EL-KAHHÂR (C.C.)
“Her şeye gâlib ve ve hâkim. Bütün varlıkları emir ve iradesi altında döndüren.”
Yerde gökte ve bu ikisinin arasında ne varsa, herşey O'na râm olmuş, boyun eğmiştir. Cebrail (Aleyhisselâm)'-den tutun da bir kelebeğe kadar her varlık O'nun kudret elindedir.
O, güneşleri yerinden sökecek, yıldızları dökecek olsa, hiç kimse O'na mani olamaz. O'nun kudretinin önünde durabilecek bir arslan yoktur.
Bu mübarek isim, Yüce Allah'ın kahhar sıfatının, her veçhile üstün ve daima galib olduğunu ihtar etmektedir. Çünkü Kahr, bir şeye ona hor, hakîr ve helak edebilecek şekilde galib olmaktır. O kadar ki, Allah (Azze ve Celle), sonsuz kudretiyle, güç ve nihayetsiz kuvvetiyle her şeyi içinden ve dışından kuşatmıştır. Alemler dolusu halk, gökler dolusu melek O'na ramdır.
O bir şeyi helak edecek olsa, artık hiçbir kuvvet O'nun önünde duramaz. Kahrına yerler, gökler, güneşler, aylar dayanamaz. Zaman mekân boyunca isyanı tufanlaşan ve Peygamberlerine karşı şeytan ile aynı safta yer alan nice ümmetleri ve milletleri kahrı ile mahv ve perişan etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bunların ibretli kıssaları vardır.
Bir misal olarak Nuh tufanı kâfi... Dağların tepesine tırmanan kâfirler bile kendilerini Allah'ın kahrından kurtaramamışlardır.
Dünyamızda çok kere fırtınalar, zelzeleler, seller, âfetler olur. Bunlar tesadüfen olmaz. Koca koca ağaçların köklerinden söküldüğü, sarayların, köşklerin yere geçtiği, o hak tanımaz zâlimlerin karıncadan daha âciz bir hale geldiği görülmüştür. Demek ki Allah Teâlâ bazı kere de Kahhâr sıfatı ile tecellî etmektedir ki, gaflette olanlar uyansın ve Rabbinin büyüklüğü karşısında aczini bilsin...
Allah'ın kahrı karşısında lütfü da vardır. O eğer lütfü ile muamele etmeseydi, cihanda taş taş üstünde kalmazdı. Allah, lütfü için de, kahrı için de sebepler, vasıtalar vücuda getirmiştir. Gönül bağında iman sünbüllerinin boy vermesi gibi. Bir yere iyilik ağacı dikmek gibi. İnsaf, adalet, doğruluk, hakka vefa gibi bütün güzel huylar ve hareketler Allah Teâlâ'nın lütfuna ulaştıran vasıtalardır ki, “Zerre kadar hayır işleyen onun karşılığını görecektir.”
Bunun zıddı olarak, şirk, isyan, cehalet, zulüm, adam öldürmek, yalancılık, rüşvet, zina, kumar, içki ve bütün kötü huylar da kahrına bir davetiyedir. Kalblerdeki nuru söndürücü bu kötü ahlaktan dönülmedikçe selâmet beklemek beyhudedir. Yani bu günahlara ve kötülüklere tevbe edilmedikçe insana azap dokunur. Ve bu gibi çirkin huylar O'nun kahrına çarptıran sebeplerdir ki, dünyanın orasında, burasında zuhur eden felaketler bunun açık bir ifadesidir.
Kul ne yapmalıdır? Kulun padişahın kapısından başka gidecek yeri yoktur. Başka kapıya gidenler hep eli boş dönerler. Başkasından isteyenler mahrum kalırlar.
Biz Allah Teâlâ'nın lütfunu ve rahmetini istemek durumundayız. O'nun kahrını dileyenler de bulunur. Çünkü herkesin cüz'î iradesi vardır. O'na isyan edenler, onun pençe-i kahrından kurtulamazlar.
Kuşun ayağını vaktinde bağlamak lâzımdır. Kafesten uçan kuşun arkasından ah vah etmek faydasızdır.
Tâ gönülden yürekten şöyle niyaz edelim:
“Ey herşey kendisine boyun eğen,
Ey herşey kendisi için oluşan,
Ey herşey kendisiyle vücudda duran,
Ey herşey kendisine yönelen,
Ey herşey kendisinden korkan,
Ey herşey kendisini tesbih ve tenzih eden,
Ey herşey kendisiyle ayakta duran,
Ey herşey kendisine huşu duyan,
Ey herşey kendisine varan,
Ey herşeyin fânî olup da kendisi bakî olan (Allah'ım!) Seni tenzih ve tesbih ederiz. Senden başka (ibadete lâyık) İlâh yoktur. Sen emansın; bizi cehennem ateşinden halâs et.” [86]
Kaynaklar
[86] Cevşenü'l-Kebîr. Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 118-120.
“Her şeye gâlib ve ve hâkim. Bütün varlıkları emir ve iradesi altında döndüren.”
Yerde gökte ve bu ikisinin arasında ne varsa, herşey O'na râm olmuş, boyun eğmiştir. Cebrail (Aleyhisselâm)'-den tutun da bir kelebeğe kadar her varlık O'nun kudret elindedir.
O, güneşleri yerinden sökecek, yıldızları dökecek olsa, hiç kimse O'na mani olamaz. O'nun kudretinin önünde durabilecek bir arslan yoktur.
Bu mübarek isim, Yüce Allah'ın kahhar sıfatının, her veçhile üstün ve daima galib olduğunu ihtar etmektedir. Çünkü Kahr, bir şeye ona hor, hakîr ve helak edebilecek şekilde galib olmaktır. O kadar ki, Allah (Azze ve Celle), sonsuz kudretiyle, güç ve nihayetsiz kuvvetiyle her şeyi içinden ve dışından kuşatmıştır. Alemler dolusu halk, gökler dolusu melek O'na ramdır.
O bir şeyi helak edecek olsa, artık hiçbir kuvvet O'nun önünde duramaz. Kahrına yerler, gökler, güneşler, aylar dayanamaz. Zaman mekân boyunca isyanı tufanlaşan ve Peygamberlerine karşı şeytan ile aynı safta yer alan nice ümmetleri ve milletleri kahrı ile mahv ve perişan etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bunların ibretli kıssaları vardır.
Bir misal olarak Nuh tufanı kâfi... Dağların tepesine tırmanan kâfirler bile kendilerini Allah'ın kahrından kurtaramamışlardır.
Dünyamızda çok kere fırtınalar, zelzeleler, seller, âfetler olur. Bunlar tesadüfen olmaz. Koca koca ağaçların köklerinden söküldüğü, sarayların, köşklerin yere geçtiği, o hak tanımaz zâlimlerin karıncadan daha âciz bir hale geldiği görülmüştür. Demek ki Allah Teâlâ bazı kere de Kahhâr sıfatı ile tecellî etmektedir ki, gaflette olanlar uyansın ve Rabbinin büyüklüğü karşısında aczini bilsin...
Allah'ın kahrı karşısında lütfü da vardır. O eğer lütfü ile muamele etmeseydi, cihanda taş taş üstünde kalmazdı. Allah, lütfü için de, kahrı için de sebepler, vasıtalar vücuda getirmiştir. Gönül bağında iman sünbüllerinin boy vermesi gibi. Bir yere iyilik ağacı dikmek gibi. İnsaf, adalet, doğruluk, hakka vefa gibi bütün güzel huylar ve hareketler Allah Teâlâ'nın lütfuna ulaştıran vasıtalardır ki, “Zerre kadar hayır işleyen onun karşılığını görecektir.”
Bunun zıddı olarak, şirk, isyan, cehalet, zulüm, adam öldürmek, yalancılık, rüşvet, zina, kumar, içki ve bütün kötü huylar da kahrına bir davetiyedir. Kalblerdeki nuru söndürücü bu kötü ahlaktan dönülmedikçe selâmet beklemek beyhudedir. Yani bu günahlara ve kötülüklere tevbe edilmedikçe insana azap dokunur. Ve bu gibi çirkin huylar O'nun kahrına çarptıran sebeplerdir ki, dünyanın orasında, burasında zuhur eden felaketler bunun açık bir ifadesidir.
Kul ne yapmalıdır? Kulun padişahın kapısından başka gidecek yeri yoktur. Başka kapıya gidenler hep eli boş dönerler. Başkasından isteyenler mahrum kalırlar.
Biz Allah Teâlâ'nın lütfunu ve rahmetini istemek durumundayız. O'nun kahrını dileyenler de bulunur. Çünkü herkesin cüz'î iradesi vardır. O'na isyan edenler, onun pençe-i kahrından kurtulamazlar.
Kuşun ayağını vaktinde bağlamak lâzımdır. Kafesten uçan kuşun arkasından ah vah etmek faydasızdır.
Tâ gönülden yürekten şöyle niyaz edelim:
“Ey herşey kendisine boyun eğen,
Ey herşey kendisi için oluşan,
Ey herşey kendisiyle vücudda duran,
Ey herşey kendisine yönelen,
Ey herşey kendisinden korkan,
Ey herşey kendisini tesbih ve tenzih eden,
Ey herşey kendisiyle ayakta duran,
Ey herşey kendisine huşu duyan,
Ey herşey kendisine varan,
Ey herşeyin fânî olup da kendisi bakî olan (Allah'ım!) Seni tenzih ve tesbih ederiz. Senden başka (ibadete lâyık) İlâh yoktur. Sen emansın; bizi cehennem ateşinden halâs et.” [86]
Kaynaklar
[86] Cevşenü'l-Kebîr. Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 118-120.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder