25 Nisan 2011 Pazartesi

ABDULLAH İBNU HUZAFE ES-SEHM1


ABDULLAH İBNU HUZAFE ES-SEHM1

«Abdullah İbnu Huzafe'nin başından öpmek, her müslümana bir vazifedir. İşte önce ben öpüyorum». [1]

Bu hikâyemizin kahramana Abdullah İbnu Huzafe isimli sahabîdir,

İslâm, Abdullah İbnu Huzafe'ye zamanında dünyanın iki büyük hükümdarı olan İran Kisra'sı ve Bizans'ın büyüğü Kayser'le görüşme imkânı vermiştir, Abdullah'ın, onların her biriyle, zamanın hiç unuta-mıyacağı ve tarihin dilinden düşüremiyeceği bir hikâyesi vardır.

İran hükümdarı Kisra ile olan hikâyesi şöyledir:

Hicretin 6'ncı yılında, Rasûlüliah (s.a.v.) ashabından bazılarını, ya­bancı devlet başkanlarına elçi olarak göndermeye karar verdi. Rasû-lüiiah (s.a.v.) elçilerle gönderdiği mektuplarla, onları İslâm'a davet ediyordu.

Rasûlüliah (s.a.v.) bu önemli işin tehlikeli olduğunu biliyordu...

Bu elçiler, daha önce bilmedikleri uzak memleketlere gidecek­lerdi...

Onlar gittikleri yerlerin ne dillerini ne de hükümdarların huy ve karakterlerini biliyorlardı...

Bunlardan başka, oniar bu hükümdarları; dinlerini bırakmaya, şe­ref, itibar ve üstünlüklerini terketmeye ve daha düne kadar bir kısmı onların uyruğu olan bir milletin dinine girmeye davet edeceklerdi.

Bu tehlikeli bir yolculuktu. Böyle bir yolculuğa çıkan; hayatını kay­betmiş, ondan dönen, dünyaya yeniden gelmiş demekti.

Onun için, Rasûlüilah (s.a.v.) ashabını topladı ve konuşmak üzere kalktı. Allah'a hamdetti ve övgüde bulundu. Şehâdet getirdikten sonra şöyle konuştu :

«_ Ben bazılarınızı yabancı devlet başkanlarına göndermek isti­yorum. İsrail oğullarının Meryem oğlu İsa'ya karşı çıktıkları gibi bana karşı çıkmaymiz».

Rasûlüllah'ın ashabı :

«Ey Allah'ın Rasûlü! Biz, senin istediğini senin adına yerine geti­ririz. Bizi istediğin yere gönder», dediler.

Peygamber (s.a.v.) Arap ve Arap olmayan hükümdarlara yazdığı mektupları götürmeleri için, sahabeden 6 kişiyi seçti, Abdullah İbnu Huzafe es-Sehmî bu altı kişiden birisiydi. Rasûlüllah'ın mektubunu, İran hükümdarı Kisra'ya o götürecekti.

Abdullah İbni Huzafe binitini hazırladı. Çoluk ve çocuğa veda et­ti. Dere tepe demeden amacına doğru yürüdü. Hem de Allah'tan baş­ka hiç kimsesi olmadan, tek ve yalnız başına, İran'a vardı. Hükümda­rın yanına girmek için izin istedi. Hükümdarın adamlarına, ona getirdi­ği mektubu hatırlattı.

Kisra, sarayının süslenmesini emretti. Oturumda hazır bulunma­ları için, İran'ın büyüklerini çağırdı ve onlarda geldiler. Sonra. Abdullah İbnu Huzafe'nin huzuruna girmesine müsâade etti.

Abdullah İbnu Huzafe, üzerinde kadife elbiseler olan İran'ın en bü­yüğünün huzuruna, kaba elbiseleriyle ve bedevilerin basitliğiyle girdi.

Fakat başı dikti. Göğsünde İslâm'ın şerefi ve gönlünde imanın yü­celiği vardı,

Kisra onun geldiğini görünce, hemen adamlarından birine mektu­bu elinden almasını işaret etti. Abdullah dedi ki

«— Hayır! Rasûlüllah, bizzat kendi elimle vermemi emretti. Ben Allah'ın Rasûlünün (s.a.v.) emrine karşı gelemem».

Kisra adamlarına :

«—- Bırakın onu benim yanıma gelsin», dedi. Kisra'ya yaklaştı. Mektubu bizzat kendi eliyle verdi.

Kisra, Hîre'li[2] Arap bir kâtibi çağırdı. Mektubu önünde açıp dişine okumasını emretti. Mektupta şöyle yazılıydı

«Bismillâhirrahmanirrahim.

Allah'ın elçisi Muhammed'den İran'ın büyüğü Kisra'ya, Selâm doğ­ru yolda olanların üzerine olsun...»

Kisra, mektuptan bu kadarını duyar duymaz çok öfkelendi ve yüzü kıpkırmızı oldu. Boynundaki damarlar patlayacak gibi şişti. Çünkü Ra­sûlüllah önce kendi ismiyle, başlamıştı. Kâtibin elinden mektubu çek­ti aldı. Mektubun içindekileri öğrenmeden ve : «O, benim kölemken, bana bunu mu yazıyor?» diye bağırarak yırtmaya başladı.

Abdullah İbnu Huzafe'nin salondan çıkarılmasını emretti ve çı­karıldı.

Abdulİah İbnu Huzafe, başına daha neler geleceğinden habersiz, Kisra'nın salonundan çıktı.

Öldürülecek miydi, yoksa serbest mi bırakılacaktı? Fakat çok geçmeden şöyle dedi :

«Vallahi, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) mektubuna bu şekilde zarar verdik­ten sonra, ne olacağıma aldırmam». Hayvanına binip, oradan ayrıldı.

Kisra'nın öfkesi yatışınca, Abdullah'ın yanına gelmesini emretti. Fakat onu bulamadılar.

Aradılar, taradılar, onun izine rastlayamadılar.

Cezîretü'l-Arab'a giden yolu kontrol ettiler, nihayet sınırı geçtiğini öğrendiler.

Abdullah, Peygamber'in (s.a.v.) yanına geldiğinde. Kisra'nın dav­ranışını ve mektubunu yırtma olayını anlattı.

Rasûlüllah (s.a.v.):

«Allah da onun devletini parçalasın», sözüne başka birşey ek medi.

Kisra, Yemen'deki vekili Bâzân'a şöyle bir mektup yazdı :

«Hicaz'da çıkan bu adama, güçlü kuvvetli iki adamını gönder adamı bana getirmelerini söyle...»

Bâzân, iki gözde adamını Rasûlüllah'a (s.a.v.) gönderdi. Onlara Rasûlüllah'a (s.a.v.) götürmeleri için bir de mektup verdi. Mektubun içinde; Rasûlüllah'ın (s.a.v.) hiç gecikmeden Kisra'ya gitmesini em­rediyordu...

Aynca, Peygambere ait bilgi toplamalarını, onu iyice araştırıp, el­de ettikleri bilgileri kendisine ulaştırmalarını istedi.

Bu iki adam hızla yol alıp Taife geldiier. Orada Kureyşli tacirlerle karşılaştılar. Muhammedi (s.a.v.) sordular. Onlar: «O Yesrîb'de», de­diler. Tacirler sevinç ve neş'e içinde Mekke'ye döndüler. Kureyş'i teb-rîk edip şöyle dediler: Gözünüz aydın. Kisra, Muhammed'e baş kal­dırdı. Sizi onun şerrinden kurtarmış oldu».

«Bâzân»ın adamları da Medine'ye doğru yollarına devam ettiler. Oraya vardıklarında, Peygamberle (s.a.v.) görüşüp mektubu verdiler. Dediler ki : «Hükümdarlar hükümdarı Kisra, bizim hükümdarımız «Bâ-zân»a : Seni, kendisine götürecek adamiarı buraya göndermesini yaz­dı, işte biz seni Kisra'ya götürmek için geldik. Eğer bizimle gelirsen, Kisra senin yararına olanı söyier ve sana kötülük etmez. Eğer kabul etmezsen, onun güçlü olduğunu, seni ve halkını yok edebileceğini bi­liyorsun».

Rasûlüllah (s.a.v.) gülümsedi ve onlara dedi ki : «Bugün, siz kal­dığınız yerlere dönün ve yarın gelin». Ertesi gün, Peygamberin (s.a.v.) yanına geldiklerinde, dediler ki : «Kisra'nın yanına gitmek için hazır mısın?» Peygamber (s.a.v.) onlara : «Artık bugünden sonra, Kisra ile hiç görüşmeyeceksiniz... Allah onu öldürdü. Hatta şu ayın, şu gece­sinde, oğlu «Şîreveyh'î ona musallat etti», dedi.

Rasûlüllah'ın yüzüne bakakaldtlar ve hayretlerini gizleyemediler. «Sen ne söylediğini biliyor musun? Bunu Bâzân'a yazalım mı?» dediler.

Rasûlüllah (s.a.v.) : «Evet, ona deyinki : «Benim dînim yakında. Kisra'nın devletinin eriştiği yerlere erişecektir. Eğer sen müslüman olursan, Yemen'e hükümdar yaparım», dedi.

«Bâzân'ın adamları, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) .yanından çıktılar. Gidip, durumu ona haber verdiler. O dedi ki : «Muhammed'în (s.a.v.) söyle­diği doğruysa o, peygamberdir. Eğer öyle değilse, onun hakkında bir-şeyler düşüneceğiz».

Bir müddet sonra, Bâzân'a Şîreveyh'ln mektubu geldi. Mektupta şöyle yazıyordu : «Kisra'yı öldürdüm, onu sırf, halkımızın intikamını almak İçin öldürdüm. Çünkü o, halkın ileri gelenlerinin öldürülmesini, kadınlara saldırılmasmı ve malların yağma edilmesini mubah görmüş­tü. Bu mektubumu aldığında, oradakilerin bana itaatlarını sağla».

«Bâzân», «Şîreveyh'in mektubunu okur okumaz, yere fırlattı ve müslüman olduğunu açıkladı. Onunla birlikte Yemen'deki İranlılar da müslüman oldular.

İşte bu, Abdullah İbnu Huzafe'nin, İran Hükümdarı Kisra ile gö­rüşme hikayesidir.

Bizans'ın büyüğü Kayser'le görüşme hikâyesi nasıl, onu görelim :

Kayser'le görüşmesi, Ömer İbnu'l-Hattab'ın halifeliği zamanında­dır. Bu da çok enteresan bîr hikâyedir:

Hicretin 19'ncu senesinde, Ömer İbnu'l-Hattab- Abdullah İbnu Hu­zafe'nin de bulunduğu bir orduyu Bizanslılarla savaşmak üzere yola çı­kardı.

Bizans'ın büyüğü Kayser'e müslüman askerlerindeki inanç sami­miyeti ve sağlamlığına, Allah ve Rasûlü için canlarına değer verme­diklerine dair haberler ulaşmıştı.

Adamlarına — bir müslüman esir yakaladıklarında — onu öldür­memelerini ve kendisine sağ olarak getirmelerini emretti.

Abdullah İbnu Huzafe, Bizanslıların eline esir düştü. Hükümdar­larına götürüp dediler ki : «İşte bu, Muhammed'in (s.a.v.) dinîne ilk girenlerdendir. Onu esir alıp, sana getirdik».

Bizans hükümdarı, Abdullah İbnu Huzafe'ye uzun uzun baktıktan sonra dedi ki :

«— Sana birşey teklif edeceğim». Abdullah :

«— Neymiş o?» dedi. Hükümdar:

«— Sana hıristiyan olmanı teklif ediyorum... Eğer hıristiyan olur­san, seni serbest bırakırım. Sana ikramda bulunurum». Esir sert ve ke­sin bir ifadeyle :

«Heyhat... Benim için ölmek, teklif ettiğin şeyden bin defa daha iyidir» dedi. Kayser dedi ki :

«— Sen zekî bir kişiye benziyorsun. Eğer teklif ettiğimi kabul edersen, seni mülk ve saltanatıma ortak ederim». İplerle bağlı olan esir gülümseyip :

„— Vallahi, Muhammed'in (s.a.v.) dininden bir an bile dönmeme karşılık, senin ve Arapların sahip olduğu herşeyi versen yine dönmem», dedi. Kayser : . .

«— o halde seni öldüreceğim... dedi. Abduilah :

«— Bunu yapabilirsiniz», diye cevap verdi. Hükümdar, onun çar­mıha gerilmesini emretti. Okçularına Rumca:

«— Ellerinin yakınına atın», dedi. Kendisi de hıristiyan olmasını teklif ediyordu. Fakat Abdullah kabul etmiyordu. Bu defa da :

«—- Ayaklarının yakınına atın», dedi. Bu arada, müslümanlıktan ayrılması için telkinde bulunuyordu. Abduilah da kabul etmemekte direniyordu.

Kayser, ona ok atılmamasını ve çarmıhtan indirilmesini istedi. Daha sonra, büyük bir kazan getirtti. İçine zeytinyağı doldurulup ocağa konuldu. İçindeki yağ kaynayınca, iki müslüman esir getirtip, birisinin kazana atılmasını emretti. Birisini kazana attılar. Bir de baktılar ki, eti dağılmış, sırf kemikleri görünüyor...

Arkasından Abdullah İbnu Huzafe'ye dönüp, hıristiyan olmasını teklif etti. Abdullah, öncekilerden daha sert bir şekilde reddetti.

Baktı ki olmuyor, onun da kazana atılmasını emretti. Abdullah kazanın başına getirilince ağladı. Kayserin adamlarından biri hüküm­dara :

«— Ağladı...» dedi. Kayser, onun teklifini kabul etmediğine piş­man olduğunu zannetti ve :

«—Onu yanıma getirin», dedi. Karşısında durunca, yine hıristiyan olmasını teklif etti ve Abdullah yine kabul etmedi. Kayser:

«— Yazıklar olsun sana! O halde niçin ağladın?» dedi : Abdullah :

«—Kendi kendime : Şu anda, bu kazana atılıp gideceksin dedim ve istedim ki, vücûdumdaki tüylerin sayısınca canım olsa da, böyle kazana atılsın. İşte beni ağlatan budur», dedi. Hükümdar :

Seni serbest bırakırım ama benim başımı öper misin?» dedi.

Abdullah :

«-— Bütün müslüman esirleri de serbest bırakır mısın?» dedi.

Hükümdar

«~ Bütün müslüman esirleri de» dedi. Abdullah anlatmaktadıii

«— Kendi kendime şöyle dedim : Bu Allah'ın düşmanlarından f ridir. Beni ve bütün müslüman esirleri serbest bırakması için, onun % şını öpeyim. Bundan banahiçbir zarar gelmez».

Ona yaklaşıp başını öptü. Bizans hükümdarı, müslüman esirle? getirilip, ona verilmesini emretti. Böylece, esirler ona verildiler.

Abdullah İbnu Huzafe, Ömer İbnu'İ-Hattab'ın yanına gelip, başın­dan geçenleri anlattı. Hz. Ömer çok memnun oldu. Kurtarılan esirleri görünce, şöyle dedi :

«— Her müslümanın,'Abdullah İbnu Huzafe'nin başını öpmek, va­zifesidir. İşte önce ben öpüyorum...»

Sonra kalkıp başını öptü..[3].

KAYNAKLAR

[1] Ömer İbnu'l-Hattab


[2] Hîre = Irak'ta Necef'le Küfe arasında bir bölge


[3] Abdullah İbn Huzafe hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakfmzljj

1- İbn Hacer, el-İsabe Fİ temyizi s. Sahabe, îl/287-288 (Mustafa MuhamniŞd baskısı).

2- İbn Hişam, es-Sireiu'n-nebeviyye (es-Saka tahkiki), fihristlere bakınız.

3- Muhammed Yusuf el-Kandehlevî, Hayatu's.saahbe, (Dördüncü ciltteki fih­ristlere bakınız).

4- Tehzîbu't-tehzîb, V/185.

5- İmtau'î-esma, 1/308,444.

6- Husnu's-sahabel, s. 305.

7- Ei-Muhabber, s. 77. 8-Ez-Zehebî Tarîhu'l-İslâm, 11/88.

Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/23-29.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı