25 Aralık 2021 Cumartesi

Ashabıma sebbetmeyin. Nefsimi elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim ki, şayet sizden biri, Uhud dağı kadar çok altın infak etse, ashabımdan birinin bir müdd hatta onun yarısı kadarki infakına, sevapta yetişemez

 



حَدّثَنَا مُحَمّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ. ثَنَا جَرِيرٌ. ح وَحَدًّثَنَا عَلِىُّ بْنُ مَحَمّدٍ ثَنَا وَكِيعٌ ح وثَنَا أبُو كُريْبٍ. ثَنَا أبُو مُعَاوِيَةَ. جَمِيعاً عَنِ اﻻٔعْمَشِ، عَنْ أبِي صَالِحٍ، عَنْ أبِي هُرَيْرَةَ؛ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّهِ ( صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ) «ﻻَ تَسُبُّوا أصْحَابِي. فوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ! لَوْ أنَّ أحَدَكُمْ أنْفَقَ مِثْلَ أُحُدٍ ذَهَباً مَا أدْرَكَ مُدَّ أحَدِهِمْ وﻻَ نَصِيفَهُ».

في الزوائد: إسناده صحيح.




Hazreti Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) anlatıyor: 
"Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: 
"Ashabıma sebbetmeyin. Nefsimi elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim ki, şayet sizden biri, Uhud dağı kadar çok altın infak etse, ashabımdan birinin bir müdd hatta onun yarısı kadarki infakına, sevapta yetişemez."

Açıklama:

1- Hadis, Ashab'ın diğer Müslümanlara üstünlüğünü ifade etmede mühim bir nassdır. Ancak, Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)'ın muhatabı kimlerdir hususu bazı açıklamaları gerekli kılmıştır. Çünkü, Aleyhissalâtu Vesselâm efendimizi mü'min olarak görüp mü'min olarak ölen herkese şerefbahş olan sahabi ünvanı verilmektedir. 
Şarih Sindî, muhataplar hakkındaki yorumları şöyle özetler: 

1) Kendisinden sonra gelecek olan mü'minlerdir.

2) Asr-ı saaadette yaşadığı halde sahabe olma şerefini kazanamamış Müslümanlardır. Böylelerine muhadram da denir. Hadis, gelecekteki Müslümanların da bu gruba dahil olacağına delalet eder.

3) Bir kısım alimler, muhatabın bazı sahabiler olduğunu söylemiştir. Nitekim, rivayette geldiğine göre, Hazreti Halid İbnu Velid ile Hazreti Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anhümâ) bozuşurlar. Bu sebeple Halid, Abdurrahman'a sebbeder. Durum Aleyhissalâtu Vesselâm'a intikal edince, sadedinde olduğumuz hadis-i şerif sudur eder. Abdurrahman'ın ilk İslam'a girenlerden, Halid'in de muahharan İslam'la şereflenenlerden olduğu gözönüne alınınca, Aleyhissalâtu Vesselâm'ın "Benim ashabım" tabiriyle ilkleri kastettiği anlaşılır.

4) Sübkî, Resulullah'ın "Benim ashabım" sözüyle Mekke Fethi'nden önce İslam'a girenleri kastettiğini söyler. Nitekim bu görüşü destekleyen bir ayette "Sizden Mekke'nin fethinden önce bağışta bulunan ve cihad edenler, diğerleriyle bir olmaz. Onların derecesi daha sonra bağışta bulunan ve cihad edenlerden daha büyüktür..." (Hadid 10) buyrulmuştur.

Alimlerimizin hadislerden çıkardığı her bir mananın muteber olduğu bir durum vardır. Zaten Aleyhissalâtu Vesselâm, cevamiu'lkelimle mümtaz kılınmıştır. Öyleyse burada da hem yaşadığı devrin şartlarına uyan, hem de muahhar devirlere uyan manaların hepsinin murad olduğuna hükmedeceğiz. Bu durumda bize göre, hadis ulemasının sahabi tarifine uyan bir zatın bir veya yarım müdd miktarındaki bir infakı, sahabi olmayan bir kimsenin Uhud dağı azametinde altın infakından daha makbuldür, Allah indinde daha sevaplıdır. Bu anlayış, Ehl-i Sünnet ulemasının, "en ami bir sahabenin, ilim, velayet vesair hususlarda en yüce mertebede olan bir başkasından daha üstün olduğuna dair prensibine de muvafıktır. Sahabi bu dinin müessisi olması sebebiyle "sebep olan, yapan gibidir" sırrınca, arkadan kıyamete kadar gelecek ümmetin sevabına da aynen iştirak etmektedir. Bu sebeple Allah yolunda, Uhud dağı miktarınca altın bağışlayan kimse ami bir sahabiye yetişemez. Çünkü bu kimsenin sevabı, sahabinin defterine de işlemektedir. Ayrıca, meselenin bir başka yönü, sahabenin doğrudan doğruya, Resulullah'tan tefeyyüz etmenin imtiyazına sahip olmasıdır."

Daha önce bu hususlar açıklandı.

2- Şunu da belirtelim ki, Ashab arasında cereyan eden bazı elim hadiseler, bize Ashab'tan birine sebbetme ruhsatı tanımaz. Ehl-i Sünnet alimleri Ashab'a sebbetmenin büyük günah olduğu hususunda tereddüt etmemiştir. Çünkü onlar müçtehiddir. Dinin selameti, Allah'ın rızası için yaptıkları içtihadda farklı neticelere vardılar. Siyaset araya girince lihikmetin aralarında elim hadiseler husule geldi. Bu hal mü'minlerin onlardan bir kısmına sebbini caiz kılmaz. Cumhur, sahabeden birine sebbedenin ta'zir cezasına çarptırılacağına hükmetmiştir. Malikîlerden bazıları ise "ölüm cezasına çarptırılacağını" söylemiştir. 
Şu halde Ashab'ın tamamı ulemayı kirama göre, bu ümmet-i merhumenin müşterek mefahirlerinden biridir. Onlara olan sevgi ve hürmet de İslam'ın şeairindendir. Cenab-ı Hak samimi Müslümanları herhangi bir sahabiye sebbetme dalaletinden muhafaza buyursun. Amin!

3- Hadiste geçen müd, muhtelif seferler açıklandı. Kısaca açıklamak gerekirse, iki avuçluk bir miktar olup, 260 dirhem kadardır. Bir dirhem yaklaşık 3.2 gramdır.


Kaynak
İbnu Mace Sünen (161) - Hds :(6028)







20 Aralık 2021 Pazartesi

Sizin adınıza en çok korktuğum şey küçük şirktir



عن محمود بن لبيد -رضي الله عنه- مرفوعاً: "أَخْوَفُ ما أخاف عليكم: الشرك الأصغر، فسئل عنه، فقال: الرياء".
[صحيح.] - [رواه أحمد.]
المزيــد ...

Mahmûd b. Lebîd'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: 
«Sizin adınıza en çok korktuğum şey küçük şirktir. Onun ne olduğu sorulduğunda, o riyâdır.» buyurmuştur.
[Sahih Hadis] - [Ahmed rivayet etmiştir]


Şerh

Bu hadiste Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bizim için en çok korktuğu şeyin küçük şirk olduğunu haber vermiştir. 
Bunun sebebi Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ümmetine olan şefkat ve rahmetinin kemali ve onların ahvalini düzeltecek hususlarda hırslı olmasıdır. 
Küçük şirk olan riyanın sebeplerinin kuvvetli oluşunu bilmesi ve gerekçelerinin çok olmasıdır. Belki de müslümanlar, farkında olmadan girerek onlara zarar vermesi sebebiyle onları uyarmış ve sakındırmıştır.








15 Aralık 2021 Çarşamba

Kâfir, Müslümana mirasçı olmaz, Müslüman da kâfire mirasçı olmaz, hadisi şerifi

عن أسامة بن زيد- رضي الله عنه- مرفوعاً: «قلت ُيا رسول الله، أتنزل غدا في دارك بمكة؟ قال: وهل ترك لنا عقيل من رِبَاعٍ؟ ثم قال: لا يَرِثُ الكافر المسلم، ولا المسلم الكافر

[صحيح.] - [متفق عليه.]


Usame b. Zeyd -radıyallahu anh- merfu olarak rivayet ediyor: 

"Ey Allah’ın Rasûlü! Yarın, Mekke’deki evinde mi konaklayacaksın? dedim." 
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-: 
«Akîl, bize herhangi bir yer bıraktı mı ki?» dedi ve sonra şöyle buyurdu: 
«Kâfir, Müslümana mirasçı olmaz, Müslüman da kâfire mirasçı olmaz.»
[Sahih Hadis] - [Muttefekun Aleyh]


Şerh

Mekke’nin fethi günü geldiği zaman, 
Usâme b. Zeyd -radıyallahu anh- Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e; 

“Fetih gününün sabahı evinde konaklayacak mısın? diye sordu. 

Bunun üzerine Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-: 

«Akîl, bize herhangi bir yer bıraktı mı ki?» dedi. 

Bu, Ebu Tâlib’in şirk üzere ölmesi sebebiyle idi. O, öldüğünde geride dört erkek evlat bıraktı. 
Ali ve Cafer, Ebu Tâlip vefat etmeden önce Müslüman oldular ve (Müslüman oldukları için müşrik olarak ölen) babalarına mirasçı olamadılar. 
Akîl ve Talip ise kavimlerinin dini üzere kaldılar. Tâlip, Bedir savaşında öldürüldü. Ev Akîl’e kaldı. O da evi sattı. 

Sonra Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-, 
Müslümanla kâfir arasındaki hükmü açıkladı ve şöyle dedi: 

«Müslüman, kâfire mirasçı olmaz, kâfir de müslümana mirasçı olmaz.» 

Çünkü miras; sıla, akrabalık ve fayda üzerine kuruludur. Mirasçı ile miras bırakanın dinleri farklı ise bu fayda ve akrabalık bağı kesiktir. 
Çünkü din; en kuvvetli bağdır. Sapasağlam bir kulptur. Bu bağ kaybedilirse bu bağ ile birlikte akrabalık dâhil bütün bağlar kaybedilir. 
İki taraf arasındaki miras bağı da kopar. Çünkü din bağı; soy ve akrabalık bağından daha kuvvetli bir bağdır.


7 Aralık 2021 Salı

Kur’an senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar; kimi onu âzâd kimi de helâk eder




وعن أبي مالك الحارث بن عاصم الأشعري رضي الله عنه قال‏:‏ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم ‏:‏ ‏ "‏الطهور شطر الإيمان، والحمد لله تملأ الميزان، وسبحان الله والحمد لله تملآن -أو تملأ- ما بين السماوات والأرض، والصلاة نور، والصدقة برهان، والصبر ضياء، والقرآن حجة لك أو عليك‏.‏ كل الناس يغدو، فبائع نفسه فمعتقها، أو موبقها‏"‏ ‏(‏‏(‏رواه مسلم‏)‏‏)‏‏.‏




Ebû Mâlik Hâris İbni Âsım el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillah duası mizânı, subhanallah ve elhamdülillah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur. Namaz nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyâdır. Kur’an senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar; kimi onu âzâd kimi de helâk eder.”

Müslim,Tahâret 1. Ayrıca bk.Tirmizî, Daavât 86

30 Kasım 2021 Salı

Bize müjde verdin, öyle ise (beytül-malden) iki kere bağış yap!" diye talepde bulundular Bu cevap karşısında Resulullah (Sav)'ın yüzünün rengi attı

 


عن عمران بن حصين رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: [دَخَلْتُ عَلى رسولِ اللّهِ (صلى الله عليه و سلم) المَسْجِدَ فَأتَى نَاسٌ مِنْ بَنِى تَمِيمٍ، فقَالَ: اقْبَلُوا البُشْرَى يَا بَنِى تَميمٍ، فقَالُوا: بَشَّرْتَنَا فأعْطِنَا مَرَّتَيْنِ، فَتَغَيَّرَ وَجْهُهُ، ثُمَّ دَخَلَ عَلَيْهِ نَاسٌ مِنْ أهْلِ الْيَمَنِ، فقَالَ: اقْبَلُوا البُشْرَى يَا أهْلَ اليَمَنِ إذْ لَمْ يَقْبَلْهَا بَنُو تَميمٍ، قَالُوا: قَبِلْنَا يَا رسولَ اللّهِ، ثُمَّ قالُوا: جِئْنَا لِنَتَفَقَّهَ في الدِّينِ، وَلِنَسْألكَ عَنْ أوَّلِ هذَا الأ مْرِ مَا كَانَ؟ قال: كانَ اللّهُ تَعالى، وَلَمْ يَكُنْ شَئٌ قَبْلَهُ، وَكَانَ عَرْشُهُ عَلى المَاءِ، ثُمَّ خَلَقَ السَّمَواتِ وَالأ رْضَ، وَكَتَبَ في الذِّكْرِ كُلَّ شَئٍ]. أخرجه البخارى والترمذى .

Alemin yaratılışı hakkında

İmran İbnu Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: 
Mescidde, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın huzuruna girmiştim. (O sırada) Beni Temim kabilesinden bir grup insan geldi. Onlara: 
"Ey Beni Temim, size müjde olsun!" diyerek söze başlamıştı. Onlar hemen: 

"Bize müjde verdin, öyle ise (beytül-malden) iki kere bağış yap!" diye talepde bulundular. 

Onların bu cevabı karşısında Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın yüzünden rengi attı. 

Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna (Hayberin fethi sırasında) Yemen halkından bir grup (Eş'ari) girmişti. Onlara: 

"Ey Yemenliler! Beni Temim 'in kabul etmediği müjdeyi siz bari kabul edin!" dedi. 

Onlar: "Kabul ettik ey Allah'ın Resulü!" dediler ve arkadan ilave ettiler: 

"Biz dinimizi öğrenmeye ve bu (yaratılış) işinin başı ne idi, onu senden sormaya geldik!" dediler. 

Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), mahlükatın ve Arş'ın başlangıcını anlatmaya başladı:

"Bidayette Allah vardı, O'ndan önce başka bir şey yoktu. O'nun Arş'ı suyun üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra zikr (denen kader defterinde ebede kadar cereyan edecek) her şeyi yazdı."


Kaynak
Buhari, Megazi, 67, 74, Bed'ul-Halk 1, Tevhid 22, Tirmizi, Menakıb, 3946

23 Kasım 2021 Salı

Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar





وعن أبي هريرة عبد الرحمن بن صخر رضي الله عنه قال قال رسول الله صلى الله عليه وسلم‏:‏ ‏"‏ إن الله لا ينظر إلى أجسامكم ، ولا إلى صوركم، ولكن ينظر إلى قلوبكم وأعمالكم‏"‏ ‏(‏‏(‏رواه مسلم‏)‏‏)‏‏.‏




Ebû Hureyre Abdurrahman İbni Sahr radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- “Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar.”

Müslim, Birr 33. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 9




14 Kasım 2021 Pazar

Allahım! Ashâbımın (Mekke’den Medine’ye) hicretini tamamla! Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma!

 




وعن أبي إسحاق سعد بن أبي وقاص مالك بن أهيب بن عبد مناف بن زهرة بن كلاب بن مرة بن كعب بن لؤى القرش الزهرى رضي الله عنه، أحد العشرة المشهود لهم بالجنة، رضي الله عنهم، قال‏:‏ ‏ "‏ جاءنى رسول الله صلى الله عليه وسلم يعودنى عام حجة الوداع من وجع اشتد بى فقلت‏:‏ يارسول الله إني قد بلغ بى من الوجع ما ترى، وأنا ذو مال ولا يرثنى إلا ابنة لي، أفاتصدق بثلثى ما لي‏؟‏ قال‏:‏ لا، قلت‏:‏ فالشطر يارسول الله‏؟‏ فقال‏:‏ لا، قلت‏:‏ فالثلث يا رسول الله‏؟‏ قال الثلث والثلث كثير- أو كبير- إنك أن تذر ورثتك أغنياء خير من أن تذرهم عالة يتكففون الناس، وإنك لن تنفق نفقة تبتغى بها وجه الله إلا أجرت عليها حتى ما تجعل في فيّ امرأتك قال‏:‏ فقلت‏:‏ يارسول الله أخلف بعد أصحابي‏؟‏ قال‏:‏ إنك لن تخلف فتعمل عملا تبتغي بهوجه الله إلا ازددت به درجة ورفعةً، ولعلك أن تخلف حتى ينتفع بك أقوام ويضرّ بك آخرون‏.‏ اللهم امض لآصحابى هجرتهم، ولا تردهم على أعقابهم، لكن البائس سعد بن خولة‏"‏ يرثى له رسول الله صلى الله عليه وسلم أن مات بمكة‏.‏‏(‏‏(‏متفق عليه‏)‏‏)‏‏.


Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebû İshâk Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh şöyle dedi:

Vedâ Haccı yılında (Mekke’de) yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ziyâretime geldi. Ona:

- Yâ Resûlallah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı? Diye sordum.

Hz. Peygamber:

- “Hayır”, dedi.

- Yarısını dağıtayım mı? Dedim.

Yine: - “Hayır”, dedi.

- Ya üçte birine ne buyurursun, yâ Rasûlullah? Diye sordum.

- “Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açtırmaktan hayırlıdır. Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın” buyurdu.

Sa`d İbni Ebû Vakkâs sözüne devamla dedi ki:

- Yâ Rasûlallah! Arkadaşlarım gidipte ben kalacak mıyım? (burada ölecek miyim?) diye sordum.

- “Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızâsı için güzel işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar (mü’minler) senden fayda, kimileri de (kâfirler) zarar görecektir.

Allahım! Ashâbımın (Mekke’den Medine’ye) hicretini tamamla! Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa`d İbni Havle’dir” buyurdu.

Bu sözleriyle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Sa`d İbni Havle’nin Mekke’de ölmesine üzüldüğünü ifade etti.

Buhârî, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6 ; Müslim, Vasıyyet 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbni Mâce, Vesâyâ 5

13 Kasım 2021 Cumartesi

Sen niyet ettiğin sadaka sevabını kazandın. Ma`n! Aldığın para da senindir

 


وعن أبي يزيد معن بن يزيد بن الأخنس رضي الله عنهم، وهو وأبوه وجده صحابيون، قال‏:‏ كان أبي يزيد أخرج دنانير يتصدق بها فوضعها عند رجل في المسجد فجئت فأخذتها فأتيته بها، فقال‏:‏ والله ما إياك أردت، فخاصمته إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم فقال‏:‏ ‏ "‏ لك ما نويت يا يزيد، ولك ما أخذت يامعن‏"‏ ‏(‏‏(‏رواه البخاري‏)‏‏)‏‏.




Ebû Yezîd Ma`n İbni Yezîd İbni Ahnes radıyallahu anhüm Ma`n de, babası Yezîd de, dedesi Ahnes de sahâbîdir şöyle dedi:

Babam Yezîd sadaka vermek üzere yanına birkaç dinar aldı ve onları Mescid-i Nebevî de oturan birinin yanına koydu. Ben Mescid’e uğrayarak paraları aldım ve babama götürdüm.

Babam:

- Vallâhi ben onları sen alasın diye bırakmamıştım deyince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına giderek durumu arzettim.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

- “Yezîd! Sen niyet ettiğin sadaka sevabını kazandın. Ma`n! Aldığın para da senindir.”

Buhârî, Zekât 15. Ayrıca bk. Dârîmî, Zekât 14; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 470

6 Kasım 2021 Cumartesi

Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?







عن أبي بَكْرَةَ- رضي الله عنه - عن النبي -صلى الله عليه وسلم- أنه قال: «أَلا أُنَبِّئُكم بِأَكْبَرِ الْكَبَائِر؟»- ثَلاثا- قُلْنَا: بَلى يا رسول الله، قَالَ: «الإِشْرَاكُ بِالله وَعُقُوقُ الوالدين، وكان مُتَّكِئاً فَجَلس، وَقَال: ألا وَقَوْلُ الزور، وَشهَادَةُ الزُّور»، فَما زال يُكَرِّرُها حتى قُلنَا: لَيْتَه سَكَت.


[صحيح.] - [متفق عليه.]
المزيــد ...


Ebû Bekre -radıyallahu anh-’dan rivayet edildiğine göre Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: 
“Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?” diye üç defa sordu. Biz de: Evet, yâ Resûlallah, dedik. 
Rasûlullah: “Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek” buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve “İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmak” buyurdu. 
Bu sözü durmadan tekrarladı. Daha fazla üzülmesini istemediğimiz için keşke sussa, diye arzu ettik

[Sahih Hadis] - [Muttefekun Aleyh]

Şerh

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ashabına büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi? dedi. Sonra bu üç şeyi zikretti: 
Allah'a şirk koşmak, bu uluhiyet makamına saldırmak ve Allah- Subhanehu ve Teâlâ-'nın hakkını alıp, bunu hak etmeyen aciz maklukatına vermektir. Ana babaya itaatsizlik etmek çok çirkin bir günahtır; çünkü insanların en yakınına iyiliğe karşılık kötülükle muamele etmektir. Yalancı şâhitlik düzmece ve yalan bütün sözü içerir. Bununla bir kimsenin malını almak yada ırzına saldırmak vb. gibi şeylerle eksik bırakmak istenmiştir.

29 Ekim 2021 Cuma

Üç sınıf insan vardır ki kıyamet günü Allah, onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için can yakıcı bir azab vardır



Ebû Zer radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Üç sınıf insan vardır ki kıyamet günü Allah, onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için can yakıcı bir azab vardır."

Râvî dedi ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu cümleyi üç kere tekrarladı.

Ebû Zer:

- Bu kimseler tam bir mahrumiyete ve hüsrana uğramışlar. Bunlar kimlerdir, Ey Allah'ın Resûlü? diye sordu. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de:

- "Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticaret malını iyi bir fiyatla satmaya çalışandır" cevabını verdi.

Müslim, Îmân 171. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 25; Tirmizî, Büyû' 5; Nesâî, Zekât 69, Büyû' 5, Zînet 103; İbni Mâce, Ticârât 30

Müslim’in Îman bölümündeki 171. hadisin ikinci rivâyetinde "izârını yerde sürükleyen" kaydı bulunmaktadır. Bu da çalım satmak maksadıyla elbisesini topuklarından aşağıya uzatan anlamına gelir.

27 Ekim 2021 Çarşamba

Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır?


وعن أبي موسى عبد الله بن قيس الأشعرى رضي الله عنه قال‏:‏ سئل رسول الله صلى الله عليه وسلم عن الرجل يقاتل شجاعة، ويقاتل حميةً، ويقاتل رياء، أى ذلك في سبيل الله‏؟‏ فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم‏:‏ ‏ "‏ من قاتل لتكون كلمة الله هى العليا فهو في سبيل الله‏"‏ ‏(‏‏(‏متفق عليه‏)‏‏)‏‏.‏



Ebû Mûsâ Abdullah İbni Kays el-Eş`arî radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

- Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? Diye soruldu.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi:

- “Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır.”

(Buhârî, İlim 45, Cihad, 15, Farzu’l-humüs 10, Tevhîd 28; Müslim, İmâre 150, 151. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-cihad 16; Nesâî, Cihad 21; İbni Mâce, Cihad 13)

20 Ekim 2021 Çarşamba

İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “ra”, ameller îmândan parça değildir buyurdu. Îmân, inanmak demekdir. İnanmakda azlık çokluk olmaz, İbâdetler, îmân olsaydı, îmân azalıp çoğalırdı.




İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, ameller îmândan parça değildir buyurdu. Îmân, inanmak demekdir. İnanmakda azlık çokluk olmaz. İbâdetler, îmân olsaydı, îmân azalıp çoğalırdı. 
Gözden perde kalkıp azâb görüldükden sonra olan îmân kabûl olmaz. O ânda, îmân ile gidenlerin îmânları ancak kalb iledir. İbâdetler yapılamaz. Âyet-i kerîmede buna îmân denildi. 
Âyet-i kerîmelerde, îmânı olanlara, ibâdet yapmaları emr ediliyor. Bundan da, îmânın ibâdetden başka olduğu anlaşılmakdadır. 
Bunlardan başka, Kur’ân-ı kerîmde, (Îmân edenler ve sâlih işler yapanlar) buyuruldu. Bu da, ibâdetlerin îmândan başka olduklarını gösteriyor. (Mü’min iken, sâlih amel işliyenler) âyet-i kerîmesi, amellerin îmândan ayrı olduklarını açıkça göstermekdedir. Çünki, şartın meşrûtdan başka olması lâzımdır. 
Îmân edip, hiç ibâdet yapamadan, hemen ölenin, mü’min olduğu söz birliği ile bildirilmişdir. Cibrîl hadîsinde de îmânın yalnız inanmak olduğu bildirilmiştir.

İmâm-ı Ahmed ve imâm-ı Şâfi’î ve hadîs âlimlerinden birçoğu ve Eş’arîler “rahime-hümullahü teâlâ” ve Mu’tezile, ibâdetler îmânın parçasıdır. Îmân azalıp çoğalır dediler. Îmân ile amel, başka olursa, günâh işliyenlerin îmânları ile, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” îmânları bir olurdu dediler. (Onlara âyetlerim okunduğu zemân, îmânları artar) âyeti ve (Îmân artarak, sâhibini Cennete götürür. Azalarak da, Cehenneme sürükler) hadîsi, îmânın azalıp çoğaldığını bildiriyor dediler. 

İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, bunlara cevâb teşkîl eden bilgileri önceden anlatmış, îmânın artması, devâm etmesi, çok zemân sürmesi demekdir demişdir. İmâm-ı Mâlik “rahime-hullahü teâlâ” de böyle dedi. Îmânın çok olması, inanılacak şeylerin çoğalması demekdir. 
Meselâ, Eshâb-ı kirâm, önce az şeylere inanırlardı. Yeni emrler gelince, îmânları çoğalırdı. Îmânın artması demek, kalbde nûrunun artması demekdir. Bu parlaklık, ibâdet ile artar. Günâh işlemekle azalır. Bu husûsda (Şerh-ı Mevâkıf)[1] ve (Cevheret-üttevhîd) kitâblarında geniş bilgi vardır.



[1] Mevâkıf müellifi Kâdı Adud 756 [m. 1354] de vefât etdi.

10 Ekim 2021 Pazar

La ilahe illallah fazileti hakkında hadisi şerif




Resûlüllah (sa) şöyle buyurur: 

Mûsâ (as):

 “Yâ Rabbi, bana Seni zikredeceğim ve kendisiyle Sana duâ edeceğim bir şey öğret!” deyince, 

Allah (cc): “La ilâhe illallah de!” buyurdu. 

Mûsâ: “Yâ Rab bütün kulların bunu söylüyor.” dedi. 

Allah (cc): “Lâ ilâhe illallah de!” buyurdu. 

Mûsâ: “Lâ ilâhe illâ ente (Senden başka tanrı yoktur)! Ben istiyorum ki sâdece bana tahsis ettiğin bir şey olsun.” dedi. 

“Yâ Mûsâ”, buyurdu Allah, “şâyet yedi gök ve sâkinleri ve yedi yer terâzinin bir kefesinde olsa “Lâ ilâha illallah” da öteki kefede bulunsa, “Lâ ilâhe illallah” ağır çekerdi!”


Kaynak

[129] Buhârî, Deavât, 69; Müslim, Zikr, 5. (Neseî, Ebû Saîd el-Hudrî (ra)’den tahrîc etti.)




16 Eylül 2021 Perşembe

Ben ortakların, ortaklıktan (şirk) en çok müstağnî olanıyım. Kim bir amel işler de o konuda Ben’den başkasını ortak ederse, Benim o işle bir ilgim olmaz; o iş ortak kıldığı şeye âit olur

 


Ebû Hureyre (ra)’den: Resûlüllah (as) şöyle buyurdu:

Aziz ve Celîl olan Allah şöyle buyuruyor: “Ben ortakların, ortaklıktan (şirk) en çok müstağnî olanıyım. Kim bir amel işler de o konuda Ben’den başkasını ortak ederse, Benim o işle bir ilgim olmaz; o iş ortak kıldığı şeye âit olur.” 


kaynak

Bu hadisler ve değerlendirilmeleri için bkz. Aclûnî, Keşfül-hafâ, II, 340; Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 170. (M. Demirci).

13 Eylül 2021 Pazartesi

Ey kullarım, Ben kendi zâtıma zulmü haram ettim, onu sizin aranızda haram kıldım




1. HADİS

Ebû Zer nakleder, Allah Taâlâ’dan rivâyet ederek Peygamber (as) şöyle buyurdu:

“Ey kullarım, Ben kendi zâtıma zulmü haram ettim, onu sizin aranızda haram kıldım; o halde birbirinize aslâ zulmetmeyin. Ey kullarım, Benim hidâyete erdirdiğim müstesnâ hepiniz dalâlettesiniz; o halde Ben’den hidâyete erdirilmenizi isteyiniz ki sizi hidâyete erdireyim. Ey kullarım, Benim yedirdiklerim müstesnâ hepiniz açsınız; o halde benden yiyecek isteyiniz ki size yiyecek vereyim. Ey kullarım, Benim giydirdiklerim müstesnâ hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek isteyiniz ki sizi giydireyim. Ey kullarım, siz gece gündüz günah işlersiniz, Ben bütün günahları bağışlarım. Benden mağfiret dileyin ki sizi bağışlayayım. Ey kullarım, siz Bana hiçbir zarar veremeyeceğiniz gibi, Bana bir faydanız da olamaz. Ey kullarım, sizin önceki ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, en müttakî kalbe sâhip kimseler olsaydınız bile,

Benim mülkümde herhangi bir fazlalık olmazdı.

Ey kullarım, sizin önceki ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz en kötü kalbe sâhip kimseler olsaydınız bile Benim mülkümde herhangi bir noksanlık olmazdı. Ey kullarım, sizin önceki ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz bir yerde hep birlikte ayağa kalkıp Ben’den istekte bulunsanız, herkesin istediği şeyi veririm de, bu Benim nezdimde ancak iğnenin denize daldırıldığı zaman eksilttiği şey kadar bir noksanlığa yol açar. Ey kullarım, bu saydıklarım sizlerin amelleriniz ve Benim onlara verdiğim karşılıklar. Kim bir iyilik bulursa Allah’a hamdetsin; kim bunun dışında bir şey bulursa ancak kendini kötülesin!”

Nurlar Hazinesi 1.haidisi şerif
İbni Arabi

8 Eylül 2021 Çarşamba

İki Müslüman, kılıçları ile (birbirlerini öldürmek için) karşı karşıya gelirlerse, ölen de öldürülen de ateştedir

 




عن أبي بكرة نفيع بن الحارث الثقفي -رضي الله عنه- أن النبي -صلى الله عليه وسلم- قال: «إذا التَقَى المسلمانِ بسَيْفَيْهِمَا فالقاتلُ والمقْتُولُ في النَّارِ». قلت: يا رسول الله، هذا القاتلُ فما بالُ المقتولِ؟ قال: «إنه كان حريصًا على قَتْلِ صَاحِبِهِ».  


[صحيح.] - [متفق عليه.]
المزيــد



Ebû Bekre Nufey` b. Hâris es-Sekafî «İki Müslüman, kılıçları ile (birbirlerini öldürmek için) karşı karşıya gelirlerse, ölen de öldürülen de ateştedir.» Dedim ki: "Ey Allah’ın Rasûlü! Bu kâtildir, peki öldürülen kimsenin durumu nedir (o neden ateştedir)?" Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: «O da onu öldürme hususunda istekli idi.»
[Sahih Hadis] - [Muttefekun Aleyh]Şerh

İki Müslüman, kılıçları ile birbirlerini öldürmek ve ortadan kaldırmak için karşı karşıya gelirlerse, ikisi de Allah onları şayet affetmezse ateştedirler. Bu, öldürenin öldürmesi sebebi ile öldürülenin de karşısındakini öldürme isteği sebebiyledir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Şayet biri diğerine haksızlıkla saldırganlıkta bulunacak olursa, artık haksızlıkla saldırganlıkta bulunanla Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın."

31 Ağustos 2021 Salı

Resulullah, mahallelere mescit yapılmasını ve (oraların) temizlenip güzel kokular ile kokulanmasını emretti







عن عائشة -رضي الله عنها- قالت: أَمَر رسول الله -صلى الله عليه وسلم- بِبناء المساجد في الدُّورِ، وأن تُنظَّف، وتُطيَّب.


[صحيح.] - [رواه أبو داود.]
المزيــد


Âişe -radıyallahu anha- şöyle dedi:
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- mahallelere mescit yapılmasını ve (oraların) temizlenip güzel kokular ile kokulanmasını emretti.
[Sahih Hadis] - [Ebû Dâvûd rivayet etmiştir]


Şerh

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- mahallelere mescit yapılmasını emretti. Bunun anlamı her mahallede bir mescidin olması, mecsidlerin pisliklerden ve necasetlerden temizlenecek olması ve korunup kollanmasıdır. Aynı şekilde mescitlere güzel kokulu buhurlar ve diğer güzel kokulu şeylerin konulmasıdır


28 Temmuz 2021 Çarşamba

Nas suresi Tefsiri (kısa)









NÂS SURESİ



Nâs suresi altı âyettir ve Medine'de nazi! olmuştur.[1]



Rahman ve Rahim olan Allahın adyıla.



1-6- Ey Muhammcd de ki: "Cin ve insanlardan olan ve insanların kalblerine vesvese veren o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların rabbi, in­sanların maliki ve insanların mabudu olan Allaha sığınırım."

*Ayet-i kerimede, Allah tealinin sıfatlarından "İnsanların maliki olma" sıfatı zikredilmiştir. Ta ki müminlerin, rablerine ta'zim ettikleri gibi bazı insan­ların ileri gelen diğer insanlara ta'zim etmelerinden vazgeçsinler, bütün insanla­rın malikinin Allah teala olduğunu bilsinler ve ona ta'zim edip kulluk etsinler.

Âyette geçen "Vesvas"dan maksat, "Şeytan'dır. "Sinsiliğinden" maksat ise iki şekilde izah edilmiştir.

Bir izah şekli şöyledir: İnsan, Allah'ı zikrettiğinde şeytan siner. Allahtan gafil, olduğunda ise ona vesvese verir. Bu bakımdan şeytana "Sinsi ve gizlenen" manasına gelen "Hannas" denilmiştir. 

Abdullah b. Abbas diyor ki: 

"Doğan hiçbir çocuk yoktur ki onun kalbinin üzerinde vesveseci şeytan bu­lunmuş olmasın. Çocuk akıl baliğ olup Allah'ı zikredince şeytan siner. Gafil ol­duğunda ise vesvese verir. İşte "Vesvasil Hannas" bu demektir.

Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd de bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir.

Diğer bir izah şekli de şöyledir: 

Şeytan, insanı Allaha isyan etmeye davet eder. Kendisine itaat edildiğinde siner. Yani şeytana ibadet eden kul, hesaba çekildiğinde şeytan ona sahip çıkmaz. Bilakis ondan kaçıp uzaklaşır." Bu izah tar­zı da Abdullah b. Abbas'tan rivayet edilmiştir.

Taberi, âyet-i kerimeyi şeytanın vesveselerinden herhangi bir türüne tah­sis etmenin doğru olmayacağını, onun her türlü vesvesesinden Allaha sığınmayı emrettiğini söylemenin daha doğru olacağını söylemiştir.

Allah teala bu surede, Rablık, Maliklik ve İlahlık sıfatların zikretmiş ve insanın, kendisine musallat olan şeytanın şerrinden, bu sıfatların sahibi olan Rabbine sığınmasını emretmiştir. Böylece insan, kendisini yoldan çıkarmak için herşeyi yapan şeytanın şerrinden kurtulmuş olur.[2]


Kaynak

[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 9/285.

[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 9/286.


16 Temmuz 2021 Cuma

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bize yedi şeyi emredip, yedi şeydende yasaklamıştır.



عن البراء بن عازِب -رضي الله عنهما- قال: «أَمرَنا رسول الله -صلى الله عليه وسلم-بِسَبْعٍ، وَنَهَانَا عن سَبْعٍ: أَمَرْنَا بِعِيَادَةِ الْمَرِيضِ، وَاتِّبَاعِ الْجِنَازَةِ، وَتَشْمِيتِ الْعَاطِسِ، وَإِبْرَارِ الْقَسَمِ (أَوْ الْمُقْسِمِ)، وَنَصْرِ الْمَظْلُوم، وَإِجابة الدَّاعي، وَإِفْشاءِ السَّلامِ. وَنَهَانَا عن خَوَاتِيمَ- أَو عن تَخَتُّمٍ- بِالذَّهَب، وَعَنْ الشُّرب بِالْفِضَّة، وعن المَيَاثِر، وعن الْقَسِّيِّ، وَعن لُبْسِ الحرِيرِ، وَالإِسْتَبْرَقِ، وَالدِّيباج».


[صحيح.] - [متفق عليه.]
المزيــد 


Berâ b. Âzib -radıyallahu anhuma-’dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi: 

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bize yedi şeyi emredip, yedi şeydende yasaklamıştır. Bizlere hasta ziyaretini, cenâzenin arkasından gitmeyi, aksırana “yerhamükellah” demeyi, yemin edenin yeminini yerine getirmesini, haksızlığa uğrayana yardım etmeyi, davet edenin davetini kabul etmeyi ve selâmı yaygınlaştırmayı emretti. Ve bizlere Altın yüzükler veya yüzük takmayı, gümüş kaptan su içmeyi, ipek minder kullanmayı, ipekten yapılmış elbise giymeyi, ince ipek giymeyi, kalın ipek giymeyi, hâlis ipek kumaştan elbise giymeyi yasakladı.
[Sahih Hadis] - [Muttefekun Aleyh]

Şerh

Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir. Bundan dolayı bütün güzel ahlak ve amelleri teşvik edip, bütün kötü amellerden de sakındırmıştır. 

Bu hadiste bazı şeyleri bize emretmesi bu kabildendir. 
Bunlar: 
Müslümanın hakkının yerine getirildiği hasta ziyareti, hastalığından onu dinlendirme, ona dua etme, cenazesinin arkasından gitme, aynı zamanda cenazeyi takip ederken ecir olan şeyleri yerine getirme ve ölü için dua etme, kabirde yatanlara selam verme, oralardan öğüt ve ibret alma, aksırana "elhamdulillah" dediğinde “yerhamükellah” deme, sana zarar vermeyecek bir şeye davet ederken yemin edenin yeminini tasdik edip ettiği yemininin kefaretini yerine getirmesine onu muhtaç etmeden yardımcı olmak için davetine icabet edip, hatrını kırmama, zalimin zulmünü engelleyerek mazluma yardım etme ve haddi aşanın şer olan eziyetine engel olma, münkeri inkar etme, seni davet edenin davetine icabet etme; çünkü bunda kalplerin yakınlaşması, nefislerin arınması, yabanilik ve bağdaşmazlıktan imtina etmek vardır. 
Eğer davet düğün yemeği için ise buna icabet etmek vaciptir. Bunun dışındaki davetlere icabet etmek ise müstehaptır. 
Selamı yaymak; selamı ilan etmek ve herkes arasında izhar etmektir. Bunda da sünnetin yerine getirilmesi vardır. 

Müslümanların birbirleri için ettiği dua sevginin kazanılmasının sebebidir. 

Bu hadiste Nebî -sallallahu aleyhi ve selem-'in yasakladığı şeyler; kadınsılık, yumuşaklık ve erkekliği yok etmesi hasebiyle erkeklerin altın yüzük takmasını, israf ve kibirliliğe sebebiyet vermesinden dolayı gümüş kaplardan bir şeyler içilmesini, eğer ihtiyaç duyulmasına rağmen su içilmesi yasaklandı ise başka şeyler için kullanılmasının haram oluşu ve yasaklanması daha evladır. İpekten, atlastan, saf ipekten, brokardan yapılmış elbise giymeyi erkeklere yasaklamıştır. 
Çünkü bunlar çalışmama ve yumuşaklığa sebebiyet veren lüks bir yaşama sebebiyet vermektedir. Erkekten istenilen çalışkan, sert ve delikanlı olmasıdır. Bu sayede dini, mahremi ve vatanı gibi vacip olan müdafaaya hazır olur.


15 Temmuz 2021 Perşembe

Ahzab suresi 37.ayetin tefsiri Zeyd b. Hârise'nin Zeyneb Bint-i Cahş'ı boşaması ve peygamberimiz ile evililiği, taberi tefsiri





37- Ey Muhammed, hani bir zaman, Allah'ın kendisini nimetlendirdiğin senin de nimetlendirdiğin kimseye: Hanımını bırakma, Allahtan kork diyordun. Fakat Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyor, insanlardan korkuyordun. Halbuki Allah, kendisinden korkmana daha layıktı. 
Zeyd, karısından ilişiğini kesip boşanınca, biz onu sana nikahladık ki, evlatlıkla­rın, ilişiklerini kesip boşadıkları eşleriyle evlenmekte müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri mutlaka yerine gelir.

Ey Muhammed, hatırla o zamanı ki, Allah'ın, kendisinin Müslüman yapa­rak lütufta bulunduğu, senin de kölelikten azat ederek lütufta bulunduğun Zeyd b. Hârise'ye: 
"Hanımın Zeyneb'i boşama, tut. Hanımının hakları hususunda Al­lahtan kork." diyordun ve sen, Allah'ın açığa vuracağı, Zeyneb'ie evlenmen ko­nusunu içinde gizliyordun. İnsanların dedikodularından korkuyordun. Halbuki Allah, kendisinden korkmana daha layıktır. Zeyd, karısı Zeyneb'den ilişkisini kesip onu boşayınca biz seni Zeyneb'ie evlendirdik ki, evlatlıkların ilişkilerini kesip boşadıkları eşleriyle evlat edinenlerin evlenmesinde müminler için bir güçlük olmasın. Artık müminler böyle evlilikleri rahatlıkla yapabilsinler. Zira Allah'ın emri mutlaka yerine gelir.

Bu âyet-i kerime, Resulullah'ın, azatlı kölesi Zeyd b. Hârise'yi, halasının kızı Zeyneb Bint-i Cahş'la evlendirdikten sonra 'ayrılmalarını ve ayrılmalarından sonra, Resulullahın, Zeyneb'le, Allah'ın emri gereğince evlenmesini zikretmek­tedir.

Resulullah (s.a.v.) halası, Abdülmuttalib'in kızı olan Emine'nin kızı Zey­neb'i, azatlı kölesi olan Zeyd b. Hârise'yle, güçlükle ikna ederek evlendirmiştir. Zeyneb, bir yıldan fazla bir müddet Zeyd'le yaşadıktan sonra aralarında anlaş­mazlık çıkmış ve Zeyd, Resulullaha, hanımı Zeyneb'i şikayet etmiştir. Resulul­lah ise Zeyd'e, hanımım tutmasını ye haklarını korumasını emretmiştir. Buna rağmen Zeyd, hanımıyla geçinememiş. ve sonunda boşamiştır.

Cahiliye döneminde evlat edinen insanlar, evlatlıklarının boşadıkları hanımlarıyla evlenmezlerdi. Allah Teala bu âdeti ortadan kaldırmak için Resulul­laha, Zeyd'den ayrılan Zeyneb Bint-i Cahş ile evlenmesini emretmiş Resulullah da bunun üzerine Zeyneb'le evlenmiştir.

Hz. Aişe (r.anh:) diyor ki:

"Eğer Resulullah kendisine inen vahiyden birşey saklayacak olsaydı el­bette bu âyeti saklardı. 



Kaynak

Buharı, K.ol-Menakıb, bab: 18 /Müslim, K.el-Fadail, bab: 20-23, Hadis no: 2286-2287 / Tirmizî, K.ol-Menakıb, bab: 1, Hadis no: 3613 / Ahmed b. Hanbcl, Müsncd, C.5, S.137.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/498-500.

16 Haziran 2021 Çarşamba

Onları bırak! Çünkü ben, ayaklarımı mestlerimin (çarıklarımın) içerisine abdestli olarak koydum hadisi şerifi




عن المغيرة بن شعبة -رضي الله عنه- قال: ((كُنت مع النبيَّ -صلَّى الله عليه وسلَّم- في سَفَر، فأهْوَيت لِأَنزِع خُفَّيه، فقال: دَعْهُما؛ فإِنِّي أدخَلتُهُما طَاهِرَتَين، فَمَسَح عليهما)). 
[صحيح.] - [متفق عليه، واللفظ للبخاري.]
المزيــد 

Muğira b. Şu'be radıyallahu anh'dan rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: 

"Ben bir seferde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberdim. (Abdest alacağı sırada) ayakkabısını çıkarmak üzere ellerimi uzattığımda bana: 

«Onları bırak! Çünkü ben, ayaklarımı mestlerimin (çarıklarımın) içerisine abdestli olarak koydum» 

buyurdu ve ayaklarının üzerini meshetti." 
  
Sahih Hadis - Muttefekun Aleyh. Hadisin bu lafzı Buhârî'ye aittir.

Şerh

Muğira b. Şu'be radıyallahu anh Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in çıkmış olduğu seferlerinden birisinde O'nunla birlikteydi. Bu, Tebuk Gazvesi'nin olduğu seferdi. 
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem abdest almaya başladığında yüzünü ve ellerini yıkadı, başına mesh etti. Muğira b. Şu'be radıyallahu anh Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in ayaklarını yıkayabilmesi için mestlerini çıkarmak kastı ile eğildiğinde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:

 «Onları bırak, çıkarma!» dedi. «Muhakkak ki ben mestlerimi abdestliyken ayaklarıma giydim.» dedi. 
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem ayaklarını yıkamak yerine mestlerinin üzerine mesh etmiştir. Aynı şekilde çoraplar ve benzeri şeylerde mestlerdeki hükmün aynısını alır.


4 Haziran 2021 Cuma

Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin




عن أبي هريرة -رضي الله عنه- أَن النبيَّ -صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم- قَالَ: «الرَّجُلُ عَلَى دِينِ خَلِيلِهِ، فَلْيَنْظُر أَحَدُكُم مَنْ يُخَالِل». 
[حسن.] - [رواه أبوداود والترمذي وأحمد.]
المزيــد 

Ebû Hureyre radıyallahu anh'dan merfû olarak rivayet edildiğine göre, Rasûllulah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: «Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.» 
Hasen Hadis - Tirmizî rivayet etmiştir.

Şerh

Ebû Hureyre radıyallahu anh'ın hadisi, insanın, dostunun gittiği yol ve adeti üzerine olduğunu ifade etmektedir. Kişinin, dininde ve ahlakında ihtiyatlı olmak için kiminle dostluk ettiğine bakması ve iyi düşünmesi gerekir.
 
Kişi, dininden ve ahlâkından hoşnut olduğu kimse ile arkadaşlık eder. Kim de böyle değilse ondan uzak durur. Çünkü karakter hırsızdır. Biri ile dostluk yapmak, kişinin halinin düzelmesinde ve bozulmasında etki edicidir. 

Gazali şöyle demiştir: Hırslı olan kimseyle oturmak ve birlikte olmak hırsı harekete geçirir. Zühd sahibi olan kimseyle oturup birlikte olmak dünyada kişiyi zühd sahibi yapar. 
Çünkü karakter benzeme ve yolundan gitmeyle yoğrulmuştur. Karakter ne yapacağını bilmez. 

Sonuç olarak bu hadis, içinde hayrı barındırdığı için insanın seçilmiş değerli kimseler ile dostluk kurmasının yakışık alacağına delalet etmektedir.

27 Mayıs 2021 Perşembe

Abdest Almanın Fazileti Ve Bu Konuda Titizlik

 



Abdest lügatte; temizlik, parlaklık ve güzellik demektir.[1] Istılahta ise; ibadet niyetiyle su ile temizlik yapmak/belirli âzâlan yıkamaktır.[2] Bazı ibadetlerde abdest şartı bulunmaktadır ve bu temizlik Muhammed ümmetinin en önemli özelli­ğidir. Abdestin aşağıdaki âyette zikredilen dört farzında ittifak vardır.

Allah Teâlâ buyurdu:

Ey iman edenler, namaz kılmaya kalktığınızda (abdestiniz yoksa), yüzünüzü ve ellerinizi dirseklere kadar yıkayın, başınızı mesh edin ve ayaklarınızı da topuklara (aşık kemiklerine) kadar yıkayın..,' (Mâide 5/6).[3]

 

Abdest Almanın Fazileti Ve Bu Konuda Titizlik

 

181/489- Câbir b. Abdullah'tan (Radıyallahu anh):[4]

Rasûlullah dedi ki:

"Cennetin anahtarı namazdır, namazın anahtarı da  temizliktir."[5]

 

182/490- Mus'âb b. Sa'd'dan:[6]

İnsanlar, ölüm hastalığındayken îbn Âmir'in yanına girdiler ve onu övmeye başladılar. İbn Ömer (Radıyallahuanhumâ) dedi ki:

'Ben Rasûlullah'tan (Sallallahu aleyhi ve sellem) duyduklarım konusunda senin için onları kandırmam. O şöyle buyurdu:

"Allah halkın malından (ya da ganimetten) haksız yere alanın verdiği sadakayı ve temizlik olmadan (abdestsiz) kılınan namazı kabul etmez."[7]

Açıklama

Bu gibi rivayetlerde Abdullah b. Ömer'in yüksek şahsiyeti göze çarpmakta babası Hz. Ömer'deki aynı duruş onda da görülmektedir. Herkesin bilerek ya da bilmeyerek övdüğü bir kişi konusunda İbn Ömer burada dua etmedi,[8] övgülü sözler söylemedi. Aslında başarılı bir yönetici olan Abdullah b. Âmir[9] Basra'da vali iken herhalde ganimetler konusunda titiz değildi ve tenkid ediliyordu. 

Böyle olan birisine edilen dua kabul edilmez endişesi bulunmaktadır. Tıpkı haksız olarak kazanılan maldan sadakanın kabul edilmediği gibi. Sanki Abdullah b. Ömer onu biraz düşün­dürüp/daraltıp tevbe etmesini sağlamak istedi ve ince bir şekilde konuyu bir hadisle hatırlattı. Ayrıca hadiste temizlik olmadan namaz kabul edilmez vurgusu ile tevbe olmadan dualar kabul edilmez, bağlantısına dikkat çekildi. Doğrusunu Allah bilir.[10]

24 Mayıs 2021 Pazartesi

Büyük ve küçük günahlar hakkında detaylı bilgi verir misiniz?



Âlimler büyük günahların kesin bir sayısının olup olmadığında farklı görüşler serdetmişlerdir. Çoğunluk, hadislerde verilen rakamların sınırlama ifade etmediğini söylemişlerdir. Hadislere baktığımızda değişik zaman ve zeminlerde Allah Resulü’nün 3, 5, 7 gibi rakamlarla büyük günahları sınırlandırdığını görürüz...

Kebîre (çoğulu kebâir), büyük günah demektir. Büyük günah, Nas (Kitap, sünnet veya icma) ile büyük günah olduğu bildirilen, yapana had cezası veya ahirette ceza verileceği bildirilen günaha denir. 
Kur’ân ve sünnette kesin olarak haram kılınan, haklarında had cezası bildirilen veya âhirette azap sebebi sayılan günahlar büyük, diğerleri küçük günahlardır. 

Tâatın zıddı olan “isyan”, “ma’siyet” ve küçük günah manasına kullanılan “lemem” de kebîre gibi günah manasına kullanılırlar.

Büyük günahların haram kılındığı hususunda fakihler arasında ihtilaf yoktur.

“Kim de Allah’a ve Rasülü’ne isyan eder ve Allah’ın sınırlarını aşarsa, Allah onu da ebedî kalmak üzere ateşe koyar. Hem onu zelil ve perişan eden bir azap vardır.” (Nisa, 4/14)

ayeti ve “Yedi helak ediciden sakının.” hadisi bunun açık delilidir. Cumhur-u ulema, günahları büyük ve küçük diye iki kısma ayırırlar.

“Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” (Nisa, 4/31) ,

“Onlar, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.” (Şûrâ, 42/37)

“Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır.” (Necm, 53/32)

ayetleri küçük-büyük günah ayırımına işaret eden ayetlerdendir.


“Dikkat edin size günahların en büyüğünü (ekberu’l-kebâir) haber vereyim mi?..” hadisi de bu hususa sünnetten delildir. 

Ayrıca bütün günahların günah olduğunu, küçük-büyük diye bir ayırım olamayacağını, günahın küçüklüğü veya büyüklüğünün izafi olduğunu söyleyen âlimler de vardır. Yine büyük günahların kendi içerisindeki sıralamasının da, naslardaki ifadelerden hareketle, günahın, gerek şahsî gerek toplumsal zarar ve mefsedetine göre yapıldığını burada zikredelim.

Bunun yanında bazı âlimler de büyük günahları belli rakamlarla sınırlandırmışlardır. İbn-i Mesud büyük günahların, Kur’ân’a dayanarak dört olduğunu söyler. 

Bunlar: Yeis, Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, mekr-i İlâhi’den kendini emin hissetmek ve Allah’a şirk koşmaktır.

Diğer hadis kitaplarında geçen meşhur büyük günahlar, ukûk-u vâlideyn (anne-babaya isyan, onlarla sila-i rahmi kesmek), yalan yere şehadet, Harem bölgesinde yapılan ilhad (taşkınlık)dır.

İbni Hacer el-Heytemî, sarih olarak Kur’ân’ın da yasakladığı büyük günahların dört olduğunu ve bunların da murdar et, domuz ve yetim malı yemek ve savaştan kaçmaktan ibaret olduğunu söyler. Buhari ve Müslim’de geçen hadise göre yedi büyük günah, şirk, sihir, adam öldürme, yetim malı yeme, faiz yeme, savaş meydanından kaçma, iffetli kadına iftira atmadır.

Nisa suresi 48. ayetinde “Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışındakileri ise dilerse affeder.” ayetinden Allah’a şirk koşmanın en büyük günah olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yukarıda geçen hadiste de büyük günahların ilki, Allah’a şirk koşmak olduğu açıklanmıştır. Daha sonra anne-babaya isyan ve yalan yere şahitlik etmek zikredilmiştir.

Büyük Günah İşlemenin Âkıbeti

Mü’min, büyük günah işlemekle iman dairesinden dışarıya çıkmaz. Tövbe etmeden ölürse durumu Allah’a kalmıştır; dilerse azap eder, dilerse bağışlar.

Büyük günah işleyen kimsenin adalet / güvenilirlik vasfı ortadan kalkar ve şehadeti kabul edilmez. Kâsânî, “Günah işleyen kişiye bakılır; eğer günahı büyükse adalet vasfı tövbe edinceye kadar düşer.” der. Büyük günah işleyenler bu yaptıklarıyla fıska girdiklerinden fâsık diye isimlendirilirler. Karâfî, küçük günah işleyenlerin günahta ısrar etmedikleri takdirde adalet vasıflarını kaybetmeyeceklerini ve fâsık olarak isimlendirilemeyeceklerini söyler. Bu meyanda seleften “Küçük günah ısrar edildiğinde küçük değil, büyük günah da istiğfar edildiğinde büyük değildir.” sözü meşhur olmuştur. Zerkeşî, devamlı işlenen küçük günahları büyük günahlar arasında sayar.

Büyük Günahların Affedilmesi

Büyük günahların affedilmesi, kul hakkı ve Allah hakkı ayrımına göre değişmektedir. İçki içmek gibi Allah hakkı veya hem Allah hakkı hem de kul hakkı olan kazf ve hırsızlık suçlarının işlenmesi halinde durum farklılık arzetmektedir. Allah hakkının irtikab edildiği büyük günahlarda, büyük günah işleyen tövbe etmediyse durumu Allah’a kalır. Ancak hem Allah hakkı hem de kul hakkı çiğnendiyse, bu durumda tövbe ile beraber cinayet işlenen şahsın velisine kısas, diyet ve aftan birini seçme hakkı verilir. Hırsızlık, yol kesme vs. durumlarda ise konunun gerekli ahkamı devreye girer.

Cumhura göre büyük günah işleyene haddin uygulanması kefaret yerine geçmez; mutlaka tövbe etmesi de gerekir.

Cumhur,


“Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” (Nisa, 4/31)

ayetinden hareketle, büyük günahlardan kaçınıldığında küçük günahların affedileceğini söyler. Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:


“Büyük günahlardan kaçınıldığı sürece, beş vakit namaz ile iki cuma ve iki ramazan, aralarında geçen günahlara keffaret olur.” (Müslim, Tahâret 16)

Eş’arî, Müslümanların, Hz. Peygamber (asm)’in ahirette büyük günah sahiplerine şefaat edeceği hususunda icma ettiklerini söyler. Enes (r.a)’ten rivayet edilen Tirmizi hadisinde de Allah Rasulü (asm): “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” buyururlar.

Yazımızı, büyük günahlarla alakalı en derli toplu malumatın içinde bulunduğu ve ümmetçe hüsn ü kabul görmüş bir eser olan Zehebî’nin el-Kebâir’inden derlediğimiz büyük günahları sıralayarak bitirelim. Zehebî’nin tespit ettiği bu büyük günahlar, ayet ve hadislerle yasaklanan hususlardır. Neticede bunlar bir hak ihlalidir.. kul veya Allah hakkı ihlali. Bu hak ihlallerinin şekilleri zaman ve zemine göre değişebilmektedir. Dolayısıyla günümüzde kamu hakkı olan milletin malını hortumlamanın, gasbetmenin, tv., gazete gibi yüzbinlerce insana hitap eden kitle iletişim vasıtaları ile insanların hukukuna tecavüz etmenin, gıybet etmenin, iftira atmanın vs. ne kadar ağır bir günah olduğunu sadece hatırlatarak geçelim.

Belli Başlı Büyük Günahlar:


Allah’a şirk (ortak) koşmak, insan öldürmek, sihir (büyü) yapmak, namazı terk etmek, zekatı vermemek, anne-babaya karşı gelmek, faiz alıp-vermek, haksızca yetim malını yemek, Peygamberimiz (asm)’e yalan isnad etmek (hadis uydurmak), özürsüz Ramazan orucunu bozmak, savaş meydanından kaçmak, zina yapmak, liderin halkına zulmedip zorbalık yapması, içki içmek, büyüklenmek, kendini beğenmek, övünmek, yalan yere şahitlik etmek, livata yapmak, iffetli kadınlara iftira atmak, ganimetten, zekat malından ve devletten para ve mal çalmak, insanların mallarını haksız yollarla almak, hırsızlık yapmak, yol kesmek, yalan yere yemin etmek, yalan konuşmak, intihar etmek, hâkimin hükmünde haksızlık yapması, kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzemeleri, hulle yapmak ve yaptırmak, leş, kan ve domuz eti yemek, haraç toplamak, riyakarlık yapmak, Allah’a ve Resulü’ne ihanet etmek, ilmi gizleme ve sadece dünya için öğrenme, yaptığı iyiliği başa kakmak, kaderi inkar etmek, insanların duymalarını istemediği şeylerini gizlice dinlemek, lanet okumak, devlete karşı çıkmak, kahin, büyücü ve müneccimi (falcı) tasdik etmek, nüşûz (kadının beyine haksız yere huysuzluk yapması), akrabalarla ilişkiyi kesmek, koğuculuk yapmak, ölenin arkasından bağırıp-çağırıp, kendini dövmek, soya-sopa sövmek, haddi aşma, başkalarının hakkını çiğnemek, silahlı isyan yapmak ve büyük günahları kabul etmemek, Müslümanlara eziyet ve küfretmek, evliyaullaha eziyet ve düşmanlık yapmak, kibrinden elbiseyi yerlerde sürümek (elbiseyle gösteriş yapmak), erkeklerin altın ve ipek giymeleri, Allah’tan başkası adına kurban kesmek, sınır ve insanlara yol gösteren levhaların yerini değiştirmek ve sökmek, sahabenin önde gelen büyüklerine sövmek, Ensardan herhangi birine sövmek, sapıklığa çağırma veya kötü bir çığır açmak, herhangi bir kesici aleti kardeşine doğru tutarak korkutmak, bilerek babasından başkasına baba demek, uğursuzluğa inanmak, altın ve gümüş kaptan içmek (kullanmak), Haktan saparak münakaşa tarzında tartışmak, niza yapmak, hizmetçilerine haksızlık edip zulmetmek, tartıda ve ölçüde haksızlık yapmak, Allah’ın azabından emin olmak, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmek, iyilik yapana nankörlük yapmak, fazla suyu hapsedip kimseye vermemek, hayvanın yüzünü dağlamak, kumar oynamak, Harem (Mekke) bölgesinde taşkınlık yapmak, cuma namazını terk edip tek başına namaz kılmak, Müslümanları gizlice izlemek ve mahremlerini açığa çıkarmak.

Küçük Günahlar

Büyük günah işlemek, bazen küçük günahları ehemmiyetsiz görmekten daha ehven olabilir. Meselâ, zina etmek, nefsin altında kalıp ezilmişliğin ifadesidir. Buna karşılık, sürekli olarak harama bakmak, hafife alındığı takdirde zina derecesinde bir günah olabilir. Aynı şekilde, bir iki gıybetle, bir yerde köçeklik yapma ölçüsünde günaha girilebilir. İnsan, insan ise, harama bakma günahından da, gıybet günahından da ömür boyu ızdırap duymalıdır.

Bir de büyük günahlardan daha büyük bir günah vardır ki, o da, insanın neyi veya neleri kaybettiğinin farkına varmamasıdır. Mânen terakki edemediği gözlenen çok kimseler var ki, zannediyorum bunlar, küçük günahları ehemmiyetsiz görmekte, bu da, onların terakkilerine mâni olmaktadır.

22 Mayıs 2021 Cumartesi

Bir kul Allah'a ne kadar karîb yakin olursa olsun bazen kendisinin aşamayacağı surlar karşısına çıkabilir

 


Allâh-u Teâlâ kimi insanlara farklı dönemlerde farklı vazifeler yükler. İnsanoğlunun iki vazifesi vardır.
Birincisi kendi kemaliyle meşgul olmak ikincisi başkalarının tekmili yetiştirilmesi kemale erdirilmesi için çaba sarfetmek.
Kendi kemaliyle meşgul olma anında kula yakışan sadece ve sadece Allaha yönelmek ve ondan başkasıyla meşgul olmamaktır. Bu makama tecrid makamı diyoruz. 

Her şeyden kendini tecrid eden bir salik, yönünü Allaha çevirmişse kendi kemalini tamamlar sonrada başkalarını hem zahiri hem batini olarak davet etmeye başlar bu davet makamının en kamil halidir. 
Batını Allah ile beraberken zahirinin mahlukatla beraber olması istenir. İşte bu durumda Allah artık insanı, esbab makamında sebeplerle iş yapması ister. Farklı zamanlarda farklı tecellilerle teslim olmak ubudiyetinin gereğidir. 

Hz. meryem annemiz mescidi aksada ibadetle meşgul olurken, Hazreti Zekeriya (as), hazreti Meryem'in ibadethanesine girdiğinde yanında kışın yaz meyvelerini bulur, yazında kış meyvelerini bulurdu. Ya Meryem bu sana ne zaman geliyor. dediği zamanda

"Allah-u Teâlâ tarafından bana ikram ediliyor. Allah dilediğini ummadığı yerden hesapsız rızıklandırır." diyordu. 
 
Âl-i İmrân suresi 37.ayet-i kerimede Allah (cc) şöyle buyuruyor:


 (inna(A)llâhe yerzuku men yeşâu biġayri hisâb(in))
Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır. 

Ancak uzun bir süre geçtikten sonra Allâh-u Teâlâ Hz. Meryem'e yeni sorumluluklar vererek  farklı imtihanlara tabi tuttu. Hz. İsa'ya hamile kalıp doğum yapınca 

Meryem Suresi 24.ayeti kerimede 

Fenâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ce’ale rabbuki tahteki seriyyâ(n)

Bunun üzerine hurma ağacının alt tarafından Meryem'e şöyle seslenildi: Üzülme, Rabbin senin altında bir ırmak akıttı.


25.ayeti kerimde

“Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün.”

  Hz. Meryem daha öncesinde odasına cennet nimetleri hazır getirilirken doğum yaptığında niçin en çok ihtiyacı olduğu bir anda hurma dalları silkele denmiştir? Allâh-u Teâlâ hurma ağacına emreder dökülebilirdi. 

Bu konuda ulema diyor ki: Ne zaman ki Mescid-i Aksa da tecrid makamından olan sebeplerden tamamiyle feragat etmiş kendisini Allah sevgisiyle donatmış Allah'a yüzünü çevirmiş Hz.Meryem için tecrid makamında sebepleri kaldırıyor hurmaları veya yiyeceklerini önünde hazır bulunduruyor. 
Hz. Meryem kucağına bebeğini aldığı andan itibaren annelik duygularıyla o an gönlünde evlat sevgisi yeşeriyor. Allâh-u Teâlâ ile olan halveti bozuluyor. O andan itibaren evlat sevgisi kalbe girince Allâh-u Teâlâ onu tecrid makamından alıyor esbab makamına koyuyor. Hurma başının üzerinde olmasına rağmen kucağına düşmüyor ve o dalı tut salla ki hurmalar düşsün diyor Allâh-u Teâla..

Kulunu bazen tecrid makamında bazende esbab makamında görmek ister.

Allâh-u Teâlâ.. Bir kul Allah'a ne kadar karîb yakin olursa olsun bazen kendisinin aşamayacağı surlar karşısına çıkabilir. 

İşte bu hususta İbn Atâullah el-İskenderî ikaz ederek diyor ki:

İnsanlara taksim edilen himmetler içerisinde herkesin himmetinden öne geçmiş çok kuvvetli himmetler var. Allah'ın en güçlü kuvvetli himmetler gayretler bile yeri geldiğinde Allah'ın çizdiği kaderin duvarlarını surlarını yıkamaz. İnsan ne kadar güçlü olursa olsun ya da Allah'ın has kulu olursa olsun kader duvarı önüne çıkarsa onun yanında teslim olmalıdır. Allah'ın koyduğu kader duvarıyla kavga etmemelidir. 

Kader konusu anlamak isteyene kolay bir husustur ama anlamak istemeyene çok zor aşılması güç bir duvar benzer sur gibidir. 

İbn Atâullah el-İskenderî bunun için kaderi sura benzetmiştir. 

Eğer suru, duvarı geçmesini bilirsek geçidinden haberimiz varsa ne işe yaradığını bilir o istikamette kullanırsak duvar bizim için bir muhafaza kalkanına benzer. Cehenneme girmemize Allah'a isyan etmemize kendi kendimizi yıpratmamıza mani olur. Kader inancı iman esaslarındandır ama kaderi anlamayan kazayı kavramak istemeyenler kederden kurtulamazlar. Halbuki buyukler "Kadere inanan kederden kendini kurtarır" demişler.
Allah cc kaza ve kaderi iki türlü tayin etmişlerdir. 
Kaza, Alah'ın ilmi ezelisinde gelecekte olacak olan her şeyi ilmi ezelisinde yazmış olması demektir. 
Kada, ilmi ezelisinde müstakbelde gelecekte istikbalde olacak olan her şeyin ezelde malum olması demektir.   

Vakti geldikçe Allah'ın ilmi ezelisine uygun olarak husule gelmesine de kader denilmiştir. Bazı ulemalar da bunun tam tersini söylemişlerdir. Kader ilmi ezelidir sonra ilmi ezeliye muvafık olarak hadiselerin vukua gelmesine de kaza demişlerdir.

Hulasa kıyamete kadar yaşanacak her hadisenin  ister ef'âl-i ihtiyariye (Kulun irade ve isteğiyle yapılan davranışlar, fiiller.) olsun, ister ef'âli izdırariye olsun kulun iradesinin neticesinde ortaya çıkacak veya kulun iradesinin dışındaki bütün işler Allah'ın ilmi ezelisinde malumdur mevcuttur.
Ancak kulun iradesiyle kesbiyle Allah'ın kaderini anlamak ve anlatmak icab ederse; bilinmesi gereklidir ki Allah'ın ilmi maluma tabidir. Malum ilme tabi değildir. 
Bu ne demek? Allah'ın ilmi ezelisi ileride vuku bulacak hadiselere göre yazılmıştır. Yoksa istikbalde husule gelecek hadiseler Allah'ın yazgısının neticesi ve ona bağlı ve mecbur olarak tahakkuk etmiş değildir. Onun için deniliyor ki Allah'ın ilmi ezelisi maluma bağlıdır. Ama malum ilme bağlı değil şöyle düşün bir takvim yaprağını aldığınızda sayfaları karıştırırken belli günlerde güneş ve ay tutulması olacağını bir takım sene içindeki takvimleri orada görürsün sonra o gün geldiğinde bakarsınız ki gerçekten güneş tutulmuştur. 
Şimdi güneşin tutulması takvimde böyle yazdığı için midir yoksa o ilmi bilen insanlar ilimlerin neticesi olarak hesap etmişler ve ona göre takvim yaprağına not düşmüşlerdir. Doğru olan o işin üstadları o işin alimleri tecrübeleri ve bilgileri neticesinde hangi gün güneşin tutulacağını bilmişlerdir. 

Bir alim yıldızlardan anlayan astronomi ilminden anlayan birisi çıkıyor da bir kaç yıl önceden takvime yazabiliyor da ilminin nihayeti olmayan Allâh-u Teâlâ ezelde kıyamete kadar gelecek her şeyi bildiği için o şekilde yazmış olması O'nun yazgısı, O'nun bu şekilde bilmesi hadiselerin O'nun yazdığı şekilde tahakkuk etmesine icbar etmiyor.    

Kulun kesbi kendi karar verip işe atılması vardır. Allah'ın ise yaratması vardır. Kul önce murad eder harekete geçer. Allâh-u Teâlâ mecbur olmadığı halde o da murad ederse o işi yaratır yoksa Allah cc ezelde böyle yazılıdır diye bir kimseye yatırıp ağzından zorla içki şişesini boşaltmaz. Bir adamı meyhaneden alıp zorla camiye secdeye götürmez. İstese tabi ki yapabilir  

Secde suresi 13.ayet-i kerimede 







Velev şi/nâ leâteynâ kulle nefsin hudâhâ velâkin hakka-lkavlu minnî leemleenne cehenneme mine-lcinneti ve-nnâsi ecma’în(e)

Biz dilesek, elbette herkese iman etmek zorunda kalırdı. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır.  

Nitekim Ali Haydar Efendi (ks) buyurur ki: Mahşer günü kabre girenlerden mahşere çıkan hiç kimse mahşer gününde kafir olmayacak ahirette herkes müslüman olacak çünkü herşey ortaya çıkacak artık hiç kimse inkar edemeyecek."
Mevla isteseydi bu dünya halinde de herkese imanı mecburi kılabilirdi. Öyleyse kul kendi iradesiyle tercih ediyor. Kulun iradesini ne şekilde kullanacağını bildiği için Allah kaza ve kaderi o şekilde yazıyor.  
----

Allah'ın ilminde yazılmış bazı hükümler vardır. O hükümler hiç bir zaman değiştirilmez. Dolayısıyla orada avamda olsak cahilde olsak alimde olsak velide  olsak peygamberde olsak Allah'ın ezelde takdir ettiği hükümler hiçkimsenin müdahalesiyle yerinden oynatılmaz. 

Kaza-i mübrem  Allahü teâlânın yazıp kalemi kırdığı hükümlerdir. Hiç bir surette değiştirilmeyecek kaza-i muallak ise Allâh-u Teâlâ'nın bazı şartlara bağladığı hükümlerdir. Hayatımızda örnekleri vardır. Sadaka ömrü uzatır denmiştir. Ne demektir bu insanın eceli belli değil midir? Nihayette Allah indinde eceli bellidir. Ama Allah cc benim kulum falan fakire falan medreseye falan ilim talebesine yardım ederse iyilikte sıla-ı rahimde bulunursa onun ömrü seksen sene olacak yok eğer tasaddukta sıla-ı rahimde infakta bulunmazsa onun ömrü altmış sene olacak şeklinde yazıyor. Bazıları böyle yazılıyor.  Dolayısıyla cenabı hak kaza-i muallakta neticede o kulun ne yapacağını biliyor ve o hayrı işleyip işlemeyeceğini bildiği için nihayeti ona göre takdir etmiş ama bizim için şarta bağlamış eğer kulu infakta hayır hasenatta kullanırsa Cenabı hak şart tahakkuk ettiği için onun ömrünü seksen yıl olarak takdir ediyor. 

Allah'ın bazı hükümleri şartlara bağlıdır bazıları ise muallak değildir. Muallak olmayanlarda insanın himmeti ne kadar güçlü olursa olsun onu yerinden oynatmak yerinden yıkmak mümkün değildir. Allâh-u Teâlâ bütün müminlere himmeti âliye ihsan eylesin. 
Hepimize hayret makamını lütfeylesin. Allah ömrümüzü bir müflis gibi geçirmemizden bizleri muhafaza eylesin.      

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı