SULTAN 3. SELİM HAN-2-

Avrupa Ahvâli


Avrupa ise; gerek kara gerekse deniz savaşlarıyla vakit geçiriyordu. Amiral Nelson, Fransız amiral Vilnov'un donan­masını Trafalgar açıklarında yenip, kendisini de esir aldı. Ay­rıca Nelsonda yaralanmıştı, daha sonra bu yaradan öldü. Napolyon'da Ülm'da parlak bir zafer kazanarak otuzüçbin ki­şi, altmış top, kırk sancak ile Avusturya generali Max'ı esir aldı. Çar 1. Aieksandr'm ordusunu püskürterek Viyana'ya girdi. Brün'de de genel karargahını kurdu. 1805 senesi aralı­ğında da Österlichte müttefiklerin ordusunu perişan ederek 20 bin esir, 45 bayrak,  146 top ele geçirdi. Ruslar Polon­ya'ya çekildiler. Avusturya imparatoru 2. Jozef, antlaşma is­tedi. İngiltere başvekili Wilyam Pit bu savaşların tevlit ettiği üzüntüler neticesinde öldü. Mütarekeyi takip eden Presborg antlaşması Avusturya'yı İtalya ve Almanya'dan çıkarıyor, "Mukaddes Cermen Roma imparatorluğu" denilen eski heye­te nihayet veriyordu. İtalya krallığı Venedik eyaletini, Fransa ise, Triyestenin içinde olmadığı İstirya ile Dalmaçya'yi alı­yorlardı. Österliçh zaferinin haberi; Rusya ile yapılan 2. ant-laşma tasdiknamelerinin babıâlide mübadele edilmesinden, bir gün sonra gelmiştir. Österliçh savaşının neticesinden Os­manlı devleti siyaseti haylice müteessir oldu. Napolyon, ka­zanmış olduğu bu savaşın galibiyet haberini, özel bir vazifeli göndererek bildirdi. Tarihlerimizin bildirdiğine göre aynı za­manda Ruslar sulha eğilim göstermezlerse, Lehistan'a saldı­racağını haber vermiş, devlet de, bu ana kadar, Fransa im­paratorluğunu tasdik etmediği halde, bu sefer cevab olarak yazılan padişah mektubunda imparator unvanı gayet tumturaklı sözler kullanılarak konmuştur. İstanbul'a gelen özel me­murla yapılan, gizli bir toplantı da Osmanlı devletinin ülkesi­nin bütünlüğü, Rusya'yla Eflak ve Buğdan için yapılmış kötü şartların kaldırılması, İstanbul'a elçi gönderilmesi gibi husus­lar konuşulmuş, reisülküttab (hariciye bakanı) Vasıf efendi­nin boşboğazlığı yüzünden vaziyet Rus elçisine ulaşiverdi. Bu vaziyet karşısında; Rus elçisi İtalinski macerayı anlamak ve İngiliz elçisinin Osmanlı devletini eski antlaşmayı yenilemek için tazyik etmekteydiler.
Napolyon, ne Rusları nede Avusturyalıları İstanbul'da gör­mek istiyordu. Prosburg antlaşmasıyla, Venedik ve Dalmaç-ya'yı aldığı gibi Rusları da durdurmak için, general Sebasti-yani'yi İstanbula gönderdi. İki devlet-i muazzama hakkında gösterdiği şu önlemler, kendi imparatorluğu namının kıymeti için gelecekte, Osmanlı devletinden bir şeyler kapabilmek için, olduğu pek umulmaktaydı. Muhib efendinin; Paris'e elçi olarak gönderilmesi, Fransa sefiri Rofen'in tavsiyesiyle vuku-bulmuştur. Efendi; hem Napolyon'un imparatorluğunun tas­diki hem de dostluğu pekiştirmek maksadıyla gidiyordu. Özel talimatına gelince: Parisdeki müzakereler sırasında, Os­manlı devletine zarar verici şartlarının ortadan kaldırılması zaman ve kefalet adıyla Rusların, Buğdan ve Eflâk üzerinde­ki müdehale hakkının kaldırılması, Korfu, Karadağ ve Akde­niz sahilleri ile Cezayir'i ve ahalisini sahiblenmekten vazgeç­mesi vede Gürcistan bölgesini ifsad etmekten el çekmesi gi­bi maddelerin, Napolyon'un himmetiyle meydana getirilmesi hakkında teşebbüsde bulunmakla alakalıydı. Islavlar başlığı altında yazdığımız fâide bölümümüzde de gösterdiğimiz gibi Ruslar, Sırbistan kıyamına doğrudan yardım ediyorlar, Avus­turyalılarda yiyecek ve giyecek veriyorlardı. Diğer taraftan Ruslarla İranlılar arasında, muharebe zuhura geldi. Fettah Ali Şahın veliahdi Abbas Mirza mağlup olmuş böylecede Azerbaycan topraklarına tecavüz etmişlerdi. Napolyon önüne çı­kan bu fırsattan istifadeyle ruslann aleyhine olmak üzre, ge­rek Osmanlı devletini gerekse de, İran'ı sevk etmek arzusuna uygun olarak, üçlü bir ittifak kurma teklifini babıâliye bildir­di.
Devlet; Refii efendiyi İran'a yolladı. Bu ehliyetsiz adam itti­fak gerçekleştireceğine, Fransızların aleyhinde ağzına geleni sıraladığından vazifesi başarı ile bitmedi. Meseleye birde ayrı bir gariblik getiren husus, Baban mutasarrıfı Abdurrahman Paşanın İran'a sığınması hasebiyle, İran şahının, Paşayı yine Kürdistanda tutmayı sağlamak için, tehdidkârane teşebbüs­lere girişmesi ve bundan sonra, Bağdad valisi Ali Paşanın kızgınlıkla oniki bin kişiyle ve babıâliden izin almadan İran'ın üzerine yürümesidir. Yukarıdaki duruma benzer bir olayda Ragüza taraflarında vukubuldu. Bilindiği gibi Prosborğ ant­laşmasıyla; Fransa, Dalmaçya, Kataro ağızlarına sahip hale gelmişti. Kataro'da bulunan, Avusturya kumandanı Fransız­ların gelmesinden evvel, Korfu'da bulunan Rus amirali ile anlaşarak limanı ona teslim etti. Bunun üzerine Napolyon, Dalmaçya'da bulunan askerlerinin kumandanı Laristona, Dubrovnik cumhuriyeti içlerinde ilerliyerek Ragüza'yı istila etmesi emrini verdi. Adı geçen komutanda aldığı bu emri tatbik ederek Ragüza'yı istila etti. Bu haber Bosna Valisi Hüsrev Paşa tarafından babıâliye duyurulunca da büyük he­yecana sebeb oldu. En önce Rusların, Sırp ve Karadağlı'lan, tahrik etmeleri, ittifak hükümlerine aykırı davranıştı. İkinci olarak da; dostluk hisleri gösteren Mapolyon'un, uzun za­mandan beri Osmanlı devletinin himayesi altında bulunan adı geçen Ragüza cumhuriyeti ile Dalmaçya arasında bulu­nan, Hersek sancağını çiğneyerek geçmesi bu heyecanı da haklı kılmaktaydı. Ancak Fransa maslahatgüzarı Rofen, ye­terlice teminat verdi. Ruslar, Ragüza'nın zaptı üzerine Kataro'ya harp gemisi değiladi gemilerle boğazlarımızdan geçe­rek, ittifaka aykırı olarak Korfu'ya taşıdıkları askeri dökerek binikiyüz kadar Karadağlı ile beraber bahse konu şehire hü­cumda bulundularsa da, Dalmaçya'da bulunan general Moli-tor, dörtbin kadar askerle yetişmiş ve bilhassa Karadağlıları bir güzel ezmİşse de fakat zavallı Ragüza cumhuriyeti bir da­ha belini doğrultamayıp, mahv olarak Venediğin yanına gitti. Takvim bu arada 1220/1805 yılını gösteriyordu. Rusyanın Paris'de bulunan siyasi işlerin memuru Baron Obril ile Fran­sa harbiye Nâzın Klark'la arasında bir antlaşma imza ecTildiki bunun adı İbrail antlaşması olmuştur. Bu antlaşmanın gereği Ruslar Cezayir adaları müstakilliğini tanımış olmakla beraber Kataro'yu Fransızlara terke mecbur kalıyor ayrıca Ragü-za'nın Osmanlı devleti kefaleti altında olarak yeniden İstiklâ-liyetini tanıyor, Rusya ile Fransa, Osmanlı devletinin istikiâli-yet ve ülkesinin bütünlüğünü de teminat altına almış oluyor­lardı. Pekâla anlaşıhyorki, bu antlaşma mucibince Ruslar Ak-denizi terk edip, Karadeniz'e çekilecekler ve Osmanlı vilaya-tında tahrik ve idlal etmekten geriye kalmayacaklardı. İngiliz başvekili Mösyö Pit'in ölümü üzerine yerine sulh sever bir si­yasetçi olan mösyö Foks geçti. Napolyon'a düşende bu an­layışla dolu adamın, İngilteresi ile sulh müzakerelerine gir­mesi hususuydu. Ancak Rusların memuru Dük Dobril'in, Fransızların ünlü hariciye nâzın Taleyran'ın kandırması yü­zünden imza ettiği antlaşmayı Çar 1. Aleksandr kabul etme­di. Fransa'nın İstanbul elçisi Sebastiyani bunu babıâli'ye bil­dirdiği sırada: "Ruslar bu antlaşmayı, devlet-i âliye lehine ol­du diye kabul etmediler. Ruslar, ne Osmanlı devletinin ne de, Ragüza'nın istiklâlini istiyorlar. Ruslar asla Osmanlı devleti­nin kudret ve kuvvet kazanmasını istememektedir. Onlar Os­manlı topraklarında karışıklıklar çıkarmak, meydana getirile­cek nifak ve şikakla devleti zayıf düşürecek, şeklin taraftarı olduklarını isbat ettiler." Demek istemişti. Kullanılan bu anla­tım, Napolyon'un Osmanlı devletini Ruslardan ayrı düşürme politikasına pek uygun geiivermesiydi. Öte tarafdanda, sulh­sever İngiliz başvekili mösyö Foks'da, bu arada fâni hayat­tan çekilmiş, ölüler mezarlığındaki yerine konmuştu. Müza­kereler sırasında Napolyon'un, Hanoveri işgal etmek arzu­sunda bulunduğunu İngiliz murahhasına kaçırılan söz, Prus­ya kralı 3. Fredrik Gilyom'un hiddetlenmesine, asker takımı­nın galeyana gelmesine sebebiyet verdi. Böylece de siyase­tin ufkunu yine kara bulutlar sardı.
Prusya devleti, meydana getirilen, 3. birleşik devletler he­yetine girmemiş olmanın verdiği pişmanlıkla, bu defa kurul­maya başlanmış, 4. heyete girmeğe adetâ koştular. Avrupa yine karma karışık oluyordu. Osmanlı devleti ise artık bütün meylini Fransaya doğru yapmıştı. Elçi Sebastiyani, İngilizler ile ittifak edilmemesi için elden geleni esirgemiyordu. Hattâ Ruslarla yapılmış, ahidnamede Osmanlı devletinin İstiklâli-yeti apaçık belirtildiğine göre, Rusya'nın Eflâk ve Buğdan prenslikleri hakkında koymuş olduğu maddelerin, hükmünün katmadığına babıâli'yi ikna etmiş ki, Buğdan ve Eflâk beyle­rini azlettirdi. Prens Morozi ile İpsilanti Rus taraftan olmakla biliniyorlardı. Bunların yerine; Kalimaki bey ile Aleksandro Suço tayin edildiler. Babıâli'nin bu cesareti Sebastiyani'nin gözünde Osmanlı devletinin, Rusya'nın vesayetinden kurtu­luşuna alamet olmak üzere telakki olunuyordu.
Fakat; Ruslar İstanbuldaki b. elçisi İtalinski vasıtasıyla, bu durumu şiddetle protesto ederek Petersburg'a fevkalade bir posta çıkardığı gibi, çok yakında ilân-ı harp edilecektir sö­züyle de, tehdidlere başladı. İngiliz elçisi Arbutont ise, Os­manlı devletini tamamen Fransız tesiri altına girmekle itham etti. Azl edilen prenslerin görevlerine iadesi yapılmadıkça, kendisinin gitmeye hazır olduğunu söyleyerek tehdidlerini savurmaya devam ettiği görüldü. İngiliz elçisine tavassut için başvurulduysa da, bir fayda temini mümkün olamadı. So­nunda prenslerin vazifelerine dönmesine müsaade olundu. Cevdet tarihinde yazılmış olduğu gibi; "devletin sânına naki-se verecek bir rezalet idi" Yine o dönemlerde; Napolyon'da Prusya ordularını feci bir hezimete uğratarak, Berlin'e gir­mekteydi. Yâni; Fransızlar, aleyhilerine ittifak etmiş heyetin kol ve kanadını, bir kere daha kırıyordu. Prenslerin meselesi­ni duyar duymazda Sebastiyani'ye yollamış olduğu talimat­ta: "İpsilanti ile Moruzo tekrar azlile Osmanlı devletinin bi­rer sadık bendeleri, nasb olunmadıkça imparator silahı bı­rakmamağa karar vermiştir." kayıtlı yazı aldığını babıâliye bildirdi. Bu vaziyet karşısında Napolyon'a bir mektup gönde­rilerek bu yazıda hâli hazır vaziyetten ve askeri vaziyetin pe­rişanlığından bahisle özür beyan olundu. Napolyon, bu ma-zeretnâme karşısında 3. Selim'e teselli edici bir cevapname vermekle birlikte, Dalmaçya ordusu ve bir fırka Fransız do­nanması ile imdada gelebileceğini de, vaad eylemiştir. Rus-larsa boğazlardan, harp gemilerinin geçebilmesi talebinde bulunuyorlardı. Prusya bozgun'u babıâli'nin işine yaradı. Me­seleleri te'hir ettirdi. Ayrıca da, Sebastiyani'nin padişahın hu­zurunda yaptığı konuşma esnasında, devlet-i âliye reayasın­dan bazılarının da Rusya'ya gittiklerinde pasaportlarına ken­dilerini Rus tebasından diye kayıd yaptırdıkları sonra da bu kayıtla Rus patenti almalarının önüne geçildi. Diğer taraftan, Hicaz topraklarıyla bütün Arab yarımadasında doğrudan doğruya Vehhabilerin elinde kaldığı, bunların, hacı kafilesini silahlar, davullar ve zurnalar ile gelmelerini men ettikleri gibi sürre alayını götüren ve adına mahmil denilen vasıtayı geti­ren çavuş'a, bir daha mahmil getirilecek olursa kınlıcağını, Cidde'de Muhammed bin Abdülvahabın risalesi okutulması gibi isteklerini söyleme cüretlerini gösteriyorlardı.
Şerif Muhammed Gaîib bile Vehhabilere müdara ederek Harem-i Şerif'de, cemaatin tekrarını men, herkesin bir imâm arkasında namaz kılınmasını, ezan ile yetinilerek arkasından selatüselam getirilmemesini emreylediğinden Ehl-i sünnet, Vehhabilere uyarak şiîler gibi takiyye yapıyorlardı.

Edirne Vakası


3. Selim'in en büyük arzusu olarak nizam-ı cedid'in bütün ülkede yerleşmesi isteği, muhalif-olanların kin ve gazabının çoğalmasına sebeb olmaktaydı. Cahilliğin en büyük belirtisi, her şekilde faydalı yeniliklerin karşıtı olduklarından, nizamı cedid askerininde çoğalması aynı neticeyi meydana getir­mek yoluna girmişti. Yeniçeriler eski ocaklarının itibardan düşerek, mevacib adı altında almış bulundukları binlerce ke­se parayla vesair menfaatlerini, kaybedecekleri düşüncesi ile çabalamaktan ve bunlarla beraber olan Vidin'deki Pasbanoğ-lu, Rusçukdaki Tirsinklioğlu, Edirne'deki Dağdevirenoğlu gi­bi çeşitli derebeylerin zorbalıktan mahrum kalacaklarını göz önüne alarak, adı geçen nizamı cedidin Rumeliye yayılma-masını gözetlemekteydiler.
Halbuki; Sırp ayaklanması her an şiddetini arttırıyor Ru­meli Valisi İbrahim Paşa bir ordu ile Belgrad üzerine, Bosna Valisi Hüsrev Paşada kendi askeriyle hem Sırbiye, hem Fransızların Ragüza'ya el atmış olduklarından o tarafa vazife­lenmişler ve de Rusya ile devleti âliye münasebetleri her ge­çen gün gerginlik çıkmazına daldığından İstanbul'daki devlet adamları da hayrette kalmışlardı, üzün müzakerelerden son­ra nizamı cedidin kurulmasına bir hayli emek sarfetmiş olan Karaman Valisi ve padişah askerinin başbuğu vezir Kadı Ab-durrahman Paşanın, askeriyle beraber Rumeli'ye geçerek, alenen Sırplar aleyhinde olmak ve de Rusyanın tecavüz etmesi halinde, ilk savunma kuvvetlerini teşkil etmek üzere Sofya veya Edirne'de kırk-ellibin kişilik bir ordu kurmaya te­şebbüs edildi. Yukarıya aldığımız Sırplılar aleyhine kayıdı Rusya ve Fransa tarafından vuku mümkün suallere, bir mik­tar cevab yerine geçecekti. Maksadın gizli tarafı, taarruzlar karşısında boş bulunmayıp, mukabil kuvvet bulundurmakla beraber, nizam-ı cedidi Rumeli kıtasında da yaymak idi. Öte taraftan, İstanbul ile Edirne arasında eşkiya bolluğundan do­layı asayiş son derecede bozulmuştu. Çünkü Edirne'de bulu­nan Bostancılar ocağıda bozulmuşlar arasına ilhak olmuştu. İşin bu tarafı gizli maksada pek çok yaramıştı. Bostancibaşı mazullanndan Gümüşhane Emini Ahmed ağa, talimli asker­den müteşekkil bir orta kurmak üzere Edirne bostancıbaşısı tayin edilmişti. Fakat çıbanın başı, Tekfurdağında (Tekirdağ) koptu.
3. Selim nizam-ı cedidin ilk önce Rumelide Tekfurdağında kurulmasını arzu etmesi ile birde ferman gönderdi. Hâkim, fermanı okuyunca ve gereğince amel edilmesini bildirince, yeniçerilerin üzerine üşüşerek kendisini parçaladıkları görül­dü. Kadı Abdurrahman Paşa Üsküdar tarafına gelmiş gerek süvari gerekse piyadeden 24 bin talimli askerle Edirne üzeri­ne geçip gitmişti ve o devrin terbiyesine dikkat edinki, sadrı-azam İsmail Paşada bu hususta aleyte olanlar arasında bulu­nuyordu. Bu cihetle nizamı cedid taraftarlarından ve tesir sa­hibi kimselerden, olan kethüdası ibrahim Nesimi efendi ile Kadı Paşa'yı çekemiyor ve bunların padişah yanındaki itibar­larını, kendi istiklâline aykırı görüyor, hele İbrahim efendiyi düşürmek için her çeşit fenalığı göze aldırıyordu. Bu vaziyet­te olmasına rağmen Tirsinklioğluna bir adam göndererek: "İstanbul'daki tesiri çokça olan kimseleri mahvetmek ve kendisi ile birlikte devleti düzeltmek!" hususunda bir antlaş­ma teklif etti. Bu teklifi Tirsinklioğlu şayanı kabul bir teklif olarak gördü. Rumeli ayanlarını da birer birer fesada verdi. Kadı Abdurrahman Paşanın Rumeliye büyük bir askeri güçle geçmesi fesatçılarında büsbütün galeyana gelmesine sebeb oldu. Bu hâle esasda nizamı cedid harekâtına aleyhdar olan, Sultan Mustafa'nın ve adamlarının tahrikleri de eklendi. Şeh­zade Mustafa'nın ağzından yeniçeriler ile Rumeli ayanlarına vaadler, nizam-ı cedidin kaldırılacağına dair senetler yolladı­ğı gibi sadnazam dahi Rumeliye giden hasekiler ile hepinizi kılıçdan geçirecekler tarzında tehdidler gönderiyordu. Bu teşvikler Rumeli'de bulunan eşkiya ve haşaratı ayağa kaldır­maya kâfi idi. İlkönce, bostancıbaşı Ahmed ağa ile Babaes­ki'deki mübayacıyı ve Kadı Paşanın Tatarağasını öldürdüler..
Silivri, Çorlu ahalisi Paşanın askerine mukavemet ettiler. Tekirdağ zaten karışıvermişti. İstanbul'daki yeniçeriler de ayaklanıyorlardı. Kadı Abdurrahman Paşa emrindeki asker­ler bu işlerin üstesinden rahatça gelebilecek güçte idi. Ancak padişah 3. Selim maksadını metanetle sağlama erbabından olmadığı için çoluk, çocuk ayak altında kalır merhametiyle ordunun Silivri'ye ricat etmesini emretti.
Bu cesaretsizlik ve bikararhlık eşkiyanın iyice şımarmasını sağladı. Bu sıradada tesadüf bu ya! Tirsinklioğluda çiftliğinin bahçesinde çengi oynatırken, karısına göz diktiği birisi tara­fından öldürüldü. Onun yerine adamlarından Alemdar Mus­tafa (paşa) Ağayı Rusçuk ayanı yaptılar. Tirsinklioğlu'nun bir fedai tarafından katledilmedi, Edirnedeki cemiyeti sarsıntıya uğratmışsa da, İstanbul'dan biribiri ardınca yapılan tahrikler, fesat kazanının bir daha taşmasını sağladı. Hâttâ adı geçen cemiyeti meyd.ana getirenler, devlet ricalinden on kişinin idam edilmesini istedikleri gibi, bir iki hafta dahi hutbelerden adını kaldırttılar. Bu haberlerde İstanbul yağmacılarının göz­lerini dört açmıştı.
• Ancak; Ağnboziu İbrahim Paşazade Bekir Paşa ile Sirozlu İsmail Bey fesadı yatıştırdılar. Bu vakaların verdiği neticeye gelince tarihlerimizin beyanına göre: "bir takım rezil kimseie-rin edebsizliği üzerine 24 bin talimli asker ile geri çekilme, hükümetin büyüklüğüne ve haysiyetine nâkisiyet getirdi.
Bu olay; 3. Selim'İn tahttından manen indirilmiş olmasının başlangıcıdır. Bu da devletin, kendi kötü idaresinin neticesi­dir. Hattâ, Selimiye câmiinin bitmesi sonrasında ilk cuma na­mazının kılınması esnasında yeniçeriler yerine, nizam-ı çedid askerinin selamlama merasiminde safta yer alacak mı? So­rusunun zihinlerde yer alması, yeniçerilerin silahlanarak, ba-bıâliyi basıp, devlet adamlarını telef, nizam-ı cedid'e hücuma geçecekleri anlaşılır anlaşılmaz, selamlık merasiminin sade­ce yeniçerilere tahsis olunduğu ve nizam-ı cedid askerinin kışlalarından dışarıya çıkmayacakları hezele gurubuna temi­nat verilerek anlatılmasından anlaşılan odur ki, 3. Selim yeni tertib askerinden henüz emin olamamıştır! O kadar emin ol-mamışki, zamanın gerektirdiği siyasetten olarak, sadrıazam İsmail Paşayı <çevirdiği dolaplar, su yüzüne çıktığı halde idam etmesi gerekirken> yalnız azl etmekle ve Bursa'ya sür­güne göndermekle, iktifa etmesi bunu doğrulamaktadır. Şey­hülislâm Salihzâde Esad efendi bile: "beni de azil edin. Çün­kü eşkiyaların arasında, düşman üzerine giden gazilere, eşki-yadan mani olanlar için idama mahkum edilmeleri lâzım ge­lir; diye fetva verildiği, şuyû bulmuş buna dayanarak ma-kam-ı meşihatta kalırsam, devletin yine eski niyette ısrarlı olduğuna hükm olunur" demek suretiyle kendisinin menkub kılınmasını istedi.
Olayların başlangıç sırasında Kadı Abdurrahman Paşanın Rumeliye geçmesi için teklifde bulunan sadaret kethüdası İb­rahim Nesimi efendi de aynen, görevden alınmasını istedi. Bu vaziyette anlaşılıyorki, 3. Selim sırf nazari olarak bir yenileşme hareketine teşebbüs etmişti. Kurmaya çalışmış olduğu binanın sağlamlık ve gücünden emin bulunmadığından gös­terilen bunca gayret ve emekler boşa çıkmış oldu. Bu gibi in-kılablan, vücuda getirmek ancak demir pençeli, metin ve azimkar kimselere vergidir.
1221/1806 yılı vakai mühimmelerinden biride Kavalalı Mehmed Ali paşanın Mısır valiliğinde devam etmesine müsa­ade edilmesi olayıdır. Yukarıda anlatılmış bulunduğu gibi Berdesî Osman bey ve İbrahim bey kendilerine mensub olan, Kölemenlerle Said'e çekilmişler ve Mehmed Ali ile sa­vaşmak zorunda kalmışlardı. Öte taraftan meşhur Elfi bey'de, Bahire tarafında duruyor ve İngilizlerden yardım tale­binde bulunduğu gibi, payitahta da, Mısırlı komutanlar aftdil-dikleri takdirde gerek Haremeyni şerifeyn'in mürettebatını ve gerekse devlet hazinesinin varidatını tamamiyle hazırlayıp ifaya müteahhid olduklarını bildiriyordu.
Babıâli hem Kölemenlerin cezalandırılmalarını, hemde Ar­navut askerinin Mısır'dan çıkarılmasını isteyen iki yönlü siya­setin tutkunu olmuştu. İngilterenin İstanbul elçisi, Mısırlı ko­mutanların sahibliğine soyunmuştu. Babıâliyi bu hususta sı­kıştırmak fırsatını benimsemişti. Bu vaziyetler karşısında ba-bıâlide Mehmed Ali Paşanın Misırd'a sağladığı kuvvetli idare ve haysiyetten bihaber olmasından Mısırlı komutanların ta­ahhüt ettikleri devlete itaat ve uygun davranma hususlarında sebat edeceklerini belirten istidalarını mahalli ulema, ocaklı ve muteber zevatın kefaletleri altında olmak şartıyla kabule bağladı. Fakat, Mehmed Ali Paşa her nasılsa, Mısır'da bulun­duğu müddet içinde bu kararın yerine gelemiyeceği de anla­şıldığından güya paşayı müzakere hattından çıkarmak niye­tiyle Mısır eyaletini, Selanik Mutasarrıfı Musa Paşaya, Selanik mansıbını Mehmed Ali Paşa'ya tevcih, Paşa ile birlikde Mirmiran Hasan Paşanın maiyetleri efradı ile Rumeliye geçerek mansıbını zapt eylemesi hakkında dafermanlar çıkarıldı.
Kaptanı derya Hacı Mehmed Paşa'yı dahi donanma ile İs­kenderiye'ye gönderdi. Elfi bey, kethüdası vasıtası ile önce­den yasak edilmiş olan köle ticaretinin serbest bırakılmasını istida ederek hazineye binbeş yüz kese akça verebileceğini vaad eylemişti. Kaptanpaşa İskenderiye'ye çıkar çıkmaz, Elfi bey Bahire'den bir çok koyun ve hediyeler göndererek bahse konu binbeş yüz keseden beşyüzünün kendi, beşyüzünün İb­rahim, geri kalan beşyüzün de Berdesî Osman beyler tarafın­dan verilmesi hakkında, Said'e haberler gönderdi.
Fakat Berdesî, Elfi bey'in bu haberini alınca: "Mademki, kendisi devletle haberleşecek dereceye gelmiş ve Kaptanpa-şayi buraya kadar getirtmiştir binbeşyüz keseyi kendisi ver­sin. Bizlerde, büyüğümüz ve pederimiz makamında bulunan İbrahim ve Osman beyler onun köle uşağı olalınV'diye red ve sual etti ki, bu söz komutanlar arasındaki ihtilafı büyüttü. Za­ten Mehmed Ali'de Sayda'da bulunan komutanlara gönder­diği hediyelerle aralarını açıp, Elfi bey ile ittifak etmelerine engel oluyordu, bir taraftan da işe vâkıf olduğundan, Kahire kalesine mühimmat ve yiyeceklerin depolanmasını temin ederek, top arabalarını tamir ettiriyordu.
Sayesinde; servet-ü saman, aile ve arazi sahibi olmuş, be­kalarını bekasına bağlı bilmiş olan, askeriye reisleri ile müşa­vereyle Mısır'dan çıkmamağa karar veriyordu. Bu bakımdan da Musa Paşanın Mısır valiliğine tayinini belirten, ferman ge­lince, Nakibul eşraf ve diğerlerinin huzurunda mevzuyu açtı, divan efendisince kaleme alınıp meâlen: "Bizler devletin emirlerine mûtiyiz. Fakat daha yakın zamanlarda ki vakalar ile malum olan ümeraya da kefil olmaktan aciziz. Mehmed Ali Paşa ise, erbab-ı fesadın cezalandırılmasında, devletten gelen emirlerin infazında son derecede başarılı gayretler göstermiştir. Bunu duyurmak için bu dilekçe imzalandı, "şeklin­de kaleme alınıp Kaptanpaşa'ya gönderildi. Kaptanpaşa ise: Mehmed Ali ve Hasan Paşa'lann askerleri ile Dimyat üzerin­den gitmeleri, irade-i seniyye gereğince hareketlerini tanzim etmelerini bildirdiysede, bunlarda Mısır ahalisi zayıftır, asker isyan çıkaracak olursa çeşit çeşit zararlarada uğrarız. Hane­lerimiz harab olur, büyük fenalıklar zuhura gelir şeklinde merhamet istidası verdiler.
Kaptanpaşa; Mısırlı komutanlar arasındaki ihtilafı anladığı gibi Mehmed Ali Paşa ile de haberleşip, netice de Mısırlıların vereceği meblağın bir kaç mislini vererek, devletin emirlerine İtaat edeceğine dair ve kendisinin Mısır valiliğinde devam et­mesi hususundaki istirham dilekçesi de hazırlanıp, gönderil­mesini bildirdi.
Düzenlenen dilekçeyi bütün meşayih ve ocaklarla diğer zevat mühürleyerek, Mehmed Ali'nin oğlu İbrahim beyi çeşit­li hediyelerle birlikte yolladı. Kaptanpaşa; hacıların kafilesini çıkarmak ve levazımı haremeyn-i düzenleyip ifa eylemekle beraber Reşid, Dimyat, İskenderiye gelirleri gümrük rüsumu­na bağlı olarak tersane-i âmireye aid olduğundan bunlara dokunmamak, komutanlar af olunduğundan onlarla savaş­mamak iaşeleri için onlara yer göstermek şartlarıyla Meh­med Ali Paşanın valiliğinde ibkasını bildiren bir emir gönder­di.
Bunun üzerine Kahire kajesinden ve Ozbekiye'den toplar atılarak şenlikler yapıldı. Kaptanpaşada bir kaç gün sonra Mehmed Ali paşazade İbrahim bey yanında rehine olduğu halde Musa Paşa ile beraber İskenderiye'den yola çıktı. Mısır komutanlarının ağzı açık kaldı hatta valilikte ibka fermanı ile birlikte kılıç ve kaftan da geldi. Mısır meselesi görünüşü ba­kımından nihayetlendi! 1221/1806 tarihi bu perdeyi gösteri­yordu.

Rusya Savaşı-İngiliz Donanması


Rehavetle tereddüt politikası 3. Selim devrinin özel halidir 1221/şaban/1806/ekim ayı başlarında İngiltere sefiri Arbut-not babıâliye Prusya, İsveç, Rusya, İngiltere'den meydana gelmiş, heyeti müttefikiyenin adına, Napolyon'un uğramış olduğu, hezimet dolaysıyla herhalde deviet-i âliyeye yardım edemeyeceğini bildirdi. Bu bildirimden üç gün sonra, babıâli Fransa elçisinin sıkıştırması yüzünden Buğdan ile Eftak'da, ibka etmiş bulunduğu beyleri yeniden azledip, bu gurubun istediği kimseleri göreve getirdi. Buna bağiı olarakda, elçi Sebastiyanİ; "bu hükümetin tarihi geçmişinde bundan daha fazla utanılacak bir olayın kayıtlı olamayacağı açıktır." de­miştir. Pek bilinen İpsilanti ile Moruzi, çok zengin kimseler ol­duklarından, devletin ileri geien kimselerini ve bilhassa reisül küttab efendiyi altunla ikna etmişlerdi.
Devlet, Sebastiyani'nin tarifiyle altunla veya tehdidle baş eğmekteydi bu iki hususun esiri oluyordu. Dış siyasette ise vakanın keyfiyetine göre yaşamağa alışmıştık. Bu dönemi yazan ecnebi tarihlerin özetlemesine göre Napolyonun çıkı­şından beri geçen şu bir kaç sene zarfında devlet:
1- Marango savaşından sonra Paris'e bir elçilik heyetini Şeydi Ali efendi riyasetinde yolladı.
2-  Fransız devleti aleyhine teşkil olunan 3. heyetin hayata geçmesinden sonra, Napolyon'un imparatorluk unvanın tanı­madı.
3-  Österlich savaşından sonra Muhib efendiyi fevkalâde eiçi sıfatıyla Paris'e gönderdi.
4-  4. heyetin kurulması esnasında Ruslara yanaşmayı ter­cih etti
5- Ayene savaşında birleşik devletlerin orduları yenik dü­şünce Napolyon tarafına dönmekten çekinmedi. Hattâ reis efendide, general Sebastiyani'yi bizzat davet ederek, İttifak yapmaya hazır bulunduğunu beyan etmekle beraber, ancak savaşın neticesine kadar beklemekte daha fazla fayda gör­düğünü hatırlatır tarzdaki rehavetini hissetirdi.
İşte bu işleri sürüncemede tutma politikası, hükümet işle­rini de sürüncemeye soktuğundandirki, bir Rus ordusu hudu­dumuzu tecavüz etti. Dinyester nehrini geçen bu ordunun, altıbin kişilik bir gurubu Prens Dolgorik'in komutasında ola­rak Hotin'e, onbin kişilik bir gurubu da, başkumandan Mikel-son'un emri altında kurşun atmadan Yaş'a girerek Bükreş üz-erine vede hâli isyanda bulunan Sırbistan taraflarına, diğer bir fırka da yirmibeşbin kişiyle, general Tomanski komuta­sında Bender üzerine yürüyüp, İsmaiyle sarkacaktı.
Hudud boyumuzda savaş tedariki için herhangi bir hazırlı­ğımız olmadığından Bender, daha Rusların ilk tehdidi karşı­sında teslim olma yolunu seçti. Çok geçmeden Hotin'in, Bender'de yapılan teslim olma harekatına iştirak ettiği haberi alındı. Kışın, bütün şiddetiyle hükmünü sürdürdüğü bu sırada hududda bulunan ahali Tuna kıyılarına dökülmeye başlamış­tı. Tirsinklioğlu'nun yerine Rusçuk ayanı olan Alemdar Mus­tafa Ağa (paşa) bu üzücü haberi işitir işitmez, Tuna sahilleri­nin muhafazasına seçilmiş bulunan hudud askeri heyetine durumu haber verdi.
Rusya ise, Kili ve Akkirmanı aynı tarz ve usulle zapta mu­vaffak oldu ve artık İsmaiyl üzerine yürümeğe başladı. An­cak İsmaiy! ve İbraiyl ile Akkirman kalelerinde müdafaa se-beblerinin hazırlığı başlatıldı.
Başkumandan Mikelson, yirmialtıbin kişilik bir kolorduyu İsmaiyl üzerine yolladı. Alemdar Mustafa Ağa ise, güç ve ce­sareti her yere nam salmış bulunan Pehlivan ibrahim Ağa isimli zatı, bir miktar asker ile bahse konu yere sevk etmişti. Ağa, bir Rus memurunun -Rusların Bender ve Hotin'de yap­tıkları gibi- ahaliyi tehdid ile ikna etmeye çalıştığını görünce, memuru oradan kovdu. Beş-altı yüz süvari ile Rusların bir kaç binden ibaret öncülerini perişan etti. Fakat Rusların bü­tün kuvvetleriyle gelmekte olduklarını gördüğünden İsmaiyl muhafızı Mirmiran Kasım Paşa ile beraber ahaliyi cesaretlen­direrek kaleden çıktı. Sayıca az bir askerle birlik olmasına rağmen, yedi saat süren çarpışmada Rusların fena şekilde mağlup olmasını sağlamıştır. Bu muhterem zat daha sonrala­rı ordu içinde, şanlı tarihimizde Babapaşa adıyla yâd edilen bir şöhretin sahibi olmuştur.
Osmanlı'nın bu zaferi üzerine, mareşal Mikelson, evvelce Bender ahalisine vermiş olduğu doksan günlük mühleti geri­ye alarak, insanlık ve milletler arası hukuka mugayir ve ga­yette çirkin bir tarzı harekette bulundu. Burayı muhafızlanyla birlikte, çoluk çocuğun tamamının, esarete düşmesini ve Rusya'ya gönderilmelerini temin etmiş oldu ki, bu ayıp onun mareşalliğine ne kadar yakışır? İstanbul'da bulunan Rus elçi­si; hâla cahilane davranarak, yukarıdaki vaka'dan haberdar olmadığını bildirmekteydi. Mamafih, babıâli bir taraftan Rus­ya ve ingiltere elçilerinin öte taraftanda Fransa sefirinin ara­sında kalmıştı, ingilizlerin elçisi Arbutnot: hükümetinin Rus­lar ile ittifak etmiş bulunduğundan bahsederek Fransızlardan yüz çevrilmesini Fransızlar hücum edecek olursa kara tara­fından yüzbin kişilik bir Rus ordusu ve denizden de, İngiliz bahriyesi tarafından kovulacağım, aksi taktirde, Rus askerle­rin karadan, İngilterenin ise denizden hücuma geçecekleri, Rus sefirini yollayacak olurlarsa kendisinin de gitmeye hazır olduğunu ve otuz güne kadar İstanbul'da kıtlık olacağını, Mı­sır'ın da elden gideceğini bildirdi. Bunun yanında da Rus harp gemilerinin boğazlardan geçişi meselesi de bahis mevzu idi. Fakat, Sebastiyani'nin teşviki Rusların aniden tecavü­zü üzerine sadnazamın, peygamberin sancağı altında ilân~ı harb edilmesine karar verildi.
Rusların tecavüzüne sebeb, o zamanki postaların yavaşlı­ğıydı 122i/recep/1806eylül/29.cu günü Ruslar babıâliye Ef­lâk ve Buğdan beyleri hakkında bir oltimatom vermişlerdi. Çar 1. Aleksandra 29/ekim/1806'ya kadar bekledi. Babı­âli'nin, Rus taleblerini kabul ederek bahse konu beylerin, yerlerinde bırakılması haberini ancak kasım ayı başlarında aldı. Fakat bundan önce de mareşal Mikelson'a "Buğdan ve Eflâk'da Kaynarca ve muahedeyi takip eden hükümlere uy­mak, babıâli'yi emri altında bulunduran Fransız siyaset-i hâ-kimanesini durdurmak, Sebastiyani'nin çalışmasını gerilet­mek ve mecbur kalındığında Dalmaçya'da bulunmakta olan Fransız askerlerine karşılık vermek üzere, Buğdan'a girmesi­ni emretmişti. Ruslar, hiç bir sebeb yokken hücum etmiş ol­dukları gibi Rumeli içlerine de; Osmanlı devleti, ülke içine Fransız askeri sokacak ve nizam-ı cedidi zorla icra ettirecek­tir, tarzında fesat çıkarıcı yayımlarda bulunuyorlardı. Savaş İlanı sonrasında Rusya sefirinin Yedikule'de hapsedilmesi ka­dim (eski) adetlerden ise de, devletler arası hukuk gereğin­den ve ilk tatbiki münasebetiyle elçi İtalinskiyİ de bab-ı âliye çağırarak uygun bir lisanla: "Osmanlı devletinin istila olun­muş yerlerini Ruslar tahliye ettiklerinde yine İstanbul'a avdet edebilirsiniz" sözleriyle gerek kendisine gerek Rusyanın tüc­carlarına on gün müsaade*tanındı. İtalinski, çok geçmeden Bozcadaya kadar gelen üç Rus gemisine gitmek üzere İstan-buldan bir İngiliz gemisine bindi. Osmanlı devleti tedarik ve durumunu sağlam bir hale koymağa çabalıyordu. Hattâ Anadoludan pek çok asker getirtilmesi hususunda emirlerde verildi. Ne varki emirlerin yerine getirilmesi pek fena bir şe­kilde aksayacaktı. Buna bağlı olarak da, askerin İstanbul'a gelmesi tam üç ayı aldı. Bu halden anlaşılan, devlet ne bü­yük sahtelik ve asayişsizlik içinde, hayat sürmekte olduğunu anlamıştı. Gelecek içinde hiç tutunacak bir dalı olmadığı gö­rülmüştü.
Akdeniz adaları; Ruslara yardımcı Rumlarla dolu olduğun­dan Çanakkale'nin dahi savunmasının pek kolay olmayacağı anlaşılıyordu. Az asker, az para, zayıf savunma velhasıl her-şeyde bir yetersizlik hüküm ferma idi.
İşte; bu sırada Vahid efendi fevkalade elçilikle Napol-yon'un yanına yoiianmıştıkİ fakat bu göndermekten umulan netice elde edilemedi. Ancak; Ruslarda, İngüizlerde sanki iyi­liğimize çalışmaktaymış gibi davranıyorlardı. Ruslar, Fransız­ların istila yapacaklarını ileri sürüyor, Fransızlar da Rusların Buğdan ve Eflak'ı zapt etmek Sırbistan ve Karadağ ile Rum ahaliyi ayağa kaldırma azmini de taşıdığını haber veriyorlar­dı.
Özellikle Napolyon, 3. Selim hâna yazdığı nâmelerde, fev­kalâde teşvik ve koruma hisleri yer almaktaydı. Hattâ Al­manya'da bulunan Pojen'den yazmış bulunduğu mektubun bir yerinde: "Ruslar ile müttefik olan Prusya mahv oldu. Or­dularım; Vistül nehri üzerinde, Varşova ise hükmüm altına girmiştir. Prusya ve Rus politikası tekrar istiklâl kazanmayı temin iqin ordularını hazırlıyorlar. Sen de hazırlanıp, istiklâli­ni kazan. Zaman bu zamandır. Eğer bu ana kadar tedbirli davranmışsak, Rusyanın hatırını bu kadar saygıya değer bulmanız senin içinbir zaaf hükmüne girer. Devletini kayıb edersin!" Diyordu.
Beri taraftan da Sebastiyaniye, Buğdan, Eflâk ve Sırbiye eyaletlerinin mülk-ü hakimiyetlerine bir zarar gelmemek şar­tıyla, dev!et-i âliye ile saldırı ve savunma paktı imzalamasına izin veriyordu. Napolyon, İran taraflarından da Rusları meşgul ediyordu. Seksenbin İranlı, Fettah Ali şah'ın emriyle yü­rüyüşe geçmişti. Lâkin Rusların Buğdan üzerine inmeleri İn-niltere içinde hoşlanılacak şey değildi. Hattâ donanmasını da Çanakkale taraflarına getirdi. Bu sıralardaysa Pasbanoğlu öl­müştü.
Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Ağa'nın vezirlik rütbesi iie taltifi beraberinde, Silistre eyaletine tayini çıkdı. Paşa, Eflâk tarafına geçmişti. Bükreş yakınlarında karşılaştığı bîr gurup Rus birliklerini fena hâlde bozdu.
Öte taraftan da Pehlivan Ağa da, dörtbinden çok Rusya askerini tsmaiyl'e yakın Sahib adlı bir köy civarında, pusuya düşürerek perişan etti. Eline geçirebildiği kadar Rus asker el­bisesini, kendi askerlerine giydirip, yukarıda adı geçen kö­yün önünde, Rus askerlerinin tarzında saf bağladı. Gelmekte olanlar Rus birliği idi. Karşılarında saf tutmuş kuvvetin kendi askeri olduğunu sandıkları için buraya gelişleri, gayri munta­zam birtarzda vukubuldu.
Ancak; kıyafet değiştirmiş askerimiz ani bir saldırıyla bir çoğunu katledip bir kısmını da esir almayı başarabildi. Buna tam sevinmek üzereykendi; İngiliz donanmasının Çanakkale boğazını geçmiş olduğu haberi büyük endişeye sebeb oldu. İngilizlerin elçisi Arbutnot, devletinden almış olduğu kati tali­mat üzerine: "1213/1798 ingiltere-Osmanlı ittifakının yeni­lenmesi, Sebastiyani'nin kovulması, Osmanlı gemileri ile bo­ğaz istihkâmlarının İngiliz donanmasına teslimi, genel sulha kadar Buğdan'ın Rusya'ya teslimi," talebinde bulunmakla, kabul edilmediği taktirde de, İngiliz donanmasının İstanbul'a geleceğini hatırlatmıştı. Sebastiyani; işe karışarak bu istekle­rin tamamını red ettirdi. Bu vaziyet karşısında İngiliz elçisi daha önce İstanbul'a gelmiş olan iki harb gemisinden, amiral Sir Tomas Levis 'in binmiş olduğu Endimon isimli gemiye bi­nerek İstanbul'dan gitti. Geminin Çanakkaleden çıkışı esnasinda, kale memurları içinde elçi bulunduğundan habersiz ol­dukları için durdurmadılar.
İngilizler, Osmanlı devletinin tatbik etmekte olduğu yeni siyasi sistemi Sebastiyani'nin teşviklerine bağlıyorlardı. Bun­da da oldukça haklıydılar. Hele bu son bir kaç hafta içinde 3. Selim'in en has müşaviri kesilmişti. Arbutnot binmiş olduğu gemide ziyafet verilmesi bahanesi ile davetli olarak gelmiş bulunmakta olan İngiliz tüccarlarının protestolarını dinleme­yerek, sıvıştığını haklı göstermek için hareket vakasını ke­mâli emniyetle müzakereye girişecek bir yer aramış olma­sıyla tevil ediyor ise de, babıâlİ vazifesini terk ederek giden bir elçi ile de müzakerelere girişemeyeceğini vereceği izahatı doğrudan doğruya Londra'ya göndereceklerini beyan etti.
Bütün yabancı elçiliğe bu hususta tebliğ eylediği bir no-ta'da ne elçi, ne de İngilizler hakkında hiçbir kötü muamele­de bulunulmadığı halde ani gidişinden dolayı şikâyetini be­lirtti. Hakikaten; Arbutnot'un, ortadan çekildiği dönemdeki, İngiliz menfaatlerini, sefaretin mal ve eşyalarını emanet etti­ği, vekil kıldığı Danimarka elçisi Baron dö Hubeş, İngiliz se­faretinin mallarını ve eşyalarını teslim aldığı gibi İngiliz tebası hakkında koruyucu işlemleri de yapmaya başladı.
Velhasıl, elçininde firarı büyük çirkinlik olarak görülmüştü, ingiliz donanması başamirali Dukvarth'da müzakerelere baş­ladı. İngiliz elçisinin talimatında, dev!et-i âliye'yi tehdit etmek var idiysede, ilân-ı harp selahiyeti asla mevcut değildi.
Sebastiyani, yaveri Lakor'u önce Erzuruma yollamişsa da, boğazın savunmasını tamamlamak için Çanakkafeye gönde­riyor, Rumlara ise, 3. Selim'e tam olarak itaat etmelerini tav­siye ediyordu bir taraftan da babıâlinin müdafaya kudreti ol­madığını bildiği için telâşa düşüyor, Fransızların Varşova ta­raflarında mağlubiyeti hakkında çıkan haberlerden dolayı, Osmanlı devletinin bu tarz davranışı terk edeceğini zan ediyordu. Fakat, İngiltereye aid gemilerde Bozcaada önünde toplanmaya devam ediyorlardı. Bu sırada İngiliz sefareti ter­cümanı Pizani aracılığıyla konuşmalara başlandı. Kaptanpa-şanın; Bozcaadaya gelmesini ve geldiği takdirde ingiliz do­nanmasının harekete hazır olduğunu yazdı 8/şubat'da "ami­raller hareket edecekler. Çanakkale istihkâmlarından top atışı yapılmasın. İstanbul'da katliam olacaktır. Bizim mak­sadımız sulhdür. Eğer top atılmaz ise, Kaptanpaşayı selam­layacağız.
Sir Sidney Esmit, bombardımana memur edilmiştir, do­nanmamızda üç amiral bulunduğunu düşünmek yeterlidir! Artık, Türkler bizim ciddiyetimizden emin olsunlar." dediği gibi, 9/Şubat'ta: "İngiltere hükümeti Rusya'ya karşı düşman­lığı terk etme hakkında emir verirse kâfi sayacaktır. Fakat bu emir yarın akşam'dan evvel verilmelidir. Me olursa olsun İn­giliz donanması, İstanbul'a gidecektir. Bu gidişin dostça ve düşmanca olmasını Türkler tayin edecektir ve bu fırsat onla­rın elindedir." Diyordu. Hakikaten 13/şubat'ta Kaptanpaşa ile elçi arasında bir mükâleme husule geldi. Ancak işler keş­mekeşe düşmüştü. İngilizlerde Osmanlılarla münasebetleri, birden bire kesmeyi göze alamıyorlardı. Ayrıca rüzgârın mu­halif esmesi de gemilerini boğaz üstüne salmalarına müsa­ade etmemekteydi.
19/Şubat sabahı saat sekizinde lodos esmeğe başladı. Do­nanmamız Karadeniz boğamı dışında idi. 2 tane; üçanbarlı, yedi kalyon, altı firkateyn, altı korvet, iki şalopeden ibaretti başlamış olduğundan amiral Dokvorth Çanakkale boğazı gi­rişine iki gemi bırakarak, boğaza iki tane üçanbarlı altı tane harp gemisi, üç firkateyn, iki briykle girdi. İki tarafada gülle ve salkım saçarak, hızla kaleler arasından geçti. Bu donan­ma; Naraburnu'nun üst tarafındaki donanmamıza hücum et­ti. Askerin çoğu bayram münasebetiyle, karada olduğundan demir almaya, yelken açmaya vakit müsaid değildi. İçlerin­den birinin, bir firkateyn, şiddetli bir savunmada bulunmuş ise de, yinede İngilizler hepsini karaya oturttular. Dördünü yaktılar. İkisini zapt ettiler. Bu gemilerin içinden; Tonbik kap-tanzâde'nin idare ettiği briyk kurtularak pupa yelken İstan-bula, doğru firara başladı. İngiliz askerleri, karaya çıkarak Nara istihkâmındaki topları çivilediler. Topçular kaçmış ve Fransız subayları iş göremez hâle gelmişlerdi. Tonbikzâde; bayramın 3. günü İstanbul'a gelip vaziyeti haber verdi. Bu haberin meydana getirdiği heyecanının büyüklüğünü anlat­mak kabil değildir.
Hemen sahilin muhafaza altına alınması, tabyaların inşası için lâzım gelenlere vazifeler verildiysede, İstanbul her şekil­de savunmadan mahrum idi. Tarih-i Cevdet; bu sırada İstan­bul'un manzarasını şöyle tasvir ediyor: "İstanbul'da acıyı tatmamış, sert rüzgarı tecrübe etmemiş çelebiler, habbeyi kubbe ve katreyİ derya ederek işi büyütme ve mübalağacı, birbirlerine aykırı ve zıd, çeşit çeşit fikirlere inanmış lafa­zanlar pek çok olduğundan boyleleri köşe başlarında topla­nıp, ağızağiza verip bir takım karışık rivayetlere benzer ev­ham ve hayaller ile birbirlerini kuşkulara düşürerek, öylesi acaip ve dehşet hale düştülerki İstanbul'un hâli kıyamet gü­nü için bir numune olmuştu. Bu sırada bazıları da, cifir he­sapları yapmaya başladı. <Be canım, ahir zaman olduğu şüphesizdir. Ben-i asferin galebesi, mehdi'nin çıkması pek açıktır. Galiba beklenmekte olan vakit geldi. Bazılanda, bu son günümüz işareti olduğu muhakkaktır. Hayfaki kıyamet başımızda koptu, derlerdi.>
Neyse askerler tayfası cûşu hûruşa geldi. Topçular topları­nın başına geçti. Yeniçeriler; yatağanlarını takıp, tüfenklerini aldılar. Talebe-i ulum dahi sokaklara fırlayıp ahaliye gayret vermeğe çalıştılar. İngiliz donanmasının boğazdan geçmesi padişahı korkuttu. Hele Baruthane açıklarında görüntüsü en çok tehlikeye açık olan saray halkını titretti. Kadınlar ve ha­rem ağalan bütün geceyi feryadı figanla geçirdiler.
Donanma Kızıl adalar önüne demir attıktan azsonra babı-âliye İngiliz elçisinin bir yazısı geldi. Bu yazı da padişahın do­nanmasının emaneten teslimi, Rusya ile sulh imzalanması, İngiltere ile ittifakın yenilenmesi, hakkında bir senet verilme­si bunun cevabının, bir gün içinde ulaşması istenmişti. Babı­âli ile ingiliz elçiliği arasında bir kaç defa haberleşme olunca, İngilizler verdikleri müddeti üç saate indirdiler. Sebastiya-ni'nin kovulmasının müddeti için vakit uzatması yaptılar. Devletin ileri gelenleriyle yapılan müşavere sonunda İngii'z tekliflerinin kabul edilmesinde ittifak ettiler. Hattâ Sebastiyâ-ni'nin İstanbul'dan çekilip gitmesi için sarayın memurların­dan İshak beyi yolladılar. Vaziyet elçiye nezaketle anlatıldı.
Sebastiyani ise; zaten böyle bir teklifle karşılaşacağını tah­min etmiş bulunduğundan kendini hazırlamış. Hiç bir hayret ve kızgınlığa giriftar olmadan nezdine gelen İshak bey'e "bağlısı olduğum devletimin bana vermiş olduğu bu yüksek vazifeyi bana hiç bir şey terkettiremez. Bir Fransız sefiri, çok büyük ve muazzam devlete mensup olduğundan, ava­mın patırdılarını andıran hareketlerden korkacak olursa, hakkında tatbik edilebilecek ceza olacağından emindir. Zât-ı şahaneye söyleyin. Bu hâl yalnız devlet-i Osmaniye'nin şe­ref ve sânını zail etmez, İr^gilterenin cebren kabul ettirmek istediği şartlara muvafakat ederler ise bütün Avrupa Osma-ni'sini terk etmek tehlikesi de vardır. Otuz milyonluk nüfusu olan bir devleti muazzamayı İngilizlere terketmektense bu payitahtı terk edipde, meselâ Edirne'ye çekilmek daha evlâ­dır. Bundan başka babıâli şayed mösyö Arbutnot'un teklif ettiği antlaşmaya muvafakat edecek olursa, yalnız haşmet-meab-ı imparatoriyenin dostluğunu gaib etmeyip, belkide bütün bütün hiddet ve kızgınlığına maruz kalacağımda bil­mez değillerdir. Sebastiyani; babıali nezdinde, kendisinin, muteber bir sefir olduğunu söyleyerek, apaçık tarzda kendi­sine bir tebligat yapılmadığı takdirde asla İstanbuldan çık­mayacağını açıklamıştı. Kalkıp; reisülküttap efendiye gide­rek: "böyle beş-on gemiye bir payitahtı teslim etmek ne de­mektir? Bundan sonra artık devleti âliye istiklâliyyet ve ta-mamiyyet-i, mülk sözünü hangi yüzle, dile getirebilir? Bu İngiliz donanmasında asker yok ki, karaya döküp de, İstan­bul'u zaptetsin. Yalnız; Sarayburnuna yeterli sayıda top koysanız, onları harab edebilirsiniz. Onlar, size nazaran çok daha büyük tehlike karşısında. Hem sizin ateşinizden çeki­nirler, hemde su ve rüzgârdan dolayı karaya düşmekten sa­kınırlar. Bütün bunlar kendilerine müsaid olupda, sizin ate­şinize galebe çalsalar dahi ne yapabilirler? Sonun da; İstan­bul'un ancak bir kaç mahallesini yakıp giderler. İstanbul bu kadar yangına maruz kalıyor. Farz ediniz ki; bu defa da bü­yük bir harik <yangm> oldu. Yanan yerler yine yapılabilir. Lâkin devletin namusu esasından yıkılırsa daha sonra yapı­lamaz." şeklinde sözleri söyleyerekten reisefendiyi susturup, düşüncelere sevk etti. Ve "Zâtı şahaneleri kendilerine her bir vasıta ile yardım edeceğimden emin olabilirler. Rus kuvvet­leri kaçmağa devam etmektedir. Osmanlı devletini kuvvet­lendirmek için takviye etme zamanı gelmiştir. Fakat padi­şah hazretlerinin müşterek düşmanımıza bir an bile rahat vermemek için ahalinin sadakati icab ettiği her türlü tesir edici tedbiri almaları elzemdir." Sebastiyani'nin telkinleriyle ahalinin ve askerin müdafaada gösterdiği koruyuculuk, ve­killer heyetine ilk verilen kararın kaldırılmasını temin ettirdi. Hattâ savunma idaresinde Sebastiyani görevli kılındı.

Napolyon'ca


"Ey sultan Selim, Hz. Muhammed aleyhissetamın hilafe­tine şayan olduğunu ispat et. İşte seni esir eden, ahidna-melerden kurtaracak vakit şimdi gelmiştir. Sana yaklaştım. Eski dostun olan Lehistan devletinin yeniden hayat bulma­sıyla meşgulüm. Ordularımdan birisi, Tuna yalısına gitmek üzere hazırdır. Sen, moskoflan cephelerinden vurduğun za­man benim ordum da arkalarını çevireceklerdir. Donanma­ların bir gurubu Tulun'dan çıkıp ve gidip, payitahtı ve Kara-denizİ muhafaza edecektir. Artık cesaretlen. Zira; bir daha devletini kuvvetlendirecek ve namını şÖhretlendidîrecek böyle bir fırsat vaktini bulamazsın" Napolyon'un bu sözleri Sultan Selim'e çok te'sir etti." (Tarih-i Cevdet) Sebastiyani bu münasebetle bir muhtıra yazdı. Derhal Türkçe'ye tercüme edilerek, devlet adamlarına klavuz olmak üzere dağıtıldı. Bu muhtıralar: ingiliz gemilerini yaklaşmaktan men etmek böy­lece şehrin bombardımana tutulmasını önlemek, gemilerin veya hiç olmazsa, bunların baştan veya kıçtan demir atma­larının başarısızlığa itilmesi, Osmanlı donanmasını ve deniz müesseselerini mahv etmek için İngiliz donanmasının girme­sini önlemek maksadıyla limanın ağzını müdafaaya hazırla­mak, İstanbul bataryalarını, Üsküdar bataryalarıyla ahenkli bir şekilde ateş etme ve bunu güzelce idare etmek, Osmanlı donanmasını-İngiliz donanması ile savaşa giriştiğin de mev­kii toplarının ateşi altında ricat etmeyi temin, emin bir yerde bulundurmak bunlar içinde, toplarla donanmış ve mümkün olduğu kadar, çabuk ve çeşitli bataryalar inşa edilerek İngiliz amiralinin hücumuna mukabelede bulunmak yahut onu hü­cum etmekten alıkoymak gibi maddeleri yazılıydı.
Herşey baştan başlayacaktı. Avrupa ve asya sahilleri üze­rinde bataryalar yerden çıkar gibi zuhur etti. Sebastiyani herkesin gayretini arttınyordu. Her tarafı tanzim ediyor, padişah-da, vükelada, ricalde gayret ve himmet gösteriyorlardı. Os­manlı milleti Fatih Sultan Mehmed ve Süleyman zamanların­daki gibi savaşa olan istidadlarını isbat ediyorlardı. Sebasti-yani daha neleri gerçekleştiriyordu? Beraberinde sefaret kâ-tibleri olduğu halde yüzbaşı Lakor, mülazım Dökar ile Jerar bulunduğu gibi savunma ameliyesine bakıyorlardı. Daimaç-ya ordusundan ingiliz donanmasının geldiği gün İstanbul'a varmış olan yüzbaşı Butin, Loklark, Kotaîyo'yu bataryaların silahlanmasına memur ediyor, bu arada da İstanbul'a gelmiş olan Fransa ayan azasından Pontekolant da çalışanlara karı­şıyor, İspanya sefiri Marki Dalmanera da kâtibleri ve maiyet askeride, subayıda iştirak ediyor ve bir İstanbul topçu bölüğü teşkil eyliyor. Rumlara hediye ve taltiflerde bulunarak faali­yete geçiriyor, İngilizlerin burun büyüklüğünü kırmak arzu­suyla uğraşıyordu. Sarayburnundan, Yedikule'ye kadar açı­lan cephe boyunca duvarlar yıkılıyor yerine mazgallar peyda oluyor. Sarayların bahçelerinde toprak istihkâmlar beliriyor, evlerin bazıları yıkılıp yerine istihkâmlar yapılıyordu. Her yer­den binlerce amele koşuşup geliyor, bütün sahilde cenk ve cidal avazları yükseliyor, İngilizlere karşı hakaret ve sövme­ler işitiliyordu. Her delikten bir top namlusu uzanıp, gülleler yığılıyor, top mavnalanyla, ateş gemileri iki hat üzere dizili­yor, Kızkulesi ayrı çapda toplarla silahlandırılmış emre hazır bulunuyordu, Sultan Selim bütün gün askerlerin arasında, genellikle yalnız, yaya ve bazen Fransız elçisiyle beraber ge­ziniyor. Ahaliye, askere, cömertçe davranarak saltanat mi­marı gibi, elinde bir fildişi arşın (ölçü aleti) gülümseyerek mühendislere öteyi beriyi soruyor, bataryaların hacimlerini bizzat ölçüyor, Fransız elçiye son derece iltifat ediyor, göster­miş olduğu gayret, himmete daima müteşekkir olduğunu açıkça söylemekte idi. Hakikaten; kısa bir zaman zarfında tophane depolarından yüz adet top çıkarılarak sahil boyuna tayin olunmuş yüzbaşı Boten'in verdiği rapora bakılarak beş günde, Yedikule'den Sarayburnu'na kadar 102 adet top, 69 adet havan, sağ sahile 24 Otop, 12 havan boğazın karşısına 84 top, 15 havan, Üsküdar tarafına 94 top, 14 havan konul­muş idiki, tamamı 520 top, 110 adette havan idi.
Osmanlı devleti de bu mühleti, İngiliz donanmasına gön­derilen divan~ı hümayun tercümanının, Rus ile sulha ve İngil-tereyle ittifakı yenilemeye karar verdiğinden ve bunlara dair bir senet vermek, İngiltere, Rusya'nın istila ettiği kalelerin geriye verilmesini senede lüzum görmiyerek taahhüd etmek, bu senetleri kaide üzerine müzakerede tanzim edilene kadar, İngiliz donanması Çanakkalede durmak, İngiliz elçisi İstan-bula geldikten sonra Sebastiyani'nin, kovulmasına çare dü­şünülmek üzere, kaleme alınmış müsveddenin düzeltilip, de­ğişikliğe tâbi tutulması ve irade-i seniyye taalluku için almış­tı. Ayrıca muhalif rüzgârların meydana getirdiği şartlar, bom­bardıman gemilerinin baştan ve kıçtan demirlemeleri kabili imkân olamıyordu.
ingilizler Çanakkale boğazında da istihkâmlara emir veril­diğinden dönüş yolunun pek zor olacağını kestirmişlerdi. An­cak, kaçtılar denilmesin diye de, avdet yolunu tercih etmi­yorlardı. Bütün bu meyanda garib bir olay husule geldi: "Fe-nerbahçeye vazifeli verilmiş bir kaç asker, Kınahada'ya geç­mişler. Bir kaç tane İngiliz, sandalla su almak üzere, oraya gelir. Hemen savaşa başlarlar. İngilizlerin yedi-sekiz tanesi­ni Öldüren askerler, birkaçını da esir alırlar. Bu esirler ara­sında amiralin genç oğlu da vardır. Askerler amiralin oğlunu saraya gönderirler. Sultan Selim askerlere kırkar altun ile birer çelenk verir. Amiralin oğlu da Kaptanpaşa tarafından ingiliz donanmasına aşırılır. Bu havadis balıkçıları galeyana getirdiğinden İngilizlerin gemileri etrafında dolaşıp bir gemiden diğer gemiye giden sandalları tevkife başlarlar. Hakika­ten İstanbul beş gün zarfında toplarla donandığı gibi ahalide kayıklara binip, adeta donanma üzerine yürüyecek cesarete mâlik olmuştu. Yeni kaptan Şeydi Ali paşa komutasında bulunan 20 kıta harp gemisi Beşiktaş Önlerindeydi. İngiliz elçisi hem hasta hemde yapmış olduğu hesapsız hareketin neticede üzerine düşecek mesuliyetini bir başkası üzerine yıkmağa gayretli idiyse de amiral Dukvorth'dan uygun birini bulamamış ve müzakereleri ona havale etmişti. Amiral 21/şubat'ta ültimatom vermişti. Babıâli 21/şubat'ta kimlerle müzakere edileceğini, nerede yapılacağını, İngilizlerin iyi ni­yetinden endişe edildiğini, müslümanların heyecana geldiği­ni, bir bir ve ağır ağır sordu. Amiral kesin olarak iyi niyet ta­şımakta olduklarını bir daha temin etti. Babıâli hayatının em­niyetini temin ettiği takdirde konferans için neresi tercih edi­lirse edilsin, oraya geleceğini bildirdi.
Bu sırada ise, sarayın duvarlarında sekiz mazgalın daha açıldığını görerek konferans işine İki güne kadar bir netice verilmesini bildirdi. Aynı günde yapılmakta olan savunma hazırlıklarından şikayetçi olarak, üç saat içinde cevabın ve­rilmesini taleb etti. Eğer cevaba erişemezlerse, Marmara de­nizinde bulunan Osmanlı gemilerinin, batırılma veya ele ge­çirileceğini beyan eden tehdidler savurdu. Babıâlide gecele­yin boğazın Anadolu kıyısında yedi mil ötede (Beykoz ola­cak) bulunan bir yeri müzakere mahalli olarak tayin ettiğine dair haber yolladı. Amiral bu teklifi kabul ettiysede, kendi yerine amiral Lewis'i gönderecekti.
Bu arada bir mülazım (teğmen) ile dört gemici esir alına­rak götürülmüşse de, bunların da çarçabuk, tahliyesini taleb eyledi. Fakat ertesi gün bir Osmanlı gemisi gelerek müzake­reye katılacakları alacak idi. O beş ingiliz salıverilmedi. Dok-vorth, yeni şartlar söyleyerek Sebastiyani'nİn, uzaklaştırılmasını ve üçlü ittifakın yenilenmesini istedi. Babıâli; verilen son cevabında, Osmanlı ülkesinde bir tehlikeye maruz kal­madan, bir karış yere bir ingilizin çıkmak mümkün olmadığı, hattâ saraya bile bir İngiliz gelse onu müdafaa etme çok güç olacağı, velhasıl İngiliz donanması bulunduğu yeri terketme-ye ve Çanakkale boğazını, dışarı doğru geçmedikçe müza­kereye devam edilmeyeceğini bildirdi.
Dokvurth ilk önce hiddetleşiddet göstererek, Arbutnot'un Bozcaada'dan gönderdiği geçmiş tekliflerini tekrara kalkışa­cak olduysa da, az sonra bu tehdidlerinin İngiliz donanması, aleyhine olacağını kestirdiğinden, yelkenleri suya indirmeyi tercih etti. 1221 senesi zilhiccesinin 12. günü, 1807 senesi şubat ayının, 20. cuma gününe müsadifdir. İşte o gün yel­kenleri açık olarak, İstanbul üzerine doğru yürüdü. İstan­bul'da bulunan, Fransız elçiliğinde büyük bir heyecan husule geldi. Fakat donanma bir dönüş yaparak yine adalar önüne geldi. Direklerinin ucundan başka yeri görünmüyordu. Yine yakınlaşıp, uzaklaştı. Bütün günü voltayla geçirdi. Akşamle­yin güney cihetine doğru gitti. O gece de şehirde büyük bir endişe hüküm ferma oldu.
Ertesi gün de bütün halk, hattâ içlerinde padişah bulundu­ğu halde surlara çıkıp, İngilizlerin gittiğini görüp, inandılar. Ahali padişahı büyük bir şiddetle alkışladı. Beşiktaş önlerin­de bulunan donanmayı Osman-i askerleri İngilizleri takip için izin istediler. Adetâ söz dinlemez dereceye geldiler. Müessifa-ne; bir hadise zuhur ederdiye korkuluyor, elde edilmiş netice­nin heba olmasından çekiniliyordu. Daha sonra padişahın iradesi çıktı. Ahalinin tezahüratı arasında donanma Marma-raya doğru süzülüp, Kumkapı önlerinde demir attı. İngilizle­rin ricatı ile alakalı resmi haber, Fransanın Gelibolu konsolo­su tarafından gönderilen bir haberci ile kesinleşti. Mart ayının 2. günü Gelibolu minaresinden onüç yelken görülmüş. Bunlar, Lapseki ile Naraburnu arasında Ekinlik deniien yerde durmuşlar. Su alan gemilerini tamir etmişler. Boğazdan ge­çişlerinde Osmanlı bataryalarının şiddetli atışlarına maruz kalarak, Vindsor Kastil isimli geminin, büyük direğinin dörtte üçü 800 librelik ve iki kadem kutrunda bir taş gülle ile kırıl­dığı gibi Aktiv fırkateyni'de 560 librelik bir gülle yemiş. Ro-yal Corc isimli amiral gemisi de başka ve büyük bir gülle isabeti ile hasara uğramış. Bu donanma tamam bir saat bir çeyrek ateşaltmda kalmış. 130 Ölü ve 412 yaralısı olmuş. Eğer Anadolu kıyısı müstahkem ve silahlı olsaymış ve topla­rı da sabit olamasa imiş, tamamen mahvolacak imiş.
Tabiatıyla bu hadisenin neticesinden olarak İstanbulda Fransızlar lehine; büyük bir emniyet ve itimat, son derece yükseldi. Hatta ahali sokakta rastladığı Fransızları çeviriyor, kendilerine yapılmış yardımların minnetini ifade ediyorlardı. Rusya'ya taraftar olan Rumlar bile, patriklerinin kumandası altında olarak şehrin tahkimatının yapılmasında gayret gös­termişlerdi Mora'fılarda, padişaha bir dilekçe ulaştırarak Rus­yalılar ile savaşmağa hazır olduklarını bildirdiler. Fakat; bü­tün bu nümayişler arasında yine, İstanbul sokaklarında, fesat ve fitneye dair dedikodular dönüp duruyordu.
Devlet adamları birbirine düşerek, herkes yekdiğerinin aleyhine iftiralara girişiyor, İngilizlerin İstanbul'a gelmelerini yeni kaide olan "yeniçerileri kaldıracaklar, nizam-ı cedidi on­ların yerine koyacaklar imiş"e vardırarak devlet ricali tarafın­dan özel bir davet olduğu ileri sürülüyordu. Trafalgar ve Ko­penhag galibiyetleri üzerine İngilizlerin İstanbul sularında uğ­ramış oldukları hezimet, İngiliz ahalisi düşüncesinde bir hayli kötü tesirler vücuda getirdi. Akdeniz'de dolaşmakta olan Rus amirali Seniyavin, çok geçmeden de Bozcaada önlerinde amiral Dokvortha, birleşerek yeniden İstanbul'a girmeyi teklif ettiyse de, İngilizler yeniden uğrayacakları müşkülatı tec­rübe etmiş oldukları için kabul etmediler.
Bundan başka yalnız İngiltereye yaramayacak böyle bir teşebbüs için, Ruslara yardım etmek, menfaatlerine aykırı idi. Fakat, bu tarz hareket iki devlet arasında burudet yâni soğukluğa da vesile oldu. Hattâ; bir dereceye kadar da, Ma-polyon ile Aleksandr arasında bir ittifak doğmasının sebebi olan Tilsit mülakatının öngörüşmesini teşkil etti.
Amiral Seniyavin Bozcaada'dan Selanik önlerine geldiyse de, taarruza geçmeğe cesaret edemedi. Tekrar dümeni Boz-caadaya kırmakla, burayı üç gün aralıksız top ateşine tâbi tuttuktan sonra kara çıkardığı ikibin askerle, işgali tamamla­dı. Böylece Çanakkale girişi yine kapanmış oldu. Bu vakada İstanbul ahalisinin ızdıraba düşmesine yol açtı. Kaptanıderya Şeydi Ali paşa, sekiz gemi ve beşbin kara askeriyle, Bozca­ada üzerine, yelkenbastı. İngilizler ise, Rusların İstanbul'a pek faz'a yaklaşmış olduğunun verdiği endişeyle yanlarından ayrılıp, Mısır üstüne yelkenlerini doldurdu. İngilizlerin boz­gundan sonraki kaçışlarının memnuniyeti pek sürmedi. Yen -ni endişelere bıraktı.
Vehhabilerin reisi olan Suud bin Abdülaziz, Medine-i Mü-nevvere'yi istila ederek, mübarek merkadlerin kubbelerini yıkmış, yalnız vukubulan ricalar üzerine Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Ravza-i mutaharralannın, kubbesini bırakarak ne kadar kıymetli eşya ve cevahir varsa hepsini alıp Deriye'ye gönderdiği gibi, onlara göre bi'dat olması hasebiyle hutbeler­den padişahın adını kaldırmış, Vehhabi olmayanlara müşrik nazarı ile bakarak, bunları Mekke'yi tavafdan men'e cüret et­miştir. Kendi tarafından Mekke ile Medine'ye birer tane Kadı tayin ederek, diğer kadılarla beraber, Harem-i Nebevi hade­mesini, Medine muhafızını İstanbul'a yollamış, Sultan 3. Se-lim'e bir mektup göndererek "burda türbeler üzerine kubbe200 bina ve kurban boğazlanmamasını" beyan ederek, Padişah 3. Selim'inde mezhepleri olan Vehhabiliğe girmesini istemiş­tir.
Hattâ Şam kafilesi Medine-i Münevvereye giremiyerek ge­riye dönmüştü. Bu hadisat ehli isiâma vükelâ ve padişahın aleyhine hareket etmesi neticesini veriyordu. Diğer taraftan İngilizlerde, İstanbul'da uğradıkları hezimetin acısını çıkar­mak arzusuyla Mısır üzerine dönmüşlerdi. Böylece Mekke ve Medine ile gerek kara, gerekse deniz yoluyla münakale orta­dan kalkmış oluyordu. Fransa'da yayımlanan bir eser, 'ingi­lizlerin, Mısır'ı istilası meselesini, aşağıda aldığımız satırlarda şöylece belirtiyor:
"1222/muharrem/6. sah-1807/martınm/17. günü, 17 tane, İngilizlere aid yelkenli limanın önünde görüldüler. Bu gemilerin kumandanı amiral Lewis'di. Mısır'ı gerek Fransız gerekse Mehmed Ali Paşanın zülmundan kurtarmaya geldi­ğini ilân ediyordu. Gemilerde general Frazer kumandasında, Mesina'ya gelen, 5100 kişilik küçük bir ordu vardı. İskende­riye ahalisi öteden beri, Kavalah Mehmed Ali Paşaya aleyh­tar olduklarından Fransa konsolosu Droveti, ahaiininde, as­kerlerinde düşmanlığını hisettiğinden, pasaportlarını iste­diyse de verilmedi. Bunun üzerine maiyetine onbeş tane Fransız askeri aldı. Eli tabancada olduğu halde, azimetine yâni gidişine mümanaat edilmemesini taleb ederek, muha-fızsız olarak Reşid'e oradan da Kahire'ye gitti. Mehmed Ali Paşa, Said taraflarında da bulunan kölemenleri cezalamak için Cünye'ye gittiğinden konsolos İngilizlerin İskenderiye'yi işgal ettiklerini, acele gerigelmesini ve çok yakında büyük bir Fransız ordusunun geleceğinden mukavemet hazırlıkları­na girişmesini bildiriyordu. Hakikaten İngilizler karaya asker çıkarırken hiç bir müşkülatla karşılaşmadılar. Mutasarrıf Emin ağa, zaten İngilizlerin konsolosu Misket'in tutkulusu idi. İngilizler, İskenderiye'yi işgal ettikten sonra yollarını emniyete aimak için Nİ1 yakınlarında bulunan, Reşid'i ele geçirmek için general Voşep'in komutasında olarak,  1200 kişilik İngiliz askeri birliğini yolladılar. Şehirde beşyüz Türk ve Arnavut askeri vardı. Bu gurub; iki gün yolda hiç bir düş­mana rastlamadığı halde Reşid'e vardı. Askerlerde pek şid­detli sıcaklardan dolayı çok yorulmuştu. Bu yorgunluk yü­zünden şehre karmakarışık olarak girdiler. Hiç bir direnme ile karşılaşmadıklarından müsterih olarak, silahlarını çıkarıp gölgeliklere, uzandılar. İşte o an askerlerimizin üzerlerine çullandılar. Kumandan Ali bey, kaçmalarına fırsat verme­mek için ne kadar kayık varsa Nü nehrinin karşı sahiline ge­çirmişti. Osmanlı askeri İngilizleri saatlerce vurdular. Öldür­düler. General Voşep, iki yerinden yaralı olarak ortada kal­mıştı. Pek çok İngiliz subayı Öldü. Bu kavgada beşyüz İngi­liz askeri telef oldu. Yüzyirmi de esir ele geçti. Ölülerden; seksen tanesinin kelleleri kesilip, Kahire'ye gönderildi. Kel­leler, Özbekiye caddesinde, iki sıra halinde kazıklara geçiri­lip teşhir olundu." Bu arada da, Mehmed Ali Paşa güneyden gelerek kölemenlerden Selyut'u aldı. Mısırlı komutanlardan meşhur ibrahim bey ile antlaşma yapılarak, Mil nehrinin sağ ve sol taraflarını takiben, kuzeye doğru yürüdü. İngiliz kuv­vetlerini bilmediği için, Kahire'ye vardığında, şehri tahkim etmeye iptidar eyledi. Bununla beraber Reşid'e de dörtbin pi­yade ve binbeşyüz süvari yolladı General Frazer, yeni bir se­fer heyet-i seferiye teşkil ederek general İstevar'ı 3 bin piya­de, 6 top, 2 havan ile Reşid'e gönderip, şehri muhasara ettir­di. Mehmed Ali Paşanın, Kethüda bey ve Hasan paşanın ko­mutalarında olarak yolladığı askerle 22/nisanda meydana gelen kanlı savaşta, İngilizlerin feci bir mağlubiyete uğradık­ları görüldü.
Binbaşı Moor esir, miralay Maklod öldüğü gibi pek çok te­lefat da verdiler. Büyük topları çivilediler. Yiyecekleri ve mü­himmatı, eşyaları yaktılar. Asker ve bu askere katılan fertler, aşiretleri ile kurtulanların takiplerine koyuldular ve yolda da fena halde hırpaladılar. Geri kalanlanda, Ebukır'da bekleyen donanma alarak, İskenderiye'ye getirdi. Kahire'ye soluk so­luğa getirilen beşyüz İngiliz esiri, Özbekiye'de sırık üstünde duran arkadaşlarının, kafaları önünden geçirildi. Yürüyeme­yenleri eşeklere bindirdiler. Düşüp ölenlerin kellelerini kesip sırıklara ilave ettiler. "Bu bozgunluk, İstanbul'daki hezimetten daha tesir edici idi. İngilizler; Akdenize hakim oldukları için hezimet haberini avrupaya duyurma işlemini biraz geciktirdi-lerse de, doğu da pekçok kayıp etmişlerdi. İstanbul'dan Ce­zayir, Trablusgarp, Tunus, İzmir'e haber gönderilerek İngiliz­lerin uzaklaştırıldıklarını ve mallarının müsadere edilmeleri emrolundu. İskenderiye'de bir iki ay kaldılar. Fakat bir iş gö­remediler Mehmed Ali, bu esnada bir ordu düzenleyip başla­rında kendi olduğu halde İskenderiye üzerine gitti. Amiral Lewis hummadan ölmüştü. Yerine amiral Hallovel gelmişti. Bu sırada ise Fransa ve Rusya arasında da, Tilsit antlaşması imzalandı.
İngiltere hükümeti ingiliz donanmasının cephaneliği olan Sicilya'ya Fransızların hücumuna ihtimal veriyordu. Buna dayanarak bütün gücünü, Cezayir'e topladı. İngilterenin ef­kârı umumiyesi de "2. bir Napolyon romanı" olan Mısır sefe­rinden hoşlanmamıştı. Bu bakımdan da Mehmed Ali Paşa ile ingiliz amirali arasında, cereyan eden müzakereler pek ça­buk sona ererek, donanma yelken açıp 14/eylülde denize açıldı. Paşa, kaleden atılan topların sesleri arasında tam bir debdebe ile İskenderiye'ye girdi.
Şayan-ı dikkattir ki, şu sıralarda İstanbul'da büyük bir fit­ne ayaklanıyor, İngiltere ile Fransa arasındaki savaş da İspanya meselesinden dolayı, başka bir renk alıyordu. Meh­med Ali Paşa ise, Mısır'da bir nevi istiklâliyet kazanmış gibiy­di. Bu ana kadar Mısır sahilleri gümrükleri tersane-i amireye bağlıyken, İskenderiye'nin zaptından sonra, iskelelerin tama­mını kendi tasarrufuna geçirdi. Elfi bey'in; komutanlarından Şahin bey'İ de getirtip, Ceyze'ye memur etti. İstanbul'dan re­hine bulunan oğlunun uhdesine, Mısır defterdarlığı tevcih edilerek, Mısır'a yollandı. Payitahttaki devlet adamları da Ka-valali Mehmed Ali Paşayı, Vehhabilerin üzerine sevk etme hususunda kafa patlatıyorlardı. Hattâ kendisine bu iş için, bir de kapıcıbaşı gönderilmiş ise de, Paşa: "bu iş acele ile ol­maz. Süveyş'de, gemi yapmalı, tedarikâtta bulunmalı" ce-vabıyla başından savdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder