Almanya Tarafında Savaşa Giriş
Ülkemizin bu savaşa çekilme sebeblerinden diğeri de petrol istimali meselesidir. Şark Meselesinin önemli unsurlarından birini enerji meselesi teşkil etmektedir. Bu enerjinin en mühimini petrol teşkil etmektedir. Bunlarda Osmanlı hakimiyetinin var olduğu ancak yaklaşık bir asırdır idarede zafiyet içinde olduğu topraklarda idi. Balkan savaşının, Trablusgarb savunmasının yüklediği rnâli sıkıntı'ar ülkemizin boğazını
İyice sıktı. Said Halim Paşa hükümeti mâliyeye para bulmak için Mehmed Cavid bey'i (Dönme Cavid) bir Avrupa turuna gönderir. Yapılan temasla Fransızların ümid verdiği görüldü. Ancak bu ümid kapısında müzakereler hayli uzadı. İşte tam bu sırada nasıl olduysa Goben ve Breslav adlı iki Alman savaş gemisi kaçmakta olduğu müttefik donanmasının önünden Çanakkale Boğazına duhûl ederek kurtuldu. Siya-net sever milletimiz bu dehalete sıcak kucağını açtı açmasına fakat meselede problem olmaya başladı. İngiliz ve Fransız ve dahi müttefikleri gemilerin kendilerine teslimini istediler. Tabii ki böyle şey olamazdı. Nitekim olmadıda.. Çâreyi söz konusu gemileri satın aldığımızı ilân etmek olarak görebildik. Dünya efkârı umumiyesine, alımı ilân ettiğimizde Fransa, kapısının önünde Osmanlı adına borç para taleb etmekte olan Cavit bey başkanlığındaki heyete borç veremeyeceklerini tebliğ ettiler. Böylece heyetimizin eli boş döndüğü görüldü.
Biz; Mevlanzâde Rıfat bey'in "Türk İnkılabının İç Yüzü" adlı eserini sadeleştirip Pınar yayınlarından neşir hayatına kazandırmıştık. Bu zatın; tasvir sanatının en güzel örneklerinden sayılsa yeri olan izahını buraya alıntıhyarak sahifemizi süslemek ve en güçlü izahlardan biri olduğuna inanarak takdim ediyorum efendim: Evvelâ sadrazam Said Halim Paşanın ingiltere'nin Osmanlı nezdindeki b.elçisi Sir Malet ile yaptığı görüşmenin tasvirinden bir bölümü sunalım:
"Sadrazam Said Halim Paşayı Yeniköy'deki yalısında ziyaret eden Sir Malet'in görüycrumki Büyük Britanya hükümetiyle ve müttefiklerine karşı düşmanca bir tavır irine girmeye başladınız. Benim şahsi görüşüm şudur ki; buna çok uzüldüm ingiltere devlet-i fahimanesi, Osmanlı devletini "na tehlikesinden kurtarmıştı. Yine zannediyorum ki; bu zamanda Osmanlı hükümetinin menfaati Büyük Britanya'yı gücendirmemektedir." Bu soruya sadrıazamın cevabının şu bölümü pek önem arzetmektedir: ".emin olunuz ki hükümetimiz Büyük Britanya Hükümeti fahimesinin dostudur. Daima da dost kalmak emelindedir. Ancak bugün müttefikleriniz arasında bulunan Rusya'ya karşı ihtiyatlı olmak için bazı tedbirler almaya mecburuz. Osmanlı Hükümeti -resmî bir dille arzediyorum- barışseverlikten ayrılmak istememektedir."
Sir Malet; sözü Ç.kale boğazından içeri dalıp sığınan ve Osmanlı devletinin para verip satın aldığını beyan etmek mecburiyetinde kaldığı gemilere getirir ve: "..Almanya'nın İstanbul limanına gönderdiği iki harp gemisi hakkında yapmış olduğumuz resmî taleb ve ricamızın henüz yerine getirilmemiş olmasını hayretler içinde karşılıyorum." Dediğinde sadrıazam Said Halim Paşa: "Bunda da bir yanlış değerlendirme var! Burada Almanların harp gemileri yoktur. Osmanlı Hükümetinin, Almanya'dan satın almış olduğu gemiler vardır."
ülkemizin içinde bulunduğu zor durum, Prens sadrazama; ne yapalım peşin olarak parasını ödediğimiz diretnotlan vermediğinizden Almanlardan bu iki gemiyi almak mecburiyetinde kaldık gibi bir kinayeye başvuramadığımızı düşünmenizi hatırlatırım sevgili okurlarım. Sir Malet cevabı: "(Tebessümle) Hâttâ bedelini peşin verdiği gemiler!
..Değil mi? Son Altes, İngiltere Devleti ve ortakları bu yoldaki manevralara iltifat etmezler.." Diplomaside bu şekil de ifade olunan beyanların düz yazıdaki mânası, siz de'para nerde daha Fransa maliyesi kasasının önünde dün avuç açmıştınız. Alman'lara bu iki c,emi için parayı nereden buldunuz. Bize yutturamazsınız demek oluyordu.
Sir Malet'in sadrıazam Said Halim Paşa'ya: "...İhtiyatlı bulununuz. Almanların bu iki teknesine güvenmeyiniz." Sadra-zam'ın cevabı ise: ".Size namusumla temin ederimki, ben bu makamda bulundukça Devlet-i Âliye tarafsızlıkdan ayrılmayacaktır."
Enver- Walkenhaim Dansı
Görüldüğü gibi sadrıazam Said Halim Paşa doğru yolu silahlı, muntazır ve tarafsız kalmakda görmekte hele İngiltere ile arayı hiç açmama siyasetini tercih etmektedir. Bu politikanın gerileme döneminden beri takip olunan yola uygunluğu ileri sürütürse hatalı bir iddia olmaz. Mevlanzâde Rıfat bey, bahse konu "Türk İnkılabının İçyüzü" adlı eserinde 20 sahifede şunları söylüyor, biz de özetleyelim: "Maliye nazırı Cavid; hazinenin paraya olan acil ihtiyacını ileri sürerek, Alman elçisinin arzularını iyi karşılamak, Almanya hesabına hemen harbe girmek için, ittifak senedinin çabukluk sağlamaya büyük gayret sarfetti. Dâhiliye nazırı Talat, Harbiye nazırı Enver dahi buna tarafdar oldular. Bahriye nazın Cemâl, düşüncelerin alacağı renge bakarak fikrini ortaya koymamıştı..." Sadrıazamın yukarıda söylediğimiz durumu devam etmekte,silahlı fakat tarafsız kalma düşüncesini taşıyordu.
Cemâl Paşa, Cavit ile beraber Fransa'dan eli boş dönmenin bozgunluğu içinde Enver'in Alman elçi ile konuşmaya teşvik ve tahrik etmekteydi. Sonunda Wankenhayim ile Enver Paşa mülakatı tensib olundu. Wankenhayim hayli uzun ve ikna edici bir konuşma yaptı. Bu konuşmanın bazı yerlerinde tehdit, bazı yerlerinde şantaj ve de sahtekârane ifadeler yyer tikini gösteriyordu. Biz burada bir iki cümleye işaret edec^P: "Son ekselans, Balkan Harbinden mağlup olarak çıkmış ve harp vasıtalarınız tükenmiş, kuvvetsiz ve parasız kaldığınız halde sizi biz ittifakımıza almak istiyoruz. Karadeniz'de bulunan Rus filosunu bir anda yok etmeye kadir son sistem iki tane harp gemimizi, İngiliz ve Fransızların donanması arasından geçirerek emrinize, en usta denizcilerimizle birlikte teslim ediyoruz. İhtiyacınız ölçüsün de para ve harp levazımı vereceğimiz gibi...(.) Anlamıyorum son ekselans! daha ne istiyor ve ne bekliyorsunuz?(..) Binaenaleyh tereddüt halindeki arkadaşları aydınlatma Iısınız,ikna etmelisiniz" Demekteydi.
Pınar yayınları arasında neşrolunmuş ve tarafımızdan hazırlanmış bulunan Mevlanzâde Rıfat bey'in "Türk İnkılabının İç Yüzü" adlı eserde sivil-asker arasındaki zıtlaşmaya örnek gösterilebilecek şu tasviri dikkatle ve ibretle okumanızı salık veririm. Mesele şu; Osmanlı mâliyesinin tesviye etmesi gereken acil olarak iki milyon altına ihtiyacı vardır. Yukarıda Almanya Sefiri ile Enver Paşa arasındaki mülakattan savaşa girme karşılığında para vaadini nakletmiştik. Bu antlaşmayı ittifakı temin eden senetlerin teati merasimi sonrasında para verilmesi icab ederken. Kestirme yoldan gitmeyi seven askerler Cavid bey'in yarın lâzım dediği parayı Walkenha-ım'den hemen alabilmek için Osmanlı Ordusunda müşavir olan Liyman Von Sanders Paşa'dan tavassut etmesini Bahriye Nâzın Cemal Paşa telefonda rica eder.
Yapılacak iş tavassutun neticesini beklemekti. Beklediler.. Yarım saat sonra Liyman Paşadan menfi cevap gelmiş ve antlaşmanın teati merasimi yapılmadan ödemenin kabil olmadığını elçi mutavassıt Liyman Paşaya ifade etmiş. İşte Sa-İd Halim Paşa burada:
- Ben size söylemedim rni? (Demek ki daha evvel antlaşma teatisi yapılmadan para alınamayacağını, usûlün bu ol-hatırlatmış olmalı.) Enver Paşa: (yapmacık bir asabiyetle)
Böyle şeymi olur? Söz demek, imza demektir. Merasim apıla dursun. Madem yarın Cavid'in paraya ihtiyacı vardır. Şimdi verilmelidir!. Said Halim Paşa:
- Enver Paşa, sizi bugün çok sinirli görmekteyim. Enver: Ben sinir filan bilmem mademki bu paraya ihtiyaç var,
antlaşmanın kabulüne de karar verilmiştir, şu halde istediğimiz parayı sefir hemen vermelidir! Said Halim Paşa:
-Herşey usûle bağlıdır. Hükümet işlerinde usûle riayet şarttır. Elçi bu parayı vermek istese bile şimdi veremez. Enver Paşa:
- Paşa; bize hükümetçilik dersimi vereceksin? Biz inkılapçılar bu kadar ince merasimden hoşlanmayız. Mademki para lâzımdır. Hemen verilmelidir. Durunuz bir de ben telefon edeyim. Said Halim Paşa:
- Kime? Enver Paşa:
- Allah Allah! Kime olacak? Sefir Walkenhaime.. Said Halim Paşa:
-Rica ederim çok ayıp olur! Hassaten şimdi Liyman Paşa telefon etti. Red cevabı aldı. Şahsi şerefinizi düşününüz!.. Enver Paşa:
Rica ederim Paşa, düşünerek konuşunuz, artık çok oluyorsunuz! *
Biz kafaları akıl dünbeleği olanlardan hoşlanmayız!. Diyerek yerinden kalkıp telefon ahizesini eline almıştı. Enver Pa-
-Allo Allo! Alman elçisinin telefon numarasını veriniz.
-Kimsiniz?
- OO! Zât-ı âlileri mi asaletmeab, ben dostunuz Harbiye
Nâzın Enver
Enver Paşa; Alman büyükelçisi ile yaptığı telefon konuşmasında ertesi gün "Doyçe Orient Bank"dan onmilyon alınabileceğinin müjdesini verdi. Sevgili okurlarımız görüldüğü gibi, Harbiye Nazın sadrazama dümbelek mi demedi, çok oluyorsun mu demedi, kötü gecenin sabahından umulurmu hayr, böyle mahalle kahvesi kılıklı hükümetin icraatında bulunurmu hayır!
Tuzak Kuruluyor
Enver Paşa; Mevlânzâde'nin yazdığına göre İttihad ve Terakkinin ruhu olan Talat bey'i tebrik eder. Çünkü Almanlarla bir müddet evvel mutabakata vardıkları ittifak hususunu Meclisi mebusanda görüşmek mecburiyetinde kalsalardı, iş hem bozulur hemde maksad-ı hakiki dışarısızardı. Talat bey'in mebusanı bir müddet daha kapalı tutma tedbiri verdiği sonuç bakımından bu tebriki yerinde bulmamak kabil değildi. Millet ve memleket mi dediniz? Aman efendim İt'in hülyalarının yanında bir değerimi olur?
Yine Mevlanzâde burada şu ifadeyle üzerinde teemmül etmemiz gereken bir hususu aklımıza düşürüyor. Demekte ki: "Said Halim Paşa; oynanan bu komedyanın bir tertib eseri olduğunu bilmediğinden hayretler içine düşmüştü. Bir taraftan İngiliz elçisi Sir Malet'e tarafsız kalacaklarına dâir verdiği namus sözünü tutamamaktan çok müteessirdi. Bir de uğradığı hakarete rağmen bir türlü istifa yolunu tutamamiş-
" Bu ifadeden anlaşılan kabinede bir tesanüd ve işbirliği oldıqu gibi) sadnazamda olduğu zannedilen nihai karar Ener Talat ve Cemâl triomvirasında temerküz etmiş, sadrızam ise, kabineye tam manasıyla hakim olup olmadığının idrakinde olmadan tarafsızlık bahsinde İngiltere elçisine hem de namus sözü vermek gibi bir ihtiyatsızlık yapıyordu. Enver bey; Alman b.elçisinin kendisine prestij kazandıran jestine teşekkür etmek üzere ziyarete gitmiş ve b.elçiden kendisini pohpohlıyan şu sözler karşısında adetâ mest olmuştu: ".Zahmet buyurmuşsunuz. Zât-ı devletlerine karşı emniyet ve itimadımız tabiidir. Haşmetli İmparatorumuzun emniyet ve itimadını kazanmış olan General Enver'e İstanbul sefiri iti-matda tereddüd edermi? İttifak meselesini matlubumuz Uz-re hâl ederek, dostunuzu meslekdaşları arasında mahcup olmaktan kurtarmış bulunmanızdan dolayı asıl teşekkür vazifesi bana düşer. Teşekkür ederim General Hazretleri!" Enver Paşa:
- Cidden çok nâzik, çok lütufkârsınız. Walkenhaim:
- Zannederim gemilerle deniz manevrasına başlayacaksınız! Enver Paşa:
- Evet, Bahriye Nâzın yarın yapılacağını söyledi. Walken-haim:
- Bu manevraları Marmara'dan Karadeniz'e taşıyacağınızı duydum öyle mi? Oh ne güzel düşünmüşsünüz! Her halde hükümetinizin emrine verilen Alman bahriyesinin cesaret, taharet ve kudretlerini görmüş, gemilerin savaş kıymetlerini anlamış olacaksınız. Enver Paşa:
(Hayretle) Asaletmeab, Karadeniz'de manevra yapılaca-9'ndan haberdar değilim. Zannedersem ki böyle bir hareket erhal fj^a'nin muhalefetine uğrar, bir mesele çıkmasına ebeb.elçi: - (Şeytani bir gülüşle) Son ekselans, bundan sonra Rusya'nın hâttâ İngiltere ve Fransa'nın muhalefetinin ne kıymeti olabilir. Almanya ile Osmanlı Devleti arasında ittifak yapılmıştır, bu günden itibaren dost ve düşmanları müşterektir. Almanya, Rusya ile harp halinde olduğundan Osmanlı hükümeti dahi Rusya ile harp halinde demektir. Bunun için Osmanlı filosu, Marmara'daki manevraları nı gazete ile ilân etmiş bulunduğundan, bu manevraları tamamladıktan sonra (gülerek) yeni satın aldığı Alman gemilerinin savaş kudretlerini ordusuna dahil ettiği kumanda heyeti ve_mürettebatının iktidar ve ustalıklarını denemek için Karadeniz'e taşırırsa buna kimin ne diyeceği olabilir?. Enver:
- Arzunuzu tam kavrayamadım. Walkenhaim:
Mesele basittir!. Osmanlı filosu, Marmara havzasındaki manevrayı kâfi görmemiş Karadeniz'de de manevraya devam etmiş olur. Yolda Rus filosuna rastgelinir ve filonun taarruzuna uğramış olunur. Osmanlı filosu tarafsızlığı bozmamak için savunma vaziyeti alarak, Odesa istihkâmlarından üzerine ateş açılmış, iki ateş arasında kalmış olur. Osmanlı filosu da kendisini savunmak gayretiyle Odesa istihkâmlarını tah-rib ve iskat, Rus filosunu da kısmen batırmak, kısmende firara mecbur bırakarak İstanbul'a dönmüş olur. Osmanlı hükümeti de bu beklemediği hadise üzerine Rusya'ya haklı olarak protesto çeker. Enver Paşa:
- (Hayretle) Ne güze! plân!.. Harp ilânı için başka sebeb aramaya hacet kalmaz!.. Walkenhaim:
- Bu vaka olmayacak hadiselerden değildir!
Görüyorsunuz sevgili okuyucular, Alman b.elçisi, müthiş kurmayımıza savaş nasıl çıkartılır öğretisinde bulunuyor. Bizimki de müteşekkir!
Si
Evet; Amiral Şoson komutasındaki Alman gemiler topları-Karadenizde Odesa üzerinde toplarını endaht ettirdiklerin-, seren direğinde Osmanlı Sancağı vardı amma mürettebat
de kaptan Osmanlı'nın başını kendi ülkeleri Almanya için yakmaktan çekinmemişlerdi.
Bu haberler İstanbul'a ulaştığında ahali, İttihat ve Terakkinin propagandası ile Rusların Yavuz ve Midilli'ye saldırdıklarını bu gemilerin ve mürettebatın Ruslara lâyık oldukları cevabı vermek suretiyle Odesa istihkâmlarını yerle bir ettiğini Rus donanmasının hayli gemisini de Karadeniz'in dibine yollamıştır haberleri ustalıkla yayması, Boğazdan giriş yapan gemilerimizin İstanbul halkı tarafından Yaşasın Yavuz! Yaşasın Midilli! Kahrolsun Ruslar! Nidalarıyla karşılanırken, ülkenin mahvoluşunun startını vermiş oluyorlardı.
Birinci Cihan Harbi
Alman genel kurmayı,yapmış olduğu plânlarla savaş üzerindeki tasavvuru, Fransa üzerine Bellçika üzerinden yürüyecek tanzim ettiği muhasara sonunda 45. günde burasının işni bitirip, 15 gün içinde Rusya üzerine yürümekte. Bu arada Ruslar, Alman endişesinden dolayı ülkelerinde seferberlik ilân etmişler buna karşılık garaibden olan bir husus gerçekleşmiş, Almanya, Çar'lık hükümetine gönderdiği bir nota'da bu seferberlik ilânını durdurmasının gerektiğini ihtar etmiştir. Hangi ülke korku duyduğu hareketi gerçekleştirecek olan bir organizasyon devletine peki diyebilir?
Tabii Çar'ın hükümeti de bu acaip nota'yı ret etti. Alman-lar ise 2/Ağustos/1914'de Lüksenburg'a girmişlerdi. /Ağustos/ Belçika'nın hesabı görülen gün oluyordu. Bun-orduları ikiye taksim olunmuş ve 18/Ağus-
derken. serlman orduları ikiy ordusunu avrupanın batısına tahsis ederken, sekiz ordusunun istikametini Ruslar üzerine göre tertipledi. Gücünün, 2.147.000 kişiyle meydana geldiği ve 83 tümeni çıkardığını görüyoruz.
Fransızlar ise; Alman ordularının sol cenahını kuşatmayı ve bu arada AIsas-Loren'i almayı plânına dâhil etmiş, tamamı 2.150.000 kişiden müteşekkil 5 adet Fransız ordusu 68'tümen hâlinde savaşa hazırlanırken, İngilizlerin General French komutasında 134.000 kişilik as-keri birlikleri Mabeug civarında yerleşerek Fransızlara muavenet ediyorlardı. Fransızların başkumandanı general Joffre Almanlar üzerine taarruzundan ümitvardi. Ancak Alman ilerleyişini durdurmak kabil olmadığından Joffre Paris'e çekilip kâfi gelmiyen beş ordusunun yanına 6.bir ordunun tanzimine geçmişti.
Marne Savaşı
6. Orduyu teşkil etmeye muvaffak olan Joffre,Grand Morin ırmağı yakınlarına sokulmuş Alman ordusunun üzerine ki bu Almanların 1.ordusu idi üstlerine atıldı. Bu savaşın dünya savaşının küçük görülen fakat büyük bir dönemeci olduğu bütün askerî mütehassıslarca itiraf etmektedirler.
Fransızların bu saldırılarından Almanların içine girdiği durumu tetkikle görevlendirilen Yarbay Hentz, sadece hücuma mâruz kalan 1.orduyu değil, orada yakın yerde saf tutmuş 2. Alman ordusunu birlikte çekilme emriyle geri aldı. Böylece; pek meydan savaşı değilde, bir çekilme harekâtını pek de gevşek şekilde takibe alan Fransızların böbürlenmeye olan eğilimleri bu tarz bir takibi, meydan muharebesi kazanmış kerevetine çıkarmaları ayrı bir bahisdir ve burada Yarbay Hentz'in verdiği emirin isabeti mütehassısların tartışması icâb eder diye düşünüyorum.
Cihan savaşlarında Yahudi gizli teşkilatlarının saklı plânia-min böyle kördüğümlü olaylarda işin yönünü değiştirdiği pek çok görülmüştür.
Almanların bu çekilme hareketleri 9/14 eylül günleri arasında vukubulurken, Ölse ırmağı ile Verdun arasında bir hattı kurmaya muvaffak olan Almanlar karşısında, Fransıziar'da takibi bırakmakla birlikte, onlarda tâyin ettikleri hat ile 1914 senesi sonuna kadar Almanları Manş Denizine ulaşmaya engel teşkil ettiler:
İşin Osmanlı Devletini alakadar eden tarafı bu sırada Mar-ne savaşında kendini gösteriyordu. Marne mağlubiyeti Alman efsanesini yıkmıştı. Deniz devletleriyle dâima müttefik olması gereken devletimiz, Almanya ile müttefik olma ve ondan yana savaşa katılması hîçde yapılmaması gereken bir icraat olarak kendini gösterir, fakat kaderin önü alınamıyor. Osmanlı devleti bu savaşa girdiğini ortaya koyunca, İngilizler de Mısır ile Sudan vede Kibri sı ülkesine ilhak ederek, bizim buradaki hâkimiyetimizin sona erdiğini ilân etti. Daha sonrada, Lozan'da biz bu yerlerle alakamız kalmadığını kabul ve imza eyledik.
Bu mevzuda, Mehmed Selahaddin Bey; "Bildiklerim" adlı kitabında bu işten bakın nasıl feryat ediyor: "Yine harbin ilk döneminde en mühim ve büyüklerinden olan dolaysiyla eyâ-let-i mümtaze denilen Mısır kıtasıyla, Anadolu ve Süveyş Kanalının kilidi sayılacak kadar mühim olan Kıbrıs Adası dahi bu yol kesici şakilerin kurbanı olarak İngilizlerce ilhak ediidi. Akdeniz'deki adalarımız, Trablusgarp ve Bingazinin, yine bunların döneminde elimizden çıkışı kaale alınırsa bu denizdeki hâkimiyetimiz değil, varlığımız dahi nisyana gömüldü. e {^İnatçı haydut çetesinin dünya haritasındaki yerlerimizin sebeb olan bu savaşa girişleri olmuştur, dendi-
ğinde bir cevap gelememesi icâb eder! Bununla da bu belâları görmüş nesiller, on yılda memleketi yok edenleri bir daha iktidar mevkiine getirmemelidirler." Demektedir.
İsmet İnönü'nün Tahlili
Târih; milletlerin hafızasıdır. Bazı hafızalarda bulunan bilgiler, o milletin târihinde yer alamazsa, o yönüyle milletin hafızasının bir bölümü, bütün teşekkülatıyla var olduğunu iddia edemez. Tarihçi Oztuna Bey'in kıymetli eseri "Büyük Türkiye Târihi"nin 7. cildinde 288. Sahifede yer alan ve o zatında Türk Târih Kurumunun (TTK) yayınlarından olan Belleten adlı sürekli derginin 149. sayısından ve 2. ile 10. Sayfalan arasında yer alan ve Ocak/1974'de neşredilmiş nüshadan alınmış bu önemli bulduğumuz tahlili meâlen sayfalarımıza alıyoruz: "İsmet Paşa; bu savaşa girmemizin hiç bir mecburiyeti gerektirmediğini söylemekle savaşa girilişten 60 sene sonra onun gibi iyi bir kurmayın, o savaşda bizatihi çarpışmış olması ve Yıldırım Ordularının muntazam çekilişinin gerçek sahibini dikkatle okumak gerekir diye düşünüyorum. İsmet Paşa ezcümle şunları dile getiri yor: 1.Cihan harbine biz ittihat ve terakki hükümeti zamanında girmiştik. Bizim savaşa girdiğimiz zaman Almanlar için savaş kaybolmuş kabul edilmeliydi. Moltke'den sonra Almanların büyük erkân-ı harplerinden Scihlifen de en büyüklerdendir. Savaşın plânlarını o zat yapmıştır. Plânlarında demiştirki; bu savaş olacaktır. Kazanmak için vaktiyle hazırlık yapmak ve onlardan önce harekâta geçmeliyiz." Dediğini hatırlatan İsmet Paşa şöyle devam etmektedir: "Alman askeri literatüründe bir tâbir vardır. Erkânı harb reisleri, kumandanlar daima bir siyasi fikir teklif edecekleri zaman o mukaddemeyi (giriş) yaparlar. Biz askeriz, devletin siyasette ne karar vereceğini
bilmeyiz. Selahiyetimizde yoktur. Fakat, eğer bir harbe girmek ihtimali varsa siyasi müzakerenin neticesi bir harbi doğuracaksa o harpte muzaffer olmak için bir takım hesaplara riayet etmemiz lâzımdır. Vaktiyle şu kadar zamanda bize haber vereceksiniz harbe giriyoruz diye..v.s Schlieffen'e at-folunan sözün bir maddesi şu: eğer savaş olacaksa biz harpte taarruz edeceğiz. Kuvvetimizin çoğunu büyük kısmını garb'a karşı, Fransızlara karşı toplayacağız. Rusya'ya * karşı mümkün olduğu kadar az kuvvet bırakacağız. Hareket edebilirler, toprak kaybedebiliriz, fakat 1.mesele, batıda büyük bir üstünlükle harbi bir an evvel kazanmak lâzımdır. Belçika'ya girmekten bahseder. Oradan gidecekler, istihkâmları çevirecekler. Büyük tahkimat var Fransa sınırında onları çevirerek Fransa'ya hücum edecekler, bunu söyledikten sonra adam şunu da söyler plânında: Bir an evve! Fransa'nın işini bitirmek lâzımdır garb'de. Büyük kuvvet ile Fransa'ya taarruz ederiz ve Fransa'yı amana düşüremezsek harp.dışı edip sulh talebine icbar edemezsek, durmağa mecbur olursak derhal sulh yapmak lâzımdır, şartlar ağır olabilir. Fakat harp ne kadar uzarsa ağır diye tahmin olunan şartlar daha ağırlaşır. Harbin uzamasında hiç bir fayda yoktur. Bu plâna göre Almanlar, Fransa'ya taarruz etmişlerdir ve Fransa Almanları durdurmaya muvaffak olmuştur.
Söküp atamadılar, Verdun'da vs.'de dayandılar. Harp uzar sürüklenir bir mahiyet aldı. Niçin böyle oldu? Hesabını çok iyi yapmışlar kendi aralarında. Meselâ bütün kuvvetler Fransa'ya doğru yürüsün deniyor. Rus cephesi ihmal olunacak. Harp çıktığı zaman Rus cephesini ihmal etmek ve bir Rus istilasını geri almak, İmparatorun ve Alman hükümetinin tahammül edeceği bir şey değildi. Oradan plân sulandırıldı. Hem Rusya'ya mukavemet edelim hem ötekini tahrib edelim
Neyse Alman meselesini tahlil edecek değiliz. Rusya'ya karşı mukavemet tam tedafüi bir vaziyet alacakken Rus cephesinde muzaffer oldular, Fransız cephesini kaybettiler. Harb altı ayda bitecek derken 1918'e kadar dört sene sürdü ve haikaten şartlar ağır oldu. Şimdi Türkiye'ye geliyorum. Almanya ile bir avrupa harbi olacak, Rus tehlikesi bizim için büyük tehlikedir. Onun için Almanya ile beraber bulunan İttihat ve Terakkinin, hükümeti zamanında da, 2.Abdülhamid zamanında da Almanya ile özel bir münasebet vardı. Demekki 1914'de seferberlik ilân etmiştik. Fakat harbe girmemiştik. Harbe girişimiz, bilirsinîzki, Yavuz (Go-ben) zırhlısının Karadenize çıkıp Rus şehirlerini bombardıman etmesiyle emrivaki olarak başımıza gelmiştir Onun B^ edebiyatta söylenmesi âdet olmuştur. Biz 1.cihan harbe o harbi kaybolunduğu göründükten sonra girmişizdir. İttihat ve Terakki'nin ağır mesuliyeti bilhassa bu noktadandır. Şimdi bunun neticesi; avrupada ve memleketde her cephede muharebe ettik biz. Ondan evvel İtalya ile muharebe ettik. Bilhassa Balkan harbini geçirdik.
Balkan harbi bir felâket olarak geçti. Balkan harbinde imparatorluk ordusu tamamiylen bir çöküntü gösterdi." İsmet Paşa şu sözlerle devam ediyor: "Şimdi Enver Paşa pek genç yaşda harbiye nâzın oldu. Başlıca iki derdi vardı o zamanki ordunun. Birincisi yetişme İtibarıyla zayıftı bu sebeb-ten dolayı, ikincisi siyasete karışmıştı. Ordu yapmıştı ihtilâli. Genç rütbede, herhangi bir rütbede siyaset yaptıktan sonra o siyasetin ordu subayının hayatı ve ideali üzerinde başka bir te'siri vardır. Kendi mesleğinde temayüz etmek, iyilik yapmak, ufuklarını açmak için aranan şartlar başkadır. Siyasetde bilhassa akıl vermek ve devirmek tecrübesini yapan subaylar için birinci derecede söz sahibi olmak usûlü başkadır. Siyasi meslek çok daha kolay gelir ve bir defa
onunla zehirlendikten sonra o ordunun ordu vazifesini harp vazifesini yapması güçleşir. Yalnız siyaset kısmında memleket cihan harbine kaybolmuş bir halde girmiştir. Alman imparatoru gene siyaset adamlarının telâkkisine göre, çok kuvvetli taarruz edeceğim, içte çok kuvvet topladım, daha kuvvetim var, Rusya'nın hakkından aynı zamanda gelebilirim diye düşünmüştür ve bu tarzda hayalle hata etmişlerdir. Bu sıralarda ben (İsmet Paşa), seferberlik ilân edilmişti ki tedavi için Yemen'den gelmiştim. Avrupa da idim. Dolaşıyordum, seferberlik ilânını duydum, hemen İstanbul'a geldim. Fakat harbe girilmemişti. Harb yoktu ve benim İlk kanaatim, harb, cihan harbidir. Bizde ne suretle, ne vakit, nasıl başlar, bilmeyiz. Fakat bir an evvel orduyu teşkil edip, tâlim terbiyesini yapmak lâzımdır.Hiç bir zaman ben kendim harbe gireceğimize ihtimal vermemiştim. Bu vaziyetten sonra İstanbul'da bulunan Atatürk, ordu müfettişi olarak tekrar Anadolu'ya gönderildi. İstanbul hükümeti niçin göndermişti Atatürk'ü. şöyle izah olunabilir bu: İstanbul'da iyi niyet sahibi eski vezirler, bun lann içinde düşman vasıtası olması şöyle dursun, olmasının tasavvur edilmesi bile mümkün olmayacak temiz insanlar vardı. Fakat kendilerine itimatları yoktu ve yapılacak bir şey de göremezler. Atatürk ile diğer gün görmüş iyi niyetli devlet adamları arasındaki fark şudur: Onlar, bunun çâresi nedir, bunun çâresi uslu oturmaktır ne derlerse razı olmaktır. Vaziyeti daha ağırlaştırmayalım. Geçen harbten sonra ağır ithamlar altına girmişizdir. Bu ithamların yakışıksız, esassız olduğunu isbat etmeğe çalışalım, iyi niyetle çalışalım diye düşünürler. Atatürk'ün görüşüne göre vaziyeti objektif olarak mütâlâa edelim. Hissiyat meselesi değildir bu. Kendimi ne kadar beğendirmeğe çalışsam benim memleketimi parçalayıp İstismar etmek fırsatını bulmuş olan siyaset adamlarına insaf vere-
OSMANLI TARİHÎ mem ben. O bir şeyden anlar, imkân var ise istismar edecektir. Hükümdarın bu siyaset cereyanlarında başlıca taraf olması ve uysal davranmak; kendimizi beğendirmek suretiyle bir şey koparabileceğimizi, bir şey kurtarabileceğimizi zannetmesi, felâketin başlıca sebebi olmuştur. Atatürk'de ümid müphem olarak var. Bu işin sonu nereye varacak? Bu işin sonunun nereye varacağını sonra düşünürüz. Cumhuriyet v.s bunların hiç biri mevzûî bahis değil. Evvelâ bir mukavemet imkânı bulalım. Bu şekilde 3.Ordu müfettişi olarak Erzurum'a kadar gitti..." Diyen İnönü sözü kurtuluş savaşına getirmek suretiyle, l.cihan harbine girişimizin kaybedildiği kesin bir savaşa girdiğimizi açıkça söylememekteyse de, İttihatçıların yanlış yaptığını ifadeden de kaçınmamaktadır.
1.Cihan Savaşında Ermenilerin Manciplecileri
Dünya'da topraksız kalmış kavimlerin arasında ikiden biri olan Ermeniler; Çarlık Rusyasının târih sahnesinden yok olması sonrasında, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Bolşeviklik propogandasından mütehalli olarak, bir peyk devlet kurma şansını yakalamışlardır. Ancak bu yeni devletin toprak mesahası 29 bin kilometrekare olmak hasebiyle, Bolşevik ülkelerin en küçüğü olarak teşekkül etmiş oldu. İkiden diğer bir ise; Yahudiler olup, onlarda 1948 de devlet oldu.
Ermenileri; sırasıyla Çar Deli Petro'dan beri kendi amallerine kullanan emperyalist devletlerin, ki başında Rusya, İngiltere ve Fransa gelmiştir. Sonunda bu emperyalist devletler kendilerine aid menfaatleri devşirdilermi manipüle ettikleri Ermenileri satıverdiklerini bilmek için derin bir tarih bilgisine ihtiyaç yoktur. Bu ifademizin doğruluğunu bizatihi Ermeni diasporası, yâni Erivan'ın başkent olduğu Ermenistan dışında yaşayan çokça kalabalık ve dışarı da Ermenistan'ın ekonomik şartlarının pek fevkıinde hayat süren ve bu minik devletçiklerine yardımlarıyla, dünya siyaset arenasında şöhretin merdivenlerini tırmandırıp, hayallerinde yaşattıkları Büyük Ermenistan hülyasını kuvveden fiile çıkarabilmek için nice sakîm yollar aramakta olduklarını gösteriyor.
Bunlar Türkiye'ye Düşmandır!
Yukarıdaki başlığa ilâveten Ermenilerin, İslama düşmanlığını belirtmek gerekir. Zâten Türk dendiğinde, bütün hristi-yan âlemi müslümanhğı aklına getirir. Çünkü; Müslümanlık ve Türklük,et ve tırnak gibidir biribirinden ayrılamaz. Dolayısıyla düşmanlikdada bu hususda hem Türk'ü hem de müslü-manı hedef alır ve almıştır. Ermeniler'in aziz milletimize taarruzlarını, bu taarruzların meydana getirdiği kanlı ve fecî olayları,-zaten hakkımızda peşin hüküm sahibi ehl-i salibe duyuramadığımızı kimse iddia edemez. Çünkü; garb dünyası, şark dünyasını seyyahları, şarkiyatçıları ve oryantalistleri vasıtasıyla olayları kemâliyle bildikleri halde, inançları ve ülkelerinin menfaatleri istikametinde ahalisine nakl ve tasvir eylemişlerdir. Dolayısıyla avrupa efkârı umumiyesi, hâttâ Amerika kıtasında yaşayanlar gerçeğe muttali olamamışlardır.
Nizamettin Nazif Tepedelenlioğfu meşhur "Komitacılar" adlı mufassal eserinde, Topal Tevfik Bey'e ki, Mahmut Şevket Paşanın katlinde fiili müeesir rol oynayan bir kimsedir ve mezkûr hadiseden dolayı idam sehpasında bu adam dünyadan ayrılırken şunları söyledi, söyledikleri de çıktı der. Topai Tevfik; İttihatçılara memleketi batırıyorsunuz! Diye bağırmıştı. Evet.. Memleketi hatırdılar. Bir de; hepinizin sonu benimkine benzeyecek! Diye avaz avaz haykırmıştı.. Diye nâkilde bulunur.
İttihatçılar; koskoca Osmanlı devletinin hükümeti olduğunu unuttular veya ne olduklarını bilemediler ve eğer Ruslar ile savaş çıktığı takdirde, Ermenilerin tarafsız kalmasını temin için Taşnaksutyun komitesi ile antlaşma imzaladılar. Bu haydut çetesi, çeteden de bir farkı olmayan İttihatçılardan aldığı destur ile 1914 senesinde, temmuz ayında Erzurum'da yaptıkları 8. kongresinde katılanlara kabul ve tasdik ettirmişlerdi. Ama Taşnak-sutyun komitesi mensubu Ermeniler Rus kuvvetlerine bilfiil öncülük ediverdiler. Ermeni cibilliyetine uzak olmayan kalleş ve döneklik sergilendiğini gören İttihatçılar, haliyle yapılan antlaşmayı tanımaz oldular.
Yukarıda Topal Tevfik bey'e ait sözler, bir bir çıktı diyor N.Nazif Tepedelenlioğlu; Talât Paşa (eski sadrıazam), M.Said Halim Paşa (eski sadrıazam), Cemâl Paşa, üçler komite sinden Dr.Bahaddin Şâkir, Polis müdürü Azmi bey, hâin ve kalleş Ermeni komitacılarının yaptıkları silahlı saldırılarda hayatlarını kaybettiler. Ermeniler; Talât Paşa'yı şehid eden So~ ğomon Tayleryan'in cinayet davasında sözde Büyük Ermenistan davası gütmeğe çalıştılar. Militanlarını kurtarmaya muvaffak oldularsa da, davalarını Berlin'deki mahkemenin uyanıklığı sayesinde ispata muvaffak olamadıkları gibi, dünya efkârı umumiyyesi huzurunda sahte belegelerle tarihi tahrif etmeye çalışırlarken cürm-ü meşhut oldular.
Mıgırdıç Yanıkyan adlı seksen yaşındaki vahşi katilin başlattığı intikam savaşı ile nice değerli elçi ve diplomatımızın ve aile efradının hayatına kıydılar. Maalesef dünya bunları görmezlikten geldi. Biz bu günü ortaya koyduğumuzda, onlar her ülkenin yapmasının isabet olduğu tehciri bir suç yapmışız gibi önümüze koymaktan haya etmediler.
Ünderholm Ne Diyor?
Elektronik postama sayın M.Arif Demirer adlı bir beyefendi, benim çok yararlandığım ve sizleri de müstefid kılarsam faydalı olacağına inandığım ve aşağıda hülasa etmeye çalışacağım malumatı lütfetmişler. Târihi bir vak'a olduğundan eserimize alıyoruz.
Arif Bey soruyor; "3/ağustos/1914-27/mayis/1915 târihinde doğu ve güneydoğu da cereyen eden, vak'aları inceleyen İsveçli tarihçi, Jonas Linderholmu okudunuzmu?"
Nerde! Adını yeni duydum. Linderholm; 27 sahifelik bir makale yazmış. Bu zat Doğuanadolu ve Azerbaycan'da 1.dünya savaşı esnasında Asûrîler ve Süryani ler" mevzuunda. Linderholm; İsveçli ve bir lisede târih öğretmenliği yapmaktaymış. Diyormuş ki: "olaylardan bu tarafa geçen yıl sayısı çoğaldıkça, ölü sayısında hayli ilâveler yapılmaktadır. Aşağıdaki olayları dengeli olarak vermek amacıyla yazmış bulunuyorum. Meselâ: bir süryani protestan olan Süleyman Bostani, 1912'de kısa bir süre Osmanlı devletinin hariciye vekilliğini yapıyor. 1914'de kabineye Ticaret Bakanı olarak giriyor. Bu kabinenin sadnazamı daha sonra ermeniler tarafından Roma'da şehid edilecek olan M.Said Halim Paşadır. Bu Süleyman Bustani ancak" 12/kasım/1914 de jöntürkle-rin savaşa girme kararı alması üzerine bu kararı protesto için bakanlıktan çekilir.
Linderholm Stokholme 40 km. mesafede bulunan Soder-tal de yetmişsekizbin nüfusu olan bir şehir ve bu şehirde yabancı sayısı otuzbindir. Bunun onbeşbini Süryani olup Midyad kökenlidirler. Linderholm başka bir malumatı şu sözlerle bize aksettiriyor: "Rus birlikleri ve Ruslar tarafından eğitime tâbi tutulan ermeni gönüllü güçleri, 1914 sonbaharında (Diruzhına) Albak ilçesine girdi. Rusların büyük saldırısı Erzurum vilâyetinin kuzeyinde gerçekleşti. Enver Paşa târihler 27/aralık/ 1914'ü gösterirken Sankamış'daki Rus mevzîlerine hücuma geçti. Mağlub oldu." ve yine şunları söylemek-te Lindelholm adlı tarih öğretmeni: "24/ nisan/1915 de İstanbul'da hükümet 2354 Ermeni ileri gelenini tevkif etdi. Taşnaklar ve diğer Ermeniler fiilen Rus ordusuna yardım etmeye başlayınca, hükümet Taşnaklarla yapmış olduğu antlaşmayı bozmaktan başka çâresi yoktu."
Yukarıda nakleylediğimiz ittihatçılar ile taşnaksutyun arasındaki antlaşmayı ve ademi muvaffakiyeti de böylece doğruluyor Lindelholm'un beyan ettikleri! Devam edelim Lindel-holm'e;
"25/mayıs/1915 de hükümet; Erzurum, Van ve Bitlis'de-ki Ermenileri, Haleb, Şehrizur ve Musul'a sevketmeye karar verdi. Çünkü; batı'dan doğu'ya asker gönderemeyen devlet buraları Rus, ermeni ve onlarla beraber isyan eden Süryanilere bırakmıştı." Lindelholm, şunları söyleyerek batı adına namuslu olmayı hatırlatıyor:
"ittihatçıların elindeki hükümet, doğu bölgesindeki askerin azlığı ve otorite boşluğu karşısında İstanbul'daki erme-nilere dokunmamakla birlikte, isyan bölgesi ve Osmanlı hu-dudları civarında yaşayanlara tehcir,yâni ülkenin başka bir bölgesinde iskân kararı alıyor ve de bu bölgelere nâkile başvuruyor. Ancak bu hâl sürgün olarak telakki edilmemelidir." Demekte Lindelholm. Ve yine devam etmekte: "2/ocak/ile 24/mayıs/1915 tarihleri arasında dörtbin kadar Asurî'nin, misyoner merkezlerinde çeşitli hastalıklardan öldükleri hesaplanıyor. Bu rakkama Rusya'ya kaçarken yolda ölen bin kişiyi daha eklemek mümkün"
Jonas Lindelholm tetkik ettiği başka bir kaynağa bizi götürüyor: "The Macmillan Dictionary'de yer alan bilgiye göre ermeni olmayan yüzyirmibin sivil 1914 yılı kasım ve aralık ayında Ermeni çeteler tarafından Öldürüldü." (Başka bir deyimle tehcir kararından önce ermeni çeteler yüzyirmibin Türk ve Kürdü öldürmüş oluyorlar. Böylece hükümetin tehcir kararını alması bu hadise münasebetiyle, her devletin yapması gereken tedbire tevessül olarak telakki olunmalı.m.h)
1.Cihan Harbi Hakkında Malumat
Bu savaşın dünya'da çok büyük siyasi değişiklikler getirmesinin görüldüğü gibi, her alanda, araştırma ve geliştirmeler dünyanın bir çok keşif ve kolaylıklara çok çabuk ulaşmasını sağla di dersek hiçde yalan söylemiş olmayız. Fakat av-rupa ve asya topraklarında meydana gelen fikri değişim, müslümanlar arasında ırkî yaklaşımlar ve hilafet otoritesinin sarsılması, savaş esnasında İttihatçıların, Sultan Reşad'a yaptıkları baskı üzerine cihad-ı mukaddes ilânını yayımlamasını ve ümmetin bu cihad ilânı ve fetvasına lakayt kalması bu yüce müesseseninde yıpranmasını sağladı ki manen büyük bir kayıptır. 1.Cihan savaşındaki görülen savaş aletleri modernizasyonu,daha sonra husule gelecek savaşın müthiş-ligini işaret etmesine rağmen insanlar bundan mütenebbih olmamış, 1.savaştan sonra ikinciyide çıkarmışlar ve bunun müsebbi olanlar en çok şikâyetçi bulunanlar arasında yer almışlardır. İnsan kayıpları l.harble mukayese edilemeyecek kadar yüksek olduğu gibi, maddi ve kültürelkayıplar bilhassa insan haysi yeti haylice zedelenmiştir. Birinci Cihan Harbi, neticesi itibarıyla, Almanya-Avusturya imparatorluklarını, Rus Çarlığını ve nihayet Âl-Î Osman devletini târih sahnesinden aşağıya yuvar lama vazifesini görmüştür. İslâm âlemi devlet-i şahanenin sükût bulmasıyla imamesi kopuk teşbih daneleri gibi dağılmış ve hilafetin ipi, ittihatçıların fonksiyonunu ifa edemeyeceğini bile bile ısdar eyledikleri cihad fetvasını, yaralamak suretiyle çekilmiştir. Osmanlı münevverleri ve yeni rejimin entelleri hilafet Türke yük olmuştu gibi yaveler yumurtlamaktan imtina etmemişlerdir.
Milletimiz halk arasında ifade edilen biz yedi cephede dö-ğüştük sözleri doğrudur. Hakikatte 1916'dan sonra hudutlarımız dışında üç, ülkemiz toprakları üzerinde dört cephede çarpıştık.
Fakat; Çanakkale savaşları dünya harp târihinin kaydettiği en müthiş bir savunma harbidir.
Bunu dost da, düşman da yerinde ifadelerle kabul ve beyan etmektedirler. İçlerinde siyonizmin temsilcisi olarak, sembolik bir kıta ile katılan yahudilerin bile yer aldığı düşman İngiliz sömürgelerinden getirilmiş müslüman askerler ile de takviye edilmişti.
Cephede saldırdığı, düşmanının Delail-i Hayrat okuduğunu duyan düşman ordusunun müslüman askerleri kahrolmaktaydılar. Bulut içinde atlarıyla birlikte bilinmezlere gark olan düşman ordusunun Norfolk taburu adı verdikleri askerlerden hiç bir iz kalmaması, sahib-i hakikat Allah (c.c)'ün Osmanlı İslâm ordusuna bir yardımı olarak telakki edilmesi hiç de yanlış olmaz.
Osmanlı'nın 34. Padişahı 2. Abdülhamid Hân'ın kurmuş olduğu mekteplerden mezun olmuş bütün zabitlerimiz, Çanakkale savaşlarında vazifeler almışlar ve büyük başarılara imza atmışlardır. Düşman bu savaşların sonunda münhezim olarak boğazdan çekilip gitmiştir. Bu muhteşem olayı en ince teferruatına kadar, iki eser terennüm etmektedir ki, bunun ilkini Çanakkale savaşları esnasında Avrupa'da olmasına rağmen, savaşın içindeymişcesine "Çanakkale Şehidlerine" diye kaleme alıp, ünlü "Safahaf'ında neşreden Mehmed Akif Bey'dir ki ikincisi de, "Çanakkale Mahşeri" adını verdiği ve onbeş yıl göznûru döküp, milyonlarca belge ve yazıyı okuyup, savaş alanını, avucunun içinden daha iyi tanımayı başarmış ikinci bir Mehmed, Dr.Mehmed Niyazi Özdemir Beyefendinin değerli eserinden okumanızı salık vermeyi bir hiz-rnet'i diniye ve vataniye olarak telakki ediyorum.
Osmanlı ordusunun savaştığı cephelerin Kafkas Cephesi, Irak Cephesi, Sina/Filistin Cephesi Bunlardan kafkas cephesi, plânlanan vaziyete göre, ortaklarının yükünü hafifletmek için, yâni Almanya, Avustırya, Bulgarya ve İtalya'nın sıkıntılarını azaltmak için Romanya ve Bulgaristan üzerinden veya-hutda Karadenizden çıkarma yaparak, Kafkasya'da Çar ordusuna, Süveyş kanalında da majestelerinin İngiltere ordusuna taarruz etmesiydi. Ayrıca İstanbul boğazı da buna dahil idi. 900 bin kişilik 4 adet Osmanlı ordusunun 1. Ve 2. Orduları boğazlar bölgesinde, 3.Ordu Kafkas cephesinde, 4.Ordu Filistin ve Suriye'de, ayrıca da İran ve Afganistanı sürüklemek suretiyle de, Hindistan'a akın yapmak için Basra'da Irak bölge komutanlığı kurulu vermişti.
3.Osmanlı ordusunun Sarıkamış/Erzurum istikametinde 3.ordumuzun 190 bin kişilik mevcuduyla 6/9kasım günleri 1914'de Köprüköy savaşı vukubuldu. Peşinden Sarıkamış'da 22/Aralık/1914'de Ruslara taarruz ederken başlarında Enver Paşa bulunuyordu. 112 bin kişilik bu ordu bilhassa soğuktan mütevellid donma yüzünden 60 bin kayıbla perişan oldu. Bu askerin kısm-ı azamı kıyafeti milliyeleriyle bu iklimde kullanılan Arabistan askeri olması bu hava şartlarının insanı olmadığından bu kullanımı daha sonra ırkçı görüşlere sahip olanlar bir kasıt olmak üzere vasıflandirmışlardır ve bilhassa şarkiyatçılar Arablar üzerinde bu vak'ayı Osmanlı aleyhine yorumlama yolunu seçmişlerdir. Osmanlı düşmanlığını körüklemişlerdir. İleride, 4.Ordu Kumandanı Bahriye eski nâzın Cemâl Paşa'nın Suriye'deki görevleri esnasında bu ırkî yaklaşımın doğrulanmasına uygun davranışlarla şöhret bulduğu unutulmamalıdır.
İrak Cephesinde 1914'de Basra körfesi petrol sahasını eie geçirmek isteyen İngilizlerle karışık Hint tümeni üç aşamalı bir hareketle 15/Ekim'de Bahreyn, 23/Ekim'de Fav'a asker çıkaran istilacı güçler, 23/Kasım'da Basra'yı kendilerine ram ettiler. Yerli Arapların %90'ının teşkil ettiği 38.tümen neferlerinin çoğu firarı tercih ettiğinden ciddi bir karşı koyma gösteremedik. Böylece İngilizler Ahvaz'ı ele geçirdiler.
Sina/Filistin cephesi veya Kanal harekâtı da dediğimiz bu cephe için önce Osmanlı genel ka rargâhında, Almanya'nın İstanbul b.elçisi Baron Valkenhaim, Alman amirali Suşon'un-da katıldığı toplantıda Mısır üzerine bir hareket uygun bulundu. Bunun maksadı milletler arası bir şirketin idare ettiği Süveyş Kanalına sahip olmaktı. Bizim 4.Ordu bu işe tahsis olundu. Harekâtın târihi 1914/Ağustosunda karar altına alındı. Karara göre harekât, Kanalı tam ortasından geçmek olacak ve en uygun zaman dilimi Aralık ile Ocak ayı olduğundan ittifak hasıl oldu. Bütün hazırlıkları 20 bin mevcud için yapıldı. Su dahil bütün ihtiyaçlar gözönüne alınmıştı. Suriye'nin savunmasına ise 45 bin kişilik bir kuvvet ayrılmıştı. 14/15/Ocak/1915'de yürüyüşe başlandı. Yarbay rütbesinde-ki Ali Fuad (Cebesoy) bu yürüyüş harekâtını idare ediyordu. As kuvvetler altı gece yürümek suretiyle kanalın elli kilometre doğusundaki Harba'ya geldiler. 27/Ocak'da ise Mümtaz Bey ve emrindeki birliklerimiz Kantara'ya geldiler ve İngliz-lerle savaş başladı. İngilizlerin uçakları bu arada devreye girdi ve bombardımana başladığı gibi müessir oluyordu.
Arab askerlerinin bir kısmı firara başvurdular. Bu sırada 4.Ordu kumandanı Cemâl Paşa'da bölgeye gelmiş harbi yakından takibe başlamıştı. 3/Şubat/1915'e gelindiğinde Cemâl Paşa çekilrie emrini verdi başlayış saatini karanlık basınca diye tâyin eyledi. Çekiliş o kadar sessiz yapılmıştık!, İnglizler, 4/şubat sabahı karşısında Osmanlı askerini göremeyince şaşkınlıktan gözlerine inanamadılar. 2.Kafkas cephe cephe harekâtı ise Tifüs hastalığının Erzurum'da zuhuru ve orduyu sarması hâttâ Hafız İsmail Hakkı Paşa'nın dahi bu salgın sonunda ölümü vukuubuldu.
Bu arada da Nisan ayında Ermenilerin sabotaj ve silahsız ahaliye saldırıları başladı. Bu yaygın Ermeni davranışları, bir tehciri gerektirdi ve bunların Suriye ve Kuzey Irak'a yerleşmelerine gayret edildi. Ruslar Van ve Malazgirt üzerinden yürürlerken, Ermeniler bu birlikler içinde bir kasap gibi yer alıyorlar, yaptıkları soykırım ve gösterdikleri vahşet müttefiki oldukları Moskof'u bile çileden çıkardı. 22/Temmuz/1915'de başlayan Osmanlı kuvvetlerinin mukabil taarruzu bunlara büyük kayıplar verdirdiğinde Karaköse'nin Kuzeyine sürüldüler. Van ve Malazgirt bu arada istirdat olundu yâni kurtarıldı.
Irak cephesinde 12/nisan/1915'de Süleyman Askerî Bey ki bu zat, teşkilât-ı mahsusanın önemi büyük kimselerinden-di. Basra'yı istirdat için yerli asker ve aşiretlerin verdiği muharipleri toparlayıp Şuaybiye'de İngilizlerle dövüştü, iyi bir eğitimden geçmemiş derleme birlik dağılı verdi. Bunun üzerine Kut'ülamare'ye çekilindi. Burayı da ele geçiren General Tovsehend oradan Bağdat'ı almak iştahıyla sıcak dönemi geçirdikten sonra Eylül nihayetinde Dicle vadisi civarında Selmanpak'a ve Fırat vadisinde de Nasırîye'ye sokuldu. Burada yeniden tanzim edilen 45.Osmanlı tümeni, Seîmanpak'a yetişti pek kanlı bir savaştan sonra 26/Kasım/1915?de İngilizler çekilmek zorunda kaldı. 8/Aralık/1915'de General Tovhesend Osmanlı birliklerinin muhasarasına maruz kaldı. Buradaki kuşatma beş ay gibi uzun bir zaman sürdü ve Tovshend 23/Nisan/1916'da 13 bin savaşçısı ve kendi dahil beş generalle birlikte teslim oldular.
İngilizlere yardım için görevlendirilen Rus birlikleri ki süvari tümeniydi bunlar, İran'ın içinden geçip, Bağdat'ın kuzeydoğusundan Hanikin mevkiine geldiği öğrenildi. Buraya sevk olunan 13.Kolordumuz, önüne kattığı Rusları İran'ın Hame-dan bölgesine kadar püskürttü. Daha sonra Kazvin'de İngilizleri iyice ezme plânları yapılırken, gücünü 95 bin kişiye yükselten İngilizler tabiiki 17 bin mevcudlu Osmanlı birlikleriyle ezilemezdi. Nitekim Felahiye bırakıldı peşinden de 11/Mart/l917'de bahse konu İngiliz birlikleri Bağdat'ı işgal ettiler.
Sina/Filistin cephesinde 2.Kanal harekâtı hazırlıkları başlamışken, Mekke Şerifi Hüseyin isyan etmişti. Bu adamı Ab-dülhamid dâima dersaadetde tutmuş bölgesine göndermez ve de hiç itimat etmezdi. Avlonyalı Ferİd Paşa, 2.Abdülha-mid'den Şerif Hüseyin'e hiç iltifat edil- mediğinİ dile getirdiğinde padişah yeteri kadar alakalandığını söyliyerek mevzu-yu kesmişti İttihatçılar ise baştacı yapıp onu Hicaz'a göndermişlerdi.
Hüseyin'in bu isyanlarını teskinle 4.ordunun bazı birlikleri vazifelendirilmişti. Hicaz Krallığını ilân eden Hüseyin tabiiki bunu İngilizlerin himayesine güvendiğinden yapmaktaydı. Bu arada Seyid İdris'de Asir'de ayaklandı, Yemen ise İmâm Yahya'ya bağh kaldı. Bu arada da 7.kolordu lojistik bakımdan destek görememekte, Anavatan'dan uzak ve yardım göremez durumda kalmıştı. Buna rağmen 7,kol-ordu bütün zor şartlara rağmen Medine-i Münevvereyi, Asİr'in Kuzey bölümünü ve Yemen'i savaşın sonuna kadar kontrolunda bulundurmaya muvaffak oldu. Teslim ancak 23/Ocak/1919'da yapılan Mondros mütarekesi sonunda oldu. Hemen belirte-limki, 1917/Şubat ayında Hicaz seferi komutanlığına M.Kemâl Paşa'nın atanmak üzere geldiğini görüyoruz. Paşa, vaziyete bakıp, buranın savunulmaya değil, boşlatılmaya ihtiyacı olduğunu ileri sürdüğü görüldü. Enver Paşa tarafından da kabul edilen bu fikir, mânevi bakımdan uygun olmadığından tatbik edilmedi. Fahreddin Paşa'nın İki Cihan Serverinin huzurunda, "Seni bırakamam Ya Resulellah" feryadı buna yeterde artar bile. Ancak Mustafa Kemâl Paşa'da bu göreve tâyin olunmadı
1.Dünya savaşının sonunda 1908'de ilân edilen meşrutiyetten sonra Osmanlı devleti büyük bir çalkantıya girdi. Sultan Hamid'i tahtdan uzaklaştırdıkları, 27/Nisan/1909'dan sonra bu çalkantılar bir felâkete dönüştü. İki balkan harbi eski payitaht Edirne'nin düşman eline geçişi, yapılan Bulgar mezalimi, sonunda cihan harbi geldi çattı.
Enver Paşa'nın uyguladığı ordu içi tensikat ve tekaüdliğe dâir icraatlar yapmak suretiyle gençleşmiş bir zabıtan kadrosu kurdu bununla girilen cihan savaşı, Ruslar ve Yunanlılar hâriç elli yıldır savaşmamış dolaysıyla yıpranmamış avrupa devletleriyle yapılmaktaydı. Bizim 12 bin kilometre uzunluğu olan hudut boyumuzda, Rus, İngiliz, İtalyan, Bulgar ve Yunanlıların doğrudan doğruya, diğer düşman devletlerin de dolaylı saldırılarına hedef olmaktaydık. Bu çok geniş alanın haylice fazla bölümü ne tren nede modern yollara mâlik olmayıp, bîr çok yerinde nakliye deve ve eşeklerle yapılı yordu. İklim ise hayli değişik, ülkenin bir tarafında sıcaklar hüküm sürerken, diğer tarafında asker melbusat yetersizliğinden ve havanın soğukluğundan donarak şehadet şerbetini içiyordu.
Azınlık ve ırkî ayrılıkları 19.asırdan sonra daha te'sirli olarak yaşamak mecburiyetinde kalan Osmanlılar, bağımsızlık arzularını yeşerten bu tuzağa düşmüşler* Kürtlerde dâhil bağımsızlık derdine düşmüşler bunda başarının Osmanlı ordularının mağlubiyetine bağlı olduğunu temenniye kadar gidenler olmuştu. Hâttâ İngilizlerin, desteği ile Molla Mahmud Barzenci, Süleymaniye'de bir Kürt devleti husule getirmişti. Arnavutlar'da bunlardan geri kalmamıştı. Ermeniler ve Rum Pontus devleti çalışmaları yapılmakta idi. Osmanlı ordusu yedi düvele sekiz cephede verdiği mücadeleyle dünya savaş târihinde bir ilke imza atmıştır. Bunlar Kafkasya, İran, Irak, Sina, Suriye. Çanakkale ve aynı günlerde Galiçya ve Romanya'da olmasıdır.
Şimdi "bu savaş İle alakalı olarak aşağıdaki bilgi ve dokümanları tetkikinize sunuyoruz. Bu beyanın Sultan Hamid'İn şifre kâtibi olan Mehmed Selahaddin Bey'in mütalasi olduğunu da zikretmiş olalım.
Almanlar Galip Gelselerdi
Almanya ile ortak olarak girdiğimiz savaşda maazallah bunlar galip gelseydi, ülke bunların esiri durumuna düşüp, hududlarımıza bir zarar gelmeyecek olsa bile vatanın evladından bir haylisinin kaybolduğu gerçekleşecekti. Ayrıca da milyonlarca lira borca gireceğimiz kesindi. Bizim görüşümüz ise, İngiltere devletinden bizim istiklâl~i tâmmemizi ve mülkümüzün bütünlüğünü temin edecek vesikayı istihsal edip, savaşda bitaraf kalmayı tercihdi. Ancak çok mecbur kalındığında ise İngiltere ve müttefikleri yanında harbe iştirak etmek doğru olurdu. Bu düşünceye kasten hiç yanaşmayan ittihatçılar bu yüzden de asla yakalarını bu fecî me'suliyetten sıyıramazlar. Turan sevdasının ham mey vesiyle milleti iğfal eden bu caniler bölüğü, "Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olduk" darb-ı meseli gereği vatanımızın kısm-ıâ-zamını kayıp ettirmişlerdir.
Böylece de muazzam ve muhteşem Osmanlı Devletinin parça parça olmasına sebebiyet vermişlerdir.
Biz; ülkemizde çok konuşulan Arab ihaneti üzerine, yukarıda geçmiş bölümlerde temas etmişizdir. Şimdi, Cemâl Paşanın bu hususdaki davranışlarını ortaya koymaya çalışan ve bunu efkâr-ı umümiyeye tamim eden Şerif Hüseyin'in bu tamimini hâvi beyannamede yukarıda adı geçen zâtın "Bildiklerim" adlı eserinden Osmanlicadan sadeleştirilerek ve lâ-tinize edilerek alınmıştır.
Hicaz Meselesi - Şerif Hüseyin
Mekke-i Mükerreme Şerifi devletlü, siyadetlü Şerif Hüseyin Paşa hz.Ieri ittihatçı reis erinin bilinen zulümlerinden bizar olan Hicaz ahalisini kurtarmak için kıyam edip, bütün İslâm âlemine hitaben aşağıda tercümesini vereceğimiz iki arabça kıta ile Hicaz'ın istiklâlini ilân edip kendini Hicaz Meliki unvanı altında tanıttıktan sonra bu ittihat ve terakki cemiyeti yüzünden devlet-i Osmaniye'den ayrılmıştır.
"Mekke-i Mükererrie Emirî devletlü siyadetlü Şerif Hüseyin Paşa hazretleri Tarafından Neşrolunan Arabca birinci beyannamenin suret-i tercümesidir"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder