İttibau's Sünne (Sünnete İttîba Etmek)
Vahyi öncelikli yaşayanların toplumu, kitaba sarılan toplumdur. Kitaba sarılmak, sünneti yaşamakla mümkündür. Rasûlüllah (sav)'in sünneti, İslâm cemaatinin vazgeçilmez nizamname sidir. Rasûlüllah (sav)'in sünnetine ittiba etmeden İslâm cemaatı varlığını devam ettiremez.
İslâm davasını anlamada, yaşamada ve savunmada müslümanların örnek ve önderi Hz. Muhammed (sav)'dir. Allahû Teâla buyuruyor:
"Şüphesiz ki sizin için Rasûlüllah'da pek güzel bir örnek vardır. Allah'a ve Âhiret gününe ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için.” [116]
Rasûlüllah (sav)'in örnek ve önderliğini önemsemeyen, onun sünnet-i seniyyesine ittiba etmeyi gereksiz görenlerin oluşturdukları topluluk, İslâm düşmanlarının kalabalığından sayılır.
Yeryüzünde peygamberlerin beşeri plandaki sorumluluk ve önderlik çerçevesinin adı, ümmettir. Hz. Muhammed (sav) için bu çerçeve, "ümmet-i davet" ve "ümmet-i icabet" olarak tüm dünyalıları içine almaktadır. Sünnet ise, Rasûlüllah (sav)'in bu sorumluluk ve önderlik çerçevesine göre Kur'ân-ı Kerim'in tefsiri, beyanı ve uygulamasıdır.
Ümmet-i icabet dediğimiz İslâm ümmetinin sosyolojik bir vakıa olarak gerçekleşmesinde Rasûlüllah (sav)'in örnek ve önderliği ne ölçüde gerekli, etkili ve vazgeçilmez ise, ümmet yapısının devamında da onun sünneti/uygulamaları prensip ve pratik olarak aynı ölçüde ve değerde gerekli ve vazgeçilmez bir önderlik ve rehberlik konumuna sahiptir. Sahabeler; .günlük işlerinden, devletlerarası ilişkilerine varıncaya kadar pratik hayatın her safhasmda vazgeçilmez örnek ve önder olarak Rasûlüllah (sav)'in sünneti seniyyesini almış ve ona uymaya çalışmışlardır.
Ashâb-ı Kiram, "Dünyada sünnet, Âhirette cennet" ilkesiyle hareket ediyordu. Sahabeler, Rasûlüllah (sav)'in bilgilendirme ve yönlendirmesiyle şahsiyet bulmuş kimselerdir. Sahabeler, Rasûlüllah (sav) hayatta iken nasıl ondan başka örnek ve önder tanımıyor idiyse, O'nun vefatından sonra da onun yaşayışı, gidişatı demek olan sünnet-i seniyyesinden başka bir hayat ölçüsü ve örneği tanımamışlardır. Ashâb-ı Cirâm, hep onunla, onun yolunda olmaya çalışmış, onun anlayış ve yaşayışını kendilerinden sonrakilere fıiii vasiyyet ve "sahabe sünneti" olarak bırakmışlardır. Buracıkta sahabe sünneti tabirini tarif etmeye çalışalım.
Sahabe sünneti; Rasûlüllah (sav)'in gerek kavlî, gerek fiilî ve gerekse takrirî/tasvip ve tecviz olarak sünnetine uyma hassasiyeti, dikkati, titizliği ve uygulamasıdır.
Sahabe sünneti; özellikle ve öncelikle Rasûlüllah (sav)'in yaşayışının, vazgeçilmez hayat ölçüsü olarak sahabeler tarafından mümkün olduğunca aynen yaşanmış olmasıdır. Rasûlüllah (sav)'in sünnetlerini yaşayarak yaşatmak ve sonraki nesillere aktarmak, sahabe sünnetidir.
Sahabe sünneti; ister genişlikte olsun ve isterse darlıkta olsun, Rasûlüllah (sav)'in sünnetine kesintisiz ittiba etmektir. Hayatta sünnetin neye uygun olup olmadığını değil, neyin sünnete uygun olup olmadığını kontrol etmek, sahabe sünnetididr. Ashâb-ı Kiram, Rasûlüllah (sav)'in sünnetine uygun olmayan sözleri ve fiilen meşru ve makbul kabul etmezdi. Çünkü İslâm'da imanın sosyalleşme rehberi, sünnettir. Zira inanılan ilkelerin yani dinin emirler, yasaklar ve şüpheliler olarak müslümanlar tarafından nasıl uygulanacağı, İslâm'ın nasıl yaşanacağı sünnet'in örnekliği, önderliği, Rasûlüllah (sav)'in hayatı/yorumu olmadan bilinmez ve sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilemez. Sünnet'in önüne geçen bir din yorumu ve yaşantısı olmaz/olamaz. Bilindiği gibi, her hangi bir uygulamanın, amelin amel ve ibadet olarak kabul görmesi için üç temel şart vardır. Bunların birincisi sahih imandır. İkinicisi, sağlam/iyi bir niyettir. Bu, işin görünmeyen yönüdür.
"Ameller niyetlere göre değerlendirilir." [117] hadisi bu şartı ortaya koyar. Üçüncüsü, şekil/uygulama biçimi olarak, Sünnet'e uygunluk. Bu da görünen yönüdür.
"Benim namazı kıldığımı gördüğünüz gibi namazı kılınız/kıldırınız.” [118] hadisi ibadetlerin sünnete uygun olma zorunluluğunu;
"Kim bizim dinimizde olmayan birşey (amel/inanç) uydurursa o merduddur/reddedilmiştir.” [119] hadisi, genel anlamda, yani prensip olarak sünnet'in bu tayin ediciliğini belirlemektedir. Binaenaleyh sosyolojik anlamda dinin kimliğini ve tabiî müslüman kimliğini de tayin, tesbit eden ve tanımlayan sünnettir. Bir başka deyişle sünnet, dinî kimlik ve kişilik için sıhhat ölçüsüdür.
Sahabeler, Rasûlüllah (sav)'in sünnetini reddetmeyi ve keyfi olarak terketmeyi, küfrî bir dvaranış olarak görüyorlardı. Nitekim Ashâb-ı Kirâm'dan Abdullah İbn-i Mes'ud (rh.a.) şunları söylüyor:
"Şu beş vakit namazı, ezan okunan mescidlerde cemaatle kılmaya bakın. Şüphesiz ki bunlar sünen-i hüda'dır. Allah, Rasûiüne sünen-i hüdayı açıklamıştır. Allah'a yemin ederim ki ben, kesin münafıklar hariç, sahabelerin beş vakit namazı cemaatla kılmayı hiçbir zaman terketmediklerinm şahidiyim. Vallahi ben, iki kişinin koltuklarına girip -ayakları yerde sürünerek- saftaki yerine kadar götürülen sahabeler gördüm. Sizden evinde namaz kılacak bir yeri olmayan yoktur. Eğer mescidleri terkeder de farz namazları evlerinizde kılarsanız, Nebinizin sünnetini terketmiş olursunuz. Eğer Nebinizin sünnetini terkederseniz, sapıttınız gitti demektir.” [120]
Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'in görüşü; sünnetin işlenen amellerin sıhhat ölçüsü olduğu yönündedir: "Söz ancak amel ile, amel ve söz ancak niyet ile, niyet, söz ve amel de ancak sünnet'e uygun olmakla makbul olur/bİr değer ifade eder.”[121]
Şunu kabul etmek gerekir ki; Hz. Peygamber (sav)'in ilk işi; İslâm'ın şahıslarında canlandığı bireyler yetiştirmek olmuştur. Sahabeler de bu kıvamı temsil eden ilk müslüman nesildir.
"Sizin en hayırlılarınız, görüldükleri zaman Aziz ve Celil olan Allah'ın hatırlandığı kimselerdir.” [122] hadisi, sahabe neslinin genel niteliğini tesbit ve tescil etmektedir. Unutulmamalıdır ki; Sahâbîler, Kitap ve Sünnet ehlidir.
Sahabeler, Rasûlüllah (sav)'in sünnetine tabi idiler. Sünnet'e ittiba eden Kur'an'a tabi olmuş demektir. Sahabeler, bu konuda en önde gelenlerdir. [123]
Sahabeler, her hangi bir ameli işleyecekleri zaman önce o amel hususunda Rasûlüllah (sav)'in, sözlerini, uygulamalarını araştırırlardı. Rasûlüllah (sav)'in uygulamalarına uygun amelde bulunmak, onlar için meşruluk alâmetiydi. Bu durum, aynı zamanda bütün müslüman nesiller için geçerlidir. Sünnete uygun olmayan hiçbir amel meşru sayılmaz.
Allah'ın kitabını Allah'ın muradına göre anlama ve yaşama hususunda "Rasûlüllah (sav)'in sünneti/uygulaması bize yeter" demek, sahabe nesli kıvamında müslümanlık kalitesine ulaşmış olmak demektir. Hayat örnek ve önderimiz Hz. Muhammed (sav) Kitaptan sonra bize sünneti miras bırakmıştır. Sünnet'e karşı en ufak bir kayıdsızlık, laubalilik, Peygamber (sav)'e ihanet sayılır. Rasûlüllah (sav) buyuruyor:
"Size sımsıkı yapıştığınız zaman asla yolunu sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve.[124] Sünnet, Müslüman kimliğini dokuyan ve koruyan Peygamber mirasıdır.[125] Bu nebevi mirası gözünün nuru gibi koruyup kendisinden sonraki nesillere aktaran nesil, sahabe neslidir.”
Rasûlüllah (sav)'in sünnetine ittiba, sahabe sünnetidir. Sahabe sünneti de sünnetten sayılır ve İslâm ümmetini bağlar. Onunla amel edilmesi gerekir. [126] Ashâb-ı Kiram, İslâm ile ilgili hemen herşeyi ilk kez duyan ve ilk kez yaşayan, uygulayan, İslâm yapılanmasına kuruluş aşamasında şahid olan ve katkıda bulunan hayırlı nesildir. Sahabeler için Sünnet en tartışılmaz pratik delil ve örnekti. Sünnette yerini bulamadıkları şeylere asla iltifat etmezlerdi. Bir çok soruya; "Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu veya şöyle yaptı, yapardı" diye cevap vermeleri, hem kendileri ve hem de tüm müslümanlar için sünnetin tartışılmaz, itiraz edilemez bağlayıcı bir delil olduğu anlayışından kaynaklanıyor ve meseleleri çözmede onların öncelikli yöntemi yani "sahabe sünneti" anlamına geliyordu.
Ashâb-ı Kiram, Rasûlüllah (sav) ile birlikte iman eden ve inançları ile ilgili öğrendiklerini asla tartışma konusu yapmadan "duyduk ve uyduk" pratikliği içinde yaşayan amele dönüştüren ve bunda asla tembel davranmayan model nesildir. Allahû Teâla buyuruyor:
"Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Rasûlüne davet edildiklerinde mü'minlerin sözü ancak "duyduk/işittik ve uyduk/itaat ettik" demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir.”[127]
Sahabeler, kitap ve sünnete uyma hususunda pratik insanlardı. Sahabelerin pratikliği, genellikle en küçük bir teredüde yer vermeyecek ölçüdeydi. Sahabeler bu dünya hayatını Allah'ın bir nimeti, her türlü hayrın temeli ve sebebi olarak kabul ediyor, bu hayatta Allah'a yaklaşıyor, kendilerine takdir edilen insanlığın kemal derecesine amel ve gayretleriyle ulaşmaya çalışıyorlardı. [128] Onların tek amaçları Allah'ın rızası idi. Sahabeler, Rasûlüllah (sav)'in sünnetine ittiba etmeyi, Allahû Teâla'ya olan sevgilerinin bir gereği biliyorlardı.Allahû Teâla buyuruyor:
"De ki: Eğer siz Allah seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[129]
Bu ayet-i kerime'nin ilk muhatablan, hiç kuşkusuz sahabelerdi. Sahabeler, Allah'ın rızası peşinde koşan müslümanlar olarak, bu koşularını Rasûlüllah (sav)'e uyulması gereken her konuda imkânları nisbetinde ona/sünnet-i seniyyesine uymak suretiyle ameliliğin değişmeyen ve en doğru yöntemini uygulamışlardı.
Sahabeler, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, bir amel işleyecekleri zaman hemen Rasûlüllah (sav)'in o hususla ilgili sözlerini ve uygulamalarını soruştururlar, araştırırlar, sünnete uygun olanı yaparlardı, sünnete uygun düşmeyenleri de tereddüdsüz terkedip redederlerdi. Sünnete ittiba etme hususundaki bu tavır, bu hassasiyet, sahabelerin vazgeçilmez ameli/pratik müşterekleri idi.
Kur'ân-ı Kerim, nasıl Efendîmiz'in risaleti ve sunduğu mesaj mevzuunda hassasiyet gösteriyor, sahâbe-i kiram da, aynı şekilde O'ndan gelen her şeyi kemâl-i hassasiyetle kabulleniyor, korumaya alıyor ve neşrediyorlardı. Ne Efendimiz'in (sav) getirdiği esâsâta muhalif bir şey ortaya koymayı düşünüyor, ne de O'na muhalif bir beyanda bulunmayı akıllarının köşesinden geçiriyorlardı. Kur'an-ı Kerîm'in tabiriyle, O'ndan gelen her şeyi "içiyor" gibi alıyor ve belliyorlardı. Evet, İsrâiloğulları'nın ruhuna buzağı sevgisi içirildiği gibi, onların ruhuna da hakikat sevgisi, hakikatin yeryüzündeki tek temsilcisi Hz. Muhammed (sav) sevgisi öyle içirilmişti. Dolayısıyla, sünnet mevzuunda çok titizdiler. Nasıl titiz olmasınlar ki, Kur'ân-ı Kerim, mes'eleyi bir iman mevzuu olarak ele alıyor ve:
"Hayır hayır; Rabbine aııdolsun ki, aralarında anlaşmazlığa bâdî mes'elelerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde en ufak bir burkuntu duymadan ve tam bir teslimiyetle sana teslim olmadan iman etmiş olmazlar” [130] buyuruyordu. Onların yaşadıkları hayatın saniyeleri, saliseleri, âşireleri hep bu hassasiyet içinde geçiyordu. Hayatlarını bu ölçüde bir hassasiyet içinde geçiren insanların, O'nun sünnetine karşı lâkayd kalmaları düşünülemez.
Netice olarak Ashâb-ı Kirâm'ın lügatmda sünnete ittiba necattır/kurtuluştur. Sahabelerin sünnet fıkhını kısaca; "Rasûlüllah (sav)'in yaptığını yapmazsak helak oluruz, inancı doğrultusunda her yönüyle bütün bir hayatı sünnet'e göre, sünneti de lafız mana ve maksadıyla anlayarak hayatı değerlendirmek ve disipline etmektir." diye özetlemek mümkündür. Dolayısıyla sünnetin önüne gerek kendi din yorumlarını ve yaşantılarını ve gerekse başkalarının din yorumlarım ve yaşantılarını geçirenler, Ashâb-ı Kirâm'm yolundan ayrılanlardır.
Kaynaklar
[116] Ahzab: 33/ 21
[117] Buharî, Bedu'l Vahy:l, İman: 41
[118] Beyhakî, Es- Sünenü'l Kübra, C:2, Sh: 345, Haydarabad/ 1355
[119] Buharî, İ'tisam:20, Büyü: 60; Müslim, Akdiye: 17-18
[120] Sahihi Müslim/ Müslim, Kitabu'l Mesacid: 257, Mısır/ 1956; Sünen-i Ebu Davud /Ebu Davud, Kitabu's Salat: 46, Beyrut/ ty.; Sünen-i İbn-i Mace/İbn-i Mace, Kitabu'l Mesacid: 14, Mısır/ 1952
[121] El-Müsned/Humeydî, C:2, Sh:546, Kahire/ty
[122] Sünen-i İbn-i Mace/İbn-i Mace, Zühd:4; EI-Müsned/Ahmed b. Hanbel, C:6, Sh: 409
[123] Müslüman Kimliği/Prof. Dr. İsmail Lütfı Çakan, Sh:57-68, İst/2002
[124] Muvatta/İmam Malik, Kader: 3, El- Müstedrek/Hâkim, 1, 93
[125] Müslüman Kimliği/Prof. Dr. İsmail Lütfı Çakan, Sh: 69, İst/2002
[126] Tahlilu's Sünne/Mustafa Çelik, Sh:231, Ankara/1999
[127] Nur: 24/51
[128] Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybeti?/H. Nedvi, Sh: 94
[129] Âl-i İmran: 3/31.
[130] Nisa: 4/65
[131] Buharî, Salat:56; Müslim, Mescid: 3-5; Ebu Davud, Salat:24
[132] Tevbe: 9/17.
[133] Tevbe: 9/18.
[134] Cin: 72/ 18
[135] Tirmizî, İman:8
[136] Bakara: 2/114.
Vahyi öncelikli yaşayanların toplumu, kitaba sarılan toplumdur. Kitaba sarılmak, sünneti yaşamakla mümkündür. Rasûlüllah (sav)'in sünneti, İslâm cemaatinin vazgeçilmez nizamname sidir. Rasûlüllah (sav)'in sünnetine ittiba etmeden İslâm cemaatı varlığını devam ettiremez.
İslâm davasını anlamada, yaşamada ve savunmada müslümanların örnek ve önderi Hz. Muhammed (sav)'dir. Allahû Teâla buyuruyor:
"Şüphesiz ki sizin için Rasûlüllah'da pek güzel bir örnek vardır. Allah'a ve Âhiret gününe ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için.” [116]
Rasûlüllah (sav)'in örnek ve önderliğini önemsemeyen, onun sünnet-i seniyyesine ittiba etmeyi gereksiz görenlerin oluşturdukları topluluk, İslâm düşmanlarının kalabalığından sayılır.
Yeryüzünde peygamberlerin beşeri plandaki sorumluluk ve önderlik çerçevesinin adı, ümmettir. Hz. Muhammed (sav) için bu çerçeve, "ümmet-i davet" ve "ümmet-i icabet" olarak tüm dünyalıları içine almaktadır. Sünnet ise, Rasûlüllah (sav)'in bu sorumluluk ve önderlik çerçevesine göre Kur'ân-ı Kerim'in tefsiri, beyanı ve uygulamasıdır.
Ümmet-i icabet dediğimiz İslâm ümmetinin sosyolojik bir vakıa olarak gerçekleşmesinde Rasûlüllah (sav)'in örnek ve önderliği ne ölçüde gerekli, etkili ve vazgeçilmez ise, ümmet yapısının devamında da onun sünneti/uygulamaları prensip ve pratik olarak aynı ölçüde ve değerde gerekli ve vazgeçilmez bir önderlik ve rehberlik konumuna sahiptir. Sahabeler; .günlük işlerinden, devletlerarası ilişkilerine varıncaya kadar pratik hayatın her safhasmda vazgeçilmez örnek ve önder olarak Rasûlüllah (sav)'in sünneti seniyyesini almış ve ona uymaya çalışmışlardır.
Ashâb-ı Kiram, "Dünyada sünnet, Âhirette cennet" ilkesiyle hareket ediyordu. Sahabeler, Rasûlüllah (sav)'in bilgilendirme ve yönlendirmesiyle şahsiyet bulmuş kimselerdir. Sahabeler, Rasûlüllah (sav) hayatta iken nasıl ondan başka örnek ve önder tanımıyor idiyse, O'nun vefatından sonra da onun yaşayışı, gidişatı demek olan sünnet-i seniyyesinden başka bir hayat ölçüsü ve örneği tanımamışlardır. Ashâb-ı Cirâm, hep onunla, onun yolunda olmaya çalışmış, onun anlayış ve yaşayışını kendilerinden sonrakilere fıiii vasiyyet ve "sahabe sünneti" olarak bırakmışlardır. Buracıkta sahabe sünneti tabirini tarif etmeye çalışalım.
Sahabe sünneti; Rasûlüllah (sav)'in gerek kavlî, gerek fiilî ve gerekse takrirî/tasvip ve tecviz olarak sünnetine uyma hassasiyeti, dikkati, titizliği ve uygulamasıdır.
Sahabe sünneti; özellikle ve öncelikle Rasûlüllah (sav)'in yaşayışının, vazgeçilmez hayat ölçüsü olarak sahabeler tarafından mümkün olduğunca aynen yaşanmış olmasıdır. Rasûlüllah (sav)'in sünnetlerini yaşayarak yaşatmak ve sonraki nesillere aktarmak, sahabe sünnetidir.
Sahabe sünneti; ister genişlikte olsun ve isterse darlıkta olsun, Rasûlüllah (sav)'in sünnetine kesintisiz ittiba etmektir. Hayatta sünnetin neye uygun olup olmadığını değil, neyin sünnete uygun olup olmadığını kontrol etmek, sahabe sünnetididr. Ashâb-ı Kiram, Rasûlüllah (sav)'in sünnetine uygun olmayan sözleri ve fiilen meşru ve makbul kabul etmezdi. Çünkü İslâm'da imanın sosyalleşme rehberi, sünnettir. Zira inanılan ilkelerin yani dinin emirler, yasaklar ve şüpheliler olarak müslümanlar tarafından nasıl uygulanacağı, İslâm'ın nasıl yaşanacağı sünnet'in örnekliği, önderliği, Rasûlüllah (sav)'in hayatı/yorumu olmadan bilinmez ve sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilemez. Sünnet'in önüne geçen bir din yorumu ve yaşantısı olmaz/olamaz. Bilindiği gibi, her hangi bir uygulamanın, amelin amel ve ibadet olarak kabul görmesi için üç temel şart vardır. Bunların birincisi sahih imandır. İkinicisi, sağlam/iyi bir niyettir. Bu, işin görünmeyen yönüdür.
"Ameller niyetlere göre değerlendirilir." [117] hadisi bu şartı ortaya koyar. Üçüncüsü, şekil/uygulama biçimi olarak, Sünnet'e uygunluk. Bu da görünen yönüdür.
"Benim namazı kıldığımı gördüğünüz gibi namazı kılınız/kıldırınız.” [118] hadisi ibadetlerin sünnete uygun olma zorunluluğunu;
"Kim bizim dinimizde olmayan birşey (amel/inanç) uydurursa o merduddur/reddedilmiştir.” [119] hadisi, genel anlamda, yani prensip olarak sünnet'in bu tayin ediciliğini belirlemektedir. Binaenaleyh sosyolojik anlamda dinin kimliğini ve tabiî müslüman kimliğini de tayin, tesbit eden ve tanımlayan sünnettir. Bir başka deyişle sünnet, dinî kimlik ve kişilik için sıhhat ölçüsüdür.
Sahabeler, Rasûlüllah (sav)'in sünnetini reddetmeyi ve keyfi olarak terketmeyi, küfrî bir dvaranış olarak görüyorlardı. Nitekim Ashâb-ı Kirâm'dan Abdullah İbn-i Mes'ud (rh.a.) şunları söylüyor:
"Şu beş vakit namazı, ezan okunan mescidlerde cemaatle kılmaya bakın. Şüphesiz ki bunlar sünen-i hüda'dır. Allah, Rasûiüne sünen-i hüdayı açıklamıştır. Allah'a yemin ederim ki ben, kesin münafıklar hariç, sahabelerin beş vakit namazı cemaatla kılmayı hiçbir zaman terketmediklerinm şahidiyim. Vallahi ben, iki kişinin koltuklarına girip -ayakları yerde sürünerek- saftaki yerine kadar götürülen sahabeler gördüm. Sizden evinde namaz kılacak bir yeri olmayan yoktur. Eğer mescidleri terkeder de farz namazları evlerinizde kılarsanız, Nebinizin sünnetini terketmiş olursunuz. Eğer Nebinizin sünnetini terkederseniz, sapıttınız gitti demektir.” [120]
Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'in görüşü; sünnetin işlenen amellerin sıhhat ölçüsü olduğu yönündedir: "Söz ancak amel ile, amel ve söz ancak niyet ile, niyet, söz ve amel de ancak sünnet'e uygun olmakla makbul olur/bİr değer ifade eder.”[121]
Şunu kabul etmek gerekir ki; Hz. Peygamber (sav)'in ilk işi; İslâm'ın şahıslarında canlandığı bireyler yetiştirmek olmuştur. Sahabeler de bu kıvamı temsil eden ilk müslüman nesildir.
"Sizin en hayırlılarınız, görüldükleri zaman Aziz ve Celil olan Allah'ın hatırlandığı kimselerdir.” [122] hadisi, sahabe neslinin genel niteliğini tesbit ve tescil etmektedir. Unutulmamalıdır ki; Sahâbîler, Kitap ve Sünnet ehlidir.
Sahabeler, Rasûlüllah (sav)'in sünnetine tabi idiler. Sünnet'e ittiba eden Kur'an'a tabi olmuş demektir. Sahabeler, bu konuda en önde gelenlerdir. [123]
Sahabeler, her hangi bir ameli işleyecekleri zaman önce o amel hususunda Rasûlüllah (sav)'in, sözlerini, uygulamalarını araştırırlardı. Rasûlüllah (sav)'in uygulamalarına uygun amelde bulunmak, onlar için meşruluk alâmetiydi. Bu durum, aynı zamanda bütün müslüman nesiller için geçerlidir. Sünnete uygun olmayan hiçbir amel meşru sayılmaz.
Allah'ın kitabını Allah'ın muradına göre anlama ve yaşama hususunda "Rasûlüllah (sav)'in sünneti/uygulaması bize yeter" demek, sahabe nesli kıvamında müslümanlık kalitesine ulaşmış olmak demektir. Hayat örnek ve önderimiz Hz. Muhammed (sav) Kitaptan sonra bize sünneti miras bırakmıştır. Sünnet'e karşı en ufak bir kayıdsızlık, laubalilik, Peygamber (sav)'e ihanet sayılır. Rasûlüllah (sav) buyuruyor:
"Size sımsıkı yapıştığınız zaman asla yolunu sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve.[124] Sünnet, Müslüman kimliğini dokuyan ve koruyan Peygamber mirasıdır.[125] Bu nebevi mirası gözünün nuru gibi koruyup kendisinden sonraki nesillere aktaran nesil, sahabe neslidir.”
Rasûlüllah (sav)'in sünnetine ittiba, sahabe sünnetidir. Sahabe sünneti de sünnetten sayılır ve İslâm ümmetini bağlar. Onunla amel edilmesi gerekir. [126] Ashâb-ı Kiram, İslâm ile ilgili hemen herşeyi ilk kez duyan ve ilk kez yaşayan, uygulayan, İslâm yapılanmasına kuruluş aşamasında şahid olan ve katkıda bulunan hayırlı nesildir. Sahabeler için Sünnet en tartışılmaz pratik delil ve örnekti. Sünnette yerini bulamadıkları şeylere asla iltifat etmezlerdi. Bir çok soruya; "Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu veya şöyle yaptı, yapardı" diye cevap vermeleri, hem kendileri ve hem de tüm müslümanlar için sünnetin tartışılmaz, itiraz edilemez bağlayıcı bir delil olduğu anlayışından kaynaklanıyor ve meseleleri çözmede onların öncelikli yöntemi yani "sahabe sünneti" anlamına geliyordu.
Ashâb-ı Kiram, Rasûlüllah (sav) ile birlikte iman eden ve inançları ile ilgili öğrendiklerini asla tartışma konusu yapmadan "duyduk ve uyduk" pratikliği içinde yaşayan amele dönüştüren ve bunda asla tembel davranmayan model nesildir. Allahû Teâla buyuruyor:
"Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Rasûlüne davet edildiklerinde mü'minlerin sözü ancak "duyduk/işittik ve uyduk/itaat ettik" demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir.”[127]
Sahabeler, kitap ve sünnete uyma hususunda pratik insanlardı. Sahabelerin pratikliği, genellikle en küçük bir teredüde yer vermeyecek ölçüdeydi. Sahabeler bu dünya hayatını Allah'ın bir nimeti, her türlü hayrın temeli ve sebebi olarak kabul ediyor, bu hayatta Allah'a yaklaşıyor, kendilerine takdir edilen insanlığın kemal derecesine amel ve gayretleriyle ulaşmaya çalışıyorlardı. [128] Onların tek amaçları Allah'ın rızası idi. Sahabeler, Rasûlüllah (sav)'in sünnetine ittiba etmeyi, Allahû Teâla'ya olan sevgilerinin bir gereği biliyorlardı.Allahû Teâla buyuruyor:
"De ki: Eğer siz Allah seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[129]
Bu ayet-i kerime'nin ilk muhatablan, hiç kuşkusuz sahabelerdi. Sahabeler, Allah'ın rızası peşinde koşan müslümanlar olarak, bu koşularını Rasûlüllah (sav)'e uyulması gereken her konuda imkânları nisbetinde ona/sünnet-i seniyyesine uymak suretiyle ameliliğin değişmeyen ve en doğru yöntemini uygulamışlardı.
Sahabeler, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, bir amel işleyecekleri zaman hemen Rasûlüllah (sav)'in o hususla ilgili sözlerini ve uygulamalarını soruştururlar, araştırırlar, sünnete uygun olanı yaparlardı, sünnete uygun düşmeyenleri de tereddüdsüz terkedip redederlerdi. Sünnete ittiba etme hususundaki bu tavır, bu hassasiyet, sahabelerin vazgeçilmez ameli/pratik müşterekleri idi.
Kur'ân-ı Kerim, nasıl Efendîmiz'in risaleti ve sunduğu mesaj mevzuunda hassasiyet gösteriyor, sahâbe-i kiram da, aynı şekilde O'ndan gelen her şeyi kemâl-i hassasiyetle kabulleniyor, korumaya alıyor ve neşrediyorlardı. Ne Efendimiz'in (sav) getirdiği esâsâta muhalif bir şey ortaya koymayı düşünüyor, ne de O'na muhalif bir beyanda bulunmayı akıllarının köşesinden geçiriyorlardı. Kur'an-ı Kerîm'in tabiriyle, O'ndan gelen her şeyi "içiyor" gibi alıyor ve belliyorlardı. Evet, İsrâiloğulları'nın ruhuna buzağı sevgisi içirildiği gibi, onların ruhuna da hakikat sevgisi, hakikatin yeryüzündeki tek temsilcisi Hz. Muhammed (sav) sevgisi öyle içirilmişti. Dolayısıyla, sünnet mevzuunda çok titizdiler. Nasıl titiz olmasınlar ki, Kur'ân-ı Kerim, mes'eleyi bir iman mevzuu olarak ele alıyor ve:
"Hayır hayır; Rabbine aııdolsun ki, aralarında anlaşmazlığa bâdî mes'elelerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde en ufak bir burkuntu duymadan ve tam bir teslimiyetle sana teslim olmadan iman etmiş olmazlar” [130] buyuruyordu. Onların yaşadıkları hayatın saniyeleri, saliseleri, âşireleri hep bu hassasiyet içinde geçiyordu. Hayatlarını bu ölçüde bir hassasiyet içinde geçiren insanların, O'nun sünnetine karşı lâkayd kalmaları düşünülemez.
Netice olarak Ashâb-ı Kirâm'ın lügatmda sünnete ittiba necattır/kurtuluştur. Sahabelerin sünnet fıkhını kısaca; "Rasûlüllah (sav)'in yaptığını yapmazsak helak oluruz, inancı doğrultusunda her yönüyle bütün bir hayatı sünnet'e göre, sünneti de lafız mana ve maksadıyla anlayarak hayatı değerlendirmek ve disipline etmektir." diye özetlemek mümkündür. Dolayısıyla sünnetin önüne gerek kendi din yorumlarını ve yaşantılarını ve gerekse başkalarının din yorumlarım ve yaşantılarını geçirenler, Ashâb-ı Kirâm'm yolundan ayrılanlardır.
Kaynaklar
[116] Ahzab: 33/ 21
[117] Buharî, Bedu'l Vahy:l, İman: 41
[118] Beyhakî, Es- Sünenü'l Kübra, C:2, Sh: 345, Haydarabad/ 1355
[119] Buharî, İ'tisam:20, Büyü: 60; Müslim, Akdiye: 17-18
[120] Sahihi Müslim/ Müslim, Kitabu'l Mesacid: 257, Mısır/ 1956; Sünen-i Ebu Davud /Ebu Davud, Kitabu's Salat: 46, Beyrut/ ty.; Sünen-i İbn-i Mace/İbn-i Mace, Kitabu'l Mesacid: 14, Mısır/ 1952
[121] El-Müsned/Humeydî, C:2, Sh:546, Kahire/ty
[122] Sünen-i İbn-i Mace/İbn-i Mace, Zühd:4; EI-Müsned/Ahmed b. Hanbel, C:6, Sh: 409
[123] Müslüman Kimliği/Prof. Dr. İsmail Lütfı Çakan, Sh:57-68, İst/2002
[124] Muvatta/İmam Malik, Kader: 3, El- Müstedrek/Hâkim, 1, 93
[125] Müslüman Kimliği/Prof. Dr. İsmail Lütfı Çakan, Sh: 69, İst/2002
[126] Tahlilu's Sünne/Mustafa Çelik, Sh:231, Ankara/1999
[127] Nur: 24/51
[128] Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybeti?/H. Nedvi, Sh: 94
[129] Âl-i İmran: 3/31.
[130] Nisa: 4/65
[131] Buharî, Salat:56; Müslim, Mescid: 3-5; Ebu Davud, Salat:24
[132] Tevbe: 9/17.
[133] Tevbe: 9/18.
[134] Cin: 72/ 18
[135] Tirmizî, İman:8
[136] Bakara: 2/114.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder