EL-ESMÂ'ÜL-HÜSNÂ ŞERHİ
Önsöz
Hz.Adem'e bütün isimlen öğreten, bizlere de el-Esmâ-ül-Husnâ'sını bildiren Allah'a hamdolsun. Kur'andaki el-Esnıâ-ül-Husnâ'yı ve diğerlerini bize açıklayan Rasülüne salât olsun, onları bize eksiksiz ve fazlasız olarak bize nakleden ashabına ve onun yoluna tabi olanlara selâm olsun
1984 yılından beri bütün vaazlarım, sohbetlerim, konferanslarım, Kur'an-ı Kerimi anlama ve yaşama üzerine olmuştur.
Rabbimiz, Kur'anı yaşama konusunda örneğimizin Peygamber efendimiz olduğunu bildirdiği için Buhari'inin “Sahihini de ders olarak okutarak bitirdik, elhamdülillah.
Kur'anı Kerim'de geçen “el-Esma-ül Hüsna” Allah'hın güzel isimlerinin geçtiği ayetler ve konulara uygun gelen güzel isimler dikkatimi çekti.
Sevgili Peygamberimizin dualarında geçen “el Esma-ül-hüsnanın” dua edilen duruma göre değiştiğini gördüm.
Harpden önce dua ederken söylediği “el-Esma-ül husnâ” ile yağmur duasındaki “el-Esma-ül husnâ” arasında fark vardır.
“el-Esma-ül husnâ”nın cazibesi beni çekti. Üç yıldır “el-Esma-ül husnâ”yı ezberliyorum. Her gün okuyorum. Çocuklarım, torunlarım ve yakınlarım da ezberlediler.
“El-Esma-ül hüsna”nın şerhedildiği kitaplardan;
1- Zeccac’ın (241-311 H.) “Tefsir-ül esmaillahil hüsnasını”,
2- Kuşeyri'nin (376-465 H.) “Et-Tahbir fi-t-Tezkir'ini”,
3- İmam-ı Gazali'nin (450-505 H.) “el-Maksad-ül esna şerhu esmaillahil husna'sını”,
4- Fahreddini Razi'nin (544-606 H.) “Levamiu-1-Beyyinat şerhu esmaillahi teala ve-s-sıfat'ını”,
5- Kurtubi'nin (..... 671) “el-esna fi şerhi esmaillahil husna'sını”(Süleymaniye pertevniyal 448)
6- Ali Osman Tatlısu'nun Türkçe olarak yayınlanmış “Esma-ul Hüsna Şerhi” gibi kitapları üç senedir notlar tutarak okudum.
Sekiz cilt halinde yayınlamış olduğumuz “Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri” isimli eserimde geçen ilgili bölümlerini tekrar okudum.
Hicri 1420, miladi 1999 Ramazanında, üçyüz kişiyi alan güzel bir salonda, “el-Esma-ül hüsnâ”yı dinleyicilerin anlayabileceği hale getirip açıklamaya çalıştım”. Onların tepkilerini de aldıktan sonra yazmaya başladım ve böylece bu eser meydana çıktı.[1]
EL-ESMÂ-ÜL-HüSNÂ
Müslümanlar ve müşrikler “el- Esma-ül hüsna “ ta 'birini ilk defa Mekke döneminde nazil olan A'raf sûresinin 180. ayeti nazil olunca duydular.
“En güzel isimler Allah'a aittir. Ona bu isimlerle dua ediniz. Onun isimlerinden sapanları bırakınız. Yakında yaptıklarından dolayı cezalandırılacaklar.”
Sevgili Peygamberimizin, secdede:
“Ya Rahman, Ya Rahim” dediğini duyan bir müşrik:
“Allah'ın tek olduğunu iddia ediyor, iki ilaha dua ediyor” diyor. Bunun üzerine İsra sûresinin 110. ayeti nazil oluyor.” [2]
Müşrikler, Allaha ait isimleri, kendi putlarına veriyorlardı. Allah'ın(c.c) güzel isimlerini, biraz değiştirerek, “İlah” kelimesini “Lafa, “Aziz” kelimesini “Uzza”ya çeviriyorlardı.
Günümüzde Allaha ait hakları, Allah'ın kullarına verip, kulu ilahlaştıran insanlar, o müşriklerin yaptığını yapmaktadırlar.
Habeşistana hicretten biraz sonra nazil olan, Taha suresinin 8 inci ayetinde; “Allah Odur ki, Ondan başka ilah yoktur. En güzel isimler Onundur.” buyurur.
Rabbimiz, Kur'an'ı Kerim'inde bize kendisini yine kendisi tanıtmaktadır. Bizim imanımızın doğruluğu da burdan gelir. Çünkü insanlar bir şeye isim verirken o şeyi tanıtmak için verilen isimde, isim veren kişinin kimliği görülebilir.
Kişinin kültürü, tecrübesi, görgüsü kavrayışı, zekası eşyaya isim verirken kendisini gösterir. Basit bir eşyaya isim verirken kusur yapan insan, bütün kainatı yaratana isim verirken kendi kültür kalıbının içine sıkıştıracaktır.
Onun için Rabbimiz kendi isimlerini bize kendisi öğretmiştir. Şimdi size Kur'anı Kerim'de geçen isimlerin sûre ve ayet numaralarını veriyorum. [3]
El- Esma-ul Husna Hadisi
Ebu Hüreyre(r.a.)'den rivayet edilen bir hadiste Peygamber(s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Gerçekten Allah'ın 99 ismi vardır-yüzden bir eksik- Kim onu sayarsa cennete girer.”[4]
Bu kaynakların hepsi hadisi veriyor ancak 99 “el-Esma-i husnâ”yı saymıyor. Ancak, ilk çağlardan beri “el-Esma-ül-husnâ” sarihlerinin hemen hemen hepsi Tirmizi'nin rivayet ettiği hadisi şerhetmişlerdir. Beyheki (suab-ul'iman 1/59 faslûn fi marifetillah bölümünde), Tirmizi'nin rivayetini aynen almış, ravileri de aynı.
Süleymaniyekütüphanesi, pertevniyal 448'de kayıtlı, Hafız Kurtubi'nin “Şerhu esma-il-Husna” isimli el yazma eserinin 44. varakında, Süfyan b. Uyeyne'den naklen; Kur'an-Kerim'deki Esma-i-Hüsna'nm da 99 olduğunu haber veriyor ve o güzel isimleri ve de geçtiği surelerin isimlerini veriyor.
Bu eserimizde biz, Kur'an'da geçen “el-Esma-ül-husnâ”yıda, Tirmizi hadisinde geçenleri de verdik. Gördük ki, Kur'an'da geçipte Tirmizi hadisinde geçmeyen 21 esma-ül- hüsna var. Toplarsak 99+21-120 eder. Ayrıca efendimizin dualarında geçen güzel isimler varki, Kur'anda ve Tirmizi'nin rivayetinde geçiniyor.
Bütün bunlardan anlaşılıyorki, “ el-Esma-ül-Husnâ”nın” sayısı 99'dan fazladır. Efendimiz bize bir hadisinde 99 tanesini sayı vermiştir. Niçin 99 olduğu konusunda da Kurtubi'nin güzel bir yorumu var.
İsim, müsemmanın aynımıdır, gayrımıdır? konusuna ve ihtilaflarına girmeyeceğim. Hicri 569'da vefat eden Siracü-d-din Ali b. Osman el-Uşi “Bed-ül-Emali” isimli manzum akaid kitabında; “Peygamber(s.a.v.)'in yolunda gidenlerin en hayırlısı olan ehlisünnete göre isim, müsemmanm gayrı değildir.” bunu bilelim, sonu gelmez ihtilaflı konuya girmeyelim.
Allahı(cc), Kur'an ve sünnetle bize bildirilen, “el-Esma-ül-Husnâ”nın dışında kalan isimlerle tanıtma veya zikretme tarafına gitmeyelim.
“Kim onu sayarsa cennete girer.” bölümü “Kim onu ezberlerse, kim onu korursa” diye de rivayet edilmiştir.
Peki iman etmeyen bir insan, ezberlese ve saysa cennete girer mi?
“Ekmek” demekle karın doymadığı gibi, Allah'a iman etmediği halde “Maşşallah, İnşallah” diyerek Allah'ın adını anan kişide Cennete giremez.
“el-Esma-üI Husnâ”yı öğrenecek, manasını anlayacak ve o manaya göre hareket edecek, yani Allah’ın(cc) Kur'an'da belirttiği “el-Esma-ü!-husnâ” ile özetlediği ahlakla ahlaklanırsa Cennete girer.
Rabbimiz, Kur'ana göre ahlaklanan, Rasulünü örnek alan ve Rabbin rızasını kazananlardan eylesin. Amin.
Sevdiklerimize bilgimizin, kültürümüzün, geleneğimizin, dilimizin geliştirdiği en güzel kelimelerle hitap ederiz. “Sevgilim, canım, ciğerim, selvi boylum, ahu gözlüm, sultanım...” vs. gibi kelimeler, kimliklerini de beraberlerinde taşırlar. Dil bilimi, bu, kelimelerin hangi çağlardan, hangi dağlardan veya hangi bağlardan akıp, hangi medeniyetlerden süzülerek geldiğini belirler.
Şair: “Güzelliğin neye yarar, şu bendeki göz olmasa” der. Göz görür, gönül sever, akıl da bu işe şaşar kalır. Gören gözü, seven gönülü, sevmeyi ve sevilenleri yaratan ise Allah (c.c.) dır.
Kedinin gözünde bülbül, bir yudumluk ettir. Öküzün gözünde çiçek, bir çiğnemlik ottur. İnsanın gözünde ise; binlerce şiirin yazılmasına, binlerce resmin yapılmasına ilham kaynağıdır. İnsan ve kedi ikisi de göze sahiptir ama Allah'ımız bize ayrı bir göz, ayrı bir gönül vermiştir.
Sevgimizi ve sevdiklerimizi yaratan Allah'ımızı seviyoruz.
Peki, ama Allah'ımızı tanıyor muyuz?
Biz, tanıdıklarımızı duyma, görme, tatma, koklama, dokunma gibi beş duyumuz, hafızamız ve genlerimizdeki programa göre tanırız. Uzaktaki eşyayı gözümüz görmez. Sesini kulağımız işitmez. Duyu organlarımızın bir sınırı var. Hafızamızın sınırı da ana rahminden öne geçemez, kabirden öteye geçemez. Sınırlı olan, sınırsızı
kavrayamaz.
Şair İsmail Safa:
“İdraki uluhiyyetine var mıdır imkan
Aklın dahi mahiyyetini bilmiyor insan”
Aklın ne olduğunu kavrayamayan insan, bu akılla Allah'ın zatını kavramaya çalışıyor. Kavrayanıayinca en kolay yolu seçiyor ve inkara yöneliyor.
Dede Korkut:
“Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Görklü (güzel) Tanrı
Çok cahiller seni gökte arar, yerde ister.
Sen hod (kendi) mü’minlerin gönlündesin” der.
Rabbimiz: “Gözler onu idrak edemez kavrayamaz. O gözleri idrak eder. O her şeye nüfuz eden iyilik yapan ve her şeyden haberi olandır” buyurur. [5]
Sevgi gönülde olur. Ancak gönüldeki sevgi görünmez. O görünmeyen sevgiyi, sevgiliye gönderirken yine görünmeyen elçilerle göndeririz. Kelimeler elçilerimizdir.
Mecnun: “Leyla, Leyla” diyerek sevgisini açığa çıkarıyordu. Biz gönlümüzün tamamını Allah'a imanla süsledik. Dilimizi de O'nun güzel isimleriyle süsleydim. Böyle yaparken sevgimizi Mevla’mıza bildirmiyoruz. O zaten biliyor. Biz, Allah'ın güzel isimleriyle zikrederken, cümle aleme güzellikler saçarken, ağzımızı Allah'ımızın isimleriyle hem tatlandırıyor, hem de en güzel kelimelerle ağzımızı ayarlayarak kötü kelimelere yer vermiyoruz.
“Gül” deyince burnumuza güzel koku gelmez. “Bal” deyince ağzımız tatlanmaz. Gülü koklamak, balı tatmalıyız.
Mevlana: “Ey Hu, Hu” diyen ve “Hu” demeye kanaat eden, “Hu” kadehinden içmeyince heva ve hevesten nasıl kurtulursun?” diyor. [6]
el-Esmâ-ül Husnâ=Allah'ın güzel isimleri, bizi Allah'a giitürürse, bizi benliğimizden sıyırır, kir ve pasımızı kazırsa, gülü koklar, balı tadarsak muradımıza ermiş oluruz.
Süleyman Çelebi:
“Bir kez Allah dese Aşk ile lisan
Dökülür cümle günah mislü hazan” derken,
Allah'ın isimlen aşk ile söylenirse; üzüntü, stres, keder, gam ve günahın döküleceğini söylüyor.
Dilinle “Allah, Allah, Allah” diyerek zikret. Kalbinle de Allah'ın yarattıklarını fikret, düşün. Fikirsiz zikirin, zikirsiz fıkirin faydası yoktur.
Şeyh-ül İslam Yahyaefendi:
“Bir alay olsa güzeller hep teveccüh yaredir
Halkı alem birbirine padişahı gösterir” diyor.
Yani, göz binlerce güzel görse de, gönül yare yönelir. Çünkü yaratılmışların her biri yaratanı gösterir. Bazılarının günde yüz defa “Batı, batı, batı,” diye zikrettiği bu günlerde, biz de yüz bir defa “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah”diye zikredelim. Bakalım kim kazanacak?
Annenizi, babanızı, eşinizi, dostlarınızı seversiniz ve sevdiğinizi uygun, güzel bir kelime veya cümle ile ifade edersiniz. Bu sevgiyi ifade etme işi, yalnız karşı tarafa sevgimizi bildirme işi değildir. Kendi iç dünyamızda besleyip büyüttüğümüz sevginin dilimizde kelimeden çiçekler açması gibidir.
Gül ağacı, özünde taşıdığı çiçeğini bülbülüne sunamazsa kurur. Tepeden tırnağa kadar bütün hücrelerimizde ve gönlümüzde taşıdığımız imanımızın zikir çiçeğini açtıramazsak, biz de çöl gibi kurak, ateist-gavur gibi çorak oluruz. Ot bitmeyen toprak, meyve vermeyen diken, toplumların kanını emen Siyonist, girdiği ülkelerde kan, gözyaşı, yangın, radyasyon, barut kokusu saçan kapitalist gibi oluruz.
Askerlik yaparken okuma yazma bilmeyen bazı arkadaşlarımın mektubunu ben okuyup yazıverirdim. Bir arkadaşımıza mektup eşinden gelirdi. İkinci mektup gelinceye kadar o mektubu, her gün bana okuturdu. Ben okurdum; benim dilimden ancak kelimeler ve harfler çıkardı. Ancak onun içinden geçenleri ben anlayamazdım. Mektuptaki “Osman'ım” sözcüğü bana göre yedi harfli bir sözcüktür. Gel onu bir de Osman'a sor. O “Osman'ım” sözcüğündeki...im eki neler ifade ediyor. Osman, eşinin kendisini sevdiğini biliyordu. Ama tekrar tekrar “Osman'ım” kelimesini duymak istiyordu.
Bizim içimizi dışımızı bilen Allah'ımız: “Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin” buyurur. [7]Peki ama nasıl zikredeceğiz?
Şair:
“Kaddı yâra kimi arar dedi, kimisi elif cümlenin maksudu hir amma, rivayet muhtelif diyor.
Yani sevgilinin boyunu kimileri servi ağacına benzetti, kimileri Elif harfine benzetti. Hepsinin sevdiği ve anlattığı aynı ama kelimeleri ayrı!
Kelimelerimizin gücü bizim kültürümüzle orantılıdır. “Gözüyün çapağını yiyeyim” diyerek sevgisini anlatmaya çalışan biri, bir başkasını kusturabilir. Birisi; “Minik kuşum” derken, yılan yetiştiricisi de “Yılanım” diyebilir.
Onun için Rabbimiz: “Size öğrettiği gibi Allah'ı zikredin” buyurmuş. [8]“En güzel isimler Allah'a aittir. O isimlerle Allah'a dua ediniz” buyurur.[9]
Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'inde güzel isimlerinden 99 kadarını bize bildirmiş. Peygamber Efendimiz de dualarında Rabbinin isimleri ile dua etmiş. El-Esma-ül Hüsna hadisinde bize 99 tanesini öğretivermiş. Kur'an ve sünnetin öğrettiklerinin dışına çıkarsak çok iyi niyetlerle biz de yanılabiliriz. Allah (cc): “Allah'ın isimlerinde sapıtanları bırakınız” buyurur. [10]
“Allah üçtür” diyen Hıristiyanlar, “Allah hiçtir” diyen ateist-gavurlar, “Allah tabiattır” diyen eski dehriyyun, yeni natüralistler, Allah'ı tanımada kendi akıllarını esas alıp, Allaha sınır çizmişler ve o sınırın dışına çıkmaya izin vermedikleri bir mahkum haline getirmeye çalışırken, bu dünyada kendileri gibi birilerine kul olmuşlar ahirette de Cehenneme mahkum olmuşlar.
Batıda, Allah'ı Kilise'ye hapis ettiklerini söyleyenler, İslam aleminde de Cami'ye hapsetmeye etmeye çalışıyorlar.
Ama siz, “Lâ ilahe” deki “Lâ” kılıcıyla onların putlarını parçalıyor, denizin, leşi dışa attığı gibi kendini ilahlaştırmaya çalışan şahıs, kurum ve kuruluşları gönül denizinizden sürüp çıkarıyor ve “İllallah” kelime-i tayyibesiyle gönül denizini tertemiz berrak hale getiriyorsunuz.
“La ilahe illallah” derken birçok ilah var da onları reddetmiyorsunuz. Onlar zaten yoktu. Ancak kendini ilah zanneden “Allah'ın dediği değil, benim dediğim olur” diyen Firavunlaşmış insanlar var. Sen onlara “Delilik yapma, Allah'tan başka Yaratan, Yaşatan ve Yöneten yoktur” diyorsun. Haydin sizde günde yüz defa; “Lâ ilahe illallah” demeye başlayıverin. [11]
[1] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 7-9.
[2] Taberi tefsiri.
[3] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 10-11.
[4] Bu hadisi; (Buharı, surut, hadis no:2549, Daavat hadis no:6026, Tevhit hadis no:6943, Müslim zikir hadis no: 2677-78, Ahmed Müsned 21 267, 314,499,503,516) rivayet etmişler.
[5] K.K. En’am: 6/103.
[6] T. Mevlevi Şerhi, beyit No: 3 447.
[7] Ahzab: 33/41.
[8] Bakara: 2/239.
[9] A'raf: 33/180
[10] A'raf: 33/180.
[11] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 13-21.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder