Cenabı Allah, Levh-i Mahfuz’u ne için yarattı? Kibrîtü’l Ahmer Nedir?,İnsanlığı insanlığın şerefinden mahrum eden kabahat nedir?

الصلاة على النبي صلى الله عليه

Cenabı Allah, Levh-i Mahfuz’u ne için yarattı? 

* Levh-i Mahfuzda dünyada olacak her şey yazılıdır.
* Elestü birabbikum günü Allah’a vermiş olduğu kulluk sözleri yazılıdır,
* Orada nasıl kulluk yapacağı da yazılıdır. 

Ce­nabı Allah Levh-i mahfuza bakmaya muhtaç değildir, onu kendisi için yapmadı. O, Levh-i Mahfuza bakmaya muhtaç olsaydı Allah olmazdı (hâşâ), Allah’ın il­mi ezelisini ihâta etmez.
Şimdi mekteplerde ne gün ne ders okurlar diye program var, çocukların eline bir program veriyorlar, çocuk ona bakar ne yapacağını ne okuyacağını bilir.

O Levh-i Mahfuz da bizim gündemimizdir. Elest gününde Cenabı Allah’a icmalen ve tafsilen vermiş olduğumuz bütün ahitlerimizin kaydolduğu makamdır. Levh-i Mahfuz; Allah’ın bakması için değil, bizim bakmaklığımız için, kulların bakması içindir.
Melâike baksın bakmasın, melaikeninki yazılı değil. Orada yazılı olan benî âdemin ahitleridir.
Demek ki, asıl bize program olarak verilmiştir. Sana bakman için yazılmıştır, bakıp ta hareket edeceksin.

Ey Hoca! Ona biz nasıl bakalım? 

 Sen mümin değil mi­sin? Mümin olan kimse nasıl bakacak? Allah, peygamberin lisanından ne diyor?

  «İttakû min fera­seti mü’minin,  felnnehu yenziru binurillah.» [1] 

   Peygamber-i Zişan; «Müminin ferâsetinden sakınınız çünkü o Allah nuruyla bakar.» diyor. Nasıl bakmayacaksın, sen bu makamda iken bakacaksın, değilsen haline ağla. O nuru almaya bak. Allah nûru sende varsa,  bakacaksın ve göreceksin. Yoksa ne bekler­sin? Var mı senin o nurun? Varsa göreceksin, Levh-u mahfuzu görmene mâni yok. Peygamber böyle söyledi,  bu yalan kelâm değil, hüccet ile söy­lenen sözdür bu;
“Mümin Allah nuruyla bakar”,  Allah nuruyla baktığı vakitte,

*Yedi kat yerin altındakini de görür,
* Yedi kat göğün üzerindekini de görür
* Bütün hakikatleri de seyredebilir,
* Arşı da görür, Levh’i de görür,
* Cen­neti de görür, Cehennemi de görür.

Mümin dediği­miz vakitte,  sen onu az bir şey zannetme. İşte mümin; Allah’ın nuruna sahip olan kimsedir. Allah’ın nuru ile bakan adama,

* Hicap mı var?
* Allah’ın nuruna perde mi var?
* Mani mi var? Mesafe mi var?
* Karanlık mı men eder? Ağaç mı men eder?
* Uzaklık mı men eder? 

Sendeki Allah’ın nuru nerede? Niye göremiyorsun? Görmüyorsan, o nuru aramaya, bul­maya bak. Allah-u Zülcelâl;

فَالْتَمِسُوا نُور

«Feltemisu nura»[2] diyor. Bu emri ne için söylüyor? Allah’u Zülcelâl Kur’ân-ı Kerim’de «Nur arayınız» diyor.

Nuru nerden ara­yacaksın?

Nuru, kendisinde nur olan kimselerden aramalısın. Öyle boş mum tutandan arama. Ucun­da nuru olandan arayacaksın. Peygamber-i zişana hem Kur’ân indi, hem Kur’ân-ı Kerîmle beraber nur indi. O nur, Peygambere inen Kur’ân lafzı ile be­raber okundu. Lafzı ile o sözü alanlar oldu.
Lakin bir de Sıddık-ı Ekber’in kalbine, Peygamberin kalbî Muhammedî’sine inen nurdan Sıddıkı tutuşturdu. Sıddık, bütün Sahâbe-i Kirâm’ın kalplerindeki mişkâtın tutuşmasına vesile oldu. Ondan sonra o nur intikal ede ede, ede ede, ilâ yevmil kıyamete kadar, kalplerinde nur olan kimseler eksik olmadı.
Eksik olsa, hemen iman membâı zâhirde de tükenir, bâtında da söner gider. O nur, erbâbı ile yevmil kıyâmete kadar mevcuttur. Allah onu vaat etmiştir. O bitmez, O nuru taşı­yan kimseler ilâ yevmil kıyamete kadar ümmetin arasında mevcut olacaktır.
İşte onları arayınız. O hemen hazır bulunmaz, aranmadan meyda­na çıkmaz. Kolay bulunan şey, ucuz olur, beleş olur. Çakıl taşını beleş topla, amma yakut, zümrüt, elmas, öyle kolay kolay ele geçmez. Kolay ele geçmedikleri için pahalıdır zaten. Ötekileri çok bulun­duğu için hemen ayağının ucuyla tepip geçersin.
Kıymetsiz bir şey diyerekten kimse cebine alıp koy­maz. O, nur sahipleri «Kibrîtü’l Ahmer» dir.

Kibrîtü’l Ahmer: İsmi duyulup kendisi gö­rülmeyen, en kıymetli cevherden kinâye olarak söylenen cevherdir. Onlar hemen ele geçmez, çok araş­tırdıktan sonra, çok talip olduktan sonra ele geçer. Allah-u zülcelâl tâlip olan, sıdk ile talep eden kulunu boşa bırakmaz, illâ buldurur, illâ söyletecek, illâ dinlete­cektir.
İşte o gibi kimselerden nur alırsak, işte o zaman o Levh-i Mahfuz’u bize gösterirler. O nurlar Bizim çerağımızda yandığı zaman, biz de bakarız, bizde görürüz. Levh-i Mahfuz’daki sözümüzü bili­riz, ona kendimizi takdîm ederek kulluğumuzu ifa ederiz. O zaman biz her lâhzada, « Elestü birabbiküm kâlû belâ » hitâbı ile beraber yürürüz.

Ehlü’l sıdkı ve’l safa onlardır. İşte onun için.

«Ashabı ke’nnücûm bieyyihim iktedeytüm ihtedeytum.»[3]

Sahâbe-i Kiramların hepsi, o Allah-u Zülcelâl’ın kendilerine olan hitâbını işitip o nur ile nurlanan kimselerdir. Gökte­ki yıldızlar gibi; onlara ihtida eden hidâyete erer. Mühim olan mesele budur.

İmam Nevevî Hazretleri[4] büyük muhaddistir, kendisi Hicaz’a gittiği vakitte 8 veya 9 yaşlarında küçük bir delil [5], elinden tutmuş kendisini ziyârete götürmüş. İmam Nevevî Hazretleri,
“Buradan gide­lim” demiş. O küçük delil demiş ki:
“Hayır, buradan başlayacağız!”
 Çünkü İmam-ı Nevevî Hazretleri Menâsık-ı Hacc kitabında, nereden başlanması gerektiğini söylemiştir. O küçük delîlin hücceti ne? İmam-ı Nevevî Hazretleri kendisinin kitabından buradan yürünür, buradan girilmesine amil olduğundan dola­yı biz buradan ziyarete ve tavafa başlayacağız diye bizzat hüccet ile ilzam etmiş. O, kitabı kendisi yazdığı halde, yerinde tatbikatı­nı görmediği için 8-9 yaşındaki o delîl onu ilzam et­miş.

Bundan ne mânâ alacağız?

Yalnız kitaptan oku­makla kimse delil olamaz. O, imam olduğu halde orada şaşırdı, 8-9 yaşındaki o delîle muhtaç oldu.

*Sen istersen allâme-i cihan ol,
*Kur’ân-ı Kerîm’i tefsirleriyle beraber ezber et,
*Bütün Ehâdisi Nebeviyye’nin hepsini iç,
*Dört mezhebin imamının bütün ahkâmını ezberinde tut, 

Lâkin onunla sana şart ola­maz. İllâ o yolu yürüyüp geçmiş varmış olan kim­selerin elinden tutmaya sen mecbursun, değilsen olduğun yerde kalırsın.
İstanbul’a geldik, harita pusulayla yolu da şaşırdık. Geldiğim gece sabah oluyordu. Biraderin evini bulmak için Bağdat caddesinde sahil yolunda üç aşağı-beş yukarı gittik geldik, gittik geldik, kaç kişiye sorduksa da bulamadık.
Nihayet Cenabı Hakk arayan bulur deyip bize bulduruverdi. Şu İstanbul’da bile insan delîle muhtaç oluyor da, sen Allah’a giden yolda delilsiz nasıl gideceksin?
Eğer delilsiz gidilseydi doğrudan kitap inzâl olacaktı, peygambere lüzum kalmaya­caktı. Hâlbuki Allah-u Zülcelâl, peygamberi gönderiyor ki;  peygamber-i zişan,  Kur’ân-ı Kerîm’i şahsında temsil eden zattır.
Peygamberi görüyorsun, tutuyorsun. O sana konuşan Kur’ân’dır.  O, şahsiyeti ile Kur’ân’ı temsil ettiği için sahâbe-i kiram Peygamber-i zişan’a baka baka Sahâbe oldu. Önlerinde peygamber olmasaydı, onlar nasıl Sahâbe olacaktı?
Okuyarak mı Sahâbe olacaklardı?
Okuyarak kimse Sahâbe olamaz. Görerekten, uyaraktan Sahâbe ol­dular. Onun gibi peygambere vâris olan zatlar, ilâ yevmi’l kıyâmete kadar mevcuttur.
Binaenaleyh onları görerek, onlara uyarak sende peygamberin Sahâbesi gibi rütbe alır, nur alırsın. Değilse hava alırsın. Sonra sen de o İmam Nevevî Hazretleri’nin Kâbe’nin havlin­de şaşırıp kaldığı gibi orta yerde kalırsın. Ahdini bulamadan, ahdine varamadan, avam sınıfında dünyadan çıkarsın. Avam sıfatında çı­kan kimse de mahrumlardan sayılır. Onun için hususiyle bu zamanda en çok dikkat edeceğimiz iki nokta:

* Bütün dışarı salıverdiğimiz kuvveti kendimizde toplayabilmek.
* Şahsında Kur’ân’ı temsil eden nur sahibi kim varsa onlar ile beraber onlara uyaraktan yürümek.

Başka kimseye bakmadan, sağın, solun, herkesin harekâtı seni meşgul etmesin. Sen dikkatini kendine ver. Kendinin vazifesi ne ise sana gösterdikleri şekilde onunla meşgul ol. Allah’ın hukuku var, en birinci Allah’ın hukukunu yerine teslim eyle,

Hakk sahiplerine hakkını ver.
Allah’ın hakkı var, Allah’ın hakkını ver.
Peygamberin hakkı var, peygamber hakkını ver.
Devletin hakkı var, devletin hakkını ver.
Evladın hakkı var, evladın hakkını ver.
Ailenin hakkı var, ailenin hakkını ver.
Komşunun hakkı var, komşunun hakkını ver,
Milletin hakkı var, milletin hakkını ver.
İnsanoğlunun hakkı var, insanoğlunun hakkını ver.
Mahlûkatın hakkı var, mahlûkatın hakkını ver.
Senin bileceğin budur. Bunu kemaliyle yaptıktan sonra peygamberden sana izin geldiğinde, o zaman başkalarına da yardım etmeye, o sende tutuşan nurdan onları da tutuşturmağa izn-i peygamberî gelir, onunla iş görürsün. Değilse vazifeni bil.

İnsanlığı insanlığın şerefinden mahrum eden kabahat nedir?
Kendi üzerine vâcip olan vazifeyi bırakıp, üzerine lazım gelmeyen vazifelere bakmaktır. Şimdi bizi kendimizden maada her şey alâkadar eder. Kendimizi biz cennetin ortasında hesap ederiz. Ondan sonra kendimizden maada,

*Ne hükümeti bırakırız,
*Ne dünyanın devletlerini bırakırız,
*Ne yeri bırakırız, ne göğü bırakırız. 

Hepsine de müdahale eder,  hepsine de akıl öğretir, hepsine de ilim tâlim ederiz.

Ne deriz? 

  «Bütün bu kâinata Rab benim! Talimat öğretmeye mükellef olan benim! Heps­ine Allah’lık yapmağa kuvvetim var, varken bana vermiyorsun ey Allah!  Ben sana dünyada vekillik yapayım» Böyle diyor bizim nefislerimiz. İşte onun için nefse fırsat verme.

 Nefsimizin sıfatı nedir?

Nefis lâ ilâhe illallah demez. Onu bil. Nefsin; Lâ ilâhe illâ ene, der; benden başka ilah yoktur der. Nefsimiz böyle der. Ona Lâ ilâhe illallah dedirt.  On­dan sonra lâ ilâhe illâ ene diyenlere de derman yap­ma ilacını bilirsin. Kendi nefsinde ilacı yaptıktan son­ra, tatbikat ettikten sonra,  başkalarına ilaç yapma­ya sana izin verilir.
Bu bir denizdir, bu denizin sonu gelmez. Lakin bu söylenen sözün içerisinde evvela kendi nefsime hitap var, kendi nefsime edeb ve talim vardır.
Sizin bereketinize bu mübarek ke­lâmı,  Cenabı Allah’ın, Peygamberinin şefkat ve şefaatiyle ve hâzır olan mutasarrıfın izni ile bize söy­letti.
Allah füyuzat-ı Rabbaniyesinden bizleri feyizyâp edip,  bizim harab olmuş olan batınlarımızı ihyâ edecek ilâhi nazarına ve peygamberinin şefkat ve şefaatine ve evliyanın himmet nazarlarına mazhar kılsın.
Bi hürmeti habib bi hürmeti’l Fatiha.

Kaynaklar: Şeyh Nazım Kıbrısi Hz.
[1] Âraf 172
[2] Hadis-i Şerif: Ebu Said r.a.’dan  rivayet. Kütübü sitte. Hadis no: 672
[3] Hadid Sûresi: 13
[4] Hadîs-i Şerif: Said İbnü’l Müseyyeb r.a’tan rivayet edilir. Kütübü sitte. Hadis no: 4368
[5] İmam Nevevî Hazretleri:  Şam’ın bir kasabası olan Neva’da doğan bu büyük evliya, hadis ve fıkıh gibi İslâmî ilimlerin bütün şubelerinde çok yüksek bir salâhiyet kazanmıştır. Zamanında Şâfiî  mezhebini o temsil ediyordu. 42 yi aşan eser bırakmıştır (Vefatı:H 671). Allah ondan râzı olsun.
[6]   دليل Delîl: rehber

4 yorum:

  1. bu siteyi İnsanaDavet sitesinden gördüm ve sitenizi çok beğendim takipteyim artık. kendi siteme de beklerim https://konuloji.blogspot.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende sizi takibe aldım her zaman yorumlarınızı beklerim..

      Sil
  2. Sohbet dinler gibi okudum, Allah razı olsun, sizin gibi insanların sayılarını artırsın Mevlam... Bizler nurumuzu sorgulamaktan aciz hale geldik, nerede karanlık maalesef hayat oraya akıyor zannediyoruz. İslamın dirileceği hakikatli günleri de göreceğiz inşaallah...Selam ve Dua ile...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Amiiin.. amiiiin..

      Dilerim İslamın dirileceği günler çok uzak değildir..

      Sil