Çocukların başarılı olmaları için yüksek IQ yetmez
Pedegog Ali Çankırılı
AMERİKA’DA çalıştığım üniversitede çoğu öğrencilerin çarpım tablosunu ezbere bilmediklerini gördüm.
Her öğrencinin cebinde hesap makinesi vardı. Basit bir toplama ve çıkarma işlemini bile makine ile
yapıyorlardı. Bütün işlemleri makine ile yaptıkları için ilkokulda ezberledikleri çarpım cetvelini artık
hatırlayamıyorlardı. Bir öğrenciye sordum: " En basit işlemleri bile makine ile yapıyorsun, çarpım cetvelini
ezbere bilmiyorsun; makine bozulsa ne yaparsın?" Hiç düşünmeden cevap verdi: "Çarşıya gider yenisini
alırım."
Üretim araçlarının toplum hayatı üzerinde etkili olduğu ve yaşam biçimini değiştirdiği bir gerçek. Sanayi
devriminden sonra Avrupa toplumu hızla makineleşmeye başladı. Teknolojinin son hârikası "bilgisayar" çağa
damgasını vurdu. Yaşadığımız çağa "bilgisayar çağı", bilgisayar kullanan topluma da "bilgi toplumu" deniyor.
İnternet üzerinden istediğiniz bilgiye saniyeler içinde ulaşabiliyor, dünyanın öbür ucundaki insanla sohbet
edebiliyorsunuz.
Görsel bilgi araçları dediğimiz "multimedia," saniyeler içinde bilgiye ulaşmamızı sağlarken aynı zamanda bizleri
zihinsel tembelliğe alıştırıyor. Günümüzün bilim adamı, artık neyin ne olduğunu bilen değil, neyin nerede
olduğunu bilen insandır. Amerika’da üniversite öğrencilerinin çarpım tablosunu bilmedikleri gibi...
Bilgisayarı gözünde büyüten öğrencilerime diyorum ki, "Bilgisayar efendisinin verdiği emirlere uyan IQ’su
yüksek, EQ’su düşük bir köledir." Entellektüel veya akademik zekâya IQ (Intelligence Quantity), duygusal
zekâya da EQ (Emotional Quantity) diyoruz. Bilgisayar mekanik bir araçtır ve dolayısıyla duygusal zekâdan
yoksundur. Biliyorsunuz, yüzlerce kilometre uzaktaki hedefe ulaşabilen bombalı füzeler bilgisayarla
donatılmışlardır. Bilgisayar, fırlatılan bombalı füzenin tam istenilen hedefe ulaşmasını sağlar. Bu hedefin askerî
olup olmadığı bilgisayarı ilgilendirmez. Vurduğu hedef yüzlerce mâsum çocuğun yaşadığı "kimsesizler yurdu"
da olsa bilgisayar üzülmez...
Geçen gün, bir öğrenci tahtaya kalkarken ayağı sürçüp yere düştü. Yere düşen insanın psikolojisini bilirsiniz.
Düşüp bir yeri incindiği için değil, düşerken görüldüğü için üzülür. Sınıftaki öğrencilerin hemen yarıya yakını
düşen arkadaşlarına güldüler. Gülen öğrencilere hiç bir şey demeden tahtaya İngilizce şu cümleyi yazdım.
"Those who laughed at their falling down friend showed that they have a low EQ." (Düşen arkadaşlarına
gülenler, düşük bir EQ’ya sahip olduklarını gösterdiler.)
Bir mafya babasının IQ’su, kesinlikle, bir buluşa imza atan bilim adamının IQ’sundan aşağı değildir. Tarihin
gelmiş geçmiş büyük diktatörleri, terör örgütlerinin liderleri, çetebaşları hep IQ’su yüksek insanlardır.
Mevlana’nın IQ"su ile Hitler’in IQ’su hemen hemen aynıdır. Peki, bu iki insanı birbirinden ayıran nedir?
Neden biri insanlar arasında ayırım yapmaksızın onlara kucağını açarken, öbürü insanları fırınlarda yaktırdı?
Sebep, Mevlana’da EQ’nun yüksek; Hitler’de düşük olması.
Yaralı bir hayvanı görüp üzülmeyen, hatta bir de tekme atan, karınca yuvalarını bozan, kedilerin kuyruğuna
teneke bağlayıp eğlenen çocukların EQ’ları çok düşüktür ve acınacak haldedirler. Yine belediye otobüsünde,
yaşlı insanlara ve çocuklu bayanlara yer vermemek için, oturduğu koltukta uyur numarası yapan gençler; beş
yaşındaki çocuğunu yanına oturtan ve "bileti var" diyerek yaşlı insanlara yer vermesini istemeyen anneler,
kapıya gelen dilenciye hakaret ederek kovan insanlar da EQ yönünden fakirdirler.
Bir insanın yüksek entellektüel zekâya (IQ) sahip olması, o insanın içinde yaşadığı topluma faydalı olacağı
anlamına gelmez. Eğer bu insanın düşük bir duygusal zekâsı varsa, entellektüel zekâsını kendi ihtirasını ve
egosunu tatmin etme yolunda harcar. Kısa yoldan servete ve üne kavuşmak için, toplum zararına da olsa, her
türlü gayri meşru yolu denemekten çekinmez. Bankaların içini boşaltarak binlerce insanın birikimini kendi
kasalarına indirenler entellektüel zekâsı yüksek kimselerdir.
Batılı eğitim uzmanları, içinde yaşadığımız makine medeniyetinin insanları mutlu etmeye yetmediğini, maddi
yönden doyuma ulaşan insanların manevi yönden aç olduklarını ifade etmektedirler. Araştırmalar, mutlu bir
aile ortamında yetişen, seven, sevilen, paylaşmasını bilen, inançlı, faziletli, kendisiyle ve içinde yaşadığı
toplumla barışık insanların yüksek duygusal zêkaya sahip olduklarını, en zor şartlar altında bile ümitlerini
yitirmediklerini göstermektedir. Duygusal zekânın temelleri ancak bebeklik ve çocukluk yıllarında atılabiliyor.
Ailede adam yerine konmayan, sevilmeyen, horlanan, şiddete ve baskıya maruz kalan çocukların duygusal
zekâları gelişmiyor. Bu çocukların insanlara güveni olmadığı gibi, kendilerine de güvenleri yoktur. Sevgi ve
güven duygusu ancak yaşanarak kazanılıyor.
"Eti sizin kemiği benim." diyerek çocuklarını bize teslim eden anne babalara diyorum ki: "Kusura bakmayın,
yanlış geldiniz, burası kasap dükkanı değil; okul." Anne babaların en büyük yanlışı, çocuk adına ve çocuğa
sormadan her şeye kendilerinin karar vermeleri. Savunma olarak da ,"Biz onun için her türlü fedakârlığa
katlanıyoruz ve en iyisini yapmaya çalışıyoruz." derler.
Çocuklarını yatılı okula veren anne babalar çok iyi düşünmeli, çocuğa sormadan ve onun onayını almadan
karar vermemelidir. Eğer çocuğa yeterli sevgiyi ve güveni verememiş iseniz, çocuk yaptığınız fedakârlığı
bilemez. Sevilmediği ve istenmediği için yurda verildiğini zanneder. Yatılı okullarda bu tür çocukların sayısı az
değildir. Kendilerini evden uzaklaştıran anne babalarından intikam almak için ders çalışmazlar. Yurttan
atılmak için bilerek kuralları çiğnerler. Yatılı okulda kalan çok zengin bir ailenin tek erkek çocuğu hırsızlık
yaparken yakalandı ve bize getirildi. Çocuk, yaptığı işten utanmadığı gibi adeta zevk alır gibi bir hâli vardı.
Yaptığımız psiko-terapide çocuğun babadan intikam almak için hırsızlık yaptığı ortaya çıktı. Baba, hırsız bir
oğlu olduğu için toplum içinde utanç duyacak ve yıkılacaktı.
Aileden problemli gelen çocuklar, duygusal zekâları düşük olduğu için, bizi çok uğraştırıyor. Onlara sevgi ve
güven duygusunu kazandırmada zorlanıyoruz. Aileler, çocuklarını özel okullarda okutmakla, markalı
mağazalardan giyindirmekle ve ceplerine bol harçlık koymakla görevlerini yaptıklarını zannetmesinler.
Çocuklar, maddi yönden doyuma ulaşmış, ancak manevi yönden açtırlar. Manevi açlık başarısızlığı da
beraberinde getiriyor. Zengin aileler, bu sırrı bilemedikleri için çocuklarının başarısızlığını bir türlü
hazmedemezler. Sebebini okulda ve öğretmenlerde ararlar. "Çocuğum çok zeki, çalışsa yapar; ama
çalışmıyor. Yaptığımız bunca fedakarlık boşa gidiyor" derler. Çocuğun manevi yönden açlık çektiğini,
kendisine güveni olmadığını, sorumluluk duygusu kazanamadığını bilmezler. Söyleseniz de kabul etmek
istemezler. Her şeyi okuldan beklerler.
Çocuklarınızın başarılı olmaları için yüksek IQ’ya sahip olmaları ve maddi ihtiyaçlarının giderilmesi yetmez.
Onlara yeterli sevgiyi, ilgiyi, güveni, yardımlaşmayı ve paylaşmayı kazandırarak EQ’larını yükseltmeniz
gerekir. Zafer Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder