31 Temmuz 2014 Perşembe

Maide Suresi 6 ayet




D. karasu GÜZEL SÖZLER


- 13:01

Maide .5.6 - Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve başlarınıza mesh edip her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.

İbrahim Suresi 31





D. karasuGÜZEL SÖZLER
- 13:06
#Allah

İbrahim
14.31 - İnanan kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar, hiçbir alışveriş ve dostluğun bulunmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar.

Şevval orucunun hükmü nedir? Ramazanda tutulamayan oruçlar şevval orucu niyetiyle tutulabilir mi?



Ramazandan sonra şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır.
Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yılın bütününde oruç tutmuş gibi olur”
(Müslim, Sıyam, 204; Tirmizî, Savm, 53; Ebû Dâvûd, Savm, 58-59) buyurmuştur. Bu oruç peş peşe tutulabileceği gibi ara verilerek de tutulabilir (İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, Riyad, 2003; III, 421).

Şevval ayında nafile olarak tutulan oruç, Ramazanda tutulmayan oruçların yerine geçmez; yani Ramazan’da tutulmayan oruçların ayrıca kaza edilmesi farzdır. Bir oruçta hem kaza hem de nafile yerine niyet edilmesi geçerli olmadığından Şevval ayında tutulan oruçta da bunlardan yalnız birine niyet etmek gerekir. Şevval ayında oruç tutulurken, ramazanda tutulamayan oruçların kazasına niyet edilirse bu oruçlar kaza orucu olur.

İki bayram arasında evlenmek caiz midir?


Ülkemizin bazı yörelerinde, Ramazan ile Kurban Bayramı arası kast edilerek “İki bayram arasında düğün yapılmaz ve nikah kıyılmaz.” denilmektedir.
Bu sözün dinî yönden hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. 

Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz. Âişe (r.a.) de Şevval ayında evlenmişlerdir (Müslim, Nikah, 73). Şartlar ve imkânlar müsait olduğu zaman senenin bütün gün ve saatlerinde düğün yapılabilir, nikah kıyılabilir. Yani nikah için belli bir zaman ve vakit yoktur. Bu nedenle iki bayram arasında düğün yapmakta ve nikah kıydırmakta dinimiz açısından hiçbir sakınca bulunmamaktadır.

Kazaya kalan ramazan orucunu belli bir sürede tutma zorunluluğu var mıdır?



Ramazan orucunun kazâsı oruç tutmanın haram olduğu günler dışında her zaman yapılabilir. 

Hanefîlere göre kazası için bir zaman sınırlaması yoksa da mümkün olan ilk fırsatta kaza oruçları tutulmaya çalışılmalıdır (Kâsânî, Bedâiü’s-sanâî, II, 265). 

Oruç tutmanın yasak olduğu günlerin başında bayram günleri gelir. Hz. Peygamber (s.a.s.) iki vakitte oruç tutulmayacağını bildirmiştir ki birisi ramazan bayramının birinci günü, diğeri kurban bayramı günleridir (Buhârî, Savm, 66-67; Ebû Dâvûd, Savm, 49).

Şâfiîler’e göre ise bir ramazanda kazâya kalmış orucun, gelecek ramazana kadar kazâ edilmesi gerekir. Bir ramazanın kazâ borcu herhangi bir mazeret olmaksızın yerine getirilmeden, öteki ramazan gelecek olursa, kazâ borcuna ilâveten bir de fidye ödeme yükümlülüğü ortaya çıkar (Nevevî, el-Mecmû, VI, 363-366; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I, 441).

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Yahudi profosör den yahudilere müthiş cevap Helal olsun izle izlettir

Hucurat . 10 - 13 ayetleri Zandan kaçınmamız, kusur araştırıp ayıpları deşmememiz ve gıybet etmememiz istenmiştir





Nurdan TerziTartışma
- 01:14


{ Zandan kaçınmamız, kusur araştırıp ayıpları deşmememiz ve gıybet etmememiz istenmiştir. Çekiştirilen kimsede, anlatılan kusur bulunsa bile, bunun anlatılmasının caiz olmadığı Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır.}
'' ALLAHU EKBER '' (AYET) topluluğunda ilk olarak D. karasu paylaştı:

Hucurat . 10 - Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.

ﻳَٓﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺍَﻣَﻨُﻮﺍ ﻻ َ ﻳَﺴْﺨَﺮْ ﻗَﻮْﻡٌ ﻣِﻦْ ﻗَﻮْﻡٍ ﻋَﺴَٓﻰ ﺍَﻥْ ﻳَﻜُﻮﻧُﻮﺍ ﺧَﻴْﺮًﺍ ﻣِﻨْﻬُﻢْ ﻭَﻻ َ ﻧِﺴَٓﺎﺀٌ ﻣِﻦْ ﻧِﺴَٓﺎﺀٍ ﻋَﺴَٓﻰ ﺍَﻥْ ﻳَﻜُﻦَّ ﺧَﻴْﺮًﺍ ﻣِﻨْﻬُﻦَّ ﻭَﻻ َ ﺗَﻠْﻤِﺰُٓﻭﺍ ﺍَﻧْﻔُﺴَﻜُﻢْ ﻭَﻻ َ ﺗَﻨَﺎﺑَﺰُﻭﺍ ﺑِﺎْﻻ َﻟْﻘَﺎﺏِ ﺑِﺌْﺲَ ﺍﻻ ِﺳْﻢُ ﺍﻟْﻔُﺴُﻮﻕُ ﺑَﻌْﺪَ ﺍْﻻ ِﻳﻤَﺎﻥِ ﻭَﻣَﻦْ ﻟَﻢْ ﻳَﺘُﺐْ ﻓَﺎُﻭ ﻟَٓﺌِﻚَ ﻫُﻢُ ﺍﻟﻈَّﺎﻟِﻤُﻮﻥَ﴾١١﴿

11 - Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.

{ Erkeklerin ve kadınların birbirleriyle alay etmemeleri, birbirlerini ayıplamamaları ve kötü lakap takmamaları istenmekte, bunları yapmanın yoldan çıkma anlamına gelen fâsıklık olduğu hatırlatılmaktadır.
}
ﻳَٓﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺍَﻣَﻨُﻮﺍ ﺍﺟْﺘَﻨِﺒُﻮﺍ ﻛَﺜِﻴﺮًﺍ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻈَّﻦِّ ﺍِﻥَّ ﺑَﻌْﺾَ ﺍﻟﻈَّﻦِّ ﺍِﺛْﻢٌ ﻭَﻻ َ ﺗَﺠَﺴَّﺴُﻮﺍ ﻭَﻻ َ ﻳَﻐْﺘَﺐْ ﺑَﻌْﻀُﻜُﻢْ ﺑَﻌْﻀًﺎ ﺍَﻳُﺤِﺐُّ ﺍَﺣَﺪُﻛُﻢْ ﺍَﻥْ ﻳَﺎْﻛُﻞَ ﻟَﺤْﻢَ ﺍَﺧِﻴﻪِ ﻣَﻴْﺘًﺎ ﻓَﻜَﺮِﻫْﺘُﻤُﻮﻩُ ﻭَﺍﺗَّﻘُﻮﺍ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﺗَﻮَّﺍﺏٌ ﺭَﺣِﻴﻢٌ﴾٢١﴿

12 - Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.

{ Zandan kaçınmamız, kusur araştırıp ayıpları deşmememiz ve gıybet etmememiz istenmiştir. Çekiştirilen kimsede, anlatılan kusur bulunsa bile, bunun anlatılmasının caiz olmadığı Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır.}

ﻳَٓﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟﻨَّﺎﺱُ ﺍِﻧَّﺎ ﺧَﻠَﻘْﻨَﺎﻛُﻢْ ﻣِﻦْ ﺫَﻛَﺮٍ ﻭَﺍُﻧْﺜَﻰ ﻭَﺟَﻌَﻠْﻨَﺎﻛُﻢْ ﺷُﻌُﻮﺑًﺎ ﻭَﻗَﺒَٓﺎﺋِﻞَ ﻟِﺘَﻌَﺎﺭَﻓُﻮﺍ ﺍِﻥَّ ﺍَﻛْﺮَﻣَﻜُﻢْ ﻋِﻨْﺪَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍَﺗْﻘَﻴﻜُﻢْ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻋَﻠِﻴﻢٌ ﺧَﺒِﻴﺮٌ﴾٣١﴿

13 - Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.

{ Hz. Âdem ve Havva'dan çoğalan insanlar, yeryüzünde çeşitli renk ve dilde küçüklü büyüklü topluluklar oluşturmuşlardır. Küçükten büyüğe, kabileden milletlere varıncaya kadar farklılık gösteren bu oluşumun temel sebebinin kitlelerin birbirini tanıyıp, anlaşmak ve kaynaşmak olduğu anlaşılmaktadır. Yani soy-sopla övünmek yerine, birleşip bütünleşmek öngörülmüştür.}

29 Temmuz 2014 Salı

LOKMAN 31/1 AYETİ NUZUL



8- Tirmizî'nin Ebu Ümâme'den onun da Rasûlullah (sa)'tan rivayetinde o şöyle buyurmuştur:

“Çalgıcı (çalıp söyleyen) cariyeleri satmayın, satın almayın, onlara çalgıcılığı öğretmeyin. Onların alıp satılması ile yapılan ticarette hayır yoktur. Onların satılmasından alınan bedel de haramdır.” İşte bunun gibisi hak­kında "İnsanlardan bilgisizce Allah yolundan saptırmak için Hakkı boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır..." âyeti nazil oldu.[1]

İbn Kesîr bu hadisin ravileri arasında bulunan Ali ibn Yezîd'in, onun şey­hinin ve ondan rivayette bulunan ravinin de hep zayıf raviler olduğunu kaydet­miştir.[2]



13. Hani Lokman da oğluna demişti, ona öğüt veriyordu: Oğulcuğum, Allah 'a şirk koşma. Hiç kuşkusuz Allah 'a şirk koşmak çok büyük bir zulümdür.



Daha önce (En'âm Sûresi, 82 âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere Ebu Davud et-Tayâlisî'nin kendi isnadıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor:

"İman edenler ve imanlarını zulümle bulaştırmayanlar var ya, işte onlarındır emniyet..." (En'âm, 6/82) âyeti nazil olunca sahabe:

"Hangimiz imanını zulümle karıştırmaz ki!?" diye sızlandılar da: "Oğulcuğum, Al­lah'a şirk koşma. Hiç kuşkusuz Allah'a şirk koşmak çok büyük bir zulümdür." âyet-i kerimesi nâzîl oldu.[3]

Ve buradaki zulmün herhangi bir zulüm, bir haksızlık olmayıp bu zulümle Allah'a şirk koşmanın kastedildiği beyan edildi de sahabe rahatladı.[4]



14. Biz insana ana ve babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu zorluk üstüne zorlukla taşımıştı. Sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür. Bana ve ana-babana şükret. Dönüş ancak Bana'dır.

15. Eğer o ikisi (anan-baban) seni, hakkında bilgin olmıyan bir şeyi bana ortak koşmaya zorlıyacak olurlarsa onlara itaat etme ve onlarla dünyada ma'rûf üzere birlikte ol. Bana dönenlerin yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yine Bana'dır ve o zaman Ben, size, yaptıklarınızı bildireceğim.



Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde meşhur olan, Sa'd ibn Ebî Vakkâs hakkında ve annesi Hamne bint Ebî Süfyân ibn Ümeyye onu dininden döndürmeye çalıştığı zaman nazil olduğudur. Şöyle ki:

Ebu Davud ibn Ebî Hind'in Sa'd ibn Ebî Vakkâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor:

"Eğer seni, hakkında bilgin olmıyan bir şeyi bana ortak koşmaya zorlıyacak olurlarsa onlara itaat etme ve onlarla dünyada ma'rûf üzere birlikte ol..." âyet-i kerimesi benim hakkımda indi. Ben, anneme karşı iyi davranan birisiydim. Müslüman olunca annem bana:

"Ey Sa'd, bu sonradan ihdas ettiğin din de nedir? Ya bu dini bırakacaksın ya da ölünceye kadar yemiyeceğim, içmeyeceğim de insanlar "Annesinin ölümüne sebep oldu." diye seni ayıplıyacaklar." dedi. Ben:

"Ey anneciğim, yapma; çünkü ben asla dinimi bırakacak değilim." dedimse de yemeden içmeden bir gün ve gece geçirdi. Sabaha çıktığında açlıktan iyice bunalmıştı. Ben:

"Allah'a yemin olsun; bin tane canın olsa, hepsi de birer birer çıksa ben yine bu dinimi hiçbir şey için bırakacak değilim." dedim. Benim bu kesin tavrımı görünce yedi, içti ve işte Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[5]

2- Daha önce (Mâide, 5/91 ve Enfâl, 8/1 âyetlerinin nüzul sebebinde) de geçtiği üzere Müslim'in, Sahih'inde Sa'd ibn Ebî Vakkas'm oğlu Mus'ab'dan rivayetinde o şöyle demiştir: Onun (Sa'd ibn Ebî Vakkas) hakkında Kur'ân'dan âyetler nazil oldu.

Bir keresinde Sa'd'ın annesi "O dininden dönünceye kadar onunla konuşmamaya, yememeye, içmemeye yemin etmiş ve:

"Sen, Allah'ın sana ana-babanı tavsiye ettiğini iddia ediyorsun. İşte ben annenim ve sana bunu (girmiş olduğun

Muhammed'in dinine küfretmeni, ondan dönmeni) emrediyorum." demiş. Üç gün yemeden içmeden durmuş ve nihayet açlık ve susuzluktan bayılmış. Umara adındaki oğlu kalkmış ve annesine su içirmiş. Ayılınca Sa'd'a beddua etmeye başlamış da bunun üzerine Allah Tealâ: "Biz, insana ana-babasına güzel davranmasını tavsiye ettik. Eğer seni Allah'a ortak koşmaya zorlarlarsa..." âyet-i kerimesini indirmiş.

Sa'd der ki:

"Allah'ın Rasûlü (sa) (Bedr günü) büyük bir ganimet elde etmişti. Ganimetlerin içinde bir kılıç gördüm, aldım ve Allah'ın Rasûlü (sa)'ne götürüp:

"Bu kılıcı bana ver. Benim savaştaki halimi ve buna liyakatimi biliyorsun" dedim.

"Onu aldığın yere geri koy." buyurdular. Efendimizin yanından ayrıldım ve ganimetlerin toplandığı yere gittim. Kılıcı ganimetlerin içine atacakken nefsim beni kınadı ve atmamı söyledi de geri döndüm ve Rasûlullah (sa)'ın yanına gelerek tekrar

"Bu kılıcı bana ver." dedim. Sesini biraz daha yükselterek:

"Onu aldığın yere geri koy." buyurdular da akabinde Allah Tealâ: "Sana ganimetleri sorarlar..." (Enfâl, 1) âyet-i kerimesini indirdi.

Bir keresinde hastalanmıştım, Allah'ın Rasûlü (sa)'ne haber gönderdim, yanıma geldi,

"Bırak malımı dilediğim gibi bölüştüreyim." dedim. Kabul etmedi.

"Yarısını dilediğim gibi bölüştüreyim." dedim, onu da kabul etmedi.

"Hiç olmazsa üçte birini istediğim gibi taksim edeyim." dedi, sustu. Daha sonra üçte bir caiz oldu.

Bir gün ensar ve muhacirlerden bir grup gördüm. Bana:

"Gel sana yedirelim, içirelim." dediler. Bu, içki haram kılınmazdan önceydi. Bir bahçede idiler. Yanlarına gelip oturdum. Kızarmış bir deve başı ve bir tulum içki vardı. Onlarla birlikte yedik, içtik. O mecliste muhacirler ve ensar anıldılar. Ben:

"Muhacirler ensardan daha hayırlıdır." dedim. Adamın birisi kalktı etini yediğimiz deve başının iki çene kemiğinden birini alarak bana vurdu ve burnumu yardı. Rasûlullah (sa)'a geldim ve olanları haber verdim de Allah Tealâ benim hakkımda ve içki konusunda "Hiç şüphesiz içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden birer murdardırlar..." (Mâide, 5/90) âyet-i kerimesini indirdi.

Hadisin başka bir rivayetinde Sa'd'ın: "Benim hakkımda dört âyet nazil oldu." dediği ilâvesiyle onunla konuşmamaya, yeme ve içmemeye yemin eden annesi ile ilgili kısımda şu fazlalık vardır: "Ümmü Sa'd'a bir şey yedirmek ve içirmek istediklerinde ağzını bir sopa ile zorla açık tutup yiyecek ve içeceği ağzına döküyorlarmiş."[5]



15. "... Ve Bana yönelenlerin yolunu tut."



Bu âyet Ebû Bekr (r.a.) hakkında inmiştir. Ata, İbn Abbas'tan rivayet ederek şöyle dedi:

"Hz, Ebû Bekr müslüman olduğu vakit, ona Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas, Osman, Talha ve Zübeyr geldiler ve dediler ki:

"Sen Muhammed'e iman edip ve O'nu tasdik mi ettin?" Ebû Bekr de:

"Evet" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)'a gittiler, iman ettiler ve O'nu tasdik ettiler. Allah Teala da bu âyeti indirdi.[6]



20. Görmez misiniz ki Allah göklerde olanları da yerde olanları da sizin buyruğunuza vermiştir. Gizli ve açık olarak nimetlerini size bolca vermiştir, insanlar arasında hiçbir bilgisi olmadan, hiçbir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken Allah hakkında mücadele edenler vardır.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Mücâhid der ki: Bir yahudi Hz. Peygamber (sa)e geldi ve:

"Ey Muhammed, bana Rabbından haber ver, nedendir o?" dedi de bir yıldırım düştü ve onu yakıp öldürdü. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Bu nüzul sebebi daha önce Ra'd Sûresinde de geçmişti.[3]

2- İbn Abbâs'tan rivayete göre ise "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyen en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında inen âyetlerdendir.[7]



27. "Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa ve yedi misli deniz de yedekte bulunup yazılsa yine de Allah'ın söz­leri bitmezdi. Doğrusu Allah güçlüdür, Hakim'dir."




Kaynaklar
[1] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Lokman, 31/1, hadis no: 3195. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/699.


[2] İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, VI,334. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/699.


[3] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,18. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/699.


[4] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/699-700.


[5] Ibnu'i-Esîr, Usdu'i-Ğâbe, II,368. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/700.

[6] Müslim, Fedâilu's-Sahâbe, 43-44. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/700-701.


[7] Senedi yoktur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 288. Vahidî, age. s. 245. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/701-702.


[3] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/702. [4] Kurtubî, age. XIV,50. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/702. 


[1] İsnadı cidden çok zayıftır. Sennedde ismi geçen şahıslar için bakılabilecek eser: Hafız; et-Takrib: 2/253, 1/533. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 287. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/699.

[1] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Lokman, 31/1, hadis no: 3195. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/699.

[1] İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, VI,334. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/699.

[1] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 11,18. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/699.

[1] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/699-700.

[1] Ibnu'i-Esîr, Usdu'i-Ğâbe, II,368. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/700.

İslam ALLAHA giden yoldur.




Fatih YILMAZ
Herkese açık olarak paylaşıldı -
02:31
İslam ALLAHA giden yoldur. ALLAH'ın evveli ahiri yoktur. İslam hiçkimse yokken vardı. O halde Hakka giden yolunda miladı olmaz.
Yaratılmış iki kul düşünün. Bunlar anne ve baba olsun. Ebeveynler bebekleri daha anne karnındayken geleceği ile ilgili plan ve yol çizerek bunun hesabını yapıyor, düşünün'ki herşeyin sahibi ve yaratıcısı olan yüce ALLAH'ın bizleri yaratmadan önce yolumuzu çizmemişmidir? Eğer çizmiştir diyorsanız işte bu yolun adı İSLAM dır.

Sevgili Peygamberimizin (sav) Duası






Hz. Aişe annemiz (ra) anlatıyor:
Bir gece Hz. Peygamber’in (asm) yanına vardım. Namaz kılıyordu.
Sanki atılmış bir elbise gibi secdeye kapanmıştı. Duydum ki şöyle dua ediyordu:
Bütün varlığım ve hayalim Sana secde etti.
Kalbim sana iman etti.
Rabbim, işte ellerim… Nefsim üzerine koruyucu değiller.
Ey bütün büyük şeyler için kendisine ricada bulunulan Azîm,
Büyük günahlarımı bağışla!
Secdeden başını kaldırdıktan sonra bana şunları söyledi:
Cebrail (as) geldi ve “Secdende bu kelimelerle dua et!” diye emretti.
Öyle ki, bu kelimeleri her kim secdede söylerse, daha secdeden başını kaldırmadan affedilir.
(Ahlaku’n Nebi, III, s.169 

İsra Suresi 23-39 Ayetleri





D. karasuAYETLER
- 12:11


ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ


İsra . 23 - Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.

ﻭَﺍﺧْﻔِﺾْ ﻟَﻬُﻤَﺎ ﺟَﻨَﺎﺡَ ﺍﻟﺬُّﻝِّ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﺔِ ﻭَﻗُﻞْ ﺭَﺏِّ ﺍﺭْﺣَﻤْﻬُﻤَﺎ ﻛَﻤَﺎ ﺭَﺑَّﻴَﺎﻧِﻰ ﺻَﻐِﻴﺮًﺍ ﴾٤٢﴿

24 - Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" diyerek dua et.

ﺭَﺑُّﻜُﻢْ ﺍَﻋْﻠَﻢُ ﺑِﻤَﺎ ﻓِﻰ ﻧُﻔُﻮﺳِﻜُﻢْ ﺍِﻥْ ﺗَﻜُﻮﻧُﻮﺍ ﺻَﺎﻟِﺤِﻴﻦَ ﻓَﺎِﻧَّﻪُ ﻛَﺎﻥَ ﻟِـْﻼ َﻭَّﺍﺑِﻴﻦَ ﻏَﻔُﻮﺭًﺍ﴾٥٢﴿

25 - Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.

ﻭَﺍَﺕِ ﺫَﺍ ﺍﻟْﻘُﺮْﺑَﻰ ﺣَﻘَّﻪُ ﻭَﺍﻟْﻤِﺴْﻜِﻴﻦَ ﻭَﺍﺑْﻦَ ﺍﻟﺴَّﺒِﻴﻞِ ﻭَﻻ َ ﺗُﺒَﺬِّﺭْ ﺗَﺒْﺬِﻳﺮًﺍ﴾٦٢﴿

26 - Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.

ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﻤُﺒَﺬِّﺭِﻳﻦَ ﻛَﺎﻧُٓﻮﺍ ﺍِﺧْﻮَﺍﻥَ ﺍﻟﺸَّﻴَﺎﻃِﻴﻦِ ﻭَﻛَﺎﻥَ ﺍﻟﺸَّﻴْﻄَﺎﻥُ ﻟِﺮَﺑِّﻪِ ﻛَﻔُﻮﺭًﺍ﴾٧٢﴿

27 - Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.

ﻭَﺍِﻣَّﺎ ﺗُﻌْﺮِﺿَﻦَّ ﻋَﻨْﻬُﻢُ ﺍﺑْﺘِﻐَٓﺎﺀَ ﺭَﺣْﻤَﺔٍ ﻣِﻦْ ﺭَﺑِّﻚَ ﺗَﺮْﺟُﻮﻫَﺎ ﻓَﻘُﻞْ ﻟَﻬُﻢْ ﻗَﻮْﻻ ً ﻣَﻴْﺴُﻮﺭًﺍ﴾٨٢﴿

28 - Eğer Rabbinden umduğun (beklemek durumunda olduğun) bir rahmet için onların yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa kendilerine gönül alıcı bir söz söyle.

{ Rivayete göre Bilâl, Suheyb, Sâlim, Mehca' ve Habbab gibi yoksul sahâbîler, Hz. Peygamber'in yardımı ile geçinirlerdi. Resûlullah (s.a.), onlara verilecek bir şeyleri olmadığı zaman, mahcubiyetinden ötürü söyleyecek bir söz bulamaz, yüzünü başka tarafa çevirir, fakat onların ihtiyaçlarını gidermek için Cenab-ı Hakk'ın kendisine imkân vermesini dilerdi. İşte bu âyet-i kerimede, Resûlullah'a bu gibi insanlara bir şeyler veremeyecek bile olsa, hiç olmazsa "Allah, bize de, size de bol rızık versin", "Allah sizleri mesut ve müreffeh kılsın" gibi sözlerle onların gönüllerini alması gerektiği hatırlatılmaktadır.}

ﻭَﻻ َ ﺗَﺠْﻌَﻞْ ﻳَﺪَﻙَ ﻣَﻐْﻠُﻮﻟَﺔً ﺍِﻟَﻰ ﻋُﻨُﻘِﻚَ ﻭَﻻ َ ﺗَﺒْﺴُﻄْﻬَﺎ ﻛُﻞَّ ﺍﻟْﺒَﺴْﻂِ ﻓَﺘَﻘْﻌُﺪَ ﻣَﻠُﻮﻣًﺎ ﻣَﺤْﺴُﻮﺭًﺍ﴾٩٢﴿

29 - Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.

ﺍِﻥَّ ﺭَﺑَّﻚَ ﻳَﺒْﺴُﻂُ ﺍﻟﺮِّﺯْﻕَ ﻟِﻤَﻦْ ﻳَﺸَٓﺎﺀُ ﻭَﻳَﻘْﺪِﺭُ ﺍِﻧَّﻪُ ﻛَﺎﻥَ ﺑِﻌِﺒَﺎﺩِﻩِ ﺧَﺒِﻴﺮًﺍ ﺑَﺼِﻴﺮًﺍ ﴾٠٣﴿

30 - Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görür.

ﻭَﻻ َ ﺗَﻘْﺘُﻠُٓﻮﺍ ﺍَﻭْﻻ َﺩَﻛُﻢْ ﺧَﺸْﻴَﺔَ ﺍِﻣْﻼ َﻕٍ ﻧَﺤْﻦُ ﻧَﺮْﺯُﻗُﻬُﻢْ ﻭَﺍِﻳَّﺎﻛُﻢْ ﺍِﻥَّ ﻗَﺘْﻠَﻬُﻢْ ﻛَﺎﻥَ ﺧِﻄْﺎًٔ ﻛَﺒِﻴﺮًﺍ﴾١٣﴿

31 - Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.

ﻭَﻻ َ ﺗَﻘْﺮَﺑُﻮﺍ ﺍﻟﺰِّﻧَٓﻰ ﺍِﻧَّﻪُ ﻛَﺎﻥَ ﻓَﺎﺣِﺸَﺔً ﻭَﺳَٓﺎﺀَ ﺳَﺒِﻴﻼ ً﴾٢٣﴿

32 - Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.

{ Bu âyette "zina etmeyin" denilmeyip de "zinaya yaklaşmayın" buyurulması ilgi çekicidir. Buna göre yalnız zina değil, kişiyi zina etmeye sevkeden yollar da yasaklanmıştır. Esasen bir kere bu yollara tevessül edildikten, yani insanı zina etmeye zorlayan ve cinsî arzuları kabartan bir ortama girdikten sonra, artık, bu arzuların ağır baskısı karşısında iradenin gücü oldukça yetersiz kalır ve zinadan korunmak son derece güçleşir. İnsanın bu psikolojik zafını dikkate alan Kur'an-ı Kerim, prensip olarak insanı kötülüklere sevkedici sebepleri ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Buna sedd-i zerîa prensibi denir.}

ﻭَﻻ َ ﺗَﻘْﺘُﻠُﻮﺍ ﺍﻟﻨَّﻔْﺲَ ﺍﻟَّﺘِﻰ ﺣَﺮَّﻡَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺍِﻻ َّ ﺑِﺎﻟْﺤَﻖِّ ﻭَﻣَﻦْ ﻗُﺘِﻞَ ﻣَﻈْﻠُﻮﻣًﺎ ﻓَﻘَﺪْ ﺟَﻌَﻠْﻨَﺎ ﻟِﻮَﻟِﻴِّﻪِ ﺳُﻠْﻄَﺎﻧًﺎ ﻓَﻼ َ ﻳُﺴْﺮِﻑْ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻘَﺘْﻞِ ﺍِﻧَّﻪُ ﻛَﺎﻥَ ﻣَﻨْﺼُﻮﺭًﺍ﴾٣٣﴿

33 - Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velîsine (hakkını alması için) yetki verdik. Ancak bu velî de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) o, alacağını almıştır.

ﻭَﻻ َ ﺗَﻘْﺮَﺑُﻮﺍ ﻣَﺎﻝَ ﺍﻟْﻴَﺘِﻴﻢِ ﺍِﻻ َّ ﺑِﺎﻟَّﺘِﻰ ﻫِﻰَ ﺍَﺣْﺴَﻦُ ﺣَﺘَّﻰ ﻳَﺒْﻠُﻎَ ﺍَﺷُﺪَّﻩُ ﻭَﺍَﻭْﻓُﻮﺍ ﺑِﺎﻟْﻌَﻬْﺪِ ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﻌَﻬْﺪَ ﻛَﺎﻥَ ﻣَﺴْﻮُٔ ﻻ ً﴾٤٣﴿

34 - Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.

ﻭَﺍَﻭْﻓُﻮﺍ ﺍﻟْﻜَﻴْﻞَ ﺍِﺫَﺍ ﻛِﻠْﺘُﻢْ ﻭَﺯِﻧُﻮﺍ ﺑِﺎﻟْﻘِﺴْﻄَﺎﺱِ ﺍﻟْﻤُﺴْﺘَﻘِﻴﻢِ ﺫَﻟِﻚَ ﺧَﻴْﺮٌ ﻭَﺍَﺣْﺴَﻦُ ﺗَﺎْﻭِﻳﻼ ً﴾٥٣﴿

35 - Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir.

ﻭَﻻ َ ﺗَﻘْﻒُ ﻣَﺎﻟَﻴْﺲَ ﻟَﻚَ ﺑِﻪِ ﻋِﻠْﻢٌ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﺴَّﻤْﻊَ ﻭَﺍﻟْﺒَﺼَﺮَ ﻭَﺍﻟْﻔُﻮَٔﺍﺩَ ﻛُﻞُّ ﺍُﻭ ﻟَٓﺌِﻚَ ﻛَﺎﻥَ ﻋَﻨْﻪُ ﻣَﺴْﻮُٔ ﻻ ً﴾٦٣﴿

36 - Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.

ﻭَﻻ َ ﺗَﻤْﺶِ ﻓِﻰ ﺍْﻻ َﺭْﺽِ ﻣَﺮَﺣًﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﻟَﻦْ ﺗَﺨْﺮِﻕَ ﺍْﻻ َﺭْﺽَ ﻭَﻟَﻦْ ﺗَﺒْﻠُﻎَ ﺍﻟْﺠِﺒَﺎﻝَ ﻃُﻮﻻ ً﴾٧٣﴿

37 - Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.

ﻛُﻞُّ ﺫَﻟِﻚَ ﻛَﺎﻥَ ﺳَﻴِّﺌُﻪُ ﻋِﻨْﺪَ ﺭَﺑِّﻚَ ﻣَﻜْﺮُﻭﻫًﺎ﴾٨٣﴿

38 - Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbinin nezdinde sevimsizdir.

ﺫَﻟِﻚَ ﻣِﻤَّٓﺎ ﺍَﻭْﺣَٓﻰ ﺍِﻟَﻴْﻚَ ﺭَﺑُّﻚَ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﺤِﻜْﻤَﺔِ ﻭَﻻ َ ﺗَﺠْﻌَﻞْ ﻣَﻊَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍِﻟَﻬًﺎ ﺍَﺧَﺮَ ﻓَﺘُﻠْﻘَﻰ ﻓِﻰ ﺟَﻬَﻨَّﻢَ ﻣَﻠُﻮﻣًﺎ ﻣَﺪْﺣُﻮﺭًﺍ﴾٩٣﴿

39 - İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilâh edinme; sonra kınanmış ve (Allah'ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.


27 Temmuz 2014 Pazar

BARKOD NEDİR? ÜLKELERİN BARKOD KODLARI



BARKOD NEDİR?

Barkod; değişik kalınlıktaki dik çizgi ve boşluklardan oluşan ve verinin otomatik olarak ve hatasız bir biçimde başka bir ortama aktarılması için kullanılan bir yöntemdir. Barkod, değişik kalınlıktaki çizgilerden ve bu çizgiler arasındaki boşluklardan oluşur.
Barkod ile stok kodu, seri numarası, personel kodu gibi bilgilerin gösterilmesi sağlanabilir.

Barkod, barkod alfabesi (barcode symbology) denilen ve barkodun içerdiği çizgi ve boşlukların neye göre basılacağını belirleyen kurallara göre basılmaktadır. Barkodlar 0-9 arası rakamları, alfabedeki karakterleri ve bazı
özel karakterleri (*, -, / vb.) içerebilirler. Bir çok barkod alfabesi vardır. Bu alfabelerden bazıları sadece rakamları içerirken bazılarıda hem rakamları hem de
özel karakterleri içerirler. Buna göre değişik barkod standartları ortaya çıkmaktadır.


ÜLKELERİN BARKOD KODLARI

* Türkiye Barkod Kodu : 869

* Almanya Barkod Kodu : 400-440
* Amerika - Kanada Barkod Kodu : 00-13
* Arjantin Barkod Kodu : 779
* Avusturalya Barkod Kodu : 93
* Avusturya Barkod Kodu : 90-91
* Azerbeycan Barkod Kodu : 476

* Belçika -
Lüksemburg Barkod Kodları : 54
* Bolivya Barkod Kodu : 777
* Brezilya Barkod Kodu : 789

* Cezayir Barkod Kodu : 613
* Çek Cumhuriyeti Barkod Kodu : 859

* Çin Barkod Kodu : 690-692

* Danimarka Barkod Kodu : 570
* Dominik Cumhuriyeti Barkod Kodu : 746

* Ekvator Barkod Kodu : 786
* Endonezya Barkod Kodu : 899
* Ermenistan Barkod Kodu : 485
* Estonya Barkod Kodu : 474

* Fas Barkod Kodu : 611
* Filipinler Barkod Kodu : 480
* Finlandiya Barkod Kodu : 64
* Fransa Barkod Kodu : 30-37

* Guetemala, Hondras, El Salvador, Nikaragua, Kosta Rika, Panama Barkod Kodu : 740-745
* Güney Afrika Barkod Kodu : 600-601
* Güney Kore Barkod Kodu : 880
* Gürcistan Barkod Kodu : 486

* Hindistan Barkod Kodu : 890
* Hollanda Barkod Kodu : 87
* Honkong Barkod Kodu : 489

* İngiltere Barkod Kodu : 50
* İran Barkod Kodu : 626
* İrlanda Barkod Kodu : 539
* İspanya Barkod Kodu : 84
* İsrail Barkod Kodu : 729
* İsveç Barkod Kodu : 73
* İsviçre Barkod Kodu : 76
* İtalya Barkod Kodu : 80-83
* İzlanda Barkod Kodu : 569

* Japonya Barkod Kodu : 45
* Japonya Barkod Kodu : 49
* Jordan Barkod Kodu : 625

* Kazakistan Barkod Kodu : 487
* Kıbrus Rum Kesimi Barkod Kodu : 529
* Kolombiya Barkod Kodu : 770
* Küba Barkod Kodu : 850

* Letonya Barkod Kodu : 475
* Litvanya Barkod Kodu : 477
* Lübnan Barkod Kodu : 528

* Macaristan Barkod Kodu : 599
* Malezya Barkod Kodu : 955
* Malta Barkod Kodu : 535
* Makedonya Barkod Kodu : 531
* Mauritis Adaları Barkod Kodu : 609
* Meksika Barkod Kodu : 750
* Mısır Barkod Kodu : 622
* Moldova Barkod Kodu : 484

* Norveç Barkod Kodu : 70

*
Paraguay Barkod Kodu : 784
* Peru Barkod Kodu : 775-785
* Polonya Barkod Kodu : 590
* Portekiz Barkod Kodu : 560

* Romanya Barkod Kodu : 594
* Rusya Barkod Kodu : 46

* Singapur Barkod Kodu : 888
* Slovakya Barkod Kodu : 858
* Srilanka Barkod Kodu : 479

* Şili Barkod Kodu : 780

* Tayland Barkod Kodu : 885
* Tayvan Barkod Kodu : 471
* Tunus Barkod Kodu : 619

* Ukrayna Barkod Kodu : 482
* Uruguay Barkod Kodu : 773

* Venezuella Barkod Kodu : 759
* Vietnam Barkod Kodu : 893

* Yeni Zellanda Barkod Kodu : 94
* Yugoslavya Barkod Kodu : 860
* Yunanistan Barkod Kodu : 520

kaynak

Bayram günlerinde oruç tutulur mu, bu günler kaç gündür?



Bayram günlerinde oruç tutulur mu, bu günler kaç gündür?

Bayram günleri, oruç tutmanın yasak olduğu günlerin başında gelir. Ramazan bayramının birinci gününde ve kurban bayramının dört gününde oruç tutmak tahrîmen mekruhtur (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 125İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, Riyad 2003, III, 336).

 Bugünlerde oruç tutmanın hoş karşılanmayıp yasaklanması, bayram günlerinin yeme, içme ve sevinç günleri olmasından dolayıdır. Ramazan bayramı, bir ay boyunca Allah için tutulan orucun arkasından verilen bir “genel iftar ziyafeti” hükmündedir ve bu anlamından ötürü ona “fıtır bayramı (iftar bayramı)” denilmiştir. 

Ramazan bayramının ilk günü, bir aylık ramazan orucunun iftarı anlamına gelir. Böyle toplu iftar gününde oruçlu olmak, Allah’ın sembolik ziyafetine katılmamak anlamına gelir ki bunun yakışıksız bir davranış olduğu ortadadır.

 Allah için kurbanların kesildiği kurban bayramı günleri de ziyafet günleridir. Hz. Peygamber (s.a.s.), teşrik günlerinin yeme, içme ve Allah’ı anma günleri olduğunu belirtmiştir (Buhârî, Savm, 66-67; Ebû Dâvûd, Savm, 49).

25 Temmuz 2014 Cuma

2014 YILI SADAKA-I FITIR MİKTARI



2014 YILI SADAKA-I FITIR MİKTARI

2014 yılı Sadaka-ı Fıtır miktarı konusu görüşüldü. Yapılan değerlendirmeler neticesinde fıtır sadakasının, Müslüman toplumların neredeyse tamamına yakın bir kesimi tarafından veriliyor olması dikkate alınarak, mevcut sosyo-ekonomik hayat şartları ve bir kişinin günlük asgari gıda ihtiyacı göz önünde bulundurularak, 2014 yılı Ramazan ayının başlangıcından 2015 yılı Ramazan ayının başlangıcına kadar olan sürede 10,00 TL olarak belirlenmesine karar verildi.

Bayanlar bayram namazı ile sorumlu mudur? Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında bayanlar bayram namazlarına iştirak ederler miydi?


Bayanlar bayram namazı ile sorumlu mudur? Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında bayanlar bayram namazlarına iştirak ederler miydi?
Kadınlar, cuma ve bayram namazlarıyla yükümlü değildirler
(Semerkandî, Tuhfetü’l-fukahâ, I, 161, 166; Halîl, Muhtasar-ı Halîl, Kahire, 1426/2005, I, 45, 47).


Şâfiîler’e göre ise üzerine beş vakit namaz farz olan her kadın ve erkeğin bayram namazı kılması sünnettir (Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, Beyrut, 1418/1997, I, 462).


Hz. Peygamber (s.a.s.) kadınları bayram namazına katılmaya teşvik etmiştir (Buhârî, ‘Îdeyn, 15-21; Müslim, Salâtü’l-’îdeyn 1-3, 10-12).


Bir hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Henüz kocaya gitmemiş genç kızlar, perde arkasında yaşayan kadınlar ve hayızlı kadınlar evlerinden çıksınlar; hayra ve müminlerin duasına şahit olsunlar. Ancak, hayızlı kadınlar, namaz kılınan yerden ayrı bir yerde dursunlar” (Buhârî, Hac 81).


Hadisten anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamber (s.a.s.) kadınları Cuma ve bayram namazlarına katılmaya teşvik etmiştir. Ancak bu, hiçbir mezhep tarafından farz veya vacip olarak değerlendirilmemiştir. Kadınlar, şartların elverişli olması ve istemeleri halinde Cuma veya bayram namazlarına katılabilirler.


KAYNAK

Ramazan ayını ve bayramı başka ülkelerde geçirenler, o ülkelerin hesapları Türkiye’ye göre farklı olması halinde bayramlarını Türkiye’ye göre mi, bulundukları ülkeye göre mi yapmalıdırlar?



Ramazan ayını ve bayramı başka ülkelerde geçirenler, o ülkelerin hesapları Türkiye’ye göre farklı olması halinde bayramlarını Türkiye’ye göre mi, bulundukları ülkeye göre mi yapmalıdırlar?

Dini hükümlere göre; kameri aylar, hilalin güneş battıktan sonra, yeryüzünün herhangi bir yerinden görülmesiyle başlar (Buhârî, Savm, 5; 11).

Günümüzde ayın hilal halinde nerede ve ne zaman görülebileceği, hatasız olarak, hesapla tespit edilebilmektedir. Yurdumuzda ve İslâm ülkelerinin çoğunda takvimler bu hesaplamalara göre düzenlenmekte; Ramazan ve bayramlar da buna göre belirlenmektedir. 

Az sayıda bazı İslam ülkeleri ise, kameri aybaşlarının tespitinde, ayın hilal şeklinde gökyüzünde görülebilecek halde bulunması zamanını değil, kavuşum anını veya hilalin kendi ülkelerinde de görülmesini esas almaktadırlar.

İslam âleminde zaman zaman bizden bir gün önce veya bir gün sonra oruca başlayan ve bayram yapan ülkelerin bulunması bu sebepledir. Bu tür içtihat farklılığından doğan uygulamalar kimsenin ibadetine zarar vermez. 
Bu nedenle başka bir ülkede bulunan bir Müslüman, bayramını bulunduğu ülkeye göre yapar.

IŞİD Hz.Yunus (as)'ın Türbesini Patlattı



IŞİD Musul'da bulunan Hz. Yunus Türbesini dinamitle havaya uçurdu. Patlama anı kameralara yansıdı.
Geçtiğimiz 10 Haziran'dan beri Irak'ın 2'nci büyük kenti Musul'un kontrolünü elinde bulunduran terör örgütü Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) kutsal mekanları yıkmaya devam ediyor.
Daha önce Musul, Telafer ve Kerkük'te din adamlarına ait türbeleri ve Şii camilerini dinamit kullanarak patlatan örgüt bu kez Musul'da peygamber Hz. Yunus'un türbesi olarak bilinen tarihi mekanı aynı yöntemi kullanarak havaya uçurdu.
Müslümanlar ve Hristiyanlar için de kutsal sayılan Yunus Peygamber türbesinin patlatılması Iraklılar arasında tepkiye neden oldu. 

134 hicri yılında yapılan cami her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret ediliyordu. Türk hacılar kutsal topraklara giderken burayı ziyaret etmeyi hacca tamamlayıcı bir ibadet olarak görüyorlardı.

2010 yılının haziran ayında caminin yakınında patlayan bomba nedeniyle dış duvarı zarar görmüştü.

Yüce Allah elçileri olan peygamberin kavimler tarafından öldürülmelerine neden izin vermiştir?



Yüce Allah elçileri olan peygamberin kavimler tarafından öldürülmelerine neden izin vermiştir?
Değerli kardeşimiz;

Bu konuyu şöyle açıklayabiliriz:

1) Tarih içerisinde öldürülen peygamberlerin başlarına gelenler ezeli ilimde mukadder idi. Katillere izin vermek, bu takdirin tahakkukuna izin vermek anlamına gelir.

2) Allah, bazı peygamberlerinin derecelerini şehitlik mertebesiyle güçlendirmiştir.

3) İnsanlar için dünya bir imtihan meydanıdır. Bu imtihanda kazanalar yanında kaybedenler de olacaktır. Bu kayıp ve kazançlar insanların kendi özgür iradelerine bırakılmıştır. Bu sebeple, öldürülen kimseler peygamber dahi olsa, Allah katillerin elinden tutup engel olmaz. Bu adaletin bir gereğidir.

4) Bazı peygamberlerin mağlup olmaları ve öldürülmeleri, genel olarak başka insanlar için sağlam bir mantık yürütmenin önemli bir ölçüsüdür. Buna göre, öldürülen peygamberlerin durumu, zaman içerisinde mağlup olan müslümanlara bakıp da onların mesleklerinde haksız olduklarını tevehhüm edenlerin bu yanlışlarına açık bir gösterge teşkil etmiştir. Artık, aklı başında olan kimseler anlar ki, dünyadaki galibiyet veya mağlubiyet hakkın veya haksızlığın ölçüsü değildir. Akıbet, ahirette Allah’ın dostlarınındır.
Kaynak
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Hâşim’in Gazze’si



“Gazze bir açık hava hapishanesi” diyordu yabancı gazeteci, denizden, karadan, havadan İsrail tarafından kuşatılmış. Tek nefes alabileceği delik Refah, onu da Mısır darbecileri kapattı mı, “ört ki ölem”! Hazır olalım, kara harekâtına dönüşen İsrail saldırısı sahilde kırlangıçlar misali 4 çocuğun taretlerle biçilmesini aratacak sahnelerle dolduracak günlerimizi.
Hayatını kaybedenlerin çetelesini tutmak dünyaya kalacak ve bir süre sonra ateşkes ilan edilip yine unutulacak Gazzeliler, Batı Şerialılar, Kudüslüler, ezcümle Filistinliler, kaderleriyle baş başa kalacak. Yine evler buldozerlerle dümdüz edilecek, yine kırlangıç yavrularının bedenleri kundaklarında veya kumsallarında bombalara maruz kalacak, yine camiler hedef alınıp yıkılacak.

Bombalarla tanıştı mı bilmiyorum ama Gazze’den bir cami geliveriyor aklıma. Seyyid Hâşim Camii. Avlusunda çocuklar oynar, güngörmüş ihtiyarlar güneşin haşinliğinden onun sayesinde kurtulurlar. “Seyyid” yazdığına bakarak onun Peygamber Efendimiz’in (sav) torunlarından zannetmeyin. Bu cami, Efendimiz’in büyük dedesi Hâşim b. Abdu Menaf adına Osmanlı Sultanı Abdülmecid tarafından 1850’de yaptırıldı. Minaresini yenileme şerefi ise cennetmekân 2. Abdülhamid’e ait.

Külliyedeki bir kubbenin altında Efendimiz’in büyük dedesi Hâşim’in yattığını yazıyor kaynaklar. Merakımı çekti doğrusu, neden Mekke veya Medine’de değil de Gazze’de vefat etmişti Abdülmuttalib’in babası?

Cevabını ararken ilginç ayrıntılara rastladım. Bulduklarımı paylaşıyorum.

Tarihçi İbnü’l-Esir Hâşim’in asıl adının Amr olduğunu yazar. Öyleyse neden Hâşim denilmiş? Sebebi şu: “Mekke’de kavmine ilk olarak ekmek doğrayıp tirit yapan ve halka yediren kimse olması.” “Hâşim” Arapçada ‘kıran, ufalayan’ demek. Peygamber Efendimiz’in tiridi çok sevdiğini bildiğimize göre bu âdeti Kureyş’e getiren kişi oluyor. Yine de anlaşılmıyorsa “Siret-i İbn Hişâm”a göz atabiliriz.

Cahiliye Mekke’sinde iki önemli görev vardı: “Sikâye” ve “rifâde”. Bunlar ne anlama geliyor? diyorsanız açıklayayım. “Sikâye” hacılara su dağıtma; “rifâde” ise vergi toplama görevi demek. İşte bu görevleri üstlenen Hâşim, isterdi ki, hacıların bütün ihtiyaçlarını kendi karşılasın. Lakin güç yetiremediği için onlardan bir miktar harç alır ve karşılayamadığı ihtiyaçlarını o parayla görür, kimseyi mağdur etmezdi.


Girişimci bir Kureyşli

Bir seferinde kıtlık vardı. Kimse hacılara yardım edemiyordu, hacıların da anlaşılan durumları iyi değildi. Bunun üzerine Hâşim “bütün malını Şam’a götürerek onunla “ka’k” satın aldı. Sonra hac mevsimi geldi ve bu ka’k’in hepsini ufaladı ve onu döğdü. Ondan hacılar için tiride benzer bir yemek yaptı.”

“Ka’k” kelimesini özellikle çevirmedim, çünkü Şanlıurfa, Gaziantep, Hatay gibi şehirlerimizde ‘kâhke” diye pişirilip satılan ve kolay bayatlamayan yiyeceğin kendisidir ki, şimdilerde sosyete pastanelerinde boy göstermektedir. Hatta Avrupa dillerine “kek” olarak geçen ve sonra dönüp bize gelen yiyeceğin aslı da Arapça “ka’k”dir (kef ile). Yabancı zannetmeyesiniz.

Hâşim’in Abdu Şems adlı kardeşiyle ikiz doğdukları rivayet edilir. İkizlerin büyüğü Hâşim’dir ve ayak parmağı kardeşinin alnına yapışık olarak doğmuştur. Babalarının onları kılıçla ayırdığı abartılı olsa da, ayırma sırasında kan aktığı bilinir. Hatta bu kanın sonradan Ümeyye oğulları ile Hâşim oğulları, yani Muaviye ile Hz. Ali arasında dökülecek kana işaret olduğu söylenmiştir (Hâşim, Hz. Ali’nin dedesidir, Abdu Şems ise Muaviye’nin).

Hâşim’in Mekke’de ne kadar nüfuzlu ve faal olduğuna dikkat çekelim. İşte bu nüfuz ve etki, Peygamberimiz’in mücadele verdiği ortam hakkındaki bilgilerimizi yerine oturtan bir ayrıntıyı gizler.

Fihr, yani Kureyş adlı atadan beri Mekke’nin önde gelen tüccar ailelerinden biri olmuştu Kureyş kabilesi. Öyle ki, Hâşim’in babası Habeşlilerle ticaret anlaşması yapmış ve hatta bir tür ‘kapitülasyon’ olan ahidname veya emanname (ilâf) alarak ticarî bir başarıya imza atmıştı. Oğulları da babalarını mahcup etmemiş ve her biri bir yerden kapitülasyon kopararak Kureyş’in zenginlik ve etkinliğini artırma yolunda ilerlemişlerdi.

Hâşim, Bizanslılardan ve Şam’da bulunan Gassanîlerden birer ahidname almıştı. Şaşırtıcı ama İbn Sa’d’ın “Tabakât”ına bakılırsa Peygamber Efendimiz’in büyük dedesi Bizanslılar tarafından iyi tanınırdı ve işleriyle ilgili olarak Ankara’ya kadar gidip gelirdi!

Sizi bilmem ama Peygamberimiz’in dedesinin Ankara’ya kadar gelmiş olması bende farklı duygular uyandırdı. Tıpkı Gazze’de vefat etmiş olması gibi. Galiba tarih ve coğrafya algımızı yeniden şekillendirmemiz gerekecek; hem İslam tarihini, hem de kendimizi iyi anlamak ve kimliklendirmek için.


Hâşim’in Gazze’si

Taberî’ye göre ikiz kardeşi Abdu Şems, Habeş kralı Necâşi’den; kardeşi Nevfel İran Kisralarından; öbür kardeşi Muttalib ise Himyerli hâkim­lerden ticarî imtiyazlar ve yolculuk sırasında güvence tezkereleri almıştı.

Hâşim ayrıca kervan yolu üzerinde yaşayan kabilelerle de anlaşmalar yapmıştı. Buna göre Kureyşliler bu kabilelere ait malları Bizans topraklarına götürüp satacak, parasını masraf almadan kendilerine teslim edecekler, buna karşılık kervanların güvenliğini sağlayacaklardı.

Demek ki, Kureyş ve Mekke büyük ticaret yollarının kavşağındaki kritik konumunu Peygamberimiz’in büyük dedesi ve büyük amcaları zamanında idrak etmiş ve ticari potansiyelini genişletme çabasına girmişti. Kureyş deve kervanları bu sayede bu bölgelere rahatça gitmiş ve kabilenin muazzam serveti bu girişimci ruh sayesinde canlanmıştı.

Bu tablo karşısında Peygamberimiz’in gençliğinde ticaretle uğraşmasında şaşırtıcı bir taraf olamazdı, zira Mekke’ye hakim bir tüccar kabilesi ve büyük bir tüccar ailesinde doğmuş olmak ona başka seçenek bırakmıyordu. Öyle ya, Kureyş Sûresi’nde geçen yaz ve kış ticaret yolculuklarını başlatan kişiydi büyük dedesi.

Hâşim’in yolu Suriye’ye yaptığı ticarî seferlerin birinden dönüşte Gazze’ye düşmüştü. Burada hastalanıp vefat etti (497). Yaşı epey gençti ama çoğu klasik metinlerde geçtiği üzere 20-25 yaşlarında olduğuna ihtimal verilemez. 40’ına yakın olmalıdır. Halk tarafından o kadar benimsenmiştir ki, onun adına yapılan camide namaz kılan Gazzeliler şehirlerine de, “Gazzetü’l-Hâşim” derlerdi, yani “Hâşim’in Gazze’si”.

Oğlu Abdülmuttalib yaşına kadar Medine’de kaldıktan sonra amcası Muttalib tarafından Mekke’ye getirilecek ve zaman döne döne Nur’un ineceği vakte doğru ilerleyecekti.

Velhasıl ne Ankara Ankara’dadır, ne Gazze Gazze’de. Ortada Efendimiz’in maneviyatı varken Gazze’ye düşen bombalar iftar sofralarına da düşer. Düşer mi sahiden de?
Kaynak

20 Temmuz 2014 Pazar

Allah bir yere azap edecekse oradaki sevdiği kulları çıkarır sonra oraya azabını indirir



Allah bir yere azap edecekse oradaki sevdiği kulları çıkarır sonra oraya azabını indirir.. Bir saatliğine de olsa tüm müslümanlar oradan çekilsinler görün bakın azabı.. Hz. Lut'u hatırlayın aynı bölgeler azap nasıl inmişti..

Soykırımı Babana Türkiye'nin Kurtardığı Yahudilere de DEDENE SOR!


ALLAH SENİN GİBİ LİDERLERİ TÜM İSLAM ALEMİNE DE NASİP ETSİN AMİİİN.

Ağaç için ülkeyi ateşe verenler filistinde ölenler icin neden sesleri çıkmıyor ???


Ağaç için ülkeyi ateşe verenler filistinde ölenler icin neden sesleri çıkmıyor ???
SEYRETMEYİN SEYRETTİRMEYİN !

Yahudiler Çanakkale'de bize karşı savaştı

Murat Bardakçı bugünkü köşesinde Yahudilerin nasıl Çanakkale'de bize karşı savaştıklarını yazdı.


Tarihçi Murat Bardakçı Haberturk'teki bugünkü köşesinde yıllardır Gazze'de soykırım uygulayan katil  İsrail'in 1915'te bize karşı savaştıklarını yazdı. Tarihin bilinmeyen bir anını gün yüzüne çıkartan Bardakçı YahudiKatır Birliği'nin nasıl Çanakkale'de bize karşı kan döktüğünü kaleme aldı.
İşte Murat Bardakçı'nın o yazısı:
Gazze'ye ölüm yağdıranlann dedeleri 1915'te 'Katır Birliği' kurup bizimle de savaşmışlardı Gazze'ye bugün ateş ve ölüm yağdıranların büyük dedeleri, Birinci Dünya Savaşı'nda bize karşı da savaşmışlardı. İşte, tarihimizin pek hatırlanmayan bir sayfası: İngilizler'in 1915'te Çanakkale Cephesi'ne gönderdikleri "Ester Bölüğü" yahut "Yahudi Katır Birliği" denen ve Yahudi gönüllülerden meydana gelen tuhaf ordunun hikâyesi...
YAHUDİLER İNGİLİZ AJANIDIR
Gazze'de olup bitenler artık insanlık dışı boyutlara ulaşıp sadece bizden değil dünyanın dört bir tarafından İsrail'e tepkiler yağarken tarihimizin pek hatırlanmayan bir sayfasını, bir Yahudi ordusunun 20. yüzyılda Türkiye'ye karşı savaştığını hatırlatmak istedim... İşte 1915'te kurulan, "Yahudi Katır Bölüğü" diye bilinen ve Çanakkale Cephesinde bize karşı savaşmış olan birliğin hikâyesi: Sultan Abdülhamid'in devrilmesinin ardından, Filistin'e yerleşmiş olan göçmen Yahudilerin bazıları gizliden gizliye silah edinmeye ve İngilizler lehine casusluk yapmaya başlamışlardı.
YAHUDİ KOMİTESİ TOPLANDI
Aaron Aaronson adlı bir Yahudi'nin yönetiminde kurulan NILI (Netzah Yisrael lo Yeshaker) isimli istihbarat örgütü, İngilizlere bilgi yağdırıyordu. Türk yöneticilerinin örgüte karşı takındığı tavır olduça sert oldu; birçok Yahudi yakalanıp öldürüldü veya Mısır'ın İskenderiye şehrine göçe zorlandı ve Telaviv şehri Yahudiler'den arındırıldı. Yahudiler İskenderiye'ye taşındı. 1914 Aralık'mda, İskenderiye'deki kamplarda dörtte üçü Rus Yahudisi olan yaklaşık 12 bin göçmen toplanmıştı. 3 Mart 1915 akşamı, Cabbari Kampında Ze'ev Jabotinsky ve Joseph Trumpeldor isimli Musevilerin liderliğinde sekiz kişilik bir Yahudi komitesi toplandı ve bir "Yahudi Lejyonu" planı hazırladılar. Plan, beş kabul, iki red ve bir de çekimser oyla kabul edildi. Jabotinsky'nin 12 Mart'ta ahırdan bozma bir salonda toplanan 200 Yahudi'ye yaptığı duygulu konuşmanın ardından da bir defterden yırtılmış kâğıda İbranice yazılan yedi satırlık kararı bu defa 180 kişi imzaladı. Jabotinsky ile Trumpeldor daha sonra 1000 kişilik bir gönüllü listesi hazırlayıp Mısır'daki İngiliz birliklerinin kumandanı General Sir John Maxwell'e başvurdular. Devreye tam o sırada John H. Patterson adında bir İngiliz yarbay girdi, gönüllüleri cephelerde Türkler'e karşı kullanılacak bir ulaştırma birliği kurma konusunda ikna etti ve "Yahudi Katır Bölüğü" adını alan birlik Mısır'da, 23 Mart 1915'te, Yarbay Patterson'un komutasında göreve başladı.
ULAŞTIRMA BİRLİĞİ OLDU
Birlik 737 Yahudi asker, beş İngiliz ve sekiz de Yahudi subaydan oluşuyordu. Mensupların 562'si 17 Nisan 1915'te gemilere bindirilerek Gelibolu'ya gönderildiler 25 Nisan'da yarımadaya ayak bastılar. Askerlerin yakalarında sarı renkli Davut yıldızı motifli bir arma vardı. Bir kısmı Seddülbahir'e, diğerleri de Arıburnu'na çıkartılmıştı. Seddülbahir deki grup savaş boyunca tek ulaştırma birliği oldu ve Yahudiler yoğun ateş altında cephelere su, cephane, yiyecek ve diğer ihtiyaçları ulaştırdılar. İşin daha tuhaf tarafı, Yahudi askerlere İngilizler'in Süveyş Kanalı'ndaki çarpışmalarda Türkler'den ele geçirilen tüfeklerin verilmiş olmasıydı.
FİLİSTİN'DE GÖREV ALDI
Çanakkale'ye gönderilen Yahudiler'den 15'i öldü, 25'i yaralandı ve katır kaybı da 47 oldu. Ama, Mısır'daki mülteci kampının zor şartlarından kurtulmak için birliğe yazılmış olanlar ile Siyonist Yahudiler arasında çatışmalar çıkması üzerine Katır Birliği'nin görevine 26 Mayıs 1916'da son verildi, birliğin ismi daha sonra "Yahudi Lejyonu" yapıldı, muharip bir güç hâline getirildi ve General Allenby'nin bize karşı başlattığı Filistin harekâtında görev aldı. "Yahudi Katır Birliği" hakkındaki bu bilgileri, Çanakkale Savaşları konusundaki önde gelen araştırmacılardan olan Yetkin İşçen'in daha önce yayınlamış olduğu bir araştırmadan naklettim... Katırlı Yahudiler meselesini merak ederseniz yabancı yayınları tarayın, dünya kadar çalışma bulursunuz. İngiliz Ordusuna katılan Yahudiler. IjJiJ. Kazandibi Mustafa Dede TÜRK hattının en büyük isimlerinden Şeyh Hamdullah'ın oğluydu. İlk hat dersini ve icazetini babasından aldı ve babasının vefatının ardından Amasyalı Abdullah'tan ders almaya devam etti. Hac için Mekke'ye giderken Mısır'dan geçti, Kahire'ye uğradı ve babasının senelerce önce orada bıraktığı yazıları inceleyerek sanatını mükemmelleştirdi. Hac dönüşü Üsküdar'a yerleşti. 1538'de, öğrencilerine ders verdiği sırada, cariyelerinden birinin getirdiği dozu fazla kaçmış bir macunu yedikten sonra öldü ve Karacaahmed'e, babasının yanına gömüldü. Yuvarlak veya dört köşe bir tepsinin dibine pudra şekeri serpilir. Bir tencereye süt, toz şeker ve pirinç unu konur, tel ile orta ateşte karıştıra karıştıra 15 dakika kadar pişirilir. Şekerlenmiş tepsiye boşaltılır ve tekrar orta ateşe konur. 40 dakika kadar çevrilir, altı yakılır ve soğumaya bırakılır. Dört köşe olarak bıçakla kesilir. Bir keski ile kesilen parçalar çıkartılır, yanık tarafı üste gelmek üzere servis tabağına yerleştirilir, üzerine pudra şekeri ve gülsuyu serpilir.     kaynak

Allah israil'i Kahretsin



Bu küçük kız daha çikolatasının paketini açmaya fırsat bulamadan İsrail bombardımanına hedef olmuş yüzlerce çocuktan sadece biri...

Nutuk ve Milli İrade






M. Kemal Paşa’nın Nutku’nun osmanlıca ilk baskısının 494. sahifesinde yer alan kendisinin reis-i cumhur seçilmesine dâcir beyanı yukarıda görüldüğü üzere aynen şöyledir:

“O’ndan sonra reis-i cumhur intihabı(seçimi) için Meclis’in reyine müracaat olundu. Toplanan ârânın (reylerin) neticesini, makam-ı riyâsette bulunan İsmet Paşa hey’et-i umûmiyeye şöyle tebliğ eyledi:

“Türkiye Cumhuriyeti riyâseti için yapılan intihabatın ârâsına (reylerine) 158 zat iştirak eylemiş ve umhuriyet riyasetine 158 aza (üye) müttefikan Ankara mebusu Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerini intihap eylemişlerdir.”

Birinci Meclis 430 kişi idi. Ölen, gelmeyen vesâire çıktıktan sonra bu sayı 400 kabul edilmektedir. II. Meclis ise tam 400 kişi idi. 158 rakamı ise, yarıdan fazla olmadığı cihetle ortada karar nisabı değil müzakere nisabı bile mevcud değildir. Peki nasıl olmuş da mevcudu 400 olan Meclis yüz elli sekiz kişi ile toplanıp ittifakla reis-i cumhur seçmiştir. Bunun cevabını biz versek kemalist kalemşörler bizi garezkârlıkla itham ederler. Bu sebeple bir kemalist yazarın sözleriyle bu duruma açıklık getirelim. Aşağıda fotokopisini gördüğünüz 14 Mayıs 2011 tarihli Türkiye Gazetesi’nde Yılmaz Öztuna şöyle izah etmektedir:

“Cumhuriyete geçiş Atatürk’ün isteği ile oldu. Gerçek bir referandum bile yapılmadı. Milletvekillerinin ancak yarısıyla seçildi.(Halbuki yarısından az.) Vekillerin diğer yarısına oturuma katılmaları için haber gönderilmesi dışında meclise de gelmemeleri için evlerinin önüne polis dikildi.”

Cübbeli Ahmet Hoca Efendi Bir çok ülkede devam eden zulümler ile ilgili ...


Cübbeli Ahmet Hoca Efendi' Doğu Türkistan,Suriye,Filistin ve bir çok ülkede Ramazan-ı Şerif'te de devam eden zulümler ile ilgili açıklama yaptı...

Cübbeli ahmet hoca israile beddua etti.


 #Dua
Hocamızdan israile beddua, Filistine Dua..AMİN DİYELİM İNŞAALLAH!.


Siyonist İsrail



Siyonist İsrail özellikle 2006 yılında Filistinde yapılan seçimlerde Hamasın Gazzede büyük bir başarı kazanmasının ve 2007de yönetime geçmesinin ardından uluslararası hukuk kurallarına tamamen altüst etti.

Ortadoğu'nun gayri meşru çocuğu Siyonist İsrail özellikle 2006 yılında Filistin’de yapılan seçimlerde Hamas’ın Gazze’de büyük bir başarı kazanmasının ve 2007’de yönetime geçmesinin ardından uluslararası hukuk kurallarına tamamen altüst etti. Gazze halkını katletmek için bölgeye siyasi ve ekonomik birçok yaptırım uygulamaya başladı.

Gazze Şeridi’ni “düşman bölge” ilan edip El Kassam’ın, Fosfor bombalarına karşılık attığı tenekeden füzeleri bahane eden İsrail, Hamas yönetimi üzerinde baskı oluşturmak amacıyla Gazze’ye mal ve eşya giriş çıkışının sınırladı. Katil İsrail’in uluslar arası destekçileri tarafından ağır bir şekilde hukuksuz olarak uygulanan ambargo, Gazze’yi eğitimden sağlığa, ekonomiden güvenliğe pek çok sorunun yaşandığı bir açık hava hapishanesine dönüştürdü.

2007 yılında İsrail’in hiç bitmeyen operasyonları ve iç kışkırtmalar sebebiyle Gazze’de yer alan iki güçlü taraf Hamas ve El Fetih- arasında ciddi bir çatışma yaşandı. Olaylarda 200’ü aşkın Filistinli hayatını kaybetti. Seçimlerin galibi olması dolayısıyla yasal olarak bölge yönetiminin başında bulunan Hamas, bu defa uluslararası camianın ekonomik ve siyasi alanda uyguladığı ambargoyla karşı karşıya kaldı.

AMBARGOYLA BİRLİKTE GAZZE’NİN DÜNYAYA AÇILAN SINIR KAPILARI KAPATILDI

Filistin’e özellikle Gazze’ye uygulanan ambargoyla Gazzelilerin dünyayla tüm bağlantısı kesildi. 2008 yılının son aylarına doğru gelindiğinde İsrail, ambargoyla ölüme terk ettiği insanları tamamen yok etmek istercesine, 22 gün süren ‘Dökme Kurşun Operasyonu’nu başlattı. Operasyonda sivil halka karşı kullanımı yasak olan kitle imha silahı beyaz fosfor bombaları kullandı. 17 Ocak 2009 tarihine kadar bölgeye havadan ve karadan düzenlediği saldırılarda 1.500 sivili katletti; ölenlerin çoğunluğu ise nüfusun yarısından fazlasını oluşturan çocuklardı. Saldırılarda 5.000’den fazla kişi yaralandı,4.000’in üzerinde bina yıkıldı, 200.000 ev zarar gördü, 50.000 Gazzeli evsiz kaldı. Hastaneler, camiler, okullar, fabrikalar, iş yerleri ve hatta BM tesisleri yerle bir edildi.

HASTANELER, AMBULANSLAR, OKULLAR VURULDU

Gazze’nin tek üniversitesi olan Gazze İslam Üniversitesi vuruldu. 29 ambulans tahrip edildi. 122 sağlık merkezi vuruldu. Kurtarma ve tedavi hizmetleri engellendi.

280 okul zarar gördü. Saldırılardan etkilenen 9.000 öğrenci tahliye edildi. 164 öğrenci ve 12 öğretmen öldürüldü. 454 öğrenci ile 5 öğretmen yaralandı. Saldırılar boyunca Gazze’de eğitim-öğretim durdu, okullar kapatılmak zorunda kaldı. 1.500 imalathane/fabrika, 31 güvenlik tesisi, 20 cami harap oldu. 400.000 Gazzeli temiz içme suyuna erişemeyecek duruma geldi. Sebze seraları, zeytinlikler ve diğer tarım arazileri büyük zarar gördü.

FOSFOR BOMBALARI KULLANILDI

Gazze’deki tarım alanlarının %60’tan kullanılamaz hâle geldi. İsrail’in saldırılarda orantısız ve sistematik bir güç kullandığı, ağırlaştırılmış metal patlayıcılar (Dense Inter Metal Explosive/DIME) ve fosfor bombası gibi hâlen uluslararası hukuk çerçevesinde herhangi bir düzenlemeye tabi tutulmamış türden imha edici silahlar kullandığı BM İnsan Hakları Konseyi tarafından oluşturulan soruşturma komisyonunca hazırlanan Goldstone Raporu’yla da belgelendi.

MÜLK SURESİ (TEBERAKE) hakkında tüm bilgiler ve Video




Kafirlerin helakı için okuyalım Allah Rızası için..

MÜLK SÛRESİ'NİN KONUSU ve DETAYLARI

Kur'an-ı Kerim'in altmış yedinci sûresi. Otuz âyet, üç yüz otuz beş kelime ve bin üç yüz on üç harften ibarettir. Fasılâsı râ, mim ve nun harfleridir. Mekkî sûrelerden olup "Tûr" sûresinden sonra nâzil olmuştur. Adını ilk ayetinde geçen "mülk" kelimesinden almıştır. Ayette geçiş şekli şöyledir: "Mülk ve saltanat, kudret elinde olan Allah yücedir. O her şeye kadirdir. " Sûreye, Tebâreke, Mâma, Münciyye, Vâkıyye ve Mennâa adları da verilmektedir.

Mülk sûresi, fazileti hakkında hadis varid olan sûrelerdendir. Peygamber (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Kur'an'da otuz ayetlik bir sûre var, bir adama şefaat eder ve o kişi mağfiret olunur, O "Tebâreke" sûresidir" (Tirmizi, Fedâilil-Kur'ân 9; Ebu Davud, Salât, 322; İbn Mâce, Edep, 52).

Câbir (r.a)'dan nakledilen başka bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Peygamber (s.a.s), Secde ve Tebâreke (Mülk) sûrelerini okumadan uyumazdı" (Tirmizi, Fedâil'ül-Kur'an, 9).

Sûre, Bakara sûresindeki; "Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Halbuki siz, ölüler idiniz, sizi O diriltti. Sonra öldürecek, sonra tekrar diriltecektir. Nihayet O'na döndürüleceksiniz. Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe yönelip onları yedi gök olarak düzenleyen de O'dur" (el-Bakara, 2/28-29) ayetlerde verilmek istenen mesajı tafsili bir şekilde gözler önüne sermektedir. Katıksız bir tevhid akidesine ulaştırılmak için insan, varlık âlemini ve ötesindekileri düşünmeye davet edilir. Nasıl olur da insan, yoktan var edildiği halde, onu var edeni inkâr edebilir! Ve nasıl olur da, her akıl sahibini hayrete düşürüp iman etmeye sevkedecek ezametteki olaylar her gün çevresinde cereyan ettiği halde, kâinatın tek sahibi olan ve onu dilediği gibi sevkeden Allah'a iman etmeyi beceremez! Yer yüzünde ne varsa hepsini insan için yaratan Allah'tır. Ama insan, her gün etrafında cereyan eden ve yaratanın mutlaka bir alâmetini taşıyan olaylara karşı körelmiş bir durumdadır. Mekke'de nâzil olan ve insanların akıllarını şirkten ve câhilî yaşayışın tortularından temizleyip, onları her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah Teâlâ'yı tanımaya, O'na ibadet etmeye yöneltmeyi hedef alan sûrelerden bir tanesi de "Mülk" sûresidir.

Bu sûrenin muhtevası ve konuyu ele alışı öteki sûrelerden farklıdır. Düşünen insanı Allah'a imana götürecek olan, görülen ve görülmeyen yaratılıştaki mükemmellik ve incelikler, yeryüzünün dar sınırlarının ötesine taşarak bütün kâinatı kucaklayan, maddî hayatı aşıp âhiret alemini de içine alan bir uslûbla ele alınmaktadır. İnsana, kâinattaki hadiselerin dış görünüşü ile uğraşmaktan kurtulup onun iç gerçeklerini kavramanın yolları açılır.

Sûreye, mülkün ve saltanatın Allah'a ait olduğu hatırlatılarak giriliyor. Herşeyin tasarrufu O'na aittir. Dilediğini dilediği gibi yapmakta hiç bir şey O'nu sınırlayamaz ve yaptıklarından dolayı sorgulayamaz. Mülkün tek sahibi O'dur ve O'nun her şeyi yapmaya gücü yeter: "Mülk ve saltanat O'nun elinde olan Allah yücedir. O her şeye kadirdir" (1).

Bu gerçekler kalplerde yer edince insan, duygularının esaretinden kurtulur ve varlık sebebini daha yakınî bir şekilde kavramaya başlar. Mülkün sahibi olan Allah, ölümü ve hayatı yarattı. Bu, O'nun gücünün, sonsuzluğunun ve erişilmezliğinin bir alâmetidir. Allah Teâlâ'nın mülkün sahibi olduğunu idrak eden insan, O'nun halkettiği ölüm ve hayat gerçeğini düşünmeye başlayacaktır. Bu düşünce onu başıboşluktan alıkoyacak, sınanmak için gönderildiği bu dünyadaki hayatında yaşam ölçülerini belirleyecektir. Her şeyin tek sahibi Allah Teâlâ'dır. Ölüm ile hayat O'nun elinde olduğuna göre hiç bir başka güç, insanı Allah'ın dilediğinin dışında bir şeyi yapmaya zorlayamaz. Ölüm ve hayat, kimin daha iyi bir iş işleyeceği ve öteki hayatta Aziz ve Gafûr olan Allah'ın rahmetine muhatap olacağının anlaşılması için yaratıldı: "Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için O'dur ölümü ve hayatı yaratan, O, Aziz'dir, Gafûr'dur" (2).

Bundan sonra varlıkların yaratılışındaki nizamı ve onun çarpıcılığını açıklayan âyetler gelmeye başlıyor. Allah gökleri yedi kat olarak yaratmıştır. Onu akıl sahibleri için de bir ibret kaynağı kılmıştır. Ancak insanlardan çok azı müstesna hiç kimse bu gerçeklerin farkında değildir. İnsanlar öyle bir hayat sürerler ki; ölüm sanki onlara hiç yetişmeyecektir. İşte Allah Teâlâ, insana hitap ederek, onu alemleri yaratmasındaki mükemmelliği görmeye davet ediyor. Gaflet içerisindeki insana; "Sen Rahman'ın yaratmasında bir eksiklik bulamazsın. Gözünü çevir de bak; bir aksaklık görebilir misin?" (3). Diye seslenerek ona yaratılışın intizam ve mükemmelliğini, varlığına işaret eden en büyük delil olarak sunuyor.

Burada Allah Teâlâ, meydan okuyan bir üslûb kullanıyor. Bu, konunun ciddiyetini vurgulamak içindir. İnsandan, Allah'ın bütün yarattıklarına dikkatle bakması isteniyor ki o, sapıklıkta devam edip de, Allah'ın hazırladığı çılgınca kaynayan Cehennem azabıyla cezalandırılmayı haketmesin. Gökyüzünün, seyredildiğinde kalpleri sihirleyen o muhteşem manzarası, düşünen akılları Allah'ın va'dine imana davet ediyor: "Andolsun ki Biz yere yakın göğü kandillerle donattık" (5).

İnsan yaradılıştaki bu güzellikleri kavramaya çağrılıyor. Çünkü varlıktaki güzelliği kavrayınca onu yaratanın güzelliğini, ululuğunu daha kolay idrak edecektir.

Allah Teâlâ, gökyüzünü süslediği kandillerle, aynı zamanda şeytanların taşlanmasını da sağladı. Lânetlenen bu şeytanlar için, çılgın bir Cehennem azabı da hazırlanmıştır: "Onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık. Âhirette de Biz; şeytanlara alev alev yanan bir azap hazırladık " (5). Bu ayete bağlantılı olarak Allah'ın açıkça bilinen varlığını inkar edip, O'nun dinine uymaktan yüz çevirerek tağutların peşine takılan ve Allah'a şirk koşan kâfirler tehdit edilmektedir. Onların da uydukları şeytanlar gibi hazırlanan aynı acıklı Cehennem azabına çarptırılacakları; "Rabbini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O, ne kötü bir yerdir" (6) ayetiyle haber verilmektedir.

Bunun peşindeki ayetlerde Cehennemin canlı bir tasviri yapılır. Cehennem, ahiret günü, kaynamasının şiddetinden korkunç uğultular çıkartacak ve o kâfirlerin Allah Teâlâ'ya olan isyanlarına karşı kızgınlığından parçalanacak bir hale gelecektir. O gün hiç bir münkir onun öfkeli alevlerinden kendini kurtaramayacaktır: "Cehenneme atıldıkları zaman onun kaynarken çıkardığı öfkeli uğultuyu duyarlar. Cehennem öfkesinden parçalanacak bir hale gelir..." (7-8).

Bu âyetlerdeki ifâde tarzı ayrıca büyük bir hakikati da ortaya koymaktadır; Allah'ın yarattığı canlı cansız her şey, bir ruha sahiptir. Ve mevcudâttaki bütün varlıklar kendi tabiatları içerisinde Allah Teâlâ'yı hamd ile tesbih ederler. İşte Allah'a tam bir itaatla boyun eğen bu varlıklar, insanoğlunu yaratıcısına isyan ederken gördüklerinde, inkâr ve isyana karşı fıtratlarında gizli olan nefretleri onları öfkeden çılgına çevirir. Mevcudâttaki her şeyin Allah Teâlâ'yı zikrettiği gerçeği; "Yedi gök, yer ve onlarda bulunan varlıklar, Allah'ı tesbih ve tenzih ederler. Aslında hiç bir şey yoktur ki hamd ile Allah'ı tesbih etmesin ne var ki siz onların tesbih etmesini anlamazsınız..." (el-İsra, 17/44) ayetiyle insanlara bildirilmektedir. Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de defalarca tekrar edilmektedir. Bunlar, kâinatta her şeyin Allah Teâlâ'yı hamd ile tesbih ettiği halde, insanın bu kafileden ayrılıp hüsrana uğrayanlardan olduğu gerçeğini vurgulamaktadırlar.

Bunun akabinde, Cehennem bekçilerinin bu insanlara karşı tavırları dile getiriliyor. Onları rezil edip büyük bir sıkıntıya düşürecek olan; "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" (8) sorusu sorulunca, onların buna verdiği cevap; budalalıkları ve gafletlerinin kendilerini sürüklediği inkarcılıklarını büyük bir pişmanlıkla itiraf etmekten başka bir şey değildir: "Onlar: "Evet doğrusu bize bir uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve dedik ki, Allah hiç bir şey indirmemiştir... Sadece siz büyük bir sapıklık içindesiniz" derler" (9).

Ellerinde hiç bir delil olmadan Allah'ın indirdiklerini inkâr edip peygamberlerini yalanlayanlar, o gün, duyan ve düşünen hiç bir insanın düşemeyeceği böyle kötü ve iğrenç bir durumda oldukları halde pişmanlıklarını çok acıklı bir şekilde dile getirirler: "Eğer kulak vermiş veya düşünmüş olsaydık çılgın cehennemlikler arasında bulunmazdık derler" (10).

Allah Teâlâ, insanları hidayete ulaştırmak için gönderdiği Kur'an-ı Kerim'de, hak ile batılı, iyi ile kötüyü, mü'min ile kâfiri bir arada, birbiriyle kıyaslanabilecek bir şekilde, karşılıklı sahifeler halinde sunarak, insanların muhakeme yapıp doğru yolu seçebilmeleri için ilâhî bir tebliğ metodu uygulamaktadır. Bu hikmete istinaden inkârcıların karşılaşacakları musibetleri zikrettikten hemen sonra, kurtuluşa erip, Rablerinin mağfiret ve mükâfaatına nâil olanların durumları dile getirilir: "Muhakkak ki Rablerinin azâbından gıyâben korkanlar (yok mu) onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır" (12). Onlar yaptıkları her işi Allah Teâlâ'nın kendilerini murakebe altında tuttuğunun bilincinde olarak yaparlar. Bir kötülük yapmaktan kaçınmaları, insanların onları cezalandırmasından çekindikleri için değil; ancak, gizli âşikâr herşeyi gören ve bilen Allah Teâlâ'dan korktukları içindir. Onlar, Allah Teâlâ'nın, yarattığı her şeyin bütün inceliklerini, gizliliklerini gören ve kalplerdeki bütün sırları bilen olduğunu çok iyi bilirler. Açığa vurulanı da gizlenmeye çalışılanı da O yaratmış olduğu halde, nasıl olur da onları bilmez? Allah Teâlâ; "Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun. Şüphesiz Allah, kalblerin özünü çok iyi bilir. Yaratan hiç bilmez mi? Halbuki O her şeyi bütün incelikleriyle bilir ve her şeyden hakkıyla haberdardır" (13-14) ayetleriyle insanları uyararak, dininin icaplarını gizli, açık çiğnememeye çalışanların dikkatini çeker. Ayrıca bu gerçeğin vicdanlarda yer etmesi, insana hassasiyet ve uyanıklık kazandırır. Bu, onun yeryüzünde taşımak zorunda olduğu, Allah'a iman emanetini omuzlamasını kolaylaştırır.

Bundan sonraki âyetlerde, insanoğlunun gafletten kurtulup, yaratıcısını tanımaya yönelmesi için, onun iç içe yaşadığı, varediliş hikmetlerini bilmediği halde hepsinden istifade ettiği nimetlerin kaynağı açıklanır. Allah Teâlâ, yer yüzündeki her şeyi insanın emrine sunmuş ve ona boyun eğdirmiştir. İnsan, orada hayatını kolayca devam ettirip suyundan, toprağından, havasından, rızıklarından ve gizli hazinelerinden istifade ederken, bütün bu nimetleri ona bahşeden Rabbının yüce varlığını hamdederek tesbih etmelidir. "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Yeryüzünün her tarafında gezip dolaşın ve Allah'ın vermiş olduğu rızıklardan yeyin. Sonunda dönüş(ünüz) ancak O'nadır" (15).

Yeryüzünün insana boyun eğmesi ifadesi, çok büyük gerçekleri ifade eder. Allah Teâla arzın, canlı bir varlıkmış gibi, insanlara boyun eğdiğini ifade ediyor. Bugün bilinen bir gerçektir ki yeryüzü, öyle görüldüğü gibi yerinde duran, hareketsiz bir varlık değildir. İçi alev alev kaynadığı halde, kendi etrafında saatte bin milden fazla bir, hızla hareket eder. Ayrıca tabi olduğu güneş sistemi ile de gökyüzünün derinliklerine doğru saatte binlerce kilometre hızla yol alır. Yani arz herşeyiyle hareket halindedir. Ve Allah Teâlâ hiç kimsenin zabtedemiyeceği bu gücü insanın emrine âmade kılmış, ona boyun eğdirmiştir.

Gökyüzünü insanlar için süsleyip, yeryüzünü onun hizmetine sunan Allah Teâlâ, gaflet içerisinde, etrafındaki harikuladelikleri göremeyerek O'na isyan eden insanoğluna, onu düşünmeye davet eden ve tehdit taşıyan bir üslûbla sorular yöneltir ve yaptıkları şeylerden dolayı başlarına büyük bir belâ gelmeyeceğinden nasıl emin olabildikleri sorusunu sorar: "Gökteki (melek)lerin Allah'ın emriyle sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin misiniz? O vakit bakarsınız ki yeryüzü şiddetle sarsılıp çalkalanıyor" (16). İnsanın ayakları altında sakince duran yer sallanmaya, yerin içinde sakladığı alevleri ağzını açarak fışkırtmaya ve gökyüzünden taşlar yağmaya başladığı zaman, insanlar kapana kıstırılmış fare gibi güçsüz ve çaresiz kalırlar. Akılları başlarından çıkar, dehşete düşerler. Ve kulak tıkadıkları uyarmanın gerçekliğini kavrarlar. Ama iş işten geçmiştir: "O zaman uyarmanın ne demek olduğunu bileceksiniz" (17). Allah Teâlâ bunu anlamakta güçlük çekenlere, idrak etmelerinde yardımcı olsun diye, geçmişteki sapık kavimlerin helâk oluşlarını misal verir: "Şüphesiz bundan öncekiler de yalanlamışlardı. Yaptıklarını reddedip onları cezalandırmam nasılmış; bir bak!" (18). Bu âyetle, inkarlarından dolayı helâk edilmiş kavimlerin bu gün de gözönünde olan helâklerine dair alâmetlere bakıp ibret alınması isteniyor.

Bundan sonra gelen âyetlerde inkârcıları düşünce ve tefekküre sevketmek için, Allah Teâlâ'nın bir takım mucizeleri zikredilir. Ve onların da Allah'ı inkâr etmekle beraber, O'nun rızıklandırmasına muhtaç oldukları gerçeği vurgulanarak, varlıklarını Allah'a borçlu oldukları hatırlatılır. Sûrenin sonunda, bütün bu apaçık deliller karşısında iman etmekten kaçınırlarsa, artık onlar için yapacak hiç bir şey yoktur. Onlara söylenecek olan son sözü, Allah Teâlâ, peygamberine şöyle öğretir: "De ki; O, Rahman olan Allah'tır. Biz O'na iman ettik ve O'na güvendik. Yakında kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu bileceksiniz" (29).

Ömer TELLİOĞLU

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı