3 Şubat 2012 Cuma

Kalem Suresi Taberi Tefsiri Bir çok Sırlar Açıklanmaktadır Mutlaka Okuyun.

KALEM SURESİ
 

Kalem suresi, elli iki âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.

Bu mübarek sure de diğer Mekki sureler gibi insanların, iman edip rable-rinin takdirlerine boyun eğmeleri gerektiğini ve herşeyin o yüce rabbin dilemesi ve takdiriyle meydana geldiğini beyan ile başlıyor.

Allah teala, Kur'an-i Kerimin birçok yerinde olduğu gibi bu surenin ba­şında da söze yeminle başlıyor.

Burada Cenab-ı Hak, yarattığı şeylerden, kalem ve onun yazdıklarına yemin ederek başlıyor ve Peygamber efendimize hitaben buyuruyor ki: 
-"Ey Muhammed, kalem ve onunla yazdıklarına yemin olsun ki sen deli değilsin." "Şüphesiz sana, arkası kesilmeyen bir mükafaat vardır ve mu­hakkak ki sen, büyük bir ahlak üzeresin."

Sure-i celilede bu âyetlerden sonra insanların bazı davranış biçimlerine işaretle o davranışlar mezmum sayılıyor ve buyuruluyor ki:

-"Ey Muhammed, çok yemin eden, alçak, çok kınayan, çokça koğuculuk eden, hayırı durmadan engelleyen, saldırgan, çok günahkâr, pek katı kalbli, bununla birlikte soysuz olan hiçbir kimseye malı ve çocukları var diye sakın itaat etme."

Sure-i celilede daha sonra, insanların hayatında her zaman vuku bulabile­cek bir hususa işaretle, fakirlere daima yardımda bulunulması öğütleniyor. Ka­zandıkları mallar bakımından fakirleri hesabetmeyen, onlara bir şey vermek is­temeyen kimsenin burnunun yere sürüleceği beyan edilerek bahçe sahiplerinin kıssası anlatılıyor. Fakirlere bahçelerinden bir şey vermek istemeyen cimri in­sanların bahçeleri bir gecede mahvoluyor. Allah teala bu kıssa ile mallarına bir zeval erişen insanların buna asla karşı koyamayacağı beyan edilmiş oluyor.

Yine sure-i celilede, balığın karnında yaşama durumuna düşen Yunus aleyhisselamın kıssasına kısaca temas ediliyor ve peygamberle birlikte insanlar sabırlı olmaya davet ediliyor.

Sure-i celile, nazar duası olarak okunan şu âyet-i kerimelerle sona eriyor: "Kâfirler Kur'anı işittikleri zaman neredeyse gözleriyle seni kaydırıp devirecekterdi. "O delidir." diyorlardı."

"Oysa Kur'an, âlemlere gönderilen bir hikmet ve bir öğütten başka bir şey değildir."[1]
 
Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla.

1-2- Nûn. Kaleme ve onunla yazdıklarına yemin olsun ki ey Muham-med, rabbinin nimeti sayesinde deli değilsin.

Surenİn başında geçen "Nun" kelimesi, Mukatta'a harflerindendir. Bu harfler hakkında Bakara suresinin başında yeteri kadar izahat verilmiştir. Ancak Taberi 


Buradaki Nun harfi hakkında da bazı açıklamalarda bulunmuştur. 
Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:

Ebu Zıbyan'in, Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine ve Mücahid'e göre Nun kelimesinden maksat, yerküresinin, üzerinde bulunduğu büyük bir balıktır. Abdullah b. Abbas diyor ki: 

-"Allah önce kalemi yarattı. Kalem olacak her şeyi yazdı. Sonra su buharı yükseldi. Gökler de bu buhardan yaratıldı. Sonra Allah Nun'u yarattı. Yeryüzü bunun üzerine döşendi. Yeryüzü hareket edip sarsıldı. Dağlar yaratılıp yeryüzünün sarsıntısını durdurdu. Bu sebeple dağlar yeryüzüne-karşı övünmektedirler." Abdullah b. Abbas bundan sonra: "Nun, kalem ve onunla yazdıklarına yemin olsun ki... "âyetini okudu.

Görüldüğü gibi Abdullah b. Abbas, kalemin yaratılmasından sonra Nun şeklinde bir şeyin yaratıldığını ve yeryüzünün, onun üzerine döşendiğini, sular buharlaşıp gökler yaratıldıktan sonra yeryüzünün, sarsılmasını önlemek için dağların yaratıldığını ifade etmektedir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen riva­yetlerde balık kelimesi zikredilmemiş "Nun" kelimesi zikredilmiştir. Sadece Mücahid'in rivayetinde Nun'un yerine balık kelimesi zikredilmiştir.

Bu da, ka­lemden sonra yaratılan ve yerin, üzerine oturtulduğu zikredilen o maddenin, ba­lık şeklinde yuvarlak bir madde olduğuna işaret etmektedir. Yeryüzünün canlı bir balık üzerinde durduğunu söylemek isabetli değildir.

İkrime'nin, Abdullah b, Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre burada­ki Nun kelimesinden maksat, "Rahman" kelimesinin nunudur. Buna göre"er" Rahman kelimesinin bir parçası diğer

bir parçası "Nun" da başka bir parçasıdır.

Sabit b. el-Bünani'nin Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre bu surenin başındaki "Nun" harfinden maksat, içine mürekkep konan divit demektir.

Muaviye b. Ebi Kurre ise buradaki Nun kelimesinden maksadın nurdan bir levha olduğunu söylemiştir. 

Katade ve İbn-i Zeyd ise "Nun kelimesi bir ye­mindir. Allah bununla yemin etmiştir." demişlerdir.

Diğer bir kısım âlimler "Buradaki Nun kelimesi surenin ismidir." demiş­lerdir. Başka bir kısım âlimler ise: "Buradaki nun kelimesi alfabe harflerinden bir harftir. Bazı sureler bu gibi harflerle başlatılmıştır." demişlerdir.

Ayette zikredilen "Kalem" kelimesi bildiğimiz kalemdir. Ancak buradaki kalemden maksadın, Allah tealanin ilk defa yarattığı ve kendisine kıyamete ka­dar olacak şeyleri yazmayı emrettiği kalem olduğu söylenmiştir.

Ubade b. es-Samit, oğluna vasiyet ederken şöyle demiştir:

-"Ey oğlum, Allahtan kork ve bil ki sen, Allaha iman etmedikçe, hayrıyla ve şerriyle kadere iman etmedikçe Allahtan korkmuş olamazsın. Şayet bunun dı­şında bir düşünce üzere ölürsen cehennem ateşine girmiş olursun. Ben, Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu işittim: "Allanın ilk yarattığı şey kalemdir. Al­lah onu yaratınca "Yaz" dedi. O da "Neyi yazayım?" dedi. Allah: "Olanı ve ni­hayete kadar olacağı kapsayan kaderi yaz." buyurdu.[2]

Abdullah b. Abbas da, Allah teâlânın, ilk yarattığı şeyin kalem olduğunu söylemiştir.

Mücahid ise buradaki kalemden maksadın Kur'anı yazan kalem ol­duğunu söylemiştir.

Âyet-i kerimede "Kalemle yazılana" yemin edilmektedir. Burada zikredi­len, "Kalemle yazılan"dan maksat, her kalemle yazanın yazdığı şeyle veya me­leklerin yazdıkları amel defterleri yahut kalemin yazdığı Kur'an-ı Kerimdir. Ya da kalemin yazdığı kaderdir.

Allah teala, kaleme ve onunla yazılanlara yemin ederek Resulullahın, müşriklerin iddia ettikleri gibi deli olmadığını zira onun, Rabbi olan Allanın lütfuna ve peygamberlik nimetine mazhar okluğunu beyan etmiştir.[3]


3- Şüphesiz sana, arkası kesilmeyen bir mükafaat vardır.

Ey Muhammed.muhakkak ki sana, müşriklerin çeşitli eziyet ve işkencele­rine karşı sabretmenden dolayı kesintiye uğramayan mükafaatlar vardır.[4]

4- Muhakkak ki sen, büyük bir ahlak üzeresin.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Süddi, Dehhak, İbn-i Zeyd, Rebi' b. Enes ve Ebu Malik, buradaki "Ahlak" kelimesinden maksadın "Din" olduğunu söyle­mişler ve âyeti: "Şüphesiz ki sen büyük bir din üzeresin." şeklinde izah etmiş­lerdir. Atiyye ise buradaki "Ahlak" kelimesinden maksadın "edep" okluğunu söylemiş ve âyetin manasının: "Şüphesiz ki sen büyük bir edep üzeresin." şek­linde olduğunu söylemiştir. Peygamber efendimiz bu konuda şöyle buyunnuş-tur:

-"Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.[5]

Sa'd b. Hişam, Hz. Aişe'ye Resulullahın ahlakını sorduğunda şu cevabı vermiştir:

-"Sen Kur'an okumuyor musun?" 

Sa'd 
-"Evet" demiştir. Bunun üzerine Hz. Aişe:
-"Şüphesiz ki Resulullahın ahlakı Kur'andı." diye cevap vermiştir.[6]

Enes b. Malik diyor ki:

"Ben ResuluIIaha on sene hizmet ettim. Vallahi o bana hiçbir zaman "Of demedi. O bana bir iş için: "Niçin bunu böyle yaptın?" Veya "Bunu neden yap­madın?" demedi.[7]

5-6- Hanginizin aklını kaybetmiş olduğunu, yakında sen de göreceksin. Onlar da görecekler.[8]

 7- Şüphesiz rabbin, yolundan sapanı çok iyi bilir. O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.

Ey Muhammed, sen de kavminin müşrikleri de, sizden hanginizde delilik bulunduğunu göreceksiniz.Şüphesiz ki rabbin, Kureyş müşrikleri gibi hak din­den sapanları da çok iyi bilir. Senin gibi ve sana uyanlar gibi hidayet üzere olanları da çok iyi bilir.

Âyet-i kerimede, "Hanginizin aklını kaybetmiş olduğu" şeklinde tercü­me edilen cümle, Mücahid tarafından "Hangi topluluğun içinde deli var? Muhammed'in topluluğu içinde mi yoksa ona karşı gelen müşrikler topluluğu için­de mi?" şeklinde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas tarafından ise "Hanginizde delilik var?" şeklinde izah edilmiş Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Katade tarafından ise "Hanginiz şeytana daha yakınsınız?" şeklinde izah edilmiştir.[9]

8-9- Ey Muhammed, yalancılara uyma. Onlar isterler ki, sen onlara yumuşak davranasın, onlar da sana yumuşak davransınlar.

Âyette zikredilen "Onlar isterler ki sen onlara yumuşak davranasın. Onlar da sana yumuşak davransınlar." ifadesi, 

Abdullah b. Abbas, Dehhak ve Süf-yan es-Sevri tarafından, "Allahın âyetlerini yalanlayanlar isterler ki sen, Alluhı inkar edesin, onlar da inkar etsinler." şeklinde izah edilmişin

Mücahid, Katade ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "Senin onlara taviz vermeni beklerler ki onlar da sana taviz versinler. Veya "Dinin aleyhine onlara yumuşak davranmanı isterler ki on­lar da sana yumuşak davransınlar." şeklinde izah edilmiştir.

Taberi de bu izah tarzım tercih etmiş ve ayetin manasının şöyle olduğunu söylemiştir: "Ey Mu-hammed,müşrikier isterler ki, onların ilahlarına davet etmelerine uyasm da, di­nin aleyhine onlara yumuşak davranasın. Onlar da sana, dinleri aleyhine yumuşak davransınlar ve seni rabbine ibadet etmen hussunda serbest bıraksınlar." 
Taberi bu izahı yaptıktan sonra şu âyetleri zikretmiştir: 
"Eğer seni, azimli ve sebat­lı kilmasaydik, nerde ise onlara az da olsa meyledecektin." "Eğer onlara biraz olsun meyletseydin, dünya ve âhiretin azabını sana kat kat tattınrdık. Sonra kendin için bize karşı bir yardımcı da bulamazdın."[10]

 10-14- Ey Muhammcd, çok yemin eden, alçak, çok kınayan, çokça koğuculuk eden, hayırı durmadan engelleyen, saldırgan, çok günahkar, pek katı kalbi i, bunlarla birlikte soysuz olan hiçbir kimseye, mal ve çocuk­ları var diye sakın itaat etme.

Allah teala bu âyet-i kerimelerde, 

Resulullaha şu kimseleri dinlememe­sini ve onlara, mal ve çocukları var diye itaat etmemesini emretmektedir. Onlar şunlardır:

1-"Çok yemin eden alçak." Buradaki (Çok yemin eden"den maksat, "Ya­lan yere çokça yemin eden" demektir. "Alçak"tan maksat ise, Abdullah b. Ab-bas'a göre "Yalan söyleyerek kendisini alçak düşüren demektir. Mücahid'e göre, âciz, Katade'ye göre ise, "Çokça şer işleyeiTdir.

2-Çok kınayan, çokça koğuculuk eden: Buradaki "Çokça kınayan" ifade­sinden maksat, Abdullah b. Abbas ve Katade'ye göre "Çokça gıybet edip âdeta müslümanlarnı etini yiyen, İbn-i Zeyd'e göre ise "İnsanları dürtükleyen, çimdikleyen ve onları döven" demektir. "Çok koğuculuk eden" cümlesinden maksat ise, Katade'ye göre "İnsanların bazılarının sözlerini alıp diğerlerine götüren." Abdullah b. Abbas'a göre ise: "Yalan sözler gezdiren" dir.

Kelbi, "Çok koğuculuk yapan" kişiden maksadın, Ahnes b. Şerik adında­ki kişi olduğunu söylemiştir.

Peygamber efendimiz, bir hadis-i şerifinde:

"Koğuculuk yapan cennete giremez." buyurmuştur.”[11]

Peygamber efendimiz, kabir azabı çeken iki kimse için şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki bunlar azap görüyorlar. Bunlar, büyük bir günahtan dolyi azap görmüyorlar. Bunlardan biri kendisini idrardan sakındırmıyordu. Diğer ise koğuculuk yapıyordu."[12]

3-"Hayırı durmadan engelleyen, saldırgan, çok günahkar." cümlesin­deki "Hayrı çokça engelleyen" ifadesinden maksat, "Cimri olan ve üzerine dü­şen hakları yerine getirmeyen." demektir. "Saldırgan"dan maksat, "İnsanların üzerine saldıran ve Allanın koyduğu sınırlan çiğneyerek haramlara düşen" de­mektir. "Çok günahkar"dan maksat ise "Rabbine karşı günah işleyen ve haram yiyen" demektir.

4-Pek katı kalblİ, bunlarla birlikte soysuz olan: Cümlesindeki "Pek katı kalbli" diye tercüme edilen "Utullin" kelimesinden maksat,

"Katı, sert, sıhhatli, dolgun vücutlu kimsenin kendisine dokunamadığı kişi" de­mektir.

Resulullah (s.a.v.)e kelimelerinin manaları sorulduğunda Resulullah: *

-"O, vücudu kuvvetli, sağlam, çok yiyen, çok içen, yiyecek içecek bulan, insanlara çokça zulmeden ve kamı geniş olan"dır." buyumıuştur.[13]

Vehb ez-Zimari diyor ki: "Gök ve yer şu adama ağlar ki, Allah onun vü­cudunu mükemmel yaratmış, kamını geniş yapmış ve ona dünya nimetlerinden ısınp yiyeceği nimetler vermiş sonra da o kişi, insanlara karşı zulmeder olmuş­tur. İşte bu demektir. 

Ubeyd b. Umeyr diyor ki: "çok yiyen, çok içen, çok kuvvetli olan kimsedir. Böyle kimselerin âirette bir arpa tanesinin ağırlığı kadar sevabı olmayacaktır.Mülkün sahibi olan Allah, bunlardan yetmiş bin tanesini bir defada cehenneme dolduracaktır.

Abdullah b. Abbas'a göre katı bir şekilde münafık olandır. Mücahid'e göre şerri çok şiddetli olandır. İkrime'ye göre kâfir ve sinsi olan dernektir. Hasam Basri ve Katade'ye göre ise hayasız, edepsiz ve sinsi olan demektir.                                       

Âyette geçen ve "Soysuz" diye tercüme edilen kelimesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas, Said b. el-Müseyyeb, Said b. Cübeyr ve Mücahid'den nakledilen bir görüşe göre bu kelimeden maksat, bir kavimden olmadığı halde o kavme yamanan ve o kavimden biriymiş gibi kabul edilen kimsedir.

Dehhak ve İkrime'nin, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise kelimesinden maksat, koyunların boynunda görülen küe ve etten meydana gelmiş, sarkan küpe gibi et ben'i bulunan demektir. Buna göre âyette anlatlan bu kâfirin boynunda ya gerçekten bir et beni bulunmakta ve bu­nunla tanınmaktaydı, yahut da, koyunların o et kiipeleryle tanındıkları gibi bu kâfir de kendisini tanıtan baz ta I amellere sahipti.

Said b. Cübeyr'in, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise kelimesinden maksat, kendisinden şüphelenilen şerli bir kim­sedir.

Ali b. Ebi Talha'nın, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe gö­re kelimesinden maksat, "Çokça zulmeden" demektir.

Şehr b. Havşeb'den nakledilen diğer bir görüşe göre kelime­sinden maksat, kaba, sert, çok haram yeyip içen" demektir.

Ebu Rezin'e göre kelimesinden maksat, kâfirlik alameti de­mektir. Mücahid diyor ki: "Koyunlar küpeleriyle tanındıkları gibi kâfirler de bu sıfatla tanınırlardı." İkrime'ye göre ise içten pazarlıklı demektir. Ebu Rezin'den nakledilen diğer bir görüşe göre' ise kelimesinden maksat, "Facir kimse" demektir.

Buhari, Mücahid'in, Abdullah b. Abbas'tan  âyeti hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Bu, Kureyşten bir adamdı. Bunun boynunda koyunların boynunda bulu­nan et küpesi gibi, etten bir ben vardı."[14]

Âyet-i kerimenin "Mal ve çocukları var diye sakın ona itaat etme" bölü­mü, kıraat (okunuş) farklılıklarına göre çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Mealde bir kıraat şekli tercih edilmiş ve ona göre tercüme yapılmıştır. Diğer bir kıraat şekline göre, âyet başka iki şekilde daha izah edilmiştir. Bunlardan biri "Böyle olan kimse mal ve oğullar sahibi olduğu için mi kendinise âyetlerimiz okundu­ğunda, "Bunlar öncekilerin efsaneleridir." diyor." şeklindedir. Ve bu sıfatların sahibi olan kişi kınanmaktadır. Diğer izah şekli ise "Bu sıfatların sahibi olan ki­şi mal ve oğullar sahibi olduğu için mi sen ona itaat ediyorsun?" şeklindedir ve itaat eden kınanmaktadır.[15]

15- Âyetlerimiz ona okunduğu zaman: "Bunlar eskilerin masalları­dır" der.

Bu gibi inkarcılara, kitabımız Kur'an okunduğu zaman onlar âyetleri ala­ya alarak ve onları inkar ederek "Bu, öncekilerin efsanelerinden başka bir şey değildir." derler.[16]

16- Biz yakında onun burnunu damgalayacağız (ezeceğiz).

Bu âyet-i kerime çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bazı müfessirlere göre bu âyetin manası şöyledir: "Biz yakında onun burnunu kılıçla keseceğiz de o ya­şadığı müddetçe bu onda bir iz olarak kalacaktır." Bu görüşte olan Abdullah b. Abbas diyor ki: "Âyetin zikrettiği bu gibi insanlar, Bedir günü savaştılar, savaş anında burunları kesildi,"

Said b. Cübeyr'in Katade'den naklettiği başka bir görüşe göre bu âyetin manası: "Biz bu gibi insanlara, yaşadıkları müddetçe kendilerinden gitmeyen çirkin bir iz bırakacağız." demektir.

Ma'mer'in Katade'den naklettiği başka bir görüşe göre bu âyetin manası: 

"Biz yakında onun burnuna işaret olacak bir damga basacağız." demektir. Bazı âlimler ise bu âyetin manasının
"Biz yakında (yani âhirette) cehennemliklerin yüzüne cehennemlik alameti basacağız, yani yüzlerini karartacağız." demek ol­duğunu söylemişlerdir.

Taberi âyetin manasının "Biz bunun durumunu yakında açığa çıkaracağız ki burnuna damga vurulanın tanınması gibi bunu tanımış olsunlar da kimseye gizli kalmasın." demek olduğunu söylemiştir.[17]

17- Bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi bunları da imtihan ettik. Bir zaman bahçe sahipleri, sabahleyin erkenden bahçelerinin meyvelerinin dcvşircccklerine dair yemin etmişlerdi.[18]

18- Hiçbir istisnaya yer vermemişlerdi.

Biz, Kureyş müşriklerim, o meşhur bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi imtihan ettik. Bahçe sahipleri mahsullerini toplayacaklarına dair yemin et­mişler, yeminlerine: "Eğer Allah dilerse" şeklinde hiçbir istisna da getirmemiş­lerdi.

Allah teala bu âyet-i kerimelerde Kureyş müşriklerini kınamaktadır. Zi­ra Allah teala âyette zikredilen o bahçe sahiplerine bolca nimetler verdiği gibi Kureyşlilere de katından büyük bir lütuf ve rahmet olmak üzere, Hz. Muhammed'i Peygamber olarak göndermiştir. Fakat Kureyşliler, bahçe sahiplerinin kendilerine verilen büyük nimetlere karşı nankörlük ettikleri gibi bunlar da Hz. Muhammed'i yalanlayarak ve ona karşı çıkarak bu emsalsiz nimeti tepmişlerdir. Böylece bahçe sahiplerinin geçirdikleri imtihan gibi bir imtihan geçinnişlerdir.

Ayette zikredilen bu bahçe sahipleri İkrime'ye göre şunlardır:

İkrime di­yor ki: 
-"Bunlar Habeşistanlı bir kısım insanlardı. Babalarının bir bahçesi vardı. O bahçenin ürünlerinden fakirlere yedirip onları doyuruyordu. Babalan Ölünce oğullan şöyle dediler: "Babamız fakirleri yedirip doyururken ahmaklık ediyor­du." Bunlar, sabahleyin erkenden mahsullerini toplayacaklarına dair yemin et­mişler, yeminlerine hiçbir istisna getirmelemişler ve fakirlere bir şey verneyeceklerine dair karar almışlardı. Neticede Allah tealanin beyan ettiği akıbete uğradı­lar.

Abdullah b. Abbas burada zikredilen bahçe sahiplerinin, kitap ehli isanlar olduklarını söylemiştir.[19]

19-20- Onlar daha uykudykcn rabbin tarafından o bahçeyi bir bela sardı da simsiyah kesiliverdi.

Âyette zikredilen "Bela" dan maksat Allah tarafından gönderilen bir âfettir. "Simsiyah" diye tercüme edilen kelimesi, 

Abdullah b. Ab-bas'a göre "Karanlık gece gibi oldu." demektir. 
Süfyan es-Sevri ve Süddi'ye gö­re "Biçilmiş ekine döndü, kırılıp döküldü." demektir,
Bazılarına göre de "Yanıp simsiyah kesildi." demektir.
Said b. Cübeyr ise kelimesinin, Ye-men'de San'a şehrine altı mil uzaklıkta bulunan verimsiz bir yerin adı olduğunu, bunların bahçelerinin de o toprağa benzer duruma geldiğinin haber verildiğini söylemiştir.[20]

21-22- Sabah erkenden birbirlerine: "Haydi dcvşirccckscniz mahsu­lünüzün başına erken gidin." diye seslendiler.[21]

23-24- "Bugün hiçbir yoksul oraya girip yanınıza sokulmasın." diye aralarında fısıldaşarak bahçeye doğru yürüdüler.

Bu bahçe sahipleri, sabah olunca birbirlerine şöyle seslenmişlerdi: "Eğer mahsulünüzü toplayacaksanız onun başına gidin." Nihayet kalkıp gittiler. Kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı: "Bugün bahçede sizin yanınıza sakın kimse girmesin."[22]

 

25- Onlar (fakirlere yardıma) engel olmaya güçlerinin yeteceğini zannederek gittiler.

Âyet-i kerimede geçen ve "Yardıma engel olmaya" diye tercüme edilen ifadesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir;

Abdullah b. Abbas'a göre, güçlü ve kuvvetli bir şekilde mahsullerini top­layabileceklerini zannederek" demektir.

Katade, Hasan-ı Basri, İbn-i Zeyd ve Mücahid'e göre bu ifadeden maksat, "Ciddiyetle" demektir. Bunlara göre âyetin manası:

"Bahçenin mahsullerini top­layacaklarına güçlerinin yeteceğini zannederek ciddi bir şekilde gittiler." de­mektir.

İkrime ve Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "Kurar vermiş olarak" demektir. Bunlara göre âyetin manası: "Bahçenin mahsulerini toplayacaklarına güçlerinin yeteceğini zannederek ve daha Önce­den karar venniş bir şekilde gittiler." demektir.

Hasan-ı Basri'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "İhtiyaçları olarak" demektir. Buna göre âyetin manası: "Bahçe sahipleri fakir­lere kin besleyerek ve mahsullerini toplayacaklarına güçlerinin yettiğini sanarak gittiler." demektir.

Taberi âyetin: "Bahçe sahipleri daha Öce vermiş oldukları karar üzere ka­sıtlı bir şekilde, kararlarını uygulayacaklarına güçlerinin yettiğini zannederek sabahleyin gittiler." şeklinde izah edilmesinin daha doğru olacağını söylemiştir.[23]
 
26-  Bahçeyi görünce şöyle dediler: "Şüphesiz biz yolumuzu şaşır­dık."[24]

 
27- Daha doğrusu biz mahrum edilmişiz.

Bahçe sahipleri, bahçelerini yanmış, mahsulleri imha edilmiş bir şekilde görünce onun, kendi bahçeleri olup olmadığında şüphe etmişler, bir kısmı diğe­rine: "Galiba biz yolumuzu şaşırdık, başka bir bahçeye gittik." demişlerdir. Bah­çelerini tanıyan diğer bir kısmı ise "Hayır bir yolumuzu şaşırmadık, bilakis biz­ler mahsullerden mahrum edildik ve cezalandırıldık." demişlerdir.[25]

28- İçlerinden en insaflıları: "Ben size (tevbe edip) Allahı teşbih et­meniz gerekir dememiş miydfm?" dedi.

Âyette zikredilen "Allahı tesbih"ten maksat, Mücahid"e göre "Eğer Al­lah dilerse" demektir. Buna göre âyetin manası: "Bahçe sahiplerinden en insaflı olanı diğerlerine demiştir ki: "Ben size dememiş miydim ki: "Bu bahçenin mah­sulünü sabahleyin erkenden toplarız." derken: "Eğer dilerse bunu yaparız" deyin ve böylece Allahı anmış olun."[26]

29- Onlar da: "Biz, rabbimizi, layık olmadığı sıfatlardan tenzih ede­riz, şüphesiz biz zalimlermişiz." dediler.[27]

30- Birbirlerini kınamaya başladılar.[28]

31- Yazıklar olsun bize, şüphesiz biz, haddi aşanlarmışız.[29]

32- Umulur ki rabbimiz, bize bu bahçeden daha hayırlısını verir. Biz, herşeyi yalnız rabbimizden dileriz." dediler

Bahçe sahipleri: "Biz rabbimizi teşbih ve tenzih ederiz. Şüphesiz ki bizler yemin ederken "Eğer Allah dilerse" demeyerek ve bahçenin mahsullerinden fa­kirlere vemıemeyi kararlaştırarak zalimlerden olmuşuz." dediler ve birbirlerine yönelerek, düştükleri kötü durumdan dolayı birbirlerini kınadılar. Neticede ken­di kendilerine şöyle dediler: "Vay halimize, bizler azmışız, Allanın emrine karşı gelmişiz. Umulur ki bizim, yaptıklarımızdan tevbe ettikten sonra rabbimiz bize bu bahçemizden daha hayırlısını verir. Biz, rabbimizin bize bundan daha hayır­lısını vermesini niyaz ederiz."[30]
 
33- İşte azap böyledir. Âhiret azabı ise daha büyüktür. Keşke bilse­lerdi.

Ey insanlar, işte azabımız böyledir, biz, emrimize karşı gelenleri, bahçe sahiplerinin bahçelerine âfet göndererek onu imha ettiğimiz gibi cezalandırırız. Kıyamet gününde rablerini inkar edenlerin ve ona karşı gelenlerin cezası ise da­ha büyüktür. Keşke müşrikler bunu bilseler. Yaptıklarından vaz geçer rablerine itaat ederler.[31]

34- Şüphesiz Allahtan korkanlar için rablcri nezdinde "Naim" cen­netleri vardır.[32]

35- Biz, nıüslümanları hiç suçlularla bir tutar mıyız?

Allahm emirlerini tutup yasakianndan kaçınarak ondan korkanlar için, katında naim cennetleri vardır. Ey insanlar, âhirette kendilerine nimet vermeme açısından emirlerime itaat edip bana kulluk eden müslümanlarla, emir ve yasak­lanma karşı gelen ve çeşitli günahlar işleyen suçluları hiç bir tutar mıyız[33]?

36- Ne oluyor size? Nasıl böyle hüküm verebiliyorsunuz?[34]

37-38- Yoksa içinde, seçtiğinizin sizin olacağını beyan eden bir kita­bınız mı var da onu okuyorsunuz?[35]

39- Yoksa karar verdiğiniz her şey sizin olacaktır." diye aranızda kı­yamet gününe kadar devam edecek olan bir ahit mi var?[36]

40-  Ey Muhammcd, sor onlara, içlerinden hangisi buna kefil olabi­lir?[37]

41- Yoksa onların ortakları mı var? Eğer iddialarında samimi iseler onları da getirsinler.

Ey kavim ne oluyor size? Nasıl Allahm kullarından, kendine itaat edenle isyan edenin ayrılacağına dair hüküm veriyorsunuz? Siz bunların eşit olacakları­nı sanmayın. Ey kavim, sizin, müslümanlarla suçluların eşit olacaklarına dair verdiğiniz hükme dayanak olacak, Allah tarafından gönderilmiş bir kitabınız mı var da ve oradan, dilediğiniz gibi hüküm verebileceğinizi çıkarıyorsunuz? Ya­hut sizler, dilediğiniz gibi hüküm verebileceğinize dair bizden kıyamet gününe kadar bozulmayacak ahitler mi aldınız da hüküm veriyorsunuz? Ey Muham-med, sen bu müşriklere sor, bunlardan hangisi bizden böyle bir ahit aldığına dair kefildir? Yoksa bunların iddia ettikleri sözlerde, kendileriyle yardımlaştkla-n bir takım ortakları mı var da onlarla birlikte karar veriyorlar? Eğer bu iddiala­rında samimi iseler ortaklanın da getiriversinler.[38]

42-43- O gün baldır açılır, (kıyamet gününün dehşetinden paçalar sıvanır) Kâfirler secdeye davet edilirler. Fakat secde edemezler. Gözleri açılmaz bir halde onları zillet kaplamıştır. Halbuki onlar (dünyada) sağlam oldukları halde secdeye davet ediliyorlardı.

Âyet-i kerimenin baş tarafında "O gün baldır açılır" ifadesi geçmektedir, bir kısım âlimler bu ifadenin mecazi bir anlam taşıdığım söylemişler, diğer bir kısım âlimler ise bunu, zahiri manada almışlar ve bunu destekleyen hadis-i şe­ritler zikretmişlerdir.

Bu ifadedin mecazi bir anlam taşıdığını söyleyenler çeşitli izahlarda bu­lunmuşlardır.

İkrime'ye, Katade'ye, Said b. Cübeyr'e, Mücahid'e ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre "Baldırın açılması" ifadesinden maksat, sıkintıh bir günün, dehşetli bir olayın ortaya çıkmasıdır. Bu gün, bir savaş günü de olabilir. Zira böyle bir günde iş ciddiye alınır ve paçalar sıvanır.

Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre "Baldım açılması" ifadesinden maksat, dünyanın gitmesi, âhiretin ortaya çıkmasıdır. O gün ameller ortaya dökülür. Kapalı olan baldırlar açıldığı gibi sırlar da açığa çıkar. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, kıyamet gü­nünün korkunçluğundan dolayı orada görülen sıkıntı ve darlıkların ortaya çık­masıdır. Yine Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre bu ifade­den maksat, kıyamet gününün en dehşetli anıdır.

Ebu Musa el-Eş'ari'den nakledilen bir görüşe göre ise "Baldırın açılma-sı"ndan maksat, büyük bir nurun ortaya çıkmasıdır. İnsanlar bu nuru görünce Allaha secde edeceklerdir.

Rebi' b. Enes'e göre ise bu ifadeden maksat, perdenin kaldırılmasıdır. Ya­ni, yaratıcı ile yaratan arasındaki perde kaldırılacaktır." demektir. "O gün baldır açılır." ifadesinin mecazi olmayıp gerçek manada kullanıldığını söyleyenlere gelince:

Abdullah b. Mes'ud, Ebu Hureyre ve Ebu Said el-Hüdri, kıyamette Allah tealanin, baldırını açarak kendisini müminlere tanıtacağını, müminlerin de bu­nun karşısında Allaha secde edeceklerini söylemişler ve bu hususta şu hadisleri rivayet emişlerdir.

Ebu Said el-Hudri diyor ki:

"Ben, Resulullahın şöyle dediğini işittim. Rabbimiz baldırını açacak, her mümin erkek ve kadın ona secde edecektir. Ancak, dünyada iken gösteriş olsun ve desinler diye secde edenler o gün secde edemeyeceklerdir. Secde etmeye ça­lışacaklar fakat sırtlan tek bir parça haline gelecek ve secdeye eğilemeyeceklerdir.[39] Bu hususta Ebu Hureyre[40] ve Abdullrhb. Abbas'tan da hadisler rivayet edilmiştir. Ebu Said el-Hudri'nin rivayet ettiği hadis, Buhari'nin Kitap et-Tevhid'inde ve Müslim'in Kitap el-İman'mda daha uzun bir şekilde rivayet edil­miştir.

Âyet-i kerimenin devamında "Kâfirler secdeye davet edilirler. Fakat sec­de edemezler." buyurulmaktadır. Yani âhirette baldırın açılması, kullan Allaha secde etmeye sevkedecektir. Fakat onlar, secde edemeyeceklerdir.

Yine âyette "Gözleri açılmaz bir halde onları zillet kaplamıştır. Halbuki onlar dünyada sağlam olduklan halde secdeye davet ediliyorlardı." buyurulmak­tadır. Kâfirlerin âhirette, dehşetten dolayı gözleri baygın hale gelecek, Allanın azabından dolayı onlan zillet ve hakirlik kaplayacaktır. Bu onların, dünyada iken böbürlenmelerinin ve gururlanmalannın karşılığıdır. Onlar dünyada sağlam iken Allaha secde etmeye davet ediliyorlar fakat secde etmiyorlardı. Âhirette secde etmek isteselerde secde edemez duruma geleceklerdir. Allahı gören mü­minler ona secde ederlerken kâfir ve münafıklar edilemeyecekler ve dimdik ka­lacaklardır.

Said b. Cübeyr ve İbrahim et-Teymi, "Onlar dünyada secdeye davet edili­yorlardı." ifadesinden maksadın, "Ezan okunarak farz namazlannı kılmaya çağı-nlıyorlardi." olduğunu söylemişlerdir.[41]

 44- Ey Muhammcd, Kur'anı yalanlayanları sen bana bırak. Biz onla­rı nerede geldiğini bilmedikleri bir azaba yavaş yavaş yaklaştracağız.[42]

45- Ben onlara mühlet veriyorum, şüphesiz benim tuzağım çok kuv­vetlidir.

Allah teala bu âyetlerde, Kur'anı yalanlayan kâfirleri tehdit etmekte, on­ları dünya nimetleriyle eğlendinnektedir. Kâfirler bu nimetleri kendi gayretle­riyle elde ettikleri kanaatıyla her zaman öyle olacaklarını zannederler. Ancak bu onların, bir gafletidir.Adim adım cehennem ateşine yaklaştınldıklanndan ha­berleri yoktur. Allah onlara mühlet verir ama, yakaladığında da bir daha kurtu­lamazlar.[43]

46-  Ey Muhammed, yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da, ağır borç altında mı kalıyorlar?[44]

47- Yoksa, gaybın ilmi yanlarında da oradan mı çıkarıp yazıyorlar?

Ey Muhammed, sen Allaha ortak koşan bu müşriklerden, hakka davetine ve öğüt vermene karşılık bir ücret mi alıyorsun da onlar, ağır borç altına giriyor ve davetini kabul etmiyorlar. Yoksa onların ellerinde, gayba ait bilgilerin yazıl­dığı Levh-i Mahfuz mu var da onlar oradan bir takım biigiFeri kopya ediyor ve onlarla sana karşı tartışıyorlar ve inkarcıların, iman edenlerden daha üstün ol­duklarını oradan mı öğreniyorlar?[45]

48- Ey Muhammed ,scn rabbinin hükmüne sabret. Balık tarafından yutulan Yunus'un durumuna düşme. O, kederli bir halde rabbinc nida et­mişti.

Ey Muhammed, getirdiğin Kur'ana karşı çıkan şu müşrikler hakkında rabbinin sana verdiği hükme sabret. Rabbinin sana emrettiğini devam ettir. On­ların eziyet etmeleri seni tebliğinden alıkoymasın. Sakın sen, balık tarafından yutulan Yunus b. Metta gibi aceleci ve sabırsız olma. Onun gibi tebliği bırakma, aksi takdirde, onun uğratıldığı cezaya çarptırılırsın. O, kederli bir halde rabbine münacaatta bulunmuştu. Ve "Senden başka hiçbir ilah yoktur, seni tenzih ve teşbih ederim, doğrusu ben, zalimlerden oldum."[46]  demişti. "Biz de duasını kabul edip onu sıkıntılardan kurtardık.."[47]

49-  Eğer ona rabbinin nimeti yetişmeseydi, kınanmış olarak çıplak bir yere atılmış olacaktı.[48]   .
 

50- Rabbi onu peygamber seçerek salih kullardan eyledi.

Eğer Yunus'a, rabbinin affetme ve merhamet etme nimeti ulaşmamış ol­saydı, o balığın kanımdan kınanmış bir halde, çıplak bir araziye atılmış olurdu da kendisini muhafaza edecek bir şey bulamazdı. Fakat rabbin ona, merhamet etti ve onun için geniş yapraklı bir bitki bitirdi. Rabbi onu, peygamberliğe seçti ve onu, salih kullan olan Peygamberlerinden kıldı.[49]

51- Kâfirler, Kur'anı işittikleri zaman neredeyse gözleriyle seni kay­dırıp devireceklerdi. "O delidir," diyorlardı.

Ey Muhammed, kâfirler, Kur'anı işittiklerinde sana olan kinleri kabarı­yor, şiddetli düşmanlıklarından dolayı nerdeyse seni gözleriyle delip geçmek istiyorlar. Onlar sana "Şüphesiz ki bu delidir." diyorlar.[50]

52- Oysa Kur'an âlemlere gönderilen bir hikmet ve bir öğütten baş­ka bir şey değildir.

Müfessirler bu âyet-i kerimeye ve bir kısım sahih hadislere dayanarak göz değmesinin gerçekten varolduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Abdullah b. Abbas, Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

Göz değmesi (nazar) haktır. Şayet herhangi bir şey kaderin önüne geç­miş olabilseydi, göz (nazar) geçerdi. Göz değmesinden dolayı yıkanmanız iste­nirse yıkanın."[51]  yani, gözü değenin, bir kabın içine abdest alması ve abdest azalarından dökülen suyun kendi başına dökmesi istenirse bunu yapsın,"

Bu hususta Ebu Ümame b. Sehl diyor ki:

"Amir b. Rebia, Sehl b. Huneyf yıkanırken yanından geçmiş ve şöyle de­miştir: "Ben bu gün gibi bir gün (bu deri vücut) gibi bir deri) görmedim. Özel odasında oturan kızın derisi dahi böyle değildir Bunun üzerine yıkanmakta olan Sehl, hemen bayılıp yere düşmüştür. O, Resulullaha getirilmiş ve "Sehl'e kavuş ya Resulullah, o bayılıp yere düştü." denmiştir. Resulullah: "Sehl hakkında ki­mi suçluyorsunuz?" diye sormuş orada bulunanlar: "Âmir b. Rebia'yı." diye ce­vap vermişler, Resulullah: "Sizden biriniz niçin kardeşini öldürmeye girişiyor? Şayet o, kardeşinden beğendiği bir şey görecek olursa ona: "Mübarek olsun." diye dua etsin." Sonra Resulullah su getirilmesini emretti ve Âmir'in onunla ab­dest almasını istedi. Âmir yüzünü yıkadı, ellerini dirseklerine kadar yıkadı. Ayaklarını dizlerine kadar yıkadı. Etekliğinin içinden sağ uç tarafını da yıkadı. Resulullah Âmir'e, abdest azalarından dökülen suyu bizzat kendi başına dökme­sini emretti." Zühri'nin rivayetine göre başının arkasından dökmesini emretti."[52]

Görüldüğü gibi gözü değen kişinin yıkanmasının nasıl olacağı anlaşılmış oldu.

Taberi: "Kur'an, âlemlere gönderilen bir hikmet ve öğütten başka bir şey değildir." âyetinde geçen ve "Kur'an" diye tercüme edilen "Zikir" kelimesinden maksadın, Hz. Muhammet] olduğunu ifade etmiş ve âyetin manasının "Oysa Muhammed, âlemlere gönderilen bir hatırîatıcıdan başkası değildir." şeklinde olduğunu söylemiştir.[53]                                          


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/379-380.

[2] Tinnizi, K.el-Kader, bab: 17, Hadis no: 2155/ Ebu Davul, K. es-Sünne; bab: 16, Halis no: 4700

[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/381-383.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/383.

[5] Ahmetl b. Hanbel, Müsnecl. C.2, .S. 38 /Muvatta, K. Hüsnü’l- Hulk, bab: 8

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/383-384.

[6] Müslim, K. el-Müsafirîn, bab: 139, Hadis no; 746

[7] Müslim, K.el-Fadail, b:ıb: 51, Hadis no: 2309

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/385.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/385.

[10] Isra Suresi, 14/74-75

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/385-386.

[11] Buharı, K.el-Edeh, bab: 50/Müslim, K. el-Iman, bab: 169-170, Hadis no: 105

[12] Buharı, K.el-Vudu' bab: 55/Muslim, K.eİ-tman, bab: 115, Hadis no: 292

[13] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4, S.227

[14] Buhari, K/Tefsir el-Kur'an, Sure: 68, bab: I

[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/386-390.

[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/390.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/390-391.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/391.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/391-392.

[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/392.

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/393.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/393.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/393.

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/394.

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/394.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/394.

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/395.

[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/395.

[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/395.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/395.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/395.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/396.

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/396.

[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/396.

[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/396.

[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/396.

[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/397.

[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/397.

[39] Buhari, K? Tefsir el-Kur'an, Sure: 68, bab: 2 K. et-Tevhid, bab: 24 / Müslim, K.el-İman, bab: 302, Hadisim: 183

[40] Bkz. Darimi, K. er-Rikâk, bab: 82

[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/397-399.

[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/399.

[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/399.

[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/400.

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/400.

[46] Enbiya Suresi, 21/87

[47] Enbiya Suresi, 2188

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/400.

[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/401.

[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/401.

[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/401.

[51] Müslim, K.es-Sehmı, bub: 42, Hadis no: 2188 /Tirmizi, K.et-Tıb, bab: 19, Hadi no: 2062

[52] İbn-iMace, K. et-Tıb, bab: 32, Hadis no: 3509 / Muvatla K.el-Ayn, bab: 2

[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/401-403.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı