22 Eylül 2011 Perşembe

Da'valar ve Hükümler Bahsi , Sahih-i Müslim


DA'VÂLAR BAHSİ


Akdıye: Kadıyyenin cem'idir. 
Kadıyye ve kadâ: Bir şeyi muhkem yapmak ve bitirmek demektir. Hükmü tenfiz mânâsına da gelir. Hâkim hükmü muhkem şekilde vererek yürürlüğe koyduğu için ona da kaadî denilmiştir.

1- Yeminin Da'valıya Aid Oluşu Babı


1- (1711) Bana Ebû't-Tâhİr Afamed b. Amr b. Şerh rivayet etti. (Dedi ki) : 

-Bize İbni Vehb, ibni Cüreyc'den, o da îbni Ebî Müleyke'den, o da ibni AbbâVdan naklen haber verdi ki, Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«İnsanlara (mücerred) dâvaları sebebi ile (İstedikleri) verilse, bir takım insanlar bazı adamların kanlarını ve mallarını iddia ederlerdi. Lâkin da'-vâlıya yemîn düşer.» buyurmuşlar.

2- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : 

-Bize Muhammed b. Bişr, Nâfi' b. Ömer'den, o da İbni Ebî Müleyke'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi veSellem) da'vâlıya yemin lazım geldiğine hüküm buyurmuş.

Bu hadîsi bütün «Sünen» sahipleri Hz. İbni Abbâs 'dan merfû' olarak rivayet etmişlerdir. Tirmizî onun hakkında: «Hasen, sahih bir hadistir.» demiştir. 
Kaadî Iyâz, Asîlî 'nin onun hak­kında : «Merfû' olduğu sahîh değildir; o ancak İbni Abbâs 'in sözüdür.» dediğini nakletmiş; 
Eyyûb ile Nâfi* El-Cuma-h î 'nin de İbni Abbâs 'a mevkuf olarak rivayet ettiklerini söy­ledikten sonra: «Buhâri ile Müslim onu İbni Cüreyc'-den merfû' olarak da rivayet etmişlerdir.» demiştir.

Hadîs-i şerîf şeriat kaidelerinden büyük bir kaidedir. Bu kaideye gö­re bir kimse «Bu mal benimdir.» diye iddia ederse sırf1 bu iddiaya daya­narak istediği şey kendisine verilivermez. Yâ dâvasını isbât etmesi yahut da'vâlınuı ikrarı gerekir. 

ResûlüIIah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) bunun hik­metini beyân sadedinde:
«Mücerred dâvaları sebebi ile verilse, bir takım insanlar bâzı adam­ların kanlarını ve mallarını iddia ederlerdi.» buyurmuştur.

Evet, davacı­dan isbât istenmese, dâvâlının malını ve canını korumasına imkân kal­mazdı. Dâvâcı ise beyyine ile daima hakkını koruyabilir.
Bu hadîs yeminin da'vâlıya düştüğüne kail olan cumhurun delilidir. Yâni davacının isbât için beyyinesi yoksa dâvâlıya yemin verdirilir.

2- Yemin ve Bir Şahidle Hüküm Verme Babı


3- (1712) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Zeyd —ki İbni Hubâb'tır— rivayet etti. (Dedi ki) : 

-Bana Seyf b. Süleyman [1] rivayet etti. (Dedi kî) : Bana Kays b. Sa'd, Amr b. Dinar'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü A leyhivc Sellem) bir yemîn ve bir şâ-hidle hüküm buyurmuş.
Bu hadîs bir şâhid ve bir yeminle dâva görülebileceğine delildir. Ulemâ bu hususta ihtilâf etmişlerdir. îmam Âzam 'la Küfe ulemâsı, Şa'bî, Hakem, Evzâî, Leys ve Mâliki1er'den bâzıları hiç bir hükmün bir şâhid ve bir yeminle verilemiyeceğine kaildirler. Sahabe ve tabiînden bir cemaatla eimme-i selâseye gö­re bu caizdir. Tafsilât fıkıh kitaplarındadır.

3- Zahire ve Hücceti İyi Anlatmaya Göre Hüküm Babı


4- (1713) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : 

-Bize Ebû Muâviye, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Zeyneb binti Ebî Seleme'den, o da Ümmü Seleme'den naklen haber verdi. Üm-mü Seleme şöyle demiş: Resûlüllah  (Saltalhhü Aleyhi ve Sellem):

«Gerçekten siz bana davaya geliyorsunuz. Ama ihtimal bâzımız hüc­cetini bâzınızdan daha iyi anlatır da ben de ona kendisinden dinlediğime göre hüküm vermiş olurum! İmdi her kimse din kardeşinin hakkından bu suretle bir şey bölersem, onu hemen alıvermesin! Zîrâ bununla ona an­cak ateşten  bir parça bölmüş olurum!» buyurdular.

(...) Bize bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : 

-Bize İbni Nümeyr riva­yet etti. Her iki râvi Hişâm'dan bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet et­mişlerdir.

5- (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : 

-Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'-dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr, Zeyneb binti Ebî Seleme'den, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi' ve Seliem) 'in zev­cesi Ümmü Seleme'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) kapısının önünde davacı gürültüsü işitmiş de yanlarına çık­mış; ve:
«Ben ancak bir insanım! Bana gerçekten davacılar geliyor. Ama caiz ki bazıları bazılarından daha belîg olur da ben onu doğrucu zanneder ve lehine hüküm vermiş olabilirim. İmdi her kime bir müslümanın hakkını hükmetmiş isem bu ancak ateşten bir parçadır. Onu (isterse) üzerine alsın; yahut (dilerse) terk etsin »

6- (...) Bize Amru'n-Nâkıd da rivayet etti. (Dedi ki) : 

-Bize Yakûb b. İbrahim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam, Sâlih'den naklen rivayet etti. H.
Bize Abd b. Humeyd dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürraizâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi.
Her iki râvi Zührî'den bu isnâdla Yûnus'un hadîsi gibi rivayette bu­lunmuşlardır. Ma'mer'in hadîsinde:
«Ümmü Seleme demiş ki: Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem), Üm­mü Seleme'nin kapısı önünde davacı yaygaraları işitti.» cümlesi vardır.
Bu hadîsi Buhâri «Mezâlim», «Ahkâm», «Şehâdât» ve «Terkü'l-Hıyel» bahislerinde; Ebû   Dâvûd    «Ahkâm»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
«Zira bununla ona ancak ateşten bir parça bölmüş olurum!» cüm­lesinden murâd: Eğer zahire göre verdiğim hüküm bâtına ve gerçeğe uymazsa böldüğüm şey ona haramdır; kendisini cehenneme götürür;- de­mektir. Burada  

şöyle bir suâl hâtıra gelebilir : 
Bu hadîsin zahirinden an­laşıldığına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj bâzan zahiri bâtı­nına muhalif hüküm verebilir; halbuki usûl-i fıkıh âlimleri bilittifak onun ahkâm babında hatâ üzerine ikrar ve terk edilemiyeceğini söyle­mişlerdir?
Cevap: Bu hadisle usûl-i fıkıh kaidesi arasında muâraza ve zıddi­yet yoktur. 
Çünkü usûl-i fıkıh ulemasının muradlan Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in kendi içtihadı ile verdiği hükümlerdir. 
Hadîs-i şerifte bahsedilen hüküm ise ictihadla değil, yemin ve şâhid gibi bir beyyineye İstinaden verilen hükümdür. 
Böyle bir hükme hatâ denilmez. Hüküm teklîî-i ilâhiye göre verilmiştir; ve sahihtir. (Bu husustaki teklifi ilâhî iki şahidin dinlenmesi gibi şeylerdir. Şahidler yalancı iseler vebal de onlara âid olur. Hükümde bir kusur yoktur.)
Celebe ve lecebe sözleri aynı mânâya gelirler. Bunlardan murâd: Gürültü ve karışık seslerdir.
Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben ancak bir insanım!» buyurmakla insanlık haline tenbîhte bulun­muştur. İnsan gaibi ve hâdisâtın sırlarını bilemez; meğer ki Allah Teâlâ bildirmiş olsun! Peygamher(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e de sair insanlar gibi zahire göre hüküm vermek caizdir. Hükümlerin sırlarını ancak Al­lah bilir. O halde zahire göre şâhid ve yennîn gibi beyyinelerle hüküm verir. Bu hüküm sırr-i ilâhiye muhalif olabilir; fakat o ancak zahire (yâ­ni eldeki delile) göre hüküm vermekle mükelleftir; tâ ki bu hususta üm­meti de ona tâbi' olsun.

«Her kime bir müslümanın hakkını hükmetmişsem...» iiadesindeki «müslüman» ta'bîri ihtirazı bir kayd değil, ekseri hallere bakarak söy­lenmiştir. Yoksa bu hususta zimmî, muâhed ve mürted gibi kâfirlerin malları da müslümanın malı gibidir.
«Onu (isterse) üzerine alsın; yahut (dilerse) terk etsin!» cümlesinden murâd da muhayyerlik değil, tehdiddir. Bu cümle :
«İsteyen îmân etsin; isteyen de küfür!» [2]  âyet-i   kerîmesine  benzer. Mezkûr âyetten murâd : Tehdîddir.

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:


1- Hüküm zahire göre verilir. Mâmâfîh bu mesele ihtilaflıdır. İmam Mâlik'in meşhur kavline göre hâkim kendi bilgisine daya­narak hiç bir hüküm veremez. İmam Ahmed 'le, îshâk'in, Ebû Ubeyd ve Şa'bî 'nin kavilleri de budur.
Uîemâdan bir cemaate göre hâkim mal ve şer'î cezalara (hududa) aid her da'vâda kendi bildiği ile amel edebilir. Ebû Sevr ile bir kavline göre    İmam    Şafiî 'nin mezhepleri de budur.
Bir takımları : «Hâkim yalnız hüküm meclisinde işiterek Öğrendik­leri ile amel eder.» demiş; bâzıları da hâkimin hüküm meclisinde ve baş­ka yerde işittikleri ile hüküm verebileceğine yalnız mal davasında bunun caiz olmadığına kaildirler. Hanefîle'r 'den Ebû Yûsuf'la İmam1 Muhammed'in ve bir kavline göre İmam Şafiî'-nin mezhebi budur. Bu hususta daha başka kaviller de vardır.

2- Beyyine yeminden sonra da dinlenebilir.

3- Zanla amel caizdir. Bu cihet hâkim hakkında ittifâkîdir. Tahâvî diyor ki: 
«Bir cemaat: Hâkimin mal temliki, milk izâlesi, nikâh, talâk ve benzeri şeylerde verdiği hüküm nafizdir. Ama bâtında o hüküm sâhidlerin şehâdetine ve o şehâdetle zahire göre verilen hükme muhalifse hâkimin hükmü temlik, tahrîm ve tahlilî îcâb etmez;   demişlerdir. İmam Ebû   Yûsuf   da buna kail olanlardandır.
Başkaları bunlara muhalefet etmiş ve : Mal temliki hususunda hü­küm bâtına göredir, fakat nikâh, talâk gibi hükümler zahiren âdil, bâtı-nen mecruh olan sâhidlerin şehâdetleri ile verilmişse hem zahiren hem de bâtınen nafizdir; demişlerdir. Ebû Hanîfe ile Muhammed'in kavilleri de budur.»

 

4- Hind Davası Babı


7- (1714) Bana Aliy b. Hucr Es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : 
-Bize Aliy b. Mtishir, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den nak­len rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Ebû Süfyân'ın karısı Hind bintü Utbe, ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına girerek:
-Yâ Resûlâllah! Gerçekten Ebû Süfyân cim­ri bir adamdır; bana kendime ve oğullarıma yetecek kadar nafaka vermiyor. Meğer ki onun haberi olmadan malından almış olayım! Acaba bunda bana bir günah var mıdır? dedi. Bunun üzerine ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Onun malından ma'ruf vecihle sana ve oğullarına yetecek kadar al!»  buyurdular.

(...) Bize bu hadîs Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr ile Ebû Küreyb de ikisi birden Abdullah b. Nümeyr ile Vekî'dan rivayet ettiler. H.
Bize Yahya b. Yahya dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülâzîz b. Muhammed haber verdi. H.
Bize Muhammed b. Kâfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebi Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk (yâni İbni Osman) haber verdi.
Bu râvilerin hepsi Hişâm'dan bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır.

8- (...) Bize Abd b. Humeyd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : 
-Bize Abdürrazzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Ur­ve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş:
Hind, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek: 
-Yâ Resûlâllah! Vallahi yeryüzünde senin hanen halkın kadar Allah'ın zelil etmesini dilediğim bir hâne halkı yoktu. Şimdi yeryüzünde senin hâne halkın kadar Allah'ın aziz kılmasını dilediğim bir hâne halkı yoktur, dedi. Bu­nun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemtn olsun ki, yine de!» buyurdular. Sonra Hind şunları söyledi:
— Yâ Resûlâllah! Gerçekten Ebû Süfyân pinti bir adamdır. Acaba Çoluğuna çocuğuna onun izni olmaksızın malından nafaka vermemde ba­na bir vebal var mıdır? Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Onlara ma'rûf vecihle nafaka vermende sana vebal yoktur!» buyur­dular.

9- (...) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zührî'ntn kardeşi oğlu, amca­sından, rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi ki, Âişe şunları söylemiş:
Hind binti Utbe b. Rabia gelerek:

-Yâ Resûlâllah! Vallahi yeryü­zünde senin hanen halkı kadar zelil olmalarını dilediğim bir hâne yoktu. Bugün ise yeryüzünde senin hanen halkı kadar aziz olmalarını dilediğim hane kalmadı, dedi. Bunun üzerine ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, yine de!» buyurdu. Sonra Hind :
— Yâ Resûlâllah! Gerçekten Ebû Süfyân pek cimri bir adamdır. Acaba onun malından çoluğumuza çocuğumuza yedirmemde bana bir vebal var mıdır? dedi. Efendimiz ona :

«Hayır! Ancak ma'ruf vecihle (harca)!» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri «Nafakaat», «Menâkıbü'l-Ensâr» ve «Eymân» bahislerinde tahrîc etmiştir.

Hadîs-i şerif de Hz. Ebû Süfyân'in zevcesi olduğu bildirilen Hind (Radiyallahü anha) Hz. Muâviye'nin annesidir. Hind'in babası Utbe'yi Bedir gazasında Hz. Hamza (Radiyallahü anh) öldürmüştü. Amcası Şeybe ile kardeşi Velîd de aynı gazada maktul düşmüşlerdi. Bu sebeple o zaman henüz müslüman olmayan Hind başta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi) olmak üzere bütün müslümanlara diş biliyordu. 
Nitekim Uhud harbinde Hz. Hamza'yı vurması için Vahşî namındaki köleyi teşvik edenlerden biri de Hind'di. Hattâ Hamza (Radiyallahü amh) şehîd edilince intikam hissi ile onun ciğerini çiğnediği rivayet olunur.
Hz. Hind, Mekke 'nin fethinde kocası Ebû Süfyân (Radiyallahu anh) 'dan sonra müslüman olmuş; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları nikâhları üzre bırakmış; nikâhlarını tazelemeye lüzum görmemiştir.
işte Hind (Radiyallahüanha) : 
«Senin hanen halkı kadar Allah'ın zelil etmesini dilediğim bir hâne yoktu...» sözü ile o eski düşmanlık gün­lerine işaret etmiştir.
Hadîste geçen «Ehl-i hibâ»'m asıl mânâsı çadır halkı demektir,
Hibâ': Yün veya yapağıdan yapılan çadırdır. Sonraları bir kimsenin evine, yurduna da hibâ' denilmiştir. 
Kirmanı: «İhtimal Hind bu sözü ile ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)'in kendini kasdedilmiş; onu ve ehl-i beytini ta'zîm için kinaye yolu ile konuşmuştur.» diyor.
Resûlüllah (Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Hind'e cevaben:
«Yine de!» buyurması 
- iki suretle mânâlandırılmıştır. 
Birinciye göre mânâ: «O yine öyledir; yâni söylediğin doğrudur; ben de sana nisbetle senin dediğin gibiyim» demektir. 
İkinci surete göre bu sözden murâd : Bizi sevmen daha da artacak; kalbine îmân yer edecek» demektir. Ulâme Aynî ile Nevevî bu ikinci mânâyı makama daha münâsib gör­mektedirler. Çünkü Hind ikinci cümlesinde Resûlüllah'ın ehl-i bey­tini çok sevdiğinden bahsetmektedir.
Hz. Hind'in suâline Resûl-i Ekrem'in:
«Hayır! Ancak ma'rûf vecihle» buyurmasının dahi iki veçhe ihtimali vardır:
1- Bu sözden murâd: Hayır günah yoktur; demektir. «Ancak ma'ruf vecihle!> cümlesi söz başıdır ve : «Ma'rûftan başka yolla nafaka ver­me!» takdirindedir.
2-  Bu cümleden murâd :  «Ma'ruftan başka  bir  yolla nafaka ver­mezsen günah yoktur.» demektir.

Hadis-i Şeriften Çıkarılan Hükümler:


1- Bir kimseye karısının ve küçük çocuklarının nafakası vaciptir.
2- Nafaka kifayetle yâni yetecek kadar takdir edilir.
3- Fetva ve hüküm verirken  ecnebi  bir kadının  sesini  dinlemek caizdir.
4- Fetva istemek ve şikâyet gibi hallerde bir insanı hoşlanmadığı sıiatı ile anmak caizdir.
5- Şâfiîler'e göre bir kimse başkasında olan hakkını izinsiz de alabilir.    İmam   Âzam 'la    Mâlik 'e göre bu caiz değildir.
6- Evlâdının terbiye ve bakımında, onlara babalarının malından na­faka te'mîninde kadının da medhali vardır.
7- Şer'î tahdîd olmayan şeylerde örfe i'timâd edilir.
8- Kocasının izni olmak şartı ile kadın bir haceti için evinden çı­kabilir.
9- Bazıları bu hadîsle gaibin aleyhine hüküm verilebileceğine istid­lal etmişlerdir. Mesele ihtilaflıdır.    Hanefîler'e göre gaibin aleyline hüküm verilemez. Şâfiîler'le diğer bazı ulemâya göre insan haklan hususunda hüküm verilir; şer'î haddlerde (cezalarda) bu caiz değildir. Nevevî diyor ki:« Bu mes'eleye bu hadîsle istidlal etmek sahîh değildir. Çünkü Hind kazıyyesi Mekke'de geçmişti; ko­cası   Ebû   Süfyân   da orada idi. Halbuki gaibin aleyhine hüküm vermenin şartı o yerde bulunmaması yahut bulunamıyacak derecede gizlenmesidir. Bu şart Ebû    Süfyan'da yoktu. Binâenaleyh mesele gaibin aleyhine hüküm değil, bir fetvadan ibaretti.»

5- Hacet Yokken Çok Mesele Sormaktan, 

Vermeyip İstemekten —ki Bundan Murad Ödemesi Gereken Bir Hakkı Edadan Kaçınmak Yahut Hakkı Olmayan Şeyi İstemektir— Nehiy Babı


10- (1715) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : 
-Bize Ve­rir, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti.  (Şöyle demiş): Resûlüllah (Sallattahü Aleyhi ve Sellem):

«Hiç şüphe yok ki, Allah sizin için üç şeye razı olur; üç şeyi de size kerih görür. Sizin için :
1-  Kendisine ibâdet etmenize;
2-  Ona hiç bir şeyi şerik koşmamanıza;
3- Toptan Allah'ın ipine sarılıp tefrikaya düşmemenize razı olur. Ve size :
1-  Kîl-ti kaal: (Dedikodu)
2-  Çok suâl sormayı;
Bir de mal itlafını kerih görür.» buyurdular.

11- (...) Bize Şeybân b. Ferrûh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Süheyl'den bu isnadla bu hadisin mislini hemen haber verdi. Yalnız o: 
«Sizin için üç şeye gazab eder.» demiş; 
«Tefrikaya düşmeme­nize» cümlesini zikretmemiştir.
Ulemânın beyanına göre Allah'ın rızasından murâd: Emri ve seva­bıdır.
Sehat ve keraheti de yasakları ve cezasıdır. Yahut rızası: Bazı kul­larına sevap murâd etmesi; sehat ve keraheti de azap ve ikâb irade buyurmasıdır.
Allah'ın ipine sarılmaktan maksat: Ahdinde durmak ve onun kita­bına tâbi' olmaktır.
Habl: İp demektir. Ahid, emân, vuslat ve sebebe de habl denir. 
Ke­limenin bu mânâlarda kullanılması yine ip mânâsı ile alâkalıdır. Arap­lar başları dara geldiği zaman ipe tutunarak kurtuldukları, maksatlarına vasıl oldukları için kelime bu mânânalara da istiare edilmiştir.
Tefrikaya düşmemekten maksat: İslâm birliği ve cemâatidir. İs­lâm'ın bu büyük kaidesi gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerekse birçok hadîs-i şeriflerde emir ve beyan buyurulduğu halde maalesef müslümanlar ara­sına düşmanları tarafından çeşitli yollarla tefrika sokulmuş yüz yıllar boyunca çığ gibi büyüyen bu azîm âfet günümüzde en korkunç bir ej­derha, en tahripkâr bir kanser mahiyetini almıştır. Allah müslümanlara intibahlar nasîp etsin!
Kîl-ti kaal: Dedikodu demektir, ki hiç işine girmediği halde başka­larının yapıp ettiklerini söyleyip dinlemekten ibarettir.
Kil ve kaal kelimelerinin hakikatleri hususunda iki görüş vardır. Bi­rinci kavle göre bunlar birer fiildir. «Kile» meçhul, «kaale» de ma'lûm-dur. 
Ve kile: Denildi; 
kaale : Dedi mânâsında kullanılmış olup dediko­duyu ifade ederler. 

İkinci görüşe göre bu kelimeler birer mecrûr münevven isimdir. Kîl, kaal, kavi ve kaale hep aynı mânâya gelirler ve söz demektirler.
Çok suâlden murâd: Meselelerde kat'iyet aramak ve olmamış şey­leri nahak yere çok çok sormaktır. Birçok sahih hadîslerde bundan nehiy buyurulmuştur. Selef-i salihîn bunu kerîh görürlerdi.

Bâzılarına göre çok sulden murâd: İnsanlardan mal istemek yâni dilenmektir. Bu hususu dahî birçok sahîh hadîsler men' etmiştir. Çok sual hakkında daha başka te'vîller de yapılmıştır.
Mal itlafı, malı dînen meşru' olmayan yerlere sarf etmektir. Bunun yasak edilmesinin sebebi ifsâd olmasıdır; Allah fesadçılan sevmez. Bir de malını telef eden kimse çok defa başkasının malına göz diker.

12- (593) Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî de rivayet etti. (Dedi ki) : 
-Bize Cerîr, Mansûr'dan, o da Şa'bî'den, o da Muğîratü'bnü Şu'be'-nin âzâdhsı Verrad'dan, o da Muğîratü'bnü Şu'be'den, o da Resûlüllah
(Sallalhhü Aleyhi ve Sellem)'den naklen haber verdi. Şöyle buyurmuşlar:

«Şüphesiz ki Allah (Azze ve Celle) annelere itaatsizliği, kızları diri di­ri mezara gömmeyi ve vermeyip istemeyi size haram kılmış; üç şeyi de size kerîh görmüştür:

1-  Kîl-ü kaali;
2- Çok suâli;
3- İsraf-ı mâli.»

(...)  Bana Kaasim b. Zekeriyyâ dahî rivayet etti.   (Dedi ki) : Bize Ubeydullah b. Mûsâ, Seyhan'dan, o da Man sur'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti. Yalnız o :
«Size ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) haram kıldı.» demiş; «Şüphesiz ki Allah size haram kıldı.» dememiştir.

13- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmaü b. Uleyye, HâUd El-Hazzâ'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bana İbni Eşva', Şa'bî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Muğîratü'bnü Şu'be'nin kâtibi rivayet etti. ^Dedi ki) :
Muâviye Muğîra'ya : Bana ResûlüIIah (Saüallahü A leyhive Sellem)'den işittiğin bir şey yaz! diye mektup yazmış. O da ona:
«Ben ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)^ : Şüphesiz ki Allah sîzin için üç şeyi kerih görmüştür :
1- Kîl-ü İcaali;
2-  Israf-ı malî;
3- Ve çok suali!» buyururken İşittim.»  diye yazdı.

14- (...) Bize İbnü Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mevr-vân b. Muâviye El-Fezârî, Muhammed b. Sûka'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Muhammed b. Ubeydülâh Es-Sekafî, Verrâd'dan naklen haber verdi. Verrâd şöyle demiş:
Muğira Muâviye'ye (şöyle) yazdı: Selâm sana! Bundan sonra (ma­lûmun olsun ki) : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyu­rurken işittim:

«Şüphesiz ki Allah üç şeyi haram kılmış; üç şeyden de nehyetmiştir :
1-  Babaya  karşı gelmeyi;
2-  Kızları diri diri mezara gömmeyi;
3-  Olmaz! Ver'i, haram kılmış; üç şeyden de nehî buyurmuştur:
1-  Kîl-ü kaaldeh;
2-  Çok suâlden;
3- Ve israf-ı maIden!»
Bu hadîsi Buhâri «İstikraz» ve «Zekât» bahislerinde tahrîc et­miştir.
Hadîs-i şerîfde Allah'ın haram kıldığı üç şeyle mekruh kıldığı üç şey beyân edilmiştir. Mekruhları bundan önceki rivayette gördük. 
Ha­ram kılman üç şeyin başında anneye itaatsizlik gelmektedir.
Ukûk: Katı' yâni kesmek demektir. Annesine âsî olan insan onun hukukuna riâyet etmeyip, kendisi İle alâkasını kestiği için ona bu mas-dardan alınarak «âk»  denilmiştir.
Anneye itaatsizlik bütün ulemânın ittifakı ile haram ve büyük gü­nahlardandır. Bu hususta birçok sahîh hadîsler vardır. 
Babanın hükmü de öyle olmakla beraber burada yalnız annelerin zikredilmesi onların hürmeti babalarınkinden daha kuvvetli olduğundandır. Bir de kadınlar daha zayıf oldukları için çocukları onlara daha çok itaatsizlik ederler. Halbuki terbiye, nezaket ve iyilik hususunda annenin hakkı babadan ile­ridir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kime daha ziyade iyilik edeyim?» diye soran bir zata üç defa :
«Annene!» cevabını vermiş; dördüncüde: «Sonra babana!» buyur­muştur.
Ved: Kız çocuğunu diri diriye mezara gömmektir. Cahiliyyet dev­rinde Araplar kimi fakirlik sebebi ile kimi bir onur meselesi yaparak yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömerler: «Kabir damaddır, hem de ne güzel dâmâd!..» derlermiş. îslâmiyet bu vahşiyane hareketi şiddetle yasak etmiş; en büyük günahlardan saymıştır. Zîrâ haksız yere insan öldürmektir. Bunda kat-i rahim denilen akrabaya riayetsizlik de vardır.
Olmaz! Ver! kelimeleri ayrı ayrı iki cümledir. ' Olmazdan murâd: Borcunu vermemektir. Verden maksat da hakkı olmayan şeyi istemektir. İmam Ahmed'e: «Bu hadîsteki olmaz! Ver'in mânâsı nedir?» diye sorulmuş da : «Elindeki malını vermeyip tesadduk etmemen; elini uzar tıp âlemden a İman dır.» cevabını vermiştir.
Hasılı verilmesi gerektiğinde bir şeyi vermemek ve hakkı yokken bir şeyi istemek de İslâmiyetin haram kıldığı şeylerdendir. Yazışmalar­da ise Hz. Muğîra'nın yaptığı gibi söze selâmdan başlamak müste-haptır.

6- Hakim Îctihadda Bulunur da Îsabet veya Hata Ederse Ecrini Beyan Babı


15- (1716) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : 
-Bize Abdülâziz b. Muhammed, Yezîd b. Abdillâh b. Üsâmetebni'1-Hâd'dan, o da Muhammed b. İbrahim'den, o da Büsr b. Saîd'den, o da Amr b. As'ın âzâdlısı Ebû Kay s'dan, o da Amr b. Âs'dan naklen haber verdi ki Amr Resûlüllah (Sallalİahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyururken işitmiş:
«Hâkim hüküm verir (ken) ictihâdda bulunur; İsabet de ederse onun için iki ecir vardır. Ama hüküm verir (ken) ictihâd eder de yamlırsa ona bir ecir vardır.»

(...) Bana İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Ebî Ömer de ikisi bir­den Abdülâzîz b. Muhammed'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet ettiler. Bu hadfsin sonunda râvî şunu da ziyade etmiştir: «Yezîd (Dedi ki) : Ben bu hadisi Ebû Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'e rivayet ettim de: Bana Ebû Seleme, Ebû Hür ey re'den böylece rivayet etti; dedi.»

(...) Bana Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mervân —yâni İbni Muhammed Ed-Dimaşkî— haber verdi. (Dedi ki); Bize Leys b. SaM rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yezîd b. Abdillâh b. Üsâmete'bni'1-Hâd EI-Leysî bu hadîsi, Abdülazîz b. Mu-hammed'in her iki isnâdla rivayeti gibi rivayette bulundu.
Bu hadîsi Buhâri «İ'tisâm M'l-Kitâb ve's-Sünne» bahsinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî «Kadâ'»da; İbni Mâce «Ah-kâm»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Ulemânın beyanına göre müslümanlar şu hususta icmâ' etmişlerdir : Bu hadîs hüküm vermeye ehliyeti olan müctehid hâkim hakkındadır. Böyle bir hâkim ictihâdda bulunur da hakka isabet ederse, biri içtiha­dına, biri de isabetine mukabil olmak üzere kendisine iki ecir verilir. Hatâ ederse yalnız içtihadına mukabil bir ecir verilir.
İçtihada ehil olmayan kimsenin hüküm vermesi helâl değildir. İcti-had ederek verdiği hükmüne karşı ecir değil, günah kazanır. Verdiği hüküm hakka isabet etsin etmesin nafiz değildir. Çünkü hakka isabeti şer'î bir asla müstenid değil, tesadüfidir. Böyle bir hâkim —hakka isa­bet etsin etmesin— ictihâd ederek verdiği bütün hükümlerde Allah'a âsî olur. Hiç bir suretle ma'zûr sayılamaz.
Sünen kitaplarında rivayet edilen bir hadîste kaadîler üç sınıfa ay­rılmış; bunlardan birinin cennette; diğer ikisinin cehennemde olacağı ha­ber verilmiştir. Mezkûr hadîse göre hakkı bilerek onunla hükmeden kaa-dî (hâkim) cennete girecek, hakkı bildiği halde onun hilafı ile hüküm veren kaadî ile bir şey bilmeden hükmeden kaadî cehennemi boylaya­caklardır.
Her müctehid hakka isabet eder mi, yoksa içlerinden yalnız biri mi isabet eder? meselesi ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hanefîler'le Şâfiîler'e göre bir mesele hakkında muhtelif hükümler veren müc-tehidlerden yalnız biri hakka yâni Allah indindeki hükme isabet eder; diğerlerinin hükümleri hatâdır; fakat ma'zûr oldukları için günahkâr sa­yılmazlar; kendilerine birer ecir verilir.
Bir takım ulemaya göre her müctehid hakka isabet eder. Her iki tarafın delilleri bu hadîstir. «Müctehidlerden hakka isabet eden yalnız biridir» diyenler; hadîsteki «yanıhrsa...» İfadesi ile istidlal ederler; ve: «Hakka isabet etmiş olsa kendisime hatâ isnâd edilmezdi.» derler. İsabet ve iddia edenler de her müctehide ecir verilmesi ile istidlal ederler; ve : «İsabet etmemiş olsa kendisine ecir verilmezdi.» derler. Ancak bu ihtilâf fer'î meselelerdeki ictihad hakkındadır. Tevhîd esaslarına aid ictihadlar-da hakka isabet eden yalnız bir müctehiddir. Bu hususta mu'temed ule­manın icmaı vardır. Muhalefet eden yalnız Abdullah b. Ha­san El-Abterî ile Dâvûd-u Zahirî olmuştur ki, on­ların muhalefetine de i'tibâr yoktur.
«Hâkim hüküm verir; ictihâdda bulunursa...»    cümlesinde mahzûf vardır. Bu cümle :  «Hâkim hüküm vermek ister de ictihadda bulunur­sa...»  takdirindedir.

7- Kaadinin Öfkeli Olduğu Halde Hüküm Vermesinin Keraheti Babı


16- (1717) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Abdülmelik b. Umeyr'den, o da Abdurrahmân b, Ebî Bekra'dan, naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Babam, Ubeydullah b. Ebî Bekra'ya Sicistan'da kaadî iken : «Öfkeli olduğun halde iki kişi arasında hüküm verme! Çünkü ben Resûlüllah (Sallalküıü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Hiç bir kimse Öfkeli olduğu halde iki kişi arasında hüküm vermesin! Buyururken işittim.» diye mektup yazdı. Mektubu onun nâmına ben yazdım.

(...) Bu hadîsi bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hüşeym haber verdi. H.
Bize Şeybân b. Ferrûh dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Seleme rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. {Dedi ki) : Bize Vekî", Süfyân'dan rivayet etti. H.
Bize Muhamnıed  b.  EI-Müsennâ dahî rivayet  etti.   (Dedi  kî) :  Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. H.
Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
Bunların ikisi de Şu'be'den rivayet etmişler. H.
Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyır b. Amy, Zâİde'den naklen rivayet etti.
Bu râvilerîn hepsi Abdülmelik b. Umeyr'den, o da Abdurrahnıân b. Ebî Bekra'dan, o da babasından, o da Peygamber {Saiküiahü Aleyhi ve SeUem)'den Ebû Avâne hadîsinin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buhâri ile İbni Mâce «Ahkâm» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Sicistan kaadîsi Ubeydullah, Hz. Ebû Bekra'-nın oğludur. Yâni mektup babadan oğula yazılmıştır. Kâtipliğini de Ebû Bekrâ   (Radiyallahuanh)'m diğer oğlu   Abdurrahmân   yapmıştır.
Sicistan: İran'la Afganistan arasında geniş bir saha­dır. Ubeydullah bu yerin merkezi sayılan Zeren şehrin­de hâkimlik etmiştir. Vaktiyle bu şehre de   Sicistan    denirmiş.
Hadîs-i şerîf öfke ve gadap halinde hüküm vermeyi yasak etmek­tedir.
Bunun sebebini El-Mühelleb şöyle beyân etmiştir : «Çün­kü gadap hâlinde verilen hüküm bâzan hakkın ötesine geçer; bu sebeple men'edilmiştir.»
Ulemânın beyanına göre doğru düşünüp doğru hüküm vermesine en­gel olan fazla açlık, i'azla tokluk, üzüntü, fazla sevinç, korku, şiddetli ağrı ve uyuklama gibi şeyler de gadap hükmündedir.
Buradaki nehyin hükmü cumhûr-u ulemaya göre kerahettir. Hattâ bir hâkim gadap hâlinde doğru bir hüküm verse hükmü nafiz olur. Çün­kü Resûlüllah (Sallaliahii Aleyhi ve Sellem) 'in gadap halinde bâzı hükümler . verdiği sahîh hadîslerle sabit olmuştur. Zahirîler buradaki nehyi tahrim mânâsına almışlardır. Onlara göre hâkimin gadap halinde hüküm vermesi haramdır.

8- Batıl Hükümleri Yıkma ve Bid'at Olan Şeyleri Red Babı


17- (1718) Bize Ebû Ca'fer Muhammed b. Sabbâh ile Abdullah b. Avn EI-Hilâlî hep birden İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. İbni Sabbâh (Dedi ki) : Bize İbrâhtm b. Sa'd, b. İbrahim b. Abdirrahmân b. Av* ri-vfiyet etti. (Dedi ki) : Bize babam, Kaasim b. Muhammed'den, o da Aişe*-den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (SalİallahüAleyhi ve Sellem):
«Her kim bizim şu dinimizde ondan olmayan bir şey icad «derse o (îcad) merdüddur.» buyurdular.

18- (...) Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd dahi hep bir­den Ebû Âmir'den rivayet «ttiler. Abd (Dedi ki) : Bize Abdülmelik b. Amr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Ca'fer Ez-Zühri, Sa'd b. tbrahîm'den rivayet etti. Sa'd şöyle demiş:
Kaasim b. Muhammed'e: 
-Üç meskeni olup da bunlardan her birinin üçte birini vasiyyet eden bîr adamın hükmünü sordum.
—  Bunların hepsi bir meskende toplanır; dedi. Sonra şunu ilâve etti:
—  Bana Âişe haber verdi ki, Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); 
«Her kim bizim dînimizde olmayan bir amel islerse o merdûddur.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Bu.hâri ile İhn.i.Mâce «Sulh» bahsinde; Ebû Dâvûd  «Sünnet»de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf İslâm'ın büyük kaidelerinden biridir. Kaide şudur: Kitab ve sünnetde bulunmayan ve müslümanların örfüne uymayan her şey merdûd yâni bâtıldır.
Redd; Hakikatte mâsdar ise de ismi meful yâni merdûd mânâsında kullanılmıştır. Halk masdarımn mahlûk mânâsında kullanıldığı gibi.
Nevevî 'nin beyânına göre bu hadîs Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)in cevâmiu'l-kelim yâni az sözlü, çok manâlı hadîslerinden biri­dir. Bilhassa ikinci rivâyetindeki ziyâde hiç bir bid'atçıya söz bırakma-yaoak kadar açık ve kesindir. Evet, dîn namına işlenen her bid'at bâtıl ve merdutdur. Binâenaleyh inadında sabit bir bid'atçı birinci rivayetteki 
*Bir şey îcad ederse» cümlesine güvenerek:
«Bunu ben îcâd etmedim ki, mes'ûl olayım!» diyemez. Bid'atı îcâd edenle işleyenin ikisi de hükümde müsavidirler.
Ancak mutlak surette her bid'at haram değildir. Yerinde de görüldüğü vecihle ulemâ bid'atleri beş kısma ayırmışlardır. Bunların içinde vacip derecesinde müstahsen ve makbul olanları vardır. Kitap te'lîfi, mektep inşası bu kabil bid'atlardandır.

9- Şahidlerin En Hayırlısını Beyan Babı


19- (1719) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : 
-Mâlik'e Abdullah b. EM Bekir'den dinlediğim, onlun da babasından, onun da Ab­dullah b. Arar b. Osman'dan, onun da İbni Ebî Amrate'l-EnsârS'den, onun da Zeyd b. Hâlid El-Cühenî'den naklen rivayet ettiği 5u hadîsi okudum; Peygamber   (Salla!lahü A leyhi ve Sellem):
«Dikkat: «dini Size şahidlerin en hayırlısını haber veriyorum) Şâhidli­gini istenmeden yapandır.» buyurmuşlar.
imam Nevevî bu hadîsin te'vîl ve îzâhı hususunda ulema­dan birkaç kavil nakletmiştir.
1- İmam Mâlik ile Şâfiî1er'e göre bundan maksat: Hak sahibinin haberi yokken onun hakkına şâhid olan bir kimsenin gelerek: «Ben senin hakkına şahidim» demesidîr. Bunu yapmasa lâzımdır; çünkü şehâdet onun elinde hak sahibine aid bir emânettir.
2- Bu hadîsten murâd: Şehadet-i hisbe (yâni Allah rızası için ya­pılan şehâdet) 'dir. Bu şâhidlik insanlara mahsus olmayan haklarda- ya­pılır. Vakıf, umumî vasıyyet, hudûd-i şer'iyye, köle azadı ve boşanma gibi şeylerde hısbe şâhidliği kabul edilir. Bu nevi* bir.hakka şâhid olan kimsenin, hâkime müracaat ederek şâhidliğini bildirmesi îçâb eder.
3- Hadîs- şerîf şâhidlik. istenildikten sonra onu edâ hususunda me­caz ve mübâlegaya hamledilir. Yâni: «En hayırlı şâhid kendinden bu iş istenir istenmez hemen edâ edendir.» manasınadır. Nitekim: «Cömert adam istemeden verir.»  derler ki, bundan maksat, o adamdan bir şey istenir istenmez hemen vermesidir.
Gerçi bir hadîste:
«Şâhid gösterilmedikleri halde şâhidlik ederler!» buyurularak, çağırılmadan şâhidlik yapanlar zemmedilmiştir. Fakat bu rivayet babımız ha­dîsine aykırı değildir. Çünkü bu rivayet, çağırılmadan mahkemede şâ­hidlik yapanlar hakkındadır. Bir ihtimale göre bundan murâd: Yalancı şâhidlik, başka bir ihtimâle göre de şehâdete ehil olmayan kimsenin şâ-hidliğe kalkışmasıdır.

10- Müctehidlerin İhtilafını Beyan Babı


20- (1720) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Şe-bâbe rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Verkaa', Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'-dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar :
«Vaktiyle iki kadın çocukları ile beraber bulunurken kurt gelerek biri­nin çocuğunu götürmüş. Biri arkadaşına :
—  Kurt senin çocuğunu götürdü! demiş. Öteki de :
—  Kurt ancak senin çocuğunu götürdü) demiş. Müteakiben Hz. Da­vud'un huzurunda muhakeme olmuşlar. O, çocuğun büyük kadına aid ol­duğuna hükmetmiş. Derken kadınlar Süleyman b. Dâvûd     (Aleyhisselam) in huzuruna çıkarak (meseleyi) ona haber vermişler. O da :
—  Bana bıçağı getirin de onu sizin aranızda pay edeyim! demiş. Bunun üzerine küçük kadın :
—  Hayır!.. Allah  sana  rahmet buyursun!  Çocuk onundur!  demiş.  O da çocuğun küçük kadına aid olduğuna hüküm vermiş.»       
Kavi diyor ki: Ebû Hüreyre «Vallahi sikkîn sözünü hiç işitmemiştim; sâdece o gün işittim. Biz yalnız mudye diyorduk.* dedi.

(...) Bize Süveyd b. Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Hafs (yâni îbni Meyserate's-San'ânî)  Mûsâ b. Ukbe'den naklen rivayet etti. H.
Bize Ümeyyetü'bnü Bistâın dahi rivayet ettL (Dedi ki) : Bize Yezid b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh —ki İbni'l-Kaasİm'dir— Muhammed b. Aclân'dan rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi Ebû'z-Zinâd'dan bu isnadla Verkaa' hadisinin mâ­nâsı gibi rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadîsi Buharı, «Ehâdisü'I-Enbiyâ» ve «Ferâiz» bahislerin­de;   Nesâi  «Kadâ-da tahrîc etmişlerdir.
Dâvûd (Aleyhisseîam) 'in çocuğun büyük kadına aid olduğuna hükmetmesi ya aralarında bir benzerlik gördüğü içindir yahut onun şe­riatında yaş büyüklüğü tercih sebeplerinden sayıldığın dan dır. Çocuğun kadının elinde bulunması da onun şeriatına göre tercih sebebi olabilir.
Hz. Dâvüd'un bu hükmü ictihâd suretiyle mi yoksa fetva yolu ile mi verdiği ihtilaflıdır. Bazıları: «Fetva olarak vermiştir; onun için de Süleyman (Aleyhisselam) 'in onu bozması caiz olmuştur.» de-mislerse de Kurtubî buna i'tirâz etmiş ve: «Peygamberin fetvası da hükmü gibidir. Ten'rîz babında bunların ikisi de müsavidir.» demiştir.

Burada şöyle bir suâl hâtıra gelebilir: O halde Hz. Süleyman'a Dâvûd (Aleyhisselam) 'm hükmünü bozmak nasıl caiz olmuştur?
Cevap: Eğer her ikisinin verdikleri hüküm vahiy ile olmuşsa Hz. Süleyman'm hükmü Dâvûd (Aleyhisseîâm) 'in hükmünü nes-hetmiştir. îctihadla hükmetmişlerse Süleyman (Aleyhisseîâm) 'in içtihadı daha kuvvetlidir; çünkü güzel bir hal çâresi ile hakikati mey­dana çıkarmıştır.
İbnü'l-Cevzî: Her ikisinin hükümleri ictihadla olmuştur; zira vahî ile olsa, hilafı câîz olmazdı. Bu gösteriyor ki, zekâ ve anlayış Allah'ın bir ihsanıdır...» diyor.
Vâkıdî'nin beyanına göre Hz. Dâvûd ile Süleyman fAleyhisseîâm) bu hükmü müşavere yolu ile vermişlerdir. Dâvûd (Aleyhisseîâm) Hz. Süleyman'in verdiği hükmün doğruluğunu gö­rünce ona kanâat getirmiştir.
Bâzıları Dâvûd (Aleyhisseîâm)'m şeriatında yaş büyüklüğünün tercih sebeplerinden sayıldığım kabul etmemiş; bunun hatâ olduğunu, büyüklük, küçüklük, uzunluk, kısalık gibi şeylerin sırf tardî birer vasıf olup tercih îcâb etmediklerini söylemişlerdir.
Süleyman (Aleyhisseîâm) hakikati anlamak için güzel bir çare bulmuş; güya çocuğu ikiye bölerek kadınlara paylaştırmak için bıçak is­temiştir. Bittabi hakiki anne çocuğunun kesilmesine razı olmıyacaktır. Nitekim bu çare sayesinde hakikat anlaşılmıştır. Çocuk büyük kadına aid olmadığı için o kesilmesine rıza göstermiştir. Zîra kendi çocuğunu da kurt kapmıştır. Küçük kadınla dert ortağı olacaktır. Fakat hakikî an­ne olan küçük kadın, yavrusunun kesilmesine razı olamamış; ölmekten-ae yabancı ellerde yaşamasını tercih etmiş; ve :
«Hayır!.. Çocuk onundur.» diye feryâd ederek dâvasından vaz geç­miştir.
Ulemâ bu gibi meselelerde hakikati meydana çıkarmak için hâkim­lerin böyle çarelere baş vurmalarına cevaz vermişlerdir.
Hadîsteki «Hayır!» kelimesi başlı başına bir cümledir. Mânâsı: Ha­yır, kesme! demektir. «Allah sana rahmet buyursun!» ifâdesi ayrı cüm­ledir. Böyle yerlerde (lâ)'dan sonra rabıt edatlarından (ve)'yi getirerek cümleyi:  «Lâ! ve yerhamükâllah.» şeklinde kullanmak müstehabtır.
Sikicin ve müdye: Bıçak demektirler.

11- Hakimin İki Davacının Arasını Bulmasının Müstehab Oluşu Babı


21- (1721) Bize Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrazzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Müneb-bih'den rivayet etti. Hemmâm: Bize Ebû Hüreyre'nin Resûiüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)den rivayet ettiği budur; demiş ve bir takım hadîsler zikretmiş; ez cümle : Resûlüllah {Saüallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle de buyurmuşlar :
«Bir adam birinden akarını satın almış. Akarı satın atan zât onun aka­rında içi altın dolu bir küp bulmuş. Bunun üzerine akarı satın alan :
—  Altınını benden al! Zîra ben senden yalnız yeri satın aldım; altını satın almadım! demiş. Yeri satan da :
—  Ben sana yeri ve içinde olanı sattım! demiş. Müteakiben btr zatın huzuruna dâvaya çıkmışlar. Huzurunda-muhakeme oldukları zât:
—  Çocuklarınız var mı? diye sormuş. Biri :
—  Benim bir oğlum vardır; demiş. Öteki de :
—  Benim brr kızım vardır; demiş. Hakim :
—  Bu oğlana bu kızı nikahlayın! Bundan her ikiniz harcayın! Ve tasadduk edin! demiş.»
Bu hadîsi    Bu'hâri    «Kitâbu'l-Enbiyâ»da tahrîc etmiştir.
Akaar: Yer ve ona bitişik olan malın aslıdır. Bazılarına göre akaar, ev ve çiftliktir. Bu kelimenin hassaten hurmalık mânâsına geldiğini söy-lîyerıîer de vardır.
Hadîste bahsedilen ahş-veriş Benî İsrâî1'den iki zât ara­sında geçmiştir.
Zahire bakılırsa bu zâtlar mahkemeye gitmeyip birini hakem tayîn etmiş gibi görünüyorlarsa da İshâk b. Beşîr'in rivayetinde nas-bedilmiş hâkim huzuruna çıktıkları tasrîh edilmiştir.
Hadîs-i şerif tahkimin yâni dâvaya bakmak için bir kimseyi hakem yapmanın caiz olduğuna işaret ediyor. Bu mesele ihtilaflıdır îmam Âzam'a göre hakemin re'yi o beldenin resmî hâkiminin re'yine mu-vafıksa mu'teberdir; aksi takdirde verdiği hükme i'tibar yoktur. İmam Mâlik ile Şafiî hakemin hüküm vermeye ehliyetli olması şartı ile hükmü belde hâkiminin re'yine uysun uymasın nafiz olacağını söylemiş­lerdir.
Kurtubî bu alış-verişte bir hüküm bulunmadığını, hakemin sa­dece iki tarafı uzlaştırdığını beyan ediyor. Filvaki' iki kişinin arasını bulmak müstehaptır. Bu hususta hâkim olanla olmayan arasında fark yoktur.



[1] Seyf b. Süleyman El-Mahzûmî: (   -151) Mekkeli âzâdlil ardan olup mevsuk bir zâttır. Basra'da yaşamıştır
[2] Sûre-i Kehf, âyet: 29.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı