KÎTÂBU MEVÂKÎTİ'S-SALÂT
NAMAZ VAKİTLERİ BÖLÜMÜ
Bâb: Güneş Batmadan İkindinin Bir Rek'atine Yetişen Kimse
60- Ebû Nu'aym bize anlatarak dedi ki: Şeybân bize Yahya b. Ebî Ke-sîr'den, o Ebî Seleme'den, o Ebî Hüreyre'den (ra) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav) buyurdular ki: Sizden biriniz güneş batmadan önce ikindi namazından bir secdeye yetiştiğinde namazını tamamlasın. Güneş doğmadan Önce de sabah namazından bir secdeye yetiştiği zama namazını tamamlasın.[1]
Şerh
Güneş batmadan" ifadesiyle akşam vaktinin girmesinden hemen önceki kısa vakit kastedilmektedir. Allah Resulü (sav) ikindi ve sabah namazlarına verdiği önemi göstermek için, bunların vaktin sonunda dahi olsun kılınarak tamamlanmalarını emretmiştir.
Hüküm
Bölüm başlığıyla ve bu bâbla ilgili olması bakımından namaz vakitleriy-le ilgili bazı temel bilgileri zikretmeyi faydalı görüyoruz:
1. Sabah namazının vakti: İkinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan süredir. İkinci fecir, sabaha karşı doğu ufkundan yayılmaya başlayan beyaz bir aydınlıktır. Buna fecr-i sâdık da denir.
Birinci fecir ise, gökte iki tarafı karanlık uzunlamasına beliren bir beyazlıktır ki henüz gece sayıldığı için buna asılsız fecir anlamında fecr-i kâzib denilmiştir. Oruç tutadak kimse bu vakitte yiyip içebilir. Namaz bakımından yatsı vakti çıkmamış, sabah vakti girmemiştir.
Sabah namazının ok atan birinin onun düştüğü yeri göreceği vakte kadar ertelenmesi müstehaptır.
2. Öğle namazının vakti: Güneşin zevalinden itibaren başlar. Her şeyin gölgesi, kendisinin iki katı olana kadar devam eder. İmam-ı Azam'in görüşü bu yöndedir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ile diğer üç mezhebin imamına göre ise her şeyin gölgesi kendisinin bir katına ulaşınca öğle vakti çıkıp ikindi vakti girmiş olur. Bu zamana asr-ı evvel, yani ilk ikindi vakti denir.
Bu konuda tereddütten kurtulmak için, öğle namazını gölge bir misline varmadan, ikindi namazını ise gölge iki misline varmadan kılmamalıdır. ihtiyatın gereği budur.
Öğle namazını, yazın serinliğe ertelemek, kışında vaktin başında kılmak nıüstehaptır. Cuma namazının vakti de öğle namazı vaktiyle aynıdır.
3. ikindi namazının vakti: Öğle namazının vaktinin çıkmasından güneşin batış vaktine kadar olan süredir.
4. Akşam namazının vakti: Güneşin batmasından itibaren şafağın kaybolacağı zamana kadardır.
İmam-ı Azam'a göre şafak, akşam üzeri ufaktaki kızartıdan sonra oluşan beyazlık iken, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ile üç mezhep imamına göre ufuktaki kızartının kaybolmasıyla başlayan vakittir. Akşam namazını, vaktin darlığından dolayı ilk vaktinde kılmak müstehaptır.
5. Yatsı namazının vakti: Şafağın kaybolmasından başlayıp fecr-i sâdıkın doğmasına kadar devam eden vakittir.
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar erteleyerek kılmak müstehaptır. Gecenin yarısına kadar ertelemekse mubahtır. Fecr-i sâdıkın doğuşunun az öncesine kadar ertelemekse, özür bulunmadıkça mekruhtur.
Bâb: Fecr (Sabah Namazı) Vakti
61- Yahya b. Bükeyr bize anlatarak dedi ki: el-Leys bize Ukayl'den, o îbni Şihâb ez-Zührî'den şöyle dediğini nakletti: Urve bana Âişe'nin (r.anhâ) şöyle dediğini bildirdi:
Mümine hanımlar Allah Resulü (sav) ile birlikte yün giysilere bürünmüş hâlde sabah namazında bulunur, namazı kıldıklarında evlerine dönerlerdi de karanlıktan hiç kimse onları tanıyamazdı.[2]
Şerh
Hiç kimse onları tanıyamazdı" ifadesinin şerhiyle ilgili olarak ed-Dâvûdî şyöle demiştir: Yani erkek mi kadın mı olduklarını kimse bilemezdi. Çünkü görenlere siluet gibi görünürlerdi.
Bir diğer görüşe göre Âişe'yi Fâtıma'dan ayırmak mümkün olmazdı. Nevevî bu görüşü zayıf bularak, örtüye bürünmüş bir kadının gündüz gözüyle dahi tanınamayacağını söylemiştir. Tanımak ancak kişinin kim olduğunu
bilmekle mümkün olduğundan, kim olduğu bilinmeyen birinin -erkek yahuti kadın- olsun tanındığı söylenemez.
Diğer lafızların şerhi için 42 no.lu hadise bakınız.
Hüküm
Bu hadis-i şeriften çıkan hükümleri 42 no.lu hadiste zikretmiştik. Ancak burada İmam Buhârî'nin hadisi bu bâbta zikretmesiyle ilgili olarak sabah namazının ilk vaktinde kılındığına dair bir hüküm çıkmaktadır. Gerçekten de sabah namazının vaktin ilk bölümünde kılınması müstehap görülmüştür.
Ders
Müslüman hanımların da erkekler gibi cami ve mescitleri imâr etmeleri asr-ı saadette yaygın bir gelenekti. Müslüman hanımlar, vakit namazlarında dahi cemaate katılmaya çalışırlardı. Günümüz İslam toplumlarında bu sünnetin iyice zayıfladığı, özellikle ülkemizde teravih namazları dışında hanımların camilere gelmedikleri görülmektedir. Erkek ağırlıklı toplumun oluşturduğu geleneklerin katkıda bulunduğu bu durum, dinimize göre sağlıklı olmamasına rağmen, bu gidişe bir biçimde dur demek de zor görünmektedir. Çeşitli maddi mazeretler bir kenarda tutulmak üzere, kadınların da dinî hayata katılmalarının yararlı olacağı açıktır.
Bâb: Sabah Namazının Bir Rek'atine Yetişen Kimse
62- Abdullah b. Mesleme bize Mâlik'ten, o Zeyd b. Eslem'den, o Atâ b. Yesâr'dan, o Büsr b. Saîd'den, o el-A'rac'dan, o Ebû Hüreyre'den (ra) nakletti:
Allah Resulü (sav) buyurdular ki: Her kim güneş doğmadan sabah namazından bir rekata yetişirse, sabah namazını idrak etmiş olur. Her kim de güneş batmadan ikindi namazının bir rekatına yetişirse ikindiyi idrak etmiş olur.[3]
Şerh
Sabah namazını idrak etmiş olur" ifadesinde geçen idrâk fiili, bir şeye ulaşmak, vâsıl olmak anlamındadır. Burada murat edilen, sabah namazı vaktine yetişmiş olmaktır.
Hadis-i şeriften anlaşılan, bir rekatten dah az kısmına yetişen kimsenin, vakti idrâk edememiş olmasıdır. Vakte yetişmek noktasında özür sahipleri (bayılıp ayılan, hayızdan temizlenen vb.) ile özrü bulunmayanların durumu hakkında da farklı hükümler verilmiştir.
Bazı âlimler ise, özrü bulunmayankimselerin namazı ancak bir rekatına yetişebilecek kadar tehir etmelerini aslen caiz olmadığı hususunda ittifak bulunduğunu kaydetmişlerdir.
Hüküm
Namazların vaktinde kıhnmalarıyla ilgili olarak kabul edilmiş belli hükümler vardır. Buna göre namazları, belirlenmiş vakitlerinde kılmak farzdır.
Vakti girmeden kılınan' namaz muteber olmayıp yeniden kılınması gerekir.
Vakti çıktıktan sonra kılman namaz, vaktinde kılınmış edâ namazı namazı değil, vaktinden sonra kılınmış kaza namazı olarak kabul edilir. Bilmek gerekir ki her namazın kazası olmaz. Örneğin Cuma namazı ve sünnet namazların kazası kılınmaz.
Bir namazın Özürsüz olarak kazaya bırakılması Allah katında ağır bir vebaldir.
Bir namazın son rekatına yetişmek, o vakte yetişmek anlamına gelir. Bir rekattan aşağısı için, örneğin kâdede iken veya selam verilirken yetişmenin hükmü böyledir.
Ders
Allah Resulü (sav) ümmetini namaza teşvik etmek, onlara namazı sevdirmek için elinden geleni yapmıştır. Bu amaçla söylediği hadis-i şerifler ve sünnet uygulamaları hayli çoktur. İşte bunlardan biri de namazını ertelemiş birinin, 'zaten vakit çıkmıştır' düşüncesiyle namaz kılmaktan vazgeçerek vakti kaçırmasını engellemeye dönük bu hadisidir.
Kişi, cemaat ile veya yalnız başına kıldığı namazlarda, bir rekati kılacak kadar vakit görüyorsa namazını hemen kılarak o vakti kaçırmamalıdır.
Bâb: Namazın Bir Rek'atine Yetişen Kimse
63- Abdullah b. Yusuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik bize İbni Şihâb ez-Zührî'den, o Ebû Seleme b. Abdurrahman'dan, o Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle dediğini nakletti:
Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Namazın bir rekatına yetişen kimse, namaza yetişmiştir.[4]
Şerh
Kir bir rekata yetişirse", ifaresinde kastedilen, bütün unsurlarıyla bir rekattır. Bir vakte yetişebilmenin asgari sınırı, o vakit namazının bir rekatına yetişmektir. Bir rekat, kıyam, kıraat, rüku ve secdeden oluşur. Genel kanaate göre bunlardan her hangi birine yetişen, o vakti idrak etmiş sayılmaz.
Hüküm
Bir vaktine namazını idrak edebilmek için, o vakit namazını bir rekatına yetişmek gerektiğini daha önce ifade etmiştik. Yine de Allah Resûlü'nün (sav) "Sizden biri güneş batmadan önce ikindi namazından bîr secdeye yetiştiğinde namazını tamamlasın, güneş doğmadan önce de sabah namazmdan bir secdeye yetiştiğinde namazım tamamlasın" buyruğunda da geçtiği üzere, secdeye yetişmek dahi vakte yetişmek içinde görülmüştür.
Ders
Bu hadis-i şeriften çıkarılacak dersle ilgili olarak 62 no.iu hadise bakınız
[1] Buharı, mevâkîtu's-salât/523, 545-546; Müslim, mesâcid/954-956, 958; Tirmizî, salât/171, cum'a/482; Nesâî, mevâkît/512, 514, 550-553; Ebû Dâvud, salât/349, 759, 946; İbn Mâce, salât/691, ikâmetu's-salât/112; İbn Hanbel, bakî musnedi'I-müksirîn/6918, 6983, 7146, 7224, 7277, 10333; Mâlik, vukûtu's-salât/4, 14; Dârimî, salât/1193-1194.
[2] Buhârî, salât/359, mevâkîtu's-salât/544, ezân/820, 825; Müslim, mesâcid/1020-2022; Tirmizî, salât/141; Nesâî, mevâkît/542-543, sehv/1345; Ebû Dâvud, salât/359; İbn Mâce, salât/661; İbn Hanbel/bâkî musnedi'I-Ensâr/22922, 22967, 24282, 24915, 25025; Mâlik, vukûtu's-saIât/3; Dârimî, saIât/1190.
[3] Buhârî, mevâkîtu's-salât/523, 545-546; Müslim, mesâcid/954-956, 958; Tirmizî, salât/171, cum'a/482; Nesâî, mevâkît/512, 514, 550-553; Ebû Dâvud, salât/349, 759, 946; İbn Mâce, salât/691, ikâmetu's-salât/112; İbn Hanbel, bakî musnedi'l-müksirîn/6918, 6983, 7146, 7224, 7277, 10333; Mâlik, vukûtu's-salât/4, 14; Dârimî, salât/1193-1194.
[4] Buhârî, mevâkîtu's-salât/523, 545-546; Müslim, mesâcid/954-956, 958; Tirmizî, salat/171, cum'a/482; Nesâî, mevâkît/512, 514, 550-553; Ebû Dâvud, salât/349, 759, 946; îbn Mâce, salât/691, ikâmetu's-salât/112; İbn Hanbel, bakî musnedi'l-müksirîn/6918, 6983, 7146, 7224, 7277, 10333; Mâlik, vukûtu's-salât/4, 14; Dârimî, saIât/1193-1194.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder