26 Ocak 2013 Cumartesi

Hz. Ali’nin Hz. Ömer’e Nasihatta Bulunması



Hz. Ali’nin Hz. Ömer’e Nasihatta Bulunması
      

- Hz. Ömer bir gün Hz. Ali’ye

“Ey Eba’l-Hasan! Bana nasihatta bulun!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali şunları söyledi:

“Yakînini (kesin bilgi ve inançlarını) şüpheye dönüştürme ve zanlarını hakikat sanma. şunu da unutma ki senin için ancak dünyada vermiş olduğun sadakalar, yaptığın adalet ve giyip de eskittiğin ve çürüttüğün şeyler vardır”. Bu sözleri dinleyen Hz, Ömer de

“Doğru söyledin ey Eba’l-Hasan!” dedi.[1]

- Hz. Ali, Hz. Ömer’e şunları söyledi: “Ey Mü’minlerin Emîri! Eğer senden önceki iki arkadaşına (Hz. Peygamber’le Hz. Ebubekir’e) katılmak istiyorsan uzun emellerden vazgeç, doyasıya yeme, eteğini kısalt, elbiseni ve ayakkabılarını yamala! Bu şekilde onlara katılmış olursun.”[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenz VIII/221 (İbn Asâkir, İbn Abbas’tan).

[2] Kenz VIII/219 (Beyhaki, Hz. Ali’den).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/261.

Hz. Ömer'in Hikmetli Nasihatlarından Birkaçı


- Hz. Ömer bahsettikleri her biri bir hikmettir:
“*Bir kötülük yapmak suretiyle senin hakkında Allah’a isyan eden bir kişiyi, bir iyilik yapmak suretiyle kendisi hakkında Allah’a itaat etmekten daha büyük bir şekilde cezalandıramazsın.
* Kesin bir bilgiye sahip olmadığın sürece müslüman bir kardeşinin herhangi bir hareketini en güzeline hamlet. * Bir müslüman kardeşinden duyduğun bir sözü elinden geldiğinde hayra yor.
* Kendisini töhmet altında bırakacak işler yapan kimse, kendisi hakkında sûizanda bulunup kötü şeyler düşünenleri kınamasın.
* Sırrını sakladığı sürece kişinin iradesi kendi elindedir.
*Doğru sözlü ve yaşayışlı arkadaşlarından ayrılma ve her zaman için onların gölgesinde yaşa; çünkü onlar senin için bollukta süs, darlıkta ise azıktırlar.
* Sonunda ölüm olduğunu bilsen de doğruluktan ayrılma.
* Seni ilgilendirmeyen şeylere karışma.
* Olmayacak işler peşinde koşma, çünkü böyle birşey yararsız, boş bir uğraş olur.
* İhtiyacını yerine getirmek istemeyen kimseden hiç birşey isteme.
*Yalan yere yemin etmeyi küçümseme ki Allah Teâla seni bundan dolayı helak etmesin.
* Sakın fâcirlerle (kötülerle) arkadaşlık yapma ki sonra kötülüklerini öğrenirsin.
* Düşmanlarından uzak durduğun gibi Allah’tan korkmayan dostlarından da sakın; Çünkü O’ndan korkmayan kimse asla güvenilir birisi değildir.
* Kabirlerin yanından geçerken kork.
* Tâat gösterirken kendini hiç mesabesine indir.
* Günah işlerken âkıbetini düşün.
* Bir iş yaparken, içlerinden Allah’tan korkanlarla istişare et; çünkü Allah Teâlâ “Allah’tan, kulları içinde ancak alimler korkar” (Fâtır: 35/28 buyurmaktadır.”[1]

- Hz. Ömer bir keresinde birisine şu öğütte bulundu:
*“Seni ilgilendirmeyen şeylere karışma.
* Düşmanlarından uzak durduğun gibi emin olmayan dostlarından da kendini koru.
* Emin kişilerse ancak Allah Teâlâ’dan korkan kişilerdir.
* Kötülük ögrenmek istemiyorsan kötülerle konuşma ve böylelerinin arkadaşlığından sakın.
* Kötü kimselere sırrını asla söyleme.
* İşlerinde, Allah’tan korkanlarla istişare et!”[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenz VIII/235 (Hatib, İbn Asâkir ve İbnü’n-Neccâr, Said b. el-Müseyyeb’den).

[2] Ebu Nuaym, Hilye I/55 (Muhammed b. Şihab’dan).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/257-258.

25 Ocak 2013 Cuma

Hz. Âdem'in Hz. Musa'ya hüccet getirmesi, İşte Âdem Musa'ya böyle delil getirdi, işte böyle mağlûp etti hadisi


 Ebû Hüreyre'den (Radıyaliahü anh):[1]

Rasulullah (Sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi:

"Âdem ve Mûsâ (Aleyhimesseiâm) tartıştılar. Mûsâ dedi ki:

'Ey Âdem, sen bizi hayal kırıklığına uğratan ve cennetten çıkmamıza sebep olan atamızsın,'(Bir başka rivayette: 'Sen, işlediği hata ile cennetten çıkmasına sebep olan Âdem'sin' dedi.) Âdem de:

'Ey Mûsâ, sen de Allah'ın kendi sözü/vahyi için seçtiği (görevlendirdiği) kişisin. (Allah sana vahyi ile hitâb etti ve) eliyle bunu yazdı. Sen beni, yaratılışımdan kırk yıl önce Allah'ın takdir ettiği bir şeyle mi kınıyor/suçluyorsun?' diye karşılık verdi.

(Bunları anlattıktan sonra) Peygamberimiz:

"İşte Âdem Musa'ya böyle delil getirdi, işte böyle mağlûp etti" buyurdu.[2]

 Açıklama
 Bu rivayetle ilgili âlimlerin farklı yorumları olmuştur:

Hz.  Âdem'in  Hz.  Musa'ya hüccet getirmesi  konusundaki  bu  rivayette:

ayıplama ya da günaha özür beyanı söz konusu değildir. Bilâkis Hz. Mûsâ, bu zellenin sebebi neydi ki cennetten çıkmaya sebep oldu şeklindeki sorusuna, Hz. Âdem de kendisinin zelle sebebiyle değil, Allah'ın onu yeryüzüne halife tayin etmesi sebebiyle çıkartıldığını belirtir.

Ayrıca bu rivayetle ilgili olarak üç ihtimal üzerinde durulur:

a- Râvi naklederken hata yaptı ya da unuttuğu bir şey var,

b- Peygamberimiz İsrail  oğulları  arasında böyle bir haberin  olduğundan

bahsetmiş ve râvi de konuşmanın sonuna yetiştiği için İsrâi! oğulları kısmını duymamıştır, tıpkı Hz.Âişe validemizin Ebû Hüreyre'nin bazı rivayetlerini böyle düzeltmesi gibi,

c- Ya da bilmediğimiz bir gerçek vardır, zira bu hadîsi Hz.Ömer de rivayet ediyor, biz de tevekkuf ederiz.[3]

İmam Eş'arî bu hadisi Kaderiyenin, 'Allah geleceği biimez' sözlerine karşı hüccet olarak zikreder.[4]

Yukarıdaki rivayette Hz. Mûsâ ile ilgili vahyin verilmesi Kur'ân'da şöyle geçmektedir:

Allah Teâlâ buyurdu:

"Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Mûsâ için levhalarda yazdık. (Ve dedik ki): Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim." (Ârâf 7/145).[5]

Kaynaklar
 [1] sened:

Sahih: Müsned, 11/248, H.no': 7381; Benzer rivayet için bk. 11/264, H.no: 7578-7579; Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, es-Sünne., 1/287, H.no:549; 11/506, H.no:1177; Mâlik, Kader, I; Ma'mer b. Râsid, XI/112-113, H.no:20067-20069; Buharı, Enbiyâ, 31; Tefsir, 20/1; Tevhîd, 37; Kader, 11; Müslim, Kader, 13-15; Ebû Dâvûd, Sünnet, 16. H.no: 4701, Tirmizî, Kader, 2, H.no: 2134 (hasen-sahih); Nesâî, es-Sünenül-kübrâ, VJ/284, H.no:10985; VI/308, H.no:ll060; İbn Mâce, Mukaddime, 10, H.no:80: Humeydî, 11/475, H.no:1115; Beyhakî, Şuabü'l-tmân, 1/204, H.no: 184; İ'tikâd, s. 138; Lâilkâİ, III/4I3, H.no:693; Hercvî, Erbaûn, s-73, H.no:24. Bu olayın başlangıcı, Ebû Davud'un rivayetinde şöyle nakledilir: Ömer b. Hattab (Radıyallahü anh) Allah Rasûlü'nün (Sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

Hz. Musa dedi ki:

" Ya Rabb, hem bizim, hem de kendisinin cennetten çıkarılmasına sebep olan (atamız) Adem 'i bana gösterir misin" Allah ona Adem'i (Aleyhisselâm) gösterince şöyle dedi:

'Sen atamız Adem misin"

'Evet'

'Sen, Allah 'in rûh verdiği, isimlen öğrettiği ve melekleri secde ettirdiği kişi değil misin?"
'Evet'

""Peki, bizi ve kendini cennetten çıkartmaya sebep olan şey neydi?'

'Sen kimsin?'

'Ben Musa'yım.''

'Sen   Allah'ın   vahy   için   görevlendirdiği   kişi  değil   misin?...'   şeklinde  rivayet  devanı etmektedir. Bk.Ebû Dâvûd, Sünnet, 16, H.no: 4702.

[2] İmam Ahmed b. Hanbel, El-Müsned, el-Fethu’r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 1/201-202.

[3] Fahreddin Râzi, Mefâtihul-gayb 1/270.

[4] Eşarî, el-lbâne 202-203.

[5] İmam Ahmed b. Hanbel, El-Müsned, el-Fethu’r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 1/202-203.


RABITANIN KUR'AN VE SÜNNETTEN DELİLLERİ


RABITANIN KUR'AN VE SÜNNETTEN DELİLLERİ
 Rabıta hakkında internet ortamında sağlıklı bir kaynak mevcut değildir. Bu nedenle meydan inkarcılara kalmaktaydı. İnkarcıların sesini kesmek, meraklılarına ulaştırılması için, Mahmud Efendi Hazretlerimizin emri ile Cübbeli Hocamızın rabıta hakkında yazdığı “Tarikatı Aliyye’de Rabıtayı Celiyye” adlı eserden konu ile alakalı bölümlerden alıntılar ve geniş bir araştırma ile sizler için hazırladı.
   Şunu en başta söyleyelim ki rabıta bir ibadet değildir. Ancak aşağıdaki yazıdan anlaşılacağı üzere inkar edilemeyecek meşru bir hareket ve manevi yolların eğitim metodudur.

RABITANIN KURAN’DAN DELİLLERİ

*-   Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
   “Ey iman edenler! Allah(-u Teala)dan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe Suresi 119)

  Bu ayeti kerimede mü’minlere hitap edildiği açıktır. Bu da göstermektedir ki “Sıdk” sıfatı, imandan daha hususi (özel) bir manaya sahiptir. Çünkü iman edenlere “sadıklarla” beraber olunması emredilmiştir.
   Yani sıdk mertebesinde bulunan herkes mü’mindir, ancak her mü’min sıdk mertebesinde değildir

   Bu ayette emir buyrulan “beraberlik” iki şekilde olur:

1- CİSMANİ BERABERLİK: Bu türlü beraberlik, sadıkların meclisine bizzat devam ederek, onlardan ilim, fazilet ve feyz almakla olur.
   Kişi sadıklarla beraber olmak için, onların meclislerine devam eder, söylediklerini dinler, hal ve tavırlarını örnek alır.

   Bundan dolayıdır ki Ashab-ı kiram (Rıdvanullahi aleyhim ecmain) Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in etrafında pervane olur, sürekli onunla beraber bulunmaya gayret ederlerdi.
   Uzak beldelerde bulunanlar da fırsat buldukça ve yol emniyetini temin ettikçe, her taraftan Alemlerin Efendisi’ni ziyarete gelirlerdi.

2- RUHANİ BERABERLİK
   Eğer kişi, ayeti kerimede “Sadıklarla beraber olun” emri olduğu halde sadıklardan cismani olarak ayrı bulunuyorsa ne yapacaktır?

   İşte bu durumda da onların gidişatlarına uyacak, yaptıklarını yapıp, yapmadıklarını terk edecek, onların hal, tavır, davranış ve sözlerini onların gıyabında hayalinde canlandıracak ve onların hali ile hâllenecektir.

   Ehlulalh’ın meclisinde bizzat bulunmak, kişiye fayda sağladığı gibi, gıyaben şahıslarını ve hallerini düşünmek de fayda verir.
   Çünkü bir kişi hayalinde, dimağında (beyninde) ve kalbinde neyi tasavvur ederse, fiillerinde de o tezahür eder (açığa çıkar) k,, rabıta da bundan ibarettir.

   İsmail Hakkı Bursevi (Kuddise Sirrahu) “Sadıklarla beraber olunuz” ayetinin tfsirinde şöyle demiştir:
   “Bu ayeti kerimede bahsi geçen sadıklardan murad; kamil mürşidlerdir. Bir salik onların kapılarında ciddiyetle hizmet eder, muhabbetiyle nazarlarına kabul olunursa, onların feyz ve bereketiyle masivayı terk etmeye, Allah’u Teala yolunda istikamet üzere bulunmaya rahatlıkla muvaffak olur ve huzur-u hakk’a kavuşur.”

   Müfessir Alusi (Rahimehullah) ise, yukarıdaki ayetin tefsirinde: “Sadık ve Salihlere karışınız (onlarla iç içe olunuz) ki; onlar gibi olasınız. Çünkü herkes, yakın olduğu kimseye uyar” demiştir.

   Bu ayet-i Kerime’yi Ubeydullah Ahrar Hazretleri de rabıtaya delil olarak zikretmiştir.

*-   Diğer bir ayeti celilede de Mevla Teâlâ:
   “Kullarımın içine gir, cennetime gir.” Buyuruyor. (Fecr Suresi 29-30)

   Bu ayeti celilenin açık beyanından da anlaşılacağı üzere; dünyada, Allah’u Teâlâ’ya mahsus olan özel kulların arasına girmek, ahirette cennetlere girmeğe vesiledir.

   Tabi ki, dünyada devamlı o dostlar arasında bedenen bulunmak mümkün değilse de, rabıtadan ibaret olan manevi beraberlik, ehli için müyesserdir.

   Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirrahu) “Ruhul beyan tefsirinden naklen şöyle yazmıştır: “Bu ayeti celile, Süleyman Aleyhisselam’ın: “Beni rahmetinle Salih kullarının içerisine girdir.” (neml Suresi 19’dan) duasını beyan eden ayet-i kerime gibidir.

   Hususi kullar zümresine girmek, saadet-i ruhaniye (ruhun mutluluğu) onlarla beraber cennet ve derecelerine kavuşmak ise, cismani (bedenle alakalı) saadettir.

   Nitekim Mevla Teâlâ: “Kullarımın arasına gir, Cennetime gir” buyuruyor.

   Necmüddin-i Kübra (Kuddise Sirrahu) Hazretleri, “Te’vilat-ı Necmiyye” isimli eserinde, bu ayet-i kerimenin te’vilini yaparken:
   “Benim (zatım)la ve sıfatlarımla baki olan (tarikattan sonra hakikate kavuşarak manevi diriliği bulmuş) kullarımın içine gir.
   Zatını (kendini) ve enaniyetini (benliğini) yok ettiğin için, Zat’ımın cennetine gir” diye mana vermiştir.

DOSTLARININ YOLUNA UYMAK
  *-Cenab-I hak şöyle buyuruyor:
   “Bana yönelenin yoluna uy..” (Lokman Suresi 15)

   Bazı müfessirler bu ayet-i kerime hakkında şunları söylemişlerdi: “Burada geçen ‘Enabe” kelimesinin anlamı “Meyletmek ve bir şeye rücu’ etmek” demektir.
   “Bu iname (Allah’u Teala’ya yönelmek) peygamberlerin ve Salihlerin yoludur.” (İbni Atıyye, el-Muharraru’l veciz, 4/349; Kurtubi, El-Cami’u’li ahkami’l Kur’an, 14/45)

   İsmail Hakkı Bursevi (Kuddise Sirrahu) bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle demiştir:
   Bu ayette, kâfir ve fasıklarla sohbetten sakındırma ve Salihlerle (beraberliğe) teşvik vardır. Çünkü kişilerin bir araya gelmesi, birbirini etkilemeyi gerektirir. Tabiatlar cezp edici, hastalıklar geçici ve sirayet edicidir.
   Bundan dolayı Semure ibn-i Cündeb (Radıyallahu Anh) den rivayet edilen bir hadislerinde, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
   “Müşrikle bir çatı altında oturmayınız ve onlarla bir arada durmayınız. Kim onlarla oturur veya beraber bulunursa, o da onlar gibidir.” Buyurmuştur. (Tirmizi, Siyer:42, No:1605, 4/156)

   Yani: “Müşriklerle bir yerde oturmayınız, aynı mecliste toplanmayınız ki, beraberlikten dolayı onların kötü ahlakı size sirayet etmesin ve çirkin halleri size bulaşmasın.”

   Alusi (Rahimehullah) ise şöyle demiştir:
   “Bu ayetle kamil (manen olgun) insanlara uyup, nakıslardan yüz çevirmeye ve kamil olanları, nakıs (eksik) olanları kemale erdirmesine işaret edilmiştir.

   Bütün bu ifadeler, Allah’u Teala’ya inabe etmiş (yönelmiş) velilerin yolu olan: “zikir”, “rabıta” ve “Murakabe” gibi vazifelere tabi olmanın faziletlerini açıklamak, buna mukabil nefislerinin arzularına uyarak bu büyüklerin yollarını inkara kalkışanların, kendilerinden de, fikirlerinden de uzak durulmasının önemini beyan hususunda, ne kadar net ve tesirli manalar ihtiva etmektedir.

RİBAT EMRİ
*- “Ey iman edenler! Sabredin (düşmanlarınızla) sabır yarışı edin (onlara galip gelin, sınırlarda) nöbet bekleşin ve Allah(u Teala’ya muhalefete kalkışmak)tan sakının ki, felaha (kurtuluşa)a eresiniz.” (Al-i İmran suresi 200)

   Bu ayeti celilede yer alan (Rabidu) emr-i celilinin masdarları olan “Ribat” ve “Murabata” tabirleri; “Sınırda düşmanı gözetlemek”, “Nöbet tutmak”, “Verilen emrin eksiksiz yerine getirilmesi” anlamlarını ifade eder.

   Beden ile nefsin irtibatını sağlaması ve “Halk alemi” ile “Emir alemi”ni bünyesinde barındırması dolayısıyla kalbe de “Ribat” denmiştir.

   Zira “Nazargahı ilahi” kabul edilen ve “Masiva” (Allah’u Teala’dan gayrısı)nın girmemesi için her şeyden önce gözetlenmesi gereken yer hiç şüphesiz ki kalptir.

   Kur’an-ı Kerim’de (Rabidu) şeklinde geçen ve emir ifade eden “Ribat” ve “Murabata” tabirlerinin; yalnızca maddi ve dış düşmanlara karşı değil:” ve “kötülüğü emredici” karakteri ile tanımlanan nefs ve şeytan düşmanına karşı da vaziyet almayı, bunların aldatıcı hilelerine karşı kalbi gözetlemeyi” amir bulunduğu ve başından beri bu ayet-i kerimenin, iki manayı da aynı anda hedef aldığı, hemen hemen çoğu müfessirlerce söz konusu edilmiştir.

   Unutulmamalıdır ki; hem fertlerin hem de toplumların hayatında sıcak savaşlar geçici, soğuk savaşlarsa sürekli ve daimidir.
   Sıcak savaşlarda dış, soğuk savaşlarda ise iç düşmanın dikkatle gözetlenmesi gerektiği açık bir husustur.
   Zamanın icap ve ihtiyaçlarına göre bunların tercih edilip değerlendirilebileceği söylenebilir. Bu sebeple ayeti kerimeyi:
   “İslam düşmanlarına karşı hazır olmak, teyakkuzda bulunmak (uyanık davranmak)” manasında anlamak yanında, bizleri Allah’u Teala’nın dininden uzaklaştırmak için mücadele vermek manasında anlamalıyız.
   Kaldı ki müfessirler bu terimlerin tasavvufi anlamlarını gösterirken İslami delillere istinad ettirmeyi de ihmal etmemişlerdir.

   Mesela Rağıb el-İsfahani (Rahimehullah) “Ribat” ve “Murabata” nın ikili anlamına işaret ederken:
   Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilen: “Zorluklara rağmen abdest almak, mescidlere çok adım atmak ve bir namazın ardından diğer namazı beklemek, işte ribat budur” (Müslim, taharet 14, no 251, 1/219; Tirmizi, Nesai, Muvatta, Ahmed-el müsned) hadisi şerifine dikkat çekmiştir.

   Ardında Kur’an-ı Kerim’de, “Rabt” kökünden türetilmiş kelimeleri ihtiva eden ayetleri sıraladıktan sonra:
   “O (Allah’u Teala) mü’minlerin kalplerine sekineti (iç huzuru, manevi kuvvet ve sabrı) indirendir” (Fetih Suresi 4’den) ayetinde hereketle, bu ayetlerdeki “Rabt”ın:
   “kalp sekineti (kalbin huzur bulup yatışması ve sukunete ermesi)” manasına delalet ettiğini söylemiştir. (Rağıb el-İsfahani, Müfredat-ü elfazı’l-Kur’an, sh:338-339)

   Dolayısıyla kelimenin gerek lügat anlamı gerekse İslam alimlerinin yukarıda işaret ettiğimiz fikirleri, “Ribat” ve “Murabata”nın sadece sufilerce değil, diğer alimlerce de tasavvufi bir muhtevaya sahip olduğunu gösteriyor.

   Bu kelimelerden türetilerek vücud bulan müesseselerin, hem askeri ve idari, hem de dini ve tasavvufi sahalarda hizmet veren kuruluşlar olarak faaliyette bulunduğu tesbit edilmiştir. (Sühreverdi, Avarifü’l-mearif 103, 133)

   Her halükarde ribat emrinin zahiri manası, düşmana karşı nübet tutma anlamında olduğuna göre, İbn-i Abbas, Ebu Zerr ve CVabir (Radıyallahu anhuma)’dan rivayet edilen:
   “Senin en büyük düşmanın, iki yanının arasında olan nefsindir.” (Beyhaki, ez-zühd, No:345, sh:190; Deylemi, Müsnedül Firdevs No: 5248, 3/408)

   Cihadın en üstünü, kişinin Allah’u Teala uğrunda nefsi ve arzusuyla cihat etmesidir.” (İbn-i Neccar, Deylemi, Ali el-Müttaki, kenz’ul- Ummal, No: 11262, 11265, 4/439-431)

   İşte rabıtanın önemi burada çok daha iyi anlaşılmaktadır. Rabıta yapan bir insan devamlı Allah ‘u Teala’nın nurunu ve rızasını talep ettiğinden nefsine ve şeytana karşı nöbet yerini terketmemekte, teyakkuz halinde beklemektedir.

YARATIKLARI DÜŞÜNMEK
   Mevla Teala bir ayeti kerimesinde:
  “(O akıl sahipleri) öyle kimselerdir ki, ayakta otururken ve ynları üzere (yaslanmış) oldukları halde Allah (u Teala’y) ı zikrederler ve göklerle yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler.” (Al-i İmran 191 den)

   Gökler, yerler ve içindekiler hakkında tefekkürde bulunmak övülen bir amel olduğuna göre yaratıklar içerisinde en kıymetli varlık olan inan-ı kamil hakkındaki rabıta ve tefekkür niçin zemmolsun.

   Müfessirlerin İmamı Fahruddin-i Razi (Rahimehullah) bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
   “Allah’u Teala kendini zikretmeye teşvik etti. Fakat iş tefekküre gelince, Zatı hakkında düşünmeye teşvik ve davet etmedi. Aksine yerlerin ve göklerin tefekkür edilmesini teşvik etti.

   Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
  “Mahlukatı (yaratıkları) tefekkür ediniz, Halik’ı (Yaratıcıyı) tefekkür etmeyiniz.” (Ali el-Muttaki, Kenzu’l Ummal, No:5706, 3/106) sözü de bu aynı manadadır.

   Bunun sebebi şudur:
   Biz, yaratılan varlıkları düşünerek, onun yaratıcısı hakkında bir bilgiye sahip olabiliriz. Varlıkları düşünmek ve onlardaki İlahi sanat ve tecelliyi görmek mümkündür, fakat Zat-ı Bari’yi düşünmek mümkün değildir.” (Fahruddin-i Razi, Mefatihu’l Ğayb, 9/111)

   Bir ayeti celilede ise:
   “(Habibim!) De ki, göklerde ve yerde neler olduğuna bakın!” (Yunus 101’den) buyrulmaktadır.

   Görüldüğü üzere bu ayeti celilede, göklerde ve yerlerde bulunanlara bakılması emredilmiştir. Bu bakıştan maksat, varlıkların Allah’u Teala’nın varlığına, birliğine, kudretine delalet yönlerini düşünmek üzere bakmaktır.

   Yerde bulunan yaratıklar içerisinde, Allah’u Teala’yı en iyi tanıtacak mahluk ise insandır. Çünkü insanda, Allah’u Teala’nın sıfatlarının suretleri bulunmaktadır. Fakat her insan, görüldüğünde ve hatırlandığında Allah’u Teala’yı hatırlatmaz.
   “Evliyaullah o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır.” (Nesai, es- Sünenü’l Kübrai Tefsir:180, No:11235, 6/362; Taberi, Cami’ul Beyan, No: 17723, 24, 25, 26, 6/575; Hakim-i Tirmizi, Nevadir’ul-usül, sh: 140; Haysemi, Mecma’uz-zevahid,10/78)

   Dolayısıyla görülmeleri Allah’u Teala’yı akla getiren velileri mümkün oldukça gözle görmek, bu mümkün olmadığında ise onları, Allah’u Teala’yı hatırlattıkları için hayal etmek ve onlara rabıta yapmak da bu ayeti celiledeki emrolunan nazara (yaratıklara bakmaya) dahildir.
 RABITANIN SÜNNETTN DELİLLERİ

 Sahabe-i Kiram rabıta yapmış mıydı? Diyenlere sadece ve sadece Ebubekir-i Sıddik (Radıyallahu anh)’ın şu hadisesini anlatmak bile kafidir.

Şöyle ki: O, ruhaniyet hasebiyle Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den hiç ayrılmadığından, hatta kaza-i hacet için bile Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den hali (boş) bir yer bulamadığından dolayı Peygamberimiz’den çok utanırdı.
   Bu durumu Efendimiz’e şikayet ettiğinde, peygamber efendimiz O’na ruhsat vermişti. (Abedst bozarken dahi gayri ihtiyari bir şekilde Resulüllah’ı hatırlamasında bir sakınca olmadığını beyan etmiştir) (Risale-i Halidyye Tercümesi, Mütercim, Şerif Ahmed İbn-i Ali, sh: 11-12, Esad Sahıbzade, Nurul Hidayeti ve’l irfan, sh: 30; Yusuf Şevki, Hediyetü’zakirin, sh 23)

   Bakınız, Hazreti Ebubekir Radıyallahu anh Hazretlerinin haline. Resulüllah Efendimiz’i düşünmekten bir an bile boş kalamıyor. Nerde olursa olursun onu düşünüyor. Neden? Çünkü Peygamber efendimiz, Allah’u Teala’nın nurunu ona ulaştıran bir vesile. Yoksa cennet ile müjdelenen ve peygamberler hariç bütün insanların imanı ile tartıldığı zaman imanı ağır gelen bir insan neden direk Allah’ı düşünmesin?

    Ey cahiller! Bu büyük sahabeyi de şirk ile mi suçlayacaksınız?

   SEVBAN (RADIYALLAHU ANH)
   Resulüllah efendimizin azatlısı Sevban (Radıyallahu nah) Resulüllah’a karşı çok muhabbetli olup, O’nsuz hiç durmazdı. Bir gün rengi değişmiş ve yüzünde üzüntü eseri olduğu halde Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in huzuruna geldiğinde, Resulüllah (Sallallah Aleyhi ve Sellem) ona:
   “Senin rengini ne değiştirdi” diye sordu. O da:
   “Ya Resulallah! Bende hiçbir hastalık ve ağrı yok. Ancak seni görmediğim zaman, tekrar sana kavuşuncaya kadar çok sıkıntı çekiyorum.
   Sonra ahireti düşündüğümde seni hiç göremeyeceğimden korkuyorum. Çünkü sen Peygamberlerin makamına yükseleceksin, ben ise cennete girsem de, senin makamından daha aşağı bir mertebede olacağım. Cennete giremezsem, o vakit seni ebediyen göremeyeceğim” diye cevap verince:
   “Her kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, işte onlar, Allah’u Teâlâ’nın kendilerine in’am ettiği peygamberler, sıddiklar, şehitler ve Salihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştırlar.” (Nisa suresi 69) ayet-i celilesi nazil oldu. (Begavi, Me’alimü’t-Tenzil: 1/450; Ebu ishak es-Sa’lebi, El-Keşfü ve’l beyan, 3/341; Kurtubi, el-Cami’u li ahkami’l Kur’an; 57175, Vahidi, esbabü’n-nüzul, No:334, sh: 168; Ebu Hayyan, el-bahru’l Muhit, 37286)

    İşte sahabe-i Kiramın sevgisi ve rabıtası. Peygamberimizi göremedikleri zaman onu düşünmekten ve O’ndan ayrı düşmekten renkleri solan sahabe efendilerimiz.

   Haydi, ey cahiller! Bu sahabeyi’de “Neden Allah’tan korkusuna sararmıyor da Peygamberi görmediği için sararıyor” diye şirk ile suçlayın!

   SENİ HATIRLADIĞIM ZAMAN…
   Said ibn-i Mansur ve ibn-i Münzir (Rahimehullah) Şa’bi (Radıyallahu anh)den şöyle rivayet etmişlerdir:

   Ensar-ı Kiramdan bir zat, efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:
   “Ya Resulallah! Vallahi elbette sen bana canımdan, oğlumdan, ailemden ve malımdan daha sevgilisin.
    Eğer ben evimde iken seni hatırladığımda gelip seni görmezsem, o kadar darlanıyorum ki, ruhumun bedenimden çıkacağını zannediyorum.” Dedi ve ağlamaya başladı. (Said ibn-i Mansur, es-Sünen, No:661, 4/1 308; Taberani, ibn-i Merdüye, Ebu Nuaym, Ziya-i makdisi, Suyuti, ed-Dürrül Mensur 2/588)

   Gördüğünüz gibi sahabe-i Kiram Resulüllah’ı düşünmeden bir an bile geçiremiyordu ve Peygamber Efendimizde onları kendisini düşünmekten men etmiyordu. Dolayısıyla rabıtanın bir bid’at olduğunu söylemek kadar art niyet olamaz.

O PEYGAMBERDİR FARKLIDIR!
   Sahabe Efendilerimizin rabıtasının ne kadar şiddetli olduğunu görüyorsunuz. İnkârcılara sahabe-i Kiramdan da örnek verdiğimiz zaman inkâr yolları kapandığı için bu sefer: “Ama o Peygamberdir” diyerek yeni bir çıkış yolu aramaya kalkarlar. Onlara da şöyle cevap veririz:

   Peygamber Efendimiz Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayetle şöyle buyuruyor:
   “Beş şey ibadettendir; az yemek, camilerde oturmak, Ka’beye bakmak, Okumadan da olsa mushafa bakmak, Âlimin yüzüne bakmak” (Deylemi, Müsnedü’l Firdevs, 2/190 no:2969; Suyuti, nebhani, el-Fehu’l Kebir, No:6097, 1/566)

   Yine başka bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
   “Beş şey ibadettendir; Ka’beye bakmak, anne-babaya bakmak, Zemzeme bakmak ki o, günahları sildirir, bir de âlimin yüzüne bakmak” (Ali el- Muttaki, kenzu’l Ummal, No.43494, 15/880, Münavi, Feyzül Kadir, No:3971, 31613)

   Yine Abdullah ibni Mes’ud (Radıyallahu anh)den gelen bir hadis-i şerifte Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)ı işaret ederek:
   “Ali’nin yüzüne bakmak ibadettir” buyurmuştur. (Hâkim, El-Müstedrek, No: 4683, 82,81, 3/153; Taberani, el-Mu’cemü’l Kebir, No:207, 18/109; Deylemi, el-Firdevs, 4/294; Bu Nuaym, Hılyetü’l-Evliya, 2/183, 5/58)

   Efendimizin “Ali’nin yüzüne bakmak sevaptır” ve “Âlimin yüzüne bakmak sevaptır” hadis-i şerifleri bize gösteriyor ki, suretlere bakılması ve düşünülmesi peygamberlere has olan bir özellik olmayıp, ilmi ile amel eden âlimlerin yüzüne bakmak da sevaptır.

   Ve Efendimizin beyanına göre âlimlerin yüzüne bakmak sevap ise onları Allah için sevmek ve düşünmekte de hiçbir mahzur yoktur.

   İmam-ı Münavi bu âlimlerden maksadın Şeriat ilmini bilen ve bildiği ile amel eden âlimler olduğunu bildirmiştir.

    Herallî (Rahimehullah şöyle demiştir) “Âlimin yüzüne bakan kimse, onu görmekle Allah’u Teâlâ’ya yaklaşmaya niyet etmelidir.” (Feyzu’l Kadir 3/613)

BAKMAK VE RABITA
   Şimdi diyeceksiniz ki bakmak ve düşünmek ile Allah’u Teâlâ’ya yaklaşmakta nasıl bir bağlantı olur? Said İbni Cübeyr (Radıyalahu Anh)Den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulüllah efendimiz şöyle buyuruyor:
   “Evliyaullah o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır.” (Nesai, es- Sünenü’l Kübrai Tefsir:180, No:11235, 6/362; Taberi, Cami’ul Beyan, No: 17723, 24, 25, 26, 6/575; Hakim-i Tirmizi, Nevadir’ul-usül, sh: 140; Haysemi, Mecma’uz-zevahid,10/78)

   Bu hadis-i şerifte, görüldükleri zaman Allah’ı hatırlatan insanlardan bahsedilmektedir. Dolayısıyla Allah’ı hatırlamaya vesile, araç, sebep olmaktadırlar. Gördüğümüz zaman Allah’ı hatırlıyor isek düşündüğümüz zaman da hatırlamamız mümkün olacaktır.

   Bakınız, inkârcılar “Allah yerine koydukları mürşidi düşünüyorlar” diyerek bizim şeyhe taptığımızı ve dolayısıyla şirke düştüğümüzü ileri sürüyorlar. Hâlbuki Peygamber Efendimiz onların görüldüğü zaman Allah’ı hatırlattığını buyurmuş ve Allah’ı hatırlamak için onların yüzüne bakılmasının önünü açmıştır.

   Yani “neden Allah’ı hatırlamak için evliyayı aracı yapalım” diyenlere “Allah’ı hatırlamak için aracı koymak şirktir” diyenlere böylelikle peygamberimiz cevap vermiş oluyor. Tabi bu iddiaları ortaya atanlar cahilliklerini ortaya koymuş oluyorlar.

   Ey cahiller! Peygamberi de mi şirk ile suçlayacaksınız!…

    İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “En hayırlı meclis arkadaşlarımız kimlerdir” diye soranlara:
   “Kimi görmek size Allah’ı hatırlatıyor, kimin konuşması sizin ilmini artırıyor, kimin de ameli size ahireti hatırlatıyorsa.” Buyurdu. (Askalani, Heysemi, Mecma’üz-zevaid, 10/226; Ebu Y’al, el-Müsned, no: 2437, 4/326; Ahmed İbni Hanbel, el-Müsned, No:27670, 27672, 10/442, 443; hakim-i Tirmizi, Nevaridiru’l-usul, sh:140)

   Zaten görülen Allah dostunun, Allah’ı hatırlatması onun beyaz sakalı sakalı veya sarığından değil, ruhaniyetinin kemalatındandır. Asıl mesele ruhaniyettir. Dolayısıyla görülünce Allah’ı hatarlatan bir şeyin, düşünüldüğünde hatırlatmaması imkansızdır.

   Mesela şehevi şeyleri düşünmek insanın şehvet duygularını harekete geçirir. Hatta ilmihallerde şehvetin temas ile mi, düşünerek mi oluştuğu bile konu olmaktadır. Dolayısıyla düşünmek, hatırında canlandırmak kadar etkili bir hareket yoktur.

   Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere onları bizzat gördüğümüzde Allah’u Teala’yı hatırlamamız ne kadar normal,  meşru ve olması gereken bir davranış ise, onları bizzat göremediğimiz zamanlarda, onların suretlerini hayal edip düşünmemiz de neticede bize Allah’u Teala’yı hatırlatacağı için, rabıtayı kul ile Allah arasında perde değil de, tam tersine kulu Allah’u Teala’ya götüren bir vasıta olarak görmemiz icap eder.

DAHA İYİ ANLAMAK İÇİN MİSAL VERELİM
   Mesela ben, Efendi Hazretleri’ni gördüğüm zaman bana Allah’u Teâlâ’yı hatırlatıyor. Aklıma Allah korkusu, akabinde günahlarım ve eksiklerim geliyor. Bu davranış yukardaki hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere meşrudur. O halde ben, Allah’u Teala’yı hatırlamak için Efendi Hazretlerinin suretini gözümün önüne getirebilir miyim? Getirebilirim çünkü bakmak ve düşünmek arasında fark yoktur. Hatta düşünmek bazen bakmaktan daha tesirlidir.

RABITA KELİMESİ
   Bütün bu delillerin arasına sıkışıp kalan inkarcılar çıkacak yol bulamayan bu sefer “rabıta” kelimesine takılırlar. Sahabelerin “rabıta” gibi ifadelerinin olmadığını ileri sürerler. Burada önemli olan isim değil manadır.

   Yukarıda da gördüğünüz gibi sahabe-i kiram bizim rabıta dediğimiz olayı yaşamakta ve aşırı düşkünlüklerini beyan etmektedirler.

   Ancak buradaki önemli husus sahabe-i Kiram, tabiin ve onların etba’ında bulunan kalbi ve hubbi rabıta, tekellüfe (hiçbir zorlamaya) muhtaç olmaksızın kendilerinde hâsıl oluyordu. Bu nedenle buna bir isim vermeleri de gerekmiyordu. Sonra zaman uzayıp kalpler bulanınca ve muhabbet azalınca, meşayıh, bu sevgi irtibatını açıkça müridlerine tenbih etme ve muayyen bir vakit koyma zaruretini hissetiler ki böylece onlar, mürşidlerinden feyiz alabilmeleri için kalplerini zorla da olsa toplamaya muvaffak olabilsinler. Daha sonra bu sevgiye “bağlayıcı” anlamına gelen “rabıta” adını verdiler.

   Böylelikle sünnette hadis-i şerifler ile sabit olan bu fiil, tasavvuf erbabında eğitim metodu olarak rabıta ismi ile yer aldı.

   Dolayısıyla “rabıta” kelimesinin sonradan verilmiş bir isim olması, “Allahı hatırlatan” bu yöntemin bid’at olduğu anlamına gelmez.

RUHLARIN BİRBİRİYLE BULUŞMASI
   Aişe (Radıyallahu anha9 annemizden rivayete göre, Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
   “Ruhlar toplu (halde gezen) ordulardır. Onlardan (ezelde, Allah’u Teâlâ yolunda) birbiriyle tanışanlar i’tilaf eder (anlaşır), Tanışmayalar ise ihtilaf ederler (dünyada zıtlaşırlar)” (Buhari, enbiya:3, No:3158, 3/1213; Müslim, Birr:49, No:2638, 4/2031; Ebu Davud, Edeb:19, No:4834, 2/65; Ahmed İbn-i Hanbel, El-Müsned, No: 7940, 3/151; Sehavi, el-mekasıdülhasene, No:95, sh:73)

   Abdullah Bidn-i Amr ibn-i As (Radıyallahu anhuma)dan rivayet edilen bir hadis şerifte Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
    “Muhakkak ki müminlerin ruhları, daha sahip (ler)i (birbiri) ni görmeden, bir gün ve gecelik yol mesafesinde karşılaşırlar.” (Ahmed İbni Hanbel, El-Müsned No: 7068, 2/683; Buhari, El-Edebül müfred, No: 263, sh:89; Deylemi, El-Müsnedül Firdevs, No:912, 1/237; Hakim-i Tirmizi, nevadiru’l usul, sh: 164)

   Hakim-i Tirmizi (Kuddise Sirrahu) bu hadis-i şerifi naklettikten sonra şöyle demiştir:
   “Ruhların hali bir hayli acayiptir, çünkü ruh, semavi 8aslı gökten gelme) olduğu için hafiftir. Şehvetlerin karanlığıyla nefis ona karıştığı zaman ağırlaşır.
   Fakat nefis bir takım riyazatlarla şehvetten uzaklaşır ruh ondan kurtulur ve bulanıklığı durulursa, işte o zaman eski hiffet ve tahareti (hafiflik ve temizliği) geri döner ve öyle bir hale sahip olur ki ona ancak kalbi Allah’u Teala’ya inanmış ve onunla mutmain olmuş olanlar inanır. (Hakim-i Tirmizi, Nevaridu’l Usul 164)

   İmam-ı Münavi bu hadisi naklederek şöyle demektedir:
   “Ruhlari nefsin bulanıklarından kurtulup, lezzet ve şehvet elbiselerini çıkararak, geldikleri manevi aleme döndüklerinde, ölüm sebebiyle bütün maddi kayıtlardan ayrıldıkları için, hürriyetlerie kavuşarak göğe yükselir ve sağken Allah’u Teala’ya yönelme hususundaki gayret ve çalışmaları nisbetinde, istedikleri yerlerde dolaşırlar….

   Şimdi burada insanın aklına “bunlar ölü olduğu için serbesttir veya birbirine kavuşur. Bu ölülere has bir özelliktir” diye soru işareti gelebilir. Şimdi nakledeceğimiz hadis-i şerif bu sorulara da cevap vermektedir.

   İmare İbni Huzeyme ibn-i Sabit (Radıyallahu anhum) şöyle anlatıyor:
   Babam Huzeyme bir kere rüyasında sanki Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in alnı üzerine secde ettiğini görmüş, bunu Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e anlatmıştı.
   Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Ruh ruha kavuşur” buyurmak suretiyle mubarek başını eğerek ona rüyada gördüğü gibi yapmasını emretti. Babam da arka tarafından Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in alnı üzerine secde yaptı.” (Ebn-i Ebi şeybe, Musannef, İman: 18, 7/243; Ahmed ibni hanbel, El-Müsned, No:21963, 21937, 21941, 21943i 21944, 8/201; Nesai, es-Sünenül Kübra, Ta’bir:5, No: 7631, 4/384; ibn-i hıbban, el-İhsan, No:7149, 16/98)

   İşte bu hadis-i şerif tereddüt ve şüpheye mahal bırakmayacak bir şekilde ruhların buluştuğu ve iltifat (yöneliş) mahallinin özellikle en şerefli uzuv olan yüze doğru olduğunu göstermektedir ki, bu da rabıtaya işaret etmektedir.

   Şimdi günümüz inkarcıları “Resulüllah anlına secde yaptırmış” diyerek Yüce Peygamberi de (haşa) şirk ile itham edebilirler.

   Cahiller bilmez ki, Allah’u Teala’da meleklerine Adem Aleyhisselama secde etmelerini emir buyurmuştur. Bu secdeler Adem Aleyhisselam’a veya peygamberimizin alnına değil, Allah’u Teala’ya yapılmıştır.

   Bakın Ali Haydar Efendi bu hadis-i şerifi okuduktan sonra en buyurmuştur:
   “Ayının postu bile tabaklanarak temiz olduktan sonra, seccade olabiliyorsa Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in mübarek alnından daha temiz seccade olur mu?”

   İşte aynı şekilde rabıta yapılan kişinin yüzüne yönelmek demek ona tapmak manasına gelmemektedir. Bilakis o zat Mevla Teâlâ’nın tecellilerinin mazharı olarak düşünülmekte ve hakikatte Allah’u Teâlâ’dan istenmektedir.

   Ayrıca yukarıda zikredilen hadis-i şeriflerden anlaşılıyor ki, kâmil bir mürşidin ruhaniyetinin, aralarında ne kadar mesafe bulunursa bulunsun, kendisine candan iştiyak ve muhabbetle bağlı olan ve ona rabıta yapan müridleriyle irtibat kurmasına ve ona yol gösterici olmasına bir mani yoktur.

   Bütün bu hadisi şerifler bizlere ruhların birbirleriyle nasıl irtibat kurduğunu ispat ederken, teveccüh ve rabıta hakkında da büyük bir delildir.

   Bu diller, rabıtanın meşruluğunu değil ne kadar lüzumlu olduğunu da gözler önüne sermektedir. Bunca delili inkar etmek, görmemezlikten gelmek veya yok saymak akıllı insanların sergileyeceği bir davranış değildir. Bir insan uygulamıyorsa bile inkar etmemelidir. Allah’a ve resulüne muhalefet etmemelidir..

   İnkar bir bataklıktır, çırpındıkça batmak kaçınılmazdır. Allahu Teala bilerek vyea bilmeyerek inkar eden insanlara uyanış nasip eylesin. Bizlere yolumuzun önemini kavrayarak dört elle sarılma aşkı ihsan eylesin..

 kaynak
Kaynak bu kitapta inşaallah;Mahmud Efendi Hazretlerimizin emri ile Cübbeli Hocamızın rabıta hakkında yazdığı “Tarikatı Aliyye’de Rabıtayı Celiyye” adlı eserdir.

Mahmut Esat TOZAL

23 Ocak 2013 Çarşamba

Mevlid Kandiliniz Mübarek Olsun



Rasulullah Göbeği Kesik Ve Sünnetli Olarak Doğmuştur


 Enes'ten rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

-"Benim sünnet edilmiş olarak doğmam ve hiçbir kimsenin ayıp yerlerimi görmemesi şerefli oluşumdandır," [1]

Eğer şöyle denilirse;
Niye şeytanın nasibinden temiz kalpli olarak doğmadı da göğsü yarılıp kalbi çıkarıldı?

İbn Akil şu cevabı verdi:
- Çünkü Allah Teala, iki temizliğin en dü­şüğü olan, ebe ve doktorun yapmasıyla gerçekleşenini sakladı. Bunların en şereflisi olan kalp temizliğini açığa vurdu. Güzelleşme alametlerini ve vahiy yollarında masum olmaya (günahsız olmaya) gösterilen itinayı gösterdi. [2]

 kaynak
[1] Ebu Nuaym, Deiaılu'n-Nubuvve, I'46: İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nıhaye, H/265: Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, VIN/224; el-Hindî, Kenzu'l-Ummaİ, 31924, 32134; İbnu'l-Cevzı, eMlelu'İ-Mütenahİye, S. 171; Suyutf, Hasaısu'l-Kubra, 1/132; Zehebî, el-Mizan, ü/172.

[2] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 80.

20 Ocak 2013 Pazar

Ganimet malları hem asker hemde binitine verilir mi?



1554- İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre: “Rasûlullah (s.a.v.), ganimet mallarını dağıtırken at için iki hisse asker için bir hisse ayırdı.” (İbn Mâce, Cihâd: 36; Ebû Dâvûd, Cihâd;143)

ž Muhammed b. Beşşâr, Abdurrahman b. Mehdî yoluyla Süleym b. Ahzar’dan bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.

Tirmizî: Bu konuda Mücemmî’ b. Cariye, İbn Abbâs, Ebû Amre ve babasından da hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: İbn Ömer hadisi hasen sahihtir. Peygamber (s.a.v.)’in ashabından ve başkalarından pek çok ilim adamının uygulaması bu hadise göredir. Sûfyân es Sevrî, Evzâî, Mâlik b. Enes, İbn’ül Mübarek, Şâfii, Ahmed ve İshâk bunlardan olup şöyle derler: “Atlı mücahide üç hisse verilir, iki hissesi atına bir hissesi kendisine. Piyade olarak savaşa katılana ise tek hisse verilir.”


Ganimetler islam ümmetine helal kılınmıştır




1553- Ebû Umâme (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah beni Peygamberlerden veya ümmetimi diğer ümmetlerden üstün ve değerli kılıp ganimeti de bize helal saymıştır.” (Müslim, Mesacid: 1)

ž Tirmizî: Bu konuda Ali, Ebû Zerr, Abdullah b. Amr, Ebû Musa, İbn Abbâs’tan da hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Ebû Umâme hadisi hasen sahihtir.

Seyyar: Muaviye oğullarının azâdlısı Seyyar’dır. Süleyman et Teymî ve Abdullah b. Bahîr ve pek çok kimse kendisinden hadis rivâyet etmişlerdir.

Ali b. Hucr, İsmail b. Cafer vasıtasıyla A’lâ b. Abdurrahman’dan babasından ve Ebû Hüreyre’den rivâyet ettiklerine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Altı konuda diğer Peygamberlerden üstün ve değerli kılındım: “1- Cevamiul Kelim = az sözcükte çok mana ifade etme kabiliyeti” bana verildi. 2- Düşmanların kaplerine Allah tarafından korku salınması sebebiyle daima savaşlarda galip geldim. 3- Ganimet malları ümmetler içersinde sadece bana helal kılındı. 4- Yeryüzünün tamamı benim için mescid ve tertemiz kılındı. 5- Tek bir topluma değil tüm insanlığa gönderildim. 6- Peygamberlik benimle son buldu ben son peygamberim. (Müslim, Mesacid: 5)

ž Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

Savaşta yakıp yıkma var mıdır?




1552- İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), nadîr oğullarının hurmalarının kesilmesi ve yakılmasını emretti, o yakılan hurmalık Büveyre hurmalığı idi. Bunun üzerine Allah, Haşr sûresi 5. ayetini indirdi.(Onların hurma ağaçlarından her ne kestiyseniz veya kökleri üzerinde her ne bıraktıysanız hepsi Allah’ın izniyle olmuştur…) (Müslim, Cihâd: 10; İbn Mâce, Cihâd: 31)

ž Tirmizî: Bu konuda ibn Abbâs’tan da hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. İlim adamlarından bir kısmın uygulaması bu hadise göre olup ağaçların kesilmesi ve kalelerin yıkılmasında bir sakınca görmezler. Kimi ilim adamları da bunu hoş karşılamaz. Evzâî bu görüşte olup şöyle der: Ebû Bekir meyve veren ağacın kesilmesini ve binaların yıkılmasını yasakladı kendisinden sonraki Müslümanlar da aynı şekilde uyguladılar.

Şâfii der ki: Düşman topraklarında gerektiği şekilde yakıp yıkmakta ve meyveleri koparmakta bir sakınca yoktur.

Ahmed der ki: Bazı stratejik durumlarda bu belki de kaçınılmaz olacaktır. Fakat boş ve manasız yere yakılıp yıkılmaz.

İshâk ise şöyle der: Yakıp yıkmak düşmanı yıldırıp korkutacaksa bu sünnettir.

Ezan işitilen ve mescid görülen yere savaş açılmaz,gece baskınları ve akınlar




1549- İbn Isam el Müzenî (r.a.)’ın babasından rivâyete göre, ki Peygamberle sohbet eden birisidir, şöyle demiştir:
- “Rasûlullah (s.a.v.), bir ordu ve akıncı birliği göndereceğinde onlara şöyle derdi:
-Savaş için gittiğiniz bölgede bir mescid görürseniz ve ezan sesi işitirseniz o bölge halkından kimseyi öldürmeyin.” (Ebû Dâvûd, Cihâd: 91)
ž Tirmizî: İbn Uyeyne hadisi garibtir.

Gece baskınları ve akınlar

1550- Enes (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre: Rasûlullah (s.a.v.), Hayber’e savaş için çıktı ve geceleyin oraya vardı. Bir topluma geceleyin varırsa oraya baskın yapmaz sabah olmasını beklerdi. Sabah olunca Yahudiler ellerinde sepetleri ve tarım aletleriyle kalelerinden çıktılar. Karşılarında İslam ordusunu görünce vallahi güçlü ve yeterli ordusuyla Muhammed! Ordusu beş bölümden oluşan Muhammed dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allahû ekber Hayber mutlaka yıkılıp elimize geçecektir. Biz İslam askerleri bir toplumun memleketine girersek uyarılan o kafirlerin sabahı çok kötü olur.” (Müslim, Cihâd ve Siyer: 1; Buhârî, Cihâd ve Siyer: 129)
1551- Ebû Talha (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) bir topluma karşı üstün gelip muzaffer olunca onların topraklarında üç gün kalırdı.” (Ebû Dâvûd, Cihâd: 122)

ž Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. aynı şekilde Humeyd’in, Enes’den rivâyet ettiği (1550) nolu hadiste hasen sahihtir.

İlim adamlarından bir kısmı gece baskını ve akınlar yapılabileceğine izin vermişlerdir. Bazıları ise gece baskını ve akın yapmayı hoş görmezler. Ahmed ve İshâk diyor ki: Düşmana geceleyin baskın yapılmasında bir sakınca yoktur derler.

Hadiste geçen “Vafaka Muhammedün el hamîse” sözünün anlamı “Muhammed’in tam teşkilatlı ordusu” demektir.

savaş başlamazdan önce islama davet etmek gerekir


1548- Ebû’l Bahterî (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Selman-ı Farisî’nin komutanı olduğu islam ordularından biri İran kalelerinden birini kuşattı, Askerler, Selman’a: Ey Ebû Abdullah onlara karşı taarruza geçmeyecek miyiz? Dediler.

Selman; bırakın beni Rasûlullah (s.a.v.)’den işittiğim gibi ben onları İslam’a davet edeyim dedi ve muhasara altındaki kalenin içindeki insanlara gelerek şöyle konuştu:
-Ben de sizin gibi bir insanım ve İranlıyım, Arap olan şu askerlerin bana itaat ettiklerini görüyorsunuz. Eğer Müslüman olursanız bizim gibi aynı haklara sahip olacak aynı mesuliyetleri yükleneceksiniz. Eğer dininiz üzere kalmakta ısrar ederseniz boyunlarınız eğilmiş olarak bize cizye verin sizi dininiz üzere bırakalım bizim idaremiz altında yaşayın… Selman; Farsça olarak onlara şöyle konuşmasını sürdürdü: Hiçbir yönden üstün övülen kişiler değilsiniz. Eğer tüm bu tekliflerimizi kabul etmez iseniz her toplum gibi sizinle de savaşacağız…

Onlar da: Biz cizye vermeyiz ve sizinle savaşacağız dediler. bunun üzerine askerler Selman’a: haydi artık taarruz etmeyelim mi? Dediler. Selman hayır dedi. Muhasara altındakileri üç gün davet ettikten sonra askerlere taarruz ediniz emrini verdi. Bunun üzerine biz de taarruz ettik ve sonunda kaleyi fethettik. (Ebû Dâvûd, Cihâd: 82)

ž Tirmizî: Bu konuda Büreyde, Numân b. Mukarrin, İbn Ömer, İbn Abbâs’tan da hadis rivâyet etmiştir.

Selman hadisini sadece Atâ b. Sâib rivâyetiyle bilmekteyiz. Muhammed’den işittim diyordu ki: Ebûl Bahterî, Ali’ye ulaşmadığı için Selman’a da ulaşmamıştır; çünkü Selman, Ali’den önce vefat etmiştir. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından ve başkalarından bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup kafirleri savaştan önce İslam’a davet etmeyi öngörmüşlerdir. İshâk b. İbrahim’in görüşü budur ve şöyle der:
-“Savaştan önce davet yapılırsa bu güzel olur ve İslam askerlerinin heybetini artırır.”
 Bazı ilim adamları ise
-“Bugün için davete gerek yoktur.”
Ahmed diyor ki:
-Bugün İslam’dan haberi olmayan ve davet edilmesi gereken bir kimsenin var olduğunu bilmiyorum.
Şâfii diyor ki:
-Düşman, İslam’a davet edilmeden savaşa başlanmaz. düşman orduları buna fırsat vermedikleri ve savaş için acele ettikleri zaman davetin kendilerine ulaşmış olduğu kabul edilir.

MESCİD İNŞA ETMENİN FAZİLETİ



ـ5504 ـ1ـ عن عثمان رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ بَنَى مَسْجِداً يَبْتَغِى بهِ وَجْهَ اللّهِ بَنَى اللّهُ تَعالى لَهُ بَيْتاً في الْجَنَّةِ؛ وَفي أخرى: بَنَى اللّهُ لَهُ مِثْلَهُ في الْجنَّةِ[. أخرجه الشيخان والترمذي .


1. (5504)- Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kim Allah'ın rızasını talep ederek bir mescid inşa ederse, Allah ona cennette bir ev inşa eder.

"Bir diğer rivayette: "...Allah, onun için, cennette bir mislini inşa eder"  buyrulmuştur. 

Kaynaklar
Buhârî, Salat 65; Müslim, Mesacid 25, (533); Tirmizî, Salat 237, (318).
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/317.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Bir Çocuğu Geleceğin Suçlusu Yetiştirmenin Sekiz Basit Kuralı:



Bir Çocuğu Geleceğin Suçlusu Yetiştirmenin Sekiz Basit Kuralı:


1. Küçükken daha, çocuğa ne isterse vermeye başla!
    Ki, herkesin onun geçimini sağlamakla mükellef olduğuna inansın...

2. Fena sözler söylediğinde gül!
    Ki, kendisinin akıllı olduğuna inansın...

3. Ona düşünmeyi, beynini kullanmayı öğretme sakın!
    Bırak, on sekizine gelince kendisi karar versin...

4. Yerde bıraktığı her şeyi kaldır; kitaplarını, giysilerini, papuçlarını.. Onun için her şeyi sen yap!
    Ki, sorumlulukları hep başkalarına yüklesin...

5. Onun önünde sık sık kavga et!
    Ki, bir gün aile parçalanırsa hiç şaşırmasın...

6. Ona istediği kadar harçlık vermekten kaçınma!
    Asla kendi parasını kazanmanın ne demek olduğunu öğrenmesin...

7. Yiyecekmiş, içecekmiş, konformuş, tüm arzularını yerine getir!
    Ki, istediklerini her zaman elde etmeye şartlansın...

8. Komşulara, öğretmenler, polise vs. karşı hep onun tarafında ol!
    Ki, hepsine karşı önyargılarla davransın...

    Evet, evet bütün bunları yap!

    Ki, günün birinde onun başına bir bela gelirse kendinden özür dile; ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığın için kendine teşekkür etmeyi de ihmal etme sakın!

                       Üstün Dökmen

18 Ocak 2013 Cuma

Hz.Hatice'nin Farkı



Hz. Muhammed (sav), Hz. Hatice'yi hem bir eş ve hem de bir sadık dâva arkadaşı olarak çok sevmiştir. Hz. Aişe'nin şu beyanı, bu gerçeğe bir örnektir:
-"Cenabı Resul evden her çıkışında mutlaka Hz. Hatice'yi anardı..." Hz. Aişe şunu da eklemekten çekinmiyor:
-"Resûlüllah, Hatice'yi o kadar çok anardı ki, Peygamber hanımlarının hiçbirini Hatîce kadar kıskanmazdım. Ve Allah Resulü, benimle evliliğini Hatice'nin ölümünden üç yıl sonra ancak gerçekleşitirdi..."
Aynı Aişe, bir yemek sofrasında Hz. Peygamber'in,
-"Hatîce bana bunu şöyle yapmamı tavsiye etmişti." demesi üzerine, hiddetle sofradan kalktı ve sinirli bir sesle Allah Rasûlü'ne şöyle cevap verdi:
- "Varsa-yoksa Hatîce. Yeryüzünde bu kadından başka kimse yok mu?.." Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), şöyle cevap vermiştir:

-"Hayır, Allah'a yemin ederim ki bana Hatîce'den daha hayırlı bir hanım verilmiş değildir. Ey Aişe, senin kabilen beni yalanladığı zaman o beni tasdik etti, senin kabilen beni horladığı zaman o bana dostluk kucağım açıp destek oldu. Ve Allah ondan bana, hiçbir hanımdan nasip olmayan evlat nimeti ihsan etti." Bu sözler üzerine, Hz. Âişe, şöyle demek zorunda kaldı:

"Bundan sonra hislerimi artık içimde tutacağım. Artık Hatice'yi çirkin bir sözle anmayacağım."[1]

Allah'ın rızasını, yuvasının mutluluğunu, dünya ve âhiretin huzur ve saadetini düşünen bütün anneler için en güzel örneği teşkil eden Hz. Hatice (R.a.), nübüvvetin onuncu yılında, Ramazan ayında vefat etti ve Mekke'deki Hacun kabristanına defnedildi. [2]


kaynaklar
[1] İbn İshak, 331-332; Buharı, fedaailül Hatice
[2] M. Asım Köksal, a.g.e. s. 302


10 Ocak 2013 Perşembe

Rasûlullahın ahlâkı


Hz. Peygamber’in Ahlakı ile İlgili Hz. Âişe’nin Söyledikleri


- Hz. Âişe’ye

-“Bana Rasûlullahın ahlâkından haber ver!” dedim. Hz. Âişe

“Sen Kur’an okumuyor musun?” dedi.

-“Evet, okuyorum” dedim. Hz. Âişe

“İşte onun ahlâkı Kur’an’dır” dedi.[1]

- Hz. Âişe’den Rasûlullahın ahlâkını sordum. “Onun ahlakı Kur’an’dı. O, Kur’an’ın razı olduğuna razı olur, Kur’an’ın kızdığına da kızardı” dedi.[2]


Başka bir rivayette:
- Biz Hz. Âişe’ye

“Ey mü’minlerin annesi! Rasûlullahın ahlâkı nasıldı?” diye sorduk. O da daha önce geçen cevabı verdi. Bu nakilden sonra Hz. Âişe

-“Sen el-Mü’minün suresini okumuyor musun? Onun birinci ayetinden onuncu ayete kadarını oku. İşte Rasûlullahın ahlâkı böyle idi” dedi.[3]

- Hz. Âişe

“Hiç kimse ahlak bakımından Rasûlullahtan daha güzel değildir. Onun ashâbından veya aile efradından kim onu çağırmış ise, o ona karşı “Buyurun, lebbeyk!” demiştir ve bunun için de Allah “Kesinlikle sen büyük bir ahlâk üzerindesin” (Kalem: 68/4) buyurmuştur” diyor.[4]


Başka bir rivayette
- Hz. Âişe’ye

“Bana Rasûlullahın ahlakını haber ver?” dedim. Hz. Âişe

“Sen Kur’an’ı okumadın mı? Kesinlikle sen büyük bir ahlak üzerindesin” ayetini okumadın mı?” dedi. Sonra şöyle anlattı:

-“Rasûlullah ashabıyla beraberdi. Ben ona bir yemek yaptım. Aynı zamanda kumam olan Hz. Hafsa da Rasûlullaha bir yemek hazırlamıştı. Hafsa benden önce yemeği yetiştirdi. Cariyeme

“Git, Hafsa’nın çanağını dök!” dedim. Hafsa, çanağı Hz. Peygamber’in önüne koymak istediğinde cariye onu alt-üst etti, döktü. Yemek yere yayıldı. Hz. Peygamber yerdeki yemeği toplattı, yediler. Sonra ben çanağımı gönderdim. Hz. Peygamber onu Hafsa’ya vererek

“Bu kabı senin kabının yerine al ve içindekilerini de yeyiniz!” dedi.[5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, VI/35 (Müslim, Sa’d b. Hişam’dan). İmam Ahmed de benzer şekilde rivayet etmiştir. İbn Sa’d’ın rivayetinde “Kur’an insanlara en üstün ahlak kurallarını getirmiştir” ibaresi de vardır.

[2] Yakup b. Süfyan, Ebu’d-Derda’dan rivayet etmiştir.

[3] Bidaye, VI/35 (Beyhaki’den).

[4] Delail, s. 57 (Urve’den).

[5] Kenz, IV/44 (İbn Ebi Şeybe, Kays b. Vehb kanalıyla, Seratoğullarından bir adamdan).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/91-92.

7 Ocak 2013 Pazartesi

Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın Bedir’de Babasını Öldürmesi ve Açıklama


Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın Bedir’de Babasını Öldürmesi
      

- Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın babası durmadan (Bedir gününde) oğluna hücum ederdi. Ebu Ubeyde de babasından kaçardı. Fakat babası Ebu Ubeyde’yi kurtulamaz bir halde çokça hücumlara maruz bıraktığı bir anda Ebu Ubeyde babasını öldürdü. Allah o zaman Ebu Ubeyde hakkında Mücadele 58/22. ayetini indirdi.
kaynaklar
Ebu Nuaym, Hilye, I/101 (İbn Şevzeb’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/345.



Peygamberimin İzinden  ilave açıklama


“Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiçbir milletin, Allah’ın ve Resulünün karşısına çıkan kimseleri, isterse o kimseler babaları, evlatları, kardeşleri ve sülaleleri olsun, sevip dost edindiklerini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı nakşetmiş ve Kendi tarafından bir ruhla onları desteklemiştir.”(Mücadele, 58/22).

Bu ayette geçen “Ruh” hakkında Cebrail ve insanların kalbine ilka edilen iman nuru ve değişik ilhamlar olarak değerlendirilmiştir.(bk. Alusî, ilgili ayetin tefsiri).

5 Ocak 2013 Cumartesi

Hz. Peygamber’in “Allah’ın En Üstün Kulları Allah’ı En Çok Ananlardır” Buyurmaları


Hz. Peygamber’in “Allah’ın En Üstün Kulları Allah’ı En Çok Ananlardır” Buyurmaları


- Ebu Said el-Hudrî şöyle anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber’e

“Kıyamet gününde, Allah katında derece bakımından insanların en üstünü kimdir?” diye soruldu.

“Allah’ı çok ananlardır” cevabını verdiler. Bunun üzerine ben

“Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar Allah yolunda savaşanlardan da mı üstündürler?” diye sordum.

“Allah yolunda savaşan kişi elindeki kılıcı parçalanıncaya ve kendisi de kana boyanıncaya kadar kafirlere ve müşriklere kılıç sallasa, yine de Allah’ı çok ananlar derece bakımından daha üstündürler” buyurdular.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Terğib III/56 (Tirmizi’den. Beyhakî’nin de muhtasar olarak rivâyet ettiği kaydedilir.)

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/8.

4 Ocak 2013 Cuma

Cuma Mesajları,


Geminiz karaya vurmasın. Allah'tan hiç ümit kesmeyelim. Allah hayırlı olan dualarımızı kabul etsin.. Dualarımızın kabulüne engel günahlarımızı masivalarımızı affetsin inşAllah..
Hayırlı Cumalar..

(¯`v´¯)♥♥♥RABBİM.! •♣•
✿.¸.♥´♥♥EVLERİMİZE HUZUR, •♣•MUTLULUK, •♣•
¸.´¸.✿´¨) ¸.•*¨) ,,BOL RIZIKLAR •♣•
(¸.♥´(¸.✿ .♥´,¸♥´¯`•-♥♥NASİP ET •♣•(AMİN)
…………….....♥SEVMEK SEVİLENE
……………………..♥YAPILAN EN GÜZEL DUADIR
………………………….♥YAĞMUR YAPRAĞIN
……………………………♥GÜNEŞ TOPRAĞIN DUASIDIR
……………………………♥BENİM DUAMDA
…………………………♥SEVDİKLERİMİN HEP MUTLU OLMASIDIR
…………………….♥RABBİM SONSUZ HUZUR
………………♥VE MUTLULUK VERSİN
………….♥HERŞEY GÖNLÜNÜZCE
……. OLSUN

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı