Sultan 5. Mehmed Reşad Han, Kâmil Paşanın İstifası, Babıali Baskını, Ömer Naci Bey'in Ayıbı! , Osmanlı-İngiltere Mutasavver İttifakı, Sultan Reşad'a Kâmil Paşanın Layihası, Kâmil Paşa İngiliz Sefaretine Sığınıyor! ,Mısır Meselesi, Mahmut Şevket Paşanın Sadareti ,Balkan Savaşının İkincisi, Bulgar-Sırp Karşıkarşıya ,Prens Said Halim Paşanın Sadareti, Beyaz Kitabdan Vesika-1, Vesîka-2,Hattı Hümayunun Sureti Veziri Meali Semirfm Mehmed Said Paşa ,Hattı Hümayunun Sureti Veziri Meal* Semirim Mehmed Said Paşa

Son Darbe '


Mevlânzâde'yi özetlersek, bu arada iki otomobil bâbıâli'nin binek taşına yanaşmıştı. Yeri gelmişken bu binek taşının- ne olduğunu söylemek icâb eder: Efendim; o dönemlerde en iyi ulaşım vasıtası atlar ve faytonlardır. İşte bir çok evin Önünde bile üstüne kolaylıkla çıkılan kimi merdivenli taşlar bulunurdu. Ata binmek, faytonun basamağına daha kolay çıkabil­mek için özel yapılmış bölüme ve taşa, binek taşı denilmiştir. Hatta eski sadnazamlardan ve ediblerden Ahmed Vefik Pa-şa'ya: "O, binek taşı büyüklüğünde bir elmastır. Ne traşlan-maya gelir nede, binek taşı olur" denmiştir. Neyse: Gelen otomobillerin birincisinin içinden çıkan Enver (Paşa) bey, Nuri bey ve Halil beyleri, o softa kıyafetli adamlar askerce selâmlamışlardı. Nuri bey; Enver bey'in kardeşi, Halil bey ise Enver bey'den yaşça küçük olmakla beraber onun amcası idi. Demek ki ne kadar komitacı olunursa olunsun yine de kan bağlılığını tercih etmek bu olayda kendini gösteriyor. İkinci otomobilden ise; Yüzbaşı Mustafa Necib ile daha kü­çük rütbeli 4 subay daha çıkmış ve Enver bey'in komutasın­da sadrıazam dâiresine yürüdüler. Sadaret dâiresinden çok az bir müddet sonra, on-onbeş el silah sesleri duyulur. Talât, saatine bakıp not defterine bir şeyler yazar. Her halde bu, si­lahların patladığı ânı tesbit içindir.

Üzerinde Durulacak Soru!


Sadaret makamı; salonundaki gürültülere bakarak odasın­dan çıkan; Harbiye nâzın Nâzım Paşa; karşılaştığı Enver'i gö­rünce: "Enver bu rezalet nedir? Bana; askerce verdiğin söz burnuydu? Demekkİ daha önce Harbiye nazırı iie Enver bey konuşmuş ve bir şeylerde mutabık kalınmış ki, verilen bir söz hatırlatılıyor Nâzım Paşa tarafından. Fakat, Nâzım Paşa­nın bu sorusuna cevap, Enver beyden değil, Yüzbaşı Mustafa Necib'den gelmişti: "Paşam; mukaddes cemiyetimize karşı senin ihanetin tahakkuk ettiğinden idamına karar verilmiş­tir. İnfaz vazifesi bize düştü. Sana askerce ihtar ediyorum. Bir vasiyetin varsa ya söyle ya yaz!" Nâzım Paşa rütbece kendisinden çok dûn olan Mustafa Necib'in sözlerine karşı silahı ile cevap vermek istediyse de, erken davranan Mustafa Necib, Paşa'yı tek kurşunla vurup, öldürdü. Yalnız bu konu da, rivayetler muhtelif olup, paşayı vuranın Yakup Cemil ol­duğu söylenir ve tek kurşunla adam öldürme ustalığının ona mahsus olduğunu söylerler. Öte yandan Nâzım Paşanın ya­veri ise Mustafa Necibi vurmuş, o da Öl müştü. Böylece; diri bir katil hesap vereceğine, katli; ölmüş birine yüklemek daha evlâ görünmüş olabilir! Mustafa Necib'i vuran yaver ise Kıb­rıslı Mustafa Paşanın oğlu süvari yüzbaşı Tevfik beydir. Karşı­lıklı silâh endahtından sonra Enver bey; orada bulunan herkese silahı olanlar derhal bize teslim etsin dediğinde kim­senin sesi soluğu çıkmamış, nihayet iş yine şeyhülislâm Ce-maleddin efendiye düşmüştü. İşte cevabı: "Evlâdım Enver; bizim gibi adamlarda silahın ne işi olabilir? Silah ancak sizin gibi kahramanlara yaraşır. Rica ederim bir emriniz mi var? Enver bey ise; muvafakata dâir imza ettiğiniz cevabi notayı veriniz!

Kâmil Paşanın İstifası


Enver bey; Noradongyan efendinin ağzından böyle bir mu-vafakatnâme olmadığını öğrenince şu âna kadar güzel giden talihin duvara tosladığını hissetti. Darbe yapmışlar sebebi de, vatanı satanlara engel olmak ve gösterecekleri muvafakat vesikasıyla hareketlerini meşruiyete bağlayacaklardı. Fakat ne böyle bir kâğıt parçası nede iktidarda olanların böyle sa­kim bir niyetleri vardı.
Enver bey; sadrazama: "Allah taksiratını affetsin. Haydi çabuk istifanı yaz. Dedi. Kâmil Paşa elleri titreye titreye isti­fasını yazdı, imzaladı. Enver bey; padişaha hitaben yazılmış bir yazıyı fütur getirmeden okudu. Beğenmiş olacak ki, cebi­ne koyup çıkarken, gözüne polis müfettişi Samuel (İzisel) ilişti. Cumhuriyet döneminin polis teşkilâtının yeniden tanzi­minde bu kişinin rolü pek çok olmuştur. Enver bey; adı ge­çene, burada bulunanla- nn dışarı çıkmasına ve her hangi bir kâğıd parçasının dahi imhasına müsaade etmeyeceksin em­rini verdi.
Samuel ise; "Emir efendimizindir! Eliyle Kâmil Paşayı gös­terip, bu ihtiyara dahi aynı muamelemi? Sorusunu yöneltti. Yenisi tâyin olunana kadar sadrazam sayılması gereken zâta bu reva mıdır? Belki de ondan olacak Enver bey mezkûr so­ruyu cevaplamadan yürüyüp gitti. Hâttâ belki de Yahudi'nin gizli hakaretini anlamıştı.

Bir Başka Yönüyle Babıali Baskını


Başlarında büyük reisleri Talat, baş kaatil Enver, eşi bu­lunmaz hatibleri Ömer Naci ol duğu halde ve diğer fedai ca­nilerle birlikte babıâlîye saldıran rezil kaatiller, her zaman ol­duğu gibi tekbir sesleriyle büyük salona girip, Sadnazam Pa-şa'nında bulunduğu yere saldırıya geçtiklerinde orada bulu­nan sadaret yaverlerinden Yüzbaşı Nafiz ve Harbiye Nâzın yaveri Tevfik beylerle, bazı sivil polisler bunların gerçekleşti­receği kanlı olaylara engel olmak istediklerinden, silah çe­kenler Yaver Tevfik bey'le bir sivil polisi şehid ettiler. Yaver Nafiz bey silah kullanmaya mecbur olmuştur. Nafiz bey'in si­lahından çıkan mermilerden biri Enver'in yanındaki caniler­den biri olan, Mustafa Necib'e isabet etmiş ve ölümüne kâfi gelmiştir. İttihatçı katillerin diğer bir bölümü Nafiz bey'in üzerine silahlarını doğrultmuşlar ve yaralamışlardır. Bunlar­dan bir kaç tanesi yaralı Nafiz bey'in yanına çökmüş, ellerin­deki kamalarla yaralıyı delik deşik ederek şehid etmişler dir. Böylece gerek Tevfik bey gerekse Nafiz bey vazifelerini ga­yet merdane ve vazife şuuru içinde ifa etmişler ve şehadet şerbetini içerlerken adlarını ilelebed yâd edecek târih sayfa­larına yazdırmışlardır. Şehadeti münasebetiyle hanımını ve iki küçük yavrusunu necîb milletimize tevdi ederek vazifesi uğrunda feci bir surette şehid olmuş olan Nafiz bey otuz-kırk milyon arasında güç yetişir kıymetdar bir kimse idi. Cenâb-ı Hakk bu şehid evlâd-ı vatanı, garik-i rahmet eyleye
O sırada Sadrazam Kâmil Paşa bazı padişah irade-i seniy-yesi tebliği için babıâlî ye gelmiş bulunan Ali Fuad (Türkgel-di) beyefendi ile sadarete aid odalardan birinde oldukların­dan, bakanlar kurulunun toplandığı salonda bulunmuyorlar­dı. Dışarıda kopan gürültü bakanlar kurulu toplantısında bu­lunan başkumandan vekili ve Harbiye Nâzın Nâzım Paşa hz.lerinin kulağına gittiğinden dışarıya çıkmış, bu hâlin ön­lenmesini temin için, gereken vasıtaya sahip olmaksızın bazı gazetelerin verdiği resimde görüleceği gibi küçük salonda Enver tarafından atılan rovelver kurşunuyla şehiden vefat et­miştir. Rahme tullahialeyh rahmeten vâsiaten   
Harbiye Nâzın Nâzım Paşanın şehid edilmesinden sonra bir takım subaylarla sivil kıyafetli bazı kimseler, sadaret dâ­iresine gelerek, Sadnazam Kâmil Paşa hz.lerinin bulundukla­rı odaya girip, içlerinden biri, Sadnazam Paşanın anlattıkları­na göre; cesur biri yanlarına gelerek dışarıda heyecan çok fazla olduğundan hemen istifalarını yazmalarını isteme cesa­ret ve küstahlığında bulunmuştur. Bunların bu kalkışmaları; efal-i cinaiye'den maksadları ahzısar değil sırf hükümet ida­resini ele almak olduğunu anlayan Kâmil Paşa istifanamesi­nin yazılmasında tevakkuf ve tereddüd göstermiş olsalardı, belki sadaretin çöküşünü yerine getirmek için kendilerine de bir suikasd edecekleri mülahazasını göz önüne alarak "Cihet-i askeriyeden vâki olan teklif istifaya mecbur olduğun­dan sadaret hizmetinden afvına müsadei seniyyenin şayan buyrulmasını" natik, huzur-u şahaneye yazmış oldukları is­tifanameyi vermişlerdir. Enver Paşa istifanameyi aldıktan sonra babıâlî de bulunan şeyhülislâm Cemaledin efendi hz.lerinin binmesine mahsus otomobile rakiben (binerek) doğruca mabeyni hümayuna azimet ve avdet eylemiştir." Bundan bir saat sonra babıâlî ye gelen serkurena hz. şehri-yâriden Hurşid beyefendi, padişahın vak'adan dolayı büyük keder duyduğunu beyanla, vaziyetin düzeleceğine kadar ba-bıâlî'nin hükümetsiz bırakılmamasını ferman buyurduğunu tebliğ etmiştir. Vaziyet bir neticeye ulaşana kadar, Kâmil Pa­şa makamında durmaktan çekinmemiştir. Bu sırada Kâmil Paşa'nın bulunduğu odaya girip çıkanların arasında Talat ve Enver Paşalar dahi bulunmaktaydı.

Ömer Naci Bey'in Ayıbı!


İttihatçıların reislerinden ve en önde gelen hatiplerinden bulunan Ömer Naci'yi» Kâmil Paşa'nın yanına yaklaşarak: "Efendim İnşaallah! Siz bu makamda devlete daha çok hiz­met edersiniz! Biz size muhtacız! Cümlemiz emriniz altında bulunuyoruz!" sözlerini dillendirerek adetâ teselli gösterisi yapıyordu. Bu sözler karşılığında Kâmil Paşa da: "Bana lü­zumu yok. Ben devletin taliini tecrübe etdim bu kâfidir!" ce-vabıyla mukabele ederek başından def etmeyi bilmiştir. Çok geçmeden Enver Paşa da, Sadnazam Kâmil Paşa'nın yanına gelerek, kendisinin tâlimde olduğunu dönüşü sırasında olayı duyduğunu ifade etmekten utanmıyarak yaptığı cinayetin getireceği mesuliyetten yakayı kurtarmaya bakmıştır. Ancak bu yatanın çuvala sığacak mızraklardan olmadığı her-kesin teslim ettiği bir hakikattir.
Bunların saatlerce devam eden bu hâlinden sonra diğer odalarda bulunan zâti sâm-ii meşihatpenahî ile diğer vükelâi meham, Kâmil Paşanın yanına gelmişlerdir. Bir kaç saat sonra sadaret makamına tâyin ettirmeye muvaffak oldukları Mahmud Şevket Paşa hz.leıi, yeni Şeyhülislâmla babıâlîye geldiğinden ihtilâlci beylerin kapı önündeki arkadaşlarına işittirmek için her zamankinin aksine olarak merdiven başın­da hatt-i hümayunu okuttuktan sonra arz odasına gelerek mevcud kaatillerin tebriklerini kabul ile tertibat-i lâzımiyeye başlamıştır. Odanın bir tanesinde Kâmil Paşa ve bazı kabine arkadaşları ile oturmakta iken diğer bir oda da yeni sadra­zam da yanında bulunanlarla gecenin İlerleyen saatine kadar bulunmuşlardır.
Mahmud Şevket Paşa gecenin yansından sonra bir aralık başka bir oda da Kâmil Paşa ile ayrıca görüşmüş ve hâli ha­zır durumdan bahsetmişti. Mahmud Şevket Paşa: "Biz bura­ya kendi isteğimizle gelmedik! Bizi getirdiler" demesi üzeri­ne Kâmil Paşa da: "Evet! Bizi dahi Öyle getirmişlerdi. Gelişi­niz bize benzedi. Dikkat edinizki gidişiniz benzemesin!!" de­miştir.
Bu siyaset pirî Kâmil Paşa hz.leri o gece alafranga saat üçden sonra evine avdet etmeye muvaffak olabilmiştir. An­cak bu yaşlı zat, o gün ve gecenin ağırlığı altında bir hayli üşümüş yatağa serilmek mecburiyetinde kalmıştır. Kendisini konağında ziyaret etmek isteyen düveli muazzama ülkeleri­nin elçilerini, rahatsızlığın verdiği engel yüzünden kabul ede­memiştir. Onbeş gün kadar süren bu rahatsızlık neticesinde Kâmil Paşa'ya doktorlar mutlak olarak istirahat ve tebdil ha­va tavsiyesinde bulunduklarından Paşa da Mısır'a istirahat etmek üzere gitmişlerdir. İttihatçılar; Kâmil Paşa hz.lerinin bundan evvelki kabi nesini gayri meşru bir şekilde düşürerek
devleti ve memleketi felâkete ve parçalanmaya doğru ilk adımı atmışken bu defa gayet feciî ve kan dökerek düşürme­leri devletimiz ve milletimiz için artık kurtuluş çâresinin, se­lâmete çıkmanın mümkünü kalmadığı istikametini sergile­mişti. Vicdan ve hamiyyet sahibi kimseleri derin düşüncelere salmıştır. Bu cemiyetin memleket meseleleri ile bir alakası olmayıp, cemiyetin, reislerinin ve şahsî menfaatlerinin dışın­da bir şey düşünmediklerinden bunlardan ümidli olmak abes ile meşguliyettir. Yaşı kemâl hududlarını aşmış bulunan Kâ­mil Paşanın ekmek ve ikramlanyla nimetlendiği milletine ve ahalisine son bir hizmet daha yapabilmek için devletin yaşa­dığı an ve gelecek günler için uğraması muhtemel felâketle­rin önüne kuvvetli bir engel koyabilmek için giriştiği, büyük teşebbüs, ani bir davranışla düşürüldüğü hâl yüzün den akim kalmış, dolaysıyla bu sadaretindede arzusu dâiresinde hare­kete muvaffak olamamıştır.
Eskiden beri mütegallibe ve eşkıya elinden kendini kurta­ramayan devlet ve millet, mukadderatını yine benzerlerine vermiş bulunduğundan ülkemiz bu günkü hâle gelmiştir. Kâ­mil Paşa hz.leride hiç şüphe yok ki bu eşkiya ve haydutların son dört-beş sene içinde memleketde oynadığı oyunlara ar­tık bir son vermek azminde bulunduklarını şu kısa süren sa­daretlerinde ortaya koyup isbat buyurmuşlardır. Mateessüf esbab-ı mania perdesiyle bu defada da bu cemiyet eşkıya­sından memleketi temizlenmeye muvaffak olamamıştır. Çün­kü Kâmil Paşa gelecek de düşerecekleri çukuru çokdan gör­müş ve bu cemiyetin izalesi için her ne yapmak lazımsa ya­pıp devlet ve memleketi kurtarmakdan geri ve durmadıkları gibi kendilerine müsaid ve yardımcı olan, kabinesi erkânının fikrinide bu yöne imâle etmeye başlamıştı. Kâmil Paşanın bu son kabinesinde vazife alan zevat, ülkemizin yüksek derecede takdire değer kişilerden müteşekkil olmasına rağmen ba­şarıyı maalesef yakalayamamışlardır. Bu kabinede vazife alanlar hiç bir fırkaya mensub değillersede, ülke başdan ba­şa ittihatçıların hizmetine amade idiler.
Memurların çoğu cemiyetin karanlık odası muhafızından bulundukları cihetle verilen emirlerin harfi harfine yerine ge­tirmek kabil olamadığından Kâmil Paşa matlûblarının husu­lünde endişe buyuruyorlardı. Nitekim endişeler hakikat oldu. Nazırlardan bazıları muhalif sıfatında etraflarını saran ittihat­çıların teşviklerine kanmış, bazısı da İnkılabın ilk dö'nem-lerinden beri ittihatçılar tarafından devlet memurlarının ve milletin kulaklarına yerleştirilen propagandalardan birisi oian (Kanuni hareket edelim. Bizde onlar gibi bir yanlışlıklara düşmiyelim) sözleriyle hareket etmek arzusunu izhar buyu­rarak hata etmişlerdi. Vükelânın yâni bakanların, bu hatasına harbiye nâzın Nâzım Paşa hz.terinin, temiz ve saf olan kalb-leri orduya, Talat'lar, Enver'ler. Cemal'Ier, Fethiler ve emsal­lerinin girişlerini önleyemediğinden tabiatıyla hükümet idare­si itihadçılar elinde kalmıştı.
Tabii neticenin vahameti o zaman görülmüştü. İşlere, Sad-rıazam Paşa ve şeyhülislâm Efendi hz.leri yalnız kalmışlar ne çâre bulurlarsa, bulsunlar bilinen kişiler ortaya çıkıp, başarıyı engellemişlerdir. Kanuna uygun hareket edelim arzusunu ile­ri sürenler arasında değerli zevata aflarına sığınarak sormak isteriz ki şimdiye kadar memleketde ittihatçıların asdıkları ve sürdükleri, aldıkları, yapdikları her işde kanunu kendilerine âlet ettiklerini görmüyorlarmiydı? Bu gün ittihatçı zorbalarına da sorulsa cevaplan yaptıkları her fiilin kanun dâiresinde ol­duğunu ispata kalkışırlar. Zâten şimdiye kadar dünyada ya­pılan fenalıkların hepsi ellerinde bir âlet olan kanun ile yapıl­mıştır.
Bu böyle olduktan sonra artık kanuni hareket edelim de­meğe hacet yok zâten verilen emirler gayri meşru ve gayri kanuni değil idi. Biraz da yukarıda dediğimiz gibi milletin is­tikbali devleti nazarı teemmüle alan Kâmil Paşa hz.[erinin, devlet-i Osmaniye için ne derece lüzumlu olduğunu, bu dost­luğun devletimiz ve memleketimize mahz-ı hayat olduğuna pek çana bildiklerinden ötedenberi İngiltere siyaseti aliye ve politikasını tasvib ve takip ederler daima mesnedi sadarete, geldikleri zaman bahse konu politikayı tercih ediyordu. Bir bakıma devlet-i âliyye-İ Osmaniye asırlardan beri İngiltere devlet-i muazzamasının sayesinde bir çok olayda mülkiyettinin tamamiyyetini muhafazaya muvaffak olmuştur.
Buna itirazı olanlar târih bilgisinde epeyi eksiklik taşıyan­lardır. Yoksa târihe âşinâ olan, târihi vakaları tetkik edenler bilirlerki, her ne zaman devlet-i âliyye-i Osmaniye, Avustur­ya ve Almanya devletlerinin entrikalarıyla felâket ve musibe­te mâruz kalmış ve Rusya hükümetinin taarruz ve tasallutu­na uğrayarak en büyük tehlike ve zorluğa düştüğünde ingi­lizlerin kapısı çalınmış ve yardımları ile, düşülen felâketten vede kötülüklerden kurtulabilinmiştir.
Devletin son zamanlarda yetiştirdiği en büyük siyasi şahsi­yetlerden olan Reşid Paşalar, Âlî Paşalar ve Fuad Paşalar ül­keyi kurtardığı felaketlerden bir çoğunda İngilterenin yoğun yardımlarını yanlarına almanın faydası kesindir. Aşağıya ala­cağımız ifşaat târih kitabı Sayfalarında belki de ilk defa yer alacak bir pasajdır. Mehmed Selahaddin Bey Bildiklerim adlı eserinde şunları söylüyor:

Osmanlı-İngiltere Mutasavver İttifakı


Selefi olan sadrazamların yukarıda sayılanlarının güttükleri İngiliz politikasına yakınlıklarını devletin menfaati açısından sürdürmek ananesini devam ettirmeyi idrak eden Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa, ülkenin içine düşmüş olduğu ve daha nereye kadar yuvarlanacağı meçhul halden, halas olması, buhranlarla dolu bu ağır dönemi atlatabilmek için kadîm İn­giliz dostluğu politikasını harekâta geçirerek bir ittifakı ger­çekleştirme yoluna gidivermeyi düşünmüş vakit geçirmeden başvurmuşdu.
Bu işin gizli yürütüldüğünü de, hemen burda kaydettikten sonra Tevfik Paşa, Londra b.elçimiz olarak tecrübeli sadra­zam gibi kendileri de eski sadrazamlardan bulunmanın verdi­ği tecrübe içinde geleneksel Osmanlı-İngiliz dostluğunu tam bir ittifakla pekiştirip, yardımı elde etme yolunda gizli gizli adımlar atmaktaydılar.
Kâmil Paşa, İngiltere hariciye nâzırıyla ittifak şartlarını ko­nuşup tesbit için Ahmed Tevfik Paşaya vazife verdiği gibi, oğlu bahriye nâzın Said Paşayı defaatle Londra'ya qön-aemnıştir. Bu çalışmalar neticesinde o dönemde İngiliz harici­ye nâzın kont Eduvard Göre cenaplarıyla yine Kraliçenin dış siyasetinin büyüklerinden olan Sir Nikolson ile bizim Ahmed evfık ve Said Paşalar arasındaki müzakereler sonunda bir antlaşma metninde uzlaşılmış ve tecavüz ve savunma ant-'aşması prensiplerinde tamamen mutabık kalınmış idi. İşte u antlaşma taslağı elinde olduğu halde İstanbul'a gelerek abineye bu antlaşma hakkında bilgi vermek için hazırlanırken, sadnazamdan gelen teklif üzerine hariciye nazırlığını uhdesine alma teklifini de kabul etmiş ve Londra'dan yola çıkmıştı. Ne varki Tevfik Paşa daha yoldayken babıâli baskı­nı vukubulmuş böylece her şey karmakarışık olmuştu. Bu hareketin gerçekleşmesiyle ittihatçılar bâbıâli'de İşledikleri cinayetlere bu antlaşmayı kuvveden fiile çıkarma hususun­daki faydah çalışmaları öldürdüklerinden, görünen cinayetle­rine, görülmez ve büyük bir cinayet daha eklemiş oldular.
Eğer bu hareket vukubulmamış olsa idi yâni babıâli baskı­nı yapılmamış ve Kâmil Paşa bir müddet daha makam-ı sa­darette kalabilmiş olsaydı, antlaşmada gerçekleşecek ve bu günkü pek fecî hâle düşmeyecektik. Bu şerir haydutların, şahsi menfaatleri uğrunda yapmış oldukları cinayetleri say­mayıp sırf iki defa darbe vurdukları Kâmil Paşa kabinesine karşı işledikleri cinayet, milletin menfaatine yapılmış oldu­ğundan namus kelimesini sık sık ağızlarına almayı kendileri­ne pelesenk edenler, bu kelimenin muhafızı olduklarını isbat için birer birer intihar edip yok olasıca vücudlarını itlaf etme­lidirler. Osmanlı devleti, yâni biricik devletimizin, bu antlaş­madan ne derece menfaat temin edeceğini izaha hacet yok­tur. İşte siyaset adamlarımızın piridense yeri olan, Kâmil Pa­şa- bütün rahatını gözardı etmiş gece gündüz ülkemizin istik­balini temine çalışmışdı. uzağı görmek hassasına bir hayli sahip olan Paşa hz.leri, devletimizin ve memleketimizin bu günkü felâkete uğrayacağını nice seneler evvel görmüşdü.

Sultan Reşad'a Kâmil Paşanın Layihası


Yedi sene evvel Mısır'da tebdil havada bulunduğu esnada Sultan 5. Mehmed Reşad hz. lerine aşağıya aynen aldığımız layihasını sadakat ve vatanseverliğinin icabı olarak takdim buyurmuşlardır.
Cenâb-ı Rabbi Mennan; veli-inimet biimtinan efendimiz hz.lerinin ömrü ve ikbal, şevket-i ve iclâl-i şahanelerini müz-dad buyursun. Şu içinde bulunduğumuz üzücü hâlin te'siri tahtında olanların cidden muzdarib ve kan ağlamaması ka-bilmidir? Yine içinde bulunduğumuz gerek siyasiyeti, gerek­se mülki idareyi bilmeyen İttihat ve Terakki cemiye tinin ta­hakkümüne ve te'sirine girmiş hükümetin talebesi olduğu kötü görüşlerin, getirdiği sakatlık ve zorlukların tahlili ve ted-kiki yapıldıkça devletimizin bölünmeğe maruz bir hâle geldi­ği görülür. Hilâfet-i seniyyenin tehlikede olduğunu hemen hissetmek kabil din  zamanında diğer devletler yalnız kendi kuvvetlerine istinad ile hukuk ve menfaatlerini temin edeme­yeceklerini idrak ederek, menfatlerinde ortaklığa müsaid ve taraftar olan diğer devletlerle ittifak yaparlardı. Bu suretle devletler arası dengelerini bulur ve mevkıilerini kuvvetlendi­rirlerdi. İşte buradan baktığımızda devlet-i âliyyenin bunda muvaffak olamaması, yalnız kalması, diğer devletlerin ve milletlerin ihtiras ve taarruzlarına uğrama vadisinde kalması­na sebeb olmuştur.             
Dünya'nin Şark tarafında, ticari menfaati ve iktisadi ilişki­leri olan devletlerin içinde siyasi anlayışlarına en ziyade iti-rnat edebileceğimiz devlet ya İngiltere yada Fransa'dır. Geç­miş devirde İngilterenin yardımcımız olması hususunda, on-rm yardımına nail olmamız bahsinde onlarla ittifak yapabil­menin icâb ettiğini, Hakan-ı sabıka (2.Abdülhamid) kabul ettirmeye çalıştığımı, neşrolmuş âcizane hatıratımda görebi­leceğiniz gibi, babıâlî'deki kayıdlarda mevcuddur. Ne çareki; Sultan Hamid hz.leri, Rusya mağlubiyetinin te'siri ve bunun korkusu altında nefsin selâmette olmasını, Rusya'nın ittifa­kında arama yolundaydı. Ruslar ise çeşitli vasıtalara baş vu­rarak, padişah hz.lerinin dostluğunu kendilerine çekebilmek için mesai ve gayret sarfederlerken de, onların (Rusya) tek rakibi olan İngiltereyi, pad şahın gözünde büyük düşmandır, şeklinde göstermeye bakıyordu.
Sultan Abdülhamid han'a verdiğim maruzatla; fikrindeki sebatı değiştirmek kabil olmamıştı. Bu sebebden Osmanlı devleti devletler arası dengelerde yalnız kaldı ve bazı devlet­lerin ihtiraslarına maruz kalacak alanda kaldı. Rusya ve Avusturya politikası arasında, Rumeli toprakları elden git­mek derecesine gelmişken Allah (c.c)'ün inâyetiyle, inkılab-ı mesud (meşrutiyet ilânı)'un gerçekleşmesiyle kanunu esasi­nin ilânı üzerine üç vilâyetimiz Rusya ve Avusturyanın zararlı teşebbüsünden kurtulduysa da, fakat genel düşüncelerinde yeralan Bulgaristan'ın istiklâlini ilân edebilmesi ve Bosna-Hersek'in Avusturya'ya gittiği görülmüştür.
Erbabının bildiği gibi, kurulmuş bulunan meşrutiyet hükü­metinin aldığı karar ve takip ettikleri salim tutum, dahilde ve hariç de her tarafa emniyet ve güven vermesiyle devlet ida­resi nizam içinde yürümeğe başlamıştır. Derhal ülkemizin ta­bii servetini ortaklık alanlarına koymakla, İmara ve ilerleme­ye hizmet ile, yardım maksadıyla avrupanın bütün sermaye­darlarının kasalarını açmış olduklarını gören ittihat ve terakki cemiyetinin menfaatperestleri işbu servet kapısının açılması­nı davet eden mevcud hükümetin emniyete haiz olmamasın­dan bahisle tabii bir şey olduğu bakımından kendileri dahi idarey-i hükümeti ele almış olsalardı hem kendileri hemde
memleketin istifade edeceği zannıyla uygun bir vesile bula­rak infisali acizânemi (hükümetimi düşürmek) vukua getir­mişlerdi. Kendi mensublarından meydana gelmiş bir hükü­met kurarak idareyi ele almışlardı.
İdareyi ellerine kimlerin geçirdiğini gören sermayedarlar derhal geri çekilip, yatırımdan vazgeçmeleri nafıa ve diğer teşebbüslerin durmasına varmıştır. Bunun da arkasından ge­len büyük olaylarda dökülen kanların izahına her halde ge­rek yoktur. Elhasıl Jöntürk adıyla kurulması sağlanmış cemi­yetin hükümeti, meşrutiyet kaidesi içinde hüküm sürmedi­ğinden mecburen Örfi idare yâni sıkı yönetim ilân etmiştir.
Böylece müstebid bir idarenin gerek merkezde gerekse di ğer vilâyetlerde işlerden anlayan memurlar açığa alınıp, yer­lerine cemiyete mensup kişiler istihdam olunmuşlardır. İşleri yapmak demek cemiyetin emirlerini yerine getirme şeklinde anlayan bu adamlar yaptıkları görevlerde ahaliyi adetâ de­lirttiler. Arnavutluk, Arabistan ve Yemen de meydana gelen isyanlarda ve bunlara bağlı ihtilallerde gerek asakir-i şahane­den gerekse de ahaliden boş yere akan kanlar sel olup git­miştir.
Bundan çıkan neticede cemiyet hakkın da umumi bir nef­ret dalgası davet etmekden başka bir şey olmamıştır. Daha sonraları cemiyet tarafından dünyaya meydan okurcasına gösterilen tavır ve davranışlar, dost devletlere üzüntü vermiş ve bu hâle karşı da komşu devletlere lâzım gelen tedbirlere girişmemiştir. Bu sırada İtalya devleti sefaretinin birinci nota­sında yazılı olduğu üzere, devlet-i âliyyeye değil, cemiyetin aleyhinde olarak ilân-i harb ile Trablusgarb ve Bingazi'yi zapt ve istilaya kıyam etmiştir. Andtaşmalara fırsat tanımak için yapılan bu taarruza karşı, İngiltere, Fransa, ve Rusya devlet­lerinin tarafsız kalmaları çok manidardır. Eğer bu ders-i ibret
de yeterlilik görmezsek, başka tecavüzlere şahid olmaya ha-zsrlanılmahdır. Bu hâlin sonu Allah.korusun üzerimizde yapı­lacak paylaşımdır. Şu anda Girid ile Rumeli topraklan payla­şıma maruz kalmak üzeredir. Bu hususdaki hissiyatı âcizâne-min dayandığı malumatı yazılı olarak takdim edemem.
Cemiyetin adamları vaziyetin hakiykatine vukuflan olsa hem devletin hemde kendi nefislerinin selâmeti için, devlet işlerine, hükümetin tedbirlerinden el çekip, hayır işleriyle meşgul olmaları icâb eder. Aksi takdirde Sultan Abdülhamid hân zamanında, istibdadı ortadan kaldırmak için meydana gelen vaka-i hayriyye misâli orduyu hümayunun iştirakiyle yakında olması tabii olan ihtilâl, şimdiki istibdadı dahi mah­vedeceği şüphesizdir. Avrupa efkâr-ı umumiyesi İtalya'nın haksız tecavüzünden dolayı aleyhindeyse de, hükümetlerin alacağı kararı değiştirmeğe yeterli gelmez.
Almanya; kendi müttefikleri olan İtalya ve Avusturyanın menfaatine yardımcı olmaktan ayrılamaz. İngiltere devleti­nin, içinde bulunduğu tarafsız halden çıkıp, devlet-i âliyyenin hukukunu muhafaza edebilmesi sebebini bizim küçük gör­mememiz lâzımdır. İngiltere ile antlaşma yolunu bulmak için şu sırada buralarda iyi bir zemin hazırlanmışsa da bunu ta­mamlayıcı yola girmek hususunda ortada engel olarak görü­len ha fi cemiyetin kaldırılmasıyla, meşru bir hükümet tesisi­ne yardımcı olunmasına bağlıdır.
Örfi İdarenin kaldırılmasıyla meclis-i mebusanın, hükümet heyetine tarafdar veya karşı fikirli fırkaların, gerek kanun konmasında gerekse hükümetin icraatını murakabede hiç bir tarafın te'siri altında kalmıyarak, maddelerin müzakeresinde ve rey kullanmada serbest ve hür olmalarından îba'rettir. İn­gilizler ile aramızda yapılacak anlaşmayı Fransa ve Rusyanın uygun karşılayacağını şartlar pek açık göstermektedir. Eğer miyetin ileri gelen ustaları bu izahata kani olmazlarsa, Kendileriyle bir araya gelinip fikir teatisinde bulunmak müm­kündür. Görelim: İlk yapılacak iş, memleket dahilinde ahali­nin cemiyet aleyhindeki belirmiş olan genel nefretin yok edilmesi kabilmidir?
İkinci iş ise: Cemiyetten şikâyetçi olan devlet ve milletlerin iyi niyetlerini cemiyetin lehine çevirmek mümkün müdür? Eğer bu cevab müsbet olacaksa cemiyetin düşündüğü çâre­ler nedir? Osmanlı devletini parçalamanın başlangıcı olarak İtalyanların bize açdığı savaşın önünü almak ve kan dökül­mesini men ederek Trablusgarb ve Bingazi'yi uğramış oldu­ğu istiladan kur tarrnak için hangi kuvvete istinad olunmak­tadır? Hangi şıkla olursa olsun, bu elden çıkan vilayetlerin kurtarılması ümidi zayıftır. Buralarda elden giderse Girid Me­selesi zâten milletler arası meselelerden sayılması yüzünden bu dahî aleyhimizde nihayetleneceğin den balkan devletleri­nin hırsını tahrik edeceğinden, açılacak bir çok sıkıntı dolu hadiselere yalnız orduyu hümayun ile nasıl mukabele edile-bilinecektir? Böyle pek zor durumları uzun müddet uğraşa­rak atlatabilmek, milyonlarca liraların sarfına ihtiyaç göster­diğin den nereden bulup, hangi şartlar ile borçlanma yapabi­leceğiz? Allah korusun bu kötü gidiş buralara kadar varır ve Rumeli toprakları elden giderse, zira cemiyet (ittihatçılar) tarafından Mısır'da Hizb el Vatanî 'yi tahrik etmesinden dola­yı Mısır Hidivlik idaresi de rnünfail ve İngiltere de aynı halden şikâyete başlamıştır. Böyle bir bölücülük ve parçalanma hâ­linde Mısırlılarda, Devlet-i âliyenin Mısır'ı himayeye ve koru­ncağa iktidarı kalmadığı itikadıyla, Hidiv'in, saltanatı seniy yelerinize olan sadakatma rağmen, Bulgaristan gibi Mısır'ın istiklâlini ilân ve İngilterenin Mısır ve Sudan da olan hukuk ve menfaatini temin için aralarında antlaşma imzalamaya kalkışacak oldukları takdirde bunları cemiyet nasıl engelle­yebilecek? Bu vaziyet karşısında Yemen'in devletimizle olan irtibatını kaldırması şüphesiz gerçekleşeceğinden, Hicaz ile Hilâfet-i seniyyenin hal ve mevkii ne şekil alacak? Rusya şimdiden Boğazlar meselesini ortaya koymuş Anadolu top­raklarında bizimle ne türlü oynayacak? Bütün bu saydıkları­mızı düşünmek ve bunlar üzerinde yürütülecek mütalaanın ehemmiyeti büyüktür. Cemiyet bu maruzatın ileri sürdükleri hakkında, genel tasvibi sağlayacak cevablan her ne ise ifade etmelidirler. Çünkü bunda esas maksadımız kan dökülmesi­ne sebeb olacak ahvalin ortadan kaldırılması olup, vaha me­tin hazırlamakda olduğu ihtilâlin ilk saldırısına cemiyetin ileri gelenleride hedef olacaklardır. Tarafdarlarının dahi; tâkibden geri kalmayacakları, gidişattan anlaşılır hâle gelmiş bulun­maktadır. Vatanın ve cemiyetin öyle feci bir ahvale gidişden korunması için, İttihatçı cemiyetin hükümeti, icraatının me­suliyetini kendi üzerinde taşıyarak helak olmaya maruz kal­maktan ise hükümet işlerine cahilane müdehalarden feragat etneleri ve bunu cümleye ilân etmelidirler. Bundan böyle de hükümetin himâyesi altında hayır işleriyle meşgul olmaları cemiyet üyesi olmaları bakımından matluptur.
Meclisi mebusan azasından ve cemiyet mensuplarından ve karşı fikirlerden meydana gelmiş bir komisyonda barış müzakereleri ve buradan çıkan karar, huzuru âlî-1 cenâb-ı şehriyârilerine arz olunmalıdır. Emaretlerimizde görünene bakarsak, parçalanmaya maruz olan vatanın selâ metiyle beraber, hilâfeti seniyyelerinin dahi olacaklardan korunması en önemli işlerden olduğundan bunun tahtı temine alınması hususuna irâde ve ferman buyrulması babında.7/kânunevvel/1327-191 1 Sadr-ı esbak Kulları Kâmil Senelerce önce yazılan şu ariza gelecekte vatanın uğraya-caâı felâketi herkese duyurduğu halde bunu göz önüne al­mayıp, tedkike tenezzül edilmediği gibi ittihatçılar tarafından bir takım iftiralarla birlikte Kâmil Paşa hz.leri aleyhinde hü­cuma geçildi. Paşanın bu uyarıları, Tânin Gazetesinde "Me­zardan Bir Ses" başlığı altında aynen yayınlanmış, Paşanın siyasetinin kokmuş, kendisinin siyaset meydanından kalk­mış ve ölmüş olduğunu utanmadan ilân etmişlerdi. İttihatçı­ların, cinayet yüklü hareketlerinden dolayı, Kâmil Paşa meş­rutiyetteki ilk sadaretinde, kabineye bîr çok faydalı icraata dönük maddeleri tatbika koymağa vakit bulamadığı gibi bu defaki sadaretinde de yine aynı sebeblerden İngiltere ittifakı ve İslaha muhtaç işlere teşebbüsü akim kalmıştır. Devlet ve milletimizin talii kaderindenmidir ki, biz de yetişen, siyasette kıymetli zevatın şimdiye kadar her neye teşebbüs ettilerse de, mutlaka karşılarına bir engel veya bir rakip çıkmak ta ve o zat, yapmayı plânladığı mühim işleri gerçekleştirme şansı bulamadan, mevkiini terke mecbur kalır.
Bu cümleden olarak; Büyük Reşid Paşa, Âlî ve Fuad Paşalarında devletin ıslahat ve tanzimi hakkındaki gayret ve ça­lışmalarını tam manasıyla tatbike koyamadıkları târihde görülmektedir. Kâmil Paşa; Sultan 2.Abdülhamid zamanın­daki iki sadaretindeki dönemde dahi devletteki iyileştirmele­re dönük düşüncelerinin, bîr çok maddesini tatbik mevkiine koyamamıştır. Bilhassa Anadolu, Rumeli vilayetleri ve erme­ni meselesinin düzeltil-mesi, hükümetin idarî ve mâlî işlerinin tanzim ve ıslahı ve bunlara benzer diğer hususat yapılması şartken hep tehire ve rededilmeye mâruz kalmıştır. Hatta ikinci sadaretlerinde Kâmil Paşa; Anadolu ve Rumeli ıslaha-hyla, Ermeni meselesinin hâiline vede meclisi mebusanın açılmasıyla, devlet ve milletimizin refah ve saadetine hizmet edecek hükümet icraatına dâir, yazılı düzenleme yaparak, Sultan Abdülhamid'e, arz ve takdim eylemiştir. Ne varki ge­niş izahlı lâyiha, menfuren ve menkuben (nefretle gözden düşme) sadaretten azl olunmuştur. Ayrıca -derhal İstanbul'u terk etmek üzere binip tâyin olunduğu Halep Valiliğine git­mesi için hazırlanan vapura gitmesi irâdesi çıkarılmıştı. Dev­lethanesi padişahın yaver, yüksek memurları ve hafiyeler ta­rafından kontrol ve gözetlemeye alınmıştı.
Hâtıratın'da yazılı olduğu gibi Kâmil Paşa, tâyin buyurul-dukları Halep vilayetine gitmekten vazgeçip, tekaüdiüğünü taleb eden bir maruzatı padişahın katına göndermesi üzerine gözetleme hususu terk edilip, baskılara başlanmış, Paşanın hanesine gidip gelmek isteyenler, sefirler de dahil olarak zor­luklara maruz kalmışlardır. Böyle durumlarla karşılaşan ve İstanbul'da kalamayacağını anlayan Kâmil Paşa, pek sevdiği İzmir'e giderek orada ikamet etmeyi seçti. Bu durumu padi­şaha arz etmeleri saray tarafından sıkıntıyı giderici hava ola­rak görülmüş ve Kâmil Paşaya Aydın valiliği uhdesine verilmistir.
Arkasından; İzmir Krovözörüne binerek gitmesi emri ira­desi gönderilmiştir. Kâmil Paşa bu emri telakki etmiş ve on-bir sene valilik vazifesi üzerinde kalmak üzere İzmir'e gitmiş­tir. Mâruz kaldığı bu sert tutum ve üzücü tatbikatlara rağmen memlekete, millete karşı sevgisinde en ufak bir tereddüt ve azalma olmamıştır. Kâmil Paşa İzmir'deki, bu vazifesinde vi­layetle ilgili ıslah ve yenilikleri tatbike koyarken, Sultan Hamid hz.lerine, yine de projeler ve lâyihalar göndermekteki ge­ri durmamıştır. İzmir'de bulunduğu bu on bir senelik zaman diliminde, Kâmil Paşa, ıslahat talebleriyle dolu layihalar gön­dermesi üzerine üç-dört defa sadarete davet olunmuşsa da, derhal İstanbul'da Almanların büyük elçisi Baron Mareşal cenaplarının, kendi imparatorunun emriyle, çemis olduğu fesad dolu tuzaklar, Kâmil Paşa'nın sadarete gelmesini önlemiştir.

Kâmil Paşa İngiliz Sefaretine Sığınıyor!


Onbir sene İzmir valiliğinde bulunduktan sonra yine Al­manya imparator ve sefiri ile o sıralarda sadaret makamında bulunan, Avlonyalı Ferid Paşa hz.leri, rakibi saydığı Kâmil Paşa'yı bu vilâyetten azletmeye muvaffak oldukları gibi iki defa sürgün demek olan Rodos'da ikamet etmesi hususunda irade-i seniyye elde edebilmişdi. Bunun üzerine İzmir' den muhafızların gözetiminde Rodos'a gidebilmesi için, İzmir fır­kası kumandanı Ferik Tevfik Paşa ile eşkıya takipçisi Mirliva Kara Said Paşa'nın vazifelendirilmelerini öğrendiğinde, Kâmil Paşa İngilterenin İzmir Konsolosluğuna giderek, konsolos; Mister Hanri Alfred Kombrbac cenaplarına da bir hafta kadar misafir olduğundan, Osmanlı ve İngiliz devletleri hâriciye ne­zaretleri arasında cereyan eden haberleşmeler neticesinde, Kâmil Paşa hz.leri, her türlü saldırıdan masun ve azade kalmak ve muhterem aile efradı hak-kında da, aynı muameleyi görmek üzere İstanbul da, ikametlerine karar verildiğinden Dersaadete avdet etmiş ve padişah tarafından hazırlatılmış Nişantaş'ındaki konakda ikamet etmeye başlamışdir.
Kâmil Paşa meşrutiyet inkılabının başlangıcına kadar bir seneye yakın burada ailece*ikamet etmişlerdir. Kıbrıslı Meh-med Kâmil Paşa, tanzimatın üç rüknü de denilen Mustafa Reşid, Alî ve Fuad Paşalar gibi milletimizin büyük siyasi dehâlarından olmasına rağmen, kıymetini takdir edilmesinde bir hayli geç kalındığı inkâr götürmez. Kâmil Paşa hz.leri yu­karıdan beri nakle çalıştığımız düşünce ve teşebbüslerin sa-nıbı olarak, ülkemize çok güzel, faydalı işler sağlayacak antlaşma'ar yapmayı sonuçlandırmak üzereyken kabinesinin böyle gaddarane cinayetler sergilenerek sükût ettirilmesi üzerine, bir müddet için Mısır'a gitmişti.
Bilahire Dersaadet'e dönmüş ancak, İttihat ve Terakki ce­miyeti ülkenin üzerinde tesis etmiş olduğu diktatörce idare altında, bu usta siyaset adamına öyle bir saldırdı ki, Paşa İs­tanbul'da ancak üç-dört gün kalabildi. Yeniden Mısır'a gitdi. Orada bir miktar kaldıktan sonra dünya'ya geldiği yer olan Kıbrıs'a gidip, uzletgâhına çekilmiştir. Kâmil Paşa sevdiği va­tanımıza daha fazla hizmet verememiş olmanın ızdırabları, ilerleyen yaşının vücudu üzerinde çoğalan tahribatianyla, günden güne artan rahatsızlıkları akabinde, bir sekte-i kalbin son darbesini yiyerek dünya dağdağasını tamamlamış ve be­ka âlemine intikal etmiştir. Kıbrıs'ın Lefkoşe şehrinde bulu­nan Arab Hasan Camii Şerifinin haziresinde defnolunmuştur.
Merhum Mehmed Kâmil Paşa'nın Said Paşa İle olan mü­nasebetlerinde hep ihtilafa düştükleri gözlenmiştir. Bu siyasi tercih usûlünün neticesidir ve insanın tabiatıyla meydana ge­len hususlardır. Aşağıya buna aid malumattan ziyade Kâmil Paşa'nın, Said Paşa tarafından yapılan ve hatıratında yer alan hususa dâir bir kısım cevabını göreceksiniz.
Aydın Valiliği esnasında, İngiliz konsolosluğuna dehalet eden Kâmil Paşa'nın, yerine gönderilen vekâlete memur zât, padişahın gönderdiği şifreli talimatı çözebilme hususunda düştüğü müşkülden, çareyi ilticaya giden Kâmil Paşanın ya­nında götürdüğü şifre anahtanyla çözmek şansını bulmuştu. Gelen talimata eklediği son derece saygılı ifadelerle yazıp gönderdiği pusula, Kâmil Paşanın eline ulaşmıştı.
Kâmil Paşa yerine gelen zâtın bu davranışından pek mem­nun kalmıştı. Daha sonraları da bu zata her zaman müşfik davranmıştır. Çünkü insana kolay zamanlarda yardımcı ol­mak her kişi işi idi, amma zor zamanda muavenet er kişi işi­dir der atalarımız. Kâmil Paşa bu kadirbilirliği unutmadı. Kıb­rıslı Mehmed Kâmil Paşa; günümüzün meselesi gibi sayıl­makta olan Midhat Paşa ve arkadaşlarının cinayet mahke­mesi davası ve sonuçlan elan bir kesin hükme kavuşturula-bilmiş değildir efkâr-ı umûmiye nezdinde. Bu bakımdan Said Paşa'nın hatıratında kendisine yapılan dokundurmalara ce­vap verme yoluna gittiği gibi, bunda da çok hassas davran­mayı ihmal etmemiştir. Kâmil Paşa diyorki: "..Hatıratın 31. sahifesinde başlayıp, 32, sahlfenin bir kısmını işgal eden: <mütercim Rüşdü Paşa mazul ise de hayat da idi, Midhat Pa­şa Suriye, Hamdı Paşa Aydın, Sadık Paşa Cezayir ve Bahr-i sefid, Ahmed Vefik Paşa Hüdavendigar (Bursa) vâliliklerin-de, Edhem Paşa Viyana sefaretin de, Mahmud Nedim Paşa dahiliye nezaretinde, Arifi Paşa Şura-yı Devlet riyasetinde ve Safvet Paşa da dâireler müfettişliğinde bulunuyorlardı. Tu-nus'lu Hayredin Paşa mazulsa da habire huzur-u hümayuna layihalar göndermekteydi. Bu on zât, sadaretten infisal etmiş kimselerdi. Bunlardan bazıları, imtiyazlarını, bazıları da, ra­hatlarını, kimileri de haysiyeti izafiye ve fâidei zâtiyel erini sa­darete dönmelerinde aradıkları ve benim bu memuriyetim­den nahoşnud olduğumu bilmedikleri bilakis ona haris oldu­ğuma ve varlığımın, kendi ikballerine mâni bulunduğunu dü­şündüklerinden yaptığım icraata itiraz etmeden duramazlar­dı. Tervici iltimaslar ve kolaylık- lar, şahsi menfaatlere ken­dimi kapalı tuttuğumdan, saray'm içinden de dışından da bir takım kimseler aleyhimde idiler.
Mehmed Kâmil Paşa; Said Paşa'nın bu ifadesine şunları söylemekten kendini alamamıştır; "Bu makaleden bir hüküm çıkarmaya kalkışan bazı kimselerin (görülüyor ki Said Paşa, bu günde müntakil, sözü dinlenir, diğerlerinin içinden istisna biridir derler. Devlet adamının yetişmesi milletin isteğidir. Geçmişteki büyüklerimiz, belki bütün havas ve avamı kendi­lerine rakip ve hilafgir addedecek kadar vehime mağlup imişler. Şu halde Said Paşa hz.lerinin on rakibinin ehemmi olan Midhat Paşa'yı hiç değilse hayat-i siyasiyeden bütün bütün uzaklaşdırmak için mahkeme-i mâlumeden azıcık isti­fade eylemiş olmasını hâttâ Midhat Paşa'nm hasm-ı canı olup, hatıratın 7. sahifesinin şehadetiyle Said Paşa hz.lerinin-de dostu olmaması lâzım gelen Mahmud Nedim Paşanın da­hiliye nezaretine getirilmesine rıza gösterilmesinin bu mak-sadla alakadar sayılmasına mahal varmıdir? Midhat Paşa'nm pek dedikodulu irtihah Said Paşa'nm sadaretine tesadüf ve hatıratında evinin ve aile içi dedikodu lar tafsilatla anlatılır­ken, Midhat Paşa hakkında 154. sahifede<301 senesi receb ayının 14. Günü(l 1/Mayıs/1884) mabeyn başkitabetinden hususi bir tezkere alındı. Mealinde Midhat Paşanın irtihali (ölüm) şayi olduğundan tahkikat yapılması lüzumu beyan ediliyordu. Midhat Paşa'nm 25/nisan/1300/1883 tarihinde vefat ettiğine dâir Hicaz vilâyetinden dahiliye nezaretine ge­len telgraf dahiliye nezaretinden batezkere gönderildiğinden arzolundu> Fıkrası ile iktifa olunması tuhaf değilmidir? De­meğe kadar ileri vardıkları duyulmuşsa da bu gibi şâyiatı bir tarafa bırakıp, sırf tarihe hizmet için Said Paşa hz.lerinin orta­ya koyduklari muammayı lütfen kendileri hâl ile cennetme-kân Sultan Abdülaziz hân'ın vefatı hakkında o vakit ki vukuf ve itikadlarının açıklanması münasib olacağı düşüncesini tekrar ederim."

Mısır Meselesi


Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa'mn Mısır ile olan bağlantısını qöz önüne aldığımızda, Osmanlı-Mısır münasebetlerinde pa­şanın davranışı Osmanlılık açısından nasıl bir fikir hasıl ed­er? Bu sorunun cevabını aramak için Mısır meselesi levhası altında belirttiği satırlara bir atfu nazar eyleyelim: "..1298/1881 senesi Şevval başlarında çıktığı bahs olunan mezkûr mesele benim hatıratımda beyan kılındığı gibi Tevfik Paşanin hidiviige nasbından önce pederi İsmail Paşanın vazi­fesi esnasında kötü idaresi ve israfları neticesi olarak, İngilte­re ve Fransa devletlerinin Mısırın mâli işlerine müdahaleye tasaddileri kendini göstermeye başladı. Osmanlı devletinin bağlısı olan ve ekseriya üak'alann icâbatına göre karar al­ması yerine muhalif tedbirlere gitmesi, bunda devam ve ısrar eden Hıdiv, git gide, durumun vahametini arttırmaya bağla­mıştı.
Said Paşa hz.lerinin türlü şekillere tahvil ederek kayıt ue tezkâr ederek hikaye ettiği Mısıriye'yi müzakere için İngiltere devleti tarafından fevkalede sefaretle İstanbul'a gönderilen, Dermond Volf'un hâmil bulunduğu nâme ile nutkunun ter­cümeleri sırasında <evkaf nazırı Kamil paşa mülakat için ya­nıma geldi. Mütercim Davud efendi evrakı bana verirken gör-düydü. Mütercimin ifadesinden, neye dâir olduğu malum ol­duğundan mütalaasını arzu etti. Vükelâdan gizli bir şey ol­madığından kendisine verildi. Kâğıdlar akşam arza verildi. > fıkrasını koymakla ne demek istediklerini anlamak zorsa da, memur nezaretin işlerinden dolayı müzakereler İçin Said "aşa'nın yanına gitmiş olmamın şüpheden uzak olmam ge-teken bir sırada, mütercim tarafından takdimin de içindeki-bah.se mahal olmayan evrakın okunmasını arzu etmek gibi bir teklifsizlik göstermekleğime hâl ve terbiyemin müsaid olmayacağı beni az çok tanıyanlarca takdir ve teslim olunur itikadındayım.
Sald Paşa; Londra'da sefaret-i fevkaladesi için memuriyet-i âcizanem arz ve istizan eylediğini hatıratının bir köşesine yazmakla beraber, bir kaç sahife sonra Sir Der-mond Volf ile müzakere için murahhas seçimi bahsinde o vakit hariciye, nâzın rahmetli Asım Paşa lisanından <Kâmil paşanın diplo­masi malumatında vukuf-u behri-yesi sebk etmedi. Onun tâ­yini takdirinde işçe güçlük görülür> cümlesini sarfettir-mişlerdir ki, mânası oldukça net bir teveccüh olduğu görü­lür, diyerek geçelim sözüyle noktalıyor." Kâmil Paşa'nın ce­vaplarından sonra yeni sadrıazamın safahatına geçelim.

Mahmut Şevket Paşanın Sadareti


Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşanın kabinesinin Enver, Cemâl ve Talat öncülüğü ile babıâlî baskını diye anılan kanlı vak'a-da sükût ettirilmesinden sonra, makam-ı sadarete fahametlü ve devletlü Mahmud Şevket Paşa hz.leri getirtildi! Yeni sadrı-azam kabinesini ertesi gün kurdu. Kâmil Paşa kabinesinin düşürülüş tarzına hiç atf-u nazar etmeyen ve Küçük Said Pa­şa adıyla anılan, eski Sadnazamlardan Mehmed Said Paşa­nın rakibi addettiği Kâmil Paşanın düşürülmesinin sevincin­den etekleri zil çala çala, Mahmud Paşayı tebrik etmek için babıâlî'ye koşmaktan kendini alamamıştı. Ne hazîn! Takvim­ler 23/Ocak/ 1913 yılını gösteriyordu.
Yeni sadrazam M. Şevket Paşa belkide bu desteğin teşek­kürü olarak Said Paşaya, Şura-yı Devlet riyasetini üstlenme­sini rica ettiğinde, Küçük Said Paşa'da maalmemnuniyye kabul ederek gerçekten, küçük olduğunu ispat etmiştir! Yeni sadrıazam ve kabinesi üyeleri, eski kabine vekilleri tarafın- Han, ittifak etmiş devletlerin notasına, Edirne'nin müttefiklere terk edilmesi isteğine de evet diyerek sulh yoluna gidelim iti­kadında oldukları halde, bakanlar kurulunun evrakında nota-henüz cevap verilmediği ve notanın içerdiklerine bakarak sulh yoluna girmekten başka devlet-i Osmaniye için selâmet yolu kalmadığını anlamış olmalıydılar ki, Edirne şehrini Me­riç nehrinden, ikiye bölerek istihkâmlarr dahi bulunan bir kıs­mını Bulgarlara terk ettiler. Diğer bölümü de, Osmanlı devle­tin de kalması tâvizleriyle, içinde kapitülasyonların lağvıyla beraber ecnebi postahanelerini kaldırmak gibi bazı şartlar ile sulh yapmaya eğilim göstereceklerini devletlere yolladıkları cevaplara koydular. Bunların vermiş olduğu cevaba, Bulgar hükümeti, ihtilâlci bir heyet olarak gördüğü kişilerle sulh mü­zakeresine oturmaya tenezzül etmeyeceğini kararlaştırdığı gibi yeniden savaşa başlanması hususunda bulgar ordusu başkumandanı general Savofe emir vererek muharebeye başlamıştır. Bulgarlarca başlatılan bu ikinci muharebeye or-du-yu hümayun mukabele etmeye mecbur kalmıştır.

Balkan Savaşının İkincisi


Takvimler 29/Haziran/1913'de, M.Şevket Paşa suikastı­nın, 18. gününde olduğumuzu gösterirken 2.Balkan harbinin çıktığı görüldü. Ne çâreki savaş başlamış, ancak bundan bir fayda görülmemiştir. Binlerce Osmanlı askeri şehid olmuş­tur. Enver Paşa'nın mecnûnâne hareketleriyle, Bolayır ve Şarköy bölgesinde bir çok vatan evlâdı denize döktürülmüş-tür. Eski kabine tarafından, Edirne, İşkodra ve Yanya kalele­rinde ki, toplar ve silahlar ile vesairenin, devlete teslimi tale­bi, kaldıktan başka adı geçen kalelerde muhasara altında ki Askerlerimizin binlercesi şehid ve telef olup gitmiştir.
Kalelerimiz, topuyla, tüfeğiyle, askerimizle düşman eline düşürülmüştür. Salgın hastalıkların savaş yüzünden yaygın­laşmasının getirdiği telefat da başkadır. Bu arada da, Asar-ı Tevfik zırhlısı ile bir kaç gemimizin battığı görüldü. Bu sava­şın bir kaç milyon Osmanlı lirası masrafı açdığına ilaveten Edirne, İşkodra, Yanya kalelerinde bulunup, düşman eline kalan milyonlarca liraya varan silah ve de cephane masrafını da ilâve etmemiz lâzım gelir. Kâmil Paşa kabinesince ve o kabine vükelasınca hazırlanmış ve Osmanlı devletinin şân ve şerefine uygun olduğuna hiç şüphe bırakmayan şekilde bir sulhun imzalanması çalışmalarındaki kabineyi devirerek hü­kümeti ele alan bu cani ihtilâlciler sonunda tabiatıyla başarı elde edemeyerek evvelce verdikleri nota ile terk etmeye ha­zırlandıkları Edirne'nin yarısı yerine, tamamını vermek sure­tiyle, Enez ve Midye hatt-ı hududunu kabul eylemişlerdir.
Kâmil Paşa kabinesini ihanet ve hiyanet ile suçlayan bu yeni dipiomatlar(!) kendi yapmış oldukları sulh antlaşmasıy­la ihanet ve hiyaneti kendileri işlemiş oldular. Bunu sadece osmanlı milleti değil beşeriyet âlemi de bu alçaklığı seyret­miş bulunmaktadır. Bu adamların yapmış oldukları davranış ve çıkardıkları mühim meseleler büyük masraflara yol aç­makta, bundan dolayıda memlekette fakirlik, yokluk alıp yü­rümüş idi. Çalışan memurlar ve istihdam edilenlerin çok bü­yük bir kısmının, eytam ve eramil denilen yetim ve dulların maaşları ödenemiyordu. Bunun getireceği sıkıntıyı kaldır­mak için, borç aranmasına girişilirken, devlet mallarını de­ğerinden pek düşük fiyatlarla satmaktan korkmadılar. Yine borç temini için, hiç bir kanuna uymayan, kaideye bağlı ol­mayan imtiyazlarda verdiler. İç ve dış dünyada emniyet olu­nur imajımızı ortadan kaldırdıklarından borç da bulamamak­taydı. Beri yandanda memleketimizde yaşayan çeşitli millet ve dinlere mensup insan topluluklarına, başlarının çâresine bakmaları için arayışa girmelerine sebeb oldular. Çeşitli ka­vimlere mensup bu insanlar çeşitli çeşitli düşüncelere daldı­lar. Yeni sadrıazam dolayısıyla kabinesi, ordu kumandanla­rından en değerli ve namuslulardan olanları, Kâmil Paşa dö­neminde tâyin edilmiş bulunan memurları kâh değiştiriyor, kâh azlederek hâttâ bazılarını da İstanbul'dan sürgüne gön­derme icrai faaliyetindeydiler. Bu sıralarda da bir takım yol­suzluklar yapılmaya başlandı.

Bulgar-Sırp Karşıkarşıya


Bütün bunlar biz de olup, biterken balkan ittifakı devletle­rinden Sırp ve Bulgarlar arasında Makedonya ve Alban-ya(Arnavutluk)'nın taksimi meselesinden zuhur eden an­laşmazlık, bu iki devletçik'in birbiriyle kapışmasına vardı. Bu kapışmadan balkan devletleri ittifakının, diğer bir rüknü olan Yunanlılar fırsatı ganimet bilerek Kavala ve Drama ile bazı şehirlerle, kasabaları zapt etti, Romanya'da bunların gerisin­de kalmıyarak Dobruca'yı zapt eyledi. Bu biribirine düşen balkan devletlerinin ortaya koyduğu zaaf, devlet-i âli'yenin bu durumdan istifade ederek kaptırmış olduğu şehir ve top­rakların geri alabilmesi mümkün yerleri geri alma mesaisine başlaması tabii olduğundan ordu-yu hümayun derhal -Edirne üzerine yürüyüşe geçerek düşmandan temizledi. Yeniden Os­manlı vilâyeti olarak hayata c^önmüş oldu. Yaşanan bu hâl hangi hükümet başda olursa olsun tabii takdire değersede o kadar abartılacak bir husus olmadığı da görülmektedir. Ne varki İttihatçılar, bu normal harekâtı öyle bir şarlatanca kul­lanmaya başladılar ki, bunun la ahalinin gözünü boyamağci kalktılar. Peşinden de bundan nice postlar ürettiler. Halbuki; balkan harbinin çıkmasından kısa bir müddet evvel Trablusgarb Bingazi ve oniki adaları İtalyanlara kaptıran bu cemiyet, balkan savaşında da İşkodra, Selanik, Kosova, Manastır, Yanya vilayetleriyle "Girid bizim canımız feda olsun kanımız" nağmeli nakaratlarla yüzbinlerce ahaliyi kandırıp, sokak so­kak dolaştırdığını unutmuş olmalı ki, Girid vilayetini de müt­tefik devletlerin istilâsına terk eyledi.
Ancak Edirne'yi aldık demeleri zulümlerinin ve hükümet­lerinin devamına yaradı. Tuhaftır ki bu ittihatçılar inkılab meydanına atıldıkları günden beri bu aziz vatan'ın mühim bir bölümünü düşmana terk edip vermiş olduğu halde, genei zihniyeti kendine râm etme maharet-i harikuladesine aldan-mayan hiç bir millet evlâdı yok gibidir. İttihatçıların bu şarla­tanlık ve propoganda başarısı, hok kabazın gürültücü ve şar­latanlığına benzemesi, hususunu kimse aklına getiremedi. Bununla beraber gerek ittihat ve terakkinin gerekse yayımla­yanın fikirlerini yaymaya çalı- şan Tanin (merhum yazar: Tanin, kelimesinin manasını vermiş, sinek vızıltısı veya kaz avazesi olduğunu belirtmiş.M.H) paçavrasından çıkan gürül­tü ve yaygaralara kapılacak ve Tanin'in milli şâiri, ismi kim­seye benzemez Gökalp beyin, bu gazetenin 26/temmuz/ I330-8/ağustos/1914 tarihli 2021 nomerolu nüshasında:    ..
"Düşmanın ülkesi viran olacak !
Türkiye büyüyüp Turan olacak !"
Tarzında başdanbaşa hezeyan benzeri "kızıl destan"nına aldanacak artık memleketimizde safdil bir ferd düşünülemez. İşte bu yaygaracı şarlatanlar on seneyi aşkın zamandan beri ülkemiz turan olacak ve devlet büyüyecek ve evc-i âlâya çı­kacak gibi safsata dolu hezeyanlarla ahaliyi iğfal ederek, devlet-: âliyye-i Osmaniye'yi bu günkü hâl-i felâket ve iz­mihlale düşürmüşlerdir. Memleketin yarısını vermek ve Edirneyi almak fütûhatına(î) mazhar olan Mahmud Şevket Paşa kabinesinin fethetme neş'esiyle vatanımızda etmediği mezâ-lirn kalmamış olduğundan bunalmış olan hamiyyetperver ve vatanperveran, M.Şevket Paşa ile kabinesi üyelerinden bazı­larının, ittihat cemiyetinin kaatiller komitesi azalarının varlık­larından devlet ve memleketi kurtarmak ve merhum Nâzım paşa'nın intikamını almak için gizli bir cemiyet meydana ge­tirdikleri işitilmişdi. İşitilenlere göre bu cemiyete hamiyyet erbabı ve vicdan sahibinden çok kişi katılmıştı. Özel tertible karar aldıkları vücudlan ortadan kaldırılması gerekenleri be­cermeye teşebbüs etmişlerse de, her işde olduğu gibi bunda da acele veya yanlışlık yüzünden bir takım hatalara düşül­müş ve kendilerini erbab-ı hamiyyet ve vicdan göstererek cemiyete dâhil olan ittihad ve terakkinin gizli fedailerinin çe­virdikleri tezvir ve yalan dolabı, bu maksadın tamamen yapılmasına engel olmuştur. İttihatçıların bazılarını ortadan kal­dırmak için kurulmuş bu cemiyete giren ittihatçılar bir taraf-dan gizli cemiyetin sırlarını, İttihat ve Terakki reisleriyle, o sı­rada İstanbul Muhafızı olan Suriye Kasabı Cemâl Paşaya ih­bar eylemek, öte taraftan da bahse konu cemiyetle beraber hareket etmek gibi ihanet ve alçaklığı sergilemekten kaçın­mamışlardır.
Bir kısım genç vatanseverin, idamına vede binlerce ahali­nin İstanbul'dan sürgün edilmelerine sebebiyet vermişlerdir. Gizli cemiyetin verdiği karar icâbı, bir gün içinde Mahmud Şevket Paşa ve diğerlerinir\ öldürülmesi tasarlanmışken yal­nız M.Şevket Paşanın öldürülmesine tahsisi yapılan fedailer vazifelerini ifa etmişlerdir. Diğerlerinin bir tarafa savuşup git­mesi, bazılarının da hükümet tarafından ya kalanmış olması işin tamamının gerçekleşmesi önlenmiştir diye hayli konu­şuldu.
Mahmud Şevket Paşanın öldürülmesine vazifelendirilen ki­şi, M.Şevket Paşanın otomobilinde ve yanında sadaret yaveri bahriye yüzbaşılarından İbrahim ve Harbiye Nezareti yaverle­rinden süvari yüzbaşısı Eşref beyler bulunduğu halde Beya-zıd taraflarında karşı laştıklarından, Topal Tevfik ile arkadaş­ları tarafından, ateşlenen tabancanın kurşunları sadrıazam Mahmud Şevket Paşa hz.Ieri ve yaveri İbrahim bey maktul düşmüşler ve failleri de firara muvaffak olmuşlardır. Mahmud Şevket Paşanın hayatının böyle bir sonuçla tamamlanması tabii ki müteessif bir hadise olmakla beraber, M.Şevket Paşa inkılab hareketlerinin başındanberi İttihat ve Terakki cemiyeti çetesinin kan dökücü, insafsız icraatlarında onların arzu ve emellerine uygun davranışların sahibi olduğundan, bir ba­kıma bu akıbeti kendisi hazırlamıştır dense pek yanlış olmaz.
(Rahimellahu aleyh rahmeten vasiaten) Kurşunlardan birine hedef olan yaver İbrahim bey, vazifesi esnasında ve uğrunda şehid olmuş vatansever bir genç idi. Yaradılış itibarıyla nâzik, halim selim bir kimseydi. Kader, nâ­zik vazifesi sırasında şehadeti, istikbâlde memleket için bir çok hizmeti yapabilecek değerde bulunmasından dolayı mü­him bii kayıp sayılıp cidden teessüre mucibtir.
(Mevlâ ğarik-i rahmet eylesin)
Maktullerin naaşları emsali az görülmüş bir alay ile kaldın larak Şişli'de Hür"riyet-i Ebediye Tepesinde İttihatçılar tarafın­dan yaptırılmış kabirlerine defnolundular. Mahmud Şevket Paşanın 1 l/Haziran/1913'de ölümüyle sonuçlanan bu'vaka­da ittihatçıların memnuniyetini mucib olmuş, Paşanm ebedi­yen kaybından sonra kendilerince büyük tanıdıkları ve çekinecekleri kimse kalmadığından hükümet sahnesinde mem­leketi kan dökücü ve delicesine bir anlayışla makbul olma­yacak şekilde idareye başlamışlardır. Bir suikast neticesinde öldürülmüş bulunan Mahmud Şevket Paşa'dan boşalan ma­kamı sadarete ittihat ve Terakki cemiyetine para ve bedence hizmet etmiş olan ve bunların bir ara umumi kâtipliğini yap­mış Mısırlı ileri gelen zevattan Arnavut asıllı Hâlim Paşa mer­humun oğullarından olan Prens Said Halim Paşa hz.lerini tâ­yin ettirdiler.

Prens Said Halim Paşanın Sadareti


Makam-ı sadarete getirilmiş bulunan fahametlü devletlü Prens Said Halim Paşa, cemiyet tarafından nazırlıkları tensib olunanlardan teşekkül eden; kabinesiyle vazifeye başlamıştı. Yaptıkları ilk iş M.Şevket Paşayı öldürten gizli cemiyetin mensubini yakalatıp hapse atmak olmuştur. Yalnız bununla kalmayan sadnazam Paşa, bu gizli cemiyetden hiç bir suretle haberdar olmayan hâttâ bahse konu cemiyetin varlığından ve nâmından haberi olmayan, yalnızca İttihatçılara muhalif olan; bir takım hamiyetli vatanperver kim selen yakalatıp hapse attırmışti. Yakalananlar çeşitli eziyetlere işkencelere mâruz kalıp daha sonra Sinob Kalesiyle Anadolu'nun bazı şehirlerine sürgün edilmişlerdir. Bunlar arasında Amasya mebusu Mirliva İsmail Hakkı Paşa hz.Ieri gibi milletin medarı iftiharı olan kişiler bile vardı. Sürgüne giden ve hapsolunan kişilerin sayısı beşbin kişiye yaklaşmaktaydı. Bu açılmış olan dehşet devrini muhalefete müthiş bir darbe vurma olarak kabullenmişlerdi. Bu cemiyetin azalarından diye bir çok kişi­yi, olayın failleri ile birlikte örfi idare mahkemesine vermiş­lerdi. Bu mahkemeye verilen kişiler arasında vatanperverler­den sayılan hz. şehriyâri atufetlü Damad Salih Paşa, erkân-ı harbîye miralaylarından Fuad ve Kemâl beyefendiler ile bir­likte bir çok vatansever memur ve subay bulunuyordu. İtti­hatçıların müthiş tesirinde kaldığı görülen bu, Divân-ı Harbi Örfi benzerleri gibi sorgusuz sualsiz veya baştan savma bîr tahkikatla bir çoğunu idama ve müebbed hapse mahkum et­ti. İdam cezası alanların infazı Bayezid Meydanında asılmak suretiyle gerçekleştirildi. Diğer cezalılar Âkkâ ve Sinob kale­sine gönderilirken bazıları da vilâyetle rin hapishanelerine gönderildi.
Bayezid Meydanında asılmak suretiyle hayatına son veri­lenlerden Damad Salih Paşa ve Miralay Fuad bey, Polis mü­dürlüğü siyasi kısım müdürü Muhib bey, Yüzbaşı Çerkeş Kâ­zım bey, bahriye yüzbaşılarından Şevki bey, Kastamonu fır­ka kumandanı Ferik Rıza Paşanın oğlu mülazım Mehmed Ali bey, Çerkeş Hakkı bey ve kardeşi Çerkeş Ziya bey, Topal Tevfik ile isimlerini hatırlayamadığım daha sekiz-on kadar ülkemizin gelecekte varlıklarından istifade edebileceği kıy-rroetli gençlerimiz vardı. İdama mahkum olupda kaçmağa muvaffak olmuşların bazılarının adlan şunlardır. Piyade kay­makamı Çerkeş Zeki bey, Nazmi Paşazade Abdurrahman bey, Hikmet ve Nazmi beylerdir. Asılarak şehid edilen ve örfi idare mahkemesi tarafından idama mahkum olunan haneda­nın damadlarından Salih Paşa'nın, esasında ne bu cezayı alacak bir taksiratı ne de asılmasını gerektiren bir faaliyeti bulunmaktaydı. Mahkemeden çıkan bu karara mümanaat et­me yoluna giden iz. padişahın tasdik etmesini beklemeden infazı gerçekleştiren bu hs/dutlar çetesi, padişahı tehdid ederek hükmü tasdike muv. ffak olmuşlardı. Bu rivayet pek kuvvetli olarak ağızdan ağız anılmaktadır. Eski sadrıazam-lan- mızdan Tunuslu Hayrecdin Paşa'nın oğlu olan Damad Salih Paşanın varlığı, milletimiz açısından, İttihatçıların tamamından daha mühim bir kıymet idi. Ahali bu infazdan dolayı rok üzgün olup, adeta yüreğinde tamir edilmez bir yara açıl-
Şehid edilen Damad Salih Paşa'nın bu akibetinde eli olan İttihat ve Terakki cemiyet ve hükümeti tarafından yapılan bu hâince hareket ve cinayetten dolayı fevkalade müteessir bu­lunan, merhum Paşanın hanımı Münire Sultan hz.lerine had­dimiz olmasada taziyet arzederim ki, Sultan hanım hz.lerinin bu hususda dahli olan herkese yaptığı beduayı buraya aakle-delim. "bu canileri, bunların reislerini, cemiyet ve hükümeti­ni en yakın zamanda adalet-i üâhiyye ile mahkûm ve cezaya uğradıklarını kadir-i mutlak hz. lerinden tazarru ve niyaz ey­lerim" rneâlindeydi. Prens Said Halim Paşa kabinesi bu ve bu gibi bir ;ok cinayet irtikâb ve icraasından sonra, devlet ve vatanımız için ahirette dâhi "nutuiamayacak ve dünya târi­hinde lanetlere uğrayacağı büyük bir cinayeti daha işlemişdir ki hem kendilerini hem de devlet ve memleketi mahv-u peri­şan etmiştir.
Bir cinayet de; 1914 senesinin temmuz ayının 27. günü başlayan avrupa harbine Almanya, Avusturya ve Bulgarya devletleri ile ortaklaşıp, İştirak etmesidir. Yukarıda adı geçen devletlerin karşısında olan devletlerin adları da şöyleydi: İn­giltere, Fransa, Rusya ve İtalya yâni Avrupanın dört büyük devleti ile beraber, Amerika Cemahiresi müttefikası yâni ABD.leri, Japonya devleti i\e Belçika, Romanya, Sırp, Kara­dağ, Yunan, Portekiz devletleri, Çin, Siyam devletleri, Küba, Panama, Bolivya, Guetamala San Maren, Honduras, Nikara­gua, Brezilya, San Salvador devletleridir.
Bir tarafda dört, diğer tarafda yirmidört eğer toplarsak yir-mısekiz devlet eder. Bunların biribirlerine karşı münasebetleriir
Kesip ilânı harpde bulunmalarının meydana getirdiği bu avrupa savaşı insanlık târihinin daha emsalini görmediği bir sa-vaşdir.  Böylece, görülmemiş bir harbin çıkmasının yegâne sebebi Almanya ve Avusturya'dır. Bu savaşın çıkışı hakkında bir miktar malumat verelim ki okurlarımız aydınlansın: "1870-1871 senelerinde Almanya ve Fransa arasında meyda­na gelen savaş Almanların lehine neticelenmiş ve Almanya imparatorluğunun hayat bulmasına sebeb olmuşdu. Bu sa-vaşın Almanya devletine verdiği galibiyet neş'esi milyarlar­ca liraya varan harp tazminatı almaları, bunların hayli şı­marmasına yol açmıştı. Bu-hal kabına sığmaz hâle geldikle­rini göstermektedir. Böylece te'siri ve gösterişi genişlemiş olan Almanya imparatorluğu o târihden beri Avrupa harbî umûmîsinin çıktığı 1914 yılına kadar ara l'ksız kırkdört yıl ordu ve -donanmasının tanzimine ve ıslahına büyük gayret sarfetmiştir Almanya imparatorluğu bu himmet ve gayreti ordu ve donanmasına gösterdi ğinden dolayı dünyanın her tarafında uyandırdığı te'siıie, siyasi ve politik kuvvetini güç­lendirmiştir Ordu ve donanmasının mükemmel bir halde ol­ması, nüfusunun aitmış-yetmiş milyondan bulması, her sene bir milyon nüfus artışı kaydetmesi, Almanları büyüyen ve güçlenen bir büyük devlet hâline getirdi.

Almanya'nın Gücüne Bir Bakış


Son sistem silahlar ile donanmışsınız. On rrilyon kişilik bir ordu ve yüzlerce harp geminiz var. Bunlara sahip olan Al­manya devleti için, büyümek ve genişlemek ve de şöhretini arttırmak gereken hâlin icabatındandu: Ülkesini diğer dev­letlerin rekabet ve taarruzlarından koruyabilmek için kendi­sine yakın olan devletlerden ortak aramak siyasi bakımdan şarttı. Bunu da komşusu olan, Avusturya-Macaristan ve İtalya ile yapmak istedi ve yaptı da. Böylece Avrupa üzerin bir ittifakı müselles yâni üçlü ittifak gerçekleşmiş oldu. Avrupa devletleri karşılarında yapılmış olduğunu gördükleri "rlü ittifaka bigâne kalacak değillerdi ya! Bunun üzerine her­kes kendine yakın bir ortak arama yoluna gittiler. İngiltere ve Fransa bu arada biribirleriyle antlaşma imzalamayı becerdi­ler Avrupa devletleri bir tarafda üçlü ittifak yâni itifak-ı mü­selles, diğer tarafda da itilaf-ı müsenna yâni ikili itilafla ken­dilerini muhafazaya kâfi gelmediğinden dışarıda kalan Rusya ile de antlaşma yolu aranmaya başlandı. Bu yolu bulup, itila­fını üçe yükselten İngiltere Fransa vede Rusya üçgeni itilaf gücü oluştururken karşısında da üçlü ittifak yer almıştı. Al­manya'nın, az zamanda attığı adımlar sayesinde böyle inki­şaf etmesi ve büyümesi, servet ve tesiri büyük bazı cemi yet-lerin, Almanya içlerindeki şubelerini çoğa vardırmış, âdeta merkez hâline getirmişlerdi. Bu cemiyetler tâleblerinin yerine gelmesi için Almanları âlet olarak seçtiklerinden bu ülkeyi hile ve fesadın merkezi hâline getirdiler. Bir tarafdan Alman­ların hırs ve şöhret peşinde olmaları diğer tarafdan bu cemi­yetlerin ifsadatı ve kışkırtma sı savaşa girişilmesi neticesini verdi." Almanların büyük ortağı olan Avusturya-Macaristan hükümetinde dahi rollerini beceren bu cemiyetler yavaş ya­vaş İtalya'ya da te'sir etmişler ve orada da fesada başlamış­lardır. Zâten yirmi-otuz sene evvel hâkan-ı mahlû Abdülha-mid hz.lerinin İngilitere, Fransa ve Rusya'ya karşı tereddüdlü davranması neticesinde yalnız kalan devleti âliyye, kendisini müstemleke hâline koyma niyeti taşıyan Almanya'nın devlet siyaset politikasının tâkibçisi oldu. Almanlar elde ettikleri mıtıyazlar sayesinde demiryolu inşaatını ve bazı imâr işlerini yapmaya başladılar.
taraftanda demiryolları inşaatı yürümekteyken, ci-e« askeriyede yeni düzenlemeler ve tensikatlar yaptırırken,kendi ülkesinden mareşaller ve askerî erkânıharpler, müşavir komutanlar göndererek tesiri altına çekmeye gayret gösteri­yordu. Ancak Abdülhamid Hân döneminde Osmanlı siyaseti­ni etkileyecek bir tesir sahası kuramamıştı. Amma İttihatçılar sormayın! Böylece; kendine pek yaklaştırdığı Osmanlı devle­tini tamamen müttefiki yapabilmek için Almanlar, bu ittifaka devleti âlîyye'yi sokmanın çâresini bir inkılab yaptırıp, bun­dan istifadeyi sağlamak için icâb eden her şeyi yaptılar. Böylece de inkılab oldu.
Meşrutiyetin ihyasından sonra 2. Abdülhamid'in en büyük korkusu Almanlar ile ittifak etmekdi. Ne varki; Abdülhamid'i devirip, ülke idaresini ele alan zevat ki Avrupalılar bunlara " Jöntürk" demekteydi işte bunlar, İttihatçı cemiyeti teşkil edi­yorlardı. Almanlar; Osmanlı devletini ittifakına dahil ettikten sonra genişleme anlayışının husul bulması için Bağdad de­miryolu inşaatını hayli hızlandırmıştır. Bağdad yolunun ta­mamlanmasının, Hindistan yolunun tehdid edilmesi mânası­na geleceğini takdir eden Almanya Osmanlı ordusunu Ana­dolu tarafında toplu ve güçlü olarak bulunmasını temine ça­lışmış, böylece de ordumuzu kendi menfaati istikametinde kullanmağa çalışmıştır. O sıralarda vefat eden ittihatçı cemi­yetin ileri gelenlerinden Maarif eski nâzın Emrullah Efendinin İrtihalini yazarken, Emrullah efendinin gayet vatanperver ol­duğunu duyurabilmek kasdıyla güya kıymetli maarifçi, son nefesine kadar İngiltere'nin ge-milerimizi vermemesinden dolayı pek müteesir olmuş bulunduğundan "zırhlılarımız, ge­milerimiz, donanmamız ve millet" diye diye ah-û vâh içinde terk-i hayat ettiğini kaleme almışlardır." Cemiyetin bu tavrı ve davranışını bilmeyenler, Emrullah efendiyi tanımayanlar bu yalanlara, inanırlar ve aldanırlar. Zira Emrullah Efendi merhum, yaşının ilerlemesinden mi? Yoksa filozofâne düşüninden mi? Bazen evinin kapısını bulamayıp, komşusunun kapısını çalarak içeriye girdiği ve bazen de vapur yolculu-" jnda yanında oturan zâtın ceplerini kendicebi zannı ile elini okup, mendillerini kullandığı ve yenecek bir şey bulursa onu da yediğini İstanbul gazetelerinin yazdığı hatınmizdadır. Böyle evinin kapısını bulamayan, yanındaki şahsın ceplerini kendi cebi zanneyleyen bir kirnse de kuvve-i müfekkireden eser kalmadığı meydanda iken, bunun devlet ve memleketi ve de donanmayı düşünmeğe muktedir olup olamayacağının tahmin ve takdirini ilim erbabına ve okurların takdirine bıra­kırım.
Devletimiz harbe iştirakden önce İngiltere ve Fransa ile müttefikleri sefirleri vasıtasıyla babıâlî nezdinde devletlerin­den aldıkları emir gereğince harbe iştirak etmememiz için bazı teşebüsat da ve taahhütlerde bulundularsa da bu gay­retleri boşa gitti. İttihat ve Terakki cemiyeti ve Prens Said Halim Paşa kabinesi tabiatıyla bu teklifleri kabul edemezdi. Çünkü; yukarıda izah ettiğimiz cemiyet ile Almanya arasın­daki hafi yâni gizli maddeli antlaşmalar te'sirini sürdürdü­ğünden diğer sefirlerin gayretlerini tabiiki, pek kaale alamaz­dı. Şahsî menfaatlerini, devlet ve milletin menfaatine tercih eden ittihat cemiyetinin ileri gelenlerinin indinde devletin pe­rişanlığının, çöküşünün hiç bir değer ve ehemmiyeti yoktur. Bunun böyle olduğunu tekrara lüzum yoktur. Yalnız devlet, devletin menfaati, memleketin selâmetine yaraması kesin İn­giltere hükümeti tarafından yapılan tekliflere dâir bu devletin 1914 senesinde yayımlamış olduğu "Beyaz Kitab" dan ahn-m'Ş iki mühim vesika-î târihiyeyi dercederek sayfamızı süs-leyelim:

Beyaz Kitabdan Vesika-1


İngiltere hariciye nazın Kont Edvard Göre hz.leri tarafın­dan dersaadette İngiltere sefiri Sir Levis Malet cenaplarına gönderilen 18/ağustos/1914 tarihli telgrafnamenin suretidir.
Osmanlı sefiri Tevfik Paşa, Türkiye hakkındaki niyetimiz-, den mütelâşi (telaşa düşmek) olduğunu söyledi. Bu bab da bizden havf (korkma) eylememesini ona anlattım. Esnay-ı harb de hakikaten Türkiye bitaraflığını muhafaza eder (Go-ben) ve (Breslav) Alman gemilerini azl ve def eylemek sure­tiyle veya temamiyle birer Osmanlı gemisi hâline ifrağ ve in­giliz sefain-i ticariyesine seyri seferlerinde icraası mutad olan suhuleti ibraz eylerse şark-ı karibe (yakın şarka) taalluk ede­cek şerait-i sulhiye meyanında onunda temamiyet-i mülki­yesi te'min olunacaktır.

Vesîka-2


Kont Eduuardo -Göre hz.leri tarafından Dersaadet İngiltere sefiri cenaplarına gelen 23/ağustos/1914 tarihli telgrafname­nin suretidir.
Eğer hükümet-i Osmaniye( Goben) ve (Breslav) zırhlıla­rında bulunan Alman zabıtan ve gemicilerini derhal vatanla­rına iade eder ve sefain-i ticariyenin bilâ müzayaka Kala-i Sultaniyeden geçmelerine müsaade eyleyeceğine dâir tahri­ren söz verir ve harb esnasında bitaraflığın şeraitini tama-miyle muhafaza eylerse ahvali hazıraya mülayim bir idarei adliyenin hitâmı vaazında "İtilâf-ı müselles" devletleri irritiya-zat-ı ecnebiyenin lağvına muvafakat ederler.
Buna zamime olmak üzere dahi mezkûr devletler Türki­ye'nin istiklâline ve tamamiyet-i mülkiyesine ihtiram eyleye-i tahriren taahhüd ve harbin hitamında vaz edilecek it-i sulhiyeden hiç birisinin mezkur istiklâl ve te-taltk enlemeyeceğini derude eylerler.
İnailiz devletinin; şu iki resmi vesikasından başka yazılı veya sözlü olarak, İstanbul sefiri aracılığıyla vermiş olduğu teminatla, Osmanlı devletinin içine girmekle hiç bir fayda nörmeyeceği umumî harbe iştirak etmemesi ve bitaraf kaldı-qı takdirde, ingilizler ve müttefikleri tarafından korunup, hu­kuk ve siyasetlerinde hürriyetlerine saygı gösterileceği hem beyaz kitabda hem de Fransa ve İngiltere'de yayımlanan ga­zete ile resmi vesikalardan anlaşılabilir. Prens Said Halim Pa­şa kabinesi, İngiliz devletinin yukarıda söylediğimiz teklifin! kabulle, bitaraflığını ilân ederek, harbe katılmak cinayet-i fe-ciini işlemeseydi, hiç şüphe edilemezki Osmanlı devleti bu harb esnasında Avrupanın muhtaç olduğu hububat ve diğer ihtiyaçlarını temin etseydi, milyonlarca liranm Osmanlı ülke­sine girmesine ve devletin ecnebilere verdiği imtiyazlardan kurtulmasına, hududun muhafaza olunması gibi imkânlar kazanarak güçlü, zengin bir devlet olarak yaşaması mümkün olurdu. İngiliz ve Fransız devletleri ile dost geçirmemiz gele-cekde devletimizi ihya ederdi. Lâkin yukarıda da hatırlattığı­mız gibi bu hareketi ne bu kabine, ne İttihadı Terakki cemi­yeti yapardı. Zâten beş-altı senedenberi bu harb-i umûmi ye hazırlanan İttihatçı hükümetler, yegâne koruyucuları olan Al­man imparatoru Wilhelm'in Bağdad demiryollarının tamam-'anmasını beklediğini ve hattın ikmâlinden sonra, harp edeceğini ve bizim de,o harbe iştirak eyleyeceğimizi o za­mandan beri söylüyorlardı. Devletimizin bu harbe iştirak ve-Va iştirak etmemek konusuna gelince; buna dâir, bir iki söz söylemek isterim: Bazı kimseler Osmanlı devleti bu harbe iştirak etmeseydi, Rusların eskiden beri tasarladıkları istilaya uğramaktan kurtulamazlardı. Demekteler. Bir bölüm ahalide, savaşa girmekte zaruret vardır diyerek bir hayli sebeb ileri sürerler. Amma bunların her biri boş lafdir. Zira Alman tara­fında harbe iştirak İttihatçıların varlığının devamı için esas şeraittendi. Çünkü bu kararlar pek evvelden alınmıştı. İttihat ve Terakki cemiyetinin temsilcisi durumuna getirilmiş olan hükümet savaşa girmenin meydana koyacağı zarar ve fâide-yi düşünecek tercih durumunda olmadığından, Alman aleyh­tarı bir tutuma girmekten çoktan uzaklaşmıştı. Müslümanla­rın koruyucusu olduğunu beyanetmek ten kaçınmayan Al­man imparatoru Wilhelm, İttihatçıların veliîniğmeti olduğun­dan ittihatçılarında bu efendilerine kulluğa devamdaki sada­katleri, Almanya'yı bırakamayacaklarının göstergesiydi. Bu­nun içinde ne tarafsız kalabilirler ne de İngiltere ve müttefik­lerine katılabilirler İdi. Bunlardan birini yapabileceklerini id­dia etmek, meydan da olan güneşin yokluğunu inkâr gibiydi. İttihad ü terakkinin bu meİ'ûn ileri gelenleri, ülke idaresini ele aldıkları ilk gündenberi devletin mahvolması başlamış İdi. Devleti İslah edebilirsek biz edebiliriz. İslah edemezsek bi­zim elimizde mahvolsun diyerek işe elattıklan, bunların her ahvalini bilenlerce malumdur. Bunların ülke ve insaniyet diye düşüncelerinde hassalar bulunmayıb, kendi menfaat ve hırs­larını tatmin etme ile her çeşit zulümu yaparak hükümet et­mek fikriyatında olduklarından kaygusuzca emellerini sür­dürdüler. Eğer zerre kadar devlet ve memlekete hürmet ve muhabbetleri olmuş olsaydı, on seneden beri kasten arttırıp şiddeti mezalim mertebesine çıkartmağa, rüşvetle karışık alakalar kurmaktan çekinirlerdi. Bu sebebler göz önüne alın­dığında milletimizin iyi bir şeyler ummasıda abestir. İşte Prens Said Halim Paşa kabinesinin millete açdığı yara! İyi qibi değildir. Çünkü devletimiz için yapılacak en ha-.   savaşa sokmamak ve de tan bir tarafsızlığı devam et    bilmekti. Halbuki böyle büyük bir savaşa hangi tarafdan I  rsa olsun katılmak mühim bir suç olup, adetâ cinayettir.
Osmanlı devletinin 212. sadrazamı olan Prens Mehrned Said Halim Paşa, İl/ramazan/ 1280-20/şubat/1863 yılında Kavalalı Mehmed Ali Paşazadelerden Prens Halim Paşa'nın oq!u olarak Kahire'de dünya'ya gelmiştir. Baba tarafından arab olmadığı Kavalalızâ delerden olması münasebetiyle pek açıktır. Kendi durumu itibarıyla özel muallimlerden özel ders­ler alarak pek güzel yetiştirildi. Arabçanın yanında Farsça, İngilizce ve Fransızca öğrendi. Akabinde İsviçre'ye gönderil­miş ve orda beş sene süren üniversite tahsilini ikmal etmiştir. Dönüşü ise doğruca payitaht-i âlî Osman olan İstanbul'a gel­mekle neticelendi. 1305/1888'de 25 yaşındayken, Sultan 2. Abdülhamid han tarafından mirmirân rüt besiyle taltif olu­nurken, ikinci rütbeden mecidî nişanı ile taltif olundu. Ara­dan sekiz gün geçtikten sonra şurâ~yı devlet âzalığına tâyin olundu.  1306/1889 da 2. ve 1309/1892de de 1. rütbe Osmanî,  1317/1899'da murassa Mecidî nişanı ve hemen 1318/1900'da Rumeli beylerbeyliği payesi tevcih olundu.
Çok münevver ve ecnebi lisanlara hayli vukufiyeti olduğu gibi avrupada tahsil yapmanın sağladığı dost çevresi dünya neşriyatına alaka göstermesi ve de sosyal mevkii müna se-etiyle faal olmasından dolayı tezvirat ve iftiralar hafiyelerce uzenlenmiş, bunların sonunda Prens kendisine uygulanan takıp ve izahlardan sıkılmış idi. Önce Mısır'a giden Prens Sa-nalim oradan da avrupaya geçti. Meşrutiyetin elde edil-esıne Çalışanlara gerek para bakımından gerekse fikriyat yardımcı oldu. Demek ki; hafiyelerin zararlı evraklar ve neşriyatlar ile bir talkım silahların bulunduğuna dâir bulguları sıfıra sıfır hallerden değilmiş. Çünkü; bu işlere iddia edilen mertebede değilse de, hiç bulaşmayan kimse izaç olundum diye kalkıp, avrupaya gidip mevkii ve rütbesi mü­nasebetiyle jön Türklerle birlikte bulunması makul değil. Beylerbeyi unvanını hâiz bir prensin ve de yaşı henüz otuzye-. di civarındayken Önünde açılmış hizmet mevkilerini çiğne­yip geçmez. Demek ki o taraklarda bezi varmış ki Abdülha-mid'in hafiyeleri kendisini tesbit etmişler. Ancak firarını andı­ran gidişi ele geçmeyi önlemiş! Ne varki jön Türkler ve İtti­hatçılar Said Halim'in yaptığı muaveneti unutmamış olacak-larki, dünya'nın en önemli makamlarından biri olan Osmanlı sadrıazamlığını takdimle doğrusu kadirbilir davranış göster­diler mi diye düşünmek kabildir. Nitekim yeni dönem olarak anılan 2. Meşrutiyetin ilânı Prensi, Mısır üzerinden İstanbul'a getirmeye yetti.
Hüseyin Hilmi Paşanın devlet görevlerindeki tensikat çalış­ması esnasında Said Halim'i kadro darlığı yüzünden şurâ-yı devlet bünyesi dışına bıraktılar. Değerli muktesebatman ül­kenin müstefit olması için o sırada yapılan belediye reislikleri seçiminde Yeniköy Belediyesi başkanlığı görevine getirildi. 1326/1908'de ayan meclisine tâyin olundu. Okurlarımıza ayan olmanın ülkede 1960 ile 1980 arasında carî olan sena­tonun üyesi olmaya benzediğini hatırlatalım. Ancak ayanları padişahın ve sadrazamın müşterek olarak belirlediğini hatır­latalım. Yukarıda bahsettiğimiz senato azahğı ahalinin reyle-riyle belirlenirdi.

Gizli Ve Harici Görev


Trablusgarb savaşları esnasında sadarette bulunan Said Pasa, görünüşde hava değişimi, hakikatde ise İtalyanlar ile sulh müzakerelerine zenin hazırlamak hâttâ sulhu yapabilmek için Prens Said Halim bey'i Lozan'a göndermişti. Ne varki müzakereler hayli uzadı buhâl kullanılan bahaneye mu-aayir hâl aldığından gizli murahhas Prens Said Halim dön­mek mecburiyetinde kaldı. Said Paşa 1330/şaban-1912/temmuzunda sadaretten çekildiğinden Prens Said Ha-iim'de daha önce kendi uhdesine ayan azahğı vazifesine inzi-mamen verilmiş adliye nezaretindeki başkanlığından çekildi. Akabinde İttihad-ı Terakki cemiyetinin şimdiki genel sekre­terlik makamının mua dili olan kâtib-i umumîliğe seçildi.
Mahmud Şevket Paşa kabinesinde 1 5/safer/1 33 1-25/ocak/1913'de yeniden şura-yı devlet başkanlığına getiril­di. Hemen üç güı sonra da hâriciye nazırlığı kendisine teslim edildi. Fecii bir suikasta maruz kalarak terk-i hayat eyleyen sadrazamın ye. ine sadaret kaymakamlığı göreviyle birlikte sivil paşalık olan rütbei vezaret Sultan Mehmed Reşad Hz.leri tarafından tevcihatda bulunuldu. Sadaret kaimmakanalığına tayini bildiren hattı hümâyûn suretini aşağıya alıyoruz:

Hattı Hümayunun Sureti Veziri Meali Semirfm Mehmed Said Paşa


Sadnâzam ve harbiye nâzın Mahmud Şevket Paşanın bu kerre vuku'ı şehadeti nezdimizde teessür ve teessüfü mucib °lrnuş ve sadaret kaymakamlığı rütbei samiyei vezaretle uhdenize tevcih kılınmış olduğundan vükelayı hazıramız ile Uıttifak umur ve mesalihi devletin hüsnİ tedvir ve temşiyyetine sarf-ı mezidi itina olunması hasafet ve hamiyyetiniz-den muntazardır. Cenab-ı Hak, tevfikatı samedaniyesine mazhar buyursun. Amin.
6/receb/1331-29/mayıs/1329-12/haziran/1913
Mehmed R?şad

Devlet Görevi Aksatılamaz


Hatıratı ile son devir Osmanlı devlet idaresine ve idareciler zümresinin ahvâline dâir bilgilerle cemiyetimizi -haberdar eden ve rahmetler dilemenin boynumuza borç olduğu padi­şah başkâtiblerinden Ali Fuad Türkgeldi merhum; "Görüp İşittiklerim" adlı mühim eserinde, sadrazamın öldürülmesin­den hemen sonra şeyhülislâm. E'ad Efendi ile Adliye nâzın İbrahim Bey, huzur-u padişahİye çıkarak olayın meydana ge­liş tarzının göz önüne alındığı takdirde makam-ı sadaretin Dİr an dahi boş kalmaması gerektiğini hatırlatmışlar ve mevcud vekiller heyetinin bu hususa iştirak etmekte olduğunu göste­ren mazbatayı da takdim etmişler, mazbatada yer aldığı gibi vezaretiuzma'nın Prens Said Halim Paşa'ya tevcihi hususunu arzetmişferdi. Fakat Sultan Mehmed Reşad han; boşalan makama Viyana'da bulunan Hüseyin Hilmi Paşa'yı getirmek arzusunu güderken karşısına gelen mazbatadan önce görevi kaimmakamlıkla geçiştirmek düşüncesini taşıyordu. Mazba­ta ise padişahın bu arzusuna aykırı gelmediğinden Said Ha­lim Paşa'yı vekaleten göreve atamıştı. Padişah; Said Haiim Paşaya içtenlikle Hüseyin Hilmi Paşayı sadarete asaleten tâ­yin edeceğini ifade eylemiş ve hâriciye nezaretinide yürüt­mesini aadaret vekili zat olan Prens'den rica etmişti. Büyük nezaket gösteren Prens Said Halim Paşa huzurdan çıkışında gittiği babıâlî'de hattı okuttu. İlk fırsatta da başmabeynciye
H.Hilmi Paşa ile birlikte çalışmaya taraftar olmadığını ifade etmiştir. Sultan Reşad, bu bilgiyi kendisine ulaştıran başma-beyncinin ifadesinden işin değişen rengini sezmeğe başladı­ğından derhal küçük bir gurub olan, istişare heyetiyle görüş­müş ve 2. mabeyinci Tevfik Bey'e şimdi babıâfî'ye git, Said Halim Paşayı gör. Yarın makama asaleti verileceğinden sara­ya gelmeye davet et. Emrini verdi diyor meâlen"
Hakikaten Said Halim Paşa saraya gelir ve makam-ı sada­rete asaleten tâyini gerçekleşti ve hattı hümayunu tanzim edilip babıâlî'ye gönderildi, bahse konu hattı hümayunda arz odasirda merasimi mutade ile müsteşar Adil Bey tarafından okundu.

Hattı Hümayunun Sureti Veziri Meal* Semirim Mehmed Said Paşa


Mesnedi sadaret bu kerre asaleten uhdei revviyyetinize tefviz kılınmış ve meşihati islâmiyyede dahi Mehmed Es'ad Efendi ipka edilmiş olması ile heyet-i vükelânın bitteşkil tasdikimize arzını irade eylerim. Nuhbei amalimiz, milletimi­zin selamet ve seadetinden ibaret olduğundan Rabimiz Te-alâ ve tekaddes hazretleri bu maksadı te'min edecek hide-mata cümlemizi müveffak buyursun âmin bihurmeti seyyidilmürselin.
7/receb/1331-30/mayıs/1329-13/haziran/1913
Mehmed Reşad
Said Halim Paşa kurmuş olduğu kabinesinde hariciye na­zırlığımda uhdesinde bulundurdu. İşte eslafı olan sadrazam Mahmud Şevket Paşanın içinde İttihatçılarında parmağı ol­duğu ileri sürülen suikasd bahse konu İttihatçıların bu cina­yeti siyasi rakiplerini ve şahsiyetlerinden kendince tehlikeli gördüğü zevatı tasfiye etmede kullanma metoduna başvur­muştu.
Bu metod yeni sadrıazamm sıkıntısını arttıran bir yolun başlangıcı oldu. Çünkü; Said Halim Paşanın ne yetişme tarzı nede siyaseti telekkiyatı bu metoda uyacak kepazeliğe mü­saade etmeyecek kadar yüksek kalitedeydi. Cinayetlerle doğrudan alakası olanların yanında bir takım mazluminde değişik cezalar alırken, Tunuslu Hayreddin Paşanın oğlu ve hanedan-ı âlî Osman damadı mirliva Salih Paşa da idam ur­ganının altına politik yaklaşımlar yüzünden atılıverdi. Padi­şah; ailenin damadını ipten alamadı, çünkü başka bir damad Enver Paşa bu işe karışılmaması gerektiğini ifade ederken yaşlı padişah bu sözlerden, kendine bile tehditler yöneldiği anlamını çıkardı.
Mahmud Şevket Paşanın katli ile alakalı görülen aşağıdaki isimler divan-i harbi örfî tarafından yakalanmış olanların yüzlerine karşı cezalan tefhim ederken ele geçiremediklerini ise gıyaben cezalara duçar ettiler. Prens Sabahattin Bey'de, methaldar olduğundan firarı tercih edenlerin arasında yer al­dı. İdam edilenler: Tunusluzâde Salih Paşa, polis eski müdür­lerinden Muhîb, Miralay Fuad, Yüzbaşı Kâzım, Bahriyye Teğ­menliğinden kovulma Şevki, Teğmen Mehmed Ali, Çerkeş Ziya ve kardeşi Hakkı, Topal Tevfik, Gelenbevi lisesi Sermu-bassırı Abdullah Safa, otomobil makinisti Cevat'tı. Bir çok kişi de bu fecii suikasda karıştıkları iddiasıyla Sinob'a sürü­lürken kimileri müebbet ve uzun dönemli kürek cezasına mahkum edilmişlerdi.
Balkan savaşı ile beraber yağma giden avrupa Osmanlı-sındaki topraklarımızın yanında en büyük üzüntümüzün ikin­ci başşehirimiz oian Edirne'nin Bulgar eline düşmüş olma­sıydı. Cenab-ı Mevlâ kâfirin birbirleriyle olan münasebetleri öyle bir buğzu adavet sokmuşki, çok geçmeden biribirlerine düştüler. Sırplar ile Yunanlılar, Makedonya'ya sahip ol-ak için Bulgarlara savaş açmayı yeğlediler. Öte yandan Romanya askeri güçleri de işe dahil olunca Bulgar üzerinde vodunlaşan düşman taarruzları, Osmanlı topraklarında bulu­nan askerini çekerek, kendisine saldıranlara karşı koymak mecburiyetini hissetti. Bu bakımdan Edirne'yi boşaltan Bul-qarlar çekilirken, Londra'da bize zorla irvızallat inlan sulhnâ-meyi, Said Halim Paşa kabinesi çiğneme cesaretini göstere­rek orduya Edirne'nin istirdadını yâni kurtarılmasını emretti. Enver Paşa ve arkadaşları derhal bu emri uyguladılar. Böyle yapmak suretiyle de millet gözünde i'tibarları hayli yüceld;. İttihatçıların bu yaptığı ahalinin gözünde büyüdü ve kurtarı­lan yeri daha önce kaybetmiş olmanın hesabı sorulmaz oldu. Ruslar ise Osmanlı kuvvetlerinin bu oldu bittisi üzerinde fazla durmıyarak sessiz kaldı. 29/eylül/1913 de Bulgar murahhas­ları İstanbul'a gelip sulh için müzakere masasına boyunları eğik olarak oturdular. Meriç Nehrinin hudud olarak muhafa­zası Edirne ise biz de kalma şartlı belgeye imza atmak mec­buriyetinde kaldılar.
Böyle bir muvaffakiyet milletin ve memleketin ihtiyaçları­nın başında gelmekteydi. Bu başarı milletimizin kuvvei mâ-neviyyesini takviye ederken, kabine riyasetinde bulunan Prens Mehmed Said Halim Paşa'ya murassa bir imtiyaz nişa­nı Sultan Reşad tarafından .göğsüne takıldı. Bu vaka Yunanlı­lar ve Sırplar ile sulh gerçekleşmesine yaradı. Bütün bunlar ülkede işlerin iyiye gideceğine dâir emareler gösterirken ci­han harbinin kopmasına sebeb olacak meşhur hadise vukua geliverdi. Meydi o hadise? Princip adlı Sırp milletinden bîr 9encın tabancasından çıkan mermilerin sadece Avusturya-Veliahdının ve güzel karısının hayatına son vermedi, bir kaç taç ve tahtın yeryüzünden çekilmesine sebeb olan târihi süreci başlattı. Avrupa devletleri biribirlerine gir­meye başladığı anda ufukta cihan harbine giden kavşak gö­rünmüştü.
Ülkenin başında Sultan Abdülhamid elan padişah olarak bulunsaydı, yapacağı iş belliydi. O; bu savaşı beklemektey­di. Hiç karışmıyacak işin sonunu devletlerin biribirini yıprat­masını bekleyecekti. Heyhat! Onu İttihatçılar seneler evvel Selanik şehrine Yahudi Alatini köşküne sürgüne yollamışlar­dı. Bu bakımdan ortalığın böyle karıştığı anda acemi politi­kacılar, ihanet erbabı bazı zevat dünya efkârı umumiyesine biz kapitilasyonları tanımayacağız bunları ilga ediyoruz diye çıkma yoluna koyuldular. Böylece gündeme Osmanlı'yı da getirdiler. Avrupanın gerek büyük devletleri, gerekse daha az güçlü devletleri arasında genel veya kısıtlı olarak kapitilas-yon sahibi devlet yok gibi idi. Dolaysıyla herbirinin menfaati­ne balta vuran böyle aslında faydalı ancak zamanı erkence yapılmış müracaat devleti gündeme getirdi. İngilizlerin bu müracaata kadar hatta bundan sonrada Osmanlının bitaraflı­ğını arzu ettiğini görmek kabildir. 9/eylül/1914 tarihli müra­caata en çok itirazı olanın Almanya ve onun İstanbul elçisi Valgenhaym olması pek enteresandır.

Yorum Gönder

1 Yorumlar

  1. Theге's definately a great deal to know about this topic. I really like all of the points you have made.
    My web site ... discounted netbooks

    YanıtlaSil