28 Aralık 2014 Pazar

Allah'ın İlk Peygamberlerden Sonuncusuna kadar emrettiği beş kelime nedir?




AŞKI CAFERHADİSİ ŞERİFLER
- 11:23


El-Hâris el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: 
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Allah Teâlâ Hazretleri, Yahya İbnu Zekeriyya aleyhimâsselam'a, beş kelime söyleyip bunlarla amel etmesini ve onlarla amel etmelerini Beni İsrail'e de söylemesini emir buyurdu. 
Ancak O, bu hususta ağır aldı. İsa aleyhisselâm kendisine:

 "Allah sana beş kelime öğretip onlarla amel etmeni ve Beni İsrail'e de onlarla amel etmelerini emretmeni söyledi. Ya sen bunları onlara emredersin veya bunları onlara ben emredeceğim" dedi. 

Yahye aleyhisselam:
 "Onları emretmede benden önce davranacak olursan yere batırılmam veya azab görmemden korkarım!" dedi ve halkı Beytu'l-Makdis'te topladı. Mescid ağzına kadar doldu. Mahfillere de oturdular. Söz alıp:

"Allah bana beş kelime gönderdi ve onlarla amel etmemi ve size de amel etmenizi emretmemi bana emretti:

-Bunlardan birincisi Allah'a ibadet etmeniz, ona hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah'a ortak koşanın misali şudur: 
Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş mukabilinde bir köle satın alır ve: "Bu benim evim, bu da işim. Çalış kazandığını bana öde!" der. Köle çalışır, fakat kazancını efendisinden başkasına öder. Kölenin böyle yapmasına hanginiz razı olur? Aynen bunun gibi, Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken sağa-sola bakınmayın. Zira Allah yüzünü, namazda bulunan kulunun yüzüne karşı diker, o sağa sola bakmadığı müddetçe.

-Allah size orucu emretti. Bunun misali şu insanın misaline benzer;
O bir grup içerisindedir. Beraberinde bir çıkın içinde misk var. Herkes onun kokusundan hoşlanmaktadır. Oruçlunun ağzında hâsıl olan koku, Allah indinde miskin kokusundan daha hoştur.

-Allah size sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline benzer: Düşmanlar onu esir edip ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu vurmaları için cellâtlara teslim etmişlerdir. Adam: "Ben az veya çok bütün malımı vererek kendimi fidye mukabilinde kurtarmak istiyorum" der ve nefsini fidye ödeyerek kurtarır.

-Allah size, Allah'ı zikretmenizi de emretti. Bunun da misali, peşinden hızla düşmanın geldiği bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir. Şeytana karşı kendisini sadece zikrullahla koruyabilir."

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm burada hikâyeyi tamamlayarak dedi ki:

 "Ben de size beş şeyi emrediyorum: Allah onları bana emretti. Dinlemek, itaat etmek, cihâd, hicret ve cemaat. Zira kim cemaatten bir karışcık ayrılırsa boynundaki İslam bağını çıkarıp atmıştır, geri dönen hariç. Kim de cahiliye davası güderse o cehennem molozlarından biridir!"
Bir adam: 
"Ey Allah'ın Resulü! O kimse namazını kılar, orucunu tutar idiyse yine mi cehennemlik?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam:
"Evet, namaz kılsa, oruç tutsa da! Ey Allah'ın kulları! Sizi müslümanlar, mü'minler diye tesmiye eden Allah'ın çağrısı ile çağırın!" buyurdular."

Tirmizi, Emsal 3, (2867).

23 Aralık 2014 Salı

Bayezid-i Bestami'den güzel bir kıssa




Katre-i MatemİLGİNÇ GERÇEKLER
- 15:37



BiR HiKAYEM VAR OKURMUSUN (BiR HiKAYEM VAR OKURMUSUN) topluluğunda ilk olarak Katre-i Matem paylaştı:

ALLAHUEKBER!!
Bayezid-i Bestami kırk beş kere hacca gitmişti. Bir gün Arafat Tepesinde oturuyordu. Nefsi ona; "Bâyezîd! Senin bir benzerin var mıdır? Kırk beş defa haccettin ve binlerce defa hatmetme bahtiyarlığına eriştin" diye fısıldadı. Bu ses onu üzdü. Derhâl toparlandı ve oradaki mahşerî kalabalığa;
Kim benim kırk beş defa yapmış olduğum haccı bir ekmeğe satın alır? diye sordu.
Bir adam başını kaldırıp;
Ben alırım, dedi ve ekmeği uzattı.
Bayezid-i Bistami aldığı ekmeği orada bulunan bir köpeğin önüne attı. Sonra işini bitirip, yol hazırlığı yaparak, Rum diyarına doğru yola çıktı. Günlerce gittikten sonra bir rahip ile karşılaştı. Rahip, Bayezid-i Bistami'nin elini tutup, evine misafir götürdü. Evinde ona bir oda verdi. Bayezid-i Bistami kendisine ayrılan bu odada ibadete başladı ve kalbini Allahü teâlâya çevirdi. Rahip her gün onun yiyeceğini sabah akşam getirip önüne koyardı. Bu hal bir ay devam etti. Bayezid-i Bistami daha sonra nefsine dönerek;
Ey nefis! Seni kırmak istiyorum, fakat Sen o kadar kötüsün ki kırılmıyorsun, dediği sırada râhip içeri girdi ve;
İsmin nedir?" diye sordu.
O da;
Bâyezîd! Cevabını verdi.
Rahip;
Ne güzel adamsın. Keşke Mesih’in kulu olmuş olsaydın!" deyince, bu sözler Bayezid-i Bistami'ye ağır geldi ve evi terk etmek isterken rahip;
Bizim burada kırk günü tamamla, öyle git. Çünkü bizim büyük bir bayramımız var, onu görmeni çok arzu ediyorum. Aynı zamanda çok değerli bir vaizimiz, sadece bu günlerde bir defa konuşur. Onu dinlemeni istiyorum, deyince, bu teklifi kabul ederek, kırk gün kalmaya râzı oldu.
Kırkıncı gün geldiğinde rahip odaya girerek;
Buyurun dışarı çıkalım, bayram günümüz geldi, dedi.
Bayezid-i Bistami dışarı çıkmak için hazırlandı. Fakat rahip ona;
Siz bu kıyâfetle nasıl bin kadar râhibin arasına gireceksiniz? Bu yüzden üzerindeki elbiseyi çıkarıp, şu rahip elbiselerini giy ve boynuna İncil'i as! dedi.
Bu teklif ona çok ağır gelmesine rağmen, bunda da bir hikmet vardır diyerek rahibin getirdiği giysileri giydi. Rahiplerin arasına katıldı. Hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Biraz ilerledikten sonra rahiplerin en büyüğü geldi. Fakat konuşmuyordu. Niçin konuşmadığı sorulduğunda;
Nasıl konuşabilirim, aranızda bir Muhammedî var! diye cevap verdi.
Halk ve rahipler galeyana gelerek;
Onu göster parçalayalım." diye bağrıştılar.
Başrahip;
Hayır, yemin ederim ki söylemem, ancak ona dokunmayacağınıza söz verirseniz, onu size tanıtabilirim, dedi.
Bunun üzerine rahipler ve halk, Muhammedî olan zâta dokunmayacaklarına dâir yemin ettiler.
Başrahip;
Allah için ey Muhammedî! Ayağa kalk ve kendini göster, diye seslenince, Bayezid-i Bistami ayağa kalktı.
Baş râhip;
Adın ne? diye sordu.
Bâyezîd! Cevabını verdi.
Tahsil gördün mü? diye sorunca;
Rabbim öğrettiği kadar bir şeyler biliyorum, dedi.
Bunun üzerine râhip;
O hâlde bana şu hususları cevaplandır: İkincisi olmayan biri, üçüncüsü olmayan ikiyi, dördüncüsü olmayan üçü, beşincisi olmayan dördü, altıncısı olmayan beşi, yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi, onuncusu olmayan dokuzu, on birincisi olmayan onu, on ikincisi olmayan on biri, on üçüncüsü olmayan on ikiyi söyle bunlar nelerdir?
Bayezid-i Bistami başrahibe;
Beni iyi dinle! İkincisi olmayan bir, eşi-ortağı, dengi ve benzeri olmayan Allah-ü Teâlâ’dır. Üçüncüsü olmayan iki, gece ve gündüzdür. Dördüncüsü olmayan üç, üç talâktır (boşamadır) Beşincisi olmayan dört; Tevrat, Zebûr, İncîl ve Kur'ân-ı Kerîm’dir. Altıncısı olmayan beş, beş vakit namazdır. Yedincisi olmayan altı göklerin ve yerin yaratıldığı altı gündür. Sekizincisi olmayan yedi, yedi kat göktür. Dokuzuncusu olmayan sekiz, kıyamet günü Arş'ı taşıyacak sekiz melektir. Onuncusu olmayan dokuz, kadının dokuz ay hamilelik müddetidir. On birincisi olmayan on, Musa (a.s)’ın Şuâyb peygambere on yıl çobanlık etmesidir. On ikincisi olmayan on bir, Yusuf peygamberin on bir kardeşidir. On üçüncüsü olmayan on iki, on iki aydır." dedi.
Rahip tebessüm ederek;
Doğru söyledin. Şimdi de bana, havadan ne yaratıldı, havada ne muhafaza olundu ve kim hava ile helâk edildi? Bunlardan haber ver, dedi.
Bayezid-i Bistami;
İsa peygamber havadan yaratıldı, havada muhafaza edildi. Âd kavmi hava ile helâk edildi, diye cevap verdi.
Rahip;
Doğru söyledin. Kim ateşten yaratıldı, kim ateşten korundu ve kim ateş ile helâk oldu?" diye sordu.
O da;
İblis ateşten yaratıldı. İbrahim aleyhisselâm ateşten korundu. Ebû Cehil ateş ile helâk oldu, dedi.
Rahip tekrar;
Taştan kim yaratıldı, taş içinde kim korundu ve taş ile kim helâk oldu? dedi.
Bayezid-i Bistami;
Sâlih peygamberin devesi taştan yaratıldı. Eshâb-ı Kehf taş içinde korundu ve Ebrehe ve ordusu taş ile helâk edildi, cevabını verdi.
Rahip;
Doğru söyledin. Âlimler, Cennet'te dört nehir vardır, biri baldan, biri sütten, biri sudan, biri de şaraptandır. Ayrı ayrı olan bu dört nehir aynı kaynaktan akıyormuş, diyorlar. Bunun dünyada bir örneği var mıdır? diye sordu.
Evet vardır. İnsanın başından dört nehir akar. Kulak yağı acıdır. Göz yağı tuzludur. Burun suyu ayrı bir tat taşır. Ağızdan gelen su tatlıdır, cevabını verdi.
Rahip yine;
Doğru söyledin. Cennet ehli yer içer fakat abdest bozmaz, su dökmez. Bunun dünyada bir benzeri var mıdır? diye sorunca;
Evet vardır. Ana rahmindeki cenin yer içer fakat dışkısı yoktur, cevabını verdi.
Râhip;
Doğru söyledin. Cennet'te Tûbâ ağacı vardır. Cennet'te hiç bir saray, hiç bir köşk yoktur ki, bu ağacın dalına dokunmasın. Bunun dünyada bir örneği var mıdır?" diye sordu.
Evet vardır. Güneş sabahleyin doğunca böyle değil midir? Cevabını verdi.
Rahip;
Doğru söyledin. Şimdi şunları cevaplandır: Bir ağaç vardır, on iki dalı bulunmakta, her dalında otuz yaprak ve her yaprakta beş çiçek yer almakta, bunlardan ikisi güneşe, üçü karanlığa bakmaktadır. Bu ağaç nedir?" deyince:
Ağaç bir yılı temsil eder. On iki dalı, on iki ay, her daldaki otuz yaprak, günleri, her yapraktaki beş çiçek de, beş vakit namazı temsil eder, cevabını verdi.
Son olarak râhip şöyle sordu:
Bana şu kimseden haber ver. Hacca gitmiş, tavaf yapmış ve o makamlarda bulunmuştur. Fakat onun ne ruhu vardır ne de hac kendisine vâcibdir?"
Bayezid-i Bistami;
Nûh peygamberin gemisidir." dedikten sonra, râhibe; "Ey râhip! Birçok sorular sordun. Biz onları cevaplandırmaya çalıştık. Müsaade ederseniz benim de sorularım var. Fakat ben bir sorudan başka sormayacağım. O da şudur:
Cennet'in anahtarı nerededir? Cennet kapılarının üzerinde ne yazılıdır?
Rahip sustu ve cevap vermekten kaçındı. Diğer râhipler bu duruma bozuldular ve;
Ey büyüğümüz mağlup mu oluyorsun? dediler.
O da;
Hayır mağlup olmak istemiyorum, deyince;
Peki öyleyse niçin cevap vermiyorsun, dediklerinde;
Şayet cevap verirsem benim cevabıma katılır mısınız? dedi.
Bunun üzerine hepsi birden söz verdiler.
Rahip;
Dinleyin, şimdi cevap veriyorum. Cennet'in anahtarı ve kapılarının üzerinde yazılı olan ibare; Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resûlullahdır." deyip müslüman oldu. Diğer rahipler de hep bir ağızdan Kelime-i şehâdeti getirip müslüman oldular. Bayezid-i Bistami de onların yanında bir süre kalıp İslâmiyeti öğretti. Böylece onun buraya gitmesinin hikmeti anlaşıldı.
LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDUN RASULULLAH! 

21 Aralık 2014 Pazar

KABUL EDİLEN DUA




nur d.İLGİNÇ GERÇEKLER
- 12:23
#Uçak


KABUL EDİLEN DUA
Dr. İşân Hüseyni , Pakistanlı idi. Yaptığı büyük hizmetlerden dolayı ödül almak için uluslararası bir konferansa gidiyordu. Uçağa bindi..
Ancak havada bir arıza olmuş ve yıldırım çarpması sonucu uçak en yakın havaalanına inmek zorunda kalmıştı.
Bir sonraki uçak 16 saat sonra kalkacaktı. Sinirlendi ve o toplantıya muhakkak yetişmem lazım. 16 saat bekleyemem diye sinirlenerek bağırdı.
Görevliler gideceği şehirin 6 saat uzaklıkta olduğunu ve isterse araba kiralayarak gidebileceğini söylediler.
Acele yola çıktı ama aksilik bu sefer de yolda şiddetli yağmurdan göz gözü görmez olmuş ve selden dolayı araç gidemez olmuştu.
Yol kenarında eski bir evin kapısını çalıp hızla içeri girdi.Yaşlı bir kadın içeride oturuyordu. Süratle ona telefonu verir misin telefon etmem lazım!! dediğinde kadın tebessüm ederek dedi ki : Görmüyor musun evladım ne telefonu. Burada ne telefon ne de elektrik var. Geç az dinlen ve az yemek ye çay içip dinlen. Sonra düşünürsün bu işleri.
Adam çaresiz az ısınarak yemek yedi ve çayını yudumlarken yaşlı kadın namaz kılıp uzun uzun dualar etti.
Dikkatle baktığında kadının bir beşiği salladığını ve beşikte çok küçük bir bebeğin hareketsiz durduğunu gördü.
- Kimin bu bebek anacığım? Hayırdır bu kadar uzun ağlayarak dua ettin.
- Hem annesi hem de babasından yetim olan torunumdur. Ağır hastalığı var. Bölgedeki hiçbir doktor çaresini bulamadı. Dediler ki : İşan Hüseyni adlı bir doktor var. Çaresi ondadır. Ancak çok uzakta olduğundan birkaç gündür Allaha dua ediyorum ki Allah bu bebeğin işini kolaylaştırsın.
- Doktor Hüseyni ağlayarak dedi ki : Kalk anacığım. Allah senin duanı kabul etti. Senin duan yıldırımlar çaktırıp uçağı yere indirdi.Seller akıttı ve sonunda beni size ulaştırdı.Dr. İşan Hüseyni benim.
Allahın kullarına böylece isteğini ulaştıracağına kalpten iman ettim.

20 Aralık 2014 Cumartesi

Çarşaf Giymek Şart mıdır? Kuran’da Çarşaf Geçiyor mu?




Çarşaf Giymek Şart mıdır? Kuran’da Çarşaf Geçiyor mu?



Osmanlı Dersiamlarından, padişahların huzur hocalığında bulunmuş, 4 mezhep müftüsü Ahıskalı Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhu) Mahmud Efendi Hazretlerine hitaben “Oğlum Mahmud! De korkma Çarşaf-ı Şerif farzdır.” dediği bilinmektedir.

Mahmud Ustaosmanoğlu Efendi Hazretleri de Ahzab Suresi 59. ayetini tefsir ederken bazı şartlar zikretmiştir, bunlar;

1. Uzuvları ebatlarıyla birlikte belli etmemek,

2. Transparan ve renkli olmamak,

3. Dikkat çekici olmamak,

4. Avret yerleri örtüp belli etmeyen kıyafetin haricinde ayrıca dış örtü olması.

Bu şartlar ile tesettür yerine gelir lakin bu şartlara haiz olan en güzel örtü Çarşaf-ı Şerif‘tir.

Yine yukarı da tesettürle alakalı olan Ahzab Suresi 59. ayet-i kerimesinde Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey Nebî(yyi Zîşân)! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle ki; (Evden çıkarlarken) vücutlarını iyice örten cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerlerine sarkıtsınlar. Bu, onların tanınıp eziyet edilmemelerine en elverişli olandır.” Allah-u Teala bu Âyet-i kerimede mümin kadınlara, evlerinden çıkarken yabancı erkekler karşısında vücutlarını iyice örten cilbablarını, dış elbiselerini, üzerlerine örtünmelerini emretmiştir.

Hicab âyeti, kadınların avret mahallerini örtmeleri istikrar kazandıktan sonra nâzil olmuştur. Öyleyse bu âyette emrolunan tesettür, daha önce farz kılınan setr-i avretten başka fazla bir örtünmedir. Bunun içindir ki müfessirler, değişik şekillerde yorumlamış olsalar da mefhumda birleşmişler, âyet-i kerimede ki “cilbab”tan maksadın, kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudu örten bir örtü, bir elbise olduğunda ittifak etmişlerdir.

“Peki âyet-i kerimede zikredilen ‘Cilbab’ dan murat nedir?” diye sorarsanız, bu konuda ulemanın pek çok beyanları vardır. Son devrin alimlerinden bir kaçının yorumuna şöyle bir göz atacak olursak, Elmalılı merhûm ilgili âyet-i kerimenin tefsirinde: “Cilbab, baştan aşağı örten çarşaf, ferâce çar gibi dış giysilerin adıdır.” demiştir.

Konyalı Mehmet Vehbi Efendi, “Hulâsâtü’l-Beyan” ismli tefsirinde, Ömer Nasuhi Bilmen Efendi de kendi tefsirinde “Cilbab”ı, çarşaf olarak tefsir etmişlerdir. Demek ki, bu âyette emrolunan tesettür, daha önce farz kılınan setr-i avretten başka fazla bir örtünmedir. Dolayısıyla âyet-i kerimede geçen “Cilbab” kıyafeti hakkında müfessirler değişik yorumlarda bulunsalar da, mefhumda birleşmişler ve “cilbab”dan maksadın; kadının elbiseleri üzerine giyilen ve vücut hatlarını belli etmeyecek şekilde bütün vücudu örten bir elbise olduğunda ittifak etmişlerdir.

Allah-u Teala burada kadının örtünmesiyle alakalı olarak pek çok elbise şekli emir buyurabilecek iken, acaba neden özellikle “cilbab” giyilmesini emir buyurmaktadır?.. Elbette bunun pek çok hikmetleri vardır. En önemli hikmeti ise cilbabın, kadınların tesettüründe en ideal örtünme kıyafeti olmasındandır. Çünkü cilbab, kadını baştan ayağı kapatmakta ve fitneye sebebiyet verecek hiçbir açık kapı bırakmamaktadır.

Böylece kadın ile art niyetli, kötü düşünceli ve kalplerinde maraz olan kişiler arasına bir perde çekilmiş, bu tür ahlaksız kişilerin sataşmasına fırsat verilmemiş olacaktır. Nitekim bu maksat âyet-i kerimede de: “Bu (cilbabı giydikleri zaman ki durumları) onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır.” şeklinde zikredilmiştir.

Gerçi bu konuda eziyet etmeyi, kadınlara sataşıp tacizde bulunmayı bir huy edinmiş olan alçak karakterli, bir takım kalbi bozuk tıynetsiz kimseleri elbette örtü engelleyecek değildir. Fakat imanlı, temiz kadınların bu tür şehevî ve kirli bakışlardan, kendi sadeflerinde gizli inciler gibi korunmuş kalmalarına en uygun olan şekil de budur.

Hal böyle olunca, kadının bu konuda son derece suçsuz ve masum olduğu, onlara eziyet ve tacizde bulunacak olan nefsinin zebûnu, sapık ruhlu kimselerin ise çok açık bir vebal yüklendiği herkes tarafından aşikare olmuş olur. Peki, kadının dış örtü örtmesi gerektiğini beyan eden bu âyet-i kerimede, örtünme için belli bir şekil ve model var mıdır?

Yani “kadının dış örtüsü nasıl ve ne şekilde olmalıdır?” derseniz, efendim, tesettür emri ile alakalı olarak Nur Sure’si 31. âyette geçen “başörtüsü” (hımar-humur) ve Ahzab Suresi 59. âyette geçen “Dış giysi” (cilbab-celabîb) ifadeleri birlikte mütaala edilince, kadın için iki parçalı bir giysi şekli ortaya çıkıyor. Birincisi; saç, boyun ve göğüsleri örten ve omuzlara doğru yakaların üstüne serbest bırakılan “başörtüsü”dür. İkincisi ise; “dış giysi” olup, bunun şekli de iki türlü tarif edilmiştir.

Bazı Müslüman kardeşlerimizin sıkça sorduğu “Kuran-ı Kerimde çarşaf geçiyor mu?” sorusuna cevap verelim. Lafı dolandırmadan net bir şekilde söyleyelim, “evet Kur’an-ı kerimde çarşaf” geçiyor.

Adresi ise Ahzab suresinin 59. âyet-i kerimesidir. “İyi de bu âyet-i kerime çarşaftan değil, cilbabdan bahsediyor.” dediğinizi duyar gibiyim. Evet âyette “celâbib” diye geçer. “Celâbib” kelimesi “cilbab”ın çoğuludur. Cilbab ise Türkçede “çarşaf” manasına gelir. Bazı tefsirler “cilbab” kelimesini “milhafe” diye tefsir ederler ki, “milhafe” de lugatta çar ve çarşaf manasına gelir. Eğer “birebir kelime olarak çarşaf geçmiyor.” diyorsanız, doğrudur. Kur’an’da “çarşaf” kelime olarak geçmez. Neden? Çünkü “çarşaf” Arapça değil, Farsça bir kelimedir. Oysa Kur’an-ı Kerim Arapça indirilmiştir.

Dolayısıyla bu mantığa göre, Kur’an’da birebir kelime olarak “namaz” da geçmez, “oruç” kelimesi de… Çünkü o kelimeler de Farsçadır. Zira Kur’an’da “namaz ve oruç”; “salat ve savm” şeklinde geçer. Şimdi ulemanın bu âyetle ilgili olarak yaptıkları tefsirlerin bazılarını zikredelim. Ulema, âyet-i kerimede “cilbab” diye geçen bu tesettürün nasıl olacağı hususunda birkaç görüşe ayrılmışlardır. Son devrin alimlerinden Elmalılı, bu âyet-i tefsir ederken “cilbab”ı şöyle tarif etmiştir: “Baştan aşağı örten çarşaf, ferace, câr gibi dış elbisenin adıdır.” “Tepeden tırnağa örten giysidir.” “Çarşaf ve peçedir.” Âyet-i kerimede geçen “İDN” kelimesi: Yaklaştırmak demek ise de, âyette “Alâ” harfi cerri ile kullanılması, kapsamak suretiyle sarkıtmak mânâsını da ifade ettiğinden, üzerinden sıkıca örtmek demek olur.

“Cilbab örtmek” tabirinde de iki şekil vardır. Bunlardan birincisi; cilbablarından birisiyle bütün bedenini örtmek, diğeri ise; cilbabın bir tarafıyla başından yüzünü örtmek demek olur. Elmalılı, âyet-i kerimede geçen “cilbab idnâsını” bu şekilde tarif ettikten sonra şöyle devam ediyor: “Bu beyanda da iki suret vardır. Birisi; kaşlarına kadar başını örttükten sonra büküp yüzünü de örtmek ve yalnız tek bir gözünü açık bırakmak. (Elmalı bunu söyledikten sonra, ‘bizler yetiştiğimiz zaman memleketimizde validelerimizin tesettür tarzı bu idi.’ der) İkincisi de; alnının üzerinden sıkıca sardıktan sonra, burnunun üzerinden dolayıp gözlerinin ikisi de açık kalsa bile, yüzün büyük bir kısmını ve göğsü tamamen örtmüş bulunmaktır.

(Bu açıklamadan sonra da; ‘Hicri 1310’da İstanbul’a geldiğim zaman İstanbul hanımlarının bir peçe ilave edilmek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartıyla tesettür tarzları bu idi.’ demektedir.)” (Hak Dini Kuran Dili, C: 6, S: 337,338) Evet Elmalılı merhum “cilbab”ı böyle tarif ediyor. Yani buradan anladığımız üzere çarşaf, Osmanlı ecdadımızın da yaygın olarak uyguladığı bir kıyafettir.

Yine bu konuda Konyalı Mehmet Vehbi Efendi “Hulasâtü’l-Beyan” isimli tefsirinde, kadınların ziynetlerini örtmeleri için çarşafa bürünmelerinin lazım ve vacip olduğunu zikretmektedir. (C: 9, S: 3719) Ömer Nasuhi Bilmen Efendi de kendi tefsirinde “Cilbab”ı çarşaf olarak tefsir etmişlerdir.

Gördüğümüz gibi son devrin alimlerinden, herkesçe tanınan ve kabul gören üç tane tefsir aliminin “cilbab” hakkındaki görüş ve yorumları bu şekildedir. Şimdi de diğer ulema bu âyet-i nasıl tefsir ediyor ona bakalım. Taberî İbni Sîrinden şöyle rivâyet eder: “Abide es-Selmanî’ye “…Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle…” âyetinin manasını sordum. O hemen büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu örttü. Başını ta kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı, yalnız sol gözünü açık bıraktı. Böylece âyet-i fiili olarak tefsir etti.” (Taberi tefsiri c: 22) Taberî ve Ebu Hayan, İbni Abbas (Radıyallahü anhüma)’dan şöyle rivâyet etmişlerdir: “Kadın cilbabını alnının üzerine indirir ve oradan sıkar.

Alttan da burnunun üzerine kadar kapatır. Yalnızca gözleri dışarıda kalmalıdır. Yüzünün kalan kısmı ile göğsünü tamamen kapamalıdır.” (Bahru’l-Muhit, C: 5, S: 250) Ebu’s-Sûd Efendi: “Cibab”tan maksat, çok geniş ve uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar salar. Buna göre âyetin manası ‘Kadınlar dışarıya veya yabancı bir erkeğin karşısına çıkacakları zaman, bu örtüyle yüzlerini ve bütün vücutlarını örtsünler.’ olur.” demiştir. Cevherî de: “Cilbab”ı çarşaf diye tefsir etti. Ve cilbab çarşaftır denildi.

(Tacül Aras, C. 1/186)Ümmü Seleme annemiz şöyle demiştir: “Cilbablarından üzerlerini sıkıca örtsünler.” âyetinin nüzûlünden sonra, Ensar kadınları siyah çarşaflara büründüler. Öyle bir ağırbaşlılık ile çıkmışlardı ki, sanki hepsinin başına birer karga konmuştu.” Verilen kaynaklardan da anlaşıldığı üzere İslam alimlerinin çoğunluğu çarşaf üzerinde durmakta ve tesettürün çarşafla daha güzel olacağını ifade etmektedirler.

CEBRAİL (A.S.)’IN DUASI







CEBRAİL (A.S.)’IN DUASI
Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretleri, bir gün minberin birinci basamağına çıktıkları zaman «Âmîn», ikinci basamağına çıktıkları zaman «Âmîn» ve üçüncü basamağına çıktıkları zaman keza yine «Âmîn» diye buyurmuşlardı. Eshâb-ı Güzîn bunun sebebini sual ettikleri zaman efendimiz şöyle buyurdu:

— Ey eshâbım, minberin birinci basamağına ayağımı bastığım zaman, kardeşim Cebrail gelerek: «Ya Rabbî! Bir kimse, sıhhat ve âfiyetle ramazan’a yetişir de ibadet, tâat ve istiğfarda bulunmaz ise, o kimseyi esirgeyip rahmet eyleme.» dediği zaman, ben de «Âmin» dîye byurdum.

İkinci basamağa bastığım zaman, Cebrail: «Ya Rabbî! Bir kimse anne ve babasına yetişip de, onların rızasında bulunmaz ise onu bağışlama.» dediği zaman, ben de «Âmîn» dedim.

Üçüncü basamağa bastığım zaman, Cebrail: «Ya Rabbî! Habibinin ismi yanında zikrolunduğu zaman, salavat-ı şerife okumayan kimseye rahmet etme.» deyince ben de «Âmîn» diye mukabelede bulundum.

Bu kıssadan hisse odur ki, mü’min ve mü’minata lâyık olan, Cenab-ı Fahri Âlem Efendimizin (S.A.V.) ism-i şerifleri zikrolunduğu zaman derhal salavat-ı şerife okumaktır. (Allahümme-salli ala Muhammedin ve âlihî ve eshâbihî’t-Tâhirîne Ecmaîn)

18 Aralık 2014 Perşembe

9 yaşındaki kız çocuğunun RESULE mektubu





Ali ErtosunDUALAR
- 06:50


9 yaşındaki kız çocuğunun RESULE mektubu

MEKTUP!

Şu içinde bulunduğumuz yıllardır... Bir "Kutlu Doğum" haftası nedeniyle bir ilköğretim okulunda ders içinde "Peygambere Mektup" yarışması düzenlenmiştir... Birincilik dokuz yaşında bir kız çocuğunundur... Ödül töreni düzenlenir... Genç bir öğretmen hanım birinciliği kazanan mektup elinde kürsüye gelir ve okumaya başlar.

"Nur Yüzlü Gül Kokulu Sevgili Peygamberim"

Burada durur devam edemez... yazan dokuz yaşında bir kız çocuğu; okuyan genç bir hanım; ağlayan onlarla beraber bütün bir salondur... Öğretmen hanım sesi titreyerek bir deneme daha yapar yine okuyamaz... Sonra bir deneme daha... Hıçkırıklara boğulur... Mektubu bu kezde genç bir erkek öğretmen alır... O yutkuna yutkuna da olsa mektubu okumayı başarır:

"Nur Yüzlü Gül Kokulu Sevgili Peygamberim!"

Seni çok ama çok seviyorum. O temiz pak ellerini öpmek İnşallah nasip olur. Senin nur yüzünü görmek dünyanın en güzel sözlerini senden dinlemek o gül kokunu duymak İnşallah bana ve diğer Müslümanlara nasip olur.

Sen Müslümanlığı yaymak için çabaladın. İnşallah biz de çabalarız ki Sen mutlu olasın. Senin mutlu olman için canımı bile veririm. Cennete girersem ilk işim Seni bulmak olur.

Senin o güzel Hadis-i Şeriflerini dinlemek çok hoşuma gidiyor. Senin o nurlu ellerini binlerce kez öpüyorum. Çok iyi bir kişi olursam rüyama girer misin?

Müslümanları oluşturmak için ne kadar çaba sarfettin? Sorularımla Seni sıkıyorsam binlerce kez özür dilerim. Sen her şeye layıksın. Altı yaşında yetim kaldın. Bu nasıl bir duygu anlatır mısın?

Seni çok seviyorum. Ellerinden milyonlarca kez öpüyorum.

"Seni seven torunun Büşra!..."

Bazı sözler vardır öyle tam öyle anlatmak istediğini eksiksiz ifade eden cinstendir ki aynı konuda o sözlerden sonra söylenecek her söz yavan her kelam ek****. Küçük Büşra'nın mektubu da bu "tam sözler"den biri... O yüzden bu yazıyı burada bitirmek en doğrusu olsa gerek... Ve ALLAH 'a şükrederek...

Şükürler olsun Rabbim sevdiğinden ve sevdiğimizden bindörtyüzyıl uzaklaşmış bir zamanda bile O'na ( (SallALLAH u aleyhi vesselem)) "En Sevgili" diyebildiğimiz için Sana şükürler olsun...

seni çok seviyorum YA RESULALLAH
canlar yoluna feda

16 Aralık 2014 Salı

RABBIM ŞEFFATLERINE NAIL EYLESİN İNŞALLAH AMIN




EDEP YA HUU

DUALAR
- 19:24


RABBIM ŞEFFATLERINE NAIL EYLESİN İNŞALLAH AMIN
Hz. Fatıma çocukluk günlerinden itibaren Allah Resulünün hamisi olmaya çalışmış, o küçücük elleriyle düşmanların saldırıları karşısında babasına siper olmuş, babasının bütün hüzün ve kederlerinde onun en fedakâr ortağı olmuştur. Tarih o Hazret'in bu fedakârlıklarını iftiharla kaydetmiştir.

Bir gün müşriklerden biri, Resulullah'ı (s.a.a) sokakta görünce, Hazret'i incitmek için başına bir miktar çer-çöp ve pislik döktü. Âlemlere rahmet olan Resulullah (s.a.a) ona karşılık vermedi ve bir şey söylemeden bu hâliyle eve döndü. Hz. Fatıma (a.s) babasının bu vaziyetini görünce koşup derhal su getirdi, ağlar gözle babasının başını ve yüzünü yıkamaya başladı. Kızının bu üzgün vaziyetini gören Hz. Resulullah (s.a.a), ona teskinlik vermek amacıyla şöyle buyurdu: 
“Kızım ağlama! Mutmain ol ki, Allah (c.c) babanı düşmanların şerrinden koruyacak ve onlara galip kılacaktır.” [4]

Yine bir gün Hz. Fatıma (a.s), Mescid-i Haram’da oturan bir grup kâfirin, babasının katli için komplo hazırladıklarını fark edince, ağlar bir gözle eve dönüp kâfirlerin aldığı kararı ve uygulamak istedikleri komployu babasına haber vermiş ve böylece babasını muhtemel tehlikeye karşı korumuştur. [5]

15 Aralık 2014 Pazartesi

TEK AYAKKABI




Nurhan AksuTartışma
- 00:49



BiR HiKAYEM VAR OKURMUSUN (Diskussion) topluluğunda ilk olarak Gül Güzelipaylaştı:

TEK AYAKKABI ...

Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine
yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu
izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan,
spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar
lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için
yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca,
çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir
koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle..
Adam ona
bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol
kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu
yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı
ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir
müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola
koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı
düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti.
Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu
dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli
eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da
vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise
konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız
eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama
doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete
giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil.
Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta
sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla
mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne
kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam,
vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek
ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün
değil ki!.
İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!.
dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten
sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk
biraz düşünüp:
Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu
kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ
ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam,
devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim
sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci
indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten
pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir,
sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında
dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği
modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde
olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra,
çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve
çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana,
bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk.
Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı,
para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi,
adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde.
Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar.
Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira
eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden
atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de
hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan
terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz
gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri
vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim
mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada
yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün
mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu
bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu.
Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu.
Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için,
üzülmeme hiç gerek yok!'
demişti.

* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir

Şanı yüce olan suretlerinize ve mallarınıza
bakmaz,ancak kalplerinize ve amellerinize
bakar...

14 Aralık 2014 Pazar

Kula lazım olan 24 esas




DamLa NuRDaNGÜZEL SÖZLER
- 23:46
#Allah



DamLa NuRDaN originally shared:

Kula lazım olan 24 esas

Doğru yolun esası, Allah-u Teâlâ'nın emirlerini tutmak, yasaklarından sakınmak, imtihanlara sabır etmek, takâta göre (güç yettiğince) nafile ibadetler yapmak ve kişinin kuvvet ve mertebesine göre usûl çerçevesinde herkesi Allah’a davet ederek, Allah-u Teâlâ’ya kulluk etmektir. Kulluk görevini hakkıyla yapabilmek için önem sırasına göre aşağıda zikredeceğim 24 temel esası bilmek ve tatbik etmek gerekir.

*İlim

1. Ehli sünnet itikadını öğrenmek,

2. İşlenmesi ve terki farz ve müstehap olan şeyleri öğrenmek: Bunların en önemlileri İslam’ın, imanın, abdestin, guslün, teyemmümüm, namazın şartlarını, erkânlarını, müfsidlerini ve müstehaplarını öğrenmektir.

3. Zekât farz olunca zekatın, Ramazan orucu farz olunca Ramazan’ın ve orucun, Hac farz olunca Hacc’ın şartlarını, erkanlarını, müfsidlerini ve müstehaplarını öğrenmek,

4. Herhangi bir muameleyi, akdi veya görevi yapmak istediğinde onların mahiyetlerini, şartlarını, erkanlarını, müfsidlerini ve müstehaplarını öğrenmek.

*Tevbe

Tevbe, günahları terketmek demektir. Bir takım şartları vardır. Bunlar:

1. Bütün günahlardan pişman olmak,

2. Yapmakta olduğu günahları hemen terk etmek,

3. Bir daha yapmamaya azim ve kesin niyet etmek,

4. Üzerinde kul hakkı varsa ödeyerek hak sahibini razı etmek,

5. Namaz, zekât, oruç borçları varsa kaza etmek. Her ay en az bir aylık namazı, üç günlük orucu kaza etmek.

*Zühd

Allah’tan insanı alıkoyan her şeyi terk etmek, endişe dahi etmemek anlamına gelir.

*Uzlet

Zaruret yoksa şerir ve ehli gaflet olan kimselerden uzak kalmak. Bunlarla bir arada bulunmak istikametten ayrılmaya ve gaflete düşerek halin bozulmasına sebeptir.

*Mücadele

Nefsi, takva zoruyla heva ve hevesinden men etmektir. Yani nefsin hakkı verilir ancak hazzından men edilir. Nefsin hakkı zaruret ve ihtiyaç miktarıdır. Az yemek, az uyumak, az konuşmak ve kalabalıklara az katılmak yoluyla nefsin hakkı verilmiş olur. Nefsin hazzı ise heves, lezzet, şehevâni ve fûzuli şeylerdir.

*Muhalefet

Şeytanın vesveselerine aldırmamak, şerrinden Allah-u Teâlâ’ya sığınmak ve şeytanın vesveselerine, nefsin desiselerine muhalefet edip tersini yapmaktır.

*Tevekkül

Tüm işlerde yalnız Allah-u Teâlâ’ya güvenmek ve ona itimat etmektir. Ancak meşru sebeplere başvurulur, fakat sebeplere değil sebeplerin Rabbine güvenilir.

*Tavfiz (Tevfiz)

Herhangi bir şeyin hayır veya şer olduğu kesinlikle bilinmediği takdirde onu ısrarla istememek; Allah-u Teâlâ’ya havale etmek; “Ya Rabbi hayırlıysa olsun, değilse olmasın” deyip kalbini çeşitli endişelerden kurtararak rahat etmektir.

*Rıza

İmtihan, bela ve musibetlerde kadere teslim olmak, “Belki bu bize daha hayırlıdır, biz hikmetini bilmiyoruz” deyip nefsini teselli edip kalbini rahat ettirmektir. Başa gelen şeylere rıza göstermek insanı başta rızık endişesi olmak üzere şeytanın vesveselerinden kurtarır.

*Sabır

Tüm eziyet ve meşakkatlere tahammül etmek ve şikâyetçi olmamaktır.

*Havf (Korku hali)

Allah Azze ve Celle’nin gazabından, azabından ve mekrinden korkmak, günah işlememektir.

*Recâ (Ümit hali)

Allah Azze ve Celle’nin rahmetini, cennetini ve keremini ümid etmek ve ona göre amel etmektir.
Tenbih: Havfın çok ziyade olması ümitsizliğe, recânın çok ziyade olması emin olmaya götürdüğü gibi, havfın çok azı emin olmaya, recânın çok azı da ümitsizliğe götürür. Her dördü de büyük günahlardandır ve –mazaallah- amelin terkine sebeptirler.

*Emeli kısa tutmak

Her dakika aniden ölüm ihtimalini düşünmek ve uzun arzularını kısaltmaktır. Böylece insan sürekli salih ameller yapmaya çalışarak günbegün terakki edecektir.

*İhlas

Tüm hayır ve amellerin yalnız Allah için olması, gösteriş ya da maddi menfaat için olmamasıdır. İhtiyaçlar kullarından değil, Allah-u Zülcelal’den istenmelidir. Allah Azze ve Celle isterse onu kullarından birinin eli üzerinde gönderir. Ümid ve gönül sadece Allah-u Teâlâ’ya bağlı olmalıdır.

*Minnet

İnsanın, tüm başarılarını kendi nefsine değil, Allah-u Teâlâ’nın lütfuna isnat etmek, Allah’ın nimet ve tevfikine (kulunu başarılı kılmasına) şükür ederek, taksiratlarından (hata ve kusurlarından) istiğfar (tevbe ) etmek.

*Tefakkud (Soruşturma, muhasebe)

En az her yirmi dört saatte bir kere, amelini ve kendisinden sadır olan bütün fiil ve sözlerini gözden geçirmek. Hayır ise şükür etmek, taksiratlardan istiğfar etmek, şer ise kadere teslim olmak ve istiğfar etmek.

*Tahliye

Kalbine, tüm kötülüklerin başı olan, başka insanlardan korkmak, rızık endişesi, dünya muhabbeti ve nefsini beğenmek gibi rezîlelerin (tümünden kurtarıp), kötü huyların yerine, kuldan korkmamak, rızık için endişe etmemek, dünyayı sevmemek ve nefsini beğenmemek gibi faziletleri yerleştirmektir. Evet, dünyaya girilir amma dünya insanın içine girmemelidir. Dünya kalpte değil, elde olmalıdır.

*İ’fâf

Suâl (sözlü olarak istemek), işraf (sözüyle değil haliyle istemek), israf ve nifak gibi mürüvveti (izzet-i nefsi) zedeleyen şeyleri yapmamaktır.

*İhsan (ehli olmak)

Tüm mahlukata şefkatli olmak, onları kendisine yaptıkları kötülükleri iyiliklerin en iyisi ile karşılamak, vermeyene vermek, zulmedeni affetmek, ilişkiyi kesen dost ve akraba ile ilişkiyi kesmemek, kötülüğü kötülükle karışlamamaktır. (Pisliği, temiz su temiz eder, pis su temiz edemez). Ancak, şeytana lanet okumalıdır.

*Tesebbüt

Delile dayanmayan hiç bir söze kulak vermemek, gerekirse tahkik etmektir. (‘İşitilen, öğrenilen şeyleri Kur’an ve sünnette var mı, kitaba ve sünnete uygun mu değil mi, âlimler bu hususta ne demiş, yapmışlar mı yoksa kaçınmışlar mı?’ diye araştırmak ve bunlarda varsa uygulamak yoksa kaçınmak…)

*Muhabbet

Müminleri sevmek ve bunun neticesi olarak onların hayrını ve iyiliğini düşünmektir. Hiçbir Müslüman kardeşinin kötü duruma düşmesini istemeyip daima hayrını istemek, nefsi için istediği bir şeyi tüm Müslüman kardeşleri için de istemek. Nefsi için istemediği bir şeyi onlar için de istememek.

*Kanaat

Dünya malı bakımından daima kendisinden aşağıdakilere bakmak ve onlara karşı merhametli olmak, kendi haline razı olup şükretmektir.

*Teessi

Ahiret bakımından daima kendisinden yukarıdakilere bakmak ve onlara, iktida etmek (uymaktır). Kanaat ve teessi yokluğu insanı günahlara götürür. Evvelki hasede, ikincisi de ucube götürür. Hâlbuki her ikisi de büyük günahtır.

*Tevazu

Akibeti (hatimeyi veya son nefesi) düşünerek nefsini hiçbir mahluktan (yaratılmış olan tüm canlı ve cansızlardan) üstün görmemek, herkese karşı alçak gönüllü olmak ve gerçeği kimin söylediğine bakmaksızın kabul etmektir.

Üstad Seyda Muhammed Emin Er Hocaefendi, yukarıda beyan ettiği hasletlere yapışmakla insanın, fitne zamanlarında kafa karışıklığına düşmekten korunacağını, düşmüşse bunlara yapışmakla düştüğü yerden kalkacağını anlatmıştır. Hiç şüphesiz bunlardan en önemlisi en başta belirtilen ehl-i sünnet itikadı üzere inancı tashih etmek ve ehl-i sünnet üzere amel ve itikad etmektir. Bunun önemine binaen Ubeydullah Ahrar kuddise sirruhu şöyle demiştir:

“Bütün hâlleri ve keşifleri bize verseler, fakat Ehl-i sünnet ve cemâat îtikâdını kalbimize yerleştirmeseler, hâlimi harâb, istikbâlimi karanlık bilirim. Eğer bütün harâplıkları, çirkinlikleri verseler ve kalbimizi Ehl-i sünnet îtikâdıyla süsleseler hiç üzülmem.”

Not: Muhammed Emin Er Hocaefendi'nin Adab Risalesinden alıntıdır

13 Aralık 2014 Cumartesi

H İ Ç D Ü Ş Ü N D Ü K M Ü ?




Ehli Sünnet Vel CemaatAYETLER
- 11:02



Ehli Sünnet Vel Cemaat originally shared:

H İ Ç D Ü Ş Ü N D Ü K  M Ü ?
Dünya Hayatinin Gerçeği(değersizliği) Üzerinde Düşünmeye Davet
~ Şu an kaç yaşındasınız?
● Peki sizden bugüne kadar yaşadığınız hayatıanlatmanız istense bunu ne kadarlık bir zamandayapabilirsiniz?

~ Eminiz "yaşınız kadar" bir sürede değil.
~ Hatta belki bir saatte bile değil, yarım saatte özetleyiverirsiniz koca hayatınızı.

Bu yadırganacak bir durumda değil zira;
Nuh Aleyhisselam Bin senenin üzerinde yaşamış bir Rasuldür..
Kendisine:
''Dünyayı nasıl buldun'' diye sual edilince;
''Bir kapıdan girdim ötekinden çıktım'' buyurmuştur.

● İşte bizimde sizinde upuzun yıllarımız göz açıp kapayıncaya kadar geçip gitmiştir.
Ve hayatımızla ilgili anılar yarım saate sığacak hale gelmişlerdir.

Bu süre zarfında son derece hassas dengeler üzerine kurulu Dünya Hayatı'nın birçok eksik yönünü de görmüşsünüzdür:

~ Vücudunuz zaman zaman küçük bir mikroba yenilmiş ve hastalanmışsınızdır,

~ Yaşınız ilerledikçe deriniz buruşmaya başlamıştır,
~ Vazonuzdaki çiçek kısa sürede soluvermiştir ya da buzdolabınızdaki meyveler bir süre sonra çürümüşlerdir...

● Zamanla her şeyin bozuluşuna, ilk güzelliğini yitirişine tanık olmuşsunuzdur. Peki dünya üzerinde sürdürdüğümüz hayatın neden eksiksiz, mükemmel ve sorunsuz olamadığını hiç düşündük mü?

~ Bu sorunun cevabı çok açıktır: Çünkü, dünya hayatıözellikle böyle olamayacak şekilde tasarlanmıştır.

NOT: ZATEN DÜNYANIN MANASI ELDE EDİLEMEYECEK ÜZÜMLERE UZANMAK DEMEKTİR.
Mal hırsı gözünü bürümüş en büyük zenginlerebakalım.Sanki en fakir haldeymişcesine Dünya'ya çalışmaktalar.

● Allah Teala bir Hadisi Kutside: ''Ey Dünya bana(ibadet edip dinime) hizmet edene sen hizmet et.Sana çalışanı kölen edin. Buyurmuştur.
Anlıyalım ki Dünya'nın yaldızlı vaadleri bitmeyecektir.

● Bunlar yüzünden yaşamayı ertelediğimiz taviz verdiğimiz dinimiz bize büyük pişmanlık olacaktır.
Efendimiz Aleyhisselam bir Hadisi Şeriflerinde''Erteleyen helak oldu'' buyurmuşlardır.

Dünya hayatı tüm çekici süsleriyle birlikte, bir imtihan yeridir. Allah-u Te'âlâ Kuran-ı Hakîmde asıl hayatın Kendi Katındaki sonsuz *Âhiret Hayatı olduğunu Ayetinde;

"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır." (Ali-İmran Suresi,14) bildirmiştir.

Bu açıklamalardan sonra tekrar,

H İ Ç D Ü Ş Ü N D Ü K M Ü!

~ÖLÜMÜ,
~ÖLECEĞİMİZİ,
~ VE ŞUAN ÖLDÜĞÜMÜZÜ.
Evet şuan bir saniye sonrasına çıkacağımızın teminatı(garantisi) yok.
Öyleyse şimdi ölsek diye düşünelim vereceğimiz Hayatın hesabına hazır mıyız?

● Kulun ilk hesaba çekileceği amel Farz Namazdırbuyurdu Efendimiz Aleyhisselam

Ancak çoğumuzun Dünya meşgalesinden ÖLÜMÜdüşünecek fırsatımız olmuyor.Çünkü Her şeyin daha fazlasını istiyoruz

Var olanla yetinmeyi bilmiyoruz.

Dünya meşgalesi (uğraşı) diye kendimiz aldatıyoruz.
Allahu Te'âlâyı ansak ölümüde çok hatırlasak sanki aç kalacağız. Bilelim ki bunlar şeytandan birer vesevese ve vehim.

● Sonra Hayat bu hayattan ibaretmiş gibi AHİRETİ hiç düşünmüyoruz,
~ Oysa Allâh-u Te'âlâ ''Dünya hayatı Ahirete nazaran çok az bir şeydir.'' buyurmuştur.
~ Sanki Cenneti garantilemiş gibi dünya hayatınaaldanmış gidiyoruz.
~ Bir kısmımızda Cübbeli Hocamızın deyişiyle Cennet olmasada parkta yatarım gibi bir mantıkta :-( Ancak Cennet yoksa böyle bir seçenekte yok varılacak yer Cehennem olur mazallah hepimizin malumu.

~ Burada yanlış anlaşılmasın dünyalık içinde çalışılır rızık temini için ama itidalli (ölçülü) olmak lazımİbadet ve İş hayatını dengelemek lazım ama maalesef daha fazla para kazanmak için hırs üstüne hırs yapıyoruz.

~ Oysa rızıklar yazılmıştır oynaması yoktur.Ancak bu da İman nuru ile Tevekkülün nakıslığından.(eksikliğinden) kaynaklı.

B U N A B İ R M İ S A L !
● Mesela ilkokula giden bir çocuğu, annesi sabahın okula gitmesi için uyandırır,

~ Ama aynı hassasiyeti Sabah Namazı'na kaldırmak için göstermez daha çocuk der uyusun maalesef bu haldeyiz toplum olarak burada okula giden örneğim yanlış anlaşılmasın tabi okulunu okuyacak zatendinimizin ilk emri oku

~ Hem dini ilimler hem fenni ilimler öğrenmesi lazım(tabi felsefe okutan ya da kız erkek karışık okullarda değil İslâm'ın Medresesinde) ,Namaz şuuru çocuk yaşta aşılanmalı ama bunları düşünmüyoruz çocuğumuz büyüsün iyi üniversite okusun iyi yere gelsin amacımız bu olmuş. Herkes işi gücü bırakıp camilere dergahlara kapansın demiyoruz.

Bir Müslüman'ın kendine lazım olan dini bilgileri öğrenmesi farzı ayındır.
Namazlarını eda edecek şekilde sûreleri hatasız okuyacak kadar sureleri bilmeside ha keza Farzdır.

~ Ama maalesef toplum olarak kulaktan dolma bilgilerle doluyoruz hiç düşünmüyoruz, araştırmayı sevmiyoruz.Herşeyde itidalli olmalıyız, aşağıdaki hadiste de iki cihan serveri öyle buyurmuş:

Enes ibni Mâlik (Radıyallahu Te'âlâ Anh) hazretleri şöyle buyurdu:

● Peygamber Efendimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere, sahâbeden üç kişilik bir grup, Peygamber hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Efendimiz’in ibadetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve

– Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır,dediler. İçlerinden biri:

– Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım, dedi.

Bir diğeri:
– Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim, dedi. Üçüncü sahâbî de:

– Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla evlenmeyeceğim, diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:

– “Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı *olanınızım. *

~ Fakat ben bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem Namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.

● De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir Meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam."
● De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?" (En'am Suresi, 50)

Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah'tır. O’nun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? (Yunus Suresi, 3)

Andolsun biz, Kur'anı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? ﴾17


Yukarıdaki ayeti kerimelerde ne güzeldeDÜŞÜNMEKTEN bahsetmiş.

Yazıma son verirken ;

Rabbim bizlere düşünmeyi nasip etsin. İyi ile kötünün farkını ,cennet ile cehennemin farkını ,şükür ile şükürsüzlüğün farkını idrak etmeyi nasip etsin. Geçici dünya hayatı için ebedi ahiret hayatımız heba olmasın.
Selam ve dua ile
Her şeyi gören ve bilen Allah’a emanetsiniz.

MUHTEREM BİR İMÂM AĞABEYİMİZ

ALLÂH RIZÂSI




gülistan canTartışma
- 10:36



gülistan can originally shared:

ALLÂH RIZÂSI ..

Rabbimiz’in hoşlanmadığı şeylerden kalbimizi temizlemek ve nefsimizin esaretinden kurtulmak zorundayız.

En azından buna niyetlenmeli ve kalbi temizlemenin, nefsi terbiye etmenin gayreti içinde olmalıyız.

Ancak o zaman Allâh u Teâlâ’nın rızâsını gönülden gaye edinmemiz mümkün olur.

Aksi hâlde her söz dilde kalır. Kuru bir iddiâ olmanın ötesine geçemez. Hâlbuki işlerimizi Rabbimiz’in rızâsını kazanmak niyetiyle yapmak mecburiyetimiz var.

Allâh’ın celle celâluhû yeryüzündeki halifesine yakışan budur. Öncelikle niyetlerimizi kontrol etmeliyiz.
İyi niyetlerle başlanmayan işlerden hayır gelmez.

Allâh u Teâlâ’nın rızâsını hedeflemeyen niyetlerle yapılan işler bâtıldır ve reddedilmiştir.

Hazret-i Peygamber Aleyhisselât-u ve's-Selâm bir hadîs-i şerîfte:

“Mü’minin niyetinin âmelinden daha hayırlı olduğunu buyurmuştur.”(Taberanî)
Yani işlerimizi başarmak değil, ne için yaptığımız önemlidir.

Allâh u Teâlâ başarıyı hiç sebepsiz de nasip edebilir. Fakat rızâsını istemeyen den râzı olmaz.

11 Aralık 2014 Perşembe

EY ADEMOĞLU!





Malcolm xİLGİNÇ GERÇEKLER
- 14:12


EY ADEMOĞLU!

Takip için ➡ +Malcolm x​👍

Üzerimde ; gezip dolaşıyorsun!
İçimde ; hareket edemeyeceksin!
Üzerimde ; günah işlersin!
İçimde ; hesap vereceksin!
Üzerimde ; gülüyorsun!
İçimde ; ağlayacaksın!
Üzerimde ; neşelenirsin!
İçimde ; mahzun olacaksın!
Üzerimde ; mal topluyorsun!
İçimde ; pişman olacaksın!
Üzerimde ; haram yiyorsun!
İçimde ; kurtlar seni yiyecek!
Üzerimde ; hile yapıyorsun!
İçimde ; zelil olacaksın!
Üzerimde ; sevinçlisin!
İçimde ; üzüntüye düşersin!
Üzerimde ; ışıkta geziyorsun!
İçimde ; karanlığa düşersin!
Üzerimde ; herkesle berabersin!
İçimde ; yalnız kalacaksın

İslami düşünme metodunun esasları




M. Emin YıldırımTartışma
- 00:18


İslami düşünme metodunun esasları

1- Vakıa hakkında kapsamlı bir arastırma ve teşhis yapılıp neyle karşı karşıya olunduğu bilinmeli. (Doktorun hastasını teşhis etmesi gibi)

2- Teşhis sonucu çözüm ve tedavi için asıl bilgiye yani islami kaynaklara başvurma. (Kur'an, sünnet sahabe icmaı ve şer'i kıyas)

3-Kaynaklara başvururken konuyla ilgili bütün hükümler bir araya getirilip değerlendirilmeli..

4- Elde edilen sonuca şartlar ne olursa olsun tam bir teslimiyet ile bağlanılıp uygulamaya konulması..

Örnek;
Vakıa: faiz. Araştırma ve teşhis: paradan para kazanma..

Kaynaklarda yani geçen adı: Riba.

Ribayla ilgili bütün hükümler faiz/riba'nın çok büyük bir günah olduğuna delalet ediyor.

Sonuç: müslümanlar şartlar ne olursa olsun kıyamete kadar faizle ilgili hiçbir muamelede bulunamayacağı sonucuna teslim olur.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Dua ile ilgili hadisi şeriflr





Emre öztürkHADİSİ ŞERİFLER
- 07:13


-ALLAH katında, duadan daha kıymetli hiçbir şey yoktur.

-Kendisinden dua ederek istekte bulunmayana ALLAH-U TEÂLÂ gazap eder.

-Dua kazayı önler. İyilik de rızkı artırır. Kul, işlemiş olduğu günahlarından dolayı rızkından mahrum olur.

-Dua, ALLAH-U TEÂLÂ’nın bir icra kuvvetidir. Gelmesi kesinleşen kazayı dahi önler, uzaklaştırır.

-Dua müminin silahı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur.

-Şüphesiz dua, gelmiş ve gelecek olan şeylere (kaza ve belalara) karşı faydalıdır. Onun için ey ALLAH'IN kulları, duaya sımsıkı sarılınız.

-Dua, rahmet kapılarının anahtarıdır.

Avuçlarında barındırdığın gücün farkında mısın Ey Müslüman?
Ellerini korkak alıştırma, dua et!
Selam ve Duâ ile...
Hayırlı, nurlu sabahlar :)

9 Aralık 2014 Salı

KIZ ÇOCUĞU NİMETTİR







Gönül YolcusuGÜZEL SÖZLER
- 18:54
#kiz

KIZ ÇOCUĞU NİMETTİR

Kız çocuğu olunca üzülmek hele hele anneyi suçlamak çok yanlıştır. Kur’an-ı kerimde:

“Allah dilediğine kız dilediğine erkek çocuk bahşeder. Kimine hem erkek hem kız çocuğu verir dilediğini de kısır bırakır. Her şeyi hakkı ile bilen ve her şeye gücü yeten ancak Allahtır.” buyuruldu. (Şûra 49 50) .

Peygamber efendimiz: “Kız çocuklarını hor görmeyin.” buyurdu. Hor görmek dini bilmemekten ileri gelir. Hayırlı evlad istemelidir. Hayırlı olmadıktan sonra kız veya erkek olmuş ne fark eder?

Dinimizde kadının ve kız çocuklarının fazileti büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

“Kız çocuğunu güzelce terbiye edip Allahü teâlânın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse o kız çocuğu onun için bir bereket olur Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur.” [Taberânî]

“İki kız evladına güzel muamele eden mutlaka Cennete girer.” [İbni Mace]

“İki kızı veya iki kız kardeşi olup da maişetlerini güzelce sağlayanla Cennette beraber oluruz.” [Tirmizî]

“Çarşıdan aldığı şeyleri erkek çocuklardan önce kız çocuklarına verene Allah rahmetle nazar eder. Allah rahmetle nazar ettiğine de azab etmez.” [Haraiti]

“Çarşıdan turfanda meyva alıp evine getiren sadaka sevabı alır. Getirdiği meyvayı erkek çocuklarından önce kız çocuklarına versin! Kadınları kızları sevindiren Allah korkusundan ağlayanlar gibi sevab kazanır. Allah korkusundan ağlayanın bedeni de Cehenneme haram olur.” [İbni Adiy ]

Erkek çocuk nimet,kız çocuk ise hasenedir;yüce Allah nimetin hesabını sorar,haseneye ise mükâfat verir... İmam Cafer Sadık (a.s)

5 Aralık 2014 Cuma

Bağışla Beni




ayhan adalıHerkese açık olarak paylaşıldı - 18:05


Bağışla beni Rabbim, tevekkülden başkası gelmiyor elimden,
ki başkası da yoktu elimde.
Şimdi elimden gelenlerin hepsi senin "El"inde.
Bağışla beni Rabbim göremedim.
Göremedim, nice ananın karnında nice karanlıklar içindeyken gün yüzüne çıkardığını bebelerin yüzünü.
Unuttum, çocukların tebessümünü nice belirsizliklerden alıp hayat verdiğini,
Bilemedim, yüreğimizi yokluğun dehlizlerinden aşırıp aşkın vadisine eriştirdiğini.
Göremedim, her sabah yerin sükûnetini odamda bir ekmek gibi sımsıcak hazır ettiğini.
Her akşam yastıkta unuttuğum bedenimi sabah yeniden yanıma verdiğini göremedim.
Beni her sabah yeniden ihya ettiğini, bedenimi her an yarattığını, varlığımı her an yokluktan geri getirdiğini göremedim.
Göremedim Rabbim her günü ödünç verdiğini.
Göremedim, bilemedim,unuttum ,bağışla beni...
Fakat, şimdi gördüklerim gösterdi bana hepsini
Geç kaldım görmekte.
Tebessümü beton yığınları arasında sönen bebeler gördümse de, biliyorum Senin El'inde şimdi hepsi ve sonsuz tebessümler verdin herbirine.
Sevinci soğuk topraklarda boğulmuş çocuklar gördümse de, biliyorum Senin Rahmetinin kucağında hepsi ve bitmez sevinçler bağışladın herbirine.
Ümitleri bir amansız sarsıntıyla yıkılan insanları gördümse de, biliyorum Senin Şefkatinin ikliminde âsûde ve mutlu her biri...
Bağışla beni Rabbim, unuttum, nisyanda kaldım.
Hatırlamadım verdiğini ve var kıldığını.
Elimden alınca verdiğini ve yokluğa yuvarladığında varlığımı
Ancak o zaman hatırladım ve ama geç hatırladım.
Gördüm, ama güç gördüm, acıyla gördüm.
Varlıkta kör oldum, yoklukta gördüm.
Bollukta unuttum, darlıkta hatırladım.
Affet beni Rabbim, bari, yoklukta Sana vardım.
Hiç olmazsa, hiçlikte seni andım.
Şimdi, bir tevekkül kaldı elimde.
Başka herşey düştü, herşey yokluğa döküldü.
Hatırladım, elimdekiler de, ellerim de Senin Elinde.
Şimdi, dua sığıyor sadece avuçlarıma.
Sadece yakarış yakışıyor yakama.
Gözlerim müjdeni gözlüyor uzaktan.
Gönlüm hiç bitmez tesellini özlüyor Rabbim
Sen ki, unutmaktan alıkoydun, nisyandan kurtardın beni Rabbim
Şimdi isyandan koru beni Rabbim.
İsyandan koru beni, isyandan koru beni, isyandan koru beni...
Ve affet ki elimde duadan başkası yok,
Affet ki, elimde duâdan başkası yok.

Dua




Beşire ÖztürkGÜZEL SÖZLER
- 20:44


Kimi; ümidini yitirmiştir, isyanı vardır kadere….!!………Kimine göre; yalandır dünya, kimine göre fani….!!Yitik şehrin, sonsuz dünyanın, kaybolan geçmişin, hüzünlü günlerin, bomba seslerinin altında kılınan namazın, nefes almanın,BUNLARI YAŞAMAMIZIN TEK BİR SEBEBİ VAR….SEN’SİN YA RABBİM (c.c.).EY KİMSESİZLERİN KİMSESİ…EY HERŞEYİN SAHİBİ…SANA SIĞINDIK, KOVMA N’OLUR BİZİ KAPINDAN…. !(A M İ N)

La-Tahzen (Üzülme)





Gönül YolcusuGÜZEL SÖZLER
- Dün 20:59


La-Tahzen (Üzülme)…”Üzülme!” der Mevlana ve devam eder…

“Kaybettiğin her şey başka bir surette geri döner.”

La-Tahzen.. Üzülme! Bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun.Tek kanatla uçulmaz.

La-Tahzen.. Üzülme! Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil tozu almaktır. ALLAH sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır neden kederlenirsin?

La-Tahzen.. Üzülme! Taş taşlıktan geçmeden parmaklara yüzük olamaz, yüzük olmayı dileyen taş ezilmeyi ve yontulmayı göze almalıdır...

3 Aralık 2014 Çarşamba

Sadakanın önemi nedir?





Mektebi islamRESİMLER VE VİDEOLARIMIZ
- 07:40


Sual: Sadakanın önemi nedir?
CEVAP
Allah rızası için yapılan, maddi ve manevi her iyiliğe, sadakadenir. Şeytan verdirmek istemese de sadaka vermelidir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Şeytan, fakirleşirsiniz diye korkutup, size cimriliği, çirkin şeyleri emreder, sadaka verdirmek istemez. Allah ise kendi lütfundan size mağfiret ve bol nimet vadediyor. Allah'ın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilendir.) [Bekara 268]

Sadakanın faydaları hakkında, hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Hastalarınızı sadakayla tedavi edin. Sadaka, her hastalığı ve belayı defeder.) [Beyheki]

(İlmi olan ilminden, malı olan malından sadaka versin.) [İbni Sünni]

(İyilik ömrü artırır, sadaka günahları giderir ve kötü ölümden korur.) [Taberani]

(Sadaka verenin rızkı artar ve duası kabul olur!) [İbni Mace]

(Sadaka vermeye engel olana, lanet olsun.) [Isfahanı]

(Sadaka, kabir azabından korur. Kıyamette de himaye altına alır.) [Beyheki]

(Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da günahları yok eder.)[Tirmizi]

(Vallahi, sadaka vermekle mal eksilmez. O halde sadaka verin!) [İ. Ahmed]

(Sadaka malı artırır. Öyleyse sadaka verin.) [İbni Ebiddünya]

(Sadaka 70 çeşit belayı önler. Bunların en hafifi cüzzam ve barastır.) [Hatib]

(Gizli verilen sadaka, Allah'ın gazabını söndürür.) [Beyheki]

(Sırf Allah rızası için sadaka verene, kıyamette Allahü teâlâ,"Ey kulum, sen benim rızamı gözettin, ben de seni hakir etmem ve vücudunu Cehenneme haram kılarım. Haydi, Cennete istediğin kapıdan gir" buyurur.) [Deylemi]

(Az da olsa sadaka verin. Parayı saklayıp vermeyene, Allah da ihsanını keser.) [Müslim]

(Rızkının bol olmasını isteyen sadaka versin.) [Deylemi]

(Sadaka vererek rızkınızı bollaştırın.) [Beyheki]

(Sadaka malı çoğaltır.) [İbni Adiy]

(Sadaka verin. Çünkü sadaka Cehennemden kurtuluşunuza sebep olur.) [Taberani]

(Bir hurma tanesi de olsa, sadaka olarak verin; çünkü o, az da olsa açlığı dindirir ve suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder.) [İbni Mübarek]

(Güne başlarken sadaka vermek, felaketleri önler.) [Deylemi]

(Sadaka, nafile oruç tutmaktan daha faziletlidir.) [Beyheki]

(Sevabı Müslüman ana babasına niyet edilerek verilen sadakanın sevabı, onlara da gider, kendi sevabından da bir şey eksilmez.) [Taberani]

(Sadaka olarak verilen bir parça ekmek, Allah katında Uhud dağı kadar büyür.) [Taberani]

30 Kasım 2014 Pazar

Hangi illerin İsimleri Değişti-2-


ADANA: 1926'ya kadar KOZAN. 1926'da Kozan ilçeye dönüştürülüyor. Yine CEBELİBEREKET ismiyle o bölgede bir il daha var. 1933'te Cebelibereket lağvoluyor ve ilçeleriyle birlikte Adana'ya bağlanıyor. Adana ilinin adı 1933'te değiştirilerek SEYHAN isimli bir il haline geliyor. 1956'da Seyhan, Adana oluyor.
ÇATALCA: 1926’ya kadar il imiş.
GAZİANTEP: 1926 yılına kadarki ismi AYINTAP, o yıl GAZİAYINTAP oluyor.
MANİSA: İlk ismi, Osmanlı’dan bir önceki beyliklerden birinin yerleşim yeri olması nedeniyle SARUHAN. 1926’da Manisa oluyor.
ŞANLIURFA: 1984’te Şanlı oluyor. Ama ilk adı SİVEREK. Siverek, 1926’da il olmaktan çıkarılıp ilçe haline getiriliyor.

ARTVİN: 1921’de il olmadan önceki ismi LİVANE. Örneğin Zülfü Livaneli, Livanelilidir. 1933’te Rize ve Artvin birleşerek ÇORUH ismini alıyor. Sonra Rize ayrılıyor ve 1956’da Çoruh ismi Artvin halini alıyor.
YOZGAT: 1926 yılına kadar olan ismi BOZOK
BİLECİK: 1926’ya kadar bu ilin adı ERTUĞRUL idi. (Burada bir parantez şart: Ağrı’nın ilk ismi Bayazıt; Bilecik’in ilk ismi Ertuğrul. Özkökümüzü hatırlattığı için Ertuğrul ismi kaldırılıyor!
TUNCELİ: 1926’ya kadarki ismi DERSİM. O yıl ilçe haline getiriliyor ve Elazığ (Elaziz) iline bağlanıyor.
KAHRAMANMARAŞ: 1973’te Kahraman sözcüğü ekleniyor.
ELAZIĞ: 1937’ye kadarki ismi ELAZİZ. (Böylece bir padişah ismi daha gitmiş
oluyor.)
Devamı için aşağıdaki linki tıklayın
 http://peygamberiminizinden.blogspot.com.tr/2014/11/hangi-illerin-isimleri-degisti.html

Hangi İllerin İsimleri Değişti -1-


GİRESUN: 1921’de il oluyor. 1925’te KARAHİSARIŞARKİ isimli bir başka il, ŞEBiNKARAHİSAR ismini alıyor. 1933’te Şebinkarahisar il olmaktan çıkarılıp, Giresun’a ilçe olarak bağlanıyor.
DİYARBAKIR: 1937’ye kadar olan ismi DİYARBEKİR.. (Bir harf için ne isimler değişiyor Ya Rab! Kaldı ki Bekir ismi hakaret unsuru mudur? Yani ilk ismi TUZSUZDELİBEKİR olsa anlardım!) Bu arada o bölgede ERGANİ isimli bir il de var. Ergani, 1926’da lağvediliyor.
Devamı için tıklayın..
 Muğla- 1926 kadar Menteşe
Rize 1926 kadar Lazistan
BURSA: 1924’ten önceki ismi HÜDAVENDİGAR. Ki, 1. Murat’ın unvanıdır. Bu unvanı kullanan tek padişahtır. Diğerleri ya Han, ya Sultan, ya Bey gibi isimler kullanırdı.
ÇANKIRI: 1925’e kadar KÂNGIRI. 
KIRKLARELİ: 1926’ya kadarki ismi KIRKKİLİSE
BİNGÖL: 1926’ya kadarki ismi GENÇ.
AFYONKARAHİSAR: İlk ismi KARAHİSAR-I SAHİB. Sahib, bir Selçuklu veziri. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Afyonkarahisar, daha sonra kısaca Afyon oluyor. 2005’te ise bu karışıklığı gidermek için çıkarılan kanunla Afyonkarahisar ismini alıyor.
AĞRI: İlk adı BAYAZIT. 1920’de Erzurum’dan ayrılıyor ve Bayazıt oluyor. Cumhuriyet, Osmanlı padişahlarına “yoz” dediği için Bayazıt ismi 1926’da KARAKÖSE adını alıyor. 1938’de Ağrı oluyor. Kelimenin aslı, Ağori. ADANA: 1926’ya kadar KOZAN. 1926’da Kozan ilçeye dönüştürülüyor. Yine CEBELİBEREKET ismiyle o bölgede bir il daha var. 1933’te Cebelibereket lağvoluyor ve ilçeleriyle birlikte Adana’ya bağlanıyor. Adana ilinin adı 1933’te değiştirilerek SEYHAN isimli bir il haline geliyor. 1956’da Seyhan, Adana oluyor.
BALIKESİR: Yüzyıllarca KARESİ ismi olarak bilinen il 1926’da Balıkesir adını alıyor.
SAMSUN: Yine 1926. O yıla kadarki ismi CANİK ili.
ÇANAKKALE: Çanakkale, önce BİGA sancağının merkezi. Sonra 1925’te Çanakkale il oluyor. Biga Çanakkale’ye bağlanıyor. Hatta 1926’ya kadar GELİBOLU isimli bir il de var. Bu il de lağvedilip Çanakkale’ye ilçe olarak bağlanıyor.
Devamı için aşağıdaki linki tıklyın

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı