─ Peygamberin hakîki ümmeti kimdir?
Peygamberin iradesinin önünde iradesi olmayan kimsedir. Peygamberin iradesinde vücudun arkasında gölgenin yürüdüğü gibi yürüyen kimse, peygamberin has ümmetidir. Ne kadar inhiraf ederse, o kadar ümmetlikten dışarıya çıkar.
Evliyaların da etbâı, peygamber varislerine tabi olan kimseler de, Hakka tabi olan kimsenin sıfatında. Yine vücudun arkasında gölgenin hareketi gibi, kendi iradesinden, vâris-i Muhammedî olan zatın iradesinde yürüyen kimse, hakiki etbadandır. Kendi irademizi izhar etliğimiz yerde kulluktan, hakîki kulluktan, hakîki ümmetlikten düşeriz, hakîki etbâ olabilmekten düşeriz.
Onun için aşağıdan yukarıya doğru alıştırıyorlar; acemi neferleri bile evvelâ onbaşının eline teslim ederler, onbaşı talimata sokar, ondan sonra ileriye doğru hizmete muvaffak olur. Onbaşıdan büyük amirlerin verdiği emri duymaya, yerine getirmeye ancak o zaman muvaffak olur.
Onun için en aşağı onbaşısına tâbi olmayı bilmeyen adam ne Allah’a, ne peygamberine ittiba etmeyi nereden bilecek?
“Talebenâ vecedenâ”
Eğer talip olmasa idi, bu hazır olan cemaatin, bizim, hepimizin ruhaniyeti bu hakikatlere talip olmasa idi, nereden bize söyletecekti. Cenabı Hak, dilerse taşı da söyletir. Söyletene bak; söyleyenin ne ehemmiyeti var, söyletene bak.
Talebenâ vecedenâ; talip olan maksadını bulur, bulmamak mümkün değildir. Hesapta olmadığı halde belki rüyada görmüş, belki de görmemiş. Lakin hakîkat; işte burada bize söyletiyor, sizin bereketinize ben de dinliyorum. Ben de nefsimi burada oturtup “sana söylüyorum” diye şiddetle ona hitap ediyorum. Sizin hepiniz bilirsiniz. Hepiniz,
أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلَى
Elestü birabbiküm kâlû belâ [1]ahdi misak gününde, Allah’a vermiş olduğunuz söz üzerinesiniz. Böyle itikat ederim, kendi nefsime çağırırım. O, Elestü birabbiküm kâlû belâ hitabı kulaklarında olmayan kimse kulluk yapamaz. Kul değildir o. Onu duyuncaya kadar gayret yap sen, noksanda olduğunu bil.
Öyle söyler ehli hakikat: Elestü birabbiküm hitabı kulaklarımızda çınlıyor kesilmiyor. Allah’ın kelamı kesilmez ki, Allah’ın kelamı kadimdir.
Mısır’da bir merkez var, orada yirmidört saat tertib ile Kur’ân-ı Kerîm okunur. Ne zaman düğmeyi çevirip o istasyonu açarsan Kur’ân-ı Kerîm çıkar, hiç kesilmez. Onun gibi, o bir temsildir.
Cenabı Rabbül âleminin bir kelâm-ı kadîmidir, kesilmez. Hitap dâimdir, beşer kelâmı değildir. Allah’ın kelâm-ı kadîmi; kelam, ezelî ve ebedîdir. O hitap; Elestü birabbiküm hitabı dâimdir, hiç kesilmez.
Allah’u Zülcelâl’in her hareket ve sükûnumuzda bize boyuna «Elestü birabbiküm» hitabı vardır, bizden tasdik bekliyor. Yalnız iş, orada bizim intisap ettiğimiz makamdaki ile kalmıyor. Oradaki hitâbı dâimdir. O hitap ehli hakikatin kulaklarından kesilmez. Allah-u zülcelâl bizden boyuna o tasdîki, o ikrârı bekliyor. Orada verdiğimiz ikrâr ile bırakmıyor. Orada nasıl ki,
« kalû belâ, Evet Rabbimizsin»
Dediğimiz gibi, şimdi mükellef olduğumuz andan itibaren de Allah’ın her lahzadaki o hitabını işitmen lazımdır.
Allah-u zülcelâl her hareketinde sana soruyor:
─ Ey kulum! Beni Rab olarak tanıyor musun?
Mâ Câebihim Nebî veyahut münkîrat bize rast gelir. Gün içinde ya Allah’ın emrinden bir iş karşımıza çıkar veyahut Allah’ın yasak ettiklerinden bir şey tesadüf eder. Ya memur olduğumuz iyi bir mesele, ya da haram ettiği bir mesele karşımıza çıkacaktır.
─ Her ikisinde de nefsin ne yapmak ister?
Nefis, memur olduğu şeyden kaypaklık yapıp kaçmak ister, işte o zaman Allah’ın sana olan hitabını düşün.
Elestü birabbiküm; Beni sen Rab olarak tanımadın mı? Kâlû belâ de! Hemen kalk o işe, nefsini dinleme. Nefsini rab tutma. O zaman eğer o sözünde isen, sen sadıklardan isen, hemen orada duy. Cenabı Allah sana hitap ediyor, hemen o işe orada Elestü birabbiküm kâlû belâ de, hizmete başla. Münkir olan bir şey, yasak olan, haram olan bir söz, bir bakış, bir hareket sana karşı geldiği zaman, nefsin hemen oraya dalmak ister. İşte orada da duy. Allah’ın sana ezeli hitâbı var; Elestü birabbiküm: Beni Rab olarak kabul etmedin mi? Sana bunu yasak ettim dediğimi işit de dur, kork! İşte Abd odur, değilse,
* Abdü’ş-şeytandır.
* Abdü’n nefis,
* Abdü’d-dünya,
* Abdü’l-hevadır o.
Yüzde doksandokuz nisbette en eşed olanı, insanın kendi hevasına tapmasıdır. Bu hevaya tabi olduğumuz mesele demek ki bu kadar.
Senin, Allah-u zülcelâl’in Elestü birabbiküm kâlû belâ demiş olduğu hitabı her an için işitecek temizliğe gelinceye kadar, ne sağına, ne soluna bakmaya sana salâhiyet yok. Lakin biz bu aslî olan vazifemizi bırakıp kuvvet vereceğimiz yere kuvveti vermeden, kuvveti etrafa dağıtıyoruz. Şimdiki Müslümanların işi bu, hepimizin vazifesi böyle, yaptığımız iş: bütün kalbimizdeki dikkati dışarıya veriyoruz.
“Kendi nefsimizde bir noksaniyet duyupta dıştaki kuvveti içeriye toplayalım, daha bizim keseceğimiz yol var, alacağımız menzil var” diye aklımıza gelmiyor.
“Şunlar böyle geziyor, bunlar böyle yapıyor, onlar şöyle ediyor…!”
Sana nereden salâhiyet verildi? Sen kendi vazifeni bitirdin mi? Sana vazifeni bitirdiğine dair nişan verildiğinde ki; onun alameti işte o Elestü birabbiküm kâlû belâ hitabını işitmeye başladın mı? Başladıysan tamamdır işin. O zamana bak ve ötekilere de işittir, değilse sen kendi nefsine ağla.
─ Öbürleri inanmıyorlar!
İnanmayana mükellefiyet yok, inanmayan adama ne teklif edeceksin? İnandıktan sonra mükellef olunur. Aslında inanmayan adama bir şey teklif olunmaz. Lakin sen kendini inanmış sayıyorsun, mahşere çıkacağını biliyorsun, inanıyorum! Diyorsun. Allah’ın huzuruna varacağım, Allah bana soracak diyorsun. Buna inandıktan sonra sen Elestü birabbiküm kâlû belâ hitabını işitipte mi yapıyorsun, yoksa ezbere mi yapıyorsun? Karanlıkta yazı yazan adamın yazdığı nedir? Ne görür? Ne okur?
Mühim olan mesele budur. Bundan, bu zamanın Müslümanları gâfildir. Başkalarını ıslah etmeye koşturuyor, kendi nefsindeki noksaniyyeti kâle almıyor. Canım, kendi hanendeki yangına bakıver, onu söndür, sonra başka taraftaki yangına bak. Başka tarafta yanan ormandır, boş yerdir. Amma senin varlığın tutuşmaktadır, sen ona dön, ilk onu söndürüver.
Söndürdükten sonra başkalarına imdat etmeye hakkın var. Lakin biz daha yolu kesemedik, biz daha o makama o mertebeye yetişemedik.
Şeyh Nazım Kıbrısi'nin Sohbetlerinden..Kaynak: [1] Âraf 172
Zamanın gafilliği ne yazık ki hepimizin üstünde çekilmiş bir örtü gibi... Kalpten konuşmuyoruz, sadece sesimiz çıkıyor Allahın kuluyuz diye... Allah razı olsun...Selam ve Dua ile...
YanıtlaSilAllah sizden de razı olsun..
Sil