RABITANIN KUR'AN VE SÜNNETTEN DELİLLERİ
Rabıta hakkında internet
ortamında sağlıklı bir kaynak mevcut değildir. Bu nedenle meydan
inkarcılara kalmaktaydı. İnkarcıların sesini kesmek, meraklılarına
ulaştırılması için, Mahmud Efendi Hazretlerimizin emri ile Cübbeli
Hocamızın rabıta hakkında yazdığı “Tarikatı Aliyye’de Rabıtayı Celiyye”
adlı eserden konu ile alakalı bölümlerden alıntılar ve geniş bir
araştırma ile sizler için hazırladı.
Şunu en başta söyleyelim ki
rabıta bir ibadet değildir. Ancak aşağıdaki yazıdan anlaşılacağı üzere
inkar edilemeyecek meşru bir hareket ve manevi yolların eğitim
metodudur.
RABITANIN KURAN’DAN DELİLLERİ
*- Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah(-u Teala)dan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe Suresi 119)
Bu ayeti kerimede mü’minlere hitap edildiği açıktır. Bu da
göstermektedir ki “Sıdk” sıfatı, imandan daha hususi (özel) bir manaya
sahiptir. Çünkü iman edenlere “sadıklarla” beraber olunması
emredilmiştir.
Yani sıdk mertebesinde bulunan herkes mü’mindir, ancak her mü’min sıdk mertebesinde değildir
Bu ayette emir buyrulan “beraberlik” iki şekilde olur:
1-
CİSMANİ BERABERLİK: Bu türlü beraberlik, sadıkların meclisine bizzat
devam ederek, onlardan ilim, fazilet ve feyz almakla olur.
Kişi sadıklarla beraber olmak için, onların meclislerine devam eder, söylediklerini dinler, hal ve tavırlarını örnek alır.
Bundan dolayıdır ki Ashab-ı kiram (Rıdvanullahi aleyhim ecmain)
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in etrafında pervane olur,
sürekli onunla beraber bulunmaya gayret ederlerdi.
Uzak beldelerde
bulunanlar da fırsat buldukça ve yol emniyetini temin ettikçe, her
taraftan Alemlerin Efendisi’ni ziyarete gelirlerdi.
2- RUHANİ BERABERLİK
Eğer kişi, ayeti kerimede “Sadıklarla beraber olun” emri olduğu halde
sadıklardan cismani olarak ayrı bulunuyorsa ne yapacaktır?
İşte bu durumda da onların gidişatlarına uyacak, yaptıklarını yapıp,
yapmadıklarını terk edecek, onların hal, tavır, davranış ve sözlerini
onların gıyabında hayalinde canlandıracak ve onların hali ile
hâllenecektir.
Ehlulalh’ın meclisinde bizzat bulunmak, kişiye
fayda sağladığı gibi, gıyaben şahıslarını ve hallerini düşünmek de fayda
verir.
Çünkü bir kişi hayalinde, dimağında (beyninde) ve kalbinde
neyi tasavvur ederse, fiillerinde de o tezahür eder (açığa çıkar) k,,
rabıta da bundan ibarettir.
İsmail Hakkı Bursevi (Kuddise Sirrahu) “Sadıklarla beraber olunuz” ayetinin tfsirinde şöyle demiştir:
“Bu ayeti kerimede bahsi geçen sadıklardan murad; kamil mürşidlerdir.
Bir salik onların kapılarında ciddiyetle hizmet eder, muhabbetiyle
nazarlarına kabul olunursa, onların feyz ve bereketiyle masivayı terk
etmeye, Allah’u Teala yolunda istikamet üzere bulunmaya rahatlıkla
muvaffak olur ve huzur-u hakk’a kavuşur.”
Müfessir Alusi
(Rahimehullah) ise, yukarıdaki ayetin tefsirinde: “Sadık ve Salihlere
karışınız (onlarla iç içe olunuz) ki; onlar gibi olasınız. Çünkü herkes,
yakın olduğu kimseye uyar” demiştir.
Bu ayet-i Kerime’yi Ubeydullah Ahrar Hazretleri de rabıtaya delil olarak zikretmiştir.
*- Diğer bir ayeti celilede de Mevla Teâlâ:
“Kullarımın içine gir, cennetime gir.” Buyuruyor. (Fecr Suresi 29-30)
Bu ayeti celilenin açık beyanından da anlaşılacağı üzere; dünyada,
Allah’u Teâlâ’ya mahsus olan özel kulların arasına girmek, ahirette
cennetlere girmeğe vesiledir.
Tabi ki, dünyada devamlı o
dostlar arasında bedenen bulunmak mümkün değilse de, rabıtadan ibaret
olan manevi beraberlik, ehli için müyesserdir.
Ali Haydar
Efendi (Kuddise Sirrahu) “Ruhul beyan tefsirinden naklen şöyle
yazmıştır: “Bu ayeti celile, Süleyman Aleyhisselam’ın: “Beni rahmetinle
Salih kullarının içerisine girdir.” (neml Suresi 19’dan) duasını beyan
eden ayet-i kerime gibidir.
Hususi kullar zümresine girmek,
saadet-i ruhaniye (ruhun mutluluğu) onlarla beraber cennet ve
derecelerine kavuşmak ise, cismani (bedenle alakalı) saadettir.
Nitekim Mevla Teâlâ: “Kullarımın arasına gir, Cennetime gir” buyuruyor.
Necmüddin-i Kübra (Kuddise Sirrahu) Hazretleri, “Te’vilat-ı Necmiyye”
isimli eserinde, bu ayet-i kerimenin te’vilini yaparken:
“Benim (zatım)la ve sıfatlarımla baki olan (tarikattan sonra hakikate kavuşarak manevi diriliği bulmuş) kullarımın içine gir.
Zatını (kendini) ve enaniyetini (benliğini) yok ettiğin için, Zat’ımın cennetine gir” diye mana vermiştir.
DOSTLARININ YOLUNA UYMAK
*-Cenab-I hak şöyle buyuruyor:
“Bana yönelenin yoluna uy..” (Lokman Suresi 15)
Bazı müfessirler bu ayet-i kerime hakkında şunları söylemişlerdi:
“Burada geçen ‘Enabe” kelimesinin anlamı “Meyletmek ve bir şeye rücu’
etmek” demektir.
“Bu iname (Allah’u Teala’ya yönelmek)
peygamberlerin ve Salihlerin yoludur.” (İbni Atıyye, el-Muharraru’l
veciz, 4/349; Kurtubi, El-Cami’u’li ahkami’l Kur’an, 14/45)
İsmail Hakkı Bursevi (Kuddise Sirrahu) bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle demiştir:
Bu ayette, kâfir ve fasıklarla sohbetten sakındırma ve Salihlerle
(beraberliğe) teşvik vardır. Çünkü kişilerin bir araya gelmesi,
birbirini etkilemeyi gerektirir. Tabiatlar cezp edici, hastalıklar
geçici ve sirayet edicidir.
Bundan dolayı Semure ibn-i Cündeb
(Radıyallahu Anh) den rivayet edilen bir hadislerinde, Resulüllah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Müşrikle bir çatı altında
oturmayınız ve onlarla bir arada durmayınız. Kim onlarla oturur veya
beraber bulunursa, o da onlar gibidir.” Buyurmuştur. (Tirmizi, Siyer:42,
No:1605, 4/156)
Yani: “Müşriklerle bir yerde oturmayınız,
aynı mecliste toplanmayınız ki, beraberlikten dolayı onların kötü ahlakı
size sirayet etmesin ve çirkin halleri size bulaşmasın.”
Alusi (Rahimehullah) ise şöyle demiştir:
“Bu ayetle kamil (manen olgun) insanlara uyup, nakıslardan yüz
çevirmeye ve kamil olanları, nakıs (eksik) olanları kemale erdirmesine
işaret edilmiştir.
Bütün bu ifadeler, Allah’u Teala’ya inabe
etmiş (yönelmiş) velilerin yolu olan: “zikir”, “rabıta” ve “Murakabe”
gibi vazifelere tabi olmanın faziletlerini açıklamak, buna mukabil
nefislerinin arzularına uyarak bu büyüklerin yollarını inkara
kalkışanların, kendilerinden de, fikirlerinden de uzak durulmasının
önemini beyan hususunda, ne kadar net ve tesirli manalar ihtiva
etmektedir.
RİBAT EMRİ
*- “Ey iman edenler! Sabredin
(düşmanlarınızla) sabır yarışı edin (onlara galip gelin, sınırlarda)
nöbet bekleşin ve Allah(u Teala’ya muhalefete kalkışmak)tan sakının ki,
felaha (kurtuluşa)a eresiniz.” (Al-i İmran suresi 200)
Bu
ayeti celilede yer alan (Rabidu) emr-i celilinin masdarları olan “Ribat”
ve “Murabata” tabirleri; “Sınırda düşmanı gözetlemek”, “Nöbet tutmak”,
“Verilen emrin eksiksiz yerine getirilmesi” anlamlarını ifade eder.
Beden ile nefsin irtibatını sağlaması ve “Halk alemi” ile “Emir
alemi”ni bünyesinde barındırması dolayısıyla kalbe de “Ribat” denmiştir.
Zira “Nazargahı ilahi” kabul edilen ve “Masiva” (Allah’u Teala’dan
gayrısı)nın girmemesi için her şeyden önce gözetlenmesi gereken yer hiç
şüphesiz ki kalptir.
Kur’an-ı Kerim’de (Rabidu) şeklinde geçen
ve emir ifade eden “Ribat” ve “Murabata” tabirlerinin; yalnızca maddi
ve dış düşmanlara karşı değil:” ve “kötülüğü emredici” karakteri ile
tanımlanan nefs ve şeytan düşmanına karşı da vaziyet almayı, bunların
aldatıcı hilelerine karşı kalbi gözetlemeyi” amir bulunduğu ve başından
beri bu ayet-i kerimenin, iki manayı da aynı anda hedef aldığı, hemen
hemen çoğu müfessirlerce söz konusu edilmiştir.
Unutulmamalıdır ki; hem fertlerin hem de toplumların hayatında sıcak savaşlar geçici, soğuk savaşlarsa sürekli ve daimidir.
Sıcak savaşlarda dış, soğuk savaşlarda ise iç düşmanın dikkatle gözetlenmesi gerektiği açık bir husustur.
Zamanın icap ve ihtiyaçlarına göre bunların tercih edilip değerlendirilebileceği söylenebilir. Bu sebeple ayeti kerimeyi:
“İslam düşmanlarına karşı hazır olmak, teyakkuzda bulunmak (uyanık
davranmak)” manasında anlamak yanında, bizleri Allah’u Teala’nın
dininden uzaklaştırmak için mücadele vermek manasında anlamalıyız.
Kaldı ki müfessirler bu terimlerin tasavvufi anlamlarını gösterirken
İslami delillere istinad ettirmeyi de ihmal etmemişlerdir.
Mesela Rağıb el-İsfahani (Rahimehullah) “Ribat” ve “Murabata” nın ikili anlamına işaret ederken:
Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilen: “Zorluklara rağmen
abdest almak, mescidlere çok adım atmak ve bir namazın ardından diğer
namazı beklemek, işte ribat budur” (Müslim, taharet 14, no 251, 1/219;
Tirmizi, Nesai, Muvatta, Ahmed-el müsned) hadisi şerifine dikkat
çekmiştir.
Ardında Kur’an-ı Kerim’de, “Rabt” kökünden türetilmiş kelimeleri ihtiva eden ayetleri sıraladıktan sonra:
“O (Allah’u Teala) mü’minlerin kalplerine sekineti (iç huzuru, manevi
kuvvet ve sabrı) indirendir” (Fetih Suresi 4’den) ayetinde hereketle, bu
ayetlerdeki “Rabt”ın:
“kalp sekineti (kalbin huzur bulup
yatışması ve sukunete ermesi)” manasına delalet ettiğini söylemiştir.
(Rağıb el-İsfahani, Müfredat-ü elfazı’l-Kur’an, sh:338-339)
Dolayısıyla kelimenin gerek lügat anlamı gerekse İslam alimlerinin
yukarıda işaret ettiğimiz fikirleri, “Ribat” ve “Murabata”nın sadece
sufilerce değil, diğer alimlerce de tasavvufi bir muhtevaya sahip
olduğunu gösteriyor.
Bu kelimelerden türetilerek vücud bulan
müesseselerin, hem askeri ve idari, hem de dini ve tasavvufi sahalarda
hizmet veren kuruluşlar olarak faaliyette bulunduğu tesbit edilmiştir.
(Sühreverdi, Avarifü’l-mearif 103, 133)
Her halükarde ribat
emrinin zahiri manası, düşmana karşı nübet tutma anlamında olduğuna
göre, İbn-i Abbas, Ebu Zerr ve CVabir (Radıyallahu anhuma)’dan rivayet
edilen:
“Senin en büyük düşmanın, iki yanının arasında olan
nefsindir.” (Beyhaki, ez-zühd, No:345, sh:190; Deylemi, Müsnedül Firdevs
No: 5248, 3/408)
Cihadın en üstünü, kişinin Allah’u Teala
uğrunda nefsi ve arzusuyla cihat etmesidir.” (İbn-i Neccar, Deylemi, Ali
el-Müttaki, kenz’ul- Ummal, No: 11262, 11265, 4/439-431)
İşte
rabıtanın önemi burada çok daha iyi anlaşılmaktadır. Rabıta yapan bir
insan devamlı Allah ‘u Teala’nın nurunu ve rızasını talep ettiğinden
nefsine ve şeytana karşı nöbet yerini terketmemekte, teyakkuz halinde
beklemektedir.
YARATIKLARI DÜŞÜNMEK
Mevla Teala bir ayeti kerimesinde:
“(O akıl sahipleri) öyle kimselerdir ki, ayakta otururken ve ynları
üzere (yaslanmış) oldukları halde Allah (u Teala’y) ı zikrederler ve
göklerle yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler.” (Al-i İmran 191
den)
Gökler, yerler ve içindekiler hakkında tefekkürde
bulunmak övülen bir amel olduğuna göre yaratıklar içerisinde en kıymetli
varlık olan inan-ı kamil hakkındaki rabıta ve tefekkür niçin zemmolsun.
Müfessirlerin İmamı Fahruddin-i Razi (Rahimehullah) bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
“Allah’u Teala kendini zikretmeye teşvik etti. Fakat iş tefekküre
gelince, Zatı hakkında düşünmeye teşvik ve davet etmedi. Aksine yerlerin
ve göklerin tefekkür edilmesini teşvik etti.
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
“Mahlukatı (yaratıkları) tefekkür ediniz, Halik’ı (Yaratıcıyı) tefekkür
etmeyiniz.” (Ali el-Muttaki, Kenzu’l Ummal, No:5706, 3/106) sözü de bu
aynı manadadır.
Bunun sebebi şudur:
Biz, yaratılan
varlıkları düşünerek, onun yaratıcısı hakkında bir bilgiye sahip
olabiliriz. Varlıkları düşünmek ve onlardaki İlahi sanat ve tecelliyi
görmek mümkündür, fakat Zat-ı Bari’yi düşünmek mümkün değildir.”
(Fahruddin-i Razi, Mefatihu’l Ğayb, 9/111)
Bir ayeti celilede ise:
“(Habibim!) De ki, göklerde ve yerde neler olduğuna bakın!” (Yunus 101’den) buyrulmaktadır.
Görüldüğü üzere bu ayeti celilede, göklerde ve yerlerde bulunanlara
bakılması emredilmiştir. Bu bakıştan maksat, varlıkların Allah’u
Teala’nın varlığına, birliğine, kudretine delalet yönlerini düşünmek
üzere bakmaktır.
Yerde bulunan yaratıklar içerisinde, Allah’u
Teala’yı en iyi tanıtacak mahluk ise insandır. Çünkü insanda, Allah’u
Teala’nın sıfatlarının suretleri bulunmaktadır. Fakat her insan,
görüldüğünde ve hatırlandığında Allah’u Teala’yı hatırlatmaz.
“Evliyaullah o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır.”
(Nesai, es- Sünenü’l Kübrai Tefsir:180, No:11235, 6/362; Taberi, Cami’ul
Beyan, No: 17723, 24, 25, 26, 6/575; Hakim-i Tirmizi, Nevadir’ul-usül,
sh: 140; Haysemi, Mecma’uz-zevahid,10/78)
Dolayısıyla
görülmeleri Allah’u Teala’yı akla getiren velileri mümkün oldukça gözle
görmek, bu mümkün olmadığında ise onları, Allah’u Teala’yı
hatırlattıkları için hayal etmek ve onlara rabıta yapmak da bu ayeti
celiledeki emrolunan nazara (yaratıklara bakmaya) dahildir.
RABITANIN SÜNNETTN DELİLLERİ
Sahabe-i Kiram rabıta yapmış mıydı?
Diyenlere sadece ve sadece Ebubekir-i Sıddik (Radıyallahu anh)’ın şu
hadisesini anlatmak bile kafidir.
Şöyle ki: O, ruhaniyet
hasebiyle Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den hiç
ayrılmadığından, hatta kaza-i hacet için bile Efendimiz (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) den hali (boş) bir yer bulamadığından dolayı
Peygamberimiz’den çok utanırdı.
Bu durumu Efendimiz’e şikayet
ettiğinde, peygamber efendimiz O’na ruhsat vermişti. (Abedst bozarken
dahi gayri ihtiyari bir şekilde Resulüllah’ı hatırlamasında bir sakınca
olmadığını beyan etmiştir) (Risale-i Halidyye Tercümesi, Mütercim, Şerif
Ahmed İbn-i Ali, sh: 11-12, Esad Sahıbzade, Nurul Hidayeti ve’l irfan,
sh: 30; Yusuf Şevki, Hediyetü’zakirin, sh 23)
Bakınız, Hazreti
Ebubekir Radıyallahu anh Hazretlerinin haline. Resulüllah Efendimiz’i
düşünmekten bir an bile boş kalamıyor. Nerde olursa olursun onu
düşünüyor. Neden? Çünkü Peygamber efendimiz, Allah’u Teala’nın nurunu
ona ulaştıran bir vesile. Yoksa cennet ile müjdelenen ve peygamberler
hariç bütün insanların imanı ile tartıldığı zaman imanı ağır gelen bir
insan neden direk Allah’ı düşünmesin?
Ey cahiller! Bu büyük sahabeyi de şirk ile mi suçlayacaksınız?
SEVBAN (RADIYALLAHU ANH)
Resulüllah efendimizin azatlısı Sevban (Radıyallahu nah) Resulüllah’a
karşı çok muhabbetli olup, O’nsuz hiç durmazdı. Bir gün rengi değişmiş
ve yüzünde üzüntü eseri olduğu halde Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)’in huzuruna geldiğinde, Resulüllah (Sallallah Aleyhi ve Sellem)
ona:
“Senin rengini ne değiştirdi” diye sordu. O da:
“Ya
Resulallah! Bende hiçbir hastalık ve ağrı yok. Ancak seni görmediğim
zaman, tekrar sana kavuşuncaya kadar çok sıkıntı çekiyorum.
Sonra
ahireti düşündüğümde seni hiç göremeyeceğimden korkuyorum. Çünkü sen
Peygamberlerin makamına yükseleceksin, ben ise cennete girsem de, senin
makamından daha aşağı bir mertebede olacağım. Cennete giremezsem, o
vakit seni ebediyen göremeyeceğim” diye cevap verince:
“Her kim
Allah’a ve Resulüne itaat ederse, işte onlar, Allah’u Teâlâ’nın
kendilerine in’am ettiği peygamberler, sıddiklar, şehitler ve Salihlerle
beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştırlar.” (Nisa suresi 69) ayet-i
celilesi nazil oldu. (Begavi, Me’alimü’t-Tenzil: 1/450; Ebu ishak
es-Sa’lebi, El-Keşfü ve’l beyan, 3/341; Kurtubi, el-Cami’u li ahkami’l
Kur’an; 57175, Vahidi, esbabü’n-nüzul, No:334, sh: 168; Ebu Hayyan,
el-bahru’l Muhit, 37286)
İşte sahabe-i Kiramın sevgisi ve
rabıtası. Peygamberimizi göremedikleri zaman onu düşünmekten ve O’ndan
ayrı düşmekten renkleri solan sahabe efendilerimiz.
Haydi, ey
cahiller! Bu sahabeyi’de “Neden Allah’tan korkusuna sararmıyor da
Peygamberi görmediği için sararıyor” diye şirk ile suçlayın!
SENİ HATIRLADIĞIM ZAMAN…
Said ibn-i Mansur ve ibn-i Münzir (Rahimehullah) Şa’bi (Radıyallahu anh)den şöyle rivayet etmişlerdir:
Ensar-ı Kiramdan bir zat, efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:
“Ya Resulallah! Vallahi elbette sen bana canımdan, oğlumdan, ailemden ve malımdan daha sevgilisin.
Eğer ben evimde iken seni hatırladığımda gelip seni görmezsem, o
kadar darlanıyorum ki, ruhumun bedenimden çıkacağını zannediyorum.” Dedi
ve ağlamaya başladı. (Said ibn-i Mansur, es-Sünen, No:661, 4/1 308;
Taberani, ibn-i Merdüye, Ebu Nuaym, Ziya-i makdisi, Suyuti, ed-Dürrül
Mensur 2/588)
Gördüğünüz gibi sahabe-i Kiram Resulüllah’ı
düşünmeden bir an bile geçiremiyordu ve Peygamber Efendimizde onları
kendisini düşünmekten men etmiyordu. Dolayısıyla rabıtanın bir bid’at
olduğunu söylemek kadar art niyet olamaz.
O PEYGAMBERDİR FARKLIDIR!
Sahabe Efendilerimizin rabıtasının ne kadar şiddetli olduğunu
görüyorsunuz. İnkârcılara sahabe-i Kiramdan da örnek verdiğimiz zaman
inkâr yolları kapandığı için bu sefer: “Ama o Peygamberdir” diyerek yeni
bir çıkış yolu aramaya kalkarlar. Onlara da şöyle cevap veririz:
Peygamber Efendimiz Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayetle şöyle buyuruyor:
“Beş şey ibadettendir; az yemek, camilerde oturmak, Ka’beye bakmak,
Okumadan da olsa mushafa bakmak, Âlimin yüzüne bakmak” (Deylemi,
Müsnedü’l Firdevs, 2/190 no:2969; Suyuti, nebhani, el-Fehu’l Kebir,
No:6097, 1/566)
Yine başka bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Beş şey ibadettendir; Ka’beye bakmak, anne-babaya bakmak, Zemzeme
bakmak ki o, günahları sildirir, bir de âlimin yüzüne bakmak” (Ali el-
Muttaki, kenzu’l Ummal, No.43494, 15/880, Münavi, Feyzül Kadir, No:3971,
31613)
Yine Abdullah ibni Mes’ud (Radıyallahu anh)den gelen bir hadis-i şerifte Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)ı işaret ederek:
“Ali’nin yüzüne bakmak ibadettir” buyurmuştur. (Hâkim, El-Müstedrek,
No: 4683, 82,81, 3/153; Taberani, el-Mu’cemü’l Kebir, No:207, 18/109;
Deylemi, el-Firdevs, 4/294; Bu Nuaym, Hılyetü’l-Evliya, 2/183, 5/58)
Efendimizin “Ali’nin yüzüne bakmak sevaptır” ve “Âlimin yüzüne bakmak
sevaptır” hadis-i şerifleri bize gösteriyor ki, suretlere bakılması ve
düşünülmesi peygamberlere has olan bir özellik olmayıp, ilmi ile amel
eden âlimlerin yüzüne bakmak da sevaptır.
Ve Efendimizin
beyanına göre âlimlerin yüzüne bakmak sevap ise onları Allah için sevmek
ve düşünmekte de hiçbir mahzur yoktur.
İmam-ı Münavi bu âlimlerden maksadın Şeriat ilmini bilen ve bildiği ile amel eden âlimler olduğunu bildirmiştir.
Herallî (Rahimehullah şöyle demiştir) “Âlimin yüzüne bakan kimse, onu
görmekle Allah’u Teâlâ’ya yaklaşmaya niyet etmelidir.” (Feyzu’l Kadir
3/613)
BAKMAK VE RABITA
Şimdi diyeceksiniz ki bakmak ve
düşünmek ile Allah’u Teâlâ’ya yaklaşmakta nasıl bir bağlantı olur? Said
İbni Cübeyr (Radıyalahu Anh)Den rivayet edilen bir hadis-i şerifte
Resulüllah efendimiz şöyle buyuruyor:
“Evliyaullah o kimselerdir
ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır.” (Nesai, es- Sünenü’l Kübrai
Tefsir:180, No:11235, 6/362; Taberi, Cami’ul Beyan, No: 17723, 24, 25,
26, 6/575; Hakim-i Tirmizi, Nevadir’ul-usül, sh: 140; Haysemi,
Mecma’uz-zevahid,10/78)
Bu hadis-i şerifte, görüldükleri zaman
Allah’ı hatırlatan insanlardan bahsedilmektedir. Dolayısıyla Allah’ı
hatırlamaya vesile, araç, sebep olmaktadırlar. Gördüğümüz zaman Allah’ı
hatırlıyor isek düşündüğümüz zaman da hatırlamamız mümkün olacaktır.
Bakınız, inkârcılar “Allah yerine koydukları mürşidi düşünüyorlar”
diyerek bizim şeyhe taptığımızı ve dolayısıyla şirke düştüğümüzü ileri
sürüyorlar. Hâlbuki Peygamber Efendimiz onların görüldüğü zaman Allah’ı
hatırlattığını buyurmuş ve Allah’ı hatırlamak için onların yüzüne
bakılmasının önünü açmıştır.
Yani “neden Allah’ı hatırlamak
için evliyayı aracı yapalım” diyenlere “Allah’ı hatırlamak için aracı
koymak şirktir” diyenlere böylelikle peygamberimiz cevap vermiş oluyor.
Tabi bu iddiaları ortaya atanlar cahilliklerini ortaya koymuş oluyorlar.
Ey cahiller! Peygamberi de mi şirk ile suçlayacaksınız!…
İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayet edilen bir hadis-i
şerifte de Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “En hayırlı meclis
arkadaşlarımız kimlerdir” diye soranlara:
“Kimi görmek size
Allah’ı hatırlatıyor, kimin konuşması sizin ilmini artırıyor, kimin de
ameli size ahireti hatırlatıyorsa.” Buyurdu. (Askalani, Heysemi,
Mecma’üz-zevaid, 10/226; Ebu Y’al, el-Müsned, no: 2437, 4/326; Ahmed
İbni Hanbel, el-Müsned, No:27670, 27672, 10/442, 443; hakim-i Tirmizi,
Nevaridiru’l-usul, sh:140)
Zaten görülen Allah dostunun,
Allah’ı hatırlatması onun beyaz sakalı sakalı veya sarığından değil,
ruhaniyetinin kemalatındandır. Asıl mesele ruhaniyettir. Dolayısıyla
görülünce Allah’ı hatarlatan bir şeyin, düşünüldüğünde hatırlatmaması
imkansızdır.
Mesela şehevi şeyleri düşünmek insanın şehvet
duygularını harekete geçirir. Hatta ilmihallerde şehvetin temas ile mi,
düşünerek mi oluştuğu bile konu olmaktadır. Dolayısıyla düşünmek,
hatırında canlandırmak kadar etkili bir hareket yoktur.
Bütün
bunlardan anlaşılacağı üzere onları bizzat gördüğümüzde Allah’u Teala’yı
hatırlamamız ne kadar normal, meşru ve olması gereken bir davranış
ise, onları bizzat göremediğimiz zamanlarda, onların suretlerini hayal
edip düşünmemiz de neticede bize Allah’u Teala’yı hatırlatacağı için,
rabıtayı kul ile Allah arasında perde değil de, tam tersine kulu Allah’u
Teala’ya götüren bir vasıta olarak görmemiz icap eder.
DAHA İYİ ANLAMAK İÇİN MİSAL VERELİM
Mesela ben, Efendi Hazretleri’ni gördüğüm zaman bana Allah’u Teâlâ’yı
hatırlatıyor. Aklıma Allah korkusu, akabinde günahlarım ve eksiklerim
geliyor. Bu davranış yukardaki hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere
meşrudur. O halde ben, Allah’u Teala’yı hatırlamak için Efendi
Hazretlerinin suretini gözümün önüne getirebilir miyim? Getirebilirim
çünkü bakmak ve düşünmek arasında fark yoktur. Hatta düşünmek bazen
bakmaktan daha tesirlidir.
RABITA KELİMESİ
Bütün bu
delillerin arasına sıkışıp kalan inkarcılar çıkacak yol bulamayan bu
sefer “rabıta” kelimesine takılırlar. Sahabelerin “rabıta” gibi
ifadelerinin olmadığını ileri sürerler. Burada önemli olan isim değil
manadır.
Yukarıda da gördüğünüz gibi sahabe-i kiram bizim
rabıta dediğimiz olayı yaşamakta ve aşırı düşkünlüklerini beyan
etmektedirler.
Ancak buradaki önemli husus sahabe-i Kiram,
tabiin ve onların etba’ında bulunan kalbi ve hubbi rabıta, tekellüfe
(hiçbir zorlamaya) muhtaç olmaksızın kendilerinde hâsıl oluyordu. Bu
nedenle buna bir isim vermeleri de gerekmiyordu. Sonra zaman uzayıp
kalpler bulanınca ve muhabbet azalınca, meşayıh, bu sevgi irtibatını
açıkça müridlerine tenbih etme ve muayyen bir vakit koyma zaruretini
hissetiler ki böylece onlar, mürşidlerinden feyiz alabilmeleri için
kalplerini zorla da olsa toplamaya muvaffak olabilsinler. Daha sonra bu
sevgiye “bağlayıcı” anlamına gelen “rabıta” adını verdiler.
Böylelikle sünnette hadis-i şerifler ile sabit olan bu fiil, tasavvuf
erbabında eğitim metodu olarak rabıta ismi ile yer aldı.
Dolayısıyla “rabıta” kelimesinin sonradan verilmiş bir isim olması,
“Allahı hatırlatan” bu yöntemin bid’at olduğu anlamına gelmez.
RUHLARIN BİRBİRİYLE BULUŞMASI
Aişe (Radıyallahu anha9 annemizden rivayete göre, Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
“Ruhlar toplu (halde gezen) ordulardır. Onlardan (ezelde, Allah’u
Teâlâ yolunda) birbiriyle tanışanlar i’tilaf eder (anlaşır),
Tanışmayalar ise ihtilaf ederler (dünyada zıtlaşırlar)” (Buhari,
enbiya:3, No:3158, 3/1213; Müslim, Birr:49, No:2638, 4/2031; Ebu Davud,
Edeb:19, No:4834, 2/65; Ahmed İbn-i Hanbel, El-Müsned, No: 7940, 3/151;
Sehavi, el-mekasıdülhasene, No:95, sh:73)
Abdullah Bidn-i Amr
ibn-i As (Radıyallahu anhuma)dan rivayet edilen bir hadis şerifte
Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki müminlerin ruhları, daha sahip (ler)i (birbiri) ni
görmeden, bir gün ve gecelik yol mesafesinde karşılaşırlar.” (Ahmed İbni
Hanbel, El-Müsned No: 7068, 2/683; Buhari, El-Edebül müfred, No: 263,
sh:89; Deylemi, El-Müsnedül Firdevs, No:912, 1/237; Hakim-i Tirmizi,
nevadiru’l usul, sh: 164)
Hakim-i Tirmizi (Kuddise Sirrahu) bu hadis-i şerifi naklettikten sonra şöyle demiştir:
“Ruhların hali bir hayli acayiptir, çünkü ruh, semavi 8aslı gökten
gelme) olduğu için hafiftir. Şehvetlerin karanlığıyla nefis ona
karıştığı zaman ağırlaşır.
Fakat nefis bir takım riyazatlarla
şehvetten uzaklaşır ruh ondan kurtulur ve bulanıklığı durulursa, işte o
zaman eski hiffet ve tahareti (hafiflik ve temizliği) geri döner ve öyle
bir hale sahip olur ki ona ancak kalbi Allah’u Teala’ya inanmış ve
onunla mutmain olmuş olanlar inanır. (Hakim-i Tirmizi, Nevaridu’l Usul
164)
İmam-ı Münavi bu hadisi naklederek şöyle demektedir:
“Ruhlari nefsin bulanıklarından kurtulup, lezzet ve şehvet
elbiselerini çıkararak, geldikleri manevi aleme döndüklerinde, ölüm
sebebiyle bütün maddi kayıtlardan ayrıldıkları için, hürriyetlerie
kavuşarak göğe yükselir ve sağken Allah’u Teala’ya yönelme hususundaki
gayret ve çalışmaları nisbetinde, istedikleri yerlerde dolaşırlar….
Şimdi burada insanın aklına “bunlar ölü olduğu için serbesttir veya
birbirine kavuşur. Bu ölülere has bir özelliktir” diye soru işareti
gelebilir. Şimdi nakledeceğimiz hadis-i şerif bu sorulara da cevap
vermektedir.
İmare İbni Huzeyme ibn-i Sabit (Radıyallahu anhum) şöyle anlatıyor:
Babam Huzeyme bir kere rüyasında sanki Resulüllah (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem)in alnı üzerine secde ettiğini görmüş, bunu Resulüllah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e anlatmıştı.
Bunun üzerine
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Ruh ruha kavuşur” buyurmak
suretiyle mubarek başını eğerek ona rüyada gördüğü gibi yapmasını
emretti. Babam da arka tarafından Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)in alnı üzerine secde yaptı.” (Ebn-i Ebi şeybe, Musannef, İman:
18, 7/243; Ahmed ibni hanbel, El-Müsned, No:21963, 21937, 21941, 21943i
21944, 8/201; Nesai, es-Sünenül Kübra, Ta’bir:5, No: 7631, 4/384; ibn-i
hıbban, el-İhsan, No:7149, 16/98)
İşte bu hadis-i şerif
tereddüt ve şüpheye mahal bırakmayacak bir şekilde ruhların buluştuğu ve
iltifat (yöneliş) mahallinin özellikle en şerefli uzuv olan yüze doğru
olduğunu göstermektedir ki, bu da rabıtaya işaret etmektedir.
Şimdi günümüz inkarcıları “Resulüllah anlına secde yaptırmış” diyerek Yüce Peygamberi de (haşa) şirk ile itham edebilirler.
Cahiller bilmez ki, Allah’u Teala’da meleklerine Adem Aleyhisselama
secde etmelerini emir buyurmuştur. Bu secdeler Adem Aleyhisselam’a veya
peygamberimizin alnına değil, Allah’u Teala’ya yapılmıştır.
Bakın Ali Haydar Efendi bu hadis-i şerifi okuduktan sonra en buyurmuştur:
“Ayının postu bile tabaklanarak temiz olduktan sonra, seccade
olabiliyorsa Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in mübarek alnından
daha temiz seccade olur mu?”
İşte aynı şekilde rabıta yapılan
kişinin yüzüne yönelmek demek ona tapmak manasına gelmemektedir.
Bilakis o zat Mevla Teâlâ’nın tecellilerinin mazharı olarak düşünülmekte
ve hakikatte Allah’u Teâlâ’dan istenmektedir.
Ayrıca yukarıda
zikredilen hadis-i şeriflerden anlaşılıyor ki, kâmil bir mürşidin
ruhaniyetinin, aralarında ne kadar mesafe bulunursa bulunsun, kendisine
candan iştiyak ve muhabbetle bağlı olan ve ona rabıta yapan müridleriyle
irtibat kurmasına ve ona yol gösterici olmasına bir mani yoktur.
Bütün bu hadisi şerifler bizlere ruhların birbirleriyle nasıl irtibat
kurduğunu ispat ederken, teveccüh ve rabıta hakkında da büyük bir
delildir.
Bu diller, rabıtanın meşruluğunu değil ne kadar
lüzumlu olduğunu da gözler önüne sermektedir. Bunca delili inkar etmek,
görmemezlikten gelmek veya yok saymak akıllı insanların sergileyeceği
bir davranış değildir. Bir insan uygulamıyorsa bile inkar etmemelidir.
Allah’a ve resulüne muhalefet etmemelidir..
İnkar bir
bataklıktır, çırpındıkça batmak kaçınılmazdır. Allahu Teala bilerek vyea
bilmeyerek inkar eden insanlara uyanış nasip eylesin. Bizlere yolumuzun
önemini kavrayarak dört elle sarılma aşkı ihsan eylesin..
kaynak
Kaynak bu kitapta inşaallah;Mahmud Efendi Hazretlerimizin emri ile
Cübbeli Hocamızın rabıta hakkında yazdığı “Tarikatı Aliyye’de Rabıtayı
Celiyye” adlı eserdir.