ER-REZZAK (C.C.), Rızıkları halkeden ve kullarına bahşeden ve her canlının rızkına kefil olan



ER-REZZAK (C.C.)


“Rızıkları halkeden ve kullarına bahşeden ve her canlının rızkına kefil olan.”

Allahü Teâlâ rızık verendir. Alemde nefes alıp veren bütün canlıların rızkını O hazırlar, herkesin ayağına O gönderir. Çünkü O “Rezzâk u âlem”dir.

Ve Allah buyuruyor:

“Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı hariç olmamak üzere rızıkları Allah'ın üstünedir.” [89]

Şunu hemen ifade edelim ki, rızık yalnız yenilip içilecek şeylerden ibaret değildir. Kendisinden istifade edilen herşeye rızık adı verilir.

Rızık maddî ve manevî olmak üzere iki türlüdür. Be­denimizin suya, ekmeğe, havaya ihtiyacı olduğu gibi, ruhumuzun da Manevî gıdalara ihtiyacı vardır. İlimle, ir­fanla, takva ve verâ ile rızıklanmak az bir nimet değildir. Belki maddî rızıktan daha da mühimdir. Çünkü dünya malı yarın elimizden gidecek, ama takva âhirette karşımıza çıkacaktır. Manevî rızıkların kaynağı İlâhî kitap­lardır. Hususiyle Kur'an-ı Kerim'dir. Artık öbür semavî kitapların asılları, yani vahyedildikleri şekli kalmamış, elde olanların içine de insan sözleri karışmıştır. Ve zaten onların hükmü de kaldırılmıştır.

Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim ise ilk nazil olduğu anda nasılsa, bugün de öyledir. Tek harfi, tek noktası değişmemiştir. Ve âlemde Kur'an ile rızıklanmaktan daha şerefli bir şey yoktur. O kadar ki, Kur'an ehlini Efendimiz şöyle müjdelemişlerdir:

“Kim Kur'an-ı Kerim'i okur ve onu ezberlerse, helâl kıldığını helâl, haram kıldığını haram sayarsa, Allah onu cennete koyar ve ona ehlinden cehennemlik olmuş on kişiye şefaat etme müsaadesi verir.” [90]

Bütün dünya sana bağışlanmış olsa, bu büyük devletin ve saadetin karşısında nedir ki? Çünkü dünyada ebedî kalış olmadığı gibi, dünyanın nimetleri de ebedî değildir. Ama cennet öyle mi?

Ne var ki, insanlar dünyaya ve dünya malına daha çok rağbet ederler. Bilmezler ki dünya onları kucağında ebedî olarak taşımayacaktır. Öyledir de, kavgalar, itişip kakışlar, sen, ben dâvaları bir türlü bitmez.

Evet:



Dünya için olunca, azmin dağları deler,

Fakat Hakka gel desem, ayakların sendeler!..



Seni yaratan, seninle beraber rızkını da yaratmıştır. O Rezzâk'tır. Senin için takdir edilen rızkı bir başkasının yemesine imkân ve ihtimal yoktur. Sen, kendi rızkını bitir­medikçe ömrün de son bulmaz. Allah Teâlâ, bir kulunu yaşatmak istemediği zaman rızkını kesiverir, bir kere de rızkı kesince kimsenin sana rızık vermesine imkân bulun­maz.

İnsan hiç düşünmez mi? Eline aldığı bir elma hangi ağacın dalından koptu da tâ sana kadar ulaştı? Amasya'da yaratılan bu elma, İstanbul'daki adamın avucuna düşüveriyor. 15 milyon insan içinde bu elma niçin başkasına gitmedi de sana nasib oldu. Çünkü Allah Teâlâ onu senin için halketmiştir...

Yeryüzündeki meyve ağaçları adeta ellerini meyve­lerle doldurup:

“Ey Ademoğlu, beni ye!” diye yalvarmaktadır. Bu senin yiğitliğinden mi, yoksa Cenâb-ı Hakk'ın keremin­den mi? Elbette Allah'ın atâ ve ihsanının neticesidir bun­lar...

Yine, sen anne rahminde iken kendini bilmiyordun.

Seni nazla, safa ile besleyen kimdi? Rızkın göbekten geli­yordu, tâ ki doğdun göbek kesildi, fakat oradan gelen rızkın da bitti. Bu kere Yüce Allah annenin göğsünde sütten pınarlar çağlattı. Ve sen elinle annenin memesine sarıldın. Çünkü rızkın orada yaratılmıştı.

Yumurtadan çıkan kuş yavrularına bak. Daha kabuğunu kırar kırmaz ağzını açıp bekliyor. Ona ağzını açmayı öğreten kimdir?

İşte Allah Teâlâ'nın “Rezzâk” ismi bize bütün bunları düşünmemizi ve her lâhza O'na teşekkür etmemizi ihtar etmektedir.

Velîler sarayının sultanlarından Şeyh Hâtem-i Esam Hazretleri, kendisi nasıl yaman bir arif ise, zevcesi de öyle yaman bir hâtûndu. Bir gün Hâtem Hazretleri:

“Ey yeni yakası düzgün hâtûn, dedi, ben dört aylık sefere gidiyorum. Bu müddet içinde ne kadar rızık ister­sin?”

Kadıncağız alev saçan gözlerle Şeyh efendiye baktı da dedi ki:

“Ey Hâtem! Diri kalacağım kadar rızık bırak!”

Hâtem (k.s.) canına ateşler düşmüş gibi yandı ve çığlığı bastı:

“Ey kadın, neler söylüyorsun? Diriliğin ve ölümün benim elimde mi?”

Kadın, ak çiçekli gül dalları gibi gülümsedi de dedi ki:

“A Efendi, madem öyle, benim rızkım da senin elinde değil; Yüce ve Rezzak olan Allah'ın nezdindedir! Sen beni ona ısmarla!”

Bu söz, Hâtem'i ağlatmaya yetti ve dedi:

“Gönlümü hoş ettin ey hatun, Allah sana selâmet ih­san etsin. İnsanın senin gibi yoldaşı olması ne güzel!”

Bir zamanlar dünyamızda böyle mübarek hanımlar da vardı. Şimdi ise gam seline değirmen olmuş ve isyanı tufanlaşmış insanların arasında kaldık. Allah'ın mülkünde, Allah'ın verdiği rızıkla, Allah'ın verdiği ömürle yaşa, son­ra da başkalarını ilâhlar edin... Elbet böyle gecenin saadetli bir sabahı olmaz!..

Hûd: 11/6. âyet-i kerîmesi Elmalılı M. Hamdı Yazır tarafından şöyle izah ediliyor:

“Yeryüzünde hiçbir dâbbe, yani deprenip duran hiçbir canlı yoktur ki,

“Kesinlikle onun rızkı Allah'a ait olmasın.” Burada “Fil erdı = Yerde” ifadesi tashih için değildir, “dâbbe” yalnızca dört ayaklı canlılar zannedilmesin diye bütün canlılara ait bir genelleme yapmak içindir ki, insan da bunlar arasındadır. Yani, bütün canlıların rızkı, kuvveti, gıdası ve beslenmesi, yaşamak için gerekli olan bütün şartlar ve sebepler Allah'a aittir, O'ndandır. Tabii veya iradî olarak o canlının o rızka kavuşması Allah'ın yükümlülüğü altındadır. Gerçi yaşatmak istemediği vakit, rızkını kesiverir ve o kesince kimsenin vermesine imkan ve ihtimâl yoktur. Fakat yaşatmak istediği sürece de bütün âlem onu önlemeye ve engellemeye çalışsa yine de göndereceği rızkı gönderir.

“Ve herbirinin müstekarrını ve müstevdaını bilir.” Karar ettiği yeri de bilir, emaneten bulunduğu yeri de bi­lir. Durduğu, oturduğu yeri de bilir, gezdiği dolaştığı yeri de bilir. Sulbü de, rahimi de bilir. Yattığı yeri de bilir, öleceği yeri de bilir, veya öleceği vakti de bilir. Bütün bunları bilir ve ona göre rızkını verir.

“Hepsi bir Kitab-ı mübindedir.” Bütün o kımıldayan canlılar, rızıkları, müstekarları ve müstevdaları takdir olunup, Levh-i Mahfuza yazılmış, Allah'ın bilgisinden ya­ratılış alanına çıkarılmıştır ki, bu kitabı görebilen melekler oradakileri açıktan okur ve anlarlar.

İşte Allah'ın ilim ve kudreti böyle geniş ve fazl-u kere­mi ile rablığı muazzamdır. Şu halde insan rızkını Al­lah'tan istemeli ve rızık için değil, Allah için çalışmalıdır. Rızık meselesi o kadar endişe edilecek bir şey değildir. Allah'tan başkasından rızık beklemek beyhudedir.” [91]

Evet:



Fili doyuran Allah, karıncayı unutmaz,

Herbir yere yetişir, Marıncayı[92] unutmaz!..[93]

 kaynaklar

[89] Hûd: 11/6.

[90] İbn Mace.

[91] Hak Dini Kur'an Dili, 4/518.

[92] Marınca bir köydür.

[93] Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 122-127.


2 yorum: