3 Haziran 2011 Cuma

SA'D İBN MUAZ


Seni tebrik ederim, Ebû Amr! O, ömrünün otuz birinci yılında müslüman, Otuz yedinci yılında da şehîd olmuştu.
Sa'd İbn Muâz (r.a.) İslâm'a girdiği günie vefat ettiği gün ara-sında Allah ve Resulünün hizmetinde şahane günler geçirmişti...
Bakınız!.
Güzel yüzlü, uzun boylu, iri gövdeli ve akıllı bu kişiyi görüyor mu­sunuz?.
İşte o...
O, Muhammed'in (s.a.v.) Mekke'den tevhidi ve İslâm'ı müjdelesin diye Medine'ye gönderdiği Mus'âb İbn Umeyr'i görmek için Esad İbn Zürare'nin evine koşa koşa geliyor...
Evet... O, dinini beraberinde götürsün ve Medine'yi kendi diniyle başbaka bıraksın diye bu yabancıyı Medîne sınırlarının dışına kovmak için oraya gidiyor!..
Fakat teyzesinin oğlunun ve Es'âd İbn Zürare'nin evindeki Mus'âb'-ın toplantısına yaklaşır yaklaşmaz, gönlü, üzerine saadet rüzgârları gi­bi esen tatlı esintilerle ferahlar.
Orada oturanların yanlarına varıp Mus'âb'ın sözlerini dinlemek için aralarındaki yerini alır almaz, Allah'ın hidâyeti, onun içini ve ru­hunu aydınlatmış olur...
Kader'in ansızın gelen şaşırtıcı olaylarından birinde Ensar'm li­deri mızrağını fırlatıp Resûlüllah'a [s.a.v.) biat etmek için sağ elini uzatıyordu...
Sa'd İbn Muaz'ın müslüman olmasıyla Medine'de yeni bir güneş doğuyor, Muhammed'le (s.a.v.) birlikte alemlerin Rabbi Allah'a tes­lim olan birçok kalp onun yörüngesinde dönüyordu!,.
Sa'd müslüman olmuş, kahramanlık ve büyüklükle müslümanhğı-nın sorumluluklarını da yüklenmişti...
Resûlüîlah (s.a.v.) ve ashabı, Medine'ye hicret ettiğinde Abduleş-hel oğullarının Sa'd'ın kabile evleri kapılarını muhacirlere açmış, bü­tün malları hesap sorulmaksızın ve başa kakılmaksızın onların emir lerlne geçmişti!..
Ve Bedir savaşı gelir...
Resûlüllah (s.a.v.) durumu kendileriyle görüşmek için muhacir ve Ensar'a mensup sahabilerini toplar:
Mübarek yüzünü Ensar tarafına çevirir ve şöyle buyurur: «— Bana tavsiyede bulunun, ey Ensar!»
Sa'd İbn Muâz bayrak gibi ayağa kalkarak şöyle der:
«— Ya Resûlellah!
Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik. Bize getirdiğin Kur'ân'ın hakk olduğuna şehâdet ettik.
Bu konuda senin sözlerini dinlemeye ve sana itaat etmeye söz verdik.
Ya Resûleliah! Nasıl  istersen o şekilde hareket et, biz seninle birlikteyiz...
Seni hakk peygamber olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalsan, biz de beraber dalarız. Bizden (En-sar'dan) bir kişi bile geride kalmaz. Biz yarın düşmanımıza bizimle be­raber karşı gitmeni de kötü görmeyiz...
Biz, savaşta sebat etmesini, düşmanla karşılaştığımızda sadâkat göstermesini biliriz...
Umulur ki Allah Teâlâ sana, bizim elimizden senin gözünü ay­dın edecek şeyleri gösterecektir.
Bunun için Allah'ın bereketine güvenerek bizimle birlikte düşman üzerine yürüyünüz...»
Sa'd'ın sözleri, müjde hilâlleri gibi doğdu. Resûlüİlah'ın (s.a.v.) yüzü neş'e, mutluluk ve memnuniyetten parladı. Bunun üzerine müs-lümanlara şöyle dedi:
«— Öyleyse yürüyün. Size müjdelerim ki, Allah Teâlâ bana, bu iki taifeden birini vaadetti... Vallahi... Şimdi, ben o Kureyş kavminin savaş meydânında yıkılacakları yerleri görüyor gibiyim...»
Uhud savaşında, müşrik ordusunun ânî saldırısıyla müslümanlar dağıldığında, gözler Sa'd İbn Muâz'ın bulunduğu yerden ayrılmıyordu...
Ayaklarını kendisine lâyık bir  kahramanlıkla Resûlüllah'ı (s.a.v.) savunmak için onun yanındaki bir yere çivilemişti!..
Sa'd'ın mertliğinin ve kahramanlığının göz kamaştırıcı ve şerefli bir şeklide tecelli etmesi için Hendek savaşı oldu...
İşte bu Hendek savaşı, müslümanların hak ve adalet tanımayan düşmanlarından gördükleri acı komplolara dair açık bir delildir.
Resûlüilah [s.a.v.] ve ashabı, Medine'de Rabblerine ibâdet ve ona itaati tavsiye ederek ve Kureyş'in oraya bir daha saldırmıyacağtnı ve savaş açmıyacağını umarak barış İçinde yaşarlarken yahudi liderlerin­den bir grup, Kureyş'i Resûlüllah'a (s.a.v.) karşı kışkırtmak, eğer müs-îümanlarla savaşa çıkarlarsa, Kureyşli'lerin yanında yer alacaklarına dair onlara söz vermek üzere gizlice Mekke'ye giderler...
Müşriklerle fiilen anlaşıp birlikte savaş plânını hazırladılar...
Medine'ye dönerken yolda, Arap kabilelerinin en büyüklerinden birisi olan Gatafan'ı da kışkırtıp ileri gelenleriyle, Kureyş ordusuna katılmak üzere anlaştılar...
Savaş plânı hazırlanıp görevler dağıtıldı... Kureyş ve Gatafan bü­yük ve güçlü bir orduyla Medîne'ye saldıracaktı...
Yahudiler ise öbür ordunun ansızın saldırdığı sırada Medine ve etrafına zarar verme görevini yerine getirecekti...
Peygamber (s.a.v.) bu pis tertibi öğrenince hazırlık yapmaya baş­ladı. Saldırganlara engel olmak için Medine'nin etrafına bir hendek kazılmasını emretti...
Sa'd İbn Muâz'la, Sa'd İbn Ubâde'yi, muhtemel savaştaki gerçek durumlarını anlamak için Benî Kureyza yahudilerinin lideri Ka'b İbn Esed'e gönderdi. Çünkü Resûlüllah'la (s.a.v.) Benî Kureyza yahudileri arasında bazı anlaşmalar vardı...
Resûlüllah'ın (s.a.v.) elçileri Benî Kureyza'nın lideriyle görüştük­lerinde onlara şöyle denildi:   
« — Muhammed'le (s.a.v.) bizim aramızda ne söz, ne de anlaşma var!..»
Medîne halkının böyle şiddetii bir savaş ve korkunç bir kuşatma­ya maruz kalması Resûlüllah'ın (s.a.v.) zoruna gitti ve Gatafan'rKu-reyş'ten ayırmayı düşündü. Böylece saldırıya geçecek olan ordunun güç ve sayısının yarısı eksilecekti. Bizzat kendisi bu savaştan ellerini çekmesi konusunda Gatafan'm ileri gelenleriyle görüşmeler yaptı. Bu­nun karşılığı olarak, onlara Medîne hurmalarının üçte biri verilecekti. Gatafanlılar razı olduiar. Anlaşmanın sadece geçerli bir vesikaya kay­dedilmesi kalmıştı...
Çalışmaların bu safhasında Resûlüilah (s.a.v.) beklemeye başla­dı. Çünkü bu meselede tek başına hareket etmeye hakkı olmadığı ka-naatindeydi, Görüş alış-verişinde bulunmak için ashabını (R. Anhüml çağırdı...
Resûlüilah (s.a.v.) Sa'd İbn Muâz ve Sa'd İbn Ubâde'nin görüşle­rine özel bir ilgi gösterirdi. Çünkü onlar, Medine'nin ileri gelen kim-selerindendi. Onlar bu meseleyi tartışmada ve takınılacak tavrı seç­mede ilk hakk sahipleriydi...
Resûlüilah (s.a.v.) kendisiyle Gatafan ileri gelenleri arasında ce­reyan eden konuşmaları onlara anlattı. Buna, Medîne ve halkını böyie bir tehlikeli saldırı ve korkunç bir kuşatmadan uzak tutmak arzusuyla başvurduğunu söyledi...
Sa'd'lann ikisi de Resûlüllah'a (s.a.v.) şu soru ile yöneldiler
«— Ya Resûleilah!.
Bu senin seçtiğin bir görüş mü yoksa Allah'ın sana emrettiği bir vahiy midir?»
Resûlüllah (s.a.v.) cevap verdi:
«— Bu benim sizin için seçtiğim bir görüştür. Vallahi, ben sadece, Arapların size bir tek yaydan attıklarını ve sizi her taraftan sardıklarını gördüğüm için yapıyorum. Onların size karşı olan üstün­lüklerini herhangi bir şekilde kırmak istedim...»
Sa'd İbn Muaz, erkek ve mü'minler olarak kaderin kendilerini le bir imtihanla karşı karşıya getirdiğini anladı...
Bu arada şöyle dedi: «— Ya Resûleilah!.
Biz ve onlar putlara tapan müşriklerdik. Allah'a tapmaz ve onu tanımazdık. Onlar Medînemizden bir hurmayı ikram edildiğinde satın almak suretiyle yemeyi arzu ederlerdi...
Allah bize İslâm'ı ikram edip bizi seninle ve onunla aziz kılınca mı mallarımızı oniara vereceğiz?.
Vallahi, bizim buna hiç ihtiyacımız yok...
Vallahi, biz onlara ancak kılıçlan veririz. Sonunda Allah bizimle onların arasında hükmünü verir
Hemen, Resûlüllah (s.a.v.) görüşünden vazgeçti ve Gatafan'ın ile­ri gelenlerine ashabının anlaşma metnini reddettiklerini ve kendisi­nin, ashabının görüşlerini  kabul ettiğini bildirdi...
Birkaç gün sonra Medine korkunç bir kuşatmaya şahit oldu...
Gerçekten korkunç bir kuşatmaydı. Çünkü şehri korusun diye et­rafına  kazılan hendek böyle bir kuşatmayı  gerektiriyordu.
Müslümanlar savaş elbiselerini giydiler.
Sa'd İbn  Muâz kılıcını ve mızrağını  aldı ve şu şiiri söyleyerek
Ey deve! Biraz bekle, savaş çıkacak, Ecel yaklaştığında ölüm  ne güzeldir!...
Saldırılardan birinde Sa'd'ın koluna müşriklerden birinin attığı za­rarlı bir ok isabet etti...
Damarından kan fışkırmaya başladı. Kanının durdurulması için ge­çici olarak, acil bir tedavi uygulandı. Resûlüllah (s.a.v.) onun mescide götürülmesini ve hastalığı sırasında devamlı ona yakın olması için ora­da kendisi için bir çadır kurulmasını emretti...
Müslümanlar büyük kahramanlarını Resûlüllah'ın (s.a.v.) mesci-dindeki yerine götürdüler...
Sa'd. gözlerini semaya dikip şöyle dedi:
«—Ya Rabbi! Eğer Kureyş'le yapılan savaşın birazını biraktıysan, beni de ona bırak. Çünkü hiçbir kavimle savaşmayı, senin peygambe­rine eziyet eden, onu yalanlayan ve onu yurdundan çıkaran kavimle savaşmak kadar sevmem...
Eğer bizimle onlar arasında bir savaş takdir ettiysen, o gün bana isabet eden şeyi şehit olmaya götüren bir sebep yap...
Beni Kureyza'dan gözlerim aydın oluncaya kadar beni öldürme!..»
Bravo sana, ey Sa'd İbn Muâz! Böyle bir sözü, böyle bir durumda senden başka kim söyleyebilir ki?
Allah onun duasını kabul etmişti... Ona isabet eden şey, şehitliğe giden yolda bulunmasıydı. Çünkü bir ay sonra yaralan yüzünden Rabbine kavuşacaktı..."
Fakat, Beni Kureyza'dan içi rahatlaymcaya kadar da ölmemişti.
Çünkü Kureyş Medîne'yi ele geçirmekten ümidini kesip askerler arasında korku başlayınca eşya ve silâhlarını aldılar ve yenik bir halde Mekke'ye döndüler...
Resûlüllah (s.a.v.) anladı ki diledikleri zaman Medine'ye karşı iha­netlerini sürdüren Beni Kureyza yahudilerini serbest bırakmak, artık karşısında müsamahaya hakkının olmadığı bir durumdu...
Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Benî Kureyza'nın üzerine yü­rünmesini emretti...
Onları on beş gün kuşattılar... Beni Kureyza müslümanlardan kendileri için bir kurtuluş yolu bu­lamayınca teslim olup kendileri hakkında Sa'd İbn Muâz'ın hüküm ver­mesi ricasıyla  Resûlüüah'a (s.a.v.) geldiler...  Çünkü Sa'd  cahiliyye devrinde, onların müttefiki idi...
Peygamber (s.a.v.) ashabından bazılarını Sa'd İbn Muâz'ı daha Ön­ce mescidde tedavi edilmekte olduğu yerden getiren kimselere gön­derdi...
Sa'd bir hayvanın üzerinde geldi. Çünkü güçsüz ve hastaydı,
Resûlüllah (s.a.v.) ona şöyle dedi:
«— Sa'd! Beni Kureyza hakkında hükmünü ver...» Sa'd, sonuncusu Hendek savaşı olan ve nerdeyse Medîne'yi hal­kıyla birlikte mahvedecek ihanet  teşebbüslerini   tekrar   hatırlamaya başladı...
Sa'd şöyle dedi:
«— Ben onların savaşa katılanlarının öldürülmesi...
Kadın ve çocukların esir edilmesi mallarının taksim edilmesi gö rüşündeyim...»
Böylece Sa'd Benî Kureyza'dan   içi  rahatlaymcaya   kadar  ölme misti...
Sa'd'ın yarası her gün hatta her saat tehlikeli bir hal alıyordu...
Bir gün Resûlüllah (s.a.v.) onu ziyarete gitti ve onu son anlarını yaşarken buldu. Onun başını alıp göğsüne koydu ve Allah'a şöyle dua etti.
«— Allah'ım! Sa'd senin yolunda cihâd etti. Senin Resulünü tas­dik etti ve onun istediği şeyle hüküm verdi. Onun ruhunu, bir ruhu kabul ettiğinin en hayırlısıyla kabul et».
Peygamberin (s.a.v.) sözleri veda etmekte olan ruhun üzerine bir serinlik ve esenlik olarak boşandı. Gayret edip Resûlüllah'ın (s.a.v.) yüzünün hayatta gördüklerinin sonuncusu olması için gözlerini açtı ve şöyle dedi:
«— Es-selâmü aleyke ya Resûlellah!...
Şehadet ederim ki sen, Allah'ın elçisisin».
Peygamber (s.a.v.) hemen Sa'd'ın yüzüne eğildi ve:
«— Seni tebrik ederim, Ebû Amr» dedi.
Ebû Said ei-Hudri (e.a.) anlatır:
«— Ben Sa'd'ın kabrini kazanlardandım.
Herbir toprak tabakasına ulaştığımızda,  misk kokusu koklardık. Nihayet cesedin konulacağı yere vardık...»
idi:
Müslümanların Sa'd'ı kaybetmeleri büyük bir belâ idi...
Ama peygamberlerinin şu sözünü duyduklarında tesellileri büyük
«— Sa'd İbn Muâz'm ölümünden dolayı Rahman'm arşı sarsıldı...» [1]






[1] Halil Muhammed Halil, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/54-60.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Boşanma Hakkında Detaylı Bilgiler