21 Haziran 2013 Cuma

Yahudinin biri Hz. Ömer'e gelerek Âl-i İmrân / 133 hakkında sorması




Yahudinin biri Hz. Ömer'e gelerek:
-Kur'an'da "Cennetin eni, göklerin ve yerin genişliği kadardır"deniliyor. O zaman cehennem nerede olur?dedi.
Hz.Ömer (Ra), yanındaki ashaba:
- Adama cevap verin dedi hiç kimse tatminkar bir cevap veremedi..Yahudiye:
- Görüyorsunki gece olduğu zaman bütün yeryüzü kapkaranlık kesilir. O zaman gündüz nerede olur?dedi
- Allah'ın dilediği yerde olur.
- Öyleyse cehennemde Allah'ın dilediği yerdedir.
Bunun üzerine yahudi:
- Ya Emiral -mü'minin!Hayatımı kudret elinde olanAllah'a yemin ederimki, Allah tarafından indirilen kitap yani tevratta da aynen senin dediğin gibi deniliyor. dedi"

kaynak: El Kenz, c VII, s. 277 Hayattü's-Sahabe M.Yusuf Kandehlevi cilt 3 s.417

18 Haziran 2013 Salı

Yanlış Dua!



Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Hazretleri Mesnevî’sinde, Peygamber Efendimiz ile ashâb-ı kirâmdan yanlış duâ eden birisi arasında geçen şu hâdiseyi gönül gözüyle şöyle şerh etmektedir.

“Ashâb-ı kirâmdan bir zât ağır bir şekilde hastalanmıştı. Zayıflamış, neredeyse küçücük bir kuş yavrusuna dönmüştü.

Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- onu yoklamak, hâlini hatırını sormak için yanına gitti. Zaten azîz Peygamberimiz’in huyu tamamıyle lütuf ve keremden ibâretti.

Peygamber Efendimiz o hastayı görünce, halini hatırını sordu; o hak­îkî dosta iltifatlarda bulundu.

Hasta sahâbî, Hazret-i Peygamber’i görünce dirildi. Sanki Allah kendisini o anda ya­ratmış gibi oldu ve sevincinden:

«–Hastalık bana bu bahtı verdi de, peygamberlerin sultanı sabahleyin beni yoklamaya geldi. Bu ne mutlu hastalık; ne uğurlu ağrı, sızı ve hararet; ne mutlu dert… İşte Cenab-ı Hakk bana bu ihtiyarlığımda lütfetti, kerem buyurdu da, böyle bir hastalık verdi, beni böyle bir derde düşürdü… Her gece yarısı mecbur kalarak kalkayım diye, bana sırt ağrısı verdi. Bütün gece manda gibi uyumayayım diye lütfundan, kereminden ba­na dertler bağışladı, kederler ihsan etti. Benim hasta oluşumdan, bu kırık dökük halde bulunuşumdan, feryad edişimden Rabbimin merhameti coştu da, acılar ızdıraplar cehennemim, beni korkutmadan susturdu.» dedi.

Peygamber Efendimiz hastanın hâlini hatırını sordu. Sonra ona dedi ki:

“–Acaba sen münasebetsiz, yersiz bir duâ mı ettin? Bilmeyerek zehirli bir şey mi yedin? Hele bir düşün bakalım; ne çeşit duâ ettin? Nefsin hîlesine uyup nasıl coştun, köpürdün? Allah’tan neler istedin?”

Hasta;

“–Hiç hatırımda değil, ama himmet buyur da şimdi hatırlayayım!..” dedi.

Cenâb-ı Mustafa’nın -sallallâhu aleyhi ve sellem- nûr veren huzûru bereketiyle, hastanın etmiş olduğu duâ hatırına geldi. Her tarafı aydınlatan Peygamber’in himmeti, ona hatırlayamadığını ha­tırlattı.

“–Ya Resûlallâh! Cenâb-ı Hakk’a saygısızca yaptığım duâ, şimdi hatırıma geldi. Bir çok günaha girmiştim; günah dalgaları arasında yüzüyordum. Suçlulara, günah işleyenlere çok çetin, çok şiddetli azap edileceğini duyuyordum. Sen bizi pek ürkütüyordun, pek korkutuyordun. Çırpınıp duruyordum. Çarem yoktu. Âhiret bağı çok sağlamdı. Ümit ve tesellî kilidi de açılmıyordu. Âhiretin zahmetine, azâbına had ve sınır yoktur, anlatılamaz. Ona karşılık bu dünyada çekilen zahmetler, meşakkatler önemsizdir. Ne mutlu o kişiye ki, nefs ile savaşır, bedenine zahmetler verir, sıkıntı­lar çektirir de, onu terbiye etmeye uğraşır, adalet gösterir. Âhiretin zahmetinden kurtulmak için, bu dünyada kendine zahmet vermeyi, eziyet çektirmeyi kulluk, ibadet yerine koyar. Ben de; «Ya Rabbî!» diyordum. «Âhirette çektireceğin azabı, bu dünyada hemen çektir! Çektir de, âhirette mutlu olayım!» Bu istekle ilâhî kapının halkasını çalıp duruyordum. Derken bende böyle bir hastalık belirdi. Hastalığın verdiği zahmetten canımın rahatı kalmadı. Zikrimden, evradımdan geri kaldım. Hattâ kendimi, iyiliğimi ve kötülüğümü bilemez bir hâle geldim. Ey mübarek ve azîz Peygamber! Senin o nûrlu yüzünü görmeseydim, bu hayat bağından tamamıyla kurtulacak, yani ölüp gidecektim. Teşrif buyurun da, bana duâ ve tesellide bulunun.”

Peygamber Efendimiz buyurdu ki:

“–Sakın bu duâyı bir daha etme; kendi hayat ağacını kökünden söküp atma! Ey zayıf ve zavallı karınca! Senin ne gücün var ki, tutup da dağ gibi olan, kaldıramayacağın bir hastalığın yükünü sana yüklesin?"

Hasta sah übî:

“–Tevbe ettim, ey benim merhamet sahibi Yüce Rabbim, bir daha kendimi zorlu, güçlü görüp böyle bir lâf etmem. Kendimizi de, rezil-rüsvay oluşumuzu da gördün ey Rabbim! Bizi bundan fazla imtihan etme… Ey bütün kulları tarafından yardımı dilenen kerem sahibi, ihsan sahibi Allah! Bizi çok sıkıştırma, ağır imtihanlara çekme! Henüz gizli olan günahlarımızı, kötülüklerimizi gizle, meydana çı­karma. Allah’ım! Sen güzellikte, kemalde, olgunlukta sonsuzsun; biz de eğri­likte, sapıklıkta sonsuz bir haldeyiz. Ey kerem sahibi! Şu bir avuç kötü kişinin eğriliklerini, günahlarını sonsuz lutfunla, ihsanınla ört! Et ve yağdan ibaret olan bedene merhamet bağışlayan, acıma duygusu veren Allah! Yarattığın varlıklarda sanatını, yaratma gücünü, kuvvetini gösterdin; lütuf ve merhametini de göster! Ey büyüklerin en büyüğü olan Allah! Ettiğimiz bu dua senin gazabını arttırıyorsa, edilecek duayı yine sen bize ilham eyle!”

Sonunda Cenâb-ı Peygamber o hastaya buyurdu ki:

“–Sübhanallah. Allah’ın vereceği azaba dayanamazsın. Sen:

رَبَّنَاۤ اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

«Yâ Rabbî! Bize ahirette de, dünyada da güzellik ve iyilik ver; bizleri ateş azabından koru!» (el-Bakara, 201)

diye duâ etsen olmaz mıydı?»” (Bkz. Müslim, Zikir, 23/2688; Tirmizî, Deavât, 71/3487)

Yâ Rabbi! Biz, Habîb-i Edîbin Muhammed Mustafâ -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in senden istediği her şeyi istiyor ve sana sığındığı her şeyden biz de sana sığınıyoruz. Ya Rabbi!.. Bizi seçtiğin, sevdiğin kendilerine maddî-mânevî ihsanlarda bulunduğun nîmet ehlinin yolundan ayırma!.. Bizi, sadece seni bilen, sana el açan, senden yardım bekleyen hakîkî mümin kullarından eyle!.. Bizim hayırlı duâlarımızı merhamet ve lütfunla kabul buyur!.. Bize dünyada da iyilik ve güzellik ihsân eyle, âhirette de!.. Bizi cehennem azabından koru!..

Âmîn!..

12 Haziran 2013 Çarşamba

Bakara suresi 26 ve 27. ayetlerin nuzül sebebi,Muhakkak ki Allah, bir sivrisineği hatta onun bir üstününü misal getirmekten çekinmez ayeti

 Hasan ve Katade dediler ki:
"Allah kitabında sinekle örümceği zikredip bununla müşriklere misal getirince, Yahudiler gülmüş ve:
"Bu Allah kelamına benzemiyor" de­mişlerdi. Bu yüzden Allah Teala bu âyeti indirdi." bakara 26-67 ayetleri..

 إِنَّ اللَّهَ لَا يَسْتَحْيِي أَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا ۚ فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ ۖ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَٰذَا مَثَلًا ۘ يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا وَيَهْدِي بِهِ كَثِيرًا ۚ وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلَّا الْفَاسِقِينَ


Bakara suresi 26-27: Allah sivrisineği ve onun üstününü misal olarak vermekten çekinmez. İnananlar bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. İnkar edenler ise "Allah bu misalle neyi murad etti?" derler, O, bu misalle birçoğunu saptırır, birçoğunu da yola getirir. Onunla saptırdığı yalnız fasıklardır ki onlar Allah'la yapılan sözleşmeyi kabulden sonra bozarlar. Allah'ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; zarara uğrayanlar işte onlardır.

1- İbn Abbas, Ebû Salih'in rivayetinde dedi ki:

-"Allah Teala, münafıklar için bu iki misali verdiğinde:
"Onların misali bir ateş yakan kimsenin misali gibidir" ve: "Yahut onlar gökten boşanan yağmura tutulmuş kimseye benzer..." âyetlerini buyurduğu zaman, müşrikler: "Allah darb-i meselleri getirmekten münezzeh ve çok yücedir" dediler. Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi."

2- Ahmed b. Abdillah b. İshak el-Hafiz, Süleyman b. Eyyub et-Taberanî'den, o Bikr b. Sehl'den, o Abdu'1-Aziz b. Said'den, o Musa b. Abdirrahman'dan, o İbn Cüreyc'den, o Ata'dan, o da İbn Abbas'tan bu âyet hakkında şöyle dediğini bize haber verdi:

-"Bu şöyle oldu, Allah müşriklerin ilahlarını zikredip
 "Şayet sinek onlardan birşey kapıp götürse onu ondan kurtaramazlar..." ve böylece ilahların zaafetini zikredip örümcek ağına benzetti. Bunun üzerine müşrikler: "Allah'ın Muhammed'e indirdiği Kur'an'da zikrettiği sineğe, örümceğe bakınız. Bunlarla ne yapacakmış?" dediler de Allah Teala bu âyeti indirdi."

3- Abdürrezzak tefsirinde:
-Bize, Katâde'de (r. a.) Ma'mer bildirdi. Allahü Teâlâ, Örümcek ve sivri sineği zikredince, müşrikler:
-Örümcek ve sivri sinek zikredilmeğe değer mi?, dediler. Allahü Teâlâ, bu âyeti indirdi, dedi.

4- İbnu Ebî Hatim, Hasan’dan anlattı. Hasan (r. a.): “Şüphesiz Allah bir sivrisineği misal vermekten çekinmez” ayeti nazil olunca, Müşrikler:
-Bu ve buna benzeyen misâller, anlatılacak misâl değildir, dediler. Allahü Teâlâ: “Şüphesiz Allah bir sivrisineği misal vermekten çekinmez” ayetini indirdi, dedi.

5- Hasan ve Katade dediler ki:
"Allah kitabında sinekle örümceği zikredip bununla müşriklere misal getirince, Yahudiler gülmüş ve:
"Bu Allah kelamına benzemiyor" de­mişlerdi. Bu yüzden Allah Teala bu âyeti indirdi."

Fatihanın nüzul sebebi,Fatiha Nerede İndi?,Fâtiha'yı İndiren Melek:


FATİHA SURESİ

Fatihanın nüzul sebebi hakkında alimler ihtilafa düştüler. Çoğuna göre Kur'an'dan ilk nazil olan sûrelerden biri olarak Mekke'de nazil olmuştur.

1- Ebû Osman Said b. Muhammed b. Ahmed ez-Zahid, dedesinden, o Ebû Amr el-Hıyerî'den, o İbrahim b. el-Haris ve Ali b. Sehl b. el-Muğire'den, onlar da Yahya b. Ebî .Bükeyr'den, o İsrail'den, o Ebû İshak'tan, o da Ebû Meysere'den bize haber verdi:

-"Rasulullah (s.a.v.) ortaya çıktığında kendisine 'Ya Muhammed" diye nida eden bir münadiyi işitti. Sesi işitince korka korka yürüdü. Varaka b. Nevfel de kendisine dedi ki:
-"Nida eden sesi işittiğinde sana ne dediğini işitinceye kadar sağlamca dur." Yine Rasulullah (s.a.v.) görünce -"Ya Muhammed" diye aynı sesi duydu ve
-"emrine hazırım" buyurdu. Seslenen dedi ki:
-"Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahidlik ederim de." Sonra aynı ses O'na Fatiha Sûresi'ni sonuna kadar okudu."

2- Şu haber de Ali b, Ebî Talib'in rivayetidir.

Ebû İshak Ahmed b. Muhammed el-Müfessir, Hasan b. Cafer el-Müfessir'den, o Ebu'l-Hasan b. Muhammed b. Mahmud el-Mervezî'den, o Abdullah b. Mahmud es-Sadi'den, o Ebû Yahya el-Kasrî'den, o Mervan b. Muaviye'den, o A'la b. el-Müseyyib'den, o Fudayl b. Amr'dan, o da Ali b. Ebî Talib'den Ali'nin şöyle dediğini bize haber verdi:

-"Fatiha-i Kitab, Arş'ın altındaki bir hazineden Mekke'de nazil oldu."

3- Bir önceki isnada göre Sa'di'den, o Amr b. Salih'ten, o babasından, o Kelbî'den, o Ebû Salih'ten, o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini bize haber verdi:

-"Peygamber (s.a.v.) Mekke'de kaim oldu da "Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim, el-hamdu lillahi Rabbi’l-âlemin" dedi. Bunun üzerine Kureyş: "Allah, ağzını kapatsın" veya bunun gibi birşey söyledi.
Bu haberi Hasan ve Katade söyledi.

4- Mücahid'e göre de Fatiha Medine'de nazil olmuştur.
Hüseyn b. Fadl dedi ki:
"Her alim yanılabilir. Bu da Mücahid'in bir yanılmasidır. Zira o bu sözde yalnız kalmışur. Alimler aksini söylüyorlar. Fatiha'nın Mekke'de nazil olduğuna kesin olarak hüküm veri­lecek delillerden biri de "Andolsun biz sana tekrarlanan yediyi ve yüce Kur’an’ı verdik." âyeti veya Fatiha'dır."

5- Muhammed b. Abdirrahman en-Nahvî, Muhammed b. Ahmed b. Ali el-Hıyerî'den, o Ahmed b. Ali b. el-Müsenna'dan, o Yahya b. Eyyub'dan, o İsmail b. Cafer'den, o el-A'la'dan, o babasından, o da Ebû Hureyre'nin şöyle dediğni bize haber verdi:

-"Ubeyy İbn Ka'b, kendisine Ümmü'I-Kur'an'ı okuduğu esnada Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
-"Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki Allah bunun bir mislini, ne Tevrat'da, ne İncil'de, ne Zebur'da, ne de Kur'an'da indirmiştir. Şüphesiz o bana veri­len Seb'ul-Mesani (namazın her rekatında tekrar tekrar okunan yedi âyet) ve büyük Kur'an'dır."
el-Hicr Sûresi ittifakla Mekke'de nazil olmuştur. Bu âyet de bu sûrenin içinde­dir. Dolayısıyla Allah Teala Peygamberine Mekke'de bulunurken Fatiha'yı vermekle ih­san edip, sonra da onu Medine'de indirmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'ın Fatiha'yı okumaksızın, namaz kılarak Mekke'de on küsur sene yaşadığını söylememiz mümkün değildir. Bu iddia akılların kabul edemeyeceği şeyler cümlesindendir.

Bu sûrenin nüzûlu hakkında âlimler üç görüş zikretmişlerdir:
Birinci görüş: Bu sûre mekkîdır.
1- Salebi, senedi ile, Hz. Ali’nin şöyle dedlğini rivayet etmiştir.
"Fatiha sû­resi, Arşın altındaki hazinelerden inmiştir."
Sa'lebî bu­nun peşi sıra. âlimlerin çoğunun bu görüşte olduğunu söylemiştir.

2- Yine Sa'lebî, senedi ile. Amr b. Şurahbil’in şöyle dediğini rivayet etmiştir.
"Kur'ân’dan ilk nazil olan Fatiha Sûresı'dir."

3- (Vahyin başlangıcında) Hz. Peygam­ber (s.as.), Hz- Hatîce (r.a.)’ye gizlice şöyle dedi:
"Bana bir şeyin karışmasından (yani aklıma bir halel gelmesinden) endişeleniyorum." Bunun üzerine, Hz. Hatice,
"O nedir?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle dedi:
"Yalnız kaldığımda, "oku" diye bir ses duyuyorum." Sonra Hz. Peygamber Varaka b. Nevfel'e gitti ve bu du­rumu ondan sordu da, O, Peygamber (s.a.s.)'e şöyle dedi:
"Sana ses geldiğinde dur." Böylece Cebrail (a.s.), Hz. Rasûl'e geldi ve O’na “Bismillahirrahmanirrahim, el-hamdulillahi Rabbi’l-‘alemîn” dedi.

4- Sa'lebî, senedi ile birlikte, Ebu Sâlih'den, O'nun da İbn Abbas (r.a.)dan rivayet ettiğine göre, İbn Abbas (ra.) şöyle demiştir:
“Hz. Peygamber (s.a.s.) kalktı ve hemen “Bismillahirrahmanirrahim” dedi. Bunun üzerine Kureyşlıler,
"Allah ağ­zını kırsın" dediler.”

İkinci görüş: Bu sûre. Medîne'de nazil olmuştur.
1- Sa'lebî senedi iıe birlikte, Mücâhid'den, şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Fatiha Sûresi, Medîne'de nazil oldu."
2- El-Hüseyin b. El-Fadl şöyle demiştir: "Her âlimin bir hatası olur. Bu da Mücâhid’in hatasıdır Zira âlimler bu görüşün aksini söylemiştir." Buna iki şey delâlet eder,
Birincisi: Hicr Sûresi, ittifakla Mekkîdir. Fatiha Sûresi'ni gösteren ayeti de Hicr Sûresi'ndedir. (Ayet, 87). Bu da gösterir ki, Allah Teâlâ, Peygamberımız (s.a.s.)'e bu sûreyi Hicr Sûresi'nden önce vermiştir.
İkincisi: Hz. Pey­gamber (s.a.s.)'in, Fatiha Sûresi olmaksızın, Mekke'de on küsur sene kaldığını söy­lemek doğruluktan uzak bir görüştür,
Üçüncü görüş: Bazı âlimler, bu sûrenin bir kere Mekke'de, bir kere de Medîne'de nazil olduğunu söylemişlerdir. Buna göre Fatiha Sûresi hem Mekkî, hem de Medenîdir. Bundan dolayı Cenâb-ı Allah, onu "Mesânî" diye isimlendirmiştir. Çünkü, bu sûreyi iki defa indirmiştir. Bu durum da ancak bu sûrenin ne kadar şerefli olduğunu gösterir.

Fatiha Nerede İndi?

Bu sûre Mekke'de mi inmiştir yoksa Medine'de mi inmiştir hususunda mü-fessirler farklı görüşlere sahiptir. İbn Abbas, Katâde, Ebu'l-Aliye er-Riyahi -ki adı Rufey'dir- ve başkaları: Bu sûre Mekke'de inmiştir, derler. Ebû Hurey-re, Mücâhid, Atâ b. Yesâr, ez-Zührî ve başkaları, Medine'de inmiştir, derler.
Yarısı Mekke'de, yarısı da Medine'de indiği de söylenmiştir. Bu görüşü Ebu'1-Leys Nasr b. Muhammed b. İbrahim es-Semerkandî kendi tefsirinde nak­letmektedir. Birincisi ise daha sahihtir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmak­tadır: "Andolsun ki biz sana tekrarlanan yediyi ve şu büyük Kur'ân'ı verdik." (el-Hicr, 15/87) (Bu âyetin yer aldığı) Hicr sûresinin Mekke'de indiği ise ic-ma ile kabul edilmiştir. Yine namazın Mekke'de farz kılındığı hususunda bir görüş ayrılığı yoktur. İslâm tarihi boyunca "elhamdülillahi rabbi'l âlemin (di­ye başlayan Fatiha sûresi)" okunmaksızın bir namaz kılındığına dair bir ha­ber nakledilmemektedir. Buna da Hz. Peygamber'in: "Fâtihatü'l-Kitab okun­madıkça hiçbir namaz olmaz" buyruğu delildir. Bu ifade, hükmü haber ver­mektedir. Yoksa olan bir şeyin haberi değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Kur'ân'dan İlk Nazil Olan Buyruklar: Kadı İbnü't-Tayyib Kur'ân-ı Ke-rim'den ilk olarak hangi buyrukların nazil olduğu hususunda görüş ayrılık­larını nakletmektedir. İlk nazil olan sûrenin "el-Müddessir" olduğu söylen­diği gibi, İkra sûresi olduğu da söylenmiştir, Fatiha sûresi olduğu da söylen­miştir. Beyhaki, "Delailü'n-Nübüvve" adlı eserinde Ebu Meysere Amr b. Şe-rahbil'den şunu nakletmektedir: Rasulullah (s.a) Hz. Hadice'ye şöyle dedi: "Yalnız kaldığımda bir ses işittim. Allah'a yemin ederim bunun hoşa gitme­yen bir iş olacağından korktum." Hz. Hadice şöyle dedi: Bundan Allah'a sı­ğınırım. Allah, sana böyle birşey yapılmasına izin vermez. Allah'a yemin ede­rim sen şüphesiz emaneti yerine getirirsin, akrabalık bağına riâyet edersin ve doğru söz söyleyen bir kimsesin.
Rasulullah (s.a)'ın bulunmadığı bir sırada Ebu Bekir (r.a) eve gelir ve Hz. Hadice, Hz. Peygamber'in kendisine neler söylediğini ona anlatır ve devam­la şöyle der: Ey Atik, Muhammed ile Varaka b. Nevfel'in yanına git. Rasulul­lah (s.a) yanlarına girdiğinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamber'in elinden tu­tar ve şöyle der: Seninle birlikte Varaka'ya gidelim. Hz. Peygamber ona: "Sa­na durumu kim haber verdi?" diye sorunca Hz. Ebu Bekir: Hadice dedi. İki­si birlikte Varaka'nın yanına gittiler ve durumu ona anlattılar. Bu arada Hz. Peygamber şöyle dedi: "Yalnız kaldığım sırada arkamdan ya Muhammed, ya Muhammed diye birisinin seslendiğini işitiyorum, ben de kaçmaya koyulu­yorum." Varaka: Hayır, böyle yapma, dedi. Bu sesi işittiğin takdirde, sana ne söyleyeceğini işitmek üzere yerinde dur, sonra yanıma gel bana durumu bil­dir. Hz. Peygamber yalnız kaldığı sırada ona: Ya Muhammed, diye seslenil­di. Bil ki: "Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla, hamd alemlerin rabbi Al­lah'a mahsustur..." buyruğunu "sapanlarınkine değil" buyruğuna kadar ya­ni sûrenin sonuna kadar inzal buyurdu. "La ilahe illellah" de. Daha sonra Hz. Peygamber Varaka'ya gitti ve bu durumu ona anlatınca Varaka ona şöyle de­di: Sana müjdeler olsun, sana müjdeler olsun. Ben tanıklık ederim ki Meryem oğlu İsa'nın geleceğini müjdelediği kişi sensin. Musa'ya gelen Namus (vahy)'ın benzeri sana da gelmiştir. Sen Rasûl bir peygambersin. Bundan son­ra sana cihad emri verilecektir. Bu emir sana geldiği takdirde ben hayatta olur­sam şüphesiz seninle birlikte senin yanında cihad ederim. Varaka vefat et­tiğinde Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Andolsun o keşişi, cennette üzerin­de ipek elbiseler bulunduğu halde gördüm. Çünkü, 9 bana iman etti ve be­ni tasdik etti." Hz. Peygamber bu sözleriyle Varaka'yı kastediyor. el-Beyha-ki (Allah ondan razı olsun) der ki, bu (hadisin senedi) munkaü'dır. Eğer ger­çekten mahfuz bir rivayet ise bunun Hz. Peygamber'e: "Yaratan Rabbinin adıyla oku" (el-Alak, 96/1) buyruğu ile "Ey örtülerine sarılıp bürünmüş olan" (el-Müddessir, 74/1 )buyruğunun nüzulünden sonra meydana gelmiş bir ola­ya dair bir haber olma ihtimali vardır.

3- Fâtiha'yı İndiren Melek:

İbn Atiyye der ki: Bazı ilim adamları, Hz. Cebrail'in el-Hamd (Fatiha) sû­resini indirmediğini sanmışlardır. Buna sebep ise Müslim tarafından kayde­dilen İbn Abbas'tan şöyle dediğine dair rivayettir: Hz. Cebrail Peygamber (s.a)'ın yanında oturuyor iken üst taraftan bir ses işitti. Başını kaldırdı ve şöy­le dedi: Bu, şu ana kadar açılmamış ve bugün açılan semadaki bir kapıdır. O kapıdan bir melek indi, bunun hakkında da şöyle dedi: Bu, şu güne ka­dar nazil olmamış ve ilk olarak bugün yeryüzüne nazil olan bir melektir. Bu melek selam verip şöyle dedi: Senden önce hiçbir peygambere verilmemiş ve sana verilen iki nurun müjdesini sana getiriyorum. Bunlar, Fâtihatü'1-Kİ-tab ile Bakara sûresinin son âyetleridir. Bu sûrelerden okuduğun her bir har­fin mutlaka karşılığı sana verilecektir.
İbn Atiyye der ki: Ancak bu durum sözü geçen ilim adamının zannettiği gibi değildir. Bu hadis-i şerif, Hz. Cebrail'in Peygamber (s.a)'e sözü geçen me­lekten daha önce gelmiş olduğunu, o meleğin gelişini ve onunla birlikte na­zil olacak olanı haber vermek üzere geldiğini göstermektedir. Buna göre Hz. Cebrail, bu sûrenin indirilişinde ortak hareket etmiş olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Derim ki: Hadisin zahiri Hz. Cebrail'in Peygamber (s.a)'e bu konuda herhangi bir bilgi vermediğini göstermektedir. Bizler bu âyetin nüzulünün Mekke'de olduğunu önceden açıklamış bulunuyoruz. Hz. Cebrail, yüce Al­lah'ın şu buyruğu sebebiyle bu sûreyi indirmiş bulunmaktadır: "Onu emin olan ruh indirmiştir." (eş-Şuara, 26/93) İşte bu buyruk, Hz. Cebrail'in bu sûre­yi indirdiğini göstermektedir. Çünkü bu âyet-i kerime, bütün Kur'ân-ı Kerim'in Hz. Cebrail tarafından indirilmiş olmasını gerektirir. Böylelikle Hz. Cebrail bu sûrenin okunuşunu Mekke'de indirmiş olup. Medine'de de bunun sevabı­nı belirtmek üzere sözü geçen melek tarafından indirilmiş olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Bu sûrenin Mekkî ve Medenî olduğu Hz. Cebrail tarafından iki defa indi­rildiği de söylenmiştir. Bunu es-Sa'lebi nakletmiştir. Ancak bizim sözünü et­tiğimiz şekil daha uygundur. Çünkü Kur'ân-ı Kerim ile Sünnet-i seniyyede-ki haberlerin arası böylece telif edilmektedir. Hamdimiz Allah'adır, minnet duygularımız O'nadır.

Hz. Muhammed'in peygamberliğinin ilk yıllarında Mekke'de nazil olduğu hususunda ittifak vardır. Kaynaklarda nüzul sebebiyle ilgili özel bir olay yoktur. Mushafın baş tarafına konmak üzere vahyedilmiştir; Kur'an'in hem bir mukaddi­mesi hem de özeti gibidir. Ayrıca her müminin kıldığı namazın bütün rek'atlarında rabbi ile konuşurcasına okuması ve bu sayede O'na yaklaşması murat edilmiş­tir.

Bedr Sûresi de denilir. Hangi suredir?


Büyük bir kısmı Bedr Gazvesi hakkında ve Bedr Gazvesi esnasında nazil olduğu için Bedr Sûresi de denilir. Hangi suredir?
Mushaf'taki sıralamada sekizinci, iniş sırasına göre seksen sekizinci sûredir. Bakara sûresinden sonra, Âl-i îmrân'dan önce inmiştir.
CEVAP : Enfâl Sûresidir.. Medine'de hicretin ikinci senesi nazil olmuştur. Sûre Me­dine'de, Bakara'dan sonra ikinci sırada gelmeye başlamış, fakat araya başka sûre­lerin bazı âyetlerinin nüzulü de girmiştir.

11 Haziran 2013 Salı

Ankebut69.ESBAB-I NUZÜL Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza iletiriz. Şüphesiz ki Allah muhsinlerle beraberdir.




 وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا ۚ وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ

Ankebut69.ESBAB-I NUZÜL
 Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza iletiriz. Şüphesiz ki Allah muhsinlerle beraberdir.

Katâde'den rivayette o şöyle anlatıyor: İman ettikleri halde Mekke-i Mükerreme'de kalan bazı kimseler hakkında "Elif Lâm Mîm. Yoksa insanlar, inandık, demeleriyle bırakılıverileceklerini ve kendilerinin denenmiyeceklerini mi zannettiler?" âyet-i kerimeleri nazil olunca bu mü'minler, Hz. Peygamber (sa)'in bulunduğu Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere yola çıktılar. Ancak müşrikler bunları yakalayıp tekrar Mekke-i Mükerreme'ye dönmeye mecbur ettiler. Bu döndürülmeleri üzerine yine onlar hakkında inen âyeti Medine'deki arkadaşları onlara yazıp gönderince bu sefer yine hicret için yola çıktılar ve peşlerinden yetişen müşriklerle savaştılar; içlerinden kimisi öldürülürken bir kısmı da kurtuldu. İşte bunun üzerine "Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza iletiriz..." âyet-i kerimesi nazil oldu.

10 Haziran 2013 Pazartesi

Çorum Ziyeretimizden, Sahabeden Maruf Yayan dede, El Hac el Hafız Ebubekir Sıdkı Efendi, El Hac Ali HAydar Efendi ve El Hac Mustafa Anaç Hzlerinin mübarek kabirleri, Çorum Ulu Mezarlık..



Selam ile girdik inşaAllah kabul görmüşüzdür..

Büyük Şeyhimiz El Hac Mustafa Anaç Hazretlerinin mübarek kabri şerifleri daha öncede defalarca geldim ve her defasında dopdolu güzel duygularla ayrıldım huzurundan inşaAllah şefatlerinden mahrum eylemez.. Rufai dersi çekenler mezar taşında yazılı olan, tarikatlarında dersini çekmiş demektir ve rahmeti alır. Bir dersi çeker ama bu altı tarikata bağlıdır..(Rufai, kadiri, Bedevi, Düssuki, Şazeli ve Nakşibendi) Bende Rufai'yim çok şükür. Ben hem kadiriyim onları çok severim. Hem de nakşibendiyim onları da çok severim ama diğer Bedevi, Dussuki ve Şazeli arkadaşlarım olmadı inşaAllah olur:)
 
Kerebi Gazi Türbesi mezarlığı ve çevre düzenlemesi çok güzel.. Heryer tertemiz tuvalet ve abdestlik ihtiyaca yeterli değil. Umarım kadınları düşünerek tuvalet ve abdesthane yapılır.. Abdest alınan yer açıkta kadınlar burada abdest aldıktan sonra hiç ayağa kalmıyacak mı? Yarım tente yapılmış..
Çilehane kimbilir bu mekanda ne teceliller oldu.. Allah'ım bana ve isteyen tüm kullarına da bu tecelilierden nasip eder inşaAllah..
O kadar güzel çiçekler vardı ki ben sadece birkaç tanesini sizinle paylaşıyorum.. Heryerde rengarenk güller var..








Misafir olarak kaldığımız evin sahibesi buraya eşi hazine aramaya gelmiş ve "Taş attığınız zaman dibine indiğinin sesini duymadım o kadar derin" demiş korktu vazgeçti geldi..dedi.. Burada hazine varmış hurafede olabilir. (Altından saban varmış..)

Bulutlar ve hava çok güzeldi...

Allah yar ve yardımcımız olsun..

4 Haziran 2013 Salı

Miraç Uyanıkken Ruh ve Beden ile birlikte olmuştur

 Bildiğiniz gibi Miraç mucizesinin ruh ile mi yoksa beden ile mi gerçekleştiği hep tartışma konusu olmuştur. Ehli sünnet dışı akımlar miracın rüyada ve ruh ile olduğunu iddia ederlerken Ehli Sünnete göre miraç, uyanıkken hem ruh ve hem beden ile olmuştur.
1- KUR’AN RÜYADA VAHYOLMAZ
   Birinci ve en önemli delilimiz hiçbir zaman Kur’an ayetlerinin rüyada vahyedilmemiş olmasıdır.
   Peygamberlerin rüyası da vahiydir ancak bunlar Kuran ayeti olamazlar. Bütün İslam âleminin ve alimlerinin bildiği gibi Kur’an ayetleri rüyada indirilmemiştir ve böyle bir şey mümkün değildir.
   “Amenerrasulü” olarak bildiğimiz Bakara suresinin son ayetleri de Miraç’da gelmiştir. Dolayısıyla miracın rüyada olduğunu iddia etmek çok büyük ve vahim bir hata olur ki, bu ayetlerin de rüyada gelmiş olduğunu iddia etmiş olur.
2- KULLUK RUH İLE OLMAZ
Allahu Teala’nın İsra hakkında indirdiği ayete bir bakalım:
“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra 1)
   Ayeti kerimede özellikle “kul” (abd) kelimesinin seçilmesi boşuna değildir. Kulluk, ruhun canlı tuttuğu beden ile yapılır. Yani ruh tek başına kul sayılmadığı gibi ruhun alınmasıyla kulluk vazifesi de bitmiş olur. Dolayısıyla Allahu Teala’nın “kul” kelimesini özellikle kullanması bu mucizenin ruh ve beden ile beraber olduğuna ayeti kerimenin işaret ettiği bir delildir.
3- RÜYA OLSAYDI KÂFİRLER ENDİŞELENMEZDİ
Bütün İslam tarihi kitaplarında bu konu yer almış, Peygamber Efendimizin İsra ve miraç mucizesinden sonra kafirlerin itiraz ettikleri sahih senetlerle ortaya konulmuştur. Peygamberimizin bir gecede Mescid-i Aksa’ya gidip geldiğini duyan kafirler şiddetle karşı çıkmış ve bunun ispatı için delil bile istemişlerdir.
   Eğer Peygamber Efendimiz bu mucizenin rüyada olmuş olduğunu söyleseydi (ki böyle bir kayıt yok) kafirler hiçbir şekilde itiraz etmezlerdi. Çünkü rüyada her şey mümkün olabilmektedir. “bir rüya” deyip gülüp geçerlerdi. Ama öyle olmadı. Peygamber Efendimizden o zamanki Mescid-i Aksa’nın tarifini bile istemişlerdir.
   Hatta bu olay, Peygamberimizi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tasdikinden dolayı hazreti Ebubekir (Radıyallahu anh)a sıddık lakabını kazandırmıştır.
   Bu gün İsra ve Miraç mucizesini inkar edenlerin o günkü kafirlerin inkarından bir farkı yoktur. Onlar Peygamberimizi yalanlamak için bunu yaparken, bu gün Peygamberimizin mucizelerini ve faziletlerini inkar etmek için yapıyorlar…
SONUÇ
   Bütün bunların yanında Peygamber Efendimizin İsra ve miracı anlatan sahih hadisleri de mevcuttur. Ehli sünnetin bu konuda yukarıda sıralanmış olan delilleri olmasına karşın, sapık fırkaların kendi yorumlarından ve kendi gibi düşünen birkaç kişinin görüşlerinden başka delilleri yoktur.
 www.ihvanlar.net

3 Haziran 2013 Pazartesi

BİLGİSİZLERDEN YORULDUM

     

  ~ BİLGİSİZLERDEN YORULDUM ~

Şeriat – Din – Tarih – Osmanlı – Ecdat – Namus ve ahlâk – Gençlik – Ne ilgisi var?..

“Şeriat” diyorsunuz, karşılığı şöyle geliyor: “Ay bunlar dört kadın almak istiyor, elimizi kesecekler, cebren başımızı örtecekler, özel hayatımıza müdahale edecekler, içkiyi yasaklayacaklar!”Ne ilgisi var?..

“Din” diyorsunuz, “Ay kalbim çok temiz” diye başlıyor, “dedem hafızdı” diye bitiriyorlar…

Beş İslâm şartı ile altı iman şartını doğru dürüst sayabilen mumla aranıyor. Rol icabı “lahavle” çekemeyen oyuncu, din konusunda ahkâm kesiyor.

“Tarih” diyorsunuz, “Bizim tarihimiz cumhuriyetle başlar” diye gevelemeye koyuluyorlar…

Öncesi yok! Cumhuriyet tarihine bile doğru düzgün vakıf olan yok! Bir sürü mehdiye, yüceltme sonrasında “uzanan elleri kıracağız” edebiyatı geliyor…

"Osmanlı” diyorsunuz, bilgisizliklerini kusuyorlar: “Padişahların anneleri yabancı… Padişahlar kardeşlerini katlettiler… Hacca bile gitmediler… Haremde zevk u safa sürdüler…”

Tek tek cevaplandırıyorsunuz, o zaman da başka telden çalmaya başlıyorlar:

“Siz Atatürk düşmanısınız, cumhuriyet düşmanısınız, laiklik düşmanısınız!”

Ne ilgisi var?..

“Ecdat” diyorsunuz, “Yahu heykelleri yok, sanatları yok, resimleri yok” diye sıralıyorlar… Ne mezartaşı sanatını biliyorlar, ne ebruyu, ne minyatürü…

“Namus ve ahlâk” konusunu açıyorsunuz, “Ahlâk beyindedir, belden aşağıda değil” diye tekerliyorlar…

“Fal” diyorsunuz, “fala inanma, falsız da kalma” diyerek güya ki vecize yumurtluyorlar:“İnanılmayan bir şeye nasıl bel bağlanır?” suali cevapsız kalıyor.

“Demokrasi” diyorsunuz, “Sayısal üstünlük değil, siyasal üstünlük” diye meydan okuyorlar…

“Kalkınma” diyorsunuz, “950 öncesinde her şey yolundaydı, sonradan Demokrat Parti çıktı ve her şeyi mahvetti” diyerek gerçeği tersine çeviriorlar…

“Gelişme” diyorsunuz, ideolojik nutuklar atıyorlar…

“Aile” diyorsunuz, “Bir imza ile insanları bağlamak çağ dışılıktır” diyerek karşı çıkıyorlar…

“Gençlik” diyorsunuz, “imam hatipli olmasın” şartını dayatıyorlar…

Ben bu bilgisizlikten ve ilgisizlikten bıktım!..

Slogancılıktan gına getirdim!..

Yüzeysellikten yoruldum!..

Tekerleme dinlemekten usandım!

Topyekün gelin, ama biraz bir şeyler öğrendikten sonra gelin…

En iyisi cahillikle ilgili birkaç “özlü söz”ü alt alta yazmak…

Basma cahilin izine, gitme şeytanın sözüne (Ruhsati).

Bilgisiz kimse, savaş davuluna benzer, içi boş olduğu için sesi çok çıkar (Sadi).

Bilgisizlik kolay ve rahat elde edildiği için, çoğunluk bilgisizdir (La Bruyere).

Cahil insan kendi kendinin bile düşmanıdır; başkasına dost olması nasıl beklenir (Sokrates).

Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol (Mevlana).

Cehalet öyle binektir ki, üzerine binen zelil olur, arkadaşlık yapan yolunu kaybeder (Hz.Osman).

Hareket halindeki cehaletten daha korkunç hiçbir güç yoktur (Bernard Shaw).

Öğrenmek pahalıdır, ama cehalet ondan da pahalıdır (Henry Clausen).

Yavuz Bahadıroğlu

1 Haziran 2013 Cumartesi

Sakal-ı Şerif ve Peygamberimizin eşyaları ile bereketlenmek


Sakal-ı Şerif ve Peygamberimizin eşyaları ile bereketlenmek

Abdülkasım bin Me’mun hazretlerinin yanında, Peygamber efendimizin bir çanağı vardı. Bundan su verdiği hastalar şifa bulurlardı. Peygamber efendimiz abdest aldığı zaman, Eshab-ı kiram, Onun abdest suyuna dokunmak ve düşen bir kılını almak için yarışırlar ve bununla bereketlenirlerdi. O da bu hareketlerini kabul buyururdu. Hatta, mübarek başını tıraş ettiği zaman, bereketlenmek için, mübarek saçını, Eshabı arasında paylaştırmasını Ebu Talha hazretlerine emrederdi. (Buhari)

kaynak: http://www.ihvanlar.net/2013/06/01/sakal-i-serif-ve-peygamberimizin-esyalari-ile-bereketlenmek/

Rahman suresindeki önemli nokta..


Rahman suresinde Allah’ın bir kısım nimetlerinden söz edildiği her defasında, ardından “O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?” mealindeki ifadeye yer verilmesi ve bunun 31 defa tekrar edilmesi, şükürle ilgili imtihanın önemini göstermesi bakımından çok manidardır.

"Selam hidayete tabi olanlara" (Taha 47) Şeklinde selam veremeyiz..





"Selam hidayete tabi olanlara" (Taha 47)

Bir müslümana "Selam hidayete tabi olanlara" diyerek selam vermek, sünnete uygun bir selam değildir. Anlam bakımından (şayet selam verenin niyeti halis ise, yani selam verdiği kimseyi hidayet grubu içinde olduğunu düşünerek selam verirse) bir sakıncası olmasa dahi, Hz. Peygamberin (asm) bize öğrettiği selam şekline aykırıdır.

Hz. Peygamberin, gayri müslimlere "Selam hidayete tabi olanlara olsun" şeklinde selam verdiği bilinmektedir. Örneğin, Hz. Peygamber (asm), Müseyleme-i kezzab’a gönderdiği cevabi mektubunun başında şunları söylemiştir: “Bu mektup Allah’ın resulü Muhammed’den Müseyleme-i kezzab’a.. Selam hidayete tabi olanlara..” (bk. İbn Hişam, es-Sîre, 2/601)

Keza, Necaşi’ye gönderdiği mektupta da "Selam hidayete tabi olanlara" ifadesine yer vermiştir. (bk. İbn Kesir, es-Sîretu’n-Nebeviye, 2/41)

Selamlaşmak, müminlerin kendi aralarında sevgiyi, dayanışmayı pekiştirmek içindir. "Selam hidayete tabi olanlara" tarzındaki selam şekli ise, selam verilen kimsenin mümin olmadığı imasını içermektedir. Bu sebeple bunun caiz olmadığını söyleyebiliriz.

Nitekim İslam fetva heyeti bu selam şeklinin caiz olmadığına karar vermişler. (bk. el-Lecnetüd-Daimetü li’l-Buhusi’l-İlmiyeti ve’l-İftâ, rakam: 699)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı