanın eceli belli değil midir? Nihayette Allah indinde eceli bellidir. Ama Allah cc benim kulum falan fakire falan medreseye falan ilim talebesine yardım ederse iyilikte sıla-ı rahimde bulunursa onun ömrü seksen sene olacak yok eğer tasaddukta sıla-ı rahimde infakta bulunmazsa onun ömrü altmış sene olacak şeklinde yazıyor. Bazıları böyle yazılıyor. Dolayısıyla cenabı hak kaza-i muallakta neticede o kulun ne yapacağını biliyor ve o hayrı işleyip işlemeyeceğini bildiği için nihayeti ona göre takdir etmiş ama bizim için şarta bağlamış eğer kulu infakta hayır hasenatta kullanırsa Cenabı hak şart tahakkuk ettiği için onun ömrünü seksen yıl olarak takdir ediyor.
Allah'ın bazı hükümleri şartlara bağlıdır bazıları ise muallak değildir. Muallak olmayanlarda insanın himmeti ne kadar güçlü olursa olsun onu yerinden oynatmak yerinden yıkmak mümkün değildir. Allâh-u Teâlâ bütün müminlere himmeti âliye ihsan eylesin.
Hepimize hayret makamını lütfeylesin. Allah ömrümüzü bir müflis gibi geçirmemizden bizleri muhafaza eylesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder