2 Şubat 2012 Perşembe

MÜDESSİR SURESİ

Bu sure-i celile elli altı âyettir. Mekke'de nazil olmuştur.

Âlimlerin çoğunluğunun aksine, Cabir b. Abdullah'a göre, Kur'an-ı Ke-rim'in ilk'inen suresi bu suredir.

Cabir b. Abdullah diyor ki:

"Ben, Resululİahin, vahyin kesildiğini anlattığını işittim. Resulullah ko­nuşmasında şöyle buyurdu;
"Ben bir gün yürürken gökten bir ses işittim. Başımı yukarı kaldırdım baktım. Bir de ne göreyim, Hırada bana gelen melek yerle gök arasında bir kürsü üzerinde oturuyor. Ben ondan çok korktum, yere kapandım. Geri geldim ve "Beni örtün, beni örtün." dedim. Üzerimi Örttüler. Bunun üzeri­ne Allah teala "Ey sarınıp bürünen Peygamber, kalk insanları uyar, rabbini yü­celt, elbiselerini temizle, azaba götürecek şeylerden sakın." âyetlerini indirdi. Sonra vahiy kızıştı bir daha kesilmedi."[1]

Yahya b. Ebi kesir diyor ki:
"Ben, Ebu Seleme b. Abdurrahman'dun, Kukanın ilk inen âyetlerinin hangisi olduğunu sordum. O da Müddesir suresi olduğunu söyledi. Dedim ki: suresinin indiğini söylüyorlar." Ebu Seleme dedi ki: "Ben bunu, Cabir b. Abdullah'tan sordum ve ona, aynen senin bana söylediğin şeyleri söyle­dim. Cabir dedi ki: "Ben sana ancak Resulullahın söylediğini anlatıyorum. Resulullah buyurdu ki: "Ben Hira'yı mekan edinmiştim. Orada ikamet etmeye son verince aşağı indim. Bana seslenildi. Sağıma baktım bir şey göremedim. Solu­ma baktım bir şey göremedim. Sonra başımı yukarı kıldırıp göğe doğru baktım. Orada acaip bir şey gördüm. (Diğer bir rivayette, bana gelen, o meleği, gökle yer arasındaki tahtta oturuyor gördüm) Hatice'ye geldim "Beni örtün, üzerime soğuk su dökün." dedim. Beni sardılar. Üzerime soğuk su döktüler." Bunun üze­rine "Ey sarınıp bürünen Peygamber, kalk insanları uyar, rabbini yücelt." âyetleri nazil oldu.

Âlimlerin çoğunluğu ise Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadise dayanarak, Kur'anın ilk inen âyetlerinin Alak suresinin baş tarafındaki âyetler olduğunu söylemişlerdir:

Hz. Aişe (r.anh.) diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.)e vahyin ilk başlangıcı, uykuda gördüğü sadık rüyalar olmuştu. Resulullah hiçbir rüya görmezdi ki sabah aydınlığı gibi açık bir şekilde ortaya çıkmış olmasın. Resulullah Hira'ya giderdi. Orada tek başına kalır, belli gecelerde rabbine ibadet ederdi. Bunun için oraya giderken azık alır giderdi. Sonra tekrar Hatice'nin yanına dönüp aynı maksatla azık alıp giderdi. Nihayet o, Hira mağarasındayken ona hak olan vahiy geldi. Orada Resulullaha melek geldi ve ona: "Oku." dedi. Resulullah (s.a.v.) "Ben okuma bilmem." dedi.

Resululah diyor ki: "O zaman melek beni tutup takatim kesilineeye ka­dar sıktı. Sonra beni bıraktı. Yine bana "Oku" dedi. Ben de ona: "Okuma bil­mem." dedim. İkinci defa, beni tutup takatim kesilineeye kadar sıktı. Sonra beni bıraktı ve yine "Oku" dedi. Ben de ona: "Okuma bilmem." dedim. Üçüncü defa beni tutup takatim kesilineeye kadar sıktı. Sonra beni bıraktı ve bana "Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, rabbin kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren en büyük kerem sahibidir.[2] dedi.

Resulullah, bu âyetlerle birlikte, korkudan dolayı etleri titreyerek dönüp geleli. Hatice'nin yanına girdi ve ona "Beni örtün, beni örtün, beni örtün." dedi. Resulullahın korkusu geçince "Ey Hatice, bana ne oluyor?" dedi ve durumu ona anlattı ve "Ben kendimden korkuyorummm."dedi. Hatice "Hayır, müjde sana, Allaha yemin olsun ki, Allah seni asla yalnız bırakmaz. Zira sen, akrabana iyi davranıyor, doğruyu konuşuyor, âcizlerin yükünü taşıyor, misafire ikram edi­yor ve haktan gelen âfetlere karşı yardımda bulunuyorsun." dedi. Sonra Hatice, Resuİullahı alıp babasının öz kardeşi, amcası Nevfel'in oğlu olan Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdüluzza b. Kusay'a götürdü.. Varaka cahiliye döneminde Hristiyan olmuş bir kimseydi. Arapça okur yazardı. İndiden AHahin dilediği kadarını yazardı. O sırada gözleri görmeyen yaşlı bir kimseydi. Hatice ona "Amcam oğlu, kardeşinin oğlunu dinle." dedi. Varaka, Resulullaha "Kardeşimin oğlu. ne görüyorsun?" dedi. Resulullah ona, gördüklerini anlatı. Varaka "Senin bu gördüğün, Musa'ya indirilen vahiy meleğidir. Keşke ben senin, ümmetini (tüne) davet edeceğin günlerde genç bir kimse olsaydım. Kavmin seni yurdun­dan çıkarırken hayatta olsaydım." dedi.

Resulullah: "Onlar beni yurdumdan çıkaracaklar mı?" dedi. Varaka "Evet, senin bu getirdiğin dava ile hiçbir kimse gelmemiştir ki ona düşmanlık yapılmış olmasın. Şayet ben, senin günlerine yetişecek olursam, sana büyük bir güçle yardım ederdim." dedi. Bundan sonra çok geçmeden Varaka vefat etti.

Bu sırada vahiy bir müddet kesildi. Zühri diyor ki:
"Bize ulaştığına göre Resulullah, vahyin kesilmesinden dolayı öyle üzüldü ki, bir kaç kere gidip ken­disini yüksek dağların başından aşağı almak istedi. Resulullah, kendisini aşağı atmak için her dağa çıktığında Cebrail ona görünüyor ve ona "Şüphesiz ki sen, gerçekten Allanın Peygamberisin." diyordu. Bunun üzerine Resulullah sakinle­şiyor, heyecanı yatışıyor ve dönüp geri geliyordu. Vahyin kesilmesi uzayınca Resulullah aynı şeyi yapmak için gidiyordu. Dağın tam tepesine ulaşınca, yine Cebrail onu görünüyor ve ona aynı şeyleri söylüyordu."[3]


Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla.

1- Ey sarınıp bürünen Peygamber,

Abdullah b. Abbas ve Katade, bu âyet-i kerimeyi 'Ey elbisesine bürünüp uyuyan Peygamber." şeklinde izah etmişler, İkrime ise: "Ey Peygamberlik yü­künü üstlenip ona bürünen peygamber." seklinde izah etmiştir.[4]


2- Kalk, (insanları) uyar.[5]


3- Rabbini yücelt.

Ey Peygamber, yatmayı bırak. Kalk Alloha ortak koşan kavmini, Aİlahın azabı ve daha önceki kâfirlerin uğradıkları akıbetle uyar. Ey Muhamrned.rabbi-ne kulluk ederek ve ihtiyaçlarını sadece ondan isteyerek onu yücelt.[6]


4- Elbiselerini temizle.

Abdullah b. Abbas, fkrime, Katade, Dehhak ve İbrahim en-Nehai'ye gö­re bu âyette zİkredilen"Elbiselerinİ temizle" ifadesinden maksat, "Elbiselerini, günah işleme ve ihanette bulunma manevi kirlerinden temizle." demektir. Katade diyor ki: "Araplar, ahdini bozan adama "elbisesi kirli." verdiği sözü yerine getirene ise "Elbisesi temiz." derler.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre "Elbiselerini te­mizle" ifadesinden maksat, "Güzel ameller işle, davanışlannı düzelt." demektir.

Muhammed b. Şîrîn ve İbn-i Zeyd'e göre ise "Elbiselerini temizle" ifade­sinden maksat "Elbiselerini su ile yıka ve onian necasetten arındır." demektir.

Taberi bu son görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiş ancak "Mânevi kirlerden ann." şeklindeki görüşün, Selefin çoğunluğunun görüşü olduğunu bil­dirmiştir.[7]


5- Azaba götürecek şeylerden sakın.

Bu âyet-i kerimede zikredilen kelimesini harfini Ötreli okuyanlar, bundan maksadın putlar olduğunu ve âyetin manasının "Sen, putlara ibadet etmekten ve onlara hizmette bulunmaktan kaçın." demek olduğu­nu söylemişlerdir.

Abdullah b. Abbas. Mücahid, İkrime, Katade,Zühri ve İbn-i Zeyd, âyeti bu şekilde izah etmişlerdir. harfini esre ile okuyanlar ise bu kelimeden maksatlın "Günah işleme" olduğunu buna göre âyetin manasının "Sen, seni aza­ba götürecek günahlım işlemekten kaçın." demek olduğunu söylemişlerdir. İbra­him en-Nehai ve Dehhak bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir.[8]


6- Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.

Bu âyet-i kerime, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Damre b. Habib, ebu el-Ahves, İkrime, İbrahim en-Nehai, Dehhak, Katade, Tavus ve Mücahid bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: Ey Muhammed, sen daha fazlasını sana versinler diye hediye verme." yani, ver­diğin şeyden daha büyük bir karşılık bekleme Dehhak diyor ki; "Verdiğin hediye karşılığımla daha fazla bir şey almak faiz gbi gözükse de helâldir. Ancak bu, özellikle Resulullaha yasaklanmıştır.

Hasan-ı Basri ve Rebi1 b. enes ise âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: "Yap­mış olduğun amelinden dolayı rabbine karşı sitemde bulunma ve amelini gözün­de büyütme. Zira, amelin, rabbinin sana verdiği nimetler karşısında çok büyük bir şeydir. Taberi bu görüşü tercih etmiş ve bundan önceki âyetlerin, Resululla­ha, Allaha ciddi bir şekilde yalvarmasını ve gördüğü eziyetlere karşı sabretmesi­ni emrettiklerini, bu âyetin de o âyetlerle uyumlu bir şekilde yorumlanmasının doğru olacağını söylemiştir.

Mücahid ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: Ey Muhammed, sen çokça hayır işlemekten gevşeme, sıkı dur."

İbn-i Zeyd ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: "Ey Muhammed, sen pey­gamberliğini insanların başına kakarak ondan dolayı insanlardan ücret alıp malı­nı çoğaltmaya kalkma.[9]


7- Rabbinin rızası için sabret.

Mücahid ve İbn-i Zeyd bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: Ey Muham­med, sen, davetin karşılığında çekeceğin sıkıntılara, rabbinin nzası için sabret."

İbrahim en-Nehai ise şöyle izah etmiştir: "Verdiğin şeylerden dolayı kar­şılık bekleme. Onların karşılığında rabbine sabret, fedakarlıkta bulun."[10]



8- Sur'a üfürüldüğü gün.[11]

9- İşte o gün, çok zor bir gündür.[12]


10- Hele kâfirler için hiç de kolay değildir.

Zühri, âyette zikredilen ve "Sur" diye tercüme edilen "Nakur" kelimesi­nin, borazan şeklinde bir şey olduğunu söylemiştir. 
Ebu Said el-Hudri diyor ki:

"ResuiuIIah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben nasıl rahat ederim ki sur sahibi suru ağzına almış, alnını yere eğmiş ve kulağını dinlemeye vermiş sur'a üfleme emrini beklemektedir." Bunun üzerine sahabiler: "Ey Allahm Resulü, bize neyi emredersin?" dediler. Resulullah da onlara: "Allah bize yeter. O ne güzel vekil­dir. Biz, Alİaha tevekkül ettik." deyin.[13] buyurmuştur.

Allah teala bu âyetlerde kıyamet gününün çetin bir gün olduğunu beyan etmiştir.[14]


11- Beni şu adamla başbaşa bırak. Ben onu (annesinin karnında) tek başına yarattım.

Ey Muhammet!, annesinin kamında hiçbir şey olmadığı halde tek başına yarattığım o insanı bana bırak. Onun hesabını ben göreceğim ve ona, layık oldu­ğu cezayı vereceğim.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, İbn-Î Zeyd ve Dehhak'tan nakle­dildiğine göre bu âyette ve bundan sonraki âyetlerde sıfatlan zikredilen bu kişi­den maksat, Velid b. Muğire el-Mahzumi'dir.[15]


12-13- Sonra ona bol servet ve yanından ayrılmayan oğullar verdim.

Mücahid ve Said b. Cübeyr'e göre ona verilen bu servet bin dinarmış. Süfyan es-Sevri'ye göre bu servet dört bin dinarmış. Numan b. Salim'e göre onu malı, sahib olduğu araziden ibaretmiş. Ata b. Ebi Rebah'ın, Hz. Ömer'den riva­yet ettiğine göre, Veli b. Muğire'ye verilen mal, her ay devam eden geliridir. Velid'in yanından ayrılmayan oğullarının sayısı Mücahid'e göre on'dur.[16]


14- Ona büyük imkanlar sağladım[17]

15- Sonra (verdiğim nimetleri) daha da artırmamı büyük bir hırsla ister.

Ben onun yaşantısını geniş kıldım. Buna rağmen o doymadı. Yine de kentlisine verdiğim mal ve evlat gibi nimetleri daha da artırmamı, aç gözlülükle istiyordu.[18]


16- Hayır, çünkü o, âyetlerimize karşı aşırı inatçıdır.

Hayır, hayır, onun ümit ettiği şeyler gerçekleşmeyecektir. Zira o, bizim delilimiz olan kitaplarımızı ve Peygamberlerimizi inkar etmekte inatçıydı.[19]


17- Onu mutlaka sarp bir yokuşa sardıracağım.

Ben onu hiç rahat bulamayacağı çetin bir azaba uğratacağım.

Ebu Said el-Hudri Resulullahın, bu âyette zikredilen ve "Sarp yokuş" diye tercüme edilen kelimesi hakkında şöyle buyurduğunu ri­vayet etmektedir:                                  

"Saud, ateşten bir dağdır. Kâfir yetmiş yıl ona tırmanır, sonra onunla be­raber uçar.Ve o kâfir devamlı olarak böyle yapar.[20]


18- Çünkü o, düşündü, ölçtü biçti.[21]

19- Kahrolası nasıl da ölçtü biçti?[22]


20- Yine kahrolsun, nasıl da ölçtü biçti.[23]


21- Sonra baktı.[24]

22- Sonra yüzünü ekşitip kaşlarını çattı.[25]


23-24- En sonunda sırt çevirdi. Büyüklük tasladı ve "Bu eskilerden kalan bir sihirden başka bir şey değildir.[26]


25- Bu sadece bîr insan sözüdür." dedi.

Annesinin kamında tek başına yarattığım bu insan, Muhammed'e indiri­len Kur'an hakkında düşündü. Onun hakkında ne söyleyeceğini Ölçtü biçti. La­nete uğrayası, Kur'an hakkında ne söyleyeceğini nasıl da ölçtü biçti. Sonra lane­te uğrayası, bunu nasıl ölçüp biçti. Sonra bu meseleye baktı. Sonra kaşlarını çat­tı, yüzünü ekşitti. AH aha iman etmekten ve onun indirdiğini tasdik etmekten yüz çevirdi. Hakkı ikrar etmeye karşı böbürlendi, Kur'an hakkında "Bu, başka­larından alınmış bir sihirdir. Başka bir şey değildir. Bu Kur'an sadece insan sö­züdür. Bu Allanın kelam» değildir." dedi.

Müfessirler, bu âyetlerin Velİd b. Muğire'yi tasvir ettiklerini söylemiş­lerdir. Bu hususta İkrime diyor ki: "Velid b. Muğire, Resuluilaha geldi. Resului-lah ona Kur'an okudu. Veüd Resuluilaha karşı yumuşar gibi oldu. Bu durum Ebu Cehiİ'e intikal etti. Bunun üzerine Ebu Cehil Velid b. Muğire'ye "Ey am­cam, kavmin sana yardım topluyor." dedi. Velid: "Niçin?" diye sordu. Ebu Ce­hil "Sana vermeleri için. Çünkü sen, Muhammed'e giderek onda bulunan şeyle­re tenezzül etmişsin." dedi. Velid: "Kureyş de biliyor ki, ben onların içinde çok malı olan biriyim." diye cevap verdi. Ebu Cehil: "O halde Muhammet] aleyhin­de bir şey şöyle ki kavmin, onun söylediklerine karşı çıktığını ve onu sevmedi­ğini bilsinler." dedi. Veüd: "Ben onun hakkında ne söyleyeyim. Vallahi içinizde şiirleri, recezleri, kasideleri ve cin şiirlerini benden daha iyi bilen kimse yoktur. Vallahi onun söylediği bunlardan hiç birine benzemiyor. Vallahi onun söyledi­ğinin bir tatlılığı var. Onun söylediği, kendisinin dışında olanları yıkıyor. Valla­hi o yükselir, hiçbir şey onun üstüne çıkamaz." diye cevap verdi- Ebu Cehil: "Vallahi kavmin, onun hakkında bir şey söylemedikçe senden razı olmazlar." dedi. Velid "Bırak beni onun hakkında biraz düşüneyim." diye cevap verdi. Dü­şündükten sonra ise, "Onun söyledikleri başkasından alınan bir şiirdir." dedi. İş­te bunun üzerine "Beni şu adamla başbaşa bırak." âyetinden, "Onun üzerinde on dokuz melek vardır." âyetine kadar olan kısım nazil oldu.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Velid b. Muğire, Ebubekir b. Ebi Ku-hafe'nin yanına gitti. Ona Kur'andan sordu. Ebubekir ona Kur'an okuyunca Ve­lid onun yanından çıkıp Kureyşin yanına gitti. Ve onlara şöyle dedi: "İbn-i hbi Kebşe'nin (Muhammed'in) söylediklerine şaşılır. Vallahi o ne şiirdir ne de sihir. Ne de delilikten kaynaklanan saçmalık. Şüphesiz ki onun söylediği, Allah kela­mıdır." Bunları işiten Kureyşliler aralarında toplandılar ve "Vallahi şuyet Velid dinini değiştirecek olursa bütün Kureyşliler dinlerini değiştirirler." dediler. Ebu Cehil bu meseleyi işitince "Vallahi ben ona yeterim. Bu meseleyi bana bırakın." dedi. Gidip Velid'in yanına vardı ve ona: "Kavmin sana sadaka topladı görmü­yor musun?" dedi. Velid: "Ben onların mal ve evladı en çok olanı değil miyim?" diye cevap verdi. Ebu Cehil: "Senin, İbn-i Ebi Kuhafe'ye (Ebubekir'e), onun ye­meğinden faydalanmak için gidip geldiğini söylüyorlar." dedi. Velid: "Benim kabilem bunu mu söyledi? Onlar artık diğer Kusay oğullan hakkında da bir şeyler söylemekten geri durmazlar. Ben artık ne Ebubekir'e, ne Ömer'e ne de İbn-i Ebi Kebşe'ye yaklaşırım. İbn-i Ebi Kebşe'nin sözleri başkalanndan alınan sihirli sözlerden başka bir şey değildir." dedi. Bunun üzerine Allah teala: "Beni şu adamla başbaşa bırak.." âyetinden "O, insan derisini yakıp kavurarak simsiyah eder." âyetine kadar olan âyetler nazil oldu.[27]


26- Ben onu mutlaka "Sakar" denilen cehenneme sokacağım.[28]


27- Sen "Sakar"ın ne olduğunu nereden bileceksin?[29]


28- O, ne bir şey geri bırakır ne de yakmaktan vazgeçer.[30]
29- O, insan derisini yakıp kavurarak simsiyah eder.[31]
30- Onun üzerinde on dokuz zebani vardır.
Allah teala, bu âyet-i kerimelerde, yukarı sıfatları zikredilen insanları,, herşeyi yakıp yok etlen "Sakar" cehennemine koyacağını, cehennemin, onların derilerini yakarak değiştireceğini ve cehennemde on dokuz meleğin vazifelendi-rikliğini beyan etmektedir.

Cabir b. Abdullah diyor ki:

"Yahudilerden bir kısım insanlar, Resulullahın sahabilerine gelerek: "Si­zin, Peygamberiniz, cehennemin zebanilerinin kaç tane olduğunu biliyor mu?" diye somdular. Sahabiler: "Bilmiyoruz. Onu Peygamberimizesorulur." dediler. Bunun üzerine bir adam ResuluIIaha gelerek: "Ey Muhammed, bugün senin sa-habilerin mağlup edildi." dedi. Resulullah "Ne ile mağlup edildiler?" diye sor­du. Adam: "Yahudiler onlara "Sizin Peygamberiniz, cehennem zebanilerinin sa­yısını biliyor mu?" diye sordular." dedi. Resulullah: "Onlar ne cevap verdiler?" diye sordu. Adam: "Bilmiyoruz. Onu Peygamberimize soralım." dediler." diye cevap verdi. Resulullah: "İnsanlara bilmedikleri bir şey sorulur onlar da "Biz bunu bilmiyoruz. Peygamberimize soralım." derlerse mağlup mu olurlar? Hal­buki kendileri Peygmaberlerine,"Sen bize Allahı açıkça göster." şeklinde istek­lerde bile bulunmuşlardır. "O, Allah düşmanları bana gelsinler ben onlara cen­netin toprağının ne olduğunu soracağım. Aslında onun toprağı, un şeklinde ince bir topraktır." dedi.

Yahudiler ResuluIIaha geldiler ve "ey Ebel Kasım, cehennemin zebanileri kaç tanedir?" diye sordular. Resulullah, pamıaklarının önce on'unun birden daha sonra da dokuzunu göstererek, "Şu ve şu kadardır." dedi. Yahudiler: "Evet" de­diler. Bunun üzerine Resulullah onlara "Cennetin toprağı nedir?" diye sordu. Yahudiler biraz sustular, sonra: "ey Ebel Kasım o, ekmektir." dediler. Resulul­lah onlara: "Elemek undandır." dedi.[32] ^ Yani, cehennemin toprağı ekmek değil, un şeklinde ince topraktır." demek istedi.[33]
31- Biz, cehennem zebanilerini sadece meleklerden yaptık. Biz, onla­rın sayılarını kâfirler için bir imtihan vesilesi kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler. Müminler imanlarını kuvvetlendirsinler. Kitap ehli ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalblcrİnde hastalık olanlar ve kâfirler de "Allah bu misalle ne demek istedi?" desinler. Bu misalle Al­lah, dilediğini sapıtır ve dilediğini hidayete erdirir. Rabbinin ordularını kendinden başka kimse bilemez. Bu, insanoğluna bir hatırlatmadır.

Ayet-i kerimede "Biz, cehennem zebanilerini sadece meleklerden yap-tık."buyurulmaktadir. Bu âyetin nüzul sebebi hakkında Abdullah b Abbas diyor ki: "Ebu Cehil, "Cehennemin üzerinde on dokuz zebani vardır." âyet-i kerime-, siyle bu âyeti işitince Kureyşlilere şöyle demiştir: "Vay anneleri kendilerini kaybedesi Kureyşliler. Ben, İbn-i Ebi Kebşe'nin (Muhammed'in) cehennem ze­banilerinin sayısının on dokuz olduğunu haber verdiğini işitiyorum. Sizlerse çok sayıdasınız. Sizden on kişi, zebanilerden birine güç yetirmekten âciz misiniz?" Bunun üzerine Allah teala,Resululaha, Ebu Cehil'e gitmesini, Mekke'nin "Bat-ha" denilen vadisinde elinden tutarak ona şöyle demesini vahyetti: "Gerektir sa­na bela gerek." (Kahrolasın) Sonra yine gerektir .sana bela gerek;" (Belaya uğra-yasın)"[34]

Resulullah Ebu Cehil'e bunu yapınca Ebu Cehil şöyle dedi: "Vallahi sen de rabbin de birşey yapamazsınız." Fakat Allah onu, Bedir gününde rezil etti.

Ayet-i kerimenin devamında: "Biz, onların sayılarım kâfirler için bir im­tihan vesilesi kıldık.." buyurulmaktadir. Bu âyet, Ebu Cehil ve Ebul Eşeddîn gibi kâfirlerin, bu melekleri yalanlamaları ve arkadaşlarına "Ben onlara yeterim" şeklinde sözler söylemeleri dolayısıyla, fitneye düştüklerini beyan etmektedir.

Âyette "Kendilerini kitap verilenler, kesin bilgi edinsinler." buyurulmak-tadır. Cehennem zebanilerinin sayısının on dokuz olduğu, Tevrat ve încilde de zikredildiğinden, Kur'an-i Kerim'de de aynı sayı zikredilince kitap ehli olan Ya­hudi ve Hristiyanlar, Kur'anın ve Hz. Muhammed'in hak olduklarını kesin ola­rak Öğrenmiş olurlar.

Âyet-i kerimede yine: "Rabbinin ordularını kendinden başka kimse bile­mez.." buyurulmaküıdır. Allah tealanm ordusu, Ebu Cehil'in sandığı kadar sade­ce cehennemin üzerindeki on dokuz zebaniden ibaret değildir. Kaldı ki bu zeba­nilerin her biri çok büyük ve çok güçlüdürler.

Resuluîhıh (s.a.v.) yedi kat gökte bulunan "Beytül Ma'muru" anlatırken oraya girip çıkan melekler hakkında şöyle buyurmuştur:

"Her gün orada yetmiş bin melek namaz kılar. Oradan bir çıkan bir daha oraya dönmez. Oraya son girişleri olur."[35]
Âyet-i kerimenin sonunda "Bu, insanoğluna bi hatırlatmadır." Duyurul­maktadır. Yani, "Sakar" adındaki cehennem, insanoğluna bir hatırlatma olarak zikredilmiştir.[36]
32-36- Hayır, hayır (Sakar onların düşündükleri gibi değildir) ay'a, geçip giden geceye ve ağaran sabaha yemin olsun ki "Sakar" insanları uyaran en büyük hadiselerden biridir.[37]
37- Evet o, sizden ileri giden veya geri kalanlar için bir uyarıdır.
Hayır, hayır, müşrikler, cehennem zebanilerine galip gelecek değillerdir. Ay'a, karanlığı çekilip giden geceye, aydınlatan sabaha yemin olsun ki, cehen­nem en büyük olaylardan biridir. O cehennem, insanoğlunu uyarmaktadır. Evet o, sizden Allaha itaatte ileri gitmek isteyenler için veya Allaha isyandan geri kalmak isteyenler için bir uyarı aracıdır.

Âyette zikredilen "Uyarıcı" sıfatı, Hasan-ı Basri'ye göre cehenneme, Ebu Rezin'e göre, Allah teaiaya, İbn-i Zeyd'e göre ise Resulullaha aittir. Meal birinci görüşe göre hazırlanmıştır.[38]
38- Herkes kazandığına karşılık bir rehindir.[39]
39- Ancak amel defteri sağından verilenler bunun dışındadır.[40]
40-41-42- Onlar cennetlerdedirler. Onlar suçlulara sorarlar: "Sizi "Sakar" cehennemine sürükleyen nedir?"
Emir ve yasaklarla mükellef olan herkes, dünyada işlediği günahının karşılığında cehennemde rehin olarak tutulacaktır. Ancak amel defterleri sağdan verilenler müstesnadır. Bunlar cehennemde rehin tutulmayacak, cennetlerin içi­ne konulacaklardır. Zira, Allah onların kusurlarını affedecektir. Onlar, cehen­nemde olan günahkarlara; "Sizi, "Sakar" cehennemine sokan sebep nedir?" diye soracaklardır.

Âyette zikredilen ve "Amel defteri sağdan verilenler." şeklinde tercüme edilen "Ashab-ı Yemin"den maksat, Hz. Ali'ye göre rnüslümanlann çocukları, Abdullah b. Abbas'a göre ise melekler olduğu rivayet edilmiştir. Zira, daha son­raki âyette "Ashab-ı Yemin"in günahkarlara "Sizi cehenneme sokan nedir?" di­ye sordukları zikredilmektedir. Bu da bu soruyu soranların, çocuklar ve melek­ler gibi günah işlemeyen kimseler olduklarını göstermektedir. Çünkü, mükellef olan ve günah işlemeye müsait olan insanların suçlulara bu soruyu sormaları beklenemez. Zira onlar da insanı cehenneme sokan sebebin, günah işlemek olduğunu bilmektedirler.[41]                                                                            

43- Suçlular şöyle cevap verirler: "Biz, namaz kılanlardan değildik.[42]
44- Yoksullara bir şey yedirmezdik.[43]
45- Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık.[44]
46- Ceza gününü yalanlardık.[45]
47- Ölüm gelip çatıncaya kadar bu halde devam ettik."
Suçlular, kendilerine, "Sizi cehenneme sokan sebep nedir?" diye soran "Ashab-ı Yemin'e" şu cevabı vereceklerdir: "Biz, dünyada iken, Allah için na­maz kılanlardan değildik. Biz, Aliahın bize verdiği nimetlere karşı cimri davra­narak yoksulları doyurmazdik. Batıl şeylere dalanlarla birlikte biz de dalardık. Bizler, ceza ve hesabın bulunacağı âhiret gününü yalanlardık. Sevap veya ceza­nın verileceğine inanmazdık. Nihayet bize, kesin haberi veren Ölüm geldi.[46]

48- Bu suçlulara şefaat edenlerin şefaati fayda vermez.

Allanın, bir kısım günahkârlar için şefaat etmelerine izin verdiği bu gibi günahkarlara şefaatleri fayda yenileyecektir.

Bu âyet-i kerimeden, Allah tealanın, yaratıklarından bir kısmına, diğer­lerine şefaat etmeleri için izin vereceği hükmü çıkarılmaktadır.

Peygamber efendimiz, bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:

"Peygamberler, melek ve müminler şefaatçi olacaklardır. Cebbar olan Al­lah, "Benim şefaatim kaldı." diyecektir, Cehhennem ateşinden bir avuç alacak onunla, yanıp kararmış olan kavimleri cehennemden çıkaracak, onlar, cennetin başında bulunan ve kemlisine "Hayat suyu" denilen nehire atılacaklar ve onların vücutları, sel yataklarında biten dere otu gibi bitecektir..."[47]

Peygamber efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur:

"Sonra Allah teala, rahmetiyle dilediğini cehennem ateşinden kurtaracak sonra meleklere, Peygamberlere ve şehitlere şefaat etmeleri için izin verilecek onlar da şefaatçi olup cehennemden insanları çıkaracaklar, tekrar şefaatçi olup-tekrar çıkaracaklar tekrar şefaatçi olup tekrar çıkaracaklardır.[48]

Peygamber efendimiz, diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimden bir kişinin şefaati île Temim oğullarından daha fazla insan cennete girecektir." Denildi ki: "Ey Allanın Resulü, o kimse senin dışında bir kimse mi olacaktır?" Resuhıllah: "Evet, benim dışımda bir kimse olacaktır."[49] buyurdu.

Ebuddeida Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

"Şehit, ailesinden yetmiş kişiye şefaat edecektir."[50]

Peygamber efendimiz, başka bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştun "Her Peygambere bir hak verilmiştir. Hepsi de onu dünyada kullanmakta acele etmiştir.Ben ise bu hakkımı, ümmetime şefaat için geri bıraktım. Ümme­timden öyle adam vardır ki, insanlardan büyük bir kitleye şefaatçi olur da onlar cennete girerler.Öyle kimse vardır ki bir kabile için şefaatçi olur. Öyle kimse de vardır ki, akrabalarına şefaatçi olur. Öyle kimse vardır ki üç kişiye, iki kişiye, bir kişiye şefaatçi olur."[51]

Abdullah "Sizi sakar cehennemine sürükleyen nedir?" "Suçlular şöyle ce­vap verirler: "Biz namaz kılanlardan değildik." "Yoksullara bir şey yedirmez­dik. Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık." "Ceza gününü yalanlardık." âyetlerini okuduktan sonra elinin dört parmağını avucuna doğru kapatmış "Siz, zikredilen şu dört şeyi yapanlarda herhangi bir hayır görüyor musunuz? Dikkat edin, cehennemde bu dört şeyi işleyenler dışında kimse bırakılmayacaktır." de­miştir.[52]
49- Hal böyleyken bunlara ne oluyor da öğütten yüzçcviriyorlar?
Durum böyle iken bu müşriklere ne oluyor da Kur'andan yüzçeviriyorlar. Ondan öğüt ve ibret almıyorlar?[53]
50-51- Arslandan ürkmüş yaban eşekleri gibi kaçışıyorlar.
Âyette geçen ve "Aralan" diye tercüme ediien (kelimesi çeşit­li şekillerde izah edilmiştir.
Abdullah b. Abbas, Ebu Musa el-Eş/ari, Mücahid, İkrime ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre bundan maksat, "Okçular" demektir.
Said b. Cübeyr ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre kelimesi "Avcılar" anlamına gelmektedir.
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir başka görüşe göre ise kelimesinden maksat, "erkekler topluluğu", başka bir görüşe göre ise "Erkekle­rin çıkardığı ses"tir.
Ebu Hureyre, İbn-i Zeyd'e ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre ise kelimesi "Aralan" anlamına gelmektedir. Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır.[54]
52- Daha doğrusu her biri kendilerine apaçık sahifeler verilmesini is­tiyor.
Müşriklerin Kur'andan yüzçevirmeleri, onun, Allah katından geldiğini bilmemelerinden değil herbirinin ayrı ayrı kendisine kitap indirilmesini isteme­leri ndendir.
Katade diyor ki: "İnsanlardan bazıları: "Ey Muhammed, eğer sana uy­mamızı istiyorsan falan ve filanlara, sana uymamızı emreden özel bir kitap ge­tir." dediler.[55]
53- Hayır, hayır, doğrusu onlar âhireften korkmuyorlar.
Hayır, hayır onlara apaçık sahifeler verildiğinde peygamberleri tasdik edecek değillerdir. Çünkü onlar, öldükten sonra âhirette diriltilip hesaba çekile­ceklerinden korkmuyorlar. İşte onları, Kur'andan yüz çevirten asıl sebep budur.[56]
54- Hayır, hayır, yüzçcvirdiklcri bu Kur'an, gerçekten bir öğüttür.[57]
55- Dileyen öğüt alır.[58]
56- Ondan ancak Allah diterse öğüt alırlar. Allah, kendinden korkul­maya ve affetmeye daha layıktır.
Hayır, müşriklerin dediği gibi Kur'an, başkalarından alınan bir büyü veya bir beşer sözü değildir. Fakat o, Allah tarafından, yaratıklarına bir hatırlatmadır. Ancak kullarından kime bu Kur'anla öğüt verecek olursa o kul, Kur'andan öğüt alır. Allah dilemedikçe Kur'an kendilerine hatırlatılan hiçbir kimse ondan öğüt alamaz. Zira Allahtan başka kimsenin buna gücü yetmez. Allah, cezalandırma­sından korkulmaya ve tevbe edenleri affetmeye daha layıktır.
Enes b. Malik, Resulullah (s.a.v.)in "Allah, kendisinden korkulmaya ve affetmeye daha layıktır." âyeti hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmekte­dir:
"Aziz ve Celi! olan Allah buyurdu ki: "Ben, kendisinden korkulmaya da­ha layık olanım. Kim benden korkar da benimle birlikte başka bir ilah edinme­yecek olursa onu affetmeye de ben layıkımdır."[59]

Kaynaklar
--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 74, hah: 5

[2] Alak Suresi, 96/1-5

[3] Bubarı, K. el-Ta’bir, bab: 1

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/471-473.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/475.

[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/475.

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/475.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/475-476.

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/476.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/476-477.

[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/477.

[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/477.

[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/477.

[13] Ahmed  b.HanhEl, Müsned. C.3, S.73 / Tirmizi, K. Tefsir ol-Kur'an, Sure: 39, Hadis no: 3243

[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/477-478.

[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/478.

[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/479.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/479.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/479.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/479.

[20] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 74, Hadis no: 3326

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/479-480.

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480.

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/480-481.

[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/482.

[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/482.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/482.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/482.

[32] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur’an, Sure: 74, Hadis no: 3327

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/482-483.

[34] Kıyamet Suresi, 75/34-35

[35] Buhari, K. Bed’ül Halk, bab: 6/ Müslim, K. el-İman, bab:264, Hadis no:164

[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/484-485.

[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/485-486.

[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/486.

[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/486.

[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/486.

[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/486-487.

[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487.

[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487.

[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487.

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487.

[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487.

[47] Buhari, K. et-Tevhid, bab: 24

[48] Ahmed b. Hanhel, Müsned, c.5, S.43

[49] Ebu Davut, K. el-Cihad, bab: 26, Madis no: 2522

[50] Ebu-Davud, K. el-Cihad, bab: 26, Hadis no: 2522

[51] Ahmed b. Hanbel, Müsnud, C..1, S.20

[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/487-489.

[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/490.

[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/490.

[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/490-491.

[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/491.

[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/491.

[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/491.

[59] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 74, Hadis no: 3328

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/491-492.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı