25 Nisan 2011 Pazartesi

AMR İBNU'L-CEMÛH

AMR İBNU'L-CEMÛH


-Topal bacağıyla Cennet'e girmeye karar vermiş bir ihtiyar...-  
Amr İbnu'l Cemûh Câhiliyye'de Yesrîb ileri gelenlerinden, Seleme oğullarının efendilerinden, Medine cömertlerinden ve karakter sahibi kişilerden biri...
Câhiliyye devrinde soylu kişilerin, evlerinde put bulundurma adeti vardı. Bunu, her sabah ve akşam o puttan uğur dilemek, törenlerde kurban kesmek ve felâket anlarında ona sığınmak için yaparlardı.
Amr'ın putunun adı «Menât» idi. Onu iyi bir ağaçtan yapmıştı. Ona saygıda hiç kusur etmezdi. Ona en güzel kokuları sürmeyi de ihmâl etmezdi.
İman ışıkları, İslâm'ın ilk davetçisi Mus'ab İbnu Umeyr'in aracılı­ğıyla, tek tek Yesrib'in evlerini kaplamaya başladığında, Amr İbnu'l-Cemûh altmış yaşını geçmişti.
Mus'ab vasıtasıyla, Amr'ın oğullan Muavvez, Muaz, Haliad ve Muaz İbnu Cebel adındaki arkadaşları imana gelmişti.
Oğullarıyla birlikte anneleri Hind de iman etmişti. Amr ise, on­ların iman ettiklerinden habersizdi.
Arnr'ın karısı Hind, Yesrib'te İslâm'ın yayıldığını, soylu kişiler ara­sında sadece kocasının ve onunla birlikte birkaç kişinin müşrik olarak kaldığını gördü.
Halbuki o, kocasını sevip sayıyor ve onun kâfir olarak ölüp Ce-hennem'e gitmesinden korkuyordu.
Bu arada, Amr da çocuklarının; atalarının dininden dönmelerinden az zamanda birçok kişiyi dininden çevirip Muhammed'in dînine sok­mayı başaran şu davetçi Mus'ab İbnu Umeyr'e inanmalarından korku­yordu. Karısına dedi ki :.
«—Hind! Çocukları, sakın bu adamla (Mus'ab İbnu Umeyr'le) gö­rüştürme». Hind :
«—Olur ama, bu adamın anlattığı şeyleri oğlun Muâz'dan duymak istemez misin?» dedi. Amr:
«— Vay be... Haberim yokken, Muaz da mı dîninden çıktı?» dedi. Kadın, ihtiyardan korkup :
«—Hayır, ama bu davetçinin bazı toplantılarında bulunmuş ve söylediklerinden bazılarını bellemiş» dedi. Amr;
«— Onu benim yanıma çağır!» dedi. Çocuk karşısına geldiğinde :
«— Bu adamın söylediklerinden biraz anlat», dedi. Çocuk :
«— Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla, Hâmd âlemlerin Rabbı, merhametli olan merhamet eden ve Din Günü'nün sahibi olan Allah'a mahsûstur. (Allah'ım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız Senden yar­dım dileriz. Bizi doğru yola, nîmete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğ­ramayanların, sapmayanların yoluna eriştir». [1] dedi.
Amr :
«—  Bu söz ne kadar şahane, ne güzel! Bütün sözleri böyle mi?» dedi. Muâz :
«— Hepsi de birbirinden güzel, babacığım! Sen de ona biat eder misin? Halkın tamamı ona biat etti», dedi. İhtiyar biraz sustuktan son­ra şöyle dedi :
«— "Menât'a" danışmadıkça birşey yapmam. O ne derse öyle ya­pacağım». Genç de ona :
«— Babacığım! "Menât" konuşamaz ki. Onun dili ve aklı yoktur. O sadece bîr ağaç», dedi. İhtiyar  hiddetle:
«—  Sana söyledim, ona danışmadan hiçbir şeyden vazgeçmem», dedi.
Kalkıp «Menât»m yanına geldi. Onunla konuşmak istedikleri za­man arkasına ihtiyar bir kadın geçer,  sözde   putun aklına getirdik­lerini onun adına cevaplandırırdı.
Uzun boyuyla putun huzurunda durup sağlam ayağına dayandı. Çünkü öbür ayağı tamamen topaldı. Ona güzel övgülerde bulundu ve dedi  kî :
«Ey Menât! Şüphesiz, Mekke'den gelen bu davetçinin senden baş­ka hiç kimseye kötülük etmek istemediğini ve sadece bizi sana ibadet­ten alıkoymak için geldiğini öğrenmişsindir... Ben dinlediğim bazı gü­zel sözlerine rağmen seninle görüşmeden  ona biat etmek iste­medim. Bana yol göster». «Menât» ona hiç cevap vermedi. Amr:
Galiba, sen kızgınsın... Ama seni kızdıracak birşey yapmadım ki...
Zararı yok, öfken yatışıncaya kadar, seni birkaç gün rahat bı­rakacağım», dedi.
Amr İbnu'l-Cemûh'un çocuktan, babalarının, putu «Menât»ı ne ka­dar sevdiğini ve zamanla nasıl onun bir parçası haline geldiğini biliyor­lardı. Put sevgisini onun içinden atabileceklerinin de farkındaydılar.
Böyle birşeyi gerçekleştirirlerse, bu onun imân etmesi demekti.
Geceleyin, Amr İbnu'İ Cemûh'un oğulları, arkadaşları Muaz İbnu Cebel'le birlikte putu yerinden aldılar. Selemeoğullannın hela çukurla­rından birine götürüp attılar. Hiç kimseye görünmeden geri evlerine döndüler. Sabah olunca Amr, saygıda bulunmak için sessizce putuna gitti. Fakat onu bulamayıp dedi kî :
«— Yazıklar olsun size, bu gece tanrımızı kim çaldı?» Kimse ce­vap vermedi. Bağıra bağıra ve tehditler savurarak, evin içinde ve dı­şında putu aramaya başladı. En sonunda onu, çukurun içinde baş aşa­ğı gelmiş olarak buldu. Onu temizleyip, güzel kokular sürdü ve eski yerine koydu. Ona şöyle dedi:
«— Eğer bunu yapanı bilseydim, onu perişan ederdim».
Ertesi gece, gençler yine «Menât»ı çalıp, aynen bir gün önceki gibi yaptılar. Sabah olunca, ihtiyar yine onu aradı ve pisliklere bulaşmış olarak buldu. Alıp, temizledi, güzel kokular sürdü ve yerine koydu.
Gençler hergün böyle yapıyorlardı. Amr'ın sabrı taşıp, yatmadan önce puta gitti ve kılıcını onun boynuna taktı. Dedi ki :
«— Ey Menât! Bunları sana kimin yaptığını bilmiyorum. Eğer sen­de hayır varsa, işte kılıç. Kötülüğü kendinden koru». Daha sonra yata­ğına girdi.
Gençler ihtiyarın derin uykuya daldığını anlayınca, puta koşup boynundan kılıcı aldılar. Evin dışına götürdüler ve iple ölü bir köpeğe bağladılar. İkisini Seleme oğullarının lâğımlarının akıp toplandığı ku­yuya attılar.
İhtiyar uyanıp putu bulamayınca, başladı aramaya. Yine kuyuda yüz üstü gelmiş ölü bir köpeğe bağlı ve boynundan kılıç alınmış bir vaziyette buldu. Bu defa, onu çukurdan çıkarmadı. Orada bıraktı ve şöyle dedi :
«— Vallahi, sen tanrı olsaydın, bir kuyunun ortasında köpeğe bağ­lı olmazdın».
Çok geçmedi, Allah'ın dînine girdi.
Amr, müşrik olarak geçirdiği her dakika için büyük pişmanlık du­yarak îmanın tadına vardı. Her şeyiyle yeni dîne sarıldı. Canını, ma­lını ve çocuğunu, Allah ve Rasûlü'nün [s.a.v.) hizmetine verdi.
Bir müddet sonra, Uhud savaşı oldu. Amr, üç oğlunun Allah'ın düşmanlarıyla karşılaşmak için hazırlandıklarını gördü. Onlar aslanlar gibi gidip gelip duruyorlardı. Şehitlik mertebesine kavuşmak ve Allah'ın rızasını kazanmak arzusuyla yerinde duramiyorlardı. Bu durum onu da heyecana getirdi. Onlarla birlikte Rasûlüllah'ın {s.a.v.) sancağı altında cihâda gitmeye karar verdi.
Fakat gençler, babalarını verdiği karardan vazgeçirmek için anlaş­tılar...
O çok yaşlıydı, ayrıca tamamen topaldı. Azîz ve Celîl olan Allah (c.c.) onu özürlü saymıştı.
Oğulları dedi ki :
«— Şüphesiz Allah seni özürlü  saymıştır. Niye  Allah'ın  senden istediğini kendine yüklüyorsun».
İhtiyar onların bu konuşmasına çok öfkelendi. Şikâyet etmek üzere Rasûlüllah'a (s.a.v.) gitti ve şöyle dedi :
«— Ey Allah'ın Rasûlü! Şu benim oğullarım, topal olduğumu baha­ne ederek, beni bu hayırlı işten alıkoymak istiyorlar. Vallahi, ben bu topallığımla cennete gitmek istiyorum».
Rasûlüllah (s.a.v,) oğullarına :
«— Ona engel olmayın. .Herhalde Allah ona şehitlik verecek» dedi.
Çocuklar Rasûlüllah'in (s.a.v.) emrine boyun eğerek, ona engel olmaktan vazgeçtiler.
Ordunun hareket vakti yaklaşınca, Amr karısına bir daha hiç dön-miyecek kişi gibi veda etti... Kıbleye yönelip, ellerini semaya kaldırdı ve şöyle dua etti :
«— Allah'ım! Bana şehitlik ver. Beni, şehitliği kaybetmiş olarak ailemin yanma döndürme».
Üç oğlu ve Selemeoğullanndan kalabalık bir toplulukla yola ko­yuldu.
Savaş kızışıp, herkes Rasûlüllah'in [s.a.v.) yanından ayrılınca, Amr'm en önde gittiği ve sağlam ayağının üzerinde zıpladığı görüldü. Bu arada şöyle dediği de işitiliyordu :
«—Ben cenneti istiyorum, ben cenneti istiyorum...» Oğlu Hallad da arkasmdaydi.
İhtiyar ve onun genç oğlu, Rasûlüİlah'ı (s.a.v.) korumak için dö­vüşüyorlardı. Sonunda, birkaç dakika arayla her ikisi de şehit oldular.
Savaş bitince, Rasûlüllah (s.a.v.), gömmek için Uhud şehitlerinin yanına gitti. Ashabına dedi ki :
«— Ben onların şahidi olacağım». Sonra da şöyle buyurdu :
«— Allah yolunda yaralanan bir müslüman, Kıyamet günü mutlaka kanı akarak gelir. Kanının rengi safran rengi gibidir. Kokusu da misk kokusu gibidir».
Rasûlüllah [s.a.v.) ayrıca buyurmuştur ki :
«— Amr İbnu'l-Cemüh'u Abdullah İbnu Amr'Ia birlikte gömünüz. Onlar, dünyada birbirlerini seven iki samimi dost idiler».
Allah, Amr İbnu'l-Cemûh ve Uhud'da şehîd düşen arkadaşların­dan hoşnut olsun. Nûr içinde yatsınlar[2].





[1] Fatiha Sûresi.
[2] Amr İbnu'l-Cemûh hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız
1- El-İsabe, terceme : 5799
2-Sıfetu's-safve, I/265
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/62-67.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı