Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Hazretleri Mesnevî’sinde, Peygamber Efendimiz ile ashâb-ı kirâmdan yanlış duâ eden birisi arasında geçen şu hâdiseyi gönül gözüyle şöyle şerh etmektedir.
“Ashâb-ı kirâmdan bir zât ağır bir şekilde hastalanmıştı. Zayıflamış, neredeyse küçücük bir kuş yavrusuna dönmüştü.
Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- onu yoklamak, hâlini hatırını sormak için yanına gitti. Zaten azîz Peygamberimiz’in huyu tamamıyle lütuf ve keremden ibâretti.
Peygamber Efendimiz o hastayı görünce, halini hatırını sordu; o hakîkî dosta iltifatlarda bulundu.
Hasta sahâbî, Hazret-i Peygamber’i görünce dirildi. Sanki Allah kendisini o anda yaratmış gibi oldu ve sevincinden:
«–Hastalık bana bu bahtı verdi de, peygamberlerin sultanı sabahleyin beni yoklamaya geldi. Bu ne mutlu hastalık; ne uğurlu ağrı, sızı ve hararet; ne mutlu dert… İşte Cenab-ı Hakk bana bu ihtiyarlığımda lütfetti, kerem buyurdu da, böyle bir hastalık verdi, beni böyle bir derde düşürdü… Her gece yarısı mecbur kalarak kalkayım diye, bana sırt ağrısı verdi. Bütün gece manda gibi uyumayayım diye lütfundan, kereminden bana dertler bağışladı, kederler ihsan etti. Benim hasta oluşumdan, bu kırık dökük halde bulunuşumdan, feryad edişimden Rabbimin merhameti coştu da, acılar ızdıraplar cehennemim, beni korkutmadan susturdu.» dedi.
Peygamber Efendimiz hastanın hâlini hatırını sordu. Sonra ona dedi ki:
“–Acaba sen münasebetsiz, yersiz bir duâ mı ettin? Bilmeyerek zehirli bir şey mi yedin? Hele bir düşün bakalım; ne çeşit duâ ettin? Nefsin hîlesine uyup nasıl coştun, köpürdün? Allah’tan neler istedin?”
Hasta;
“–Hiç hatırımda değil, ama himmet buyur da şimdi hatırlayayım!..” dedi.
Cenâb-ı Mustafa’nın -sallallâhu aleyhi ve sellem- nûr veren huzûru bereketiyle, hastanın etmiş olduğu duâ hatırına geldi. Her tarafı aydınlatan Peygamber’in himmeti, ona hatırlayamadığını hatırlattı.
“–Ya Resûlallâh! Cenâb-ı Hakk’a saygısızca yaptığım duâ, şimdi hatırıma geldi. Bir çok günaha girmiştim; günah dalgaları arasında yüzüyordum. Suçlulara, günah işleyenlere çok çetin, çok şiddetli azap edileceğini duyuyordum. Sen bizi pek ürkütüyordun, pek korkutuyordun. Çırpınıp duruyordum. Çarem yoktu. Âhiret bağı çok sağlamdı. Ümit ve tesellî kilidi de açılmıyordu. Âhiretin zahmetine, azâbına had ve sınır yoktur, anlatılamaz. Ona karşılık bu dünyada çekilen zahmetler, meşakkatler önemsizdir. Ne mutlu o kişiye ki, nefs ile savaşır, bedenine zahmetler verir, sıkıntılar çektirir de, onu terbiye etmeye uğraşır, adalet gösterir. Âhiretin zahmetinden kurtulmak için, bu dünyada kendine zahmet vermeyi, eziyet çektirmeyi kulluk, ibadet yerine koyar. Ben de; «Ya Rabbî!» diyordum. «Âhirette çektireceğin azabı, bu dünyada hemen çektir! Çektir de, âhirette mutlu olayım!» Bu istekle ilâhî kapının halkasını çalıp duruyordum. Derken bende böyle bir hastalık belirdi. Hastalığın verdiği zahmetten canımın rahatı kalmadı. Zikrimden, evradımdan geri kaldım. Hattâ kendimi, iyiliğimi ve kötülüğümü bilemez bir hâle geldim. Ey mübarek ve azîz Peygamber! Senin o nûrlu yüzünü görmeseydim, bu hayat bağından tamamıyla kurtulacak, yani ölüp gidecektim. Teşrif buyurun da, bana duâ ve tesellide bulunun.”
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
“–Sakın bu duâyı bir daha etme; kendi hayat ağacını kökünden söküp atma! Ey zayıf ve zavallı karınca! Senin ne gücün var ki, tutup da dağ gibi olan, kaldıramayacağın bir hastalığın yükünü sana yüklesin?"
Hasta sah übî:
“–Tevbe ettim, ey benim merhamet sahibi Yüce Rabbim, bir daha kendimi zorlu, güçlü görüp böyle bir lâf etmem. Kendimizi de, rezil-rüsvay oluşumuzu da gördün ey Rabbim! Bizi bundan fazla imtihan etme… Ey bütün kulları tarafından yardımı dilenen kerem sahibi, ihsan sahibi Allah! Bizi çok sıkıştırma, ağır imtihanlara çekme! Henüz gizli olan günahlarımızı, kötülüklerimizi gizle, meydana çıkarma. Allah’ım! Sen güzellikte, kemalde, olgunlukta sonsuzsun; biz de eğrilikte, sapıklıkta sonsuz bir haldeyiz. Ey kerem sahibi! Şu bir avuç kötü kişinin eğriliklerini, günahlarını sonsuz lutfunla, ihsanınla ört! Et ve yağdan ibaret olan bedene merhamet bağışlayan, acıma duygusu veren Allah! Yarattığın varlıklarda sanatını, yaratma gücünü, kuvvetini gösterdin; lütuf ve merhametini de göster! Ey büyüklerin en büyüğü olan Allah! Ettiğimiz bu dua senin gazabını arttırıyorsa, edilecek duayı yine sen bize ilham eyle!”
Sonunda Cenâb-ı Peygamber o hastaya buyurdu ki:
“–Sübhanallah. Allah’ın vereceği azaba dayanamazsın. Sen:
رَبَّنَاۤ اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
«Yâ Rabbî! Bize ahirette de, dünyada da güzellik ve iyilik ver; bizleri ateş azabından koru!» (el-Bakara, 201)
diye duâ etsen olmaz mıydı?»” (Bkz. Müslim, Zikir, 23/2688; Tirmizî, Deavât, 71/3487)
Yâ Rabbi! Biz, Habîb-i Edîbin Muhammed Mustafâ -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in senden istediği her şeyi istiyor ve sana sığındığı her şeyden biz de sana sığınıyoruz. Ya Rabbi!.. Bizi seçtiğin, sevdiğin kendilerine maddî-mânevî ihsanlarda bulunduğun nîmet ehlinin yolundan ayırma!.. Bizi, sadece seni bilen, sana el açan, senden yardım bekleyen hakîkî mümin kullarından eyle!.. Bizim hayırlı duâlarımızı merhamet ve lütfunla kabul buyur!.. Bize dünyada da iyilik ve güzellik ihsân eyle, âhirette de!.. Bizi cehennem azabından koru!..
Âmîn!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder