30 Eylül 2011 Cuma

Tevbe

3- Tevbe


Katâde: "Ey îmân edenler, tam doğruluk ve hulûsa mâlik bir tevbe ile Allah'a dönün..." (et-Tahrîm: 8) kavlindeki "Tevbeten nasûhan", "es-Sâdıkatu'n- nâsıha" yânı "Doğru ve nasihat edici tevbe" ma'nâsınadır, demiştir [9].

4-.......Bize Ebû Şihâb, el-A'meş'ten; o da Umâre ibn Umeyr'den; o da el-Hâris ibn Suveyd'den tahdîs etti. Bize Abdullah ibn Mes'-ûd (R) iki hadîs tahdîs etti. Bunlardan birisi Peygamber(S)'den, diğeri de İbn Mes'ûd'un kendisindendir: İbn Mes'ûd kendisinden olarak şöy­le dedi: 
Mü'min kişi günâhlarını (hayâlinde büyütüp) şöyle görür: 
Gû-yâ kendisi bir dağın eteğinde oturuyor ve dağın üzerine düşmesinden korkuyor. Fâcir kişi de günâhlarını burnunun üstüne konan bir si­nek gibi görür, o sineği eliyle şöylece kovar!
Râvî Ebû Şihâb: Bu hadîsi bana şeyhim ("O, sineği eliyle şöyle­ce kovar" sözünün tefsiri olarak) elini burnunun üstünde tutarak ri­vayet etti, demiştir.

Sonra İbn Mes'ûd (Rasülullah'tan rivayet ederek) şöyle dedi: 

"Al­lah kulunun tevbesinden, şu kişinin ferahından daha fazla ferahla­nır: Bu kişi (yolcu olup) yanında devesi, üstünde suyu, azığı olduğu hâlde varıp sahrada korkunç bir yere inmiş, başını yere koyarak ha­fif bir uyku uyumuştu. Uyanınca devesinin gitmiş olduğunu anladı.
 (Devesini aramağa çıktı.) Sıcaklık, susuzlukyâhud Allah'ın dilediği ıstırablar bu zât üzerinde şiddetle te'sîr edince (kendi kendine): Eski yerime olsun döneyim! dedi ve dönüp geldi. Az bir uyku daha uyu­du. Sonra uyanıp başım kaldırınca devesini yanında buldu" [10].

Bu hadîsi el-A'nıeş'ten rivayet etmekte Ebû Şihâb el-Hannât'a Ebû Avâne ile Cerîr de mutâbaat etmişlerdir.
Ebû Usâme de şöyle dedi: Bize el-Ameş tahdîs etti. Bize Umâre tahdîs etti. Ben el-Hâris ibn Suveyd'den işittim. Şu'be ile Ebü Müs­lim de el-A'meş'ten; o da İbrâhîm et-Teymî'den; o da el-Hâris ibn Suveyd'den söyledi.
Ebû Muâviye de şöyle dedi: Bize el-A'meş, Umâre'den; o da el-Esved'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan tahdîs etti.
Yine el-A'meş, Umâre'den; o da İbrâhîm et-Teymî'den; o da el-Hâris ibn Suveyd'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan tahdîs etti [11].

5-.......Buradaki iki seneddeEnes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir:

Rasûlullah (S): "Allah, kulunun teybe etmesiyle, herhangi birinizin çöl bir arazîde kaybetmiş olduğu devesine ansızın tesadüf edivermesi anın­daki sevincinden daha çok sevinir" buyurdu.


Kaynaklar

[9] Tevbe, çirkinliğinden dolayı günâhı terk, kendisinden meydana gelenlere piş­manlık ve onlara bir daha dönmemeye kesin karar ve iyi amellerle onları müm-kin olduğu kadar telâfiye çalışmaktır.
Tevb ve Tevbe, îmân makaamlarınm evveli, hakk yolculuğunun başlangı­cı, vuslat kapısının anahtarıdır. Lügatte rucû' demek olan Tevbe, şer'an da ka­bahatten kabâhet olduğu için pişmanlık duyarak vazgeçmektir...
Nasûh tevbe: Çok iyi nasîhat edici tevbe demek olur...
Alî(R)'ye "Tevbe"yi sordular; o şöyle dedi: O, altı şeyle gerçekleşir: Geç­miş günâhlara karşı pişmanlık, terkedilmiş farzları ödemek, kul hakkını edâ, hasımlarla halâîlaşmak, bir daha günâha dönmemek, nefsini ma'siyet İçinde ter­biye ettiğin gibi Allah'a tâat ve terbiye etmek. Keşşaf şunu ilâve etti: Nefsine ma'siyetlerin lezzetini taddırdığın gibi, tâatlerin de acılığını taddırmak (Beydâfî, Şeyhzâde).

[10] Allah'a ferah isnadı, mecazî bir ta'bîrdir. Allah'ın rızâsından kinayedir. Allah'ın rızâsını te'kîd ve tahakkukunu daha belîğ ifâde için mecazî bir uslûb ile söylen­miştir.
Abdullah ibn Mes'ûd, İslâm ilimlerinin her dalında sahâbîler arasında en yüksek derecede olmakla beraber, hitabette de çok kuvvetli idi. Bu kudretin bir örneği bu hadîsi en belîğ bir usiûbla rivayetinde görülür. O, hadîsin gerek ken­disinden olarak bildirdiği, gerek Peygamber'den rivayet ettiği kısımları birer mü-rekkeb teşbih hâlinde söylemiştir.
Bİr kerresinde Peygamber kısa bir hutbe yapmış, sonra Ebû Bekr'e de bir hutbe yapmasını emretmiş, o da Peygamber'inkinden kısa bir hutbe söylemişti. Sonra Umer'e ve bâzı sâhâbîlere de aynı şekilde kısa hutbeler yapmalarını em­retmiş, onlar da kısa hutbeler yapmışlardı. En sonra Abdullah ibn Mes'ûd'a emretmiş, o da: Allah'a hamd ve sena ettikten sonra: Ey İnsanlar! Allah Rabb'i-mizdir, İslâm da dînimizdir. -Eliyle Peygamberi işaret ederek:- Şu zât da Pey-gamberimizdir! demiştir. Bunun üzerine Peygamber: "Ümmü Abd oğlu isabet etti. îbnu Ümmi Abd doğru söyledi" diye takdîr etmiştir (Tezkirem'l-Huffâz).

[11] Buhârî'nin maksadı, hadîsin çeşitli yollardan gelişini orataya koymak ve sened-lerdeki bâzı farklılıkları belirtmektir. Allah ondan razı olsun!

Kaynaklar

Seyyidu'l-istiğfâr, istiğfar dualarının ulusu

 

1- İstiğfarın En Faziletli Olanı  [4]


Ve Yüce Allah'ın şu kavilleri:
"... Rabb'inizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok mağfiret edicidir. Gök üstünüze bol yağmur salıverir. Sizin mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltır, size bağlar, bustânlar verir, size ırmaklar akıtır"
(Nuh: 10-12) [5];
"Ve çirkin bir günâh işledikleri yâhud nefislerine zulmettikleri vakit Allah'ı hatırlayarak hemen günâhlarının mağfiret edilmesini isteyenlerdir. Günâhları Allah'tan başka kim mağfiret eder? Bir de onlar işledikleri günâh üzerinde, bilip dururken ısrar etmeyenlerdir" (âli imrân: 135) [6].

2-.......Buşeyr ibn Ka'b el-Adevî şöyle demiştir: 
Bana Şeddâd ibn Evs (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: 
"Seyyidu'l-istiğfâr (yânı istiğfar dualarının ulusu) Allah'tan şöyle mağfi­ret dilemektir:

Allâhumme ente Rabbîlâ ilahe illâ ente, halaktenî ve ene abdu-ke ve ene alâ ahdike ve va 'dike mastata 'tu. Eûzu bike min şerri mâ sana'tu. Ebûu leke bi-nimetike aleyye ve ebûu bi-zenbî fağfir lî. Fe-innehû lâ yağfiru 'z-zunûbe illâ ente.

( = Yâ Allah! Benim Rabb'im Sen'sin. Sen'den başka ilâh yok­tur. Beni Sen yarattın. Ben Sen'in kulunum ve gücüm yettiği kadar ezelde Sana verdiğim ahd ve va'd üzere sabitim. İşlediğim günâhla­rın şerrinden Sana sığınırım. Bana ihsan eylediğin ni'metlerini i'tirâf ederim, günâhımı da i'tirâf ederim. Benim günâhlarımı mağfiret ey­le! Şu muhakkak ki, günâhları Sen'den başkası mağfiret edemez!)"

Peygamber (sav)buyurdu ki:
"Bu seyyidu'l-istiğfâr duasını her kim kalbiyle sevâb ve faziletine kesin inanarak gündüz okur da o gün ak­şama girmeden önce ölürse, o kimse cennet ehlindendir. Her kim de sevâb ve faziletine kesin inanarak bunu geceleyin okur da sabaha gir­meden evvel ölürse, o kimse de cennet ehli zümresindendir" [7].

Kaynaklar

[4] Buhârî bu başlığı, gelecek hadîsteki "Seyyidu'l-istiğfâr" ta'bîrinden almıştır ki, duâ ve istiğfarın ulusu, başı demektir. Bir kavmin başı, o milletin ihtiyâç ve sı­ğınmada merci'i olduğu gibi, tevbe ve istiğfar ma'nâsmm her cihetini toplayan bu duaya da "Seyyidu'l-istiğfâr" unvanı verilmiştir.
[5] Buhârî başlıktan sonra istiğfarın ehemmiyetini gösteren bu âyetleri getirdi. Bu âyetlerde istiğfarın yüksek fazileti teblîğ buyurulmuştur. Bilhassa Nuh Suresi-ndeki âyette istiğfarın herşeyin meydana gelmesine vesîle olduğu bildirilmiştir. Yağmur Duâsı'nda istiğfar, bundan dolayı meşru' olmuştur. Şa'bî'nin rivayeti­ne göre Umer (R) bir gün yağmur duasına çıkmış, mütemadiyen istiğfar etmiş­tir. Sebebi sorulduğu zaman bu âyetleri okumuştur. Hasen el-Basrî'den şöyle rivayet edilmiştir: Bir adam kıtlıktan ona şikâyet etmişti. İstiğfar etmesini tav­siye etti. Diğer biri fakirlikten şikâyet etmişti. Ona da istiğfar tavsiyesinde bu­lundu. Başka biri geldi, zürriyetinin azlığından şikâyet etti. Ona ve toprağın az mahsûl verdiğini anlatan diğer birine de aynı sözü söyledi. Rubeyy' ibn Sabîh dedi ki: Sana muhtelif adamlar gelip çeşitli şikâyetlerde bulundular. Sen hepsine aynı öğüdü verdin. Bunun üzerine Hasen, bu âyetleri okudu (Medârik, Hâzin).
[6] Buhârî Nûh Peygamber'in isyancı kavmine öğüdünden sonra, Muhammed Ümmeti'nin dua ve istiğfar hakkındaki İtaatli hâllerini tasvir eden bu âyeti getir­miştir.
[7] Hadîsteki duâ, başta da belirtildiği gibi, bütün tevbe ve duaları toplayıcı mâhi­yette olduğu için, bu Seyyidu'l-istiğfâr ismiyle isimlendirilmiştir. Hadîsin râvîsi Şeddâd ibn Evs, Peygamber'in şâiri Hassan ibn Sâbit'in kardeşi oğludur. Şed-dâd'm Buhârî'de bu hadîsten başka rivayeti yoktur.
Şârih İbn Battal: Duanın "Sana verdiğim ahd ve va'd üzere sabitim" fık­rasındaki "Ahd ve va'd", ezelde, ruhlar âleminde, Allah'ın "Elestü bi-Rabbikum = Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?" (el-A'râf: 172) suâline, insan tirn sâli zerrelerin: "Evet Rabb'imizsin" diye Allah'ın Rabb'lığmı ikrar ve tasdik etmeleridir, demiştir.

HİDAB (SAÇ BOYAMASI)

HİDAB (SAÇ BOYAMASI)


 UMUMÎ AÇIKLAMA:


Hidâb'ı İbnu Hacer "saç ve sakaldaki beyazlığın rengini değiştirmek" diye târif eder. Hadislerde, kına yoluyla el ve ayakların boyanmasının da hidâb kelimesiyle ifâde edildiği görülür. Şu halde daha çok saç boyaması mevzubahis olduğu için, bu kelime ile öncelikle saçın rengini değiştirmek kastedilmiş de olsa, insan bedeni ile alâkalı muhtelif boyamaların hidâb'-la ifade edildiği söylenebilir.
Hidâb dinin müdâhalesine giren bir meseledir. Kullanılacak renkten, boyanacak uzva ve hatta kadın ve erkek arasında riayet edilip, korunması gerekecek farklılıklara kadar bir kısım hususlarda dinimizin vaz'ettiği görüşleri vardır. Bunlardan bazılarında ulema ittifak ederken, bazılarında ihtilaf eder. Bir meselede ihtilaf, o konuda dinin kesin ve sert bir tavır takınmayıp, sühûleti esas aldığını gösterir.
Şunu da belirtelim: Hadislerde, ihtiyarlıkla ortaya çıkan beyazlıkların boyanması mevsubahis olduğu halde, zamanımızda bilhassa kadınlar, henüz gençken saçların tabiî renklerini değiştirmek için meç denen kırçıllaştırma, röfle denen sarartma ameliyelerine başvurmaktadırlar. Bu boyamalar, İslâm'ın vâzıh emirlerinden olan tesettüre uymayan bir espiri ile icrâ edildiğinden başka, tabiî hali bozma, israf, teşebbüh gibi yönleri, meseleye boyama bahsinin dışında başka buutlar getirmektedir.
Şu halde İslâm'ın hidâb bahsi günümüzde her zamankinden daha canlı, daha aktüel bir mahiyet arzetmektedir. Bir kısım teferruat, görüleceği üzere takva ve teslimiyetle ilgili kalmaktadır. Biz burada hadislerde gelen hususları, ulemânın fetvaları çerçevesinde sunacağız. Hayatını Resûlü'nün sünnetine göre yönlendirilmek isteyenlerce bunların bilinmesi faydalı olacaktır.[35]

ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُول اللّهِ #: إنَّ الْيَهُودَ وَالنَّصَارى َ يَصْبُغُونَ فَخَالِفُوهُمْ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي بهذا اللفظ.ولفظ الترمذي: ]غَيِّرُوا الشَّيْبَ، وََ تَشبَّهُو بِالْيَهُودِ[.

1. (2111)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: 
"Yahudîler ve hıristiyanlar (saçlarını) boyamazlar. Siz onlara muhâlefet edin." [Buhârî, Libâs 67, Enbiya 50; Müslim, Libâs 80, (2103); Ebû Dâvud, Tereccül 18, (4203); Nesâî, Zînet 14, (8, 137); Tirmizî, Libâs 20, (1752).]Bu hadis Tirmizî'de "(Saçınızdaki) aklıkların rengini değiştirin, yahudîlere benzemeyin!" şeklinde gelmiştir.[36]

AÇIKLAMA:

Hadis muhtelif tarîklerden gelmiştir. Ahmed ibnu Hanbel'in bir rivâyetinde, Ensâr'dan yaşlanmış, sakalları aklaşmış bir ihtiyarlar grubuna rastladığı vakit:   يَا مَعْشَرَ اَنْصَارِ حَمِّرُوا وَصَفِّرُوا وَخَالِفُوا اَهْلَ الْكِتَابِ   "Ey Ensar topluluğu (saçlarınızı) kızıla boyayın, sarıya boyayın ve Ehl-i Kitâb'a muhâlefet edin!" tavsiyesinde bulunur.

Taberânî'nin bir rivâyetinde: "Saçların renginin değiştirilerek yabancılara (eâcim) muhâlefet edilmesi" emredilir. Bu rivâyette "beyaz rengin değiştirilerek muhâlefet edilmesi" emredildiği ve boyanacak renk tahsisi yapılmadığı için bu rivâyete dayanarak siyah rengi de câiz görenler olmuştur.
Ancak İbnu Abbâs ve Câbir (radıyallâhu anhümâ)'den rivayet edilen iki hadis saçların siyaha boyanmasını yasaklamaktadır. Hz. Câbir'in Müslim'de gelen hadisi şöyle: 
    غَيِّرُوا هَذَا بِشَىءٍ وَاجْتَنِبُوا السَّوَادُ     
"Bunun sakalının rengini değiştirin, siyahtan sakının." 
 İbnu Abbâs'ın Ebû Dâvud'daki rivayeti şöyle:  
 يكُونُ قَوْمٌ يَحْضِبُونَ في آخِرِ الزَّمَانِ بِالسَّوَادِ كَحَواصِلِ الْحَمَامِ َ يَرِيحُونَ رَائِحَةَ الْجنَّةِ    

"Ahir zamanda, güvercin havsalası[37] gibi siyah renkle saçını boyayacak insanlar zuhur edecek. Onlar var ya cennetin kokusunu bile koklayamazlar." Bu iki rivâyeti esas alan Nevevî saçı siyaha boyamanın tahrîmen mekruh olduğuna hükmetmiştir. Taberânî'nin Ebû'd-Derdâ'dan yaptığı bir hadiste de: 
"Kim siyahla (saçlarını) boyarsa, Allah onun yüzünü Kıyamet günü siyah kılsın" buyurulmuştur.
El Halîmî, saçı siyaha boyamanın erkekler hakkında mekruh olduğuna, kocası sebebiyle kadının siyaha boyamasının mekruh olmadığına hükmetmiştir.
İmâm Mâlik: "Kına ve ketem ile boyamak câizdir, ancak siyahtan başka bir şeyle boyamak bence daha iyidir" demiştir. 
Ketem, bir bitki olup, saçlara siyah renk vermede boya maddesi olarak kullanılır. düşmanla cihad eden kimsenin saçlarını siyaha boyamasında kerâhet yoktur, ulemâ bu hususta ittifak eder.
Şunu da belirtelim ki, sadedinde olduğumuz hadiste mevzu bahis edilen "boyama", ne elbise ile ne de el ve ayaklarla ilgilidir. Çünkü, yahudîler bunların boyanmasını terketmiş değiller.
El ve ayakların boyanması, erkekler hakkında tedavî maksadı dışında câiz görülmemiştir.
Sahâbe, saç boyaması hususunda ihtilaf etmiş, kimisi boyamış, kimisi boyamamıştır. Resûlullah'ın boyayıp boyamadığı da ihtilâflıdır.
Görüldüğü üzere, saç boyama meselesinde, hem hadislerde hem de ulemâ arasında farklı durumlar gözükmektedir.
Bu mevzuyu Nevevî, Müslim Şerhi'nde şöyle açıklar: "Kadı İyâz der ki: "Sahâbe ve Tâbiîn'den selef büyükleri, boyama ve kullanılacak boyanın cinsi husûsunda ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı: "Boyamayı terketmek efdaldir" demişler ve Resûlullah'ın saçlardaki akların rengini değiştirmeyi yasaklayan hadisini delil olarak göstermişlerdir. Çünkü Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) aklarının rengini değiştirmemiştir. Bu husus Hz. Ali, Hz. Ömer, Hz. Übey ve diğer bazılarından (radıyallâhu anhüm) rivâyet edilmiştir. Bir kısmı da: "Boyamak efdaldir" demiştir. Nitekim sahabe, Tâbiîn ve arkadan gelenlerden bir kısım büyükler saçlarını boyamışlar, kendilerine delil olarak da Müslim ve diğer hadis imamlarının kaydettiği hadisleri göstermişlerdir.
İşte bu sonuncu grup aralarında, boyanın cinsi husûsunda ihtilâf etmişlerdir. Bunların çoğu sarıya boyamayı uygun bulmuşlardır. Hz. Ali, İbnu Ömer, Ebû Hüreyre vs. bunlardandır. Bir kısmı kına ve ketem ile, bir kısmı za'feran ile bir kısmı siyah boya ile boyamışlardır. Siyahı tercih edenler arasında Hz. Osman Hz. Hasan, Hz. Hüseyin (yani Hz. Ali'nin iki oğlu), Ukbe İbnu Âmir, İbnu Sîrîn, Ebû Bürde vs. zikredilir."

Kadı İyâz (bu ihtilafları kaydettikten sonra) Taberânî'nin şu açıklamasına yer verir: 

"Doğrusu şudur: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın saçtaki akları boyamayı emreden ve yasaklayan rivâyetlerin hepsi sahîhtir. Aralarında tenâkuz da mevzubahis değildir. Hadislerdeki boyama emri Hz. Ebû Bekir'in babası Ebû Kuhâfe kadar yaşlanıp saçı sakalı ziyadesiyle ağarmış olanlar içindir. Yasak da henüz yeni ağarmaya başlayanlar içindir."
Kadı İyâz devamla der ki: "Seleften bazılarının saç boyamasına yer verip, bazılarının yer vermemesi meselesine gelince, bu da onların belirtildiği gibi ahvallerinin farklılığına bağlıdır. (Yani iyice ağaranlar boyamış, yeni ağarmaya başlayanlar boyamamıştır). Şurası muhakkak ki, boyama hususunda vârid olan emir ve nehiy bi'l-icma, vücûb ifâde etmez. Bundandır ki, bu konuda farklı görüşleri iltizam edenler birbirlerini tenkîd etmemişlerdir. Emir -nehiy ifade eden hadislerden birinin nâsih, diğerinin mensûh olduğunu söylemek de câiz değildir.
Gerek Kadı İyâz ve gerekse diğer ulemâ, meseleyi iki duruma irca ederek özetlemişlerdir:
1- Bir yerde saç boyama adeti varsa, buna uymamak dikkatleri çekeceğinden, şöhrete sebep olur, bu ise mekruhtur. Aksi de böyledir, yani boyama adetinin olmadığı bir yerde boyamak dikkat çekeceğinden mekruhtur.
2- Hüküm, ağaran saçın manzarasına bağlıdır. Yani, bir kimsenin ağaran saçı güzel bir manzara arzediyor, boyanma halinden daha nazif ve nezih görünüyorsa, boyamamak evladır, aksine akları çirkin ve iğrenç bir manzara arzediyorsa boyanması evlâdır.
Şâfiî mezhebinden olan Nevevî, Kadı İyâz'dan bu nakli yaptıktan sonra: "Doğru ve sünnete uygun olanı, mezhebimizin görüşü olarak kaydettiğim hükümdür" der. (Yani: "Kadın olsun, erkek olsun saçlarını kızıla veya sarıya boyamaları müstahabtır, siyaha boyamaları haramdır."[38]

kaynak 
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/482.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/483.
[37] Havsala, kuşlardaki kursaktır, halk taşlık dahi der. Bununla güvercin göğsü kastedilmiştir. Çünkü çoğunlukla güvercinlerde bu kısım siyah renklidir.

[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/483-485.

HZ. PEYGAMBER SAKALINI BOYADI MI?


ـ3ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ كانَ يُصَفِّرُ لِحْيَتَهُ بِالصُّفْرَةِ وَيَقُولُ: رَأيْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَصْبُغُ بِهَا وَلَمْ يَكُنْ شَىْءٌ أحَبَّ إلَيْهِ مِنْهَا، وَقَدْ كانَ يَصْبُغُ بِهَا ثِيَابَهُ[. أخرجه أبو داود والنسائى.»وفي رواية لهما عن أنس قال: ]مَا خَضَبَ رَسُولُ اللّه #، وَإنَّهُ لَمْ يَبْلُغْ مِنْهُ الشّيْبُ إّ قَلِيً قالَ: وَلَوْ شِئْتُ أنْ أعُدَّ شَمَطَاتٍ كُنَّ في رَأسِهِ لَفَعَلْتُ، وكانَ أبُو بَكْرٍ وَعُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما يَصْبُغَانِ بِالحِنَّاءِ وَالْكَتَمِ[.»الشَّمَطُ«: الشيب.»وَالشَّمَطَاتُ«: الشعرات البيض .

3. (2113)- Hz. İbnu Ömer (radıyallâhu anh)'den rivâyete göre, sakalını sufra denen sarı boya ile boyar ve derdi ki: 
"Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı gördüm, sakalını bununla boyamıştı, en çok sevdiği boya da bu idi. Bununla elbisesini boyadığı da olurdu." [Ebû Dâvud, Libâs 18, (4064), Tereccül 19, (4210); Nesâî, Zînet 17, (8, 140).]
Buhârî ve Müslim'de, Hz. Enes'ten gelen bir rivâyette şöyle denir: 
"Resûlullah hiç saçını boyamadı. Çünkü ondaki beyazlar çok azdı. Başındaki akları saymak istesem sayabilirdim. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (radıyallâhu anhümâ) (saçlarını) kına ve ketem ile boyarlardı." [Buhârî, Libâs 66, Menâkıb 23; Müslim, Fedâil 100-105, (2341); Ebû Dâvud, Tereccül 18, (4209); Nesâî, Zînet 17, (8, 140, 141).][41]

AÇIKLAMA:

1- Bu rivâyet, sadece Hz. Ömer'in değil Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sarı renkle (za'ferân'la) sakalını boyadığını ifâde etmektedir. Hadisin burada yer almayan  ziyâdesinde elbisesinin tamamını ve hatta sarığını da za'ferân'la (sarı) boyadığı belirtilir.
2- Burada bir noktaya dikkat çekmemiz gerekmektedir. Bir rivâyette, za'ferân'la boyanmış olanın cenâzesinde (rahmet) meleklerinin hazır bulunmayacağı ifade edilmiştir. Halbuki sadedinde olduğumuz rivâyet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sarık, elbise, sakal hep za'ferânla boyandığını ifâde etmekte ve ortada bir teâruz gözükmektedir.
İbnu Battâl ve İbnu't-Tîn'in meseleye getirdikleri açıklama şöyle: "Za'ferân ile boyanmakla ilgili yasak, bedenle ilgilidir ve kerâhete hamledilir, harama değil. Zira, bedenin za'feranlanması, Şâriin haram etmeksizin yasaklamış olduğu tereffühe girer: Abdurrahman'ın rivâyetine göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına gelir, bir rivâyette tasrîh edildiği üzere üzerinde za'ferândan hâsıl olan sarılık izi mevcuttur. Resûlullah bunu görür, ancak ne tenkîd eder, ne de yıkanmasını emreder."[42]
3- Hz. Peygamber sakalını boyadı mı?

HZ. PEYGAMBER SAKALINI BOYADI MI?


Sahiheyn'in Hz. Enes'ten kaydettikleri rivâyette -ki Teysîr, "ziyâde" nâmıyla almıştır- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sakalını boyamadığı "zîra, sakalındaki akları sayılacak kadar az miktarda olduğu, -hattâ bazı rivâyetlerde boyanacak miktarı bulmadığı- belirtilmektedir.
Bazı rivâyetler Resûlullah'ın ağarmış olan kılları hakkında rakama yer verir. 15'den 30'a kadar farklı sayılar zikredilmiştir. Şurası kesin ki, altmışüç yaşında vefat eden Hz. Peygamber'in saçlarında az da olsa ağarma başlamış idi. Kendisinden gelen rivâyetlerde onbeş, onyedi ve hatta onsekiz adet beyaz kıl bulunduğunu belirten Hz. Enes, Müslim'deki bir rivâyette, azlığı belirtme sadedinde   مَا شَانَهُ اللّهُ بِبَيْضَاءَ   "Allah onu beyazlıkla lekelememiştir" der.
Görüldüğü üzere, rivâyetler, Hz. Peygamber'in saçını boyayıp boyamadığı meselesinde ihtilaflıdır ve bu durum ulemâyı da ihtilafa sevketmiştir. Çoğunluk, Hz. Enes (radıyallâhu anh)'in rivâyetine binâen boyamadığına kâil olmuştur.
Aradaki ihtilafı te'lîf edenler de olmuştur. Bunlar Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın çok koku kallanmasından hareket ederek: "Efendimiz çok koku kullanırlardı. Başa sürülen koku saçın siyahlığını giderdi. Bu durumu görenler Resûlullah'ın saçını boyadığını zannederek öyle rivâyette bulundular...." demişlerdir. 
Müslim şârihi Nevevî de şu kanaattedir: 
"Muhtar olan kavle göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bazan saçını boyamış, çoğu zaman da boyamamıştır. Her râvi kendi gördüğünü rivâyet ederek, kimisi "boyadı", kimisi de "boyamadı" demiştir."[43]

kaynak
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/486.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/486-487.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/487.

Ey insan, ne tuhaf bir varlıksın sen, HAYIRLI CUMALAR


1

Hem hayvansın hem melek:
Tâ be-ten hayvan be-câni ez-melek
Tâ revî hem ber-zemin hem ber-felek 2/3814

Ey insan, ne tuhaf bir varlıksın sen. Zıtlıklar sende birleşmiş. Hayvan da melek de yerinde sabit ama sen bunları nefsinde cem etmiş, ten hayvanıyla can meleğini bir araya getirmişsin. Bu yüzden hem göğe mensupsun hem yere. Bu ikili yapını bil ve ona göre dikkatli davran. Ta ki tenin canına diş geçirmesin, kötülük iyiliğine baş eğdirmesin. Gökler dururken börtü böcek gibi toprağın altını vatan edinmeyesin.


Ey Rabbim bu gün cuma yeryüzüne indiridiğin rahmet ve bereketlerinden cümle mazlumları ve insanlığa hayrı olanları hissedar eyle!
Ey Rabbim bu gün indirdiğin musibetler ve imtihanlardan bizleri koru ve muhafaza eyle sevdiğin kullar hürmetine...
Hayırlı cumalar herkese..  

mesneviden açıklamalar

28 Eylül 2011 Çarşamba

Beyazıd-ı Bestami Kırıkhan Alabeyli Köyü


Allah Dostlarının büyüklerinden olan Beyazıd-ı Bestami Hazretlerinin türbesi Kırıkhan'ın Alabeyli Köyünün kuzeyindedir. İlçe merkezine 4 kilometre uzaklıktadır. Bir tepe üzerinde yer alan türbesi özellikle Hac mevsiminde çok sayıda mümin tarafından ziyaret edilir.İnşaallah Allah ziyaretimizi hayırlı ve kabul eyler.


  Ebu Bekir Sıddık (Radiyallahu Anh)a çok benzer. Künyesi Ebu Yezid'dir, asıl ismi "Tayfur"dur.
Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh)nin daha annesinin karnında iken kerametleri görülmeye başlamış. Annesi ona hamile iken şüpheli bir şeyi ağzına alacak olsa, onu geri atıncaya kadar karnına vururmuş.


    
     Türbe ve çevresi yıllardan bu yana Mursaloğulları'nın himayesindedir. Allah razı olsun böyle mübarek beldeleri gelecek nesillere temiz bırakanlara ziyaretçilere Allah rıza için hizmetler sunanlara (buzdolabından buz gibi sularını içtik serinledik Allah razı olsun)
 



Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh) bir gün yolda yürürken bir gencin kendisini takip etmekte olduğunu farkedip döndü ve gence;
-"Niçin beni takip ediyorsun, istediğin nedir?" dedi. Genç edeble;
-"Efendim sizin gibi olmak, yolunuzda bulunmak istiyorum. Lütuf elinizi uzatın himmet buyurun da bende kazanayım." dedi. Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh) o gence cevap olarak; 

-"Benim yaptıklarımı yapmadıkça, benim derimin içine girsende istifade edemezsin. Bu, Allah-u Teala'nın bir lütfudur." buyurdu.


Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh) birgün bir talebesine şöyle nasihatte bulundu;
"Sana yaşadığın sürece tamamen Allah-u Teala'ya yönelmeni, yüzünü hiçbir vakit O'ndan çevirmemeni tavsiye ederim. Şüphe yok ki O'na kavuşacak ve O'nun yüce huzurunda duracaksın. Ve sen bütün işlediklerinden sorumlu tutulacaksın. Sakın gafil olma. Gaflet uykusundan bir an önce kendini kurtar. Hiç kimseyi O'na tercih etme. Sana gelen belalara sabret. Allah-u Teala'nın hükmüne ve kazasına rıza göster. Allah-u Teala'nın verdiğine kanaat et.

Allah-u Teala'ya güven, vaad ettiklerinin mutlaka yerine geleceğine inan. Hiç ölmeyecek ve hep diri olan Rabbine tevekkül eyle. Her işinde O'nun inayetini iste. O'nun emirlerine riayet et. Hayatta olduğun müddetçe bu dediklerimi yapmaya çalış. Halkı bırakıp, Hakka yönel. İşini O'na ısmarla!.."


Benim ençok etkilendiğim menkibelerinden biri;
"Anlatıldığına göre Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh) birgün talebeleriyle giderken delilerin bulunduğu bir hastanenin önünden geçiyordu. Talebelerinden birisi, orada delilerin tedavileri için birşeyler yapmaya çalışan baştabibe yaklaşıp; 
-Günah hastalığı ile hasta olanlar için bir ilacınız var mıdır?" diye sordu. Baştabib cevap veremeyip susunca, ayağı zincirle bağlı olan delilerden biri, Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh)'nin teveccühü ile şöyle dedi;
-"O derdin ilacı şöyledir; tevbe kökünü istiğfar yaprağıyla karıştırıp, kalp havanına koyarak, tevhid tokmağıyla iyice dövmeli, sonra insaf eleğinden eleyip, gözyaşıyla hamur etmeli. Daha sonra Aşkullah ateşinde pişirip, muhabbet-i Muhammediyye balından katarak, gece gündüz kanaat kaşığıyla yemelidir.

Müthiş bir reçete...


"Bir gece, bazı kimseler Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh)'nin nasıl ibadet yaptığını, neler söylediğini işitmek için penceresinin altında dinlemeye başladılar. Seher vakti olduğunda bütün kalbiyle "Allah" dedi. Sonra düşüp bayıldı. Bayılmasının sebebi sorulduğunda Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh);
-"Sen kim oluyorsun? Senin haddine mi düştü ki ismimi ağzına alıyorsun? Şeklinde bir nida gelir diye çok korktum da onun için bayılmışım." buyurdu.

Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh) namaz kılmak için mescide gelince kapıda bir miktar durur ve ağlardı. Sebebini soranlara; 
-"Camiyi, vücudumla kirletmekten korkuyorum. Tevbe edip Allah-u Teala'ya yalvarıyorum, ondan sonra giriyorum." derdi.Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh) bir gece ıssız bir su kenarında hırkasını üzerine örtüp uyumuştu. İhtilam oldu. Hemen kalkıp gusletmek istedi. Hava çok soğuk olduğu için, nefsi güneş doğduktan, hava ısındıktan sonra gusletmesini isteyerek gevşek davrandı.
Nefsinin ona yaptığını görünce hemen kalkıp, buzu kırdı ve nefsine ceza olarak, hırka ile beraber gusletti. Gusülden sonra da hırkasını çıkarmadı. Hırka buz bağlamıştı. Sonra

-"Ey nefsim! Tenbelliğin cezası işte budur." dedi.

Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh) buyurdu ki; şu on şey beden üzerine farzdır:
1-Farzları noksansız yerine getirmek
2-Haram kılınan şeylerden kaçınmak
3-Allah için mütevazi olmak
4-Müslüman kardeşlerine eziyet etmekten sakınmak
5-İyi ve kötü herkes için hayır isteyen olmak
6-Allah-u Teala'nın mağfiretini arzulamak
7-Her işte Allah-u Teala'nın rızasını gözetmek
8-Öfkeyi, gururu, zulüm ve haksızlığı, üzücü ölçü de mücadeleyi terketmek
9-Kendi kendine nasihatçı olmak, nefsi terbiyeye çalışmak
10-Ölüme bilerek hazırlanmak

Şu on şey insanın maddi ve manevi yapısını tahrip eder:

 
1-Dinine önem vermeyen kimseyle arkadaşlık etmek
2-Hayırlı ve yararlı kişilerden ayrılmak, onlarla dostluk kurmamak
3-Nefsin isteklerine boyun eğip onun peşine takılmak
4-İslamiyetten uzaklaşmak
5-Bid'at ehliyle oturup kalkmak
6-Dünya ve ahiret için yararlı olmayan şeylerle uğraşmak ve bu tür şeyleri arzulamak
7-Halkı kötü zan altında tutmak
8-Üstünlük taslamak
9-Dünyalıktan yana üzüntüye kapılmak
10-Ahireti düşünmemek
Şu on şey de insanın bedenini korur:
1-Gözleri haramdan ve lüzumsuz şeylerden korumak
2-Dili hayır söylemeye alıştırmak ve bunu itiyad haline getirmek
3-Nefis muhasabesi yapmak, günlük hayatı bu ölçü içerisinde sürdürmek
4-İlim öğrenmek ve öğrenilen ilmi faydalı olacak şekilde kullanmak
5-Edeb ve terbiyeyi her yerde ve herkese karşı muhafaza etmek
6-Bedeni, dünyanın faydasız işlerinden kurtarıp, dünya ve ahiret için faydalı işlerde kullanmak
7-Kalbi geliştirmek, düşünceyi berraklaştırmak
8-Nefis ile kıyasıya mücadele etmek
9-Çokca ibadet etmek
10-Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine uymak


Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh)'nin kalblere şifa veren sözlerinden bazıları şunlardır;
"İnsana zararı en şiddetli olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun gaflet olduğunu anladım. Gafletin insana yaptığı zararı cehennem ateşi yapmaz. Ya Rabbi! Bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lütuf ve keremin ile bu duayı kabul eyle."


Vefatından sonra Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh)'yi rüyada gördüler ve; "Halin nice oldu?" diye sordular. Bayezid-i Bestami (Kuddise Sirruh); "Bana, ey pir ne getirdin?" dediler. Bende dedim ki; "Dilenci padişahın kapısına gelince, ona ne getirdin demezler, ne istersin derler" dedim. Bunun üzerine; "Doğru söylüyor, onu bırakın." diye bir hitap geldi.

27 Eylül 2011 Salı

Bu günlerde ki yoğunlum

Bu günlerde ki yoğunluğumu atlatabilsem blogumda yazılar yazabileceğim ama çok yoğunum bilgisayara attığım gezi resimlerini bile düzenleyip de yayınlayamadım...iki gün daha yoğunluğum devam eder inşaallah c.tesi gezi yazılarımı bitirir yayınlarım...
Benim bir dakika bile boş vaktim yok bir gün kırk sekiz saat olsa onu da doldurur yine koştururdum. Allah sıhhatimizi almasın herşeyin başı sıhhat ve afiyet bunlar değişti mi herşey bitiyor o zaman kıymeti anlaşılyor...

Allah'a emanet olun görüşürüz inşalah.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Tarikat nedir?,FETVA'YI EŞ ŞEYH EL-HAC MUSTAFA ANAÇ ÇORUMİ


SORU : Tarikatların başı ve sonu nedir?

CEVAP : Tarikatların başlangıcı, şer'-i şerifin esaslarına sımsıkı sarıldıktan sonra mümkün olduğu kadar zikir ve O'nun insanlara lütfettiği nimetler ile yüce kudreti üzerinde derin tefekkür, ortası; "insanlarla aşırı derecede ülfet ve ünsiyet, onlarla fazlaca haşır-neşir olmak iflas alâmetidir" denildiği gibi insanlarla, ya da cezbedici diğer dünyevi şeylerle değil yalnız Allah'lameşgul olmak ve yalnız O'na yakın ve O'nunla ünsiyet etmektir.
Neticesi ise; her zaman Hakk'ın huzurunda bulunduğu inancına sahip olmak, kendisinde çevresinde hulâsa her şeyde Hakk'ı görebilmek, bir an bile Allah şu'ûrundan uzak kalmamaktır. Daha doğru bir ifâde ile islâm'ı "ihsan" derecesinde ve heran Cenâb-ı Hakk'ın murâkabe ve denetimi altında yaşadığına inanarak ibâdet etmek ve öylece yaşamaktır.

Tarikatların hepsinin gâyesi, müridlerini yalnız Allah'a kulluk ve yalnız O'nun rızasını kazanma idealine ulaştırmaktır. Nitekim bunu zikir, fikir ve ibâdetlerinde şöyle dile getiriyorlar.

اِلهِي اَنْتَ مَقْصُودِى وَرِضَاكَ مَطْلوُبِى

"İlâhi benim maksadım yalnız sen, elde etmek istediğim de yalnızca senin rızandadır."







FETVA'YI EŞ ŞEYH EL-HAC MUSTAFA ANAÇ ÇORUMİ
Hadimül Fukara El Hac Ali Karaman İstanbul
Derleyen:Emine Kaya
sayfa:100

25 Eylül 2011 Pazar

Borçlanma ve Şahidlik Hakkında Sahih-i Buhari

 

Borçlanma ve Şahidlik Hakkında Sahih-i Buhari 


1- "Beyyine Datâcıya Âiddir" Hakkında Gelen Nasslar Bâbı


Çünkü bu konuda Yüce Allah'ın şu kavli vardır [2]:
"Ey îmân edenler, ta'yîn edilmiş bir vakte kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın. Aranızda bir yazıcı da doğrulukla onu yazsın. Kâtib, Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın.
Üzerinde hakk olan borçlu da yazdırsın (borcunu ikrar etsin). 

Rabb'ı olan Allah'tan korksun, ondan hiçbirşeyi eksik bırakmasın. Eğer üstünde hakk bulunan borçlu bir beyinsiz veya bir zaîf olur yâhud da bizzat yazdırmaya gücü yetmezse, velîsi dosdoğru yazdırsın. 

Erkeklerinizden iki de şâhid yapın. Eğer iki erkek şâhid bulunmazsa o hâlde râzî (ve doğruluğuna emîn) olacağınız şâhidlerden bir erkekle iki kadın yeter. Bu suretle kadınlardan biri unutursa öbürünün hatırlatması (kolay olur). 

Şâhidler (şehâdeti yerine getirmeye) çağırıldıkları vakit kaçınmasın. 

Az olsun, çok olsun; onu vadesiyle beraber yazmaktan üşenmeyin. 

Bu, Allah yanında adalete daha uygun, şâhidlik için daha sağlam, şübheye düşmemenize daha yakındır.

Meğer ki aranızda (elden ele) devredeceğiniz ve peşin yaptığınız bir ticâret olsun.

O zaman bunu yazmamanızda size bir vebal yoktur. 

Alışveriş ettiğiniz vakit de şâhid tutun. Yazana da, şâhidlik edene de asla zarar verilmesin.
Bunu yaparsanız o kendinize dokunacak bir fısk olur.

Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah herşeyi hakkiyle bilendir" (el-Bakara: 282).

"Ey îmân edenler, adaleti titizlikle ayakta tutan- (hâkim)lar ve Allah için şâhidlik eden (insan)lar olun.
(O hükmünüz veya şâhidliğiniz) velev ki kendinizin veya ana-babalarınızın veya yakın hısımların aleyhinde olsun.
İsterse onlar zengin veya fakır butunsun. Çünkü Allah ikisine de sizden daha yakındır. Artık siz haktan dönerek hevânıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker veya yüz çevirirseniz, şübhe yok ki, Allah ne yaparsanız "'                hakkıyle haberdârdır" (en-Nisâ: ı35) [3].

Kaynak

[3] el-Bakara: 282. âyeti, Kur'ân'ın tam bir sahîfesİnİ dolduran en uzun âyettir; bu "Mudâyene (= Borçlaşma) âyeti" denilmekle meşhurdur. Bu âyet borçlaşma sırasında bir adalet kâtibi, yânî noter huzurunda tesbît edilmesi gerek bütün hu­kukî esasları toplayıp Öğretmektedir.
Bu âyetin başlığa delîlliği şöyledir: Beyyinesiz da'vâhnın sözüne i'tibâr olun-saydı kitabete, imlâya, şâhid tutmaya luzûm görülmezdi. Madem ki bu beyyi-neîere luzûm ve ihtiyâç olduğu bu borçlaşma âyetiyle öğretilmiştir, o hâlde da'-vâcıya beyyine getirmesi gerekir.
en-Nisâ: 135. âyetinin başlığa delîlliği de şöyle belirtilmiştir: Allah bu âyetle mü'minlere nefislerine âid olsa bile doğruluktan ayrılma-yıp, hakk ve hakikati i'tirâf etmelerini emrediyor. Bu hâlde müddeinin iddiası karşısında -ister tasdîk, İster tekzîb etsin- da'vâhnın sözü mu'teber oluyor. Şa­yet da'vâlı, da'vâcının sözünü yalanlarsa, beyyine getirmek müddeiye, yânî da' vâcıya yönelir.. (Aynî).
Buhârî, bu başlık altında bu âyetlerle yetinip, başka bir hadîs getirmedi,
esasen başlık bir hadîs metnidir.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Eshab-ı Kehf

Ziyaretçisi çok olan bir yer ve kalabalık günün her saatin de ziyaretçi var.



Eshab-ı Kehf ( Yedi Uyurlar Mağarası )

İçel’de Tarsus ilçesinde bulunuyor. Tarsus’un Ulaş Köyü yakınında yer alıyor. Hem Müslümanlar hemde Hıristiyanlar için önem arz ettiğinden her iki taraftanda ziyaretçiler bulunuyor. Kuranı Kerimde bir Sureye adını vermiş. Bu mağaranın özelliği Tek tanrıya inanan 7 gencin buraya sığınmasıdır. O dönemde çok tanrılı inanç yaygınken bu yedi genç tek tanrıya inanmış ve tepki toplamışlar. sığındıkalrı mağarada uyuyan Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Debrenuş, Kefeştetayuş ve köpekleri 300 yıl kadar taş kesilip burada kalmışlardır. Aradan o kadar yıl geçipte uyandıklarında durumu farketmeyip aralarından birini ekmek almaya gönderirler. Fakat bu kişi yakalanır. Onunla birlikte gelen kişiler mağarada yedi yavrulu bir yuvadan başka bir şey görmezler. Bundan dolayı mağaraya yedi uyurlar mağarası ismi verilmiş. Daha sonra 1873 yılıda Mağara üzerinde bir cami ve üç şerefeli bir minare eklenmiştir. İnsanlar bu mücizevi durumdan çok etkilenerek birçok yerde bu mağaranın versiyonları bulunuyor.




Ashab-ı kehf mağaralarının birçok yerler de olduğu söyleniyor tabii doğrusunu Allah bilir..Diğer çektiğim fotoğraflar net değildi yayınlayamadım...


Etkilenmemek mümkün değil mağaranın en diplerine girenler vardı ama ben nefes darlığı çektiğim için giremedim...


Rabbim tarafından uyku sırasında sağa ve sola çevrilerek yıllar yılı uyudukları gibi, ışığından rahatsız olmasınlar diye de yine Allah tarafından güneş, doğarken mağaranın sağına meyledip, batarkende sol taraftan onlara isabet etmeden geçermiş. Köpekleri Kıtmir’de ön ayaklarını uzataraktan mağaranın girişinde yatarmış..

Allah tekrar gitmeyi nasib eder inşaallah..

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı