25 Nisan 2011 Pazartesi

«ARABIN DULU» ÜMMÜ SELEME

«ARABIN DULU» ÜMMÜ SELEME


Ümmü Seleme. Ümmü Seleme'nîn kim olduğunu biliyor musun?
Babası, Mahzum kabilesinin beğenilen kişilerinden ve Arab'ların. sayılı cömertlerinden birisidir. Öyle ki ona «yolcu doyuran» denilirdi. Çünkü yolcular onun evine gittiklerinde veya onunla yola çıktıklarında, yanlarına yol azığı almazlardı.
Kocası ise, Abdullah İbnu Abdilesed'dir. ve İslâm'a giren ilk on kişiden birisidir. Çünkü ondan önce, sadece Ebübekir ve sayıları iki elin parmaklarına ulaşmayan bir kaç kişi müslüman olmuştu.
Kendi ismine gelince; Hind'dir, Fakat Ümmü Seleme lâkabını ^al­dıktan sonra, bu lâkap Hind'den daha çok tutunmuştur.
Ümmü Seleme kocasıyla birlikte müslüman olmuştur. O da kadın­lardan İslâm'a ilk girenlerdendi. Ümmü Seleme ve kocasının İslâm'a girdikleri haberi yayılır yayılmaz, Kureyş allak bullak oldu. Onlara dağ­ların taşların bile dayanamayıp yerinden oynayacağı derecede işkence yapmaya başladılar.
Ama ikisi de hiç gevşeklik göstermediler ve inançlarından vaz­geçmediler. Onlara yapılan işkence ve eziyet artınca. Rasûlüllah (s.a.v.) ashabının Habeşistan'a hicret etmelerine izin verdi. Yine onlar Hicret edenlerin en ön sıralarında idiler.
Ümmü Seleme ve kocası gurbet diyarına gittiler. Bütün bunların karşılığını Allah'tan bekleyip, onun hoşnutluğu için bunu az bile göre­rek, evlerini, şan ve şereflerini, köklü soylarını Mekke'de bırakıp git­tiler.
Ümmü Seleme ve kocası, Habeşistan kralı Necâşiden himayejör-melerine rağmen, vahiy yatağı Mekke özlemi ve hidâyet kaynağı;,Ra-sûlüllah [s.a.vj hasreti, onların ciğerlerini parçalıyordu.               
Bir müddet sonra, Habeşistan'daki muhacirlere; Mekke'de müslü-manlann sayısının arttığı, Hamza İbnu Abdilmuttalip'le Ömer İbnu'l-Hattab'ın İslâm'a girmelerinin onları kuvvetlendirip kureyş'in eziyetine biraz engel olduğuna dair arka arkaya haberler geldi...
Hasret ve özlem içinde olan bir grup Mekke'ye dönmeye karâr verdi,
Ümmü Seleme ve kocası, yine ilk önce dönenler arasındaydı;;
Fakat Habeşistan'dan dönenler, kendilerine ulaşan haberlerin abartılmış olduğunu, Hamza'yla Ömer'in müslüman oluşundan sonra, müslümanların yaptığı hareketin, Kureyş'in daha büyük bir saldırısıyla karşılık gördüğünü anlamakta gecikmediler.
Müşrikler, müslümanlara işkence etme ve onları korkutmada her yolu denediler. Önceden görmedikleri işkence ve eziyetleri de, onlara
tattırdılar.
Nihayet, Rasûlüllah (s.a.v.), ashabının Medine'ye hicret etmesine izin verdi. Ümmü Seleme ve kocası dinlerini kurtarmak ve Kureyş'in eziyetinden kurtulmak için, muhacirlerin ilki olmaya niyet ettiler.
Fakat Ümmü Seleme ve kocasının hicreti zannettikleri kadar ko­lay olmadı. Onların hicreti çok zor ve acı oldu. Geride, yanında her tra­jedinin hafif kaldığı bir trajedi bıraktı.
Bize trajedisinin hikâyesini anlatması için sözü Ümmü Seieme'ye bırakalım...
Ümmü Seleme anlatmaktadır:
«Kocam Ebû Seleme, Medine'ye gitmeye karar verince- benim için bir deve hazırladı. Sonra beni bindirip, çocuğumuz Seleme'yi ku­cağıma verdi. Hızla deveyi çekerek bizi götürmeye başladı. Mekke'den çıkmadan önce, kavmim Mahzun oğullarından bazıları bizi görüp yolu­muzu kestiler. Ebû Seleme'ye :
Bunu zorla nereye götürüyorsun? Q bizim kızımızdır. Onu bizden alıp, başka diyarlara götürmene neden müsâade edelim?» dediler ve saldırıp beni elinden aldılar. Kocamın sülâlesi Abdülesed oğullar,! onların beni ve çocuğumu aldıklarını görünce küplere bindiler. Dedi­ler ki:
«— Hayır, Vallahi, karısını elinden aldınız ama, çocuğu size bırak­mayız. O, bizim oğlumuzdur. Onu almak daha çok bizim hakkımızdır». Çocuğum Seleme'yi gözümün önünde, aralarında asılmaya başladılar. Derken onun kolunu çıkardılar ve en sonunda almaya muvaffak olr dular.                                                   .                                                        
Birkaç dakika içinde, kalabalık dağılmıştı. Ben de tek başıma kalf mistim.        ,                                                                                                 
Kocam kurtulmuş ve Medîneye gitmişti. Oğlumu, Abdülesed oğul} lan kapıp gitmişti.
Beni de Sülâlem Mahzun oğulları yanlarında alıkoymuşlardı.
Bîr anda, ben, kocam ve çocuğumuz, hepimiz birbirimizden ayrıl­mıştık. .
O günden itibaren her sabah, Abtah'a gitmeye başladım. Traje­dimin geçtiği yerde oturup, kocam ve çocuğumla orada geçen anılar tekrar yaşıyor ve akşama kadar ağlıyordum.
Bu şekilde, bir yıl veya bir yıla yakın kaldım. Nihayet, amca oğul­larımdan birisi yanıma geldi. Hâlims ve bana acıyıp, kavmimin adam­larına şöyle dedi :
«— Bu zavallıyı daha ne kadar serbest bırakmıyacaksınız? Onu ko­casından ve çocuğundan da ayırdınız». Kalpleri yumuşayıp, merhame­te gelince, bana dediler ki :
«— İstersen, kocanın yanına git».
Fakat yavrumu, ciğer paremi Mekke'de Abdülesed oğullarının ya­nında bırakarak Medîne'ye kocamın yanına nasıl giderim?
Mekke'deki küçük yavrumdan habersizken, hicret yurdu olan Me-dîrfe'de, kalbimin ateşinin sönmesi ve gözyaşlarımın dînmesi nasıl mümkün olurdu!
Bazıları üzüntülerimi giderecek şeyleri düşünüp, halime acıdılar. Durumumu aralarında konuşup onların bana acımalarını istediler. Bu­nun üzerine oğlum Seleme'yi bana geri verdiler».
«Birlikte yolculuk yapacağım birisini buluncaya kadar oyalanmak istedim. Hesapta olmayan birşeyin ortaya çıkmasından ve beni koca­ma gitmekten alakoymasından korkuyordum... Bunun için acele ettim. Devemi hazırladım. Çocuğumu kucağıma aldım. Allah'tan başka hiç kimsem olmayarak, kocama gitmek üzere Medine'ye doğru yola ko­yuldum. Ten'îme [1] vardığımda, Osman İbnu Talha ile karşılaştım. Osman dedi ki :
«— Nereye? Ey «Yolcu doyuranın kızı!»
«— Medine'ye kocamın yanına gitmek istiyorum», dedim, Osman :
«— Yanında hiç  kimse yok mu?»  dedi.
«— Hayır, Allah'tan ve şu yavrumdan başka kimse yok», dedim.
Osman :
«— Vallahi, seni Medine'ye varıncaya kadar yalnız bırakmam». dedi. Devemin yularından tuttu. Beni, hızla Medine'ye doğru götür­meye başladı. O ana kadar, Araplar içinde bu kadar şerefli ve güzel ahlâklı birisiyle karşılaşmamıştım. Bir konak yerine vardığımızda, de­vemi çöktürüyor. Geri çekiliyor, ben devemden inince, onu alıp bir ağacın yanına götürüyor ve oraya bağlıyordu... Sonra benim yanım­dan ayrılıp başka bir ağacın gölgesinde yatıyordu. Gitme zamanı ge­lince, kalkıp devemin yanına geliyor, onu hazırlayıp bana veriyor ve kendisi geriye çekilip: «Bin!» diyordu. Deveye binip yerleştiğimde, gelip yularından tutuyor've çekerek götürüyordu.
Medine'ye kadar hep böyle yaptı.[2] Amr İbnu Avf oğul­larının köyünü gördüğünde dedi ki:
«— Kocan buradadır. Haydi Allah'ın lûtfuyla yanına git». Sonra, Mekke'ye dönmek üzere ayrıldı».
Uzun bir ayrılıktan sonra, birbirlerinden ayrı düşenler bir araya geldiler. Ümmü Seleme kocasına kavuştuğu için çok sevindi. Ebû Se­leme de karısının ve çocuğunun gelişine çok sevindi... Sonra olaylar, göz açıp kapar gibi hızla geçmeye başladı.
İşte Bedîr Savaşı. Ebû Seleme de bu savaşa katılıyor ve diğer müs I uman I ar I a birlikte, kesin ve açık bir zafer kazanmış olarak dö­nüyor.
İşte Uhud Savaşı! Ebû Seleme ona da katılıyor. Kahramanca dö­vüş çıkarıyor. Fakat savaştan büyük bir yara alarak dönüyor. Onu te­davi ederler ve yara iyileşmişe benzer. Aslında yara için için devam etmektedir. Bir müddet sonra, yara açılır ve Ebû Seleme'yi yatağa düşürür.
Ebû Seleme, yarasını tedavi etmekte olan karısına şöyle der: «— Ümmü Seleme! Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini duydum :
«— Bir müslümanm başına bir felâket geldiğinde, o müsiüman felâket anında, «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciûn» âyetini okur ve :
«—Allah'ım bu felâket sebebiyle beni mükâfatlandır.
Allah'ım, felâketin elimden aldığından daha hayırlısını ver» diye duâ ederse Allah onun dileğini yerine getirir».
Ebû Seleme, günlerce hasta yatağında kaldı. Bir sabah, Rasûlüllah (s.a.v.) onu ziyaret etmek için yanına geldi. Ziyaretini bitirip, daha evin kapısından çıkmadan. Ebû Seleme hayata veda etti.
Rasûlüllah {s.a.v.) mübarek elleriyle, sahâbisinîn gözlerini yumdu. Gözünü semâya dikip şeyle dedi :
«Allah'ım! Ebû Seleme'yi bağışla. Onu kendine yakın, gözde kul­larından eyle.
Onun çoluk çocuğunu sen gözetle.
Bizi ve onu bağışla, ey âlemlerin Rabbi onu kabrinde rahat ve nur içinde kıl».
Ümmü Seleme ise,  kendisine,   Ebû   Seleme'nin   Rasûlüllah'tan
(s.a.v.) rivayet ettiği hadîsi hatırlatıp :
«— Allah'ım Başıma gelen bu felâket sebebiyle beni mükâfat­landır...»
Fakat onun gönlü :
«— Allah'ım!  Bana bu felâketin, elimden aldığından daha hayıısını ver»  demeye razı olmadı. Çünkü o, kendi kendisine sorup du­ruyordu :
«— Kim Ebû Seleme'den daha hayırlı olabilirdi». Fakat çok geçmedi, duayı tamamladı...
Müslümanlar, Ümmü Seleme'nin başına gelene, görülmemiş bir şekilde üzüldüler. Ona : «Arab'ın Dulu» ismini verdiler... Çünkü onun Medine'de, tüyü bitmemiş kuş yavruları gibi küçük çocuklarından baş­ka, hiçbir yakını yoktu.
Muhacirler ve Ensar'ın hepsi. Ümmü Seleme'nin üzerlerindeki hakkını anladılar. İddeti bittiğinde, Ebubekir onunla evlenmek için gel­di. Ümmü Seleme onun isteğini kabul etmedi...
Daha sonra, Hz. Ömer İbnu'l-Hattab geldi. Hz. Ebubekir gibi onu da reddettik
Rasûlüllah (s.a.v.) da geldi. Ümmü Seleme ona şöyle dedi : «— Ey Allah'ın Rasûlü! (s.a.v.) Benim üç özelliğim var:
Ben çok kıskanç bir kadınım. Senin hoşuna gitmeyecek bîrşey yaparım da, bu yüzden Allah'ın beni cezalandırmasından korkarım.
Ayrıca, ben yaşı hayli ileri bir kadınım.
Bir de çocuklarım var...»
Rasûlüllah (s.a.v.) da şöyle cevap verdi :
«— İleri sürdüğün kıskançlığı, senden gidermesi için Allah'a dua edeceğim.
Söylediğin yaş mes'elesine gelince; benim de yaşım ilerledi. Senin çocukların ise, benim de çocuklarım demektir».
Böylece, Rasûlüllah (s.a.v.) Ümmü Seleme ile evlendi. Allah Üm­mü Seleme'nin duasını kabul edip, ona Ebû Seleme'den daha hayırlısı­nı vermişti.
O günden itibaren, Mahzumlu Hind, yalnız Seleme'nin annesi ola­rak kalmadı. Bütün mü'minlerin annesi  oldu.
Allah ondan razı olsun ve onu razı kılsın...[3]




[1] Ten'im : Mekke'den üç mil uzaklıkta bir yer
[2] Küba : Medine'ye iki mil uzaklıkta bir köy.
[3] Müminlerin annesi   Ümmü Seleme   (r.a.)   hakkında   geniş   bilgi  için aşağıdaki eserlere bakınız :
1- El-İsabe (es-Seâde baskısı), s. 240-242.
2- EI-İstîab  (Haydarabad  baskısı), II/780.
3- Usdu'l-ğabei, V/588-5B9.
4- Tehzibu't-tehzîb, Xll/455-465.
5- Takrîbu't-tehzîb, H/627.
6- Srfetu's-safve,   11/20-21.
7- Şezeratu'z-zeheb, I/69-70.
8- Ez-Zehebî, Tarîhu'l-İslâm, IM/97-98.
9- EI-Bİdaye ve'n-nihaye, V1H/214-215.
10- EI-A'lam, JX/104.
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/41-47.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı