Doğal hukuktan biz şunu anlıyoruz; Allah’ın yaratılışta insanlara bahşettiği hak-hukuktur. Hatta bu hak-hukuk geniş anlamda diğer canlılılar ve varlıklar için de söz konusudur.
Belli bir memlekette, belli bir dönemde uygulanmakta olan değil, fakat uygulanması gereken yani sosyal ihtiyaçları adalete en uygun biçimde karşılayacağı düşünülen hukuka ideal hukuk veya doğal hukuk adı verilmektedir.
Gelenek (örf ve adet) hukuku yazılı değildir. O toplumsal vicdanda yaşar. Toplum bireyleri arasında sosyal bir davranış kuralı olarak benimsenen bir geleneğin, hukuk kuralı haline gelebilmesi için üç unsurun bir araya gelmesi gerekir. Bunlar, süreklilik, genel inanç ve devlet yaptırımı.
Her şeye hassas mizanlarla, mahsus ölçülerle vücut vermek, suret giydirmek/şekil vermek, her şeyi yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adalet, bir mizan, bir ölçü ile iş görüldüğünü gösterir. Her hak sahibine istidadı nispetinde hakkını vermek, yani vücudun muhtaç olduğu bütün levazımatını, bekasının/varlıkta kalması için gereken bütün cihâzâtını en münasip bir tarzda vermek; nihayetsiz bir adalet elini gösterir.(bk. Sözler, Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat).
Allah’ın kâinat çapında koyduğu hak-hukuk, adalet kavramları, Kur’an ve sünnette de söz konusu edilmiştir.
İslam kültüründe yer alan ahlakî değerlerin büyük çoğunluğu doğal ve ideal hukuk kavramı çerçevesine girmektedir. Örneğin, dürüst olmak, başkasını aldatmamak, kendisi için istediğini/sevdiğini başkası için de istemek, komşusu aç iken kendisi tok yatmamak, gerekirse başkasın kendine tercih etmek, ırkçılık yapmamak, bir ırkı diğerinden üstün tutmamak, herkesin rengine, diline, meşru olan örf-adetlerine, kültürüne saygı göstermek, fitne-fesat çıkarmamak, büyüklere karşı saygı, küçüklere sevgi göstermek, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygularını beslemek, gayrimüslim de olsa hiçbir vatandaşa haksızlık etmemek, eziyet vermemek, hakir görmemek… Bunların hepsi ya ayet veya hadislerde vurgulanmıştır. İslam’da kul hakkı çok önemli bir yer tutar ve bu bir nevi doğal hukuk kuralıdır. Kul hakkı genel olarak insan hakkı, Müslüman hakkı, komşu hakkı, akrabalık hakkı gibi kavramlarla iç içe girmiş bir doğal hukuk olarak kendini gösterir.
Hülasa; İslam’da dinî terbiye ile ortaya çıkmış ideal/doğal hukuk yansımaları, normatif hukuk kurlarının kat kat üzerindedir. Her iki dünyanın saadetini bir arada temin etmeyi hedefleyen İslam’da en önemli amaç olan Allah’a ve ahirete imanın gücü nispetinde toplumlarda doğal hukuk güçlü bir şekilde kendini gösterir.
Bir karıncayı ezmeyi yasaklayan bir dinde insan hak ve hukuku göz ardı edilebilir mi?
Kâinat çapında adalet ölçüsünü gösteren dengeyi kuran, karınca toplumunu emirsiz, arı cemaatini yasupsuz bırakmayan Allah, yeryüzü halifesi olarak yarattığı mükerrem insanlık cemiyetini öndersiz/peygambersiz bırakır mı? “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” diyen Hz. Peygamber (a.s.m)’in hayatı, icraatı, sünneti, getirdiği kitabı bu doğal hukukun, insan hak ve özgürlüklerinin doğal güvencesidir.
Belli bir memlekette, belli bir dönemde uygulanmakta olan değil, fakat uygulanması gereken yani sosyal ihtiyaçları adalete en uygun biçimde karşılayacağı düşünülen hukuka ideal hukuk veya doğal hukuk adı verilmektedir.
Gelenek (örf ve adet) hukuku yazılı değildir. O toplumsal vicdanda yaşar. Toplum bireyleri arasında sosyal bir davranış kuralı olarak benimsenen bir geleneğin, hukuk kuralı haline gelebilmesi için üç unsurun bir araya gelmesi gerekir. Bunlar, süreklilik, genel inanç ve devlet yaptırımı.
Her şeye hassas mizanlarla, mahsus ölçülerle vücut vermek, suret giydirmek/şekil vermek, her şeyi yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adalet, bir mizan, bir ölçü ile iş görüldüğünü gösterir. Her hak sahibine istidadı nispetinde hakkını vermek, yani vücudun muhtaç olduğu bütün levazımatını, bekasının/varlıkta kalması için gereken bütün cihâzâtını en münasip bir tarzda vermek; nihayetsiz bir adalet elini gösterir.(bk. Sözler, Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat).
Allah’ın kâinat çapında koyduğu hak-hukuk, adalet kavramları, Kur’an ve sünnette de söz konusu edilmiştir.
İslam kültüründe yer alan ahlakî değerlerin büyük çoğunluğu doğal ve ideal hukuk kavramı çerçevesine girmektedir. Örneğin, dürüst olmak, başkasını aldatmamak, kendisi için istediğini/sevdiğini başkası için de istemek, komşusu aç iken kendisi tok yatmamak, gerekirse başkasın kendine tercih etmek, ırkçılık yapmamak, bir ırkı diğerinden üstün tutmamak, herkesin rengine, diline, meşru olan örf-adetlerine, kültürüne saygı göstermek, fitne-fesat çıkarmamak, büyüklere karşı saygı, küçüklere sevgi göstermek, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygularını beslemek, gayrimüslim de olsa hiçbir vatandaşa haksızlık etmemek, eziyet vermemek, hakir görmemek… Bunların hepsi ya ayet veya hadislerde vurgulanmıştır. İslam’da kul hakkı çok önemli bir yer tutar ve bu bir nevi doğal hukuk kuralıdır. Kul hakkı genel olarak insan hakkı, Müslüman hakkı, komşu hakkı, akrabalık hakkı gibi kavramlarla iç içe girmiş bir doğal hukuk olarak kendini gösterir.
Hülasa; İslam’da dinî terbiye ile ortaya çıkmış ideal/doğal hukuk yansımaları, normatif hukuk kurlarının kat kat üzerindedir. Her iki dünyanın saadetini bir arada temin etmeyi hedefleyen İslam’da en önemli amaç olan Allah’a ve ahirete imanın gücü nispetinde toplumlarda doğal hukuk güçlü bir şekilde kendini gösterir.
Bir karıncayı ezmeyi yasaklayan bir dinde insan hak ve hukuku göz ardı edilebilir mi?
Kâinat çapında adalet ölçüsünü gösteren dengeyi kuran, karınca toplumunu emirsiz, arı cemaatini yasupsuz bırakmayan Allah, yeryüzü halifesi olarak yarattığı mükerrem insanlık cemiyetini öndersiz/peygambersiz bırakır mı? “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” diyen Hz. Peygamber (a.s.m)’in hayatı, icraatı, sünneti, getirdiği kitabı bu doğal hukukun, insan hak ve özgürlüklerinin doğal güvencesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder