Lüzumü'l Cema'a (Cemaati Tercih Etmek)
Ashâb-ı Kirâm'ın imandan sonra ilk tercihi cemaat'tir. Sahabeler, ehl-i ferd olmayı değil, ehl-i cemaat olmayı tercih etmişlerdir. Sahabeler, cemaat olmayı imanın beraberinde getirdiği bir itikadı tercih olarak kabul etmişlerdir. Onlar cemaat'sız İslam'ın olamayacğma inanıyorlardı. Nitekim Ashâb-ı Kirâm'dan Hz. Ömer (R.a.) şöyle diyor:
"İslam İslam olamaz, cemaat olmadıkça!.. Cemaat cemaat olamaz Emiri olmadıkça!.”[112]
Ashâb-ı Kiram; Rasûlüllah (sav)'in tebliğ ettiği İslâm davasına iman etmiş, Rasûlüllah (sav)'in etrafında toplanmış, O'nun örnek ve önderliğinde cemaat haline gelmiş kimselerdir. Hangi çağda ve mekânda olursa olsun, Rasûlüllah (sav)'e uyanlar, cemaat olurlar. Cemaat haline gelmeyen mü'minler, Peygamber (sav)'e uymuş sayılmazlar!
Sahabeler, cemaat olmayı, İslâm dininin amir hükmü kabul etmişlerdi. Onlar, İslâm cemaatının dışında kalmayı adeta İslâm'sız kalmakla eşdeğer görüyorlardı. Esasen Ashâb-ı Kiram tabiri, Rasûlüllah (sav) etrafında toplanmış ve cemaat olmuş kimseleri ifade eder. Yani Ashâb-ı Kiram denilince, Rasûlüllah (sav)'in vahy doğrultusunda oluşturduğu, vahy eğitiminden geçirdiği mü'minler topluluğu akla gelir.
Cemaat; inanç, düşünce, yaşayış, ibadet, muamelât, münasebet, ukubat, davet, tebliğ, ahlâk, iktisad, ticaret, siyaset, devlet, harb/kıtal ve sulh gibi tüm konularda Sünnet'i yol ve yöntem olarak benimseyen müslümanlar topluluğu demektir.
Cemaat; Rasûlüllah (sav)'in yolu, sünneti üzerinde yaşamayı benimsemiş sahabeler, Hz. Peygamber (sav)'in ve sahabelerin inanç, ve yaşayışlarını benimseyen mü'minler topluluğu manasına gelir.
Cemaat, müslüman kimliği koruyucu ve kollayıcıdır. Daha doğrusu cemaat, mü'min yürekleri ihanet etmekten koruyan nebevî bir güçtür. Rasûlüllah (sav) buyuruyor:
"Bir müslüman kişinin kalbi, (şu) üç meziyete sahip olduğu müddetçe hiyanet/kin ve husumet beslemez. Bu meziyetler: Amelinin ilhasının Allah için olması, müslümanların imamlarına nasihat etmek ve müslümanların cemaatına yapışıp ayrılmamak.” [113]
Cemaat, mü'min insanın bu dünyadaki cennetidir. Nitekim Hz. Ali (R.a.) şöyle diyor: "Şayet Cennet ile İslam cemaatı arasında muhayyer bırakılsaydim, hiç şüphesiz İslam cemaatını cennete tercih ederdim."
Mü'min bu dünyada cennetten değil cemaat olmaktan ve cemaate bağlı kalmaktan sorumludur. Bu dünyada cemaat, cennete gidenlerin yoludur. Cemaatsız cenneti düşleyenler, kendi mü'min yüreklerine ihanet edenlerdir. Rasûlüilah (sav) buyuruyor:
"Size ashabımı, sonra onların peşinde gelenleri ve sonra bunların peşinde gelenleri tavsiye ederim. Daha sonra yalan yayılacaktır. Hatta kişiye, (yalan yere) yemin ettiği için yemin verdirilmeyecek ve şahide (yalan yere) şehadet ettiği için şahidlik yaptırılmayacaktir. Dikkat edin! Bir erkek bir kadınla başbaşa kalmasın, aksi halde üçüncüleri behemehal Şeytan'dır. Cemaatten ayrılmayın. Tefrikadan önemle sakının. Çünkü şeytan, yalnız kalanla beraberdir ve (cemaat olan) iki kişiden daha uzaktır. Her kim, cennetin özünü istiyorsa, hemen cemaate yapışsın. Her kimi, iyiliği sevindiriyor ve kötülüğü de üzüyorsa işte o kimse mü'mindir.” [114]
Cemaat; vahyi esas alan, onu öne çıkaran, herşeyin basma vahyi koyan, İslâm'ı Rasûlüllah (sav)'in örnek ve önderliğinde yaşamaya çalışan müslümanlar topluluğudur. Bu temel ilkeden uzaklaşanlar, cemaat'ı tercih etmiş sayılmazlar. Çünkü bu ilkeden uzaklaşanlar, aklı vahyin önüne geçiren yorumlar getirmek suretiyle ana gövdeden ayırlac aklardır. Böyle bir yola girenler hangi adla anılırlarsa anılsınlar, tefrika içine düşmüş fırkacılardan sayılırlar. Yeri geldiği için şunu beyan etmekte fayda vardır:
Tefrika itikadıdır, ihtilaf amelîdir, itikadı alanlara intikal eden ihtilaflar da tefrikadan sayılır. Amelin kazası olsa da itikadın kazası olmaz. Bundan ötürüdür ki, Ashâb-ı Kiram hep cemaat olmakatan yana olmuştur.
Ashâb-ı Kirâm'ın, Mekke Şirk Devleti'nde imandan sonra ilk tercihi, cemaat olmuştur. Bu nedenle diyoruz ki; cahiliyyenin kuşatması altında bulunan Mekkî toplumlarda cemaatı tercih etmek, toprağı olmayan İslâm devletinin vatandaşlığını kabullenmek demektir. Çünkü İslâm cemaatı; toprağı olmayan İslâm devletidir. Dolayısıyla cemaati olmayanların devletleri de olmaz.
Sahabeler; cemaatı iltizam/tercih eder, lüzumlu, gerekli, vazgeçilmez görür, ana gövdede yer alır, ayrılıkçı gruplara, fırkalara asla iltifat etmezlerdi. Onlar ehl-i cemaatti. Birbirlerinden ayrılmazlar, özde ve sözde işbirliği yapıp birlikte hareket ediyorlardı. Sahabe neslinden sonraki nesiller için cemaat; sahabelerin benimsediği, üzerinde bulundukları yol, yaşayış anlamına gelir. Sahabelerin tavırlarından, yaşayışlarından çıkarılacak bir cemaat tarifi varsa o da şudur: Cemaat; mü'min olarak şeriat-ı garra üzere sabit kadem olup fiilen müslümanlarla yardımlaşma ve dayanışma içerisinde bulunmaktır. Yani şartlar ne kadar zor olursa olsun, zemin ne kadar dar olursa olsun, vahyi öncelikli yaşayanlardan olmaktır.
Aklı vahyin önüne geçirme, onun yerine koyma veya aklı önceleyip vahyi öteleme teşebbüsü içinde bulunanlar, ehl-i cemaat olamazlar. Böylelerinden oluşan topluluklar İslam cemaatını değil, şeytan ordusunu oluştururlar. Çünkü vahyin önüne akıllarını geçirenlerin ilki şeytandır.
Ashâb-ı Kiram; vahyi öne çıkarma ve ona tam teslimiyet tavrı ile şekillenmiş bir nesildir. Sahabe vahiy ile seviye kazanıyordu. Sahabe topluluğu, vahiy öncelikli yaşayanların örnek toplumudur. Dolayısıyla sahabeleri güzellikle takip edecek olanların hayatları da bu cennetlik neslin cemaat şuurundan yansımalar taşıyacaktır. Sahabeler bir vakit namazı dahi cemaatsız geçirmek istemiyorlardı. Bir vakit cemaatle namaz kılmaya gelmeyen kardeşlerini araştırıp sorarlardı. Bu durum, onların cemaat fıkhından kaynaklanıyordu. Sahabeler, cemaatsızlığı îslâmsız kalmakla, cemaatten ayrılmayı da, İslâm'dan ayrılmakla eşdeğer görüyorlardı. Bunu Rasûlüilah (sav)'den öğrenmişlerdi. Rasûlüllah (sav) buyuruyor:
"Ben de size, Allah'ın bana emrettiği beş şeyi emrediyorum: Dinlemek, İtaat, Cihad, Hicret ve Cemaat. Zira her kim cemaatten bir karış mikdarı aynlırsa İslâm'ın bağını boynundan çıkarmış olur: ancak (cemaate geri) dönmesi hali müstesnadır. Herkim cahiüyyet davasını iddia ederse o kimse cehennem gürûhlanndandır." Bunun üzerine bir adam,
"Ya Rasûlüllah!" dedi,
"Namaz kılsa da, oruç tutsa da mı?” Rasûlüllah (sav) buyurdu ki:
"Namaz kılsa da, oruç tutsa da! Sonra siz; Müslümanlar, Mü'minler ve Abdullah'lar/Allah'ın kulları olarak sizi isimlendiren Allah'ın davasıyla davet ediniz.” [115]
Ashâb-ı Kiram, cemaatten bir karış mikdarı kadar dahi ayrılmayı içine sindiremeyen cennetlik bir nesildir. Onlar cemaat dışında kalmayı, cehennemlik bir tavır olarak sayıyorlardı. Bunun için sahabe neslinin dünyadaki cenneti, cemaatı olmuştur. Sahabelerin herbiri kendi vicdanında ümmet-i Muhammed (sav)'in vicdanını taşıyordu. Onlardan biri, tek başına bir dağın başında olsa bile kendisine cemaat gözüyle bakar ve cemaat gibi hareket ederdi. Hakkın üzerinde olan her mü'min, aynı zaman da diğer mü'mirilerin vicdanını da kendi vicdanında taşıyan bir cemaat örneğidir. Bu nedenle diyoruz ki; İslâm cemaatını önemsemeyenler, İslâm cemaatının içinde bulunmayanlar, İslâm cemaatının dışında kalmayı yaşam tarzına dönüştürenler, ehl-i cemaat olmak yerine ehl-i ferd olmaya karar verenler, Ashâb-ı Kirâm'ın yolundan ayrılanlardır.
Kaynaklar
[112] Sünen-i Daremi/Daremi/C:l, Sh:79, Beyrut/ty.
[113] Süneni İbn-i Mace (İbn-i Mace) Mukaddime: 18, Kahire/ 1952
[114] Süneni Tirmizi, Fiten:7, Beyrut/ty
[115] Süneni Tirmizi, Misâl: 2, Beyrut/ty.
Ashâb-ı Kirâm'ın imandan sonra ilk tercihi cemaat'tir. Sahabeler, ehl-i ferd olmayı değil, ehl-i cemaat olmayı tercih etmişlerdir. Sahabeler, cemaat olmayı imanın beraberinde getirdiği bir itikadı tercih olarak kabul etmişlerdir. Onlar cemaat'sız İslam'ın olamayacğma inanıyorlardı. Nitekim Ashâb-ı Kirâm'dan Hz. Ömer (R.a.) şöyle diyor:
"İslam İslam olamaz, cemaat olmadıkça!.. Cemaat cemaat olamaz Emiri olmadıkça!.”[112]
Ashâb-ı Kiram; Rasûlüllah (sav)'in tebliğ ettiği İslâm davasına iman etmiş, Rasûlüllah (sav)'in etrafında toplanmış, O'nun örnek ve önderliğinde cemaat haline gelmiş kimselerdir. Hangi çağda ve mekânda olursa olsun, Rasûlüllah (sav)'e uyanlar, cemaat olurlar. Cemaat haline gelmeyen mü'minler, Peygamber (sav)'e uymuş sayılmazlar!
Sahabeler, cemaat olmayı, İslâm dininin amir hükmü kabul etmişlerdi. Onlar, İslâm cemaatının dışında kalmayı adeta İslâm'sız kalmakla eşdeğer görüyorlardı. Esasen Ashâb-ı Kiram tabiri, Rasûlüllah (sav) etrafında toplanmış ve cemaat olmuş kimseleri ifade eder. Yani Ashâb-ı Kiram denilince, Rasûlüllah (sav)'in vahy doğrultusunda oluşturduğu, vahy eğitiminden geçirdiği mü'minler topluluğu akla gelir.
Cemaat; inanç, düşünce, yaşayış, ibadet, muamelât, münasebet, ukubat, davet, tebliğ, ahlâk, iktisad, ticaret, siyaset, devlet, harb/kıtal ve sulh gibi tüm konularda Sünnet'i yol ve yöntem olarak benimseyen müslümanlar topluluğu demektir.
Cemaat; Rasûlüllah (sav)'in yolu, sünneti üzerinde yaşamayı benimsemiş sahabeler, Hz. Peygamber (sav)'in ve sahabelerin inanç, ve yaşayışlarını benimseyen mü'minler topluluğu manasına gelir.
Cemaat, müslüman kimliği koruyucu ve kollayıcıdır. Daha doğrusu cemaat, mü'min yürekleri ihanet etmekten koruyan nebevî bir güçtür. Rasûlüllah (sav) buyuruyor:
"Bir müslüman kişinin kalbi, (şu) üç meziyete sahip olduğu müddetçe hiyanet/kin ve husumet beslemez. Bu meziyetler: Amelinin ilhasının Allah için olması, müslümanların imamlarına nasihat etmek ve müslümanların cemaatına yapışıp ayrılmamak.” [113]
Cemaat, mü'min insanın bu dünyadaki cennetidir. Nitekim Hz. Ali (R.a.) şöyle diyor: "Şayet Cennet ile İslam cemaatı arasında muhayyer bırakılsaydim, hiç şüphesiz İslam cemaatını cennete tercih ederdim."
Mü'min bu dünyada cennetten değil cemaat olmaktan ve cemaate bağlı kalmaktan sorumludur. Bu dünyada cemaat, cennete gidenlerin yoludur. Cemaatsız cenneti düşleyenler, kendi mü'min yüreklerine ihanet edenlerdir. Rasûlüilah (sav) buyuruyor:
"Size ashabımı, sonra onların peşinde gelenleri ve sonra bunların peşinde gelenleri tavsiye ederim. Daha sonra yalan yayılacaktır. Hatta kişiye, (yalan yere) yemin ettiği için yemin verdirilmeyecek ve şahide (yalan yere) şehadet ettiği için şahidlik yaptırılmayacaktir. Dikkat edin! Bir erkek bir kadınla başbaşa kalmasın, aksi halde üçüncüleri behemehal Şeytan'dır. Cemaatten ayrılmayın. Tefrikadan önemle sakının. Çünkü şeytan, yalnız kalanla beraberdir ve (cemaat olan) iki kişiden daha uzaktır. Her kim, cennetin özünü istiyorsa, hemen cemaate yapışsın. Her kimi, iyiliği sevindiriyor ve kötülüğü de üzüyorsa işte o kimse mü'mindir.” [114]
Cemaat; vahyi esas alan, onu öne çıkaran, herşeyin basma vahyi koyan, İslâm'ı Rasûlüllah (sav)'in örnek ve önderliğinde yaşamaya çalışan müslümanlar topluluğudur. Bu temel ilkeden uzaklaşanlar, cemaat'ı tercih etmiş sayılmazlar. Çünkü bu ilkeden uzaklaşanlar, aklı vahyin önüne geçiren yorumlar getirmek suretiyle ana gövdeden ayırlac aklardır. Böyle bir yola girenler hangi adla anılırlarsa anılsınlar, tefrika içine düşmüş fırkacılardan sayılırlar. Yeri geldiği için şunu beyan etmekte fayda vardır:
Tefrika itikadıdır, ihtilaf amelîdir, itikadı alanlara intikal eden ihtilaflar da tefrikadan sayılır. Amelin kazası olsa da itikadın kazası olmaz. Bundan ötürüdür ki, Ashâb-ı Kiram hep cemaat olmakatan yana olmuştur.
Ashâb-ı Kirâm'ın, Mekke Şirk Devleti'nde imandan sonra ilk tercihi, cemaat olmuştur. Bu nedenle diyoruz ki; cahiliyyenin kuşatması altında bulunan Mekkî toplumlarda cemaatı tercih etmek, toprağı olmayan İslâm devletinin vatandaşlığını kabullenmek demektir. Çünkü İslâm cemaatı; toprağı olmayan İslâm devletidir. Dolayısıyla cemaati olmayanların devletleri de olmaz.
Sahabeler; cemaatı iltizam/tercih eder, lüzumlu, gerekli, vazgeçilmez görür, ana gövdede yer alır, ayrılıkçı gruplara, fırkalara asla iltifat etmezlerdi. Onlar ehl-i cemaatti. Birbirlerinden ayrılmazlar, özde ve sözde işbirliği yapıp birlikte hareket ediyorlardı. Sahabe neslinden sonraki nesiller için cemaat; sahabelerin benimsediği, üzerinde bulundukları yol, yaşayış anlamına gelir. Sahabelerin tavırlarından, yaşayışlarından çıkarılacak bir cemaat tarifi varsa o da şudur: Cemaat; mü'min olarak şeriat-ı garra üzere sabit kadem olup fiilen müslümanlarla yardımlaşma ve dayanışma içerisinde bulunmaktır. Yani şartlar ne kadar zor olursa olsun, zemin ne kadar dar olursa olsun, vahyi öncelikli yaşayanlardan olmaktır.
Aklı vahyin önüne geçirme, onun yerine koyma veya aklı önceleyip vahyi öteleme teşebbüsü içinde bulunanlar, ehl-i cemaat olamazlar. Böylelerinden oluşan topluluklar İslam cemaatını değil, şeytan ordusunu oluştururlar. Çünkü vahyin önüne akıllarını geçirenlerin ilki şeytandır.
Ashâb-ı Kiram; vahyi öne çıkarma ve ona tam teslimiyet tavrı ile şekillenmiş bir nesildir. Sahabe vahiy ile seviye kazanıyordu. Sahabe topluluğu, vahiy öncelikli yaşayanların örnek toplumudur. Dolayısıyla sahabeleri güzellikle takip edecek olanların hayatları da bu cennetlik neslin cemaat şuurundan yansımalar taşıyacaktır. Sahabeler bir vakit namazı dahi cemaatsız geçirmek istemiyorlardı. Bir vakit cemaatle namaz kılmaya gelmeyen kardeşlerini araştırıp sorarlardı. Bu durum, onların cemaat fıkhından kaynaklanıyordu. Sahabeler, cemaatsızlığı îslâmsız kalmakla, cemaatten ayrılmayı da, İslâm'dan ayrılmakla eşdeğer görüyorlardı. Bunu Rasûlüilah (sav)'den öğrenmişlerdi. Rasûlüllah (sav) buyuruyor:
"Ben de size, Allah'ın bana emrettiği beş şeyi emrediyorum: Dinlemek, İtaat, Cihad, Hicret ve Cemaat. Zira her kim cemaatten bir karış mikdarı aynlırsa İslâm'ın bağını boynundan çıkarmış olur: ancak (cemaate geri) dönmesi hali müstesnadır. Herkim cahiüyyet davasını iddia ederse o kimse cehennem gürûhlanndandır." Bunun üzerine bir adam,
"Ya Rasûlüllah!" dedi,
"Namaz kılsa da, oruç tutsa da mı?” Rasûlüllah (sav) buyurdu ki:
"Namaz kılsa da, oruç tutsa da! Sonra siz; Müslümanlar, Mü'minler ve Abdullah'lar/Allah'ın kulları olarak sizi isimlendiren Allah'ın davasıyla davet ediniz.” [115]
Ashâb-ı Kiram, cemaatten bir karış mikdarı kadar dahi ayrılmayı içine sindiremeyen cennetlik bir nesildir. Onlar cemaat dışında kalmayı, cehennemlik bir tavır olarak sayıyorlardı. Bunun için sahabe neslinin dünyadaki cenneti, cemaatı olmuştur. Sahabelerin herbiri kendi vicdanında ümmet-i Muhammed (sav)'in vicdanını taşıyordu. Onlardan biri, tek başına bir dağın başında olsa bile kendisine cemaat gözüyle bakar ve cemaat gibi hareket ederdi. Hakkın üzerinde olan her mü'min, aynı zaman da diğer mü'mirilerin vicdanını da kendi vicdanında taşıyan bir cemaat örneğidir. Bu nedenle diyoruz ki; İslâm cemaatını önemsemeyenler, İslâm cemaatının içinde bulunmayanlar, İslâm cemaatının dışında kalmayı yaşam tarzına dönüştürenler, ehl-i cemaat olmak yerine ehl-i ferd olmaya karar verenler, Ashâb-ı Kirâm'ın yolundan ayrılanlardır.
Kaynaklar
[112] Sünen-i Daremi/Daremi/C:l, Sh:79, Beyrut/ty.
[113] Süneni İbn-i Mace (İbn-i Mace) Mukaddime: 18, Kahire/ 1952
[114] Süneni Tirmizi, Fiten:7, Beyrut/ty
[115] Süneni Tirmizi, Misâl: 2, Beyrut/ty.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder