Kur'ân'la Yetinmeyen Kimse Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli

Kur'ân'la Yetinmeyen Kimse Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli:


"Sana indirdiğimiz o Kitâb ki karşılarında okunup duruyor- onlara kâfi gelmedi mi? Onda îmân edecek bir kavim için elbette bir rahmet ve bir öğüt var" (el-Ankebût: 51) [54].

43-.......Ebû Hureyre şöyle diyordu:.Rasûlullah (S):
 "Allah, Peygamber'e Kur'ân'ı teganni etmesi karşılığı kadar hiçbir şey için mükâfat vermemiştir" buyurdu.

Râvî Ebû Seleme'nin bir arkadaşı ona "Yeteğannâ bihi" sözüy­le "Yecheru bihi (= Demek istiyor)" dedi(;aslında: "İstima' etme­miştir", fakat bundan murâd bol mükâfattır) [55].

44- Bize Alî ibnu Abdillah tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû Hu-reyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):

"Allah, Peygamber'e Kur'-ân'ı tegannî etmesi karşılığı kadar hiçbirşey için mükâfat vermedi" buyurdu.

Sufyân ibn Uyeyne: "Yeteğannâ" lafzının tefsiri "Yesteğnî bi-hi"dir, dedi. (Yânî "Kur'ân'la tegannî eder" demek, "Onunla yeti­nir, mustağnî olur" demektir, dedi.)

Açıklama
 [54] "Men lem yeteğanne bil-Kur'ân" başlığı, Buhârî'nin Ahkâm'da getirdiği bir ha­dîsin parçasıdır. Buhârî bunu "Kur'ân'Ia yetinmeyen kimse" ma'nâsma almış, buna delîl olmak üzere de müteakiben el-Ankebût: 51. âyetini sevketmiştir. Bu parçanın bir ma'nâsı da "Kur'ân'Ia avaz yapmayan kimse"dir.

Bu iki ma'nâyı cem* etmek de mümkindir: Kur'ân'ı güzel ses ve avazla oku­mak, Kur'ân'daki bilgileri öğrenip uygulamakla yetinip diğer semavî kitâblar-dan vazgeçmek.

[55] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bundan sonraki hadîs de onun başka bir yoldan gelen rivayetidir.

Hadîsteki "İşitmek" ma'nâsma olan "el-Ezen"den murâd, rızâ ve kabul işit-mesidir. Bunun benzeri rukû'dan doğrulurken zikredilen "SemValîâhu timen hamideh" kavlidir. Bunun fiili "Taibe" ve "Taribe" bâbındandır.

Bu hadîsi Müslim ile en-Nesâî de Sufyân ibn Uyeyne hadîsinden olmak üzere tahrî etmişlerdir. Bunun ma'nâsı Yüce Allah hiçbirşeyi, bir peygamberin, aşi­kâre ilip güzelleştirerek yaptığı kıraatini kulak tutup dinlemesi kadar kulak tutup dinlememiştir, demektir. Bu da şundandır: Peygamber'İn kıraatinde, hilkatle­rinin kemâlinden dolayı ses ve savt güzelliği ile haşyet tamamljğı bir yere topla­nır. Bu ise kıraatte gaye olan birşeydir. Münezzeh ve Yüce Allah iyi olsun, fâcir olsun kullarının hepsinin savtım işitmektedir. Nitekim Âişe (R): "İşitmesi bütün sesleri ihata eden Allah'ı tesbîh ederim" demiştir. (Buhârî, Tevhîd, "Kavlullâ-hi Teâlâ: Ve kânellâhu semî'an basîran"). Lâkin Yüce Allah'ın, mü'min olan

kullarının kıraatlerini işitip dinlemesi daha büyüktür. Nitekim Yüce Allah şöy­le buyurdu: "Sen herhangibir işte bulunmayadur, onun hakkında Kur'ân 'dan birşey okumayadur ve sizler de hiçbir iş işiemeyedurun ki, onun içine daldığınız vakit biz başınızda şâhidizdir. Ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca birşey Rabb '-inden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha küçüğü de hâriç ol­mamak üzere hepsi muhakkak apaçık bir kitâbda(yazûi)dır" (Yûnus: 61).

Sonra Yüce Allah'ın, peygamberlerinin kıraatlerini dinlemesi, bu büyük ha­dîsin delâlet ettiği gibi daha beliğdir. Buradaki "el-Ezen "i kimisi "Enir" ma'nâ-siyla tefsîr etmiştir. Evvelkisi yânî "işitmek" ma'nâsma olması daha yakındır. Çünkü şu hadîs bu ma'nâya delâlet etmektedir: "Allah hiçbirşeyi, Kur'ân'ı te-ğannî ederek yânî aşikâr kılarak okuyan Peygamberi dinlediği kadar dinlemedi."

Ezen, siyakın da buna delâlet etmesinden dolayı îstimâ', yânî bir söze ku­lak tutup dinlemek ma'nâsınadır. Nitekim Yüce Allah da şöyle buyurdu:

* 'Gök yarıldığı, Rabb 'ini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki gök zâten buna lâyık yaratılmıştır. Yer uzatıldığı, içinde ne varsa atıp bomboş kaldığı (bu hu-sûsda da) Rabb 'ini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki yer zâten buna lâyık olarak yaratılmıştır" (el-İnşikaak: 1-5). Yânî Rabb'ini dinlediği zaman, ki o zâten buna lâyık olarak yaratılmıştır. Yânî zâten o, Rabb'inİn emrini dinleyip, ona itaat etmeye lâyık olarak yaratılmıştır. Binâenaleyh burada "el-Ezen" lâfzı, "îstimâ"' yânî kulak tutup dinlemekten ibarettir.

Bunun içindir ki, İbn Mâce'nin sağlam bir senedle Fudâle ibn Ubeyd'den rivayet ettiği bir hadîste şöyle gelmiştir: Fudâle dedi ki: Rasûlullah (S): "Al­lah 'm güzel sesli kimsenin Kur'ân okuyuşuna, şarkıcı kadın sahibi kimsenin kendi şarkıcı kadınını dinlemesinden daha şiddetli bir dinlemesi vardır" buyurdu.

Sufyân ibn Uyeyne'nin: "Teğannî" ile murâd; "Onunla yetinir" demek­tir, kavline gelince: Eğer o, Kur'ân'Ia dünyâdan yetinir demeği murâd ettiyse -ki Ebû Ubeyd el-Kaasım ibn Sellâm ve diğerlerinin mutâbaat etmiş oldukları kelâmdan zahir olan budur- bu, hadîsten murâd olan zahirin hilafıdır. Çünkü o hadîsi râvîlerin bâzısı "Cehr" ile yânî "Sesli okumak" ile tefsîr etmiştir. O da okuyuşu güzelleştirme ve okuyuşla sesi inceltmektir. Harmele şöyle dedi: Ben İbn Uyeyne'den işittim. O: "Yeteğannî bihî"nm ma'nâsı "Yestağnî bihî" de­mektir, diyordu.

Bana eş-Şâfiî şöyle dedi: "Yeteğannî"nin ma'nâsı böyle değildir. Eğer o böyle olaydı muhakkak "Yeteğânâ" şeklinde olurdu. O ancak Tehazzün etmek yânî sesi inceltip yufkalaştırmak ve terennüm etmektir. Muzenî ile Rubey' de Şafiî'den böyle naklettiler.

Buna göre Buhârî'nin bu baba, Yüce Allah'ın "Sana indirdiğimiz o Kitâb -ki karşılarında okunup duruyor- onlara kâfî gelmedi mi? Onda îmân edecek bir kavim için elbette bir rahmet ve bir öğüt var" (e!-Ankebût: 51) kavlini başlık yapmasında bir nazar yânî tefekkür için bir meydan vardır. Çünkü bu âyet, Pey­gamber'İn doğruluğuna delâlet edecek birtakım mu'cizeler isteyen kimselere karşı bir red olarak zikredilmiştir. Çünkü öncekiyle birlikte âyet şöyledir: "Ona Rabb -inden (başkaca) âyetler de indirilmeli değil miydi? dediler. De ki: O âyetler an cak Allah 'm nezdindedir. Ben sâde apâşikâr haber verenim. Sana indirdiğimiz o Kitâb -ki karşılarında okunup duruyor- onlara kâfî gelmedi mi? Onda îmân edecek bir kavim için elbette bir rahmet ve bir öğüt var" (el-Ankebût: 50-51). Bu­nun ma'nâsı "Sen Ummî bir kimse iken, senin üzerine Kur'ân'ı indirmemiz se­nin doğruluğuna delâlet edici bir âyet olarak onlara kâfî gelmedi mi?" demektir. Peygamber'in ümmiliği de şöyle belirtildi: "Sen bundan evvel hiç bir kitâb okur değildin. Elinle de onu yazmadın. Böyle olsaydı bâtıl söyleyenler elbette şübhelenirdV (el-Ankebût: 48). Yânî sen böyle ümmî olduğun halde o Kur'ân'ın içinde evvelkilerin ve sonrakilerin haberlerini getirdin, demektir. Bu ma'nâ ne­rede, Kur'ân okurken sesi güzelleştirmek yâhud Kur'ân'la diğer dünyâ işlerin­den mustağnî olmak ma'nâsına olan Kur'ân'la tegannî nerede? Binâenaleyh her bir takdîre göre baba bu âyetin başlık yapılmasında düşünmeye bir meydan vardır (İbn Kesir).

"İkinci takdîre göre bu âyetin baba başlık yapılması, Buhârî sarihlerinin i'timâd ettikleri zahir bir vecihdir. Bu da mutlak olarak Kur'ân'la yetinip baş­kasına muhtaç olmamaktır ki, bunun içine buna uygun olacak herşey girebilir. Bu âyetin nuzûl sebeblerinden olmak üzere Taberî'nin tahrîc ettiği şu hadîsi zik­rettiler: Müslümanlardan bir grup insan, Ehl-i Kitâb'dan işittiklerinin bâzısını yazmış oldukları birtakım kitâblarla geldiler. Bunun üzerine Peygamber: "Pey­gamberlerinin kendilerine getirdiğinden yüz çevirip diğer peygamberin başkala­rına getirdiği şeylere yönelip rağbet etmesi bir kavme dalâlet olarak kâfî oldu" buyurdu. Akabinde bu âyet nazil oldu" (Muhammed Reşîd Rızâ).

Bu konuyu İbn Kesîr, Fadâiiu'l-Kur'ân Kitâbı'nda genişçe ve doyurucu ola­rak incelemiştir. Mısırlı Muhammed Reşîd Rızâ da kıymetli haşiyeler ilâve et­miştir: Kur'ân'ın Faziletleri, Mütercim: Mehmed Sofuoğlu, İstanbul, 1978.


Yorum Gönder

0 Yorumlar