31 Aralık 2011 Cumartesi

Bu gün Yılbaşı..


Merhabalar
Bu gün yılbaşı bize neleri hatırlatıyor mesleğim muhasebe olduğu için bana  ticari takvim yılı  olduğunu, ekonomi merkezli bir sistemin başlangıç noktası o kadar.
Hrıstiyanlar bile 24 aralıkta Hz. İsaya doğum günü kutlamaları düzenliyorlar yani yılbaşı gecesinin hiçbir manevi değeri yok. Diğer önemli günler var ya dünya kadınlar günü, dünya doktorlar günü vb. batı ekonomi kendini ayakta tutabilmek için uydurdukları suni mutluluklar..Herşeyleri para merkezli maalesef bu bizde de hızla yayılmaya başladı. Burada kıvrak zeka devreye girmesi gerekir ve yılbaşının ne anlama geldiğini bizden olmadığını anlatmak gerekir akademik çalışmalar yapılması lazım..
Netice olarak bu gece saat 00.00 da yeni yıla girerken işlenenecek günahları düşünecek olursak, islam aleminde muhalefet olsun diye Mekke'nin fetih günü kutlamaları yapar. Benim yıllardır yaptığım bir geleneğim hanımlar biraraya gelir kur'an okuruz eşleri gece gelir hanımlarını alır evlerine götürürdü. Üç senedir yapamıyorum ama bu gece dergahımız da inşaallah kur'an, sohbet ve zikir halkaları kurulacak (genç talebelerime Havar Geylani yapıcaz derim Kurtlar Vadisinde ki gibi sağolsun beni kırmazlar gelirler ve çok sevdiler biz hanımlar arasında zikrediyoruz.)





Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisi şeifinde
-“Allah buyuruyor ki:Kulum bir kötülük yapmak istediği zaman, onu işleyinceye kadar onu yazmayınız, eğer onu işlerse ona aynısını yazınız, benim rızam için onu terkederse onun için ona bir iyilik yazın, eğer bir iyilik yapmak isterde onu yapmazsa onun için bir iyilik yazın, eğer onu yaparsa onunu için ona on iyilikten yediyüz kata kadar iyilik yazın.”Buhari’

2012'ye zikirlerle ve dualarla giricez inşaallah ömür sermayimiz tükeniyor Allah'a ulaştıracak ilim ve amel ile meşgul olmak dileğiyle Allah'a Emanet Olun..

Yılbaşında Neler Yapmalıyız..

Merhabalar
Bu gün yılbaşı bize neleri hatırlatıyor mesleğim muhasebe olduğu için bana  ticari takvim yılı  olduğunu, ekonomi merkezli bir sistemin başlangıç noktası o kadar.
Hrıstiyanlar bile 24 aralıkta Hz. İsaya doğum günü kutlamaları düzenliyorlar yani yılbaşı gecesinin hiçbir manevi değeri yok. Diğer önemli günler var ya dünya kadınlar günü, dünya doktorlar günü vb. batı ekonomi kendini ayakta tutabilmek için uydurdukları suni mutluluklar..Herşeyleri para merkezli maalesef bu bizde de hızla yayılmaya başladı. Burada kıvrak zeka devreye girmesi gerekir ve yılbaşının ne anlama geldiğini bizden olmadığını anlatmak gerekir akademik çalışmalar yapılması lazım..
Netice olarak bu gece saat 00.00 da yeni yıla girerken işlenenecek günahları düşünecek olursak, islam aleminde muhalefet olsun diye Mekke'nin fetih günü kutlamaları yapar. Benim yıllardır yaptığım bir geleneğim hanımlar biraraya gelir kur'an okuruz eşleri gece gelir hanımlarını alır evlerine götürürdü. Üç senedir yapamıyorum ama bu gece dergahımız da inşaallah kur'an, sohbet ve zikir halkaları kurulacak (genç talebelerime Havar Geylani yapıcaz derim Kurtlar Vadisinde ki gibi sağolsun beni kırmazlar gelirler ve çok sevdiler biz hanımlar arasında zikrediyoruz.)





Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisi şeifinde
-“Allah buyuruyor ki:Kulum bir kötülük yapmak istediği zaman, onu işleyinceye kadar onu yazmayınız, eğer onu işlerse ona aynısını yazınız, benim rızam için onu terkederse onun için ona bir iyilik yazın, eğer bir iyilik yapmak isterde onu yapmazsa onun için bir iyilik yazın, eğer onu yaparsa onunu için ona on iyilikten yediyüz kata kadar iyilik yazın.”Buhari’

2012'ye zikirlerle ve dualarla giricez inşaallah ömür sermayimiz tükeniyor Allah'a ulaştıracak ilim ve amel ile meşgul olmak dileğiyle Allah'a Emanet Olun..

ALLAH, Esma-ül Hüsna Allah Lazı


1- ALLAH

Güneş, yedi renkten meydana gelir. Tek renk halinde görünür. Ama tabiatta milyonlarca renk cümbüşüne dönüşür. “Allah” ismi, bütün “el-Esmâ-ül-hüsnâ'sının manasını kendinde toplayan bir isimdir. Altı milyar in­san, Allah'a inanır. Ancak Allah'ın isimleri, sıfatları ve fiillerinde herkes kendi ufku kadar Allah'a sınır çizer.

Biz ise, aklımızla Allah'a sınır çizmek, tarif etmek yerine, Rabbimiz Kur'anın'da kendini bize nasıl tarif etmişse öyle inanırız. Bizim imanımızın daha sağlam ol­duğunu söylememiz bundan kaynaklanmaktadır.

“Rahman, Rahim, Gaffar, Kahhâr isimleri Allah'ın gü­zel isimlerindendir” diyoruz da “Allah ismi, Rahman’ın isimlerindendir” demiyoruz. Bu da gösteriyor ki, bütün güzel isimlerin ma'nası “Allah” ismi içinde toplanmıştır. Onun için K. Kerim'de, “Allah” ismi 2697 defa tekrarlanmıştır. Diğerleri bir veya birkaç defa tekrarlanmışlar.

Şerhini yaptığımız Tirmizi hadisinde geçen “el-Esma-ül-Hüsna” Kur'an-ı Kerim'de 3787 defa tekrarlanmakta.

Kur'an'da geçip de Tirmizi hadisinde geçmeyen “el-Esma-ül-Hüsna'da” 1055 defa tekrarlanmaktadır.

Rabbimizi işaret eden, O, Ona, Onu, Ondan, Sen, Seni, Sana, Senden, Senin için zamirleri bu sayıya dahil değildir.

Kur'an-ı Kerim'i okuyan bir mü’min zamirler hariç el-Esma-ül-hüsna ile Rabbini 4842 defa zikretmekte. Kur'an'da Firavun'un adı 74 defa geçmekte.

Biz de tebliğimizi yaparken 4842 defa Rabbimizi, Onun kitabını tanıtacağız, Rasulünün yolunu gösterece­ğiz. Bu arada kendini ilah yerine koyanları ve onun ar­dından gidenleri 74 defa uyaracağız.

Kısaca Allah'ı anlatacağız, Şeytanı değil.

Kelam sıfatının “Kün=ol” emriyle, kainat yaratılmış­tır. El-esmâ-ül-hüsnâ'sıyla varlığa tecelli etmiştir. Güneşin aynada göründüğü gibi tecelli etmiştir. Hz. Ali (r.a): “Nereye baksam Allah'ın san'atını, kudretini, ilmini görürüm” diyor.

Rabbimiz: “Allah'ın nimetlerini hatırlayın ve yeryü­zünde karışıklık çıkararak bozgunculuk yapmayın” buyurur.[16]

Bir haftalık çocuğunuzu, nasıl, dikkat ederek, hiçbir tarafını incitmeden severseniz, çiçekli bir bahçede dolaşırken çiçekleri ezmeden gezerseniz, yeryüzünü dolaşırken de “Bu dağlar, bu taşlar, bu kuşlar, bu denizler, bu yıldızlar, bu çiçekler, bu böcekler Allah'ındır” diye­rek dikkat edeceksiniz.

Sevdiklerinizin çocuklarını, çiçeklerini korursunuz. Rabbiniz ise, sizin bütün sevdiklerinizi yaratandır. Kainat dediğimiz “Evren” Rabbimizin mülküdür. Allah'a iman eden O'nun mülkünü korur. Şirkle, isyanla, inkârla, israfla o mülkü kirletmez.

Çatık kaşlı, asık suratlı, cimri bir zenginin köşkünün bahçesinde kahve içen Neyzen Tevfik, ağzına gelen balgamı atmak için sağına bakar gül var, soluna bakar süm­bül var, önü ardı her taraf çiçek. Tükürecek yer bulama­yınca ev sahibinin yüzüne tükürmüş ve “Daha uygun yer bulamadım” demiş.

Yunus'un “Sordum sarı çiçeğe” ilahisinde söylediği çiçeklerin “Allah” diyerek açtığını, derelerin “Allah” di­yerek aktığını, rüzgarların “Allah” diyerek estiğini dü­şünen insan, havayı kokuşturamaz, dereyi kirletemez.

İşte Rabbimizin, Kur'an'ın'da birinci derecede iman üzerinde durması bundandır. Günümüzde paraya tapan­lar, para putunu kasasında tutmak için “İktisad” adı al­tında sanayi artıklarını temizlemeye yanaşmayıp, para putunu çevreyi korumak için harcayamadığından denizdeki balıkları, havadaki kuşları, dağlardaki ağaçları ku­ruttular.

Halk uyanmadan, kendileri ucuz paralarla “çevreci dernekleri” kurdurup halkın gözlerini başka yerlere çek­meye çalışıyorlar. Allah'a iman eden herkes Allah'ın mülkünü korumakla görevlidir.

Allah'ımız yalnız Müslümanların Allah'ı değildir. Bütün alemlerin Rabbidir.

Her gün namazımızda kırk defa bunu tekrarlıyoruz. Evrensel dinin mü’minleriyiz. Alemlere rahmet olan peygamberin rahmet ümmetiyiz. Avrupa birliğindekiler, Amerika'dakiler, Afrika, Japonya ve tüm dünyadakiler, aynı güneşte ısınırlar, aynı Allah'ın kullarıdırlar. Hz. Adem'in çocuklarıdırlar.

Efendimiz: “Allah yeryüzünü bana dürdü/topladı, doğusunu da, batısını da gördüm. Bana dürülen o yerlere, yeryüzünün doğusuna da, batısına da ümme­tim sahip olacaktır” buyurmuş.[17]

Alemlerin Rabbi Allah'a ve alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammede (s.a.v.) iman edenlere yeni ufuklar açılıyor. Hayırlı olsun. [18]



Kaynak


[16] A'raf: 7/74.


[17] Müslim fiten bab 5, Hadis 2889, Ebu Davud fiten 1 hadis 4252, Tirmizi fiten Hadis 2203, İbni Mace fiten hadis 3952.


[18] Mahmut Toptaş, el- Esmaü’l-Husnâ Şerhi, Cantaş Yayınları, İstanbul, Aralık 2000: 24-27.

KIBLE SAATİ NEDİR?


KIBLE SAATİ NEDİR?
Kıble saati kısaca; güneşe bakılarak kıblenin tespit edilebildiği saattir. Güneşin, bulunduğumuz yerin kıble açısına veyâ belli bir açı farkına (900-1800 gibi) denk geldiği vakittir.

Meselâ Türkiye ve Avrupa ülkelerinde; Namaz vakitleri cetvelinde gösterilen şehrin o günkü kıble saati vaktinde, güneşe doğru yönelen kimse, kıbleye dönmüş olur. Kıble saati aynen namaz vakitleri gibi, güneşin azimut ve deklinasyonuna göre farklılık arz ettiği için her şehirde ayrı ayrı olmak üzere; günlük olarak değişmektedir. Kıble istikâmetinin pratik olarak tespitinde kıble saati en pratik ve sıhhatli metottur. Çünkü;


a) Öncelikle sıhhatli yön gösterebilecek teknik âletler herkesin elinde bulunamayabilir.

b) Günümüzde her alanda olduğu gibi manyetik alanda da kirlenmeler olmuştur. Bu sebeple pusulalar da sapma göstermektedir. Kıble tayininde de bu sapmalardan kurtularak, kesin ve hatasız tespit için kıble saati kullanmak en uygun yoldur.
Meselâ bina içinde pusula ile ölçüm yaptığınızda bunun yönünü saptıran pek çok unsurla karşılaşılır. Binanın yapısında bulunan demirler, elektrik–telefon kabloları, su, kalorifer ve yangın söndürme boruları ile cep telefonları, telsiz, radyo ve televizyon dalgaları ve sâir faktörler pusulanın gerçek yönden sapmasına sebep olur. Pusula ile sıhhatli ölçüm büyük şehirlerde neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Bu sebeple günümüzde kıble tayinini kıble saati ile yapmanın daha isabetli olacağı görülmektedir.

Kıble saatleri sadece adı geçen şehir için geçerlidir.

Namaz vakitlerinde uygulanan fark cetvelleri, kıble saatleri için kesinlikle kullanılamaz.
Dünyâdaki bâzı yerlerin coğrafî mevkiinin yâni enlem ve boylamının, yerkürenin hareketlerinin ve dünyânın eğiminin bir gereği olarak gündüzün güneş kıble açısına denk gelmez. Bu vaziyet, bâzı ülkelerde bütün yıl boyunca sürdüğü gibi bâzı yerlerde de yılın belli günlerinde meydana gelmektedir. Hâliyle bu gibi yerlerde normal Kıble saati hesaplamak imkanı da yoktur. Buralar için Kıble saati olarak; Kıble Sağ, Kıble Sol veyâ Kıble Arka gibi kavramlarla ifade edilen vakitler kullanılır.

Kıble Sağ: Güneş, kıble açısının 90 derece sağına geliyorsa, Kıble Saati, Kıble sağ olarak verilir. Bu gibi yerlerde, bir kimse belirtilen zamanda güneşi sağ tarafına aldığında yüzünü kıbleye dönmüş olur.


Kıble Sol: Güneş, kıble açısına gelmediği gibi, kıble açısının 90 derece sağına da değil, aksine 90 derece soluna geliyorsa, Kıble Saati, Kıble sol olarak verilir. Buralarda yaşayanlar belirtilen zamanda güneşi sol taraflarına aldıklarında yüzlerini kıbleye dönmüş olurlar. Senenin bütün günlerinde güneş kıble istikametine gelmediğinden Avustralya için "Kıble Sol" kullanılmaktadır. Kıble Arka: Güneş kıble açısına gelmediği gibi, kıble açısının 90 derece sağına-soluna da gelemiyor, aksine güneş kıble açısının 180 derece uzağına gelebiliyorsa, Kıble Saati; Kıble Arka olarak verilir. Buralarda yaşayanlar, belirtilen zamanda güneşi arka taraflarına aldıklarında yüzlerini kıbleye dönmüş olurlar. Bütün sene boyunca güneş kıble istikâmetine gelmediğinden Amerika için "Kıble Arka" kullanılmaktadır.


Kıble saati kısaca; güneşe bakılarak kıblenin tesbit edilebildiği saattir.


Güneşin, bulunduğumuz yerin kıble zaviyesine (açı­sına) denk geldiği dakikada güneşe dönen kimse kıble­ye dönmüş olur. Namaz vakitleri gibi günlük olarak de­ğişir. Kıble tesbitinde en sıhhatli yoldur.


Dünya kıble günleri ise, aynı kıble saatinin bütün dünyâ için geçerli olduğu hususî günlerdir.


Senede iki defa, 28 Mayıs (Türkiye saati ile) 12.18'de ve 16 Temmuz saat 12.27de güneş tam Kâ'be-i Muazzama üzerinde bulunur. Bu iki vakitte, dünyânın o anda gündüz olan yerlerinden herhangi birinde güne­şe dönen kimse, aynı zamanda Kâ'be-i Muazzama'ya yani KIBLE'ye dönmüş olur. Böylece bir yerin kıble yönü kolayca ve isabetli olarak tâyin edilebilir.


Bu sebeple, 28 Mayıs ve 16 Temmuz târihleri, Dün­ya Kıble Günü olarak kararlaştırılmıştır.


Fazilet Takvimi

30 Aralık 2011 Cuma

RAHMAN'IN MİSAFİRLERİ , HACCIN FAZİLETİ VE İNCELİKLERİ




RAHMAN'IN MİSAFİRLERİ (Haccın Fazileti ve İncelikleri

Elhamdü lillâhi rabbil âlemîn... Alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidil evvelîne vel âhirîn... Senedinâ ve mededinâ muhammedinil mustafâ ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin zevis sıdkı vel vefâ...Emmâ ba'd:

Aziz ve muhterem kardeşlerim!.. Evvelâ, her zaman, her yerde ve her hal üzere Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne hamd ederim. Hamd ü senâlar olsun... Çünkü,

(Elhamdü lillâhi alâ külli hâl.) "Her hâl ü kârda kadir-i mutlak, mâlikül mülk, rabbül âlemîn o olduğu için, hamd onadır."

Ama bizim ayrıca, ne kadar Rabbimize hamd ü senâ ile beraber şükreylesek, şükr ü senâ eylesek, ne kadar şükretsek azdır. Çünkü, Allah CC bizi nice bâdirelerden geçirdi, nice vartalardan atlattı, nice sıkıntılardan kurtardı, nice geçilmez surlardan aşırdı... Uzak diyarlardan, denizlerin üstünden uçurdu. Karlı dağların tepesinden geçirdi. Habîb-i Edîb'inin şehrine getirdi, kondurdu bizi... Kerâmet bu!.. Allah'ın büyük ikrâmı bu... Eskiden bir insan böyle bir şey yaptığı zaman, dillere destan olurdu. Büyük kerâmet!..

Herkese, hepimize Allah-u Teâlâ Hazretleri nasib eyledi de böyle, şu kâinâtı yaratan âlemlerin Rabbinin elçisinin ve habîbinin şehrine, yanıbaşına, dizi dibine bizi getirdi. En sevdiği kul, peygamberlerin serveri ve mahlûkatın eşrefi ve kâinâtın sebeb-i hilkati olan bir mübârek zâtın dizinin dibine, kabrinin yanına, şehrinin içine, Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi nasîb eyledi, getirdi.

İbrâhim ibn-i Edhem Hazretleri diyor ki:

(İlâhî, abdükel âsî etâkâ) "Yâ Rabbi, şu âsî kulun kalktı, işte senin huzuruna geldi. (Mukırran bizzenbi fekad deâkâ) Evet, hatasını biliyor, suçlu, günahlı... Onun için boynu bükük, mahcub ama, sana duâ eder bir vaziyette geldi yâ Rabbî!.." diyor. Ve bir yerinde de diyor ki:

(Fein tağfir, feente ehli lizâkâ) "Evet, kusurlu kulum, günahlı kulum, huzuruna geldim..." Hatasını da biliyor. Aczini, hatasını, kusurunu da mu'terif... Suçlu olduğunu da biliyor. Gözü yerde, boynu bükük... Gözü yaşlı... "Eğer affedersen, sen affedicisin, gaffârüz zünûbsün yâ Rabbî; affedersin. (Ve in tatrud, ve men yerham sivâkâ) Yâ Rabbî, kapından kovarsan ben nereye gideyim?.. Artık bana kim merhamet eder yâ Rabbî?.."

Yâni, bu ne demek?.. "Yâ Rabbî, gitmem başka kapıya... Başka gidecek yerim yok ki yâ Rabbî!... Ne kadar suçlu olsam, ne kadar günahkâr olsam, başka bir kapı yok ki!.. Yapışırım buraya yâ Rabbî, gitmem! Affedinceye kadar bu kapıda dururum, kapıyı bırakmam, eşikten ayrılmam; sana yalvarmaya devam ederim."

Muhterem kardeşlerim! Allah, dua edilmeyi seviyor ve dua etmeyene gazab ediyor. Yâni suçlu olmak mühim değil, günahkâr olmak mühim değil, kabahatli olmak mühim değil... Mâzîsinin karanlık olması mühim değil... Affediyor Allah!..

(İnnallahe yağfirüz zünûbe cemîâ.) Günahların hepsini birden, toptan affedebiliyor, affeder. Ve bir de buyurmuş ki:

(Lâ taknetû min rahmetillâh.) "Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin!" Ümid kesmeyi de yasaklamış. "Benim ümidim yok, beni Allah affetmez! Çünkü, benim suçum çok... Benim hiç ümidim kalmadı artık... Benim Allah'ın rahmetine ermeye ümidim yok!" demek haram, yasak, memnû... Yok öyle şey... Çünkü Allah-u Teâlâ Hazretleri, Kur'ân-ı Kerîm'inde (Lâ taknetû min rahmetillâh.) "Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin!" diyerek bunu yasaklamış.

Şimdi Allah nasib ederse, o Beytullah'a da gideceğiz. Ben şöyle başımı kaldırır da ordaki ayetleri okuyarak tavaf ederken, tutamam kendimi... Kalbim katı ama, gözlerimin yaşına dayanamam. Çünkü orda, o Kâbe'nin Hacerül Esved'inin ordan, altın kapısının önünden dönüp de, --ordaki yazılar çok karışık; işte o örtüyü yaptıran hükümdarın ismi vesâiresi var-- şöyle Altınoluk tarafına döndünüz mü, orda yazıyor ki:

(Nebbi' ibâdî, ennî enel gafûrur rahîm.) "Ey kulum! Kullarıma haber ver ki, gafûr ve rahîm olan benim!.. Çok affededen, çok mağfiret eden, çok merhametli olan benim!.. Kullarıma bunu bildir!" Ona dayanamıyorum yâni... "Yâ Rabbî! Senin ayetini yazmışlar buraya, bu Kâbe'nin örtüsüne ki, ne büyük müjde... Sen gafûr ve rahîm olduğunu, senin beytini tavaf edenlerin böylece gözünün önüne yazdırmışsın! Müjdeliyorsun ki, affedicisin, mağfiret edicisin!.."

Muhterem kardeşlerim! Bir çok insana nasib olmuyor buraya gelmek... Ne bakımdan nasîb olmuyor?.. Kimisi, buraların gelinecek kıymetli bir yer olduğunu idrak etmekten gafil olduğu için gelmiyor buralara... "Allaaah... Arab'ının yanına mı gidilir?.. Amaaan, çöllere mi gideceğim?.. Amaaan, ne Arab'ın yüzü, ne Şam'ın şekeri!.. Eksik olsun, bilmem ne..." filân. Laflar böyle... Boğazda, Emirgân'da gezecek, Tarabya'da eğlenecek... Çamlıca'da içecek... vs. O burayı sevmiyor, buranın güzelliğini anlamıyor. Tamam... Allah anlattırmazsa, kimse anlayamaz. Allah çağırmazsa kimse gelemez. Yırtsa ortalığı, yeri göğü yıksa, Allah nasib etmeyince de gelinmez.

Şimdi, muhterem kardeşlerim, sizin her birinizin bir adı var, bir kartviziti var... Bir yerdesiniz, hatırlı bir insansınız, itibarlı bir kimsesiniz. Burda en büyük sıfatınız ne biliyor musunuz?.. Şöyle size bir kartvizit verseler burda, sıfatınız ne biliyor musunuz?.. (Duyûfur rahmân) Siz "Rahmân'ın Misâfirleri"siniz.

(Merhaben biduyûfur rahmân!) "Ey Rahmân'ın misafirleri, merhabâ! Hoş geldiniz!.." diye yazmışlar yollarda...

Bugün bir mübârek zâtın ziyâretine gittik burda... Yaşlı, 87 yaşında adam... Mübârek nur olmuş artık... Burda böyle, Peygamber Efendimiz'in şehrinde senelerce kalmış... Sofra çok çeşitliydi. Dedim ki, "Dilenciye bir kap yemek verirler, küflü ekmek verirler, 'Kapının önünde ye bunu!' derler. Bir kap yemek karnını doyurur, yeter. Biz fakiriz, dervişiz. Siz bize çok yemek çıkarttınız!" dedim. O da dedi ki: "Siz Duyûfur Rahmân'sınız, biz de hâdimleriniziz, hademeyiz!" dedi.

Kıymetinizi bilin muhterem kardeşlerim!.. Duyufur Rahmân'sınız, yâni Rahmân'ın misafirlerisiniz. Allah size dâvet çıkarmış, nasib etmiş.

Din kitaplarımız rivâyet eder ve Kur'ân-ı Kerim'de ayet-i kerîme var ki, Allah-u Teâlâ İbrâhim AS'a:

(Ve ezzin finnâsi bilhacci ye'tûker ricâlen ve alâ külli dâmirin ye'tîne min külli feccin amîk.) "Ey İbrâhim! İnsanlar arasında elini kulağına koy seslen!.. Bu mübârek beyti ziyaret etmelerini onlara bildirmek için, onları buraya davet etmek için sen seslen!" Demiş ki, "Yâ Rabbi, benim sesim nereye kadar gider ki?.. Ben nasıl duyuracağım bu insanlara?.. Burası ekin bitmez bir vadi...

(Rabbenâ innî eskentü min zürriyetî bivâdin gayri zî zer'in) Ekinsiz bir vâdiye, taşlık bir vâdiye bu İsmâil AS'ı, Hâcer valideyi bırakmış. İnsan yok...

"--Burada ben insanlara nasıl duyuracağım?" deyince, Allah-u Teâlâ Hazretleri:

"--Yâ İbrâhim, sen seslen bakalım! Seslenmek senden, duyurmak benden..." buyurmuş.

Şimdi biz, nasib olmuş, kalkmışız gelmişiz. Bilseniz ki, sizin buraya gelmeniz için, bu bizim İskender Paşa Turizm firmasının yetkilileri öldüler hepsi... Cenâze namazlarını kaç defa kıldık. Ondan sonra dirildiler, ayağa kalktılar, buraya geldiler. Bunların hepsi birkaç defa öldüler öldüler, dirildiler.

Bunlar Azerbaycan'a gittiler... Bunlar Almanya'ya gittiler... Bunlar başka yerlere gittiler. Maksad neydi?.. Sizleri Türkiye'de bırakmamak... "Mâdem söz verilmiş, bunları getirelim!" diye... Öldüler öldüler, dirildiler ama, Allah nasib etti. Demek ki nasibiniz varmış, buraya geldiniz; Peygamber Efendimiz'in şehrine...

Şimdi burda, Peygamber Efendimiz'in şehrinin mescidinin duvarına, dedelerimiz Peygamber Efendimizin bir hadis-i şerifini yazmışlar. Buyuruyorlar ki:

(Salâtün fî mescidî hâzâ) "Şu gördüğünüz benim mescidimde kılınan bir namaz, (hayrun elfe salâtin fî mâ sivâhü) başka yerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır."

"--Ama hocam, Peygamber Efendimiz'in kurduğu mescid buraları mı?.."

Haaa, Efendimiz onu da söylemiş: "Bu mescid, kalabalık arttıkça genişletilse, duvarları Yemen'e kadar genişlese, yine benim mescidimdir." Onda şek şüphe yok!.. İster Suud yapsın, ister Osmanlı yapsın... İster şu veya bu yapsın.

Bugün gittiğimiz zat diyor ki, hani ayet-i kerime inmişti ya:

(Len tenâlül birre hattâ tünfiku mimmâ tuhibbûne) "Sevdiğiniz malları, paracıkları; o biriktirdiğiniz altınları, gümüşleri, elmasları, zînetleri Allah yolunda infak etmedikçe müttakî kul, birr ü takvâ sahibi kul sıfatına sahib olamayacaksınız. Kesenin ağzını açmadıkça, cömert olmadıkça Allah'ın sevgili bir kulu olamayacaksınız." Yâni, cömert olmak lâzım... Yâni, hayırsever olmak lâzım...

Canı gibi sevdiği, göz bebeği malı vermek zor... "Mal canın yongası..." derler. Canın yongası ne demek, bir parçası demek... Yonga, parça demek. Yâni insanın malından biraz alacak olsan, canından can kopartmış gibi olur. Çimdiklesen, insanın eti kopmaz, sadece acır, sıkışır. Malından bir parça koparıp aldın mı, canından bir parça almış gibi olur. Zor... Ama, Allah rızası için verirse, o zaman Allah'ın sevgili kulu oluyor.

Bunun üzerine, Ebû Talhâ RA gelmiş, demiş ki: "Yâ Rasûlallah, ben bu ayeti duydum ya; şu içinde hurma ağaçlarının olduğu, cıvıl cıvıl kuşların öttüğü, kuyusu olan, sevdiğim bir bahçem var... Şu kadar hurma ağacı var içinde... Verdim Allah rızası için... Bu ayetin aşkına verdim bunu yâ Rasûlallah!.." demiş.

Ebû Talhâ Hazretleri'nin bostanı bu... Şimdi mescidin içinde... Şu mescidin direklerinin arasında, arka taraflarda bir yerde... Kadınlar kısmında kalıyor galibâ... Yâni, ölçüsünü de tam ölçemiyoruz; çünkü, çok büyüdü mescid, elhamdü lillâh...

Bir de üst katı var... Yan taraflarda çıkmak için yürüyen merdivenler var... Üst kata bir çıkın, bayılırsınız. Mutlaka bayılırsınız orda... Yukarıda yıldızlar... Püfür püfür rüzgâr esiyor. Geceleri, akşam ve yatsıda açıyorlar. Çok güzel...

O zaman mescidden ne kadar uzaktaymış bahçe; şimdi Peygamber Efendimiz'in mescidinin içine katılmış oldu...

Bizim Hocamız cennetmekânla, gelince misâfir kaldığımız evler vardı; şimdi mescidin içi oldu. Büyüdü mescid, elhamdü lillâh...

Muhterem kardeşlerim! Buraya insan her zaman gelemez. Belki bu gelen kardeşlerimizden bazısının ilk ve son gelişi olacak. Herkes her zaman gelemez ki!.. Ya para bulamaz, veya vakit olmayabilir, ya da müsaade de çıkmayabilir. Veyahut da harp darp olur, istese de insan gelemeyebilir.

Ben askere gitmiştim. Askerdeyken maaşlara zam gelmiş; bizim zamsız aldığımız zamanların parasını biriktirmişler. Ben askerden geldim. Üniversiteden dediler ki, --Allahu a'lem, ondörtbin lira mı, onyedibin lira mı bir para-- "Eksik aldığınız maaşların tamamı bu!" dediler.

O zamana kadar, o kadar para görmemiştim ben... Dedim ki, "Şimdi ben zengin oldum. Ne yapayım, ne yapayım?" dedim. Zengin ne yapar?.. Hacca gider. Tamam... Bir dilekçe yazdım, üniversite rektörlüğüne: "Hacca gideceğim için, şu tarihler arasında bana müsaade verilmesini arz ederim." dedim.

Niye böyle dobra dobra söyledim?.. Hac o zaman kışa geliyordu. Karda, kışta öksürükten, biz yirmi gün, yirmibeş gün hasta yatıyorduk. Titriyorduk buralarda... O kadar soğuktu o seneler... Şimdi güzel, lâtif havası... Niye böyle dedim?.. İzin vermezler ya, üniversitede mektep, medrese tahsil devam ediyorken, talebelere ders veriliyorken hocayı gönderirler mi?.. Göndermezler ama, ben de kurnazlık yapıyorum. Eğer haccedemeden ölürsem, --o sene öldüm meselâ, hac yapamadım, öldüm-- diyeceğim ki: "Yâ Rabbi, ben dilekçe vermiştim, onlar müsaade etmemişlerdi." Niyetim bu, maksadım bu... Dobra dobra onun için yazdım.

Rektör dekana demiş ki, "Yâ söyleyin şu mübareğe, dilekçesini değiştirsin." Böyle dobra dobra, hacca gideceğiz denilir mi o devirde?.." Değiştirdik. "Peki, nasıl istiyorsa öyle yazalım!" dedik. Yazdık işte inceleme, araştırma vs. Biz de Allah'ın rahmetini araştırıyoruz buralarda, onun için dedik. Dilekçeyi değiştirdik, çıktık geldik. Neden?.. Ya gelirim, ya gelemem! Ya ölürüm, ya kalırım!..

Onun için insan, eline fırsat geçti mi gelecek. Tamam, iyi yapmışsınız, gelmişsiniz. Bir daha ya geliriz, ya gelemeyiz. Tekrar tekrar gelmeyi Allah nasîb eylesin, müyesser eylesin... Bu Peygamber efendimiz'in kabrini ziyaretler nasîb eylesin... Mescidinde namaz kılmayı nasîb etsin...

Muhterem kardeşlerim, burada namaz bin misli... Amma, Kâbe'nin etrafındaki Mescid-i Haram denilen Mekke'deki mescidde, yüzbin misli... Yâni, orda bir namaz kıldın mı yüzbin misli oluyor.

Bir şey var, onu ayrıca söylemek lâzım, bastıra bastıra söylemek lâzım: Sevaplar çok olduğu gibi, günahlar da çok!.. Burda bir günah işlerse insan, başka yerde işlediği günahtan bin misli fazla günah yazılır. Yakışmaz burda günah... Harama bakmak yakışmaz, haramı düşünmek yakışmaz... Kavga yakışmaz, gürültü yakışmaz... Gıybet yakışmaz, dedikodu yakışmaz... Haram lokma yemek yakışmaz. Burda insan cezâsını pattadak bulur.

Avustralya'dan bir arkadaşımız gelmiş. Geldiği gün otelin yanındaki bakkaldan alışveriş yapmış. Süt almış, ayran almış, ekmek almış, vs. almış; parasını çıkartmış vermiş. Gelmiş; otelde yemiş içmişler. Bir hafta sonra el çantasını aramış, yok... Aramış, yok... "Uçakta yanıma almıştım, uçaktan çıkarken dikkat etmiştim. Paraları, pasaportu içine koymuştum; banka cüzdanı içindeydi. Buraya kadar geldim. Acaba alışveriş yaptığım bakkalda mıdır?.."

İbretli bir hadise, olmuş bir hadise muhterem kardeşlerim!.. Kalkmış, bakkala gitmiş. Demiş ki:

"--Ben yedi gün önce buraya geldiğim zaman, alışveriş yapmıştım. Burada çantamı unutmuş olabilir miyim diye hatırıma geldi. Böyle bir şey kalmış mı burda?.." --Yâni ya burda, ya Mekke'de oluyor; ikisi de mübârek, Allah'ın sevdiği mukaddes araziler bunlar...-- Adam demiş ki:

"--Hayır hayır!.. Zaten biz bu dükkânı yeni devraldık, bir iki gün oldu. Geçen hafta biz yoktuk!" demiş.

"Baktım hocam," diyor, "geçen hafta alışveriş yaptığım adam... Tanıdım. Yalan söylüyor. Yalan söyleyince içime bir şüphe düştü. Ben şöyle dükkâna göz gezdirmeğe, dükkânın içinde yürümeğe başladım. Ben tezgâhın dışından dükkânın içine doğru yürüyorum, o da tezgâhın arkasından benim yürüdüğüm yöne doğru yürüyor. Tâ içeriye kadar böyle bakına bakına gittim. Tâ dip köşede, o kadar kalabalığın arasında, seccâdelerin, eşyaların altından, çantamın ucunu Allah bana gösterdi." diyor.

"Balıklama atladım, çantamı almak için... Adam da benim üstüme atladı. Al alta, üst üste kalıp polislik olduk... Dedim ki, çanta benim; işte böyle olunca böyle oldu..." Tabii açmışlar. İçindeki eşya bu şahsın, dükkâncı yalan söylüyor. İncelemişler ki, adam o çantayı almış, Riyad'a kadar gitmiş. Riyad'dan Avustralya'daki banka hesabını çekmeye çalışmış. Bilmem kaç bin dolar; kırk mı, elli mi, seksen mi neyse o kadar dolar parayı çekmeye çalışmış. Onlar da çıkmış ortaya... Yakalanmış, hapse tıkılmış.

Buraya ticaret için gelmiş adam... Yemen'den mi, başka bir yerden mi?.. Suud'lu değil, ticaret için gelmiş. Bakın, Allah burada hainliğe müsaade etmiyor, görün ki nasıl cezalandırıyor. Yakalanmış ve hırsızlık suçundan eli kesilecekmiş.

Onun için, burda sevaplar fazla, sevaplı yerdir; sevap işlemeye gayret edelim!.. Günahlar da büyük yazılır; günah işlememeğe çalışalım!.. Gönlümüzü de pak eyleyelim, temiz tutalım, kötü şeyi düşünmeyelim!.. Hayır işleyelim, ibâdet edelim!.. Namazları Mescid-i Nebevî'de kılmağa çalışalım!.. Çarşı pazarda vakti harcamayalım, zamanımızı değerlendirmeye çalışalım!..

Şimdi biz tabii evvelâ Medine'ye geldik. İstanbul'dan uçtuk, Medine'ye indik. Daha evvel hac yapmayanlar bunun mânâsının hiç farkında değildir, hiç bilmez. Mekke'ye inse ne olurdu, Cidde'ye inseydi ne olurdu?.. "Şimdi ben Medine'nin havaalanına inmişim, ne olmuş yâni?.." hiç bilmez. Ama ben size söyleyeyim ki, Cidde havaalanına böyle hacca yakın zamanlarda indiğimiz zamanlar, ondört saat beklediğimizi bilirim. Bekle Allah'ım bekle... İnsanın sabrı taşar, sigortası atar. Gözü döner, ağzı bozulur. Allah korusun, şeytan aldatır insanı... "Hay bu Arab'ın bilmem nesi de!" filân diye başlar, çeşitli günahlara girer. Ondört saat beklersiniz, şu mühürler vurulacak, şu pasaport elimize verilecek de, şu sevdiğimiz yere gideceğiz diye... Orda bekleme, burda bekleme; dışarlarda perişan olursunuz.

Burda şimdi biz iki saatte çıktık. A'zâmî iki saatte her işimiz bitti, otobüse atladık geldik. En aşağı beş misli büyük ikrâm Medine'ye gelmek... Herkese nasîb olmuyor. Cidde'ye inenleri buraya göndermiyorlar. Şimdi biz buradan Peygamber Efendimiz'i ziyaretle işe başladık; güzel... Lütufla başladık, rahatla başladık.

Şimdi, bu motellerin de kıymetini bilmezsiniz siz!.. Düşünürsünüz kendi evinizi... Ne kadar geniş olduğunu, her türlü konforun olduğunu düşünürsünüz, beğenmezsiniz ama, bunlar saray gibidir. Bunu bu hac mevsiminde dışardaki insanlardan anlayabilirsiniz. Kimisi dışarda yatar... Yiyecek bulamaz, içecek bulamaz, yatacak yer bulamaz... Su bulamaz. Eskiden bulunmazdı. Şimdi sular hiç kesilmiyor, şakır şakır akıyor.

Su kıtlığı vardı eskiden... Bir gusül abdesti abdesti alıp, Peygamber Efendimiz'i ziyaret etmek bir meseleydi. Mekke'de apartmanlarda hacılar guslederlerken sular kesilirdi. Kamyon gelecek, depoya su dolduracak... "Aman suyu çok harcamayın!" derlerdi. Şimdi su ganî...

Sonra bu soğutma cihazları yoktu eskiden... Serçe kuşunun, kanarya kuşunun veya muhabbet kuşunun kafesin içinde çırpındığı gibi hacılar çırpınırdı. Sıcak, çare yok, ter akardı. Yani, sizin farkında olmadığınız çok nimetler var bu işin içinde...

Siz yumuşaktan yumuşaktan sertliğe doğru gidiyorsunuz. Allah hep yumuşaklık, hep lütuf, hep ikram, hep in'am içinde, nîmet içinde yüzdürsün sizi ama; aslında hac biraz daha sıkıntılı bir ibâdettir, bunu da bilin!..

Hac çok sıkıntılı bir ibadettir. Hattâ cihad gibidir. Bir insan hac yapmışsa, cihada gitmesi efdal... Ama hac yapmamış bir insanın, önce hac yapması efdal... Çünkü, bu da cihad gibidir.

Eskiden, şu bizim geldiğimiz yoldan buraya gelenler, üç ayda gelirlerdi buraya... Biz üç saatte geldik. Üç ayda gelirlerdi ve yürüyerek gelirlerdi. Zengin olan babayiğitlerin develeri vardı. Onlar develerin üstünde gelirlerdi. Ötekiler yürürdü, kumlara bata çıka gelirdi.

Bazı menziller arasında --ben eski bir tarih kitabında okudum-- 18 saat cebrî yürüyüş mecburiyeti vardı. Çünkü çöl, su yok ve eşkiya tehlikesi var... Ancak böyle, muhafızlar nezaretinde 18 saat cebren yürüyecek, karşı kaleye varacak, orada emniyet içinde olacak. Yoksa geceye kaldı mı veya tehlikeye kaldı mı, geçemedi mi; orda talan olabilirmiş.

Onsekiz saat yürümeyi düşünebiliyor musunuz?.. Burda biz bir namaz kılıyoruz; ben şahsen kızıyorum kendime... Namaz kılıyorum, buraya geliyorum; bakıyorum, dermanım kesilmiş, şurdan şuraya sıcakta gelinceye kadar... Onsekiz saat yürürlermiş ve çoğu telef olurmuş hacıların... Çoğu böyle helâk olurmuş hac yollarında...

Elhamdü lillâh işte, burdan şimdi tabii Mekke-i Mükerreme'ye gideceğiz. Burda ihrama girmek lâzım! Çünkü, az ilerde Ebyâr-ı Ali veya Zül-Huleyfe denilen bir yer vardır. Ordan öteye böyle dikişli elbiseyle filân geçilmez, mukaddes arazi başlıyor. Hac için ihrama girme arazisi başlıyor. Burdan ihrama gireceğiz.

Muhterem kardeşlerim! Üç çeşit hac yapılabilir. Bilenlere tekrar olur; bilmeyenlere de şöyle mühim olan noktalarını, hatırıma geldikçe hatırlatmaya çalışayım:

1. Hacc-ı ifrad yapılabilir. Hacc-ı ifrad demek, tek başına hac demek, sadece hac yapmak demek...

2. Hacc-ı temettû, umreli hac demektir. Ama, umreyi yapacak, ihramdan çıkacak, serbest olacak... Temettû edecek, nimetlenecek, meta'lanacak, rahatlayacak, keyfine bakacak. Ondan sonra, tekrar hac için Mekke'de ihrama girecek. Buna hacc-ı temettû denir. Bunun içinde hem umre var, hem hac yapılmış olacak. Umre + hac demek...

3. Bir de hacc-ı kıran var... Kıran, kırmak kelimesiyle ilgili değil; karin olmak, yakın olmak demek... Hacla umre yapışık, beraberdir. Yâni bir ihrama girdi mi, umreyi de yapacak, haccı da yapacak, öyle çıkacak demektir.

Bu en zor, yapılması en meşakkatli olanıdır. Çünkü, hacc-ı kıran yapacak kimse, Medine-i Münevvere'den Mekke-i Mükerreme'ye gittiği zaman, ilkönce gidecek bir kudüm tavafı yapacak. Ondan sonra umresinin tavafını yapacak, sa'y yapacak. İki defa...

Orası çok izdihamlıdır. Burdaki gördüğünüz kalabalık, bitmiş olan kalabalıktır. Döküntü kalabalık... Yâni, asıl kalabalık gitmiş, siz burda rahatsınız. Öbür tarafa gittiğiniz zaman, omuz omuza, izdihamlı, sıkışık bir yere gideceksiniz. Biz, elimizden geldiği kadar, sizin sıkışık olmayan zamanlarda, rahat bir şekilde ibâdet yapmanıza gayret edeceğiz. Hocaefendilere o vakitleri buldurmağa çalışacağız.

Evvelki seneler, ben geldim baktım bizim binâya; hacı efendiler keyifli keyifli aşağı iniyorlar. Böyle öğleden sonra, ikindiye yakın...

"--Hayrola! Allah selâmet versin, siz böyle ne tarafa gidiyorsunuz?" dedim.

"--Hocam, biz şeytan taşlamaya gidiyoruz." dediler. Dedim ki:

"--Eğer şeytan taşlamanın en meşakkatli, en zor, en tehlikeli zamanı ne zaman diye sorsalardı, işte bu zamandı. Bundan daha zor zamanı yoktur. Şimdi iki gün (bayramın 2. ve 3. günleri) şeytan taşlayıp da, Mina'dan ayrılmak isteyenler vardır. Nefîr-i âm denilen müsaade vardır. İsterse, birinci günden sonra bayramın öteki iki gününde de taşlayıp ayrılabilir. İsteyen sonuncu gününe de kalabilir. Şimdi o atıp da ayrılmak isteyenlerle, vazifesini normal olarak yapmak isteyenlerin, hepsinin birden acele edip de şeytan taşladıkları zamandır. Kim söyledi size, bu vakitte şeytan taşlamayı?.. Şeytan taşlamanın geniş bir zamanı var; niye bu zamanda gidiyorsunuz? Arasaydınız, bu kadar zor zamanı bulamazdınız. Niye en zor zamanı seçtiniz?.." dedim ben...

"--Efendim, bize böyle söylediler. Otobüsler de aşağıda hazır... Hocalarımız da hazır... Taşlayacağız. " dediler. Ben:

"--Başka bir münâsib zamanda yapsanız, iyi olur." dedim.

Gitmişler, hocalarına söylemişler. Allah râzı olsun, daha geniş bir zamana bırakmışlar. Sonra haber geldi; orada bilmem kaç kişi ezilmiş, ölmüş. Orada şeytan taşlamağa çalışan başka hacı kardeşlerimiz, bunların gitmek isteyip de gitmedikleri zamanda bilmem kaç tane ezilen, vefat eden var diye söylediler.

Yâni yapılacak vazifelerin zor zamanları var, kolay zamanları var. Allah kolayları versin... Ne diyoruz:

(Allahümme innî ürîdül hacce feyessirhu lî ve tekabbelhu minnî) veya (Allahümme innî ürîdül umrete feyessirhâ lî ve tekabbelhâ minnî.) "Yâ Rabbî bu haccımı / umremi sen benden kabul eyle ve bunu bana kolaylaştır!" Allah'ın kolaylaştırması çok önemli... Kolayca yapmaya muvaffak eylesin Allah-u Teâlâ Hazretleri...

Şimdi benim âcizâne düşünceme göre, en kolayı temettû haccı yapmaktır. Temettû haccı yapacak olan bir kimse ne yapar?.. Gidince oraya önce umre yapacak. Önce gider, umresinin tavafını yapar. Umre bir tavaf, bir sa'ydir; ondan sonra, traş olmaktır.

Tavaf yaparken Kâbe sıkışık olacak, izdihamlı olacak. Biz en sakin zamanını bulmaya çalışacağız. Ama yine izdihamlı, kalabalık, hanımıyla beyiyle birbuçuk milyon insan toplanmış olacak. Hepsi o mübarek beytin etrafında ibâdet ediyor.

Umresinin tavafını yaptıktan sonra, sa'yini yapar; Safâ ile Merve arasında gidişini gelişini yapar. Traşını olur, ihramdan çıkar. Serbest hale gelir, Mekke'nin ahalisi haline gelir; umre biter.

Ondan sonra da zilhiccenin sekizinci günü yevm-i terviye olacak, Minâ'ya çıkma günü olacak. O gün gusül abdestini alırsınız, yeniden ihrama girersiniz; Minâ'ya çıkarsınız veya Arafat'a gidersiniz. Bazı gruplar öyle yapıyor, Minâ'ya uğramadan Arafat'a gidiyorlar.

Zilhiccenin dokuzuncu günü, arefe günü, Arafat'da vakfe günüdür. Arafat'da vakfe haccın farzıdır. Vakfede bulunmayanın haccı olmaz; mutlaka orda bulunulacak!..

Asıl bulunma zamanı öğleden, akşam güneş batıncaya kadar ki zamandır. Ama, gece sonuna kadar devam eder. Yâni, yapamayan bir insan, akşamdan sonra gitse de yine olur.

Akşam ezanı okunmazdan önce de, Arafat terkedilmez. Terkedilirse cezâlı duruma düşer insan; kurban kesmek zorunda kalır.

Eğer hacc-ı kıran yapmak istiyorsa bir insan, gidince kudüm tavafı yapacak, sa'yini yapacak. Ondan sonra, umresinin tavafını yapacak, sa'yini yapacak. Veya kudüm tavafından sonra, umresinin tavafını yapacak. İki defa o izdihamı yaşayacak. Ondan sonra tabii, ihramda kalacak.

Hacc-ı kıranda hacı hata işlediği zaman, cezâlar katmerli olur, iki misli olur. Şimdi ara kısa olduğu için, hacca yakın olduğundan, kıran haccı da kolay olur, hepsi kolay olur.

Hac yapanlardan temettû ve kıran haccı yapanların kurban kesmesi gerekir. Hacc-ı ifrad yapanların kurban kesme mecburiyeti yoktur.

Allah-u Teâlâ Hazretleri, makbul hac ve umre yapıp, memleketimize sâlimen, sevaplar kazanmış olarak, ganimen, nîmetlere ermiş olarak, günahlardan arınmış bir kul olarak varmayı cümlemize nasîb eylesin...

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

(Elhaccül mebrûru leyse lehû cezâün illelcenneh.) "Makbul ve mebrûr bir hac yapıldı mı, bunun mükâfatı cennetten başka bir şey değildir." Mutlaka cennetlik olur insan... Bütün mesele, haccı mebrûr bir hac yapabilmek...

Mebrûr hac nedir?.. Mebrûr bir hac; içinde füsuk, refes, cidal olmayan; şöyle âdâbına uygun, takvâ ile yapılan hacdır. Kavga etti mi insan, gürültü etti mi; mebrûr bir hac olmaz.

Bazı hacıları duyuyoruz: "Yâhu ne biçim haldir bu böyle? Allah Allah!.." Kavga, gürültü... "Ayağıma bastın da... Yer verdin de, vermedin de... Sıkıştırdın da, sıkıştırmadın da..." Yâhu, bırak sıkıştırsın, bırak ezsin! Burası başkasının kusuruna bakılacak yer değil!.. Burada Allah'ın rızasına bakacaksın!.. Ayağına basılması, basılmaması önemli değil... Sıkış!.. Hattâ, yerini ver ona!.. Yeter ki Allah sevsin, Allah'ın rızasını kazan; mühim olan o... Şimdi burda artık, "Benim yerimi daralttın, beni üzdün, beni ittin... Şöyleydi, böyleydi... Bana haksızlık yaptın!.." demenin zamanı değildir.

Nazar eyle bitürü,
Bazar eyle götürü,
Yaradılanı hoş gör,
Yaradan'dan ötürü!..

zamanıdır, yeridir burası... Kusura bakma, görme yeri değildir. Allah bizi görüyor. Biz Allah'ın misafiriyiz. Allah'ın rızasını kazanmak için gözümüzü dört açma yeridir burası... Zamanımızı boş geçirmeyeceğiz, ibâdetle geçireceğiz.

Bir şeyi yarım bıraktım, bir söze başladım, yarım kaldı; onu söyleyeyim: Burada namaz, başka yerdeki namazdan bin misli fazla... Mekke-i Mükerreme'de bir namaz, başka yerde kılınan namazdan yüzbin misli sevap... Kudüs'te kılınan namaz, başka yerde kılınan namazdan beşyüz misli sevap... Camide cemaatle kılınan namaz, evde kılınan namazdan yirmiyedi kat daha sevap... Şehir mescidinde kılınan namaz, köy mescidinde kılınan namazdan daha fazla sevaplı; elli misli sevap...

Bunu da bir hadis-i şerifte okudum; güldüm, tebessüm ettim. Bakın, Allah birlik ve beraberliğe, cemaatin büyük olmasına ne kadar ehemmiyet veriyor! Köy camisindeki namazla, şehir camisindeki namazın farkı var, muhterem kardeşlerim!.. Cuma namazı kılınan büyük yerdeki namazın sevabı elli misli; köydeki veya mahalledeki küçük mescidin sevabı biraz daha az, yirmiyedi misli... Yâni, yarısı kadar aşağı yukarı... Yirmibeş veya yirmiyedi rivâyeti vardır.

Amma:

(Nafakatüke fî sebîlillah, biseb'i mietin) Allah yolunda infak, yâni para vermek; cihada para vermek, hacca para vermek, umreye masraf etmek... Bu Allah yolu ya!.. Biz niye geldik buraya, niye bu sıkıntıları çekiyoruz?.. Bakın, aircondition da çalışıyor ama, sucuk gibi terliyiz.

Şimdi yediyüz misli, Allah yolunda verilenin karşılığı... Cihad Allah yoludur, hac Allah yoludur, umre Allah yoludur. Tamam, bunlara verilen yediyüz mislidir. Yâni, burda yaptığınız hayırları sakınmayın!

Hocamız demiş ki: "Bundan sonra bizim ihvanımız hacca gelmesin!.. --Vefat etmeden önce böyle bir sözü var.-- Ya da bir tomar parayı alsın eline, öyle gelsin!" Yâni babayiğit olsun, cömert olsun!.. Çünkü, fîsebîlillahtır. Burdaki harcadığın mîzanına konuluyor, sevâbı çok yâni...

Şimdi bu yediyüz misli... Yediyüz bir hayli fazla...

Evde kıldığın namazdan, camide kıldığın namaz yirmiyedi kat sevaplı... Büyük camide kıldığın elli misli... Kudüs'te kıldığın beşyüz misli... Medine'de kıldığın bin misli... Mekke-i Mükerreme'de kıldığın yüzbin misli...

(Zikrullahi teâlâ efdalü indallahi minen nafakati fî sebîlillah bimieti derecetin) Amma, Allah demek, Allah yolunda infak etmekten bile yüz kat fazla... Yâni yediyüzün yüz katı, yetmişbin misli sevap... Anlatabildim mi?.. Allah demek, lâ ilâhe illallah demek; bunun sevabı yetmişbin...

Bakın, burda bir namaz kılmak, bin misli sevap olduğuna göre, Allah demek, lâ ilâhe illallah demek de yetmişbin sevap olduğuna göre, --şimdi ben bunu hadiste görmedim ama, kendi kendime düşünüyorum-- zikir de bin misli sevaplı olmaz mı?.. Allahu a'lem olur. O zaman yetmişbinin bin misli ne kadar olur?.. Yetmiş milyon oluyor.

Bakın, rakamları yazın aklınıza; zamanınızı boş geçirmeyin!.. Çarşıda, "Kem yâ ahiy hâzâ?" ile vakit geçirmeyin, çarşılarda vakit öldürmeyin!.. Bir defa Allah dedi mi insan, yetmiş milyon sevap alıyor.

Bir hadis-i şerifte de buyuruyor ki Peygamber Efendimiz: "İçinden gizlice Allah demek, kalbinden Allah demek, dille Allah demekten yetmiş kat daha sevaplı... Şimdi bunu çarpın bakalım!..

Yâni bu "Allah, Allah" demeyi, aşikâre demiyorsunuz da; ağzınız kapalı, içinizden Allah diyorsanız; yetmiş milyonun yetmiş katı, dört milyar dokuzyüz milyon sevap ediyor. "Ey ahali!.. Duyduk, duymadık demeyin!.." --Ben şimdi dellal oldum, ilân ediyorum:-- "Duyduk, duymadık demeyin!.. Burda bir insan içinden, kimse duymadan bir kere Allah dese, dört milyar dokuzyüz milyon sevap alıyor!.."

Hadi ne yaparsanız yapın!.. Buyur, çarşıda gez... Buyur, tesbih fiatını sor... Buyur, oyuncak fiatını sor... Buyur, gömlek fiatını sor... Buyur, uyu... İstersen çarşıda gez, istersen dükkânda dolaş... İstersen kahve iç, istersen çay iç... İstersen mescidde hatim indir, istersen Allah de... Ne istersen yap amma, şu seyahatin kıymetini bil muhterem kardeşim!..

Bu fırsat başkasının eline geçmemiş, senin eline geçmiş! Sen bir ganîmet yakalamışsın. Allah'ın rahmeti burda coşuyor, coşuyor... Rahmet deryası taşıyor. Allah'ın rahmetinden nasibini eksik almamağa gayret et!.. Allah de, lâ ilâhe ilallah de!.. Aşikâre söylersen, âşikâre söyle... Kalbinden söylersen, kalbinden söyle... Birisi yetmiş milyon sevaplı, birisi dört milyar dokuzyüz milyon sevaplı... O da sevap, bu da sevap... Çoğunu istiyorsan çoğunu, orta hallisini istiyorsan orta hallisini yap; ama, gafil vakit geçirme!.. Hele sevap kazanmak varken, günaha hiç girme!..

Burası tenkid yeri değil... Burası sû-i zan yeri değil... Burası kavga yeri değil... Burası harama bakma yeri değil... Burası günahı işleme yeri değil... Burası sevap kazanma yeri!.. Bu yerin kıymetini bil!..

Eğer Mekke-i Mükerreme'ye varırsak rakam ne olacak?.. Yüz misli daha fazla olacak!.. Şimdi dört milyar dokuzyüz milyonun yüz misli ne eder?.. Dörtyüzdoksan milyar eder. İnsanın aklı başından gidiverecek yâni, rakamları düşünürken...

Onun için, bir insan hac yapar da, umre yapar da, evine giderken nasıl gider; anlayın yâni!.. Yeter ki Allah akıl versin, şuur versin... Yaptığı ibâdetin kadrini, kıymetini bilenlerden; zamanının ne kadar kıymetli zaman olduğunu bilenlerden eylesin...

Ben âcizâne size bunları hatırlatmak istedim. Ama, uçakta mikrofon elime geçmedi. Birkaç gün böyle sizinle konuşamadık. İşte şimdi, ancak bunları hatırlatabildim.

Siz bu hadis-i şerifleri duymuşsunuzdur veya duymamışsınızdır. Duymayanlara duyurmuş olduk.

Bilmeyen ne bilsin bizi,
Bilenlere selâm olsun!..

dediği gibi Yunus Emre'nin... Bilmeyenler bildi. Bilenlere de hatırlatmış olduk.

24 Mayıs 1993 - MEDİNE
Güncel Meseleler Mahmud Es'ad Coşan (ks)

HACCA GİDERKEN DUA






Allaaahu ekber, allaaahu ekber... Lâââ ilâââhe ilallaaahu vallaaahu ekber... Allaaahu ekber, ve lillâââhil hamd. (3 defa)

Allaaahümme salli alâââ seyyidinâââ, muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ... Aaalihiii ve sahbihiii ve sellim. (3 defa)

Eûzü billâhi mineş şeytânir racîm...

Bismillâhir rahmânir rahîm...

Bismillâhir rahmânir rahîm. (İnne evvele beytin vudıa linnâsi lellezî bibekkete mübâreken ve hüden lil âlemîn. Fîhi âyâtün beyyinâtün makamı ibrâhîm, vemen dehalehû kâne âminâ, ve lillâhi alen nâsi hıccül beyti menistetâa ileyhi sebîlâ, ve men kefere feinnallahe ganiyyün anil âlemîn.) Sadakallahul azîm.

Ve kale nebiyyünâ sallahu aleyhi ve sellem:

(Elhaccül mebrûru leyse lehû cezâün illel cenneh.) Sadaka rasûlüllah, fî mâ kal ev kemâ kal.

Yâ Rabbel Âlemîn... Yâ Erhamer Râhimîn...

Senin Peygamberin: "Âdâbına riayet ederek yapılmış bir haccın mukabili cennetten gayri bir şey değildir; mükâfatı cennettir." buyurdu; bizi cenneti kazananlardan eyle yâ Rabbi!..

Haccını makbûl, mebrûr bir hac olarak yapıp, gidip gelenlerden eyle yâ Rabbi!..

Yâ Rabbel Âlemîn! Bize bu uzun yolları kısa eyle... Bize yardım eyle... Bize tevfikini refîk eyle... Senin yolunda olmamızın şuurunda eyle... Bizi gafillerden, cahillerden eyleme yâ Rabbi!..

Senin zikrinle bizleri meşgul eyle... Senin rızâna uygun vakit geçirmeyi nasîb eyle... Sevaplı ameller işlemeyi nasîb eyle... Birbirlerimizle iyi geçinmeyi nasîb eyle... Nefsi ve şeytanı aramıza sokma yâ Rabbi!..

Yâ Rabbel Âlemîn! Şu uzak mesafeleri aşıp, Peygamber SAS Efendimiz Hazretleri'nin mübârek Ravza-i Mutahhara'sını ziyaret eylemeyi nasîb eyle yâ Rabbi!..

Peygamber SAS Efendimiz'in sevgisine iltifatına, teveccühüne cümlemizi nâil eyle yâ Rabbi!...

Oralardan "Lebbeyk, allahümme lebbeyk!" diye diye, ihramlara bürüne bürüne, Dağları vâdileri aşarak Mekke-i Mükerreme'ye sıhhatle, afiyetle ulaştır yâ Rabbi!..

Beyt-i Şerîf'ini hürmetle ziyâret etmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. Usûlüne uygun tavaf etmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. En güzel dualarla dua etmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!..

Sa'yimizi makbul eyle yâ Rabbi!.. Zenbimizi mağfûr eyle yâ Rabbi!.. İbâdetlerimizi, taâtlerimizi kabul eyle yâ Rabbi!.. Her türlü günahlardan bizleri pâk eyle yâ Rabbi!..

Arafat'ta baş açık, boynu bükük sana kaldırdığımız ellerimizi, yaptığımız duaları reddetme yâ Rabbi!.. Kestiğimiz kurbanlarımızı kabul eyle yâ Rabbi!..

Hânelerimize sıhhat ü afiyetle dönmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. Günahlarımızdan sıyrılmış, pâk olarak dönmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. Ödemesinden âciz olduğumuz kul haklarını da ödettir yâ Rabbi!..

Gitmiş olan kardeşlerimize, tekrar tekrar gitmelerini nasîb eyle yâ Rabbi!.. Gitmemiş olanlara da şartlarını ihsân eyle yâ Rabbi!.. Maddeten ve mânen zengin eyle yâ Rabbi!..

Hac vazifesini seve seve yapmayı nasîb eyle yâ Rabbi!.. Nice nice seneler, tekrar tekrar haclar, umreler ihsân eyle yâ rabbi!.. Rasûl-i Edîbi'ini ziyâretler nasîb eyle yâ Rabbi!..

Kur'ân-ı kerîm'in sevgisini gönüllerimize yerleştir yâ Rabbi!.. Zikrinle kalblerimizi diri eyle yâ Rabbi!.. Zikrinde dâim eyle yâ Rabbi... Şükründe dâim eyle yâ Rabbi...

Cümlemize sıhhat ü afiyetler ihsân eyle yâ Rabbi!.. Zikrinde, şükründe, hüsn-ü ibâdetinde bizleri muvaffak eyle yâ Rabbi...

Cümlemize hüsn-ü hâtimeler nasîb eyle yâ Rabbi!.. Hayırlı uzun ömürlerle muammer olduktan sonra, buyurun beraber diyelim:

(Eşhedü enlâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh.) diye diye, senin yolunda iken, abdestli iken, zikrindeyken, şükründeyken, cami yolundayken, hac yolundayken, umre yolundayken can vermeyi nasîb eyle yâ Rabbi!..

Yüzümüzü ak, alnımızı açık eyle yâ Rabbi!.. Kabirlerimizi geniş eyle yâ Rabbi!.. Kabirlerimizi pürnûr eyle yâ Rabbi!... Kabirlerimizi cennet bahçesi eyle yâ Rabbi!.. Kabirlerimizde haclarımızı, umrelerimizi, namazlarımızı, oruçlarımızı, ibâdetlerimizi, tâatlerimizi yoldaş eyle yâ Rabbi!.. Kabri cehennem çukuru olanlardan etme yâ Rabbi!..

Kabirden kalktığımızda bizi Peygamber Efendimiz'in Livâül Hamd'i altında haşreyle yâ Rabbi!.. Peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle, salihlerle berâber eyle yâ Rabbi!..

Rasûlüllah'ın yanına varırken yoldan çevrilenlerden etme yâ Rabbi!.. Mahşer gününün sıkıntılarından cümlemizi mahfûz eyle yâ Rabbi!.. Arş-ı A'lâ'nın gölgesinde, nurdan minberlerde gölgelenen, istirahat eden bahtiyarlardan eyle yâ Rabbi!..

Cennât-i Âliyât'ına fadl ü kereminle bigayri hisâb dâhil eyle yâ Rabbi!.. Habîb-i Edîb'ine komşu eyle yâ Rabbi!.. Gül cemâlini rüyâlarda görmemizi nasîb eyle yâ Rabbi!.. Ahirette komşuluğunu ihsân eyle yâ Rabbi!..

Senin cemâlini gören, selâmına eren bahtiyarlardan eyle yâ Rabbi!..

(Selâmün kavlen min rabbir rahîm.) ayetinin sırrına mazhar eyle yâ Rabbi!.. O esrârı müşâhede ettir yâ Rabbi!.. O devlete nâil eyle yâ Rabbi!..

Rıdvân-ı Ekber'ine bizleri vâsıl eyle yâ Rabbil Âlemîn!..

Bihürmeti Esmâikel Hüsnâ... Ve bihürmeti Habîbikel Müctebâ... Ve bihürmeti ibâdikes salihîn... Ve bihürmetil Kur'ânil Kerîm... Ve bihürmeti zikrikel celîlül cemîl... Ve bihürmeti esrâr-ı Sûretil Fâtihate meahes salevât!..

Allaaahu ekber, allaaahu ekber... Lâââ ilâââhe ilallaaahu vallaaahu ekber... Allaaahu ekber, ve lillâââhil hamd. (3 defa)

Allaaahümme salli alâââ seyyidinâââ, muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ... Aaalihiii ve sahbihiii ve sellim. (2 defa)

Allaaahümme salli alâââ seyyidinâââ, muhammedinillezî câe bilhakkıl mübîn, ve erseltehû rahmeten lil âlemîn.

16 Haziran 1990 - İSTANBUL

Güncel Meseleler Mahmud Es'ad Coşan (ks)

Bakara 152 ve Ankebut 69 Ayet-i kerimeler


Esselatü vesselamü aleyke Ya Rasülallah!

Esselatü vesselamü aleyke Ya Habiballah!

Bu şekil başaldığımda sanki Rasülallah Sallallahü alehi ve sellem efendim ile aramda perde kalkıyor da beni dinlediğine inanıyorum...

Bu gün sabahtan B.köy Devlet Araştırma Hastanesine gittim tahlil, ultrason ve sonuçları doktara gösterip ilaç yazdırıp eve gelecektim ama..

Rabbime ne kadar şükretsem azdır...Troidimin az çalışmasının dışında herşey temiz ve düzenli çalışıyor dediler.. Çünkü en büyük özelliğim sigara ve içki kullanmadığım için..Allah kullananlara bırakmayı nasib etsin..

Rabbime şükürler olsun beni de başka şeylerle imtihan ediyor ama sağlığımda büyük problem yok...
İnsanın haline şükretmesi için hastanelere,mezarlıklara,darda sıkıntıda olanları ziyaret etmesi lazım. Onlara hayır yapabiliyorsa ne mutlu..

Yarın evimde kur'an ve sohbet var...Konumuz namaz anlatmaktan daima feyz aldığım bir konu..Genç bir talebemiz anlatacak inşallah feyz ile ve aşk ile anlatır...bana da eksikleri tamamlamak kalıyor .
 Bakara Suresi Ayet 152

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا لِي وَلَا تَكْفُرُونِ

"Artık Beni anın, Ben de sizi anayım; Bana şükredin, nankörlük etmeyin."


İnşallah Rabbimin  ilmini öğretmekte ve öğrenmekte bir şükür edası olur..Bir hadisi şerifte Sevgili Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:Sizin en hayırlınız Kur'an öğreten ve öğrenenizdir..Ben bu hadisi şeriften anladığım şudur:Öğreten ve öğrenen de aynı makamda yani aynı derecede..(ne kadar güzel bir din islamiyet)


Ya Rab Sana Talib olan kullarına yardım eyle!

Ankebut Suresi son ayetinde:


وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا ۚ وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ

"Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir."

Şu ayetin manasının ve müjdesinin güzelliğine bakın!
Allah va'd ediyor yollarımı kolaylaştırırım siz yeterki mücahade edin..cihad edin...


Demekki; Rabbim yarın biz ilimle meşgul olurken bizimle...
ve tüm talib olan kullarla..
ve kur'an da birçok ayette müjdelediği kullarla beraber..

İlahi Allah'ım daima sana hamd eden ve şükr eden kullarından eyle cümlemizi...

Hidâyet ve Güzel Ahlâk


Her perşembe evimde kur'an okuyoruz. Fazla Kalabalık değiliz ama ilim ile meşgul olmak güzel..Bu hafta müzzemmil suresini genel olarak işledik .. Daha detaylıda öğrenmeyi Allah nasib eylesin talebelerim gelecek diye pasta yaptım (içine sevgimi aşkımı kattım) herkes çok beğendi.. hobimevim.blogcu sitemde de yayınladım..orada da beğenildi...Allah herkezden razı olsun...

Rabbimden diliyorum ki ilme meraklı olanlarla cemaatim dolsun...hepberaber ilim araştırma yapalım ve birbirimize öğretelim..İbadetlerimizi, itikatlarımızı ve maneviyatlarımızı güzelleştirelim....Bu kolay bir şey değil....Bence herşeyin başı her zaman ve her yerde GÜZEL AHLAK...
imam Malik den; Muaz b. Cebel (r.a.): Yemene vali olarak giderken «Ayağımı üzengiye koyduğum zaman Resûlullah (s.a.v.)'in bana son tavsiyesi şu oldu: Ey Muaz b. Cebel! İnsanlar için ahlâkını güzelleştir.»İlimin hamili olan bir insanın kaba olduğunu bir düşünün insanlara ne verebilir
Allah'tan her zaman kendim için ve tüm sevdiklerim için istediğim ilk şey HİDAYET VE GÜZEL AHLAK'tır.
Kendimize dua etmeyi unutmayalım. Allah'ın mekrinden emin olamayız....Güzel Rabbim bizi her zaman doğru yol üzerinde sabitkadem eylesin...Birbirimiz için dua edenlerden eylesin... Allah'a emanet olun Müslim'den gelen rivayeti lütfen okuyun.

15- (2282) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Âmir EI-Eş'arî ve Muhammed b. Alâ' rivayet ettiler. Lâfız Ebû Âmir'indir. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme Büreyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Settern)'den. naklen rivayet etti:

«Gerçekten Allah (Azze ve Celle)'nin beni hidâyet ve ilimle gönderme­sinin misâli bir yere isabet eden yağmur gibidir. Bu yerin bir kısmı güzel­dir. Suyu kabul eder, ot ve birçok çimen bitirir. Bir kısmı da çoraktır. Suyu tutar. Allah onunla da insanlara fayda verir. Ondan su içerler, hayvan sularlar, hayvan otlatırlar. Yerin başka bir kısmına da yağmur isabet eder, ancak o sadece düz yerdir. Ne su tutar, ne de çimen bitirir, işte Allah'ın dinince fakih olan ve Allah'ın benimle gönderdiği şeyden kendisine fayda verdiği; öğrenip öğreten kimsenin misâli ile bu hususta kibirinden baş kal­dırmayanın ye benim kendisiyle gönderildiğim Allah'ın hidâyetini İcabul etmeyenin misâli budur.»  buyurmuşlar.

 Nevevî diyor ki: 

«Bu ha­dîsten maksad Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve SeUem) 'in getirdiği doğru yolu yağmurla temsildir. 

Mânâsı şudur: 
Yeryüzü üç nevidir. İnsanlar da öyledir. Bir nevi yağmurdan faydalanır. Kurumuşken dirilerek çimen bi­tirir, insanlar, hayvanlar .ve ekinler ondan istifâde eder. 
İnsanların birin­ci nev'i de öyledir. Kendilerine hidâyet ve ilim yetişir, onu bellerler. Kalbler dirilir. 
 Onunla amel eder ve başkasına öğretirler. Bu suretle hem kendileri faydalanır, hem başkalarını faydalandırırlar. Yerin ikinci nev'i kendisi için faydalanmayı kabul etmeyendir.
 Lâkin kendisinde başkası için fayda vardır. O da suyu tutması dır. Böylece ondan insanlar ve hay­vanlar faydalanırlar. İnsanların ikinci nev'i de böyledir. Belleyişli kalb-leri vardır. Lâkin dürüst anlayışları, mânâ ve hükümleri çıkaracak olgun akılları yoktur. Tâat ve amelde ictihad edemezler. 
Bunlar ilmi ve hidâyeti istifâde etmek isteyen biri gelip isteyinceye kadar muhafaza ederler. Ge­len onlardan alıp istifâde eder. 
Bu gibiler de kendilerine ulaşan ilimle başkasına fayda verirler. Yerin üçüncü nev'i hiç bir şey yetiştirmeyen şabh ve tuzlu yerdir. 
Bu ne sudan istifâde eder, ne de başkası istifâde et­sin diye suyu tutar. İnsanların üçüncü nev'i de böyledir. Bunların ne bel­leyişli kalbleri vardır, ne de anlayışlı akılları... 
İlmi işittikleri vakit on­dan faydalanmazlar. Başkaları faydalansın diye bellemezler.»

29 Aralık 2011 Perşembe

Hz. Peygamber Ve Ümmetinin Tevrat Ve İncil'de Zikredilmesi, Ehl-İ Kitap Alimlerinin Bunu İtiraf Etmeleri


Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi (okuma yazma bilmeyen) peygamber'e uyanlar (var ya)..." [11] Onlar onun sıfatını (tarifini) bulurlar manasına gelmektedir.
"İşte o peygamber onlara iyiliği emreder." [12]                 
Buradaki "iyilikten" maksat, güzel ahlak ve akrabayı gözetip on­lardan ilgiyi kesmemektir.
"Onları kötülükten meneder." [13]
Bu ayetteki münkerden maksat da, şirktir. (Allah'a ortak koş­maktır.)
"Onlara temiz (ve güzel) şeyleri helal kılar." [14]
Bu ayetteki "teiniz şeyler"den maksat Arapların temiz ve iyi bul­dukları şeylerdir. Şöyle denilmiştir: Bunlar israil oğullarına haram olan yağlar, bahira, şaibe, vasile ve hamdır. [15]
"Pis (ve zararlı) şeyleri haram kılar." [16]
Buradaki "pis şeyler", Arapların pis buldukları şeyler ve helal gördükleri leş, kan ve domuz etidir.
"Ve üzerlerindeki ağırlıkları atar." [17]
Buradaki "ağırlıklar"dan maksat, İsrail oğullarının cumartesi gü­nünü haram kılmak, yağlar ve damar gibi ağırlıklardır.
"Üzerlerindeki zincirleri atar." [18]
Ebu İshak ez-Zeccac bu konuda şöyle demiştir: Zincirlerin zikre­dilmesi temsildir (misal getirmedir). Onların katilde (öldürmede) diyet kabul etmemeleri, cumartesi günü çalışmamaları ve ellerine geçen pa­rayı ödünç vermeleri gerekiyordu.
12) Ali îbn Ebi Talib "Hani Allah, peygamberlerden söz almıştı" [19] ayeti hakkında şöyle demiştir:
Yüce Allah Adem ve ondan sonra birisini peygamber olarak gön­dersin de, Muhammed hakkında ondan şu sözü almış olmasın. Eğer o peygamber sağken Muhammed gönderilirse, o Muhammed'e inanacak ve Ona yardım edecek, Allah o peygamberlere, kavimlerinden söz alma­larını da emretti.
13) Katade: "Hani Allah, peygamberlerden söz almıştı" [20] ayeti hakkında şöyle demiştir. Bu Allah Teala'nın peygamberlerden, birbirle­rini tasdik etmek üzere aldığı sözdür. Allah, peygamberlerinin kendile­rine tebliğ ettiklerinden dolayı Muhammed'e inanmak ve onu tasdik etmek üzere ehl-i kitap'tan da söz almıştır.


kaynaklar
[11] A'raf Suresi, 157.
[12] A'raf Suresi, 157.
[13] A'raf Suresi, 157.
[14] A'raf Suresi, 157.
[15] islam öncesi arapların batıl inanç ve adetlerinden biri de bazı sebep ve bahane­lerle birtakım hayvanları putlara kurban etmeleri, onları putlar adına serbest bırakmalarıydı. Bu cümleden olarak beş kere doğuran ve beşinci yavrusu dişi olan deveye "bahira" denir, kulağı çentilir, sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı. Put namına serbest bırakılan ve sütünden yalnızca misafirlerin faydalandığı develere "şaibe" denirdi. Bîri erkek diğeri dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya deveye "vasile" erkek yavruyu puta kurban ederlerdi. On nesli döl-leyen erkek deveye "ham" denir, o da serbest bırakılırdı. (Mütercimin notu).
[16] A'raf Suresi, 157.
[17] A'raf Suresi, 157.
[18] A'raf Suresi, 157.
[19] Al-i İmran Suresi, 81.
[20] Al-i İmran Suresi, 81.

İslamda Şiir ve Şair Hakkında Detaylar Resulullah (sav) Fetvaları

Şiir, insanlar üzerinde tesir hâsıl eden bir beyan çeşididir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in "Beyanda sihir vardır" sözü belli ölçüde şiire de şâmildir. Mamafih, göreceğimiz üzere Resûlullah, şiiri müstakil olarak da ele alacak ve onda "hikmet" olduğunu belirtecektir.
Cahiliye döneminde, en az sihirbazlar kadar şâirlerin de cemiyet üzerinde müessiriyetleri vardı. Bu tesir iyiliğe olduğu kadar kötülüğe de âit idi ve kötü yönü ağır basıyordu. Nitekim, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) peygamberlikle ilgili, âdete muhalif ilk vak'alar ve ilk başkalıklarla karşılaştığı sıralarda bir korku geçirmiştir. Bazı rivâyetler Efendimizin bu korkusunu şâir mi oluyorum? diye ifade ettiğini belirtir. Şâir olmaktan korkup endişe duyması, o devirde bu zümrenin -en azından Resûlullah nazarında- pek iyi karşılanmadığını gösterir. 
Müşriklerin Hz. Peygamber'i:

"O bir şâirdir" diye itham etmeleri de bir küçümseme, bir kötüleme ifade eder. Kur'ân-ı Kerîm bu iddiayı muhtelif ayetlerde cevaplandırarak Resûlullah'ın şâir, vahyin de şiir olmadığını belirtir.
[Yâsîn 69, Enbiya 21, Saffât 36, Tûr 30, Hâkka 41.] Kur'ân-ı Kerîm Şuarâ yani şâirler ismini taşıyan bir sûrede şâirlere ayırdığı husûsî bir pasajda onları, 

"yapmadıklarını söylemek"le karalar: "Şâirlere ancak azgınlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin? Ancak inanıp faydalı iş yapanlar, Allah'ı çok zikredenler ve haksızlığa uğratıldıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır..." (Şuarâ 224-227).
Şu halde, şiir bir kalemde geçilecek bir bahis değildir. Kur'ân-ı Kerîm olsun, Resûlullah olsun şiir bahsine geniş ve mükerrer yer vermişlerdir. Bilhassa Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın İslâm'ı tebliğ ederken şiir ve şâir vak'ası'nı küçümsememiş olduğu dikkat çekicidir. 
Bir taraftan müşrik şâirlerle mücadele etmiş, bir taraftan da mü'min şâirleri teşvik etmiş, korumuş iltifatlarda bulunmuştur:

* Mü'minleri hicvedip, müşrikleri tahrik eden şiirler yazan meşhur yahudî şâiri Ka'bu'l-Eşref'i öldürtmüştür.
* Bedir esirlerini fidye-i necatla serbest bırakıp ve hatta bazılarını bedelsiz affederken, Resûlullah'a hicviyeler yazarak müslümanları rencide eden Ukbe İbnu Ebî Muayt ile İranlılar üzerine düzdüğü hikayelerin Kur'ân'dan üstün olduğu iddiasını yayan Nadr İbnu'l-Hâris'i daha Medine'ye varmadan yarı yolda derhal idam ettirmiştir.
* Amr İbnu Abdillah İbnu Umayr da Bedir esirleri arasında idi. Bir daha İslâm aleyhine şiir yazmayacağına dair söz vererek hayatını bağışlaması için Resûlullah'a yalvardı. Efendimiz onun yetim kalacak beş adet kız çocuklarını da düşünerek bağışladı. Ancak hürriyete kavuşunca tekrar İslam aleyhinde şiirler söylemeye başladı ve Uhud'a katıldı. İkinci sefer esir düşünce, kurtulmak için yaptığı ricaları: 

"Müslüman bir yılana kendini iki sefer sokturmaz" diye geri çevirerek idam ettirdi.
* Hâris İbnu Süveyd, müslümanları tahkir edici şiirleri sebebiyle öldürülünce, Ebû Afak bunun intikamını almak için Resûlullah'a karşı hicviye yazmıştı. Efendimiz: 
"Bu habisten bizi kim kurtaracak?" diyerek öldürülmesine işaret buyurdular ve derhal infaz edildi.
* Ebû Afak'ın ölümüne tahammül edemeyen Esma Bintu Mervân, İslâm'a karşı alay dolu bir şiir yazdı. Onun sözleri Resûlullah'a ulaşınca: 
"Bunun cezalandıracak kimse kalmadı mı?" buyurdu. Umayr İbnu Adiyy o günün gecesinde, kadının cezasını verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah"a ve Resûlüne yardım ettiniz" iltifatında bulundular.
* Mekke Fethi'nde herkes affedilirken "Kâbe'nin örtüsünde sarılı olarak bile bulunsa öldürülmesi" emredilen on kişiden üçü de şâir idi: Bunlardan biri Abdullah İbnu Hatal'dır. Bu, önceleri müslüman olup Medîne' ye yerleşti ise de bilahare irtidad edip Mekke'ye kaçtı ve Resûlullah aleyhinde şiirler düzdü. Bunun şiirlerini, çalgı aletleri refakatinde Fertânâ ve Karîba adında şarkıcı iki köle, Habeşî bir beste ile söyleyip Mekkelileri eğlendiriyorlardı.
İşte bu üç şahış Fetih günü af dışı tutuldular.
* Nesâî'nin bir rivayetinden anlaşılacağı üzere Resûlullah'a hakaret eden şâir bir köleyi, bu davranışı sebebiyle, izin almadan, anında öldüren âmâ efendisini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) muaheze etmez, takdir ve iltifatlarda bulunur.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şiir ve şâir karşısındaki gerçek tavrını anlamak için müslüman şâirlere karşı davranışını da kısaca hatırlatmamız lazımdır.
Hemen belirtelim ki, onları da himaye ve taltif etmiş, öbürlerine cevap vermeye, müslümanların morallerini takviye edecek şiirler yazmaya teşvik etmiştir. Etrafından ayırmadığı üç meşhur şâiri vardır:
Hassan İbnu Sabit, Abdullah İbnu Ravâha, Ka'b İbnu Mâlik (radıyallâhu anhüm).
İhtiyaç hâsıl oldukça bunları çağırıp: 


"Kureyş'e karşı hicviyelerinizi fırlatın. Zîra sizin şiirleriniz onlar üzerinde ok yarasından daha ağır yaralar açmakta!" derdi.


Bunlardan Hassan (radıyallâhu anh)'ın baş şâir mesabesinde Efendimiz yanında ayrı bir yeri vardır. Onu her çağrısında: 
"Ey Hassan Resûlullah adına onlara cevap ver!" der, Rûhu'l-Kudüs'le kendine yardım etmesi için Allah'a dua ederdi. Zaman zaman Hassan'a:
"Sen Allah ve Resûlü için onları hicvettikçe Rûhu'l-Kudüs seni takviye etmektedir, yardımcındır" diyerek onu teşvik ve taltif buyurmuşlardır. 


Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) der ki: 
"Bir defasında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ka'b İbnu Mâlik'in hicviyesini yeterli bulmayarak Hassan'ı çağırdı. Hassan huzur-u risâlet penâhiye girince:


"Nihayet düşmanını diliyle(13) yere seren arslanı çağırma ânı gelmiş" diye (sonradan çağırılmış olmanın serzenişini de ifade ederek) böbürlenir, dilini dışarı çıkarıp ağzının etrafında şöyle bir çevirir. Ve sözüne devamla:
"Seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun onları dilimle, deri parçalar gibi parçalayacağım!" der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):


"Ağır ol! Ebû Bekir Kureyş'in nesebini senden daha iyi bilir. (Ondan istifade et, biliyorsun ben de Kureyşliyim), onlar arasında nesebim var (hicivlerinden bana da zarar gelmesin. Bu maksadla Ebû Bekir teferru-âtlı bilgi verip) beni onlardan ayırıncaya kadar şiir yazmada acele etme!" dedi. Hassan ona, (Ebû Bekir'e) yaklaşıp tekrar geri çekildi ve:
"Ey Allah'ın Resûlü o bana nesebini tanıttı. Seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun, seni onlardan, tereyağından kıl çeker gibi çekip alacağım" dedi."
Hz. Peygamber için şiir, iyiye de kötüye de kullanılabilecek bir silahtı. 


"Mü'min bedeni ve malı ile olduğu kadar diliyle de cihad etmekle mükellefti." Hassan'a Kureyza yahudîleriyle mücadele sırasında onları hicvetmesini emretti ve: 


"Cebrail (aleyhisselâm) seninle birliktedir" diyerek cesaretini artırdı. Bedir savaşı önce her iki tarafın şiir atışmasıyla başlar. İbnu Hişam yirmi sayfayı geçen bu şiirleri kaydeder.
Bir kısım rivayetler -görüleceği üzere- Resûlullah'ın zaman zaman bazı beyitleri bizzat inşad buyurduğunu, bazı güzel şiirlerin okunmasını arzu ettiğini gösterir.
Sözümüzü hülasa edelim: 


Şiir bahsi şeriatimizde müstakil bir bahis teşkil eder. Onun kullanılışını disiplin altına alan çok sayıda hadis vârid olmuştur. Resûlullah[1] bâtıl ve hevâ adına olan şiirleri reddederken Hakk yolunda edeb adına olan şiirleri övmüş ve şâirlerini taltif buyurmuş, teşvik etmiştir. İslam âlimleri, buna bağlı olarak bazen lehinde, bazen aleyhinde şiir hakkında beyanlarda bulunmuşlardır. Sadedinde olduğumuz bahiste, bu dalda vârid olan hadislerden bir kısmını göreceğiz.[2]




Kaynaklar
[1] Aslında "kuyruğuyla" denmiştir. Ancâk âlimler, burada maksadın dil olduğunu belirtirler.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/179-182.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı