31 Aralık 2018 Pazartesi

Ali İmran Suresi 97.ayet-i kerime tefsiri



بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم



Hamd, âlemlerin Rabbi



ve övülmeye lâyık olan Allah’a ki;



“O doğmayan ve doğurmayandır ve



hiç bir zata eşit değildir“



O’nun ismi aziz ve O’nun zikri büyüktür.







Resulü Muhammed Mustafa s.a.v.’e



Ve diğer Enbiyâya salâtı selâm olsun. Allah’ın rahmeti Ashâb-ı Kiramın üzerine kıyamete kadar devam etsin.



بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم





Eşhedüenlâilâheillallah ve eşhedüenne Muhammeden abduhû ve resulûhu. İşte bu, Estaizübillâh: Ali İmran Suresi/97.ayet-i kerime

«ve men dehalehu kâne amina ve lillâhi alen nâsi…» [1]
وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ ءَامِنًا وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ 

«… men dahale hısnî emine’l azâb »

Hem âyet-i kerîme, hem hadîs-i kudsî. Bu kelime-i şahâdet; ümmet için, bü­tün beni âdem için emn-ü eman dairesidir ki, Ve men dehalehu kâne amina: Bu daireden içeri girene emn-ü eman var. 
Alel ıtlak; hiçbir şey kendisine tesir etmeyen o daireye girdi demektir.

Lâ ilahe illallah hasni; lâ İlahe illallah kelâmıdır.

Vemen dahalehu kane amin­en; Allah-u Zülcelâl, 

“O kelâmdan içeri girene emn-ü eman verdim” di­yor. O kal’adan içeri girdikten son­ra, o kal’anın içindeki adam emin olur.

─ O kimin kal’ası­dır?

Allahû Zülcelâl bizzat kendisine nisbet edip söylüyor: “Benim kal’amdır.” O Allah’ın kal’ası­nın içerisine girip, Allah’ın emn-ü emâna koyduğu kulu oradan çalacak kim olabilir? Kimde salahiyet var? 
Bir iblis değil, kâinattaki zerrât miktarında, adedinde ebalise, ins ve cinnî ile beraber şeyâtîn mevcut olsa; o kal’adan içen giren kimseyi dışarı alamaz, bitti. İster şaka yoluyla söylensin, ister cid­di söylensin Lâ ilâhe illallah dendi, bitti. 
Bu, mühim meseledir. Zahire bakma, “oraya batmış, şuraya bat­mış” deme, Lâ ilâhe illallah dedi mi, bitti. Allah-u Zülcelâl, “Ben’im kal’amdır, bir defa ben onu aldım” diyor, itiraz edecek adam var mı? Dışarı çıkartmaya ne hak ve salâhiyetimiz var. Manası açık;

« ve men dehalehu kâne amina ve lillâhi alen nâsi…»

Bir kerre söyledi mi, isterse şaka yoluyla söylesin, bitti. Şakayla te­tik atan adamın attığı kurşun vurmaz mı? Öldürmez mi?

“Yahu ben şakayla tetiğe dokunmuş idim!”

Şa­ka diye vurmadan, tesirini göstermeden kurşun kalır mı? Sen ne zannettin lâ ilâhe illallah demeyi? 
Peygamber-i zîşan’ın lâ ilâhe illallah dediği bir tevhidini, mizanın bir kefesine koysalar, bütün ümmeti Muhammedî’nin ve onunla beraber bütün geç­miş ümmetlerinin hepsinin günahını öbür kefeye koysalar; tüy gibi tartar, hiç ehemmiyeti kalmaz. Daha Peygamber-î zîşan o mizana nelerini koyacak. Peygamberi ne zannediyoruz?

Peygamberi bizim gibi zanne­diyoruz. Daha peygamberi tanıyamadık. İmam el Busayrî (Rahimehullah) Hazretleri[2], onunla bizim aramızdaki farkı fikrimize bir parça yaklaştırabilmek için bize en ednâ bir tabir yapmış,

Bismillâhirrahmanirrahîm, “Muhammedün beşerün veleyse kelbeşeri, bel-hüve yakutun ve’n-nasü kelhukerü.”

O da beşerdir. Yakutta taş­tır amma çakıl taşlarının arasında yakut taşının kıymeti neyse, öteki beşerin arasında da en edna ola­raktan, o peygamberi öyle bil.

─ Yakut ile kara taşın arasında ne fark var?

“O peygamberin beşer oluşu ile senin beşerliğini, yakut ile ne kadar kıymet farkı varsa, sende öyle bil” diyor.

DUA

Hiçbir şeye mâlik olmayan, kendi nefsi üzerinde hiçbir hükmü olmayan abd’ler sıfatı ile senin bâbına geldik ya Rabbi! Senin kapına talip olarak yöneldik ya Rabbi, he­pimiz Senin inâyetine, senin hidâyetine muhtâç olarak hem ellerimizi, hem kalplerimizi sana açarak geldik ya Rabbi! Senin bâbına gelip el açanları, gö­nül açanları geri çevirmeyen Mevlâ’mız Sensin. Habîbin hürmetine, habîbin ümmetlerine tahsis bu­yurduğun mânevî olan mâidelerden bize lutfeyle.

«Allahümme elhimnâ ruşdenâ ve iznâ min sururî enfüsinâ.»

Habibinin bu duası ile senin huzuruna geldik ya Rabbi! Bizi rüşde, hayrın kemâline, Senin kulluğunun şerefine ulaştıracak ilhamdan bizi mahrum eyleme ve bizi nefsimizin şerrinden sakla ya Rabbi! Aczimizi ikrar ederek senin kapına geldik; Sen, huzurunda aczini ikrar edenleri seversin. Sen kapına boş gelenleri seversin, sen kapına yoklukla gelenleri, varlıkla şenlendiren Hakk’sın. Ya Rabbi, bu­rada bulunan kullarını toplayan Sensin, toplatan Sen­sin, söyleten Sensin, dinleten Sensin, bizi dinleyi­cilerden kıl ya Rabbi! Dinleyip de en iyisine tabi olanlardan kıl ya Rabbi! Bizim lisanımızı sen doğ­rult ya Rabbi! Ya Seyyidî. Ya Resûlullah medet, me­det ya Sultanû’l Enbiya, medet ya Resûlullah, sizin şefkat ve şefaatiniz olmadan, o ezelî inayet kimseye ulaşamaz. Sizin huzurunuzda da sizden şefaat dile­nerek geldik ya Ekreme’l Halkallah. Ey bütün mahlûkatın içerisinde lütfü kerem denizi olan şanlı Nebi! Bize şefkat, şefaat nazarınızdan lütfen bir nazar kılınız. Esselatü ve’sselamu aleyke ya Seyyidî, ya Resulûlah.

Kaynak (Şeyh Nazım Kıbrısi Sohbetlerinden)

[1]Âli İmran Suresi: 97

[2] İmam el Busayri: (1212 Mısır, Busayr – 1295 İskenderiye) Hadis ilminde, hattatlıkta ve bilhassa şiirde çok ileri seviyelere ulaşmıştı. Resulullaha (a.s.) olan sevgisini, aşkını anlatan Kaside-i Bürde isimli şiiri ise en meşhur olanıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı