SULTAN 2.ABDÜLHAMİD HÂN-3-

Düyün-I Ümümî'yenin Te'sisi


1881 yılmının önemli hadiselerinden birini Sultan Abdüİa-iz'in katil hadisesini tahkik ve son karan vermek için yapı­lan ve adına Yıldız Mahkemesi denilen hukukî bir olay teşkil ederken, aynı yılın yâni 1881 senesinin diğer bir mühim ha­disesini de dış borçların ödenmesi için kurulan ve adına Dü-vûn-ı umûmiye denilen kuruluşun teşkil edilmesidir. Düyun kelimesinin karşılığı lugatde borç mânasına gelir. Umûmî ke­limesini peşine koydunuzmu, bütün borçlar şeklini alır. 1878 harbi sonrasında masraflar daha önceki, yâni Sultan Abdül-mecidle Sultan Abdülaziz döneminin borçlanmalarına inzi­mam edince bahse konu 1881 senesinde, borçların faiz, fa­izin faizi ile birlikte 252 milyon Osmanlı altunu seviyesini çıktığı görülmüştür. T. Yılmaz Oztuna Bey, 1978'de basımını yapmış olduğu değerli eserin 7. cildinde 173. sahifede bahse miktarı o günlerin rayiç Tl. sına tahvil etmiş ve takriben, 31 5 milyar'a tekabül ettiğini işaret etmiştir. Bizde, 2002 yılının Eylül ayı itibariyle, yaptığımız hesapda bu kadar altunun Tl. sıyla 32 katrilyon, 760 trilyon tutmakta olduğunu tesbit ettik. Mâliyemiz uzun zaman içinde olsada, bu borcu tasfiye ede­cek duruma sahip değilken, karşımızda alacaklı olarak, İngil­tere, Fransa ve de Rusya ise harp tazminatı alacaklısı olarak durmaktaydı. İtibarlı devletin borçsuz devlet olması olduğu gibi en itibarlısı borcunu zahnanında ödeyebilen olduğu her­desin ittifak ettiği hususdur. Osmanlı devleti bir memorandu-rr^a gidip itibarını sıfırlayacağına, Sultan Hamid'in yayımladı­ğı ^O/Aralık/1881'de yayımladığı Muharrem Kararnamesi ile OrÇİann tediye edilebilmesi için bir formül buldu. Devletin ^kardığı bir kararnameyle; tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık sigara tekelleri ve imtiyaz sahibi olan bâzı eyâletlerin fiks
olan vergilerini Düyunu umûmiye'ye bırakılıyordu. Bu suretle İngiltere ve Fransa başta olmak üzere alacaklılar, verdikleri borçları, muntazam bir şekilde tahsil edebileceklerdi. Bunun karşılığında 252 milyon altun borcun, 146 milyon altununu yarısından hayli çoğu Türkiyemiz lehine siliniyordu. Böylece ödeyeceğimiz miktar 106 milyon Osmanlı altununa inmiş oluyordu.
Bu tarz çözümü Sultan Hamid'in bulması ve tatbik etmesi herhalde onun mâli meselelerde ki vukufiyetini gösterir sanı­rız. Günümüzde yâni 2002'de Türkiye Cumhuriyetinin içine düşmüş olduğu faiz sarmalı, ana parayı değil, faizlerin topla­nan tüm vergilerle karşılanmadığı bir vaziyete getirilmiş ülke siyasî tâvizlere açık bir duruma getirilmiş olup, bu siyasî tâ­vizlerin, Kıbrıs ile Ortadoğu üzerinde emperyalizmin hareket­lerine ses çıkarmayıp, müslümanlara sahip çıkma misyonu­muzu işletmememizin teminine dönük, ticari hayatımıza sek­te vermek gibi hususlar olduğunu görmek kabildir. Bu mües­sese yâni düyûn-ı umûmiye devletin târih sahnesinden çekil­diği âna kadar sürmüştür. Şimdide 1881'in diğer mühim ha­disesi olan Yıldız Mahkemeleri vak'asına atf-u nazar edelim.

Yıldız Mahkemesi


27/Haziran/1881'de Sultan Abdülaziz'in önce hâl edilme­sinden, bilahare intiharını? Cinayetmi? Meçhulünü bir hail ü fasl eylemeye kalkan 2. Abdülhamid Hân, Şeyhülislâmlar­dan Minkârizâdelerîn torunlarından bulunan Surûri Efendi daha sonrada hem paşa hemde vezirliğe tâyin olunan zât, Yıldız Mah kemesi riyasetine getirilmiş, heyet teşkil olunmuş­tur. Sanıklar eski padişah 5. Murad, validesi Şevkefza Kadı-nefendi, Arz-ı Niyaz Kalfa, eski sadrıazamlardan Mütercim Mehmed Rüşdü Paşa, Midhat Paşa, 2. Abdülhamid' in kızkarleri ile eV'' dâmadlardan Müşir Mahmud Celâleddin ve Müşir Nuri Paşalarla, sabık şeyhülislâm Hayrullah Efendi, Sultan Abdülaziz'in 2. mabeyncisi Fahri Bey ile mabeynciler-Aen Müşir Nâmık Paşa'nm oğullan Seyid ve Ali Beyler, mer­hum Abdülaziz hân'ın tahttan indirilmesinden sonra muhafız-hâına tâyin edilen Albay İzzet ile Binbaşı Necip Beyler ile Pehlivan Cezayirli Mustafa, Pehlivan Mustafa Ağa, Boyabadîı Mehmed Pehlivan tesbit edilmişler ve mahkeme önüne çıka­rılması temin olunmaya çalışılırken, sabık Askeri Mektepler Nâzın olan ve 93 harbinde başkumandanlık makamınada getirilen Süleyman Hüsnü Paşa, hâl işinde mühim bir rol üst ienmekle birlikte, bahsekonu savaşda hatalı ve sorumsuzca davranışları hasebiyle divan-ı harbe verilmiş suçu sabit gö­rüldüğünden Bağdat'a sürgün gönderilmiş ve bir dahada İs­tanbul'a dönememiş ancak o cezası kifayet eder kabul edil-mişki, Yıldız mahkemesine celbine lüzum görülmedi. Paris sefirimiz Sadullah Paşa'da mahkemeye getirtilmedi. Padi-şah-ı sabık 5. Murad'la, validesi Şevkefza kadmefendi hane­dan üyesi olması ve bunların Arz-ı niyaz adlı kalfaları da, Çı-rağan Sarayında adetâ hapis hâlinde olduklarından mahke­meye çıkarılmaktan istinkâf edildi. Manisa'da ölüm hastalığı­na yatmış bulunan Mütercim Rüşdü Paşanın ifadesi alındıy-sada pek makul ve yerinde addedilmediği gibi, hâîi mahke­meye çıkarılmasına engel görüldüğünden üzerinde ısrarcı olunmadı. Midhat Paşanın mahkeme edilmesine dâir Said Paşa'nın hatıratında yazdıklarına, Kıbrıslı Mehmed Kâmil Pa-Şa; Said Paşa'ya karşı yazdığı cevabi eserde Said Paşa'nın iddialarına karşı beyan da bulunurken aşağı aldığımız satır­larda, Abdülhamid'İn bu dâvanın açılmasına teşebbü sünde, blr kalfa'nın ifadesinin kendi şüphelerine güç kattığını göre-ceksiniz. Hâla yakın târih meraklılarının dikkat nazarlarını celbeden; Sultan Aziz vaka-i elîmesi ve bu olayın tertipçileri arasında yer alan Midhat Paşa mahkemesine dâir bazı malu­mata medar olacak beyanlarda bulunur. Bizde; bu beyanlarla sayfamızı süslemeyi uygun bulduk. Kâmil Paşa diyor ki: ".Said Paşa hz. leri hatıratının 55. sn. deki girişle 72. sh, nin bitimine kadar olan bölümü Midhat Paşa merhumun muhakemesine dâir meclis-i vükelâ ve meclis-i fevkalâde de, cereyan eden müzakereler vede ka,rarlara tahsis etmiş ve bunda takip edilen maksad, bir takım tafsilat içinde hafi olsada ifadenin siyak ve sibakından yine kendisini her zamanki gibi, tebrie ettirmek başkalarına ise ka-bahat yüklemek için kaleme aldığı rahatça anlaşılıyor."satırları­nı kaleme almış bulunan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa şöyle devam etmekte: ".Hatıratın 58. sh. de anlattığı gibi avru-pada yayımlanmakta olan bazı gazeteler; Mithad Paşa mahkemesi hususu ile Said Paşa arasında irtibat kurup, suçlama yoluna gitmişler. Bundan dolayı Said Paşa mü­dafaasını yapma lüzumu duymuştur. Bu bakımdanda kendisine bir şey denilemez. Ancak; Said Paşa hz. leri, ha-tıratı'nın neşrini beklemeyip, önce Tanın gazetesinde bazı makaleler hatta meclis-i mezkürede bulunanlara aid rey ve imzalarını bile bile fotoğrafa aldırmış, suretlerimde neşrettirmiştir. O rey ve imza sahihlerinden biri ben oldu­ğum için mecburen bu hususda da hakikata müste nid bir açıklama yapmakda mecburiyet görüyorum. Bu gazete­lerdeki makalelerde Cennetmekân Sultan Abdülaziz hân'ın kaatilleri hakkındaki; temyiz mahkemesi ilâmına, dâir meclis-i vükelâ mazbatasının suret-i dere olunduktan sonra bunun <mahkemei temyiz-i ceza dahi hükm-ü niza­miyenin tabakai intihaiyesi için oracja, tasdiki yapılan hü-, kümleri nakzedecek kanunen diğer bir merci olmamasına ve mücaazaatı kanunîyenin icrası yahud affı ve tahfifi, hukuk-u seniyyei hazreti padişahiden olmasına nazaran ıması gereken irade-i seniyye-i hazreti lâcida-ri oldu-" tezekkür olunmuşdur.> Cümlesini tefsir ederek: <mah-i temyizden verilen hükmü nakzedecek bir mercii kanun olmaması kaydı vakı-i hükmün lüzumu nakzına fikdan-ı merciiyet ona mâni olduğuna delalet etmez-mi? O cümledeki af kelimesinin mühim bir delili açıkladı­ğı nörülmüyormu denilmiş. Bu açık cümle; cezanın kanu­nî bakımdan katiyyet kazandığını, af veya hafifletmenin yapılmaması ise, hükmün icrasını lâzım geleceğini bildir­diği halde, bu netliği bir muamma şeklinde gösterme, umumun rey'ine havale edilmiştiki Said Paşa'nın öyle fikri incelikler ve tefsiri, rikkatle şahsını işin içinden çı­karmaya uğraşıb, kendi imzasından başka imza sahipleri hakkında nefret celbetmeye gayret göstermesi usta bir aklın garibliklerindendir." şeklindeki sözleriyle Said Pa­şa'nın bu davranışı ve tutumunu beğenmediğini sergileyen Kâmil Paşa şöyle devam ediyor: ".Ancak zât-ı müddeaya bakalım! Sultan Abdülaziz merhumun vefatı intiharenmi yoksa maktulenmi vâki olmuştur? Said Paşa hz. leri bu­rasını açılarlarsa meselenin hallini kolaylaştırmış olurlar. Eğer maktulen ise; yazdığı gibi meclis-i vükela mazbata­sını yukarıdaki gibi mübhem suretinde tefsirine hacet ol-mayıb, eğer kendi vukufu itikadlarına göre intihar etmek suretiyle olmuşsa, o halde açılmasına teşebbüs olunan ci­nayet mahkemesi padişahın tahtdan indirilmesini vukua getirenlerin vücudlannı ortadan kaldırmak maksadıyla sarat/ tarafından düzenlenmiş bir dâva olaca-ğından Said p bu dâvanın sağlıklı olup olmadığına adem-i sıhhat  vahametini hünkâra bildirip iknâya çalışması, olama­dı takdirde düzeni kuranlardan çekineceği yer de, me-muriyetten çekilmesi lâzım gelmezmiydi? Doğrusu insaf i bir sadnazam makamını değil, dâr-ı diyarını da terk ederde bir takım masumların idamı hükmünün ger­çekleşmesine müsaade eylemezdi!" Demekte
Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa; cinayet mahkemesi hakkın­da Said Paşa'nın yazmış bulunduklarına cevap olarak şunları beyan etmekte:  "Ben o zaman taşra'dan geleli çok olma­mıştı. Hadiseyle alakalı bilgilerim, gazetelerin verdiği bil­giyi hâviydi. Yalnız; cinayet fevkalâde mahkemesinin başlangıç döneminde Mahmud Paşa'nın önce saray-ı hü­mayuna takdim eylediği cariyenin vak'adan sonra saray­dan çıkıp Mahmud Paşa'nın hanesine avdetinde, Sultan Aziz'in öldürüldüğüne dâir malumat vermesiyle, Mahmud Paşa'nın bu malumatı huzur-u hümayuna arz eylemesi üzerine cinayet iddiasının takibata alınıp tahkikata giri­şilmesi emrolunduğundan gerekenin yapıldığını işitmiş-tim. Ancak şunu da ilâve etmeliyimki mahkemenin so­nuçlanmasından sonra bir akşam Said Paşa; Mahmud Ne­dim ve hariciye nazırı Asım Paşaları ve bir de ben acizi, saraya davet eylemişti.

Padişah İle Görüşme


Saray'da yemiş olduğumuz yemekden sonra bahçenin bir köşesinde bulunan küçük bir köşke götürüldük. Sul­tan Abdülhamid hân hz. leri de oradaydı. Emir ve işaretle­ri üzerine oturduk. Padişah; Sultan Aziz hadisesinden ba­his açarak hemen yanında bulunan ağzı mühürlü bir boh­çayı açıp içerisinden çıkarılan kanlı elbiseleri bize göster­di. Daha sonra çıkardıklarını aynı torbaya doldurup ağzı­nı da kendi mührüyle bana mühürlettirrnişdi. Kaatiller hakkında hep birlikte lanetler yağdırdıktan sonra elem ve kederle dolu olarak vak'aya dâir biraz daha konuşmamız­dan sonra zât-ı şahanenin müsadei seniyyeleri üzerine sadan ayrıldık. Daha sonra anlaşıldıki Said ve Mahmud dim paşalar bu kanlı çamaşırlar ve saray' in içindeki ri "süncelerden olsun, dışarıdaki efkârdan olsun haberdar-mis/ar. Esas olan kanlı elbiseyi göstermekle gerek Asım Paşa7yi gerekse beni cinayetin sıhhatine kanaat getirme hususunda güçlendirmekmiş." Yine; Ressam Naciye Ney-Val hanımın: "Mutlakiyet Meşrutiyet ve Cumhuriyet Anılarım" adlı hatıratını Fatma Rezan Hürmen hanımefendinin nefis bir İstanbu! Türkçesiyle hazırladığı eserden Sultan Aziz 'in akı­betiyle ilgili satırları alıntılayalım: "Sultan Aziz'in kalfaların­dan Sermed Kalfa Valide Sultan hanımında hizmetine ko­şan biridir. Diyorki; '.Efendimiz (Sultan Aziz) daima vâli-desiyle birlikte kalmakta olduğundan, biz lazım olduğu­muz zaman içeriye giriyorduk. Buda abdest filân aldır­mak içindi. O gün abdest alıp odasına girdi. Seccadesini yayarak çekildim. Valide Sultan efendimizde abdest al­mak için abdest mahalline geçmişdi. Ben on-oniki yaşla­rındaki yanımızda bulunan kıza sen havluyu al, kapının Önünde bekle. Valide Sultan efendimiz çıkınca eline verir­sin. Ben şimdi gelirim, azıcık işim var dedim. Abdestha-nede cennetmekân efendimizin (Sultan Aziz) odasının tam karşısında, yâni divanhanenin öbür uçundaydı. Bi­rinde çıt çıksa, öbüründe işitmemek kabil değil sarayda velinimetlere böyle havlu tutmak adet olduğundan kızı orada bırakıp, koşarak yuk&rı çıkacak ve hemen inip Va-
Ldesultanın seccadesini yayacaktım. Benim yukarıya çık-mamın üzerinden iki dakika geçmemişti ki küçük kız, elerı ayaklan buz kesilmiş, tir tir titremekte olduğu halde raıven basamaklarını ikişer ikişer çıkarak yanıma gel-dı «e eteklerime sarılarak:
~Aman, aman, kalfam! Aman üç-dört fena kıyafetli Efendimizin odasına girdiler. Ben bağıracaktım.
Sus! Dediler. Korktum bayılacağım buraya dar geldim. Diyerek ağlamaya başladı.
-Nereden geldiler?
-Amanın kalfam amanın hasırların arkasından çıktılar!
-Sus! Hınzır kâfir! Sus! Kaç saatdir orada dolaşıyoruz. Hasırların arkasında kimse bir şey görmedide sen mi gör­dün? Hayalet görünmüş sana.. Sus sakın bunu kimsenin yanında ağzına alma başımıza belâ getirirsin! Diyerek aşağı indim" Demekte Sermed Kalfa! Bu da; Sultan Aziz'in akıbeti hakkında işin ne yolda gerçekleştiğine dâir bir done sayılabilir!

Dış Müdehale Varmı?


Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa; Sultan Aziz davası mahke­mesi hakkında Said Paşa'nın ortaya saçtıklarına şöyle cevap vermekte: "..Mahkemenin bitiminden sonra temyiz ceza dâiresinin, adliye nezaretinden tezkere ile babıâtî'ye gön­derdiği ilâm evrakının, meclis-i vükelâya havalesi ve işin gayet ehemmiyetli olması hasebiyle iyice tetkik olunup, bakılması riyasetten ifade olundu. Yapılacak icraatın üze­rinde nafıa nâzın Hasan Fehmi Efendi, görüşünü beyan esnasında gazetelerde bazı şeyler görülmekte olup, bu meselede düşünülecek cihet var ise, avrupa tarafında kö­tü bir te'sir meydana getirip getirmeyeceği bilinmesi icâb ettiği bunu da hariciye nezaretinin belirtmesine bağlı ol-duğunu zikretti. Hariciye nâzın Asım Paşada, sefirteri-miz tarafından bu hususda herhangi bir iş'ar oukubulmadığt, yalnız ingiliz Parlamentosunda mevzubahs edildiğini, Londra b. elçimiz Muzurus Paşa tarafından bil dirİlnıiştir. Dediğinde; Said Paşa böyle siyasi olaylarda şimdiden ke­şif yapılamayacağını söylemekle mukabele etmişti. Muzu-
Paşanın telgrafı her nedense meclis de ortaya çıkan-lıp okunmamıştır."
.*  l^pped Kâmil Paşa yukarıdan beri yazdığımız mevzuuda nları ifade etmektedir:   "Bu toplantıdan dokuz-on gün onra iradei seniyye ile sadrıazam mazulları, heyet-i vü­kelâ   müşirler (ordu kumandanları)r deületin ileri gelen memurları arasında bir içtima yapıldı. Said Paşa; hangi hikmete mebni ise şüphesizki padişahın muvafakatına uugun olan, kendince de bir tedbiri mahsus olmak üzere akdolan meclise riyasetten istinkâfla eski sadrıazamlar-dan Safoet Paşaya riyaseti havale etmiştiler. Said Paşa hz. lerinin hatıratın da: <blr taraftan orada bulunanların bir çoğu reylerini bizzat takrir ue bazıları tarif ederek yazdırdık­tan sonra sıra İle zaptı imza etmekteydiler. İmza sırası adliye nâzın Ahmed Cevdet Paşaya geldiğinde, sadrıazam ve şey­hülislâm mazulları huzura istenildik. Padişah toplanmış ol­duğumuz husus için bazı tenbihlerde ve alelhusus hanedan-ı saltanat-ı seniyye azasından bazılarının bir suikasd ile Nus-retiye Kasrına davetlerine dair izahat da bulundular. Önemli mesele sebebiyle sarayda toplanmış cemiyet-l ilmiyede, ye­niden müzakerelere girlşildiği iradei seniyyeden anlaşıldığın­dan heyet-i vükelâya, askerî komutanlardan meydana gelmiş fevkalade toplantının kararı ertesi güne bırakıldığı ve ge­ri katan azalar, yâni Cevdet Paşa ile ondan sonra isimlen ya-zılan onbir kişi tarafından mazbataya imza konulmamıştı.  Denildiği halde; öte tarafdanda böyle natamam mazbata-n<n kesb-i katiyyet eylemiş tarzda ilânı sanki sonu başına uygun olmayan ilânı yapmaya benzedi. Bununla beraber oradakilere matuf ve başka başka ibarelerle yazılı reylerin ezici çoğunluğu ile neticesi mahkemece verilen hükmün lcrası merkezinde ve çünkü bir padişahın katilleri hakkın-a başka bir şey demlemeyeceği mertebe-i bedahetde
olup şu mey anda Said Paşa. hz. [erinin rey'i daima olduğu gibi tereddütden hâli olmasada yine şöyleymiş: <Mahke-me-i temyizden tasdik olunmuş hüküm muta1 dır. Bunun­la beraber mahkemenin kararının icrasında veya tâdilin­de hukuk-ı seniyye derkârdır.> Bu beyanda, muta kelime­si oâcib el ita oe lâzım ül ifa demek olacağı gibi <cezai hükmün icrasında ve tâdilinde hukuk-ı se niyye derkâr-dır> ibaresi, gerçi malumu ilân kabilinden bir tâbir olsa da, bununla icra ciheti te'yid edilmek istendiği derkârdu: Reylerin verilmesi sırasında külfet altına girerek,fotoğraf-ladığı oe neşreylediği rey-i âcizanemde ise: <hükmü ka­nunun icrası rey'indeyim. Fakat bunun tamame-i icrası veya tahfifi (hafifletilmesi) hakkında ilham-ı rabbani, kal­bi şahanede herne vecihle vârid olursa isabet ondadu:> demiştim. Amenna! Fakat bakalım rey-i basit-i acizânem-le, Said Paşa'nın tereddüd dolu rey'i arasında hükmen bir fark varmıdır? Nihayet o fevkalade heyet'in ikinci defaki oe ertesi günkü mabeyni hümayunda toplanarak, bir gün evvelki tamamlanamamış zabtın ikmaline gideleceğine daha sonra anlaşılacağı üzere bi rinci maksad <mahkû-miyn (yâni mahkumlar) hakkında, temyiz mahkemesince tasdik olunan mücazaatın (cezalandırmanın) tamamen ic­ra edilmesi> diğeri temyiz mahkemesi ilâmında yazılı bu­lunan kanuni cezanın tahfifi (hafifletilmesi) suretinde iki rey pusulası yazılmış idi. Aradan geçen bir gün zarfında Muzurus Paşa' nın telgrafnamesi mealine ve bu telgrafda Mithad Paşa lehine hareket etmek üzere Mösyö Gtodeston tarafından ingiltere'nin İstanbul sefirine verildiği hikâye edilen talimatın şekline göre muttali olanlar, cezanın ha­fifletilmesi rey'ine yazılıp,  hakiki durumdan haberdar edilmeyenler ise, cezanın tamamen uygulanması pusula­sına imza koymuşlardı. Said Paşa hz. teri cezanın hafiflefilmesi rey'ine kaydolup, birinci toplantıda rey açıklama­da acziyet gösterenlere bile başka üçüncü bir tercih şıkkı olmadığından cezanın hafifletilmesi rey'ine katılmayı ter­cih etmişlerdir.
Bu minval üzere cezaların hafifletilmesi yolunda rey kullananlar azınlıkda, Said Paşa hz. leride o meyanda olarak pusulaların kaldırılmasıyla takdim olunamaz bata üzerine hakan-ı sabık (2. Abdülhamid hân) dahi güya merhameten azınlığın rey'ini tercih etmiştir. Tertib-i vakıa ettirilen, dâvayı mahudenin, sania (uydurma)'dan ibaret bulunduğuna, adliye nezaretindeyken Tanzimat ve İsla-hat-ı lâzımeyi kamilen tatbik sahasına koydukları hatırat-ı âliyyelerinde gösterilen Said Paşa hz. terinin gözü önün­de cereyan eden mahkemenin sûrî (samimi olmayan) ol­duğuna o vakit kesb-i vukuf edilmiş olsaydı, müzakereler­de hazır bulunan vicdan sahipleri, o hükmü kabul edecek kimseler arasında asla olamazdı."
Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa; günümüzün meselesi gibi sa­yılmakta olan Midhat Paşa ve arkadaşları cinayet mahkeme­si davası ve sonuçları, elan bir kesin hükme kavuşturulabil-miş değildir. Bu bakımdan Said Paşa'nın hatıratında kendisi­ne yapılan dokundurmalara cevap verme yoluna gittiği gibi bunda çok hassas davranmayı da ihmal etmemiştir.

Midhat Paşa'nın Mahkemesi


Midhat Paşa yukarıda izah ettiğimiz gibi, gece yarısı sara­ya çağrılıp, Izzeddin vapuruna bindirilip, avrupaya menfaya gönderildiğinde 20 ay kadar gurbet-i vatan çekti. Ancak hiç başına gelenden mütenebbih olmamış, dilin kemiği olmadı­ğından ileri-geri konuşuyor vede ne konuştuysa ilaveleriyle birlikte Sultan Hamid'e duyuruluyordu. Kontrolsuz bir şekilde ecnebi diyarlarda hangi hataları icra edeceği meçhul bir Mid-hat Paşa yerine, affa nail olmuş ve valilik görevinde bir yerde istihdamının daha iyi olacağını düşünen padişah tarafından geri dönüş alt yapısı hazırlandı ve 4/Ağustos/1880 târihinde ülkenin önemi büyük bir vilâyeti olan Aydtn'a tâyin ediliyor­du. Bu vilâyet o zaman İzmİrde dâhil Ege Bölgesinin tama­mını içinde bulunduruyordu. Midhat Paşa; buradaki valiliği­nin 9. Ayının 12. günü, yâni 16/Mayıs/Î881'de tevkif emriy­le karşılaştı. Sultan Abdülaziz'in şehadeti üzerine açılan tah­kikatta ifadesi alınmak gerekçesiyle. Bu tevkif emri için Mid­hat Paşa'nın yaptığı uzakta olan İngiliz elçiliğine gidemyece-ğini anladığından hemen yakınındaki Fransa konsolosluğuna kapağı atmak oldu. Bu sığınma talebi idi ki, sadaret de bu­lunmuş bir kimse için yapılacak işlerden değildi. Ama dikkat buyurursak, sadrıazam Said Paşa'da bir keresinde ingiliz b. elçiliğine sığınmıştır ve de daha sonra 2. Abdülhamid han, bu paşayı yine sadarete getirmiştir. Pek tuhaf hallerdendir. Demekki sadrıazamlık yapan zevat biie hayatlarını tehlikede gördükleri an dost düşman demeyipde, ecnebi misyona iltica etmekten içtinap etmiyorlar. Öztuna Bey; Midhat Paşanın bu yaptığına aynen:  "Eski bir sadnazamın ve hâlen devletin en büyük eyaletinin başında bulunan bir umûmî valinin bu ha­reketi, son devir Türkiye târihinin en çirkin olaylarından biri­dir ve Midhat Paşa İçin gerçek bir lekedir. Bunun şahsı için bir leke olduğunu Paşa'da, hatıralarında <yalnız bana değil, evlâdıma da kalacak târiM ömrümün lekesidir> şeklinde iti­raf etmekte ancak can kaygusuna düştüğünü ileri sürerek, şahsını savunmaya çalışmaktadır." Demektedir. Biz de he­men ilâve edelim ki, bu fahiş hatayı 2. Abdülhamid dönemi sadnazamlarından iki kişide daha ecnebi sefaretlere iltica yoluna başvurduğunu görüyoruz. Bunlardan birisi hatıratla­rından alıntı yaptığımız, Erzurumlu, Şâpur Çelebi İakablı ve
Abdülhamid Hân tarafından dokuz defa sadarete getirilmiş bulunan Küçük Mehmed Said Paşa'dırki İngilizlere iltica et­miştir. Diğeride yine hatıratından alıntılar aldığımız Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa'dır ki bu zatda, İngiliz konsolosluğuna iltica etme yanlışını sergilemiştir. Bu hatırlatmayı yapmaktan maksad Midhat Paşa'nın böyle bir davranışda tek olmadığını amma yine de ilk olduğuna okurlarımızın dikkatini çekelim
istedik.
Midhat Paşa'nın bu ilticası üzerine Sultan Hamid, Fran­sa'nın İstanbul b. elçisini çağırttı ve derhal sığınmacının kon­solosluk dışına çıkarılmasını tehdit yollu talep etti. Fransızla­rın elçisi Tissoti'yi tehdidiyle bunaltan padi şah büyük elçinin İzmir konsoloslarına talimat göndermesini temin etmişti. B. elçi Tissoti, İzmir'deki konsolos Pelissirey'e çektiği telgrafla Midhat Paşa'yı ihraç etmesini İstedi, çünkü az bir zaman ön­ce Fransa, Tunus'u işgal etmiş, Osmanlı devletinin heran kendilerine savaş açacaklar korkusunu taşıdığından, Midhat Paşa olayı buna kapı açmasın diye dikkatli olmayı tercih et­mişler ve kendilerin iltica edeni dışarı koymak suretiyle sahi­bi oldukları hürriyetçilerin abidesi Fransa lakabının gölgelen­mesine katlandılar.

Mahkeme Kararları


Yıldız Mahkemesi kararları şöyle tecelli etti: Rüşdü, Mid­hat, Nuri, Mahmud Paşa'larteı, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi, kazanmış oldukları bütün rütbe ve nişanların alınması, dâ-f^ad olan paşaların sultan hanımlardan ayrılıp, damad sıfat­larının kaldırılması, bunların idamına bahçevanlıkla görev­lendirilen üç pehlivan ile iki mabeynci ve binbaşı Necip ey'inde idama, Seyyid Bey ile Miralay İzzet Bey'in on yıl hapse mahkûm edilmeleri istikametinde hüküm verildi.
Yılmaz Öztuna Bey'in adı geçen eserinde 176. sn. de, şun­ları kaydetmektedir: ".Temyiz ve fetvahane bu kararlan ayrı ayrı tasdik ettikten sonra, son tasdik hükümdarın iradesine sunuldu.
2. Abdülhamid, 20/Temmuz/1881 günü Yıldız sarayında 25 kişilik fevkalâde bir meclis topladı. Bütün muteber devlet adamlarının katıldığı bu toplantıda mahkeme kararları, işti­rak edenlerin tsüşârî reyine arz edildi. Herkes rey'ini yazılı olarak hükümdara bildirdi. 15 kişi hükümlerin aynen tatbi­ki, on kişi ise idam cezalarının müebbed hapse tahvili rey'in­de bulundu. İdam hükümlerinin aynen tatbikini mucîb se-bebler göstererek isteyenlerin arasında Gazi Osman Paşa ile asnnn en büyük Türk Hukukçusu olan Adliye nâzın tarihçi Cevdet Paşada bulunuyordu. Bilhassa bu İki zâtın kanaatleri mühimdir Çünkü şahsiyetleri bakımından, herhangi bir art düşünce ite hareket etmelerine az da olsa ihtimal verilemez. Cevdet Paşa tarihçi sıfatıyla, Sultan Aziz faciasının devlete neler kaybettirdiğini, ne felâketlere sebeb olduğunu çok iyi biliyordu. Gazi Osman Paşa ise, yazılı esbâb-ı mucîbesinde, bu kararların, bir daha böyle feciî ue sorumsuz işlere teşeb­büs edilmemesi için ibret olacak şekilde uygulanması icâb ettiğini belirtiyor, hâttâ bu kararları değiştirmeye padişah'ın bile hakkı olmadığını imâ ediyordu. 2. Abdülhamid, buna rağmen idam cezalarını müebbet hapse tahvil etti. Bunda İn­giltere'nin te'siri olduğu inkâr edilemez. Zira liberal avrupa, bilhassa İngiliz basını, Midhat Paşayı şiddette savunuyordu. İngiltere, Midhat Paşa'yı kendi adamı gibi telakki ediyordu ve mahkûmiyetten sonra da bu telâkkisinden vazgeçmediği ni az aşağıda göreceğiz demektedir "

Tâif'de Akıbetleri


28/Temmuz/l881 'de İzzeddin Vapuruna bindirilen mah­kumlar Tâİfe yola çıkarıldılar. Orada bulunmakta olan kale de hapsolundular. Burada 2 sene, 9 'ay sonra; Midhat Paşa olsun, Mahmud Celâleddin Paşa olsun askerler tarafından boğmak suretiyle öldürüldüler kaydını görüyoruz. Bu emrin kimin tarafından verildiği karanlıkta kalmıştır diyen Öztuna Bey, bu güne kadarda işin sırrı çözülememiştir demektedir. Abdülhamid düşmanları padişahın bu emri gizlice verdiğini ileri sürerek, büyük bir iftiraya başvurmuşlardır. Sultan Ha mid cidden merhameti münasebetiylede pek yüksek bir şah­siyettir. Kendi sine bunlar hakkında mahkeme ve temyiz ka­rarını tatbik et diyenlerin tavsiyesini yerine getirir böylece de, otoritesinin kuvvetlenmesini temin ederdi. Oztutfa Bey; Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa'nın bu hususda bir emri olabilir çün­kü bu paşa, Mekke Şerifini tevkif edip, yerine başkasını tâyin edecek cürete sahip bir paşaydı demektedir. Midhat Paşa meşhur hatıratını bu cezayı Tâif'de yatarken yazdığı bilinen gerçeklerdendir.
ingilizlerin; Midhat Paşayı halas etmek gayesiyle Taife bir baskın düşündüğü ve bunun içinde Kızildeniz'de bir savaş gemisini hazır tuttuğu istihbaratça doğrulanmış hususattan-dır. Midhat Paşa hayatını kaybettiğinde 62 yaşında olup, Hayrullah Efendi ve Nuri Paşa Tâif'de ölmüşlerdi. Rüşdü Pa-Şa Manisa'da ölürken hakkında verilen karar ölümü beklen­diğinden uygulanma cihetine başvurulmamıştır.

İngiltere Mısır'ı İşgal Ediyor!


Mısır'da Hİdiv unvanıyla yönetimi götüren İsmail Paşa hayli israflar yapmış, merhum Abdülaziz Hân'dan elde ettiği borçlanabilme müsaadesinden sonra, İngiliz ve Fransa'ya yaptığı borçlanmalar faiz sarmalına düşmesini intaç etmiş on sene içinde 100 milyon İngiliz altununu aşmıştı. Görülen oy­du kî, Mısır bir eyalet-i mümtâze olarak öyle borçlanmış ki, koskoca devletin borcunu aşmak üzereydi. Bu bakımdan ademî merkeziyetin mahzurlu olduğu buradaki neticeden de istihsal olunabilinir. Abdülhamid Hân'ın merkeziyetçi idâresi­nin isabeti ortaya çıktığı gibi, çok sonraları, bir hanedan üye­si olan mecnûn sayılsa seza olan Prens Sabahhaddin Bey, adem-î merkeziyet taraftan olarak Mısır' ı da örnek olarak göremedi insan şaşıyor.. Hidiv İsmail Paşa, Süveş Kanalının elindeki tahvillerini satarak borçları düşürmeye çalışırken, Fransa bunlara talip idi. İngilizlerin Yahudi asıllı başbakanı D'izraeli, mâli tüyo'ya çabuk ulaşan teşkilatı vasıtasıyla du­rumu hızla değerlendirdi ve hisselleri İngiliz idaresine mâl et­meyi bildi. Bu donanmasına güvenen bir devletin cesaret edebileceği bir işti. D'izraeli bu silahını akılıca kullanarak, Fransa'yı dizletti. Süveş Kanalı kullanımıyla İngiltere-Hindis-tan hattı pek değişebilen bir lezzet verdi Britanya ticaret ve sömürgeciliğine. Fransa bu işe müdehale edecek durumda değildi Dölesepsİs bir Fransız olarak açtığı kanalın İngilizlere yâr olduğunu, görüp görmediğini düşünüyor insan! Tahville­rin satışı İsmail Paşa'yı borçsuz hâle getirmeye yeterli olma­dı. Mısır Hidiv'inden alacaklı olan Fransa ve İngiltere, yüzleri­ni babıâlî'ye dönüp, kapısını çalmağa başladılar, ismail Paşa, Mısır hükümetinin mâliye bakanlığını bir ingilize, nâfıa yâni bayındırlık bakanlığımda bir Fransız'a vermek zorunda kaldı.
Kırım gerekse 93 Savaşında Osmanlı ordusunda, gük vafetleri, talimli durumları, disiplinli hareketleriyle göz
Muran Mısır askeri. Sultan Aziz'den aldığı bir fermanla 30iv    mevcuda çıkarılmıştı. Mısır kabinesinin biri İngiliz diğeri
F ansız olan iki bakanı hemen şartlarını koydular, bu ordu küçültülecek; 30 binden,  18 bine düşürülecek dayatması vaptılar ve bu arada da 2500 subayı emekliye şevkettiler.
Emekliye ayrılmış bulunan subayların çoğunluğunu Türk ve Çerkeş kökenli olanlar teşkil ediyor böylece aralarında az miktarda Arab ırkından subay bulunuyordu. İşte Osmanlı devlet hududları içinde ilk ırkî hareket başladı, muharrikleri. Türk ve Çerkeş olmakla beraber, bunların hareket lideri ola­rak başlarına geçirdikleri Albay rütbeli Arabî Bey bu hareke­tin lideri oldu. Sultan Hamid, İsmail Paşayı hidivlikten azletti yerine Tevfik Paşa isimli İsmail Paşanın oğlunu hidiv nasbet-ti. Bu Tevfik Paşa, 1. Abdülhamid'in sadrıâzamlarından olan Halil Hamid Paşa'nın oğlu Mehmed Arif Bey'in kızı olan Zeh­ra hanımdan dünya gelen bir çocuktur ve Kemâl Derviş ile akrabalığı muhtemeldir. Bu Tevfik Paşa'nın oğluda Ahmed Fuad Beydir ve Mısır'ın ilk kralıdır. İtalya'da sürgünde ölen Kral Faruk'un babasıdır. Bu Krallık zâten iki kral gördükten sonra bir askeri ihtilâlle yok olmuştur. Önceleri harbiye na­zırlığını ele geçiren Albay Arâbî'yi Sultan Hamid, mirliva yâni general rütbesiyle taltif etti. Ancak, Mısır'da kavmi necip an-layışı yayılmaya, memlekefde yaşayan diğer unsurlar rahat edemezlerken herkes tabiisi olduğu devletlere şikâyetlerini duyuruyordu. Bunların içinde İngilizler, avrupa olup Mısır'da yaşamakta olanların haklarını bundan böyle kendisinin ara­yacağını bunun içinde Mısır'a asker çıkaracağını fakat bura-akı Osmanlı devletinin hak ve hukukuna dokunmayacağını        eyledi.
İş bu vaziyete gelmişken, Mısır'da Arabi Paşa, başbakanlık makamına irtika eyledi yâni başabakan oldu. Akabinde İs­kenderiye'de çıkarı bir kıyamda, ahali İngilizlerin olsun avru-palılann olsun mallarını yağmaya giriştiler. Bir hayli ölü ya­nında bazı elçilik görevlileri yaralanırken, dört konsoloslunda yaralandığı görüldü. İngiliz Amiral Seymour İskenderiye'yi saatlerce ve ara vermeden bombardımana tâbi tuttu. 12/Temmuz/1882'de Arabî Paşa birlikleri Sir Gamet: Wolse-ley kuvvetleri tarafından Teylül Kebîr meydan muharebesin­de bir çeyrek saat geçti geçmedi mağlup oldu, ingilizler Kahire'ye girerken, maceraperest Arabî Paşa da sürüldüğü Sey­lân'a doğru yola çıkarıldığı haberiyle ortalık çalka lanıyordu.
İngiltere; Mısır'a girince Sudan'ı da işgal dışında bırakma­dı. Ancak ifadesinde durumun geçici olduğunu söylemesi, meselâ Osmanlı devletinin Mısır'dan aldığı vergiye engel ol­maması sanki bu sözün samimiliğini andırıyordu. Yapılan müzakereler neticesinde de bir iki defa çekilmeyi kabul eden merhalelere getirdi vaziyeti sonra kendine âid olaylar icâd ederek erteledi velhasıl herkesi oyaladı durdu. Fakat, fiili iş­gal mevcut hukukî statü ise Osmanlının koyduğu idi. Bu hâ­lin 1. dünya savaşına kadar sürdüğü görülmüştür.
Osmanlı sadrıazamlanndan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Pa-şa'nın gerek Mısır ile gerekse İngiltere kraliyet ailesi ve poli­tik arenasında hürmete şayan bir münasebet bulunuyordu bu bakımdan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa'nın, İbnül Emin Bey'in "Son Sadrıazamlar" adlı değerli eserinde yer alan sa­tırlardan bu bağlantıya bir atfu nazar edelim: Paşa'nın Mısır ile olan bağlantısını göz önüne aldığımızda, Osmanlı-Mısır münasebetlerindeki davranışı, Osmanlılık açısından nasıl bir fikir hasıl eder"? "..1298/1881 senesi Şevval başlarında çıktığı bahs olunan mezkûr mesele benim hatıratımda beyan kıtınrlıâı yibi Tevfik Paşanin hidivliğe nasbından önce pederi İs­mail Paşanın vazifesi esnasında kötü idaresi ve israfları neti­cesi olarak, İngiltere ve Fransa devletlerinin Mısırın mâli işle­rine müdahaleye tasaddileri kendini göstermeye başladı. Os­manlı dev letinin bağlısı olan ve ekseriya vak'aların icâbatı-na göre karar alması yerine muhalif tedbirlere gitmesi, bun­da devam ve ısrar eden Hidiv, git gide, durumun vahametini arttırmaya başlamıştı. Said Paşa hz. lerinin; türlü şekillere tahvil ederek kayıt ve tezkâr ederek hikaye ettiği MısırVye'yi müzakere için İngiltere devleti tarafından fevkalede sefaretle İstanbul'a gönderilen, Dermond Volf'un hâmil bulunduğu nâme ile nutkunun tercümeleri sırasında <evkaf nâzın Kâmil paşa mülakat için yanıma geldi Mütercim Davud efendi ev rakı bana verirken gördüydü. Mütercimin ifadesin den, neye dâir olduğu malum olduğundan mütalaasını arzu etti. Vüke­lâdan gizli bir şey olmadığından kendisine verildi. Kâğıdlar akşam arza verildi.  Fıkrasını koymakla ne demek istedikle­rini anlamak zorsa da, memur olduğum nezaretin, işlerinden dolayı müzakereler için, Said Paşa'nın yanına gitmiş olma­mın şüpheden uzak olmam gereken bir sırada, mütercim ta­rafından takdimin de içindekilerden bahse mahal olmayan evrakın okunmasını arzu etmek gibi bir teklifsizlik göster-mekleğime hâl ve terbiyemin müsaid olmayacağı beni az çok tanıyanlarca takdir ve teslim olunur iti kadındayım.
Sdid Paşa; Londra'da sefaret-i fevkaladesi için memuriyet-i acizanem arz ve istizan eylediğini hatıratının bir köşesine yazmakla beraber, bir kaç sahife sonra Sir Der-mond Volf ile 'Müzakere için murahhas seçimi bahsinde o vakit hariciye nazırı rahmetli Asım Paşa lisanından <Kâmil Paşanın diplomasi malumatında vukufu behri-yesi sebk etmedi Onun tâ-takdirinde işçe gı'ıçlük gÖrülür.> cümlesini sarfettirmişterdir ki, mânası oldukça net bir teveccüh olduğu görülür, di­yerek geçelim sözüyle noktalıyor."
KâmİI Paşa'nin görüldüğü gibi; Said Paşa'nın ünlü hatıra-tın'da kendisine dokundurma hissettiği hususda bir beyanda bulunduğunu ve Kâmil Paşa'nın verdiği cevapla, Said Paşayı ve onun tarzını ortaya koymaya çalışırken, İsmail Paşa'yıda tarz-ı İdaresinden ve israfından dolayı kabahatli bulduğunu çıkarmak ifadesini dikkatle okuyunca anlamak kâbi! dolay-sıyla Mısır ile olan garabeti, Osmanlı anlayışından ayrılması­nı temine vesile olmadığı ortada.

Ermeniler Ve Meselesi


eni meselesi dendiğinde; akla ilk gelen, asırlardır a lu topraklarında birlik ve beraberlik içinde nesiller yetiren birbirlerinin inanç ve geleneklerine saygı duyan în-ıarın varlığıdır. Ancak şu 1293/1877 Osmanlı/Rus savaşı havetinde imzalanan Ayatefanos antlaşması oluncaya karar  Mezkûr savaşın antlaşmasında bir Ermeni meselesi ih-las olunmuştur ve bunun mucidi Ruslar olup, vatansız Er­meni ahalisine şüphesiz ki Osmanlı devletiyle aralarında var olan medenî insaniyet bağlarını kopartıp, birbirleri hakkında kötü emeller besleyip, var olan huzuru yok etmek ve bunla­rın safdillerini kendi gaye ve hedefi istikametinde istihdam etmek, böylece çıkacak düşmanlığın bir din savaşı şeklinde tefsir edip, Şark'a doğru bir mânada İslâm ve topraklan üre­rine Doğu avrupanın verimsiz alanlarından kalkıp yer allı ve yer üstü madenlerine ve nimetlerine egemen olmada maşa olarak kullanmaktı. Buna start veren madde şöyleydi ve gö­receksiniz ki, bir kere bile Ermeni kelimesi geçmemektedir maddede fakat bu maddedirki satır aralarında nihan olan mânalarla doğurmuştur Ermeni meselesini:
Madde: "Osmanlı devleti Girid Adası halkı tarafından der-miyan olunan istekleri önemle göz önünde tutmakla beraber 1868 yılı dâhili tüzüğünün uygulanmasını taah- hat eder Şu mukauelenâmede kendileri için özel bir idare şekli tâyin 0 anmayan Arnavutluk ve Tırhala ile Rumeli'nin sair yerleri  mahalli ihtiyaçları karşıla- yacak muvafık bir tü-acaktır. Üyeleri yerli ahaliden olmak üzere teşkil acak özel komisyonlar her vilayette yeni tüzüğün tefer-nı müzakere ederek so-nucunu babıall'ye arzedeeekler-manlı devleti dahi bu tüzüğü uygulamaya o az etme-
lçınden Rusya devleti ile bir kere istişare edecektir." İşte bu madde Ayastefanos antlaşmasında bu haldeyken, Berlin konferansında ki her ne kadar bu konferans bizim için hayli-çene işe yaramış ve Ayastefanos'un derin yaralarını sarmiş-sada, bu madde orada 61. madde adıyla genelleştirilmiş ve Rusya'nın elde ettiği imtiyaz bütün düvel-i muazzamayada tanınmıştır. Böylece batı âlemi, şark dünyasına top yekûn saldırıya geçecekken bu kurnazca muahedenin tertibiyle şar­kın iç bünyesindeki dindarlarının, kendilerine 5. kol olarak veya gizli tabii müttefik kılmış oluyorlardı. Osmanlı devletini yıkabilmeyi sağlamak için Ortadoğu'da söz sahibi olmak için bunlar vazgeçilmesi imkânsız çâreydi. Her ne kadar geçtiği­miz 1293/1877 Osmanlı-Rus savaşında bizim kaybımız Rus­ya karşısında zayfı kalmamızdan değil, genç paşaların birbi­rini çekememesinin getirdiği yönetim aksaklığını pek kimse itiraf etmez ama düşmanlarımız bunu anlamakta gecikme­miş sevk-ı idarede tenakuzları görebilmiştir.
Bizde de bu savaşın ilk tahlilini yapan kişi mümtaz yüzbaşı Mehmed Hulusi Efendi 1909'da Harbiye'de "Harp Târihi Dersleri" muallimi olarak ders verdiğinde bu savaş hakkında bilgilendirmeyi yapabilmek için birçok kitap okumuş, askeri raporları tetkik etmiş "Niçin Mağlup Olduk" adlı bir eser ka­leme al mıştır. Biz, bu eseri Osmanlıcadan sadeleştirerek Ak­it Gazetemizde tefrika hâlinde neşrettik. Henüz kitaplaştıra-madık esas söylemek istediğimiz bizde, 93 harbinin tahlili­nin, savaştan 29 sene sonra yapılmasıdır halbuki bütün dün­ya ülkeleri bu savaş üzerinde o kadar çok neşriyat yapmıştır ki buna sayısız demek kabildir.
Ülkemizde; Ermeniler, 1860 yılında, dernekler kurmaya girişmişler ve yirmi yıl içinde bu sayıyı önce kültür dernekleri olarak lanse edip rahatça çoğalttılar. Daha sonra da tedricen silahlandırmaya başladılar. Böylece kan dökücü komitelerini peydana getirdiler.
Meselâ bunlardan 1860'da Kilikya'yı yüceltmek amacıyla Haynsever Cemiyeti, peşinden de Fedakârlar cemiyeti faali­yete geçirildi. 1882 senesine kadar, Van ve civarında Ararat-h, merkezleri Muş'da bulunan Mektepseverler, Şarklı, Kilikya cemiyetleri kurdular ve de 1872'de yine Van'da "İttihat ve Halas Cemiyeti" yâni birleşme ve kurtulma cemiyeti 1880 yılına gelindiğinde Erzurum'da Silahlılar cemiyeti, Milliyet­perver Kadınlar cemiyeti, Ermenistan'a Doğru Cemiyeti ve Kafkasya'da Genç Ermenistan cemiyeti kurulmuştur. Van'da da Kara Haç cemiyeti teşkil edildi. İstanbul'a gelince, burada "Erme ni Vatanperver İttihadı" isminde bir cemiyet kuruldu
Bu son kurulan cemiyet, Ermenileri hukukuna sahip kıl­mak, gereken yerlerde isyanların çıkmasını temin etmek, gençleri silahlandırmak hususunda görev almıştı. İstanbul'da da adına Ermeni Vatanperver İttihadı isminde bir cemiyet teşkil olundu.
Yine; 1881'de Erzurum'da kurulmuş olan Şurâ-yı Âlî Ce­miyeti, çok geçmeden Müdafiî Vatandaşlar Cemiyeti olmuş­tur. 1890'da da İstanbul'da Şant ile daha sonra da Kurban adlı ihitlâlçi çeteler teşkil edilmiştir. Hınçak ve Taşnak komi­telerini daha ziyade, Kafkasya Ermenileri kurmuşlardır. Bu komitelerin kurucuları, Osmanlı hududları haricindeki Erme-nilerdi. Bu hususda İngilizlerin Trabzon konsolosu 1895 târi­hinde İngiltere'nin Osmanlı nezdinde ki b. elçisi Sir Filip Ku-n ye gönderdiği raporun bir bölümünde şunları kaydeder:  liderleri hareketi türkiye dışından idare ediyorlardı.  suretle kendileri tamamiyle emniyet İçinde oldukları hal­de, Türkiye'deki ırkdaşlarına hayatı tahammül edilmez hale 9etiriyorlardı. Maksatları, İslâmları hristiyanlara karşı tahrik etmek, katliamlar çıkartarak memleketi dehşet içinde bırakmaktı: Bütün dünyaca bilinmelidirki bu teşkilât anarşik bir karakter taşımaktadır. Şiddet yoluyla karışıklıklar çıkartma k ue Ermenistan'ın yalnız ıslahatını değil, istiklâlimde temine çalışmaktadırlar "
Bu raporu doğrulayan şu misâl mühimdir: 1887 senesinde Kafkasya Rus Ermenilerinden Avedis Nazarbeg ile sonradan izdivaç yaptığı Maro adlı kadınla ve Kafkasyalı Ermeni tale­belerin birlikte İsviçre'de Kari Marks'ın prensiplerinin esas tutulduğu Hinçak (Çan Sesi) komitesinden üç yıl sonra 1890'da, Kafkas Ermeni'lerince de Tasnak veya Taşnaksut-yun ihtilâl komitesi teşkil edildi. Bunların da amaçlan Türki­ye Ermenistamnı tesis için siyasi ve iktisadi hürriyet elde et­mek riskine girmekti. Bu komitenin pek vahşice verilmiş bir talimatı vardı. O da; <Türk'ü, Kürd'ü her yerde her çeşit şe­rait altında vur. Mürtecileri yâni eski hâlin devamını isteyen­leri, sözünden ve yemini yapıp da bundan dönenleri, Ermeni aleyhtarı hafiyeleri ve Ermenistan dâvasına hayinlik yapan­ları öldür ve böylece intikam al!>
Bu talimatı alan Ermeniler, Anadolu topraklarında 1894'de pek büyük bir isyan ateşi yaktılar ve bunun adı Sa­son İsyan'! oldu. Muş ile Bitlis arasında bir ilçe olan Sason bünyesinde 12 bin Ermeni barındırıyordu. Burada yaşamak­ta olan 15 bin kişi kadar müslümanların çoğunluğunu Kürt­ler teşkil ediyorlardı ki burası yo! yetersizliği hasebiyle askeri yardıma biraz geç kavuşur arazi idi. Sason Dağlarının sarp kayalıkları kolay kolay geçit vermiyordu. Burada ateşi yakı­lan isyan, öyle profesyonelce tezgâhlanmıştaki, yerli Ermeni­lerin böyle bir şeyi ne akıl edebilmeleri nede tatbikleri kabil­di. Hele Türk kılığına girmek suretiyle kendi dindaş ve soy­daşlarını katletmeleri ne yerli Ermenilerin cüretine nede tanı­nacakları endişesiyle yapmayacakları işlerdendi. Amma cid­den Türk kılığına giren Ermeniler, bu işi yaptılar fakat bunlar bölnin insanı olmayıp dışarıdan getirilmiş adam katlinde ofeSyonelleşmiş ihtilalci güruh olduğu ilk akla gelendir. Burada çıkan arbede de, yüzlerce müslüman şehadet şerbe­tinin içicisi olurken, 5 bin ermeni de fikren iğfal olmalarının acısını ölümleriyle tattılar. Günü müzün Abdullah Öcaian adlı bölücübaşı'nın gün gelipde TBMM'ye gireceğini ileri süren safdillerin bulunduğu dönemimizde, bunu ileri sürenlere saf dil demesine diyoruzda, bakın bu Sason olayının baş tertip-çişi olarak görülen Hamparsum Boyacıyan adlı Ermeni bura­daki tahkikat ve icraattan yakasını sıyırdı. Bu Hampar-sum'un 1908 meşrutiyet meclisinde Harput milletvekili ola­rak İttihad ü Terâkki Parti mebusluğunda bulunması tıpatıp Öcalan'ınkine benzemiyorsa da, yine de Allah korusun, saf diller dediklerimizin bu teşhisleriyle naklettiğimiz olayia, yâni Hamparsum Boyacıyan ile ilişki kurmaları da ümid olunabi­lir!
Ermeniler; Sason olayının peşinde bir ay geçti geçmedi Dıyarıbekir'de de ayaklanmaya teşebbüs ettiler. Ancak bura­da da 2 bine yakın insanlarını kaybettiler. Bütün bu hareket­lerin Osmanlı devletinin elinden kurtulmak meselesi olmadı­ğı pek barizdir. Yapılmak istenen dış devletler buralarda meydana gelen vak'alardan mütevellid, Osmanlı hükümeti ne baskı yapmak suretiyle iç işlerine müdehale yoluyla dev-let-i âliyenin çöküşünü temi ne gayret edip, yabancı devlet­lerin, ajan çapındaki adamlarından aldıkları sözlere görede Büyük Ermenistan kurmak hayılini diri tutmaktı. Bu husus-da, Ermeni Diasporası denilerek nâm salmış başka ülkelerde yaşamakta olan Ermenilerin kurdukları bu organizasyon merkezi bilhassa ecnebi baskıları teminde ve bu isyanları destekleyecek maddi imkânın toplama ve dağıtım vazifesin! yapıyorlardı.
O sıralarda da İstanbul'da bilhassa Kurtuluş semtinde o zamanki adı Tatavla'da oturan Ermeni azınlık toplanmış bir takım protestolar ile asayişi ihlâle çalışıyorlardı. Sahilhane-sinden çıkmış bulunan Sadrıazam Ahmed Vefik Paşa'nın fay­tonuna ulaşan haberle vaziyetten haberdar olduğunda, he­men arabanın babıâfî istikametinden yolunu değiştirmiş bu günkü Pangaltı kavşağına gelen Vefik Paşa, tecemmu etmiş Ermeni kopillerini görünce hemen faytonunun kapısını aç­mış, o gün romatizmalarının rutubetli hava münasebetiyle ağrılara sebeb olmasından, bastonuyla yola çıktığından top­luluğun ki sayısı alti-yediyüz kişiden az değil üzerlerine yürü­müş o güruhu tek başına dağıtmıştır. Devrin gazeteleri Ah­med Vefik Paşanın sağa sola doğru koşarak yaptığı salveti tatlı bir uslûb ile haber yapmışlardır.
30/Eylül/1895'de Patrik İzmirliyan'in sinsi sinsi hazırladığı sayıları bir kaç yüzü bulan Ermeni kopili ellerinde ve belle­rinde silahlarıyla babıâlî'ye çıkıp sadaret binası önünde pro­testo hareketi yapacaklarken, Sadrıazam Said Paşa bunların üzerine asker sevk ettiği için vahim bir hâl zuhur etmiş oldu. Yıldız'da sadrıaZamın icraatına vukufiyet kesbeden Sultan 2. Abdülhamid Hân derhal askeri birliği geri çektirdi.
Bunların çoğuna sivil elbise giydirip, Tahtakale ve Yemiş İskelesi hamalları kürtleri de hamalbaşılar vasıtasıyla bu si­lahlı Ermeni kopillerinin üzerine sevk ettiği bir kaç tane müs-lüman'ın şehadeti karşısında bin kişiye yakın Ermeni eşşek cennetini boyladı. Kadırga da üçgün mukavemet eden Er­meniler sonunda pes etmeye mecbur oldular. Onbir ay sonra Ermeniler bir daha hareketlendiler ve 26/Ağustos/1896'da Osmanlı Bankası merkezini bastılar. Ancak, Abdülhamid Hân'ın meşhur Teşkilât-ı Mahsusası vaziyetten haberdar ol­duğundan banka civarında tertibat almış ve saldırıyı bir kaç bomba patlatarak başlayan Ermenileri kısa zamanda etkisiz
H"le qetirmeye muvaffak olmuşlardı. Bu hareketide hazırnın patrik İzmirliyan olması calibi dikkattir. Demek ki onbir evvel Kadırga semti olayını tezgâhlayan İzmirliyan'a dev­let herhangi bir yaptırım tatbik etmemiş! Acaba, İzmirliyan hem olayları tertipliyor hem de devlete haber veren bir ajan-mıydı? Sultan 2. Mahmud'un, Rum Patriği Grigoryası astığını qoz önüne alırsak, İzmirliyan'a bir şey yapılmamış olması yoruma tâbidir.
Hoş Sultan Hamid cana kıymayı sevmediğinden belki as­mamak normalse de hiç bir şekilde cezaya muhatap etme­mesini yorumlamak kolay değildir. Ha yukarıdaki Kadırga semti olayında, kıyamcilar üzerine askeri birlik gönderen Sa­id Paşa' nın görevinden azledildiğjni de hatırlatalım. Çünkü; asker ile bastırılan vak'anın avrupada estireceği rüzgâr pek değişik olacağından padişah bu işi ahaliye havale ederek İki gurup halk arasında çıkan arbede neticesi müessif olayları meydana getirmiştir bahanesini ileri sürmek imkânını mey­dana getirmiştir. Çok zaman geçmemiştiki bir Ermeni, sadrı­azam Halil Rıfat Paşa'ya tabanca ile bir suikast teşebbüsün­de bulunmuş, menfur emenline nail olamamış ve Paşa isabet almamıştır. Bütün bu tedbirler ve milis tarzı mukabele Erme-nieri ve onların idareci takımını ürküttü. 21/Tem-muz/1905'deki Yıldız Camiinde patlattıkları bomba hadisesi-ne kadar ortalıktan toz olmayı tercih ettiler.

Bir Gaazı'nın Beyanatı


Bizim târih kitaplarımızda genellikle savaşlar oluş sebebi,
kimlerin bu savaşda bulunduğu, neticesi ve mütareke ile sulh masasından bahsedilir. Biz bu çalışmamızda savaşların perde arkasını ve safahatını nakleden ve bilhassa bahse ko­nu savaşda döğüşmüş savaşda sahib-i selahiyet olarak bulu­nanların varsa hatırat ve husule getirdikleri risaleleri lâtinize ederek burada sahifemizi süslemeye ve yeni nesle ulaştırma­ya kendimi vazifeli addetmiş bulunmaktayım.
Bu seferki risalemiz 1313/İ897'de Osmanlı-Yunan savaşı­nı en selahiyetli kalemden çıkan yazının başındaki İsimle neşrolunmuş yâni "BİR GAAZİ'NİN BEYANATI1' adıyla Os-manhca ve matbu olarak basıldığında hayli beğenilmiş olan risaleden naklediyorum. Bu risalede bahse konu savaşı arıla­tan zât; Gaazi Alasonya Ordusu kumandanı Müşiran dan Ga-azi İbrahim Edhem Paşa Hazretleridir.
Bilindiği gibi Sultan 2. Abdülhamid; önce amucası Sultan Abdülaziz'in tahtdan alaşağı edilip, akabinde şehid edilmesi ve taht-ı Osmaniye 5. Mehmed Murad'ın çıkarılması ve de bu padişahın da, doksan gün sonra şuuru muhtel oldu yâni dimağında meydana gelen bozukluk hilafet ve padişahlık yü­künü omuzlayacak takati taşıyamayacağı anlaşıldığından onu da devrin devlet recülu tahtdan fetva ile iskat edip, Türklerin padişahlığını, İslamların halifeliğini 1842 doğumlu ve hayli olgunlaşmış bir Abdülmecid evlâdı olan 2. Abdülha-mid'e biat etmek suretiyle vermiş oldular. Midhatlar, Rüş-dü'ler, Hüseyin Avniler, Kayserili Ahmed Paşalar, Süleyman Hüsnü Paşalar hatta Mahmud Nedimler devletin atabeyleri gibi işleri yönetmeğe kalktılar. Bu yönetişteki hataları ve meşrutiyet hususundaki kararsızlıkları kendi aralarında  ihti-düşmelerini getirdi. Bu sırada Rusların sıcak denizlere e hülyası, Osmanlı iç yapısındaki hızla bozulma hasebiy-! e de Avrupa devletlerinin adını "Şark Meselesi" olarak kovdukları sömürülesi gereken toprakların muhafızı cihan H leti Osmanlıyı târih sahnesinden izale etmek maksadıyla dört başı mâmur bir plânla yürüttükleri saldirgan siyasetleri havli yıpranmamıza sebeb veren meşhur rûmî 1293 / milâd 1877 Osmanlı-Rus Harbinin zuhuru vukubuldu.
Haçlı dünyasının ve hilâl âleminin bu savaş sonrasında ar­tık hiç bir şey eskisi gibi değildi! Koskoca Osmanlı Devleti, başşehrinin yazlık bir mahallesi olan Yeşilköy'e kadar gelmiş bulunan ezeli ve ebedi düşmanı moskofun elinden bir sulh-nâme almaya çalışmaktaydı. Bu Ayastefanos Antlaşmasını yapan hâriciye nâzın Mehmed Esad Safvet Paşa ve müntehir Sadullah Paşanın gözyaşlarını akıtarak çekilmiş olan resim­lerini, zenaatkâr padişah kendi elleriyle yaptığı abanoz ağa-cmdan bir çerçeveye koymuş ve daima çalışma masasında o hazinliği sergileyen fotoğrafiye atfu nazar etmeden hiç bir gününü geçirmemiştir.
Bu konferansın pek ağır şartları hâvi olarak imza olunma­sından sonra yeni padişah, babıâlî'de toplanmış selahiyeti, kendine başkâtip olarak intihab etdiği Küçük Said Mehmed Paşanın yardımlarıyla, sefine-i devleti kaptan köşkünden tam bir selahiyyetle, vukufla, itidalle idare etmeğe koyuldu.
İşte bu ahval içinde ŞaYk ve Garb cephelerinde gösterdik­ten büyük yararlıklara rağmen mahvu perişan olan ordumu­zun, yepyeni bir anlayış içinde yeniden neşvünema bulması 'Çin büyük mesâi, para ve gayrete önem verdi. Meselâ; har­biye talebelerinin son sınıf öğrencilerinin o hafta başarıda bi-r|nci olan talebeyle yemek yeme usûlünü ihdas etmek sure-> padişahlığa ve huzuru hümayuna çıkmağa önem veren talebeye, hem bu şansı veriyor hem de kendisine bağlanma­sına fırsat tanırken öte yandanda bu istisnayı elde etmek ar­zusu duyanlar arasında tatlı bir rekabet meydana getirip, derslerinde daha da muvaffakiyet kazanmalarını teşvik etmiş oluyordu.

Yorum Gönder

0 Yorumlar